EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Ergenekon, Balyoz ve Poyrazköy davaları
Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> HUKUKÎ HABERLER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Arl 13, 2012 8:14 pm    Mesaj konusu: Ergenekon, Balyoz ve Poyrazköy davaları Alıntıyla Cevap Gönder

İhraç edilen emniyet müdüründen şok itiraflar: Başbuğ, Fenerbahçe, İlhan Cihaner kumpasları...
05 Temmuz 2017



Ergenekon, Balyoz operasyonları döneminde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde Güvenlik Şube Müdürü olarak görev yapan, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Erzurum’da gözaltına alınan ve OHAL kapsamında hazırlanan Kanun Hükmünde Kararname ile meslekten ihraç edilen Yunus Dolar’ın şüpheli sıfatıyla verdiği ifadelere Hürriyet'ten Toygun Atilla ulaştı.

Çarşamba 09:51 8.3B Okunma
İhraç edilen emniyet müdüründen şok itiraflar: Başbuğ, Fenerbahçe, İlhan Cihaner kumpasları...
5
Ergenekon döneminde şahit olduğu kumpasları en ince ayrıntısına kadar anlatan Yunus Dolar, o ifadelerde, dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasını Fetullah Gülen’in istediğini söyledi.

İhraç edilen emniyet müdüründen İlker Başbuğ itirafıİddiaya göre, Yunus Dolar’ı, 1980’li yıllarda FETÖ Terör Örgütü ile henüz askeri lise öğrencisi olan dayısının oğlu Yurdakul Akkuş tanıştırdı. Bursa İl Jandarma İl Alay Komutanı Yurdakul Akkuş, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra sıkıyönetim görevlendirme listeleri ile yakalanıp tutuklandı. Yunus Dolar, FETÖ soruşturmasına yön veren ifadelerinde, yıllar önce kurulan kumpasları anlattı:

İLHAN CİHANER’E KUMPAS

“2005’te Erzincan Polis Okulu’na şark tayini için gittim. Erzincan’da Erzincan Ergenekonu diye bir operasyon oldu. Erzincan’a atanan İlhan Cihaner göreve başladıktan sonra Terör, İstihbarat ve Güvenlik Müdürlerini yanına çağırarak, irticai oluşumlar hakkında ellerinde ne kadar bilgi olduğunu sordu. O görüşmeye giden 3 emniyetçi de cemaatçiydi. Bu görüşmeyi cemaate aktardılar. Daha sonra, Başsavcı İlhan Cihaner, emniyetten özellikle Fetullah Gülen grubuna yönelik operasyon konusunda olumlu yaklaşım alamayınca İl Jandarma Komutanlığı’nı bu konuda görevlendirdi. Cemaatin bu durumu öğrenmesi üzerine İstihbarat Dairesi ve Erzurum DGM’den yardım alınarak Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ve diğer kamu görevlilerine operasyon yapıldı. (Yunus Dolar, ifadesinde bu gelişmeleri Erzincan imamı Kemal adlı kişiden öğrendiğini söylüyor)

FENERBAHÇE OPERASYONU

İstanbul Güvenlik Şube Müdürü olduğum dönemde, Organize Şube Müdürü Nazmi Ardıç ile Fenerbahçe operasyonu ile ilgili sohbet yaptık. Kendisine Fenerbahçeli bir Başbakanı, Fenerbahçe’ye operasyon konusunda nasıl ikna ettiniz diye sordum. O da bana gülerek ‘Mutlu Ekizoğlu’nun (Dönemin Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı. Şu anda firar) ikna edemeyeceği kimse yok’ dedi. O görüşmeden ve zaman içindeki edindiğim izlenim Fenerbahçe Kulübüne operasyonun, Genelkurmay Başkanları’nın belirlenmesindeki rolünü kırmak için tasarlandığını değerlendirdim.

TALİMAT FETULLAH GÜLEN KAYNAKLI

Ankara’dayken Erzurum Lisesinde beraber cemaat evlerine gittiğimiz ve cemaatin yönlendirmesi ile GATA’yı kazanan ve halen GATA üroloji bölümünde Tabip Albay olan Emin Aydur bana, “Hocaefendiyi neden kızdırdınız, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u emniyet olarak neden tutuklatmadınız?” şeklinde bir şey söyledi. Ben de, “Nasıl yani?” dedim. O da Fetullah Gülen’in emniyet hizmetine bu yönde bir talep ilettiğini, aradan geçen belli bir sürede gerçekleşmeyince bu sefer sitemkar bir mesaj daha gönderdiğini söyledi. Ben de, “Haberim yok” dedim. Aradan belli bir süre geçtikten sonra Genekurmay Başkanımız tutuklanınca kastedilen konunun bu olduğunu ve talimatın Fetullah Gülen kaynaklı olduğunu anladım. Gecikme süresi olarak kastedilen zaman dilimi içerisinde hem delillerin üretildiği hem de cemaate yakın basın yayın organları aracılığı ile kamuoyunun hazırlandığını değerlendirdim.

DİYARBAKIR’DAKİ KUMPASI MÜDÜRÜN VİCDANI ENGELLEDİ

Diyarbakır Terörle Mücadele Müdürü olan cemaat mensubu Sedat Selim Ay, Diyarbakır’da KCK Türkiye meclisine operasyon yapmaya başladığında, Diyarbakır İstihbarat Şubesi’nin bu operasyona sıcak bakmadığını kendisinin de Diyarbakır Kaçakçılık Şubesi’nden destek alarak KCK Türkiye meclisine ilk operasyon çalışmasını yaptı. Operasyonu başlatacağı esnada Diyarbakır İstihbarat Şubesi’ndeki cemaatçi müdürlerin kendisine, “Madem operasyonu yapıyorsun, İstihbarat Daire Başkanlığı’nın Ergenekonla PKK’yı iritbatlandıracak bir silah bir kroki ve bombanın hedef adreslere konularak daha sonra aramalarda bulunup tutanaklara geçirilmesini böylece Ergenekon yapılanması ile PKK’nın birlikte hareket ettiği ve krokinin de Başbakanımıza (O dönem Recep Tayyip Erdoğan) suikast içerikli olacağı fikrinin kamuoyuna lanse edileceği” şeklinde bir telkinde bulunulduğunu fakat kendisinin bunu red ettiğini söyledi. Daha sonra İstihbarat Dairesi’ne çağrılarak aynı telkini Daire Başkan Yardımcısı Recep Güven’in de aralarında bulunduğu cemaatçiler tarafından ısrar edilince kabul etmiş. Krokiyi, silah ve bombayı alarak karayolu ile Diyarbakır’a gittiğini, operasyon günü uygun adreslere bu materyallerin konulup tutanaklara da orada bulunmuş gibi geçirildiğini, fakat vicdani muhasebesinin aşamayarak ilgili adres ve adreslerde arama yapıp o materyalleri tutanağa geçiren ekiplerle toplantı yapmış. Bu 3 materyalin bu operasyonun ana mantığı ile uyuşmadığından yeni bir tutanak tutularak bu 3 materyalin çıkartılmasını istemiş. Riskli bir durum olduğundan kendisine güvenip güvenmediklerini sorduğunda cemaate mensup alt rütbeliler odayı terk etmiş, sadece 2 polis memuru kalmış ve “Biz size güveniyoruz nasıl isterseniz o şekilde tutanak tutarız” demiş. Bunun ardından 3 materyali çıkartarak yeni bir tutanak tutup çalışmalarına vicdani ölçüsünde devam etmiş. Bu olaydan sonra ise cemaat tarafından hedefe koyulmuş. İstanbul Emniyetine ataması yapıldığında, Ergenekon vb operasyonların yapıldığı birimlerde çalışmaması için gayret gösterilmiş. Hüseyin Çapkın’ın kendisini Terörden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı atamasından sonra cemaatçilerin bundan çok rahatsız olduğunu, bu esnada Taraf Gazetesi’nin kendisi hakkında tecavüzcü ve işkenceci müdür olarak Türkiye’de az rastlanır bir tavırla 20 gün boyunca haber yaptığını kendisi bana söyledi.”

GAZETECİ ÇAĞDAŞ ULUS’U BÖYLE TUTUKLATTILAR

Bir görüşme esnasındayken Erol Demirhan bir ara dışarı çıkıp gelerek TEM müdürü Yurt Atayün’e hitaben, “Ağabey şimdi abiler söyledi, Kandil, Fırat Haber Ajansı aracılığı ile Vatan Gazetesi’nde çalışan Çağdaş Ulus isimli bir gazeteciden Vatan Caddesi’ndeki Fetullahçı polislerin isim listesini istemişler. Bu gazetecinin acale tutuklanması gerekiyor” dedi ve oradan ayrıldılar. Kısa bir süre sonra da adı geçen gazetecinin terör örgütüne yardım yataklıktan tutuklandığını duydum.

HEDEFTEKİ GAZETECİLER

2010 yılında şark görevim biterek İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne tayinim çıktı. Bayrampaşa İlçe Emniyet Müdürü olarak göreve başladım. Polis Kolejinden beri cemaatin içerisinde olan devrem Erol Demirhan (O dönem İstanbul İstihbarat Şube Müdürü) benim komiser yardımcılığı dönemimden beri tanıştığım ve polis muhabirleri olan gazeteciler Nihat Uludağ (Habertürk), Toygun Atilla (Hürriyet) ve Milliyet gazetesi muhabiri olan Erdal soyadını hatılayamadığım (O dönem Milliyet muhabiri Erdal Kılınç) şahısların Ergenekon operasyonları ile ilgili olumsuz haberler yaptıkları için görüşmememi bu şahısların kendilerinin hedefleri konumunda olduğunu söyleyince operasyonlarla ilgili kuşkularım iyice arttı.”

Kaynak: Yurt Gazetesi

Ali Fuat Yılmazer: Ergenekon ve Balyoz emrini veren Erdoğan
16 Ocak 2017

Dink davasında tutuklu sanık olarak dinlenen Ali Fuat Yılmazer 'Neden burada siyasi yetkililer yok, emri veren onlar' diyerek Erdoğan'ı işaret etti.

Cansu PİŞKİN
İstanbul

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin kamu görevlilerinin yargılandığı davanın duruşmasına dönemin İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer'in savunmasıyla devam edildi. İddianamede isnat edilen suçlamaları yalanlayan Yılmazer, “Bizi silahlı terör örgütü yöneticisi yaptılar. Bu görevi yapanların hepsi Başbakan Erdoğan ve yetkililer tarafından atandı. Ergenekon, balyoz soruşturmaları için emir veren bizzat dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'dır. KCK operasyonlarının talimatını da Başbakan Erdoğan verdi. Tüm planlamasını Başbakan yaptı. Dönemin başbakanından habersiz hiçbir şey yapmadım” dedi.

Çağlayan'daki İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmada tutuklu sanıklar Ali Fuat Yılmazer ve Ramazan Akyürek ile tutuksuz sanıklar Reşat Altay ve Sabri Uzun hazır bulundu. Yasin Hayal, Özkan Mumcu, Osman Gülbel, Ogün Samast ve Hamdi Egbatan SEGBİS yöntemiyle sesli ve görüntülü olarak katıldı.

'BU İDDİANAME ALGI ÇALIŞMASIDIR'

2 buçuk yıldır tutuklu yargılanan Yılmazer, 25 yıldır Emniyet Genel Müdürlüğü'nde görev yaptığını ve sicil özetinde hiçbir adli, idari cezanın olmadığını söyledi. Hakkında 10'u aşkın soruşturma ve davanın olduğunu ve bunlardan 6 tanesinden tutuklu olduğunu belirten Yılmazer, "Bugünün Türkiye'sine ve yargı sistematiğine dair savunmamda ibret alınacak meseleler var" dedi. İddianamede kendisine isnat edilen suçlamalar üzerinden savunmasını yapan Yılmazer, "Hakkımdaki suçlamalar bir savcıya yakışacak beyanlar değil. Personel istihdamına dair hiçbir yetkim yok ama emniyette cemaat yapılanmasını gerçekleştirdiğim söyleniyor. Bizi silahlı terör örgütü yöneticisi yaptılar. Terör örgütü yöneticisine bakar mısınız; hepsi Başbakan Erdoğan ve yetkililer tarafından atandı. Niye bir tek siyasi yetkili yok burada? İddianamede 'Sonradan kumpas olduğu anlaşılan Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları için emir verdi' deniyor. Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları için emir veren, bu operasyonu başlatan ve 'ben bu davaların savcısıyım' diyen dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'dır. Dink cinayetinde yöneltilen suçlama olsa olda görev ihmali olur. Ne yapmışım da Dink'in öldürülmesiyle sonuçlanan süreçte bir fiilim olmuş. Fiilin olmadığı yerde fail mi olur? Dink'i korumak için İstanbul'da alınması gereken tedbirler alınmadığı için, cinayeti organize eden ekibe Trabzon'da yapılması gereken operasyon yapılmadığı için cinayet gerçekleşmiştir. Ben bu işin neresindeyim? Laf cambazlıklarından ibaret bir algı çalışmasıdır bu iddianame. Hakimlerin verdikleri kararlardan tutuklandığı, görevlerinden alındığı bir ülkede yargı bağımsız değildir" diye konuştu.

‘KUMPAS OPERASYONLARINI YAPAN CERRAH VE GÜLER’DİR’

Yılmazer, İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü yaptığı sırada dönemin Başbakanı Erdoğan'la tensipleri doğrultusunda birçok kez görüştüğünü söyledi. 2007 yılı Haziran ayında başlayan Ergenekon operasyonlarına dahlini anlatan Yılmazer, “Trabzon Jandarması’ndan İstanbul Jandarma’ya Ümraniye’de deliller bulunduğuna dair istihbarat geliyor. Ümraniye polis alanı olduğu için Emniyet Müdürlüğüne haber veriliyor. Sonra ilçe polisleri bölgeye gidiyor ve el bombalarını görünce olayın ciddi olduğu anlaşılıyor. Bölgeye terörle mücadele ekipleri çağırılıyor, benim de ondan sonra haberim oluyor ve olay yerine gidiyorum. Şube müdürü olarak başbakanın talimatı olmadan Ergenekon operasyonları yapabilir miyim? Ergenekon operasyonlarıyla bu tarih öncesi ve sonrasında hiçbir ilgim ve alakam yoktur. Tezgah ve kumpas operasyonları yapılmışsa Celalettin Cerrah'ın Emniyet Müdürü, Muammer Güler'in Vali olduğu dönemde başlatılmış ve yapılmıştır. Bu operasyonlar kumpassa eğer, kumpası yapan onlardır. 2007 yılının sonunda Ergenekon operasyonları zamanında hiçbir dönem aktarılmayan kadar çok örtülü ödenek aktarıldı Başbakanlıktan” dedi.

‘ÇALIŞMALARIMIZ KASITLI OLARAK SABOTE EDİLİYORDU’

Yılmazer savunması sırasında, Emniyet içindeki cemaat örgütlenmesini yaptığına dair iddiaları ise şöyle yalanladı: “Hüseyin Çapkın Emniyet Müdürlüğü görevine başlayana kadar ben bir tek kişiyi istihdam etmiş değilim. Hatta o dönem 165 personel azaltılmıştı İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde. Bu yüzden de iş yükü artmıştı. Biz terörü önlemeye çalışırken birileri bu çalışmaları kasıtlı olarak sabote etmeye çalışıyordu. Biz teröriste bile kıyamamış insanlarız neden bahsediyorsunuz? Benim görevli olduğum sürede bir tane bile infaz, işkence iddiası yoktur geçmişimde. Canlı bombayı bile ölmeden önce ‘nasıl yakalarız’ diye kendi canımızı ortaya atarak yakalamış polisliğin temsilcileriyiz. Ben teröristsem Başbakan'ın talimatı doğrultusunda terörle mücadeleyi kim vermiştir?”

'KCK OPERASYONLARININ EMRİNİ ERDOĞAN VERDİ'

KCK operasyonlarına ilişkin de bilgi veren Yılmazer savunmasını, “KCK operasyonlarının talimatını bizzat Başbakan Erdoğan verdi. Tüm planlamasını Başbakan yaptı. Diyarbakır’daki operasyonların merkezi bile İstanbul’du. Beşir Atalay ve MİT müsteşarı buna karşı çıkıyordu. MİT elemanlarının bombaları metropollere taşıdığını bizzat tespit edip Başbakana bilgi verdim. Dönemin başbakanından habersiz hiçbir şey yapmadım. Bununla ilgilenen tek birim İstanbul Emniyet Müdürlüğüdür. O günkü mücadele azmi sabote edildiği için Türkiye bugün teröre teslim olmuştur” diye sürdürdü.

Yılmazer savunması sırasında 1 Mayıs’ın izinli kutlanmasının kendi döneminde olduğunu ve bunun için mücadele verdiğini de ifade etti. DHKP-C’nin Başbakana yönelik suikast girişimini durdurduklarını belirten Yılmazer, dönemin Başbakanı Erdoğan ile aralarında geçen konuşmayı da şöyle aktardı: “Başbakan bizzat çağırıp MİT'ten gelen bu bilgiyi bize aktardı. DHKP-C 2008 Mart ayı itibarıyla suikast hazırlığı içindeymiş. MİT’ten gelen istihbarata göre Başbakan’ın Kısıtlı’da oturduğu 3 katlı evin krokileri DHKP-C’nin elindeymiş ve krokide sadece Erdoğan ailesinin bilgisi dahilinde olan takı odası da yer alıyormuş. ‘Nasıl olur’ dedi. Bunun üzerine biz DHKP-C’nin silahlı eylem hücrelerini yakaladık ondan sonra ve hiçbir eylem yapamadılar.”

‘DEVLET DİNK’İ KORUMA GÖREVİNİ YERİNE GETİRMEMİŞTİR’

Dink cinayetine ilişkin suçlamalar üzerine de savunma yapan Yılmazer, yalnızca tetikçilerin değil, cinayeti engellemeyenlerin de Dink cinayetinin faili olduğunu söyledi. Yılmazer, “Dink engellenmeyerek yol verilmiş bir cinayetin kurbanı olmuştur. Güvenlik birimlerinin ciddi kusurları vardır. Devlet, Dink'i koruma görevini yerine getirmemiştir. Sadece tetikçilerden ibaret değildi bu cinayetin faili ve bu siyasal eylemin devlette de karşılığı vardı. Önlenmeyerek önü açılmıştı bu cinayetin. Cinayetin işlenmesi için oluşturulan zemin ile birlikte Türkiye'nin istikrarsızlaştırılması amaçlanmıştır. Dink'i hedef haline getiren devlet içinde etkinliği bulunan bu guruplar Rahip Santoro, Zirve Yayınevi ve Dink eylemini 11. Cumhurbaşkanı seçimini provoke için yapmıştır. Toplumdaki milliyetçilik duygularının istismarı üzerinden proje geliştiren başta devletin güvenlik güçleri içinde olan bu gruplar toplum mühendisliğinin sonucudur” dedi.

‘DİNK CİNAYETİNDEKİ KASIT UNSURUNUN MERKEZİ İSTANBUL’DUR’

Genelkurmay başkanlığının Dink'in Sabiha Gökçen ile ilgili yazdığı yazının ardından yaptığı basın açıklamasıyla milliyetçi duyguları körüklediğini ifade eden Yılmazer, “İşte bu ilk adımdan sonra Yasin Hayal ve Ogün Samast kahraman olacaklarına inandırıldıkları için bu cinayeti işlemişlerdir. Dink’in ölüm tehditleri aldığı devletin ilgili kurumlarınca bilinmektedir. Zamanında herkes görevini yapsa bu eylem gerçekleştirebilir miydi? Dink'e yönelik 2004 yılında başlayıp giderek artan tehditlerden devletin tüm birimleri haberdardır. 2002 yılından itibaren aşırı milliyetçi ulusalcı grubun doğrudan hedef haline getirilmiştir. 2005 yılından itibaren Orhan Pamuk, Hasan Cemal gibi isimlere de dava açılıp siyasi bir atmosfer yaratılmaya çalışılmıştır. Siyasal iklim derin güçleri harekete geçirmiş bu güçler toplumu ve siyaseti yeniden dizayn etmek için çalışmıştır. Dink'in öldürülmesi önlemler alınmayarak olanaklı hale getirilmiştir. Kasıt unsuru aranıyorsa bunun merkezi İstanbul'dur” şeklinde konuştu.

Yılmazer, Trabzon Jandarması'na ilişkin ise şöyle konuştu: "15 Temmuz'a kadar jandarmaya dokunulmadı ve o tarihte Veli Küçük'ün adamları FETÖ'cü ilan edilerek Dink cinayetinden tutuklandı. Ama kimse bunu sorgulamıyor korkudan." Duruşma yarın da Yılmazer'in savunmasıyla devam edecek.

Kaynak: BirGün

Koşaner'den darbe komisyonunda sert sözler
27.10.2016

Eski Genelkurmay Başkanı Koşaner, darbe komisyonunda çok kritik açıklamalarda bulundu. Koşaner, personelinin hakkını ölümüne savunduğunu söyledi.

Yüksek Askeri Şura’nın 29 Temmuz 2011 tarihindeki toplantısına günler kala görevinden istifa eden ve o günden sonra kamuoyunun önüne çıkmayan eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, Fetullahçı Terör Örgütü’nün 15 Temmuz darbe girişimini araştırmak amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’nun daveti üzerine TBMM’ye geldi.

Işık Koşaner kendi görev döneminde FETÖ’nün ordu içindeki faaliyetinden haberleri olduğunu, endişe duyduklarını söyledi. Kumpas davalarıyla TSK’nın üst düzey komutanlarının tutukluluklarının cezaya dönüştürüldüğünü belirten Koşaner, “Delillerdeki bariz çelişki ve yanlışlar dikkate alınmadı. Tutukluluğun cezaya dönüştürülerek farklı bir amaca hizmet edildiği düşüncemizi güçlendirdi. O komutanlardan boşalan kadrolara başkası gelecekti. Başkaları gelmesin diye personelin görevde kalması gerekiyordu. Yasal düzenlemeyle davaların tutuksuz devam etmesi gerekiyordu. Böylece boş kadro olmayacak, buralara birileri doldurulmayacaktı. Tutuksuz yargılama için her şeyi yapmaya çalıştım. Sanıyorum gerekli makamlara anlatabildim ama gerekli desteği sağlayamadım. Bir defasında bir kanunda bir düzenleme yapıldı, Kanunlar Kararlar Dairesine gönderildi, ama 1 saat sonra basında askere özel uygulama diye yer alınca geri çekildi. Bana YAŞ’ta bu komutanları emekli et diyeceklerdi. Bunu biliyordum. Felakete ortak olacaktım. Ortak olmadım ama izah etmekte de başarılı olduğumu söyleyemeyeceğim. O kadrolara başkaları yerleştirildi. Şimdi onların çoğu hapiste. Kumpas davalardaki mahkemelerdeki amaç suçun cezalandırılması değildi. Hedef TSK kadrolarını boşaltarak yıllardır sızdırdıklarını buralara getirmek ve başımıza gelen bu olayı yaratmaktı” dedi. Koşaner neden istifa ettiğini de şöyle anlattı. “TSK’dan büyük bir kitle hapisteydi. Savcı ve hakimler birşey yapmıyordu. Rastgele toplu tutuklamalar vardı ve bunlarla TSK’ya mesaj veriliyordu. Mesaj, aşağılamak ve kendi kadrolarına yer açmaktı. Biz askeriz, biz emir verdiğimiz zaman o asker ölüme gider. Biz de personelin hakkını ölümüne savunduk. Yüksek Askeri Şura’da bu askerlerin hepsini bana attıracaklardı, bu mümkün değildi. Yaptığım zaman ben de bu suça ortak olurdum.”

Riske sokacak bilgi

Kozmik Oda’da yapılan aramalarla ilgili bir soruya cevap veren Koşaner, kozmik odadan çıkan belgeler arasında memleketin işgal edilmesi durumunda burada kalıp görev alacak personelin listesi olduğunu söyledi. Koşaner, “O dönem başbakana, oralara girilirse çıkacak sıkıntıları anlattım” dedi. CHP’li Aykut Erdoğru bunun üzerine, “Yani ülke işgal edildiğinde kalıp direnecek isimlerin listesi” deyince Koşaner, “Çıkmaması lazımdı, milli güvenliği riske sokacak bilgi” dedi
Yeni Çağ

Eski AKP’li vekil: Birileri yapıyor, biz de işimize geldiği için sessizce izliyorduk
17 Eyl, 2016



Eski AKP Kütahya Milletvekili Hasan Fehmi Kinay’dan Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile ilgili bir itiraf geldi. Kinay, “operasyonları birileri yapıyor, biz de işimize geldiği için sessizce izliyorduk” ifadelerini kullandı.

Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile ilgili eski AKP Kütahya Milletvekili Hasan Fehmi Kinay’dan itiraf geldi.

AKP’den 3 dönem milletvekili seçilen ve TBMM’de KİT komisyonu başkanlığı da yapan Kinay, ‘Devlet aklı tamam da ille de siyasi akıl’ başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Ergenekon ve Balyoz operasyonlarını AKP’nin yönetmediğini savunan Kinay, “operasyonları birileri yapıyor, biz de işimize geldiği için sessizce izliyorduk” ifadelerini kullandı.

“OPERASYONLAR İŞİMİZE GELİYORDU: Ergenekon, Balyoz operasyonlarını biz yönetmedik. O zaman bazı arkadaşlarımız darbecilerin tasfiye edildiğini düşünüyor ve buna seviniyordu. Ama gerçekte bu operasyonların AKP ile bir ilgisi yoktu. Birileri yapıyor, biz de işimize geldiği için sessizce izliyorduk”
ulusalkanal.com.tr

Eski Taraf yazarlarından Balyoz ifadesi
2 Eyl 2016

"Balyoz Planı" davasındaki bazı sanıklara kumpas kurulduğu iddiasına ilişkin yargılanan sanıklar Mehmet Baransu, Ahmet Altan, Yasemin Çongar ve Yıldıray Oğur mahkemede ilk kez ifade verdi.

Beraat kararıyla sonuçlanan "Balyoz Planı" davasındaki bazı sanıklara kumpas kurulduğu iddiasına ilişkin yargılanan eski Taraf gazetesi yazarları Mehmet Baransu, Ahmet Altan, Yasemin Çongar ve Yıldıray Oğur, mahkemede ilk kez ifade verdi. Çongar, Altan ve Oğur’un duruşmalara katılmalarına gerek olmadığına karar veren mahkeme, Baransu’nun tutukluluk hâlinin devamına hükmetti.

Baransu: 15 Temmuz'la Balyoz arasında en ufak fark yok

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada iddianame okundu. Duruşmada söz alan tutuklu sanık Baransu, 15 Temmuz'daki darbe girişimi ile "Balyoz Planı"nın aynı olduğunu savundu:

"Gölcük Donanma Komutanlığındaki belgeleri kim dışarıya sızdırdıysa, gidip ona sorun bu belgeleri. Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesinin bu konuyla ilgili verdiği karar var.

Bakın 15 Temmuz'daki hain darbe girişimine. 15 Temmuz'da AKOM'a, Türk Telekom'a, TRT'ye, İstanbul Büyükşehir Belediyesine, CNN Türk'e gidildi mi? Bir de 'Balyoz Darbe Planı'na bakın. Aynısı. Orada hepsi yazılıyor. Çetin Doğan'ın ses kayıtlarında bütün bunlar var. 'Balyoz' gerçek bir darbe planıdır. O haber bugün elime geçse yine yazarım. 15 Temmuz'da yaşananlara ve sıkıyönetimin nasıl ilan edildiğine bakın. Balyoz'la arasında en ufak farklılık varsa gelin yüzüme tükürün. Gölcük Donanma Komutanlığındaki belgeleri kimin sızdırdığını soruyorlar. Gidin, komutanlığa sorun. Ses kayıtlarından haberi olduğu yönünde demeçler verenlere sorun."

MİT tırlarını durduran albay, bugün general ve FETÖ'den tutuklu. Ben nasıl bir örgütün üyesiyim ki, mensubu olduğum örgüt üyelerinin haberlerini yapıyorum. Üzerime iftiralar atılıyor, intikam hırsıyla açılan davalardır bunlar. Üzerime atılı hiç bir suçtan dolayı ifadem alınmamıştır. 18 aydır tutukluyum. Tahliyemi talep ediyorum."

Baransu, kendisine resmi olarak gönderilen iddianame ile huzurda okunan iddianame arasında farklılıklar olduğunu ifade etti. Kendisi hakkında 70 dava açıldığını belirten Baransu, adil yargılanmadığını söyledi:
“Haftada bir gün, o da 25 dakika avukatımla görüşüyorum. Burada adil yargılama yapıyoruz. 70 davanın her birini herhalde 15 saniyede avukatıma anlatmam gerekiyor. Kendimi savunabilmem için iddianamelere çalışmam gerekiyor. Delil deniliyor ama bu delilleri göremiyorum. Tutuklu muyum, esir miyim belli değil. Silivri'de emanete konulmuş eşya mıyım belli değil. Mahkemenizin bu durumu kesinleştirmesini talep ediyorum.”

Çongar: Devlet sırları yayınlanmadı

Tutuksuz sanık Yasemin Çongar, Baransu'nun gazeteye getirdiği CD ve DVD formatındaki belgeleri elektronik ortamdan kâğıt üzerine aktarıldıktan sonra gördüğünü belirtti. "CD ve DVD'ler üzerinde bizzat inceleme yapmadım. Darbe hazırlığını düşündüren planları, kâğıt çıktılar üzerinden okudum. O çıktılarda Egemen Harekât Planı olarak adlandırılan savaş planına ilişkin hiçbir şey yoktu. Söz konusu plan, Taraf gazetesinde hiçbir zaman yayımlanmadı. Bu konuda, iddianamede yer alan bilirkişi raporu ve Anayasa Mahkemesi'nin 17 Mayıs 2016 tarihli kararı delildir. Devlet sırrı ve gizlilik kapsamına giren belgeler, Taraf gazetesinde yayımlanmamıştır" ifadelerini kullandı.

Çongar, hakkındaki suçlamaları kabul etmeyerek, beraatini talep etti.

Altan: Darbe planı, devlet sırrı olamaz

Duruşmada savunmasını yapan Ahmet Altan, iddianamede kendisi ile ilgili suçlamayı anlayamadığını, kanıtların gösterilmediğini öne sürdü. Taraf gazetesinde "Balyoz Darbe Planı"nın belgelerini yayınladıklarını belirten Altan, şöyle konuştu:

“Bizim yayınladığımız, askeri bir seminerde, açıkça emre itaatsizlik eden bir grup komutanın hazırladığı ve görüştüğü darbe planının parçalarıydı. Eğer siz bizim yayınladığımız belgelerin gerçekliğini kabul ediyorsanız, bu belgelerin devlet sırrı olduğunu iddia ediyorsanız, darbe girişiminin planlarının gerçekliğini de kabul ediyorsunuz demektir. Sayın yargıç, devletin anayasal düzenini ortadan kaldırmak üzere hazırlanmış planlar devlet sırrı olamaz.

Siz, bizi Egemen Planı denilen planları elde etmekle ve açıklamakla suçluyorsanız, bu davanın derhal düşürülmesi gerekir. Çünkü biz o planları görmedik, yayınlamadık. Taraf gazetesinin arşivlerine bakarsanız, o belgelerin yayınlanmadığını görürsünüz. Ayrıca, Adalet Bakanlığı ve Anayasa Mahkemesi de o belgelerin Taraf gazetesi tarafından yayınlanmadığını resmen açıklamıştır.”

Oğur: 2010’da FETÖ propagandası yapmanın kapısı aralanırsa…

Sanık Yıldıray Oğur savunmasında, yazı işlerinin yönlendirmesi üzerine firari sanık Tuncay Opçin ile birkaç kez görüştüğünü ve haberler yaptığını anlattı. Gazetecilik dışında bir amacının bulunmadığını ifade eden Oğur, "Darbeciliğe karşı savaşmak motivasyonuyla haberler yaptık. 1. Ordu Komutanlığı'ndan çıkan bu belgelerin art niyetli olduğunu ve devlet sırrı olamayacağını düşündük. 2010 yılında bu örgütün propagandasını yapmanın kapısı aralanırsa, dışarıda çok az kişi kalır. FETÖ örgütünün ismiyle bir anılmak bile yeterli bir ceza benim için" dedi.

Oğur, Balyoz Darbe Planı'nda yer alan bilgilerin gerçek isimlerden oluştuğunu, ses kayıtlarının da bunu doğruladığını ifade etti. 1. Ordu Komutanlığı'ndan çıkan bu belgelerin, art niyetli olduğunu ve devlet sırrı olamayacağını düşündüklerini söyledi.

Üzerine atılı hiçbir suçlamayı kabul etmediğini beyan eden Oğur, "Yaptığımız bütün işler gazetecilik faaliyeti kapsamındadır" diye konuştu.

Baransu’nun tutukluluk haline devam

Mahkeme heyeti, tutuklu sanık Mehmet Baransu'nun üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, kaçma şüphesi, dosyadaki raporlar, mevcut delil durumu ile kuvvetli suç şüphesinin varlığı ile adli kontrol tedbirlerinin bu aşamada yetersiz kalacağını göz önüne alarak, tutukluluk halinin devamına karar verdi.

Çongar, Altan ve Oğur duruşmalardan vareste

Heyet, savunmaları alınan sanıklar Çongar, Altan ve Oğur'un duruşmalardan vareste tutulmalarına hükmetti. Müştekilerin davaya katılma talebini kabul eden heyet, duruşmayı 23 Kasım'a erteledi.

İddianame

Yargılananların beraatiyle sonuçlanan "Balyoz Planı" davası sanıklarına ''kumpas'' kurulduğu iddiasına ilişkin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu'nca yürütülen soruşturma sonucunda, Balyoz soruşturmasına gerekçe gösterilen belgelerin yayımlandığı dönemin Taraf gazetesi sorumluları ile gazeteciler hakkında iddianame hazırlandı. İddianamede, Balyoz Planı davasında bir süre tutuklu yargılanan emekli Orgeneral Çetin Doğan, emekli Koramiral Kadir Sağdıç, emekli Tümgeneral Ahmet Bertan Nogaylaroğlu, Albay Nedim Ulusan ile emekli albaylar Ahmet Zeki Üçok ve Hakan Büyük müşteki, Genelkurmay Başkanlığı da müşteki kurum olarak yer aldı.

Soruşturma konusu gizli belgelerin, çok iyi korunan 1. Ordu Karargâhı kozmik odasından, örgütün TSK'da bulunan üyeleri tarafından, hakkında yakalama kararı bulunan sanık Tuncay Opçin'e verildiği belirtilen iddianamede; Tuncay Opçin ve Mehmet Baransu'nun gizli görüştükleri, Taraf gazetesine teslim edilen DVD ve CD'lerin Opçin tarafından Baransu'ya getirildiği kaydedildi.

İddianamede, Opçin ve Baransu'nun, TSK'da bulunan örgüt üyesi marifetiyle 1.Ordu Karargahı'nda bulunan "çok gizli" ibareli, yüksek korunmaya tabi belgeleri ele geçirip örgütün amacı doğrultusunda kullanmaya çalıştıkları, bu amaçla Baransu'nun çalıştığı gazeteyi kullanarak faaliyetlerini yürüttüğü, devletin güvenliğine ilişkin "çok gizli" içerikli bilgilere vakıf olduğu ve hatta belgelerin orijinallerini imha ettiği anlatılarak, bu sanıkların belgeleri Ahmet Altan, Yasemin Çongar, ve Yıldıray Oğur aracılığıyla Taraf gazetesinde yayımlanmasını sağladıkları aktarıldı.

Sanıkların “Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) amacı doğrultusunda” basında yapılandıkları ifade edilen iddianamede, Altan, Çongar ve Oğur'un, FETÖ/PDY üyesi olmamakla birlikte Opçin ve Baransu'nun teşvik ve yönlendirmeleriyle eylemlere katıldıkları, eylemlerin devlet kurumlarında yapılanan bu örgütün amacının gerçekleştirilmesine yönelik olduğu vurgulandı.

İddianamede, Baransu ile Opçin'in, "silahlı örgüt kurmak, yönetmek, zincirleme şekilde devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme dışında kullanma, hile ile alma, çalma, zincirleme şekilde devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri temin etmek ve açıklamak" suçlarından 35 yıldan 75'er yıla kadar hapisle cezalandırılması, dönemin Taraf gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan, Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar ve köşe yazarı Yıldıray Oğur’un da "devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme dışında kullanma, hile ile alma, çalma, zincirleme şekilde devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri temin etmek ve açıklamak" suçlarından 20 yıldan 52 yıl 6'şar aya kadar hapisle cezalandırılması istendi.

Bu arada, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu tarafından "Balyoz Planı" davasında yargılanan bazı sanıklara ''kumpas'' kurulduğu iddiasına yönelik aralarında kamu görevlilerinin de bulunduğu birçok isim hakkında yürütülen ana soruşturma devam ediyor.
Kaynak: El cezire

Ergenekon'un ilk hâkimi: Boş belgelerle yargıladık; darbenin başka bir türüydü
05 Ağustos 2016



"'Düz hâkim' olarak atandığım Bolu'da kanser olduğumu farkettiler, tamamen üzüntüden..."

Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi başkanıyken görevden uzaklaştırılan emekli hâkim Köksal Şengün, Ergenekon davasını darbenin başka bir türü olarak niteleyerek “Biz tamamen, sözüm ona hazırlanmış, kurgulanmış belgelerle insanları yargıladık. O belgeler boştu. Hiçbir zaman altı doldurulamadı” dedi.

Cumhuriyet'te yer alan habere göre, cemaatin yapılanmasına ilişkin o dönem konuşulan şeyler olduğunu ancak şimdi ortaya çıkan yapılar gibi bir tespitin o dönemde yapılmasının zor olduğunu ifade eden Şengün, “Şimdi ortaya çıkan şekil korkunç bir şey. O zaman o kadar ağırını düşünemiyorduk. O zaman da vardır bir şeyler ama şu anda içerde olan meslektaşlarım hakkında çok fazla şey konuşmak istemem” dedi.

Görev yaptığı dönemde yargı bağımsızlığına uymayan birçok durumla karşılaştığını anlatan Şengün, yasaların ve kurulların yapısının değiştirildiğini belirterek, “Bu kişilerin bir yerlere gelmeleri yönünde ortam hazırlandı. Onlar geldi, ondan sonra bazı şeyler patlak verdi. Olaylar tamamen tersine döndü. Ama sonuçta yapılan şeyleri de gördük, yaşadık” diye konuştu.

"Bu darbenin başka bir türü idi"

Ergenekon davası sırasında tutuklu kişilerin tahliyeleri yönünde oy kullandığını, bugün tutuklu olan üye hâkim Hasan Hüseyin Özese ile firari hâkim Sedat Sami Haşıloğlu’nun ise tutuklulukların devamı yönünde oy verdiklerinin hatırlatılması üzerine Şengün, “Biz tamamen, sözüm ona hazırlanmış, kurgulanmış belgelerle insanları yargıladık. O belgeler boştu. Hiçbir zaman altı doldurulamadı. O zaman ben, ‘Yargılama yapalım ama tutuksuz yargılama yapalım, bu insanların ve ailelerin hayatı perişan olmasın’ diyordum. Sonuçta yeni belgeler ortaya çıkar, yeni delillerle insanları ileride de cezalandırabiliriz. Ama şimdi değil. ‘Şu anda yaptığımız yanlıştır’ diyordum. Ama olmadı. Deliller somut olsa böyle bir şey söylemezdim. Bu darbenin başka bir türü idi. Suçlamalar darbenin bir türünü oluşturuyordu. Darbenin bir ayağı da bu davaydı” dedi.

Sürmene ilçesi Baştımar Mahallesi'nde, emekli hemşire eşi Asiye Şengün ile yaşamını sürdüren emekli hakim Köksal Şengün, açıklamalarda bulundu. İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde 3 yıl başkanlık yapan ve Ergenekon Davası’na baktığı dönemde sanıkların tahliyesi yönünde oy kullanması ile bilinen Köksal Şengün, ardından HSYK kararı ile Bolu’ya ‘düz hakim’ olarak atandığı döneme ilişkin değerlendirmeler yaptı. Doğan Haber Ajansı'nın (DHA) haberine göre, o yıllarda beklemediği ve hiç ummadığı bir atama ile karşılaştığını ifade eden Köksal Şengün, “40 yıllık meslek hayatımda devlet tarafından bir suale muhatap olmadım. Bir gün beni alıp Bolu’ya verdiler. Şaşırdım. Devletle mücadele olmazdı. Devletle ancak yasal yollarla mücadele edersiniz. Yasal mücadele yaptık. Ama o zamanki HSYK’ nın yapısı değiştirilmişti. O değişimden sonra beni görevden aldılar. Yeni HSYK beni görevden almıştı. Göreve dönmek için yine onlara müracaat ediyorsunuz. Olacak şey değil. Tayinimi sonra Bolu’dan Düzce’ye çıkardılar. Ben de emekliye ayrıldım” dedi.

"Kanser oldum"

40 yıl süren hâkimlik mesleğinin ardından emekliye ayrıldığını anlatan Şengün, şunları söyledi:

“Vicdanen çok rahatım. Çocuklar ve torunlarımla vakit geçiriyorum. Bunlar beni akciğer kanseri yaptı. Bu teşhis beni gönderdikleri Bolu’da anlaşıldı. Bolu’nun bana tek iyiliği budur. Bir hastane açılışına katılmıştım. Orada yapılan muayenede şüphelendiler. O zaman hastalığım ortaya çıktı. O ana kadar bir rahatsızlığım da yoktu. Tamamen üzüntüden kaynaklanan bir olay. Bana, ‘bundan sonra rahat olacaksın’ diyorlar. İş işten geçti şimdi. Rahat olsan ne olur? Zaten mikrobu almışım.”

Şengün, geçmişte görevden uzaklaştırılmasına karar verenlerin bugün cezaevlerine konulduğunu hatırlatarak sözlerini noktaladı.

"O müfettişleri Allah bildiği gibi yapsın"

Ergenekon davası sanıklarının tutuksuz yargılanmaları yönünde sürekli oy kullanması sonrasında yapısı değiştirilen HSYK tarafından görevden uzaklaştırıldığını anlatan Köksal Şengün, “Hakkımda yıllarca soruşturma yapıldı. Ancak beni soruşturtan müfettişlerin sonra ne olduğu görüldü. Allah o müfettişleri bildiği gibi yapsın. Onların da yapıları ortaya çıktı. Benimle ilgili, ‘görevden alınması’ yönündeki talepler eski HSYK tarafından reddedilmişti. HSYK sonradan değişti. Bunlar hepsi doluştu belli bir yerlere. Sayısal çoğunluğu fazlası ile sağladılar. Ondan sonra astıkları astık, kestikleri kestik oldu. Kimseyi dinlemediler. Ben de o dönemde bu şekilde görevden alındım” dedi.

“Dava sürecinde tartışmalı duruşmalarımız oldu"

Ergenekon davasında sanıklarla unutamadığı tartışmalar yaşandığını hatırlatan Köksal Şengün, “Benim yönetim tarzım olayın anında gereğini yapmaktır. ‘Sana gösteririm, yarın elime koz geçtiğinde sana şöyle yaparım’ türü davranışlar yapmam. Kavga, dövüş ederiz ama o anda biter. Hiç geriye dönüp bakmam. Benim dönemimde de tartışmalı duruşmalar oldu. Ama sanıkların hiç biri benim hakkımda kötü bir şey söylemedi. Ben de onlar hakkında kötü bir şey düşünmem” ifadelerini kullandı.
Kaynak: T24

İlker Başbuğ Twitter'dan bu notu paylaştı: Bugün 5 Ağustos...
05 Ağustos 2016



5 Ağustos 2013'te Ergenekon davasında müebbet hapse mahkum edilen eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ 3 yıl sonra kendi el yazısıyla açıklama yaptı.

Eski Genelkurmay Başbakanı, Twitter adresinden "Bugün 5 Ağustos 2016. Önemli bir gün" diye başladığı yazısında "Allah'ın adaleti bu dünyada da gerçekleşebiliyormuş. Mahkeme başkanı, üyeleri ve savcısı şimdi cezaevinde. Yaptıklarının hesabını verecekler" dedi.

Başbuğ'un açıklaması şöyle:

Eski Genelkurmaş Başkanı İlker Başbuğ, 5 Ağustos 2013'te İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından karara bağlanan Ergenekon davasında darbeye teşebbüs ve terör örgütü yöneticiliğinden müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı. 7 Mart 2014'te İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesi, İlker Başbuğ'a "özgürlükten yoksun bırakmanın hukuki olmadığı iddiasının, yerel mahkemece etkili bir şekilde incelenmeden reddedilmesi ve mahkûmiyete ilişkin gerekçeli kararın açıklanmaması"nı gerekçe göstererek tahliye kararı almıştı.
Kaynak. Cumhuriyet

AKP medyasında Ergenekon manşetleri: Dün 'darbeye müebbet' bugün 'kumpas çöktü'
22 Nisan 2016

Ergenekon davası kararına "Darbeye müebbet" manşetleri atan AKP medyası dün Yargıtay'ın beraat kararı sonrası "Kumpas çöktü" başlıkları attı.

AKP-Cemaat iktidar bloğunun çatlaması sonrası kumpas davaları da beraatle sonuçlandı. Ergenekon davasında verilen ağır mahkumiyet kararlarını dün Yargıtay'ın bozması sonrası AKP medyası da kararı olumlayan manşetler attı.

Aynı medya Ergenekon davasına bakan mahkeme, 5 Ağustos 2013'te hapis cezaları yağdırdığında ertesi gün "Darbeye müebbet" manşetleri atmıştı.

Yeni Şafak, Yargıtay kararını manşetine taşırken diğer AKP'li medya ilk sayfada görmekle yetindi.

AKP medyasının 6 Ağustos 2013 ve bugünkü ilk sayfaları şu şekilde:

YENİ ŞAFAK:





SABAH:





STAR:


[img]
http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/images/2016/04/22/ekran_resmi_2016-04-22_10.40.33.png[/img]

TÜRKİYE:





Kaynak: SoL

Yargıtay Ergenekon davasını hem usul hem de esas yönünden bozdu: Bundan sonra ne olacak?



BBCT'den Rengin Arslan'ın bu konuyu irdelemiş: Ergenekon davasında bundan sonra ne olacak?

12 Temmuz 2007'de Ümraniye'de bir gecekonduda bulunduğu söylenen 27 el bombasıyla başlayan soruşturma ile Türkiye tarihinin en büyük davasına dönüşen Ergenekon davasında Yargıtay kararı usul ve esas yönünden bozdu.

Tutuklanan ve yargılanan isimler ile Türkiye'nin siyasi tarihine damgasını vuran Ergenekon'da bundan sonra ne olacağını davanın avukatlarından Hüseyin Ersöz ve Celal Ülgen BBC Türkçe için yanıtladı.

İki avukat da Yargıtay'ın usul ve esas açısından bozması nedeniyle yargılamanın temel unsurlarına ilişkin karar verildiğini belirtiyor.

Hüseyin Ersöz usul açısından bozulurken sunulan gerekçeleri şöyle sıralıyor:
Savunma hakkının ihlal edilmesi
Adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi
Savunma sürelerinin kısıtlanması
Sanık ile müdafi arasındaki telefon görüşmelerinin ve duruşma esnasındaki görüşmelerin kayıt altına alınması

Danıştay davası dosyadan ayrılıyor

Bunun yanında Yargıtay, örgüt suçunun unsurlarının bulunmaması, Danıştay davasının bu dava ile birleştirilmesi için gerekli koşulların oluşmadığı gibi nedenleri de esastan bozma sebebi olarak kabul etti.

2006'da Danıştay'a düzenlenen ve ikinci daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in öldürülmesiyle sonuçlanan saldırının dosyası Yargıtay'ın kararı ile 2009 yılında Ergenekon davası ile birleştirilmişti.

Bu da "Ergenekon terör örgütü" olarak ifade edilen ve var olduğu iddia edilen yapılanmanın "silahlı" unsuru olduğuna yönelik bir kanıt olarak sunulmuştu.

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ'un Yüce Divan’da yargılanması gerektiği yönündeki itirazını haklı bulundu.

Avukatlardan Celal Ülgen de Yargıtay'ın bugün verdiği karar ile Danıştay dosyasının ayrılacağını ve "Böyle olunca da Ergenekon silahlı terör örgütüydü dedikleri şey çöküyor çünkü, silahlı bağlantı kurdukları Danıştay davası ayrılmış oluyor" değerlendirmesinde bulunuyor.

Ergenekon dava dosyası İstanbul'a geliyor

Karara göre ayrıca eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ'un dosyası da ayrılacak ve Ankara'ya gidecek.

İki avukatın verdiği bilgiler ışığında bundan sonraki süreç şöyle işleyecek:

274 sanıklı dosyadan Danıştay dosyası ayrılarak Ankara’'ya gönderilecek.

İlker Başbuğ'un dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gidecek.

İki dosyanın çıkarılmasından sonra geriye kalan Ergenekon dosyası İstanbul'da mahkemeye gönderilecek.

Mahkeme Yargıtay'ın belirttiği noktalar ışığında yeniden bir değerlendirme yapacak.

Ülgen, "Yargıtay'ın işaret ettiği hususlar çıkarılınca tartışılacak bir şey kalmıyor" diyerek yeniden yargılama sürecinin kısa bir süre içinde tamamlanacağını tahmin ettiğini söylüyor.

Mahkemeler arasında bir yetki tartışması yaşanması beklenen aşamalardan biri.

Dava süreci toplumun farklı kesimleri tarafından eleştirilmişti.

Ersöz bu durumu şöyle özetliyor: "Bu kez yargılama Silivri'ye kurulmayabilir. İstanbul’da Çağlayan'daki 4. Ağır Ceza mahkemesi bu dosyaya bakmakla yetkili. Ancak dosya buraya geldikten sonra yine mahkemeler arasında bir görev dağılımı yapılıp bu dosyanın başka bir mahkemeye verilmesi söz konusu olabilir. Aynı zamanda bu soruşturma süreci Ümraniye'de bulunan bombalarla başladığı için dosyanın Anadolu Adliyesi’ne gönderilmesi de söz konusu olabilir. Orası ben yetkisizim derse, iki mahkeme arasındaki yetki uyuşmazlığı yeniden Yargıtay’a gidebilir."

Ergenekon davasında karar Ağustos 2013'te açıklandı. Sanıkların bir kısmı o dönem yeni çıkarılan bir yasa sayesinde uzun tutukluluk süresi göz önüne alınarak 2014 yılından itibaren tahliye edilmeye başlandı.

Ergenekon davalarında yargılanan onlarca kişi binlerce yıllık cezaya çarptırılmış, hem davaya dahil edilen isimler hem de yargılama süresinde yaşananlar kamuoyunun bir kısmı tarafından tepkiyle karşılanmıştı.

Kaynak: BBCT

İlker Başbuğ, Ergenekon Davası kapsamında Yargıtay'da çok ilginç şeyler söyledi
07 Ekim 2015



Cumhuriyet'in haberine göre; Genelkurmay Eski Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, Yargıtay 16. Ceza Dairesinde yapılan "Ergenekon" davasının temyiz incelemesinin ikinci duruşmasında savunma yaptı.

Başbuğ, ifadesine "Bugün 7 Ekim 2015. Türkiye'nin içinde bulunduğu durum nedir? PKK terör örgütünün eylemleri, Suruç saldırısından hemen sonra beklenmedik şekilde başladı. Daha önce yaşanmamış seviyede devam ediyor. Her gün şehitler veriyoruz. Yüreğimiz yanıyor. Şehit haberlerini takip bile edemiyoruz. Güneydoğudaki bazı yerleşim yerlerine ilişkin medyaya yansıyan görüntüler vahim ve endişe verici. Suriye hududunda Türk uçakları ile Rus uçakları burun buruna geliyor. Türkiye bu halde iken, bugün ben neden Yargıtay'dayım?

Türkiye ve bizler acaba enerjimizi yanlış yerlerde mi harcıyoruz? Burada ne yapacağım, ne konuşacağım?" diyerek başladı

Başbuğ ifadesinde "2011 yılı başlarında, bir savcı hazırladığı iddianame ile bizim müebbet hapisle cezalandırılmamızı talep etti ve ÖYM de bu cezayı verdi" dedi.

"BAZI SORUMLULUKLAR TAŞIMAKTAYIM"

"Daha dört yıl geçmeden, aynı konu 25 Aralık iddianamesinde yer aldı" diyen Başbuğ, bu bölümü tekrar okudu.

"Aslında bu sözlerden sonra benim konuşmamı sonlandırmam, başka bir söz söylememem lazım" diyen Başbuğ, "Ben, Türkiye'nin 26. Genelkurmay Başkanıyım. Emekli olmuş olsam da bazı sorumlulukları hala taşımaktayım. Birinci sorumluluğum; bu süreçte hayatlarını kaybedenlere yani bu davaların şehitlerine karşıdır. İkinci sorumluluğum; bu davalar süresince özellikle Beşiktaş Adliyesinde ifade verirken, kendilerini kendi topraklarımızda, yani Türk topraklarında; "yabancı bir ordunun askeri gibi” hisseden, bu acıyı yaşayan, arkadaşlarıma karşıdır. Bu acıyı kimse unutturamaz. 11 Şubat 2011 günü Silivri'de Balyoz Davası duruşması sonunda yaşatılan acıyı da kimse hafızalarımızdan silemez. Üçüncü sorumluluğum; tarihe karşıdır. Belki bugün Türkiye'nin ve Türk Milletinin bu davalar karşısında yorulduğunu söylesek, pek yanlış olmaz. Ama, ileride mutlaka birileri bu dönemin tarihini sebep ve sonuç ilişkilerine dayanarak yazacaklardır. İşte onlara yardımcı olmayı da bir görev olarak kabul ediyorum. Dördüncü sorumluluğum ise; TSK'ne karşı yapılan bu komploların planlayıcı ve icracılarının yakalanıp, ortaya çıkarılıp, adil şekilde yargılanmalarını sağlamaktır. Bu olmadan, bu davalar, bu süreç bitmez. Bu nedenle, olayların büyük bir kısmını bire bir yaşayan birisi olarak bu komplolara ilişkin değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak mecburiyetindeyim" dedi.

"CEMAAT İŞLENEN HUKUK CİNAYETLERİNİN ASLİ FAİLİDİR"

"TSK'ne karşı oynanan oynun arkasında kimler vardır?" diyen İlker Başbuğ, "George W. Bush yönetimi, TSK'ne karşı oynanan oyunu desteklemiştir" dedi.

Başbuğ, "2001 yılının başında ABD'nde George W. Bush Başkan oldu. Onun dönemi, Ilımlı İslam Projesine inanan ve uygulamaya çalışan ABD'ndeki Yeni Muhafazakarlar(neo-con)ın dönemi olarak ortaya çıkacaktı. Ayrıca, daha önceki Başkan B.Clinton döneminden itibaren de ABD'nde, Irak'a askeri müdahale planları üzerinde çalışmalara başlanılmıştı. 2002 yılı Kasım ayı seçimlerinden kısa bir süre sonra, 15 Kasım 2002'de Ankara'daki ABD Büyükelçisi Washington'a şöyle bir telgraf göndermişti.

'Türkiye'de ordu, bürokrasi ve yargıdan bir derin devlet vardır. Derin devletin merkezinde de Ordu bulunmaktadır. Derin devlet, ABD' nin de desteklediği reformların önündeki en büyük engeldir'
Bush yönetimi; Türk Ordusunu, derin devlet olarak görmekteydi. Bu derin devlet; Ortadoğunun yeniden şekillendirilmesine, Ilımlı İslam konseptinin uygulanmasına, Türkiye'deki terör sorununun "siyasi çözümö ile çözülmesine engeldi. 1 Mart 2003'de tezkerenin geçmemesinin sorumluluğu da TSK'ne yıkılınca, bu yönetimin TSK'ne karşı yapılanlara sıcak baktığı, devlete ait bazı kurumların ve kurumlardaki bazı kişilerin bu oyunda rol aldıkları veya destek verdikleri ifade edilebilir.
Obama yönetimine ise farklı bakılmalıdır. Obama Yönetimi ise, başlangıçta bu soruna taraf olmaktan kaçınmış, ancak TSK'nin aşırı boyutlarda yıpratıldığını görünce, bu konuya ilişkin rahatsızlıkları açıkça seslendirmeye başlamıştır" ifadelerini kullandı.

"İSTANBUL VALİSİNE BU YAPILANDAN ÇOK RAHATSIZ OLDUĞUMUZU SÖYLEDİM"

Başbuğ, ifadesinde "Amirallere Suikast" soruşturmasıyla ilgili şunları söyledi:

"Kamuoyunda “Amirallere Suikast" soruşturması olarak bilinen Gölcük operasyonu 15 Temmuz 2009’da İstanbul Emniyet Müdürlüğüne ulaşan isimsiz ve imzasız bir e-posta ihbarıyla başladı. Donanma Komutanlığında görevli bazı teğmenler ile askeri okul öğrencilerinin uyuşturucu ve fuhuş temelli örgütsel faaliyetler içerisinde oldukları iddia ediliyordu. İstanbul Emniyet Narkotik Şübe Müdürlüğünün hazırladığı “sanık karar takip formu" incelendiğinde çarpıcı bir gerçek ortaya çıkıyordu. Belgenin üzerindeki tarih 28 Haziran 2009 idi. Demek ki, soruşturma e-posta ihbarı ile başlatılmamıştı. Komplo planlanmıştı. İstanbul Harp Akademileri Komutanlığı diploma töreninde karşılaştığım; İstanbul Valisine bu yapılandan çok rahatsız olduğumuzu söyledim. Vali, Başbakan’a bilgi verip müsaade istedikten sonra, Ankara’ya Genelkurmay Başkanlığı’na geldi. Vali’nin elinde iddia edilen “Kafes Eylem Planı" vardı.

“Kafes Eylem Planı", 21 Nisan 2009 günü ilginç bir şekilde Levent Bektaş’ın işyerinde bulunduğu ileri sürüldü. Anlaşılan geçen sürede polis bu komplo planı üzerinde çalışmıştı. İddia edilen planı karargah inceledi. Gecikmesiz olarak, incelenmek üzere Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na “Kafes Eylem Planı" gönderildi. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, ortada bir delil veya bilgi bulunmadığı için askeri savcılık tarafından soruşturma açılmasına gerek duymadı. Ancak, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 5 Kasım 2009’da “Kafes Eylem Planı" soruşturmasını açtı. Poyrazköy ve Amirallere Suikast soruşturmaları sonunda hazırlanan iddianameleri incelemeyi müteakip; 10 Şubat 2010 günü bir gazeteye röportaj verdim. Amacım, kamuoyunu bilgilendirmekti"

"İSTANBUL'DA BULUNAN CUMHURBAŞKANI İLE GÖRÜŞTÜM"

Başbuğ, "Balyoz" soruşturmasıyla ilgili Cumhurbaşkanıyla da görüştüğünü kaydederek şunları söyledi:

"Mart 2010’da “Balyoz soruşturmasından tahliyeler olmaya başladı. 3 Nisan 2010 günü, 12. Ağır Ceza Mahkemesi 97 “Balyoz" davası şüphelisi için yakalama kararı verdi. Olaya yine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı müdahale etti. Yapılan açıklamada ise şunlar söylenmişti: “Gözaltına alınması istenen subayların 78’i muvazzaf, 25’i general ve amiral. Böyle bir yakalama ve gözaltı kararının yol açacağı sonuçlar iyi değerlendirilmeli." Başsavcılık, aynı anda davaya bakan 2 savcıyı da görevden aldı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yazmış olduğu yazı ve yapmış olduğu açıklama, oynanan oyunu aslında, o gün ortaya koymuştu. Ancak, aynı noktaya gelmek için 5 sene geçecekti. Haziran 2010 ayı içerisinde “Balyoz" davasına ilişkin tahliyeler devam etti. “Balyoz davasından tutuklu olan kalmamıştı. 23 Temmuz 2010 tarihinde, savcılar bu seferde “Balyoz" davasındaki 102 kişi hakkında yakalama kararı çıkardılar. Karar, yasal olarak yanlış idi. O anda İstanbul’da idim. O sırada İstanbul’da bulunan Cumhurbaşkanı ile görüşüp, bu kararın uygulanmasının mümkün olmayacağını ifade ettim. Bu karar uygulanamadı. İtiraz üzerine, İlgili Mahkeme de bu kararı 6 Ağustos 2010’da yani Askeri Şura Toplantısı bittikten sonra iptal etti. “Balyoz" davası da sıkışmıştı. Yine, bir çözüm aradılar ve 6 Aralık 2010’da Gölcük, Donanma Komutanlığı’nda savcılar arama yaptılar. Bu aramada, yalnız “Balyoz" davası için değil, “Ergenekon" gibi davalar içinde önem taşıyan meşhur 5 No’lu Harddisk gibi. Poyrazköy davasına bakan mahkemenin görevlendirdiği bilirkişiler 5 No’lu Harddiskin manipüle edildiğini açıkça ortaya koydular. Elbette, “Balyoz" davası TSK’ne vurulan en büyük darbedir. Bu darbe ile, pek çok değerli Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin, TSK’nden ilişiği kesilmiştir. Tarih, bu davayı bir ülkenin, kendi ordusuna yapabileceği en büyük ihanet olarak yazacaktır. Bundan, hiç şüphem yok. Yeniden yargılanma neticesinde, 7 arkadaşım dışında herkes bu davadan beraat etti. O arkadaşlarımın da beraat edeceğine yürekten inanıyorum" diye konuştu.

"ÜZERLERİNE CÜPPE GİYDİRİLMİŞ ZAVALLILARDIR"

Ergenekon Savcıları ve hakimleri için de konuşan Başbuğ, "Onlar, bu andıç vasıtasıyla, kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerinin icra ve organize edildiğini ileri sürerken, o anda ve ilerde Genelkurmay Başkanlığı’nda bu amaçla kullanılabilecek hiçbir internet sitesi olmadığını görmeyecek kadar vicdansız ve üzerlerine cüppe giydirilmiş zavallılardır" ifadesini kullandı.

"CEMAAT, BAŞI BELLİDİR AMA SONU BELLİ DEĞİLDİR"

"Cemaat işlenen hukuk cinayetlerinin asli failidir" diyen İlker Başbuğ, "Siyasi iktidar 'Ne istediler de vermedik' ve 'aldatıldık' ifadeleri ile cemaate gerekli desteği verdiklerini, zaten kendi sözleriyle açıkça belirtmiştir. Cemaat ise işlenen hukuk cinayetlerinin asli failidir. Bu cinayeti yargı ve emniyet içine yerleştirdikleri kadroları vasıtasıyla işlemiştir. Siyasi iktidarlar, siyasi partilerdir. Başı bellidir, sonu bellidir. Ne olursa olsun partiler ile hukuk çerçevesinde kalarak mücadele edilebilir. Sonuçta, seçimler ile millet siyasi partilerden hesap sorar. Ama cemaat, başı bellidir ama sonu belli değildir. Görülmezdir. Hele bu yapı Devleti ele geçirmeyi hedeflemiş ise, bu tehdidi görmezlikten gelemezsiniz" dedi.

"ONLARI GERİYE GETİREBİLECEK BİR GÜÇ VAR MIDIR"

"Ya bu süreçte hayatını kaybedenler? Onları geriye getirebilecek bir güç var mıdır?" diyen Emekli Orgeneral Başbuğ, "Ortada yapılacak iki şey kalmıştır: Birincisi, bu süreçte zarar görenlerin 'itibarlarının' geri verilmesi, böylelikle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kırılan onur ve gururunun tamir edilmesidir. İkincisi ise, bu komploları planlayan, icra eden ve açıkça destekleyenlerin yargı önüne çıkartılarak, adil şekilde yargılanmasıdır. Hala önümüzde zaman ve şans olduğunu düşünmekteyim.
Heyetinizin bu tarihi fırsatı en iyi şekilde kullanacağına ilişkin inancımı koruyorum' diye konuştu.
Bu tarihi savunmanın tam metni için: http://millibirlikruhu.blogspot.com.tr/2015/10/ilker-basbug-ergenekon-davas-kapsamnda.html

Poyrazköy davasında karar çıktı: Sanıkların tamamı beraat etti
02 Ekim 2015



"Kafes eylem planı", "Amirallere suikast", ÇYDD ve ÇEV yöneticileri hakkındaki iddialara ilişkin dosyaların birleştiği, "Poyrazköy'de ele geçirilen mühimmat" davasında sanıkların tamamı beraat etti

"Kafes eylem planı", "Amirallere suikast", "Gölcük'te ele geçirilen belgeler" ile Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ve Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) yöneticileri hakkındaki iddialara ilişkin dosyaların birleştirildiği 84 sanıklı "Poyrazköy'de ele geçirilen mühimmat" davasında mahkeme heyeti, üzerilerine atılı suçu işlemedikleri gerekçesiyle 83 sanığın beraatına, kovuşturma sürecinde hayatını kaybeden bir sanıkla ilgili davanın da düşürülmesine karar verdi.

Anadolu Adalet Sarayı'ndaki Şehit Hakan Kılıç Konferans Salonu'nda yapılan duruşmada, verilen aranın ardından Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti Başkanı Selçuk Kaya tarafından karar açıklandı.

Mahkeme heyeti, aralarında emekli Koramiraller Kadir Sağdıç ve Ahmet Feyyaz Öğütçü ile Tuğamiral Mehmet Fatih Ilğar ve emekli Binbaşı Levent Bektaş'ın da bulunduğu 83 sanığın üzerilerine atılı suçu işlemedikleri gerekçesiyle beraatını, vefat eden bir sanığın dosyasının da düşürülmesini kararlaştırdı.

Mahkemenin kararını açıklamasının ardından sanıklar ve avukatları ayağa kalkarak, mahkeme heyetini alkışladı.
Cumhuriyet

İşte Balyoz Davası’ndan tutuklanan 163 subayın görüntüleri
08 Temmuz 2015



Balyoz Davası'nda 163 subayın tutuklanma anı ve subayların Harbiye Marşı'nı okuduğu görüntüleri yayınlandı.

İşte Balyoz Davası’ndan tutuklanan 163 subayın görüntüleri - VİDEO: http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video/316621/iste_Balyoz_Davasi_ndan_tutuklanan_163_subayin_goruntuleri.html

“Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız,
Tufanları gösteren, tarihlerin yâdıyız,
Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti,
Cehennemler kudursa, ölmez nigâhbanıyız.
Yaşa varol Harbiye, yıkılmaz satvetinle…”


Harp Okulu birinci sınıf öğrencisi 23 yaşındaki Cevdet Şakir Çetinel 1928 yılında yazdığı bu Harbiye Marşı mahkeme salonlarında söylenmeye başladı.

İşte 83 yıl sonra yaşanan o an!

Türkiye tarihine damga vuran Balyoz Davası’nda 163 subayın tutuklanma anlarının görüntüleri ortaya çıktı.

Oda TV’nin haberine göre bu tarihi görüntülerde, tutuklama kararından hemen sonra subayların Harbiye Marşı’nı söyleme anları da görüntülerde yer alıyor.

Tarih: 11 Şubat 2011
Saat: 09.39
Yer: Silivri / İstanbul

O sabah Balyoz Davası’nın 14. celsesi görülmeye başlandı. Sanık sandalyelerinde, çoğunluğu muvazzaf onlarca asker oturuyordu. Karşılarında özel yetkili İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Ömer Diken, üye hakimler Ali Efendi Peksak, Murat Üründü ve Savcı Savaş Kırbaş vardı.

Önce yoklama yapıldı. Askerler mikrofonu eline aldı, teker teker isimlerini söyledi. Özden Örnek, İbrahim Fırtına, Mustafa Korkut Özarslan, Engin Alan… Arka sıralarda oturan bir tuğamirale geldi sıra. Ayağa kalktı, şöyle dedi: Cem Çakmak.

Tuğamiral Cem Aziz Çakmak bilir miydi ki; o gün kendisini toprağa götürecek bir sürecin dönüm noktasını yaşıyordu. O gün duruşmada söz aldığında, mahkeme heyetinin gözünün içine bakarak şöyle dedi:

“Bana burada delil yetersizliği nedeniyle verilecek beraat, benim için yeterli değildir. Adalet de tecelli etmeyecektir. Adalet, ancak ve ancak bu belgeleri hazırlayan kişilerin bu koltuklara oturmasıyla tecelli edecektir.”

Mahkeme kameralarına yansıyan aşağıdaki karesinden saatler sonra tutuklandı. Cezaevine girdi.

Şu satırları yazdı:

“‘Kara Cuma’ diye adlandırdığımız 11 Şubat’ta yaşananların hafızalarımızdan silinmesi mümkün olmayacaktı. Mahkeme kapılarının üzerimize kapanışı, jandarmaların etrafımızı sarışı, izleyici sıralarında bulunan ailelerin hıçkırık sesleri, tarihimizin utanacağı sayfalardaki yerini almıştı.”

Sağlıklı girdiği cezaevinde kanser oldu. Geçen hafta vefat etti. Cem Amiral artık yoktu. Tutuklanmadan önce istediği adalet hala tecelli etmedi. Onu ölüme götüren sahte belgeleri hazırlayanlar sanık sandalyesine henüz oturmadı.

TUTUKLAMA ANLARI

Saat: 20.36

Mahkeme Başkanı Ömer Diken duruşmayı açtı. Ve ara kararların açıklanacağını söyledi. Mahkeme görüntülerinde avukatların itirazları yansıyordu.

Ancak Mahkeme Başkanı, karar öncesi savcının tutuklama talebine karşı söz almak isteyen avukatlara izin vermiyordu. Üye hakim Ali Efendi Peksak kararını okumaya başladı.

Saat, 21.02 idi. 4 dakika boyunca subayların isimleri teker teker sayıldı. Bunun ne anlama geldiği o salondaki herkes tarafından biliniyordu.

Hakim Peksak devam etti:

“(…) Haklarında dosyadaki delil durumu, dosyada kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanılmamış oluşu, sanıkların konumları itibariyle delillere etki yapma ihtimalinin olması. (…)”

Sanık sandalyesindeki subaylar, “Hangi delilleri” diye sorunca jandarma hareketlendi. Erler ve astsubaylar, komutanlarını esir alan mahkemenin önüne etten bir duvar örmeye başladı.Peksak sözünü bağladı: “Ayrı ayrı tutuklanmalarına…” Avukatlar ve sanık yakınlarının itirazları kameralara yansıdı.

Mahkeme Başkanı Diken “Lütfen salona yeteri kadar güvenlik kuvveti alarak müdafileri çıkartın” dedi.
İtirazlar devam ediyordu.
Mahkeme Başkanı duruşmayı bitirmek, üye hakim kararın tamamını okumak istiyordu. Ama bir şartla; güvenlik görevlileri itiraz edenleri çıkarsındı!
Mahkeme Başkanı kızmıştı; “Biz 2 gündür sizleri dinledik” diyordu.
Tam da o sırada, salonun en arkasında bulunan sanık yakınlarının önüne de onlarca jandarmanın konuşlandırıldığı görüldü.

Ve sonunda…

163 subay için toplu tutuklama kararı o salonda, Silivri’de, İstanbul’da alındı.
Hakim Ömer Diken’in “duruşma bitmiştir” sözü, sanık yakınlarının gözyaşları içinde alkışlarla protestosuna karıştı.

Saat: 21.10

Dakikalar önce tutuklanan bir subayın ağzından gür bir sesle şu sözler çıktı:
“Yıldırımlar yaratan…”
Silah arkadaşları katıldı…
Tutuklanan subaylar salonda Harbiye Marşı’nı söylüyordu…
O gün…
11 Şubat 2011’de tutuklanan sadece 163 subay değildi.
163 baba, eş, oğul, kardeşti.
Harbiye Marşı’nın yazıldığı tarihten o güne Türkiye’nin birikimiydi.
Türk Ordusu hiçbir savaşta o günden daha büyük bir yara almadı.
Cumhuriyet

Yargıtay Başsavcılığı'ndan Ergenekon'a bozma talebi
15 Mayıs 2015



El Cezire'nin haberine göre; Yargıtay Başsavcılığı, Ergenekon davasında verilen cezaların bozulmasını istedi. Başsavcılık değerlendirmeyi davanın esasına girmeden usûl yönünden yaptı.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Ergenekon davasıyla ilgili hazırladığı tebliğnamede esasa girilmeden usûl yönünden bozma istendi. Başsavcılık, 91 sayfalık tebliğnameyi Yargıtay 16. Ceza Dairesine gönderdi.

Başsavcılık, yedek üyelerin müzakere sürecinde heyete katılması, duruşmada hazır bulunan tanıkların dinlenmemesi, bazı sanıklar yönünden iddianamede bulunmayan suçlardan mahkumiyet ve beraat hükümleri kurulması nedeniyle bozma talebinde bulundu.

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un son sözü sorulmadan hüküm kurulmasının da savunma hakkını kısıtladığı, bu durumun bozmayı gerektirdiği kaydedildi.

Yedek üyelerin katılımı

Tebliğnamede, yedek üyelerin mahkeme heyetine katılması değerlendirildi. Karar açıklanırken mahkeme heyetine yedek üyeler Fatih Mehmet Uslu, Nihat Topal ve Ercan Fırat'ın katıldığı belirtildi; "Mahkeme yedek üye hakimlerinin müzakere sürecinde hükmü açıklayacak mahkeme heyetinin yanında bulunup, müzakereye aktif olarak da katılmaları suretiyle Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 289/1-a maddesine aykırı davranılmıştır" denildi.

"Davasız yargılama ve hüküm olmaz"

Başsavcılığa göre bazı sanıklara, haklarında açılmamış davalardan mahkumiyet ve beraat kararları verildi. "Davasız yargılama olmaz" ilkesi uyarınca yargılamayı, sanığın iddianameyle dava açılmamış olan suçlarını kapsayacak biçimde genişletemeyeceği vurgulandı. Başsavcılık, mahkemenin yalnızca iddianamede belirtilen eylem ve fail konusunda hüküm verebileceğine işaret etti.

Başsavcılık, dava açıldıktan sonra ortaya çıkan olaylar, bağımsız bir suç görünümünde ve yeni suçların ortaya çıkması biçiminde ise ayrıca iddianame düzenlenmesi gerektiğini vurguladı.

Buna göre ralarında Mustafa Balbay, Kemal Güriz, Leven Ersöz, Sami Hoştan, Doğu Perinçek, Kemal Alemdaroğlu'nun da bulunduğu bazı sanıklar hakkında, iddianamede açıklanan eylemin dışına çıkılarak, ek iddianame düzenlenmeden bazı suçlardan ayrıca mahkumiyet ve beraat hükümleri kurulması CMK'nın 225. maddesine aykırı bulundu.
Tanıkların dinlenmemesi

Tebliğnamede, ayrıca duruşma salonuna getirilen tanığın talep halinde mutlak surette dinlenmesi gerektiği vurgulandı. Sanıkların daha önce ismini mahkemeye bildirdikleri ve duruşma sırasında hazır ettikleri tanıklardan birinin dinlenmesi taleplerinin rededdilmesinin CMK'nın 178. maddesine aykırı olduğu kaydedildi.

Sanık Yalçın Küçük'ün hükmün esasını oluşturan kısa kararın açıklandığı oturumda avukatı hazır bulunmadan karar verilmesinin de bozmayı gerektirdiği savunuldu.

Kararın açıklandığı duruşma tutanağına, oturuma katılan sanıklar, müdafileri ve katılanlar ile vekillerinin ad ve soyadlarının yazılmaması nedeniyle de bozma istendi.

"Savunma hakkı kısıtlanmıştır"

Sanıkların son sözlerinin verildiği duruşmaya İlker Başbuğ'un sağlık nedenleriyle katılamadığı hatırlatıldı. Başbuğ'un avukatının bu konuda süre talebinde bulunması ve karar tarihinde Başbuğ'un duruşmada hazır bulunmasına rağmen son sözünün sorulmadığı kaydedildi. "Son söz sorulmadan hüküm kurulması suretiyle 5271 sayılı CMK'nın 216. maddesine muhalefet edilerek savunma haklarının kısıtlanması usul ve yasaya aykırıdır" tespitine yer verildi.

Danıştay saldırısının faili Alparslan Arslan hakkında da Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2008 yılındaki kararının, sanık lehine temyiz üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesince bozulduğu da hatırlatıldı. Bozulan kararda "ruhsatsız silah taşımak" suçundan 2 yıl hapis ve 450 lira adli para cezasına hükmedildiği vurgulandı. Tebliğnamede, sanığın kazanılmış hakkı gözetilmeden temyize konu hükümde 3 yıl hapis ve 675 lira para cezası verilmesinin yasaya aykırı olduğu belirtildi.
Haber 93

Mehmet Baransu tutuklanarak cezaevine gönderildi
2 Mar 2015



Gazeteci Me
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Çrş Tem 05, 2017 9:17 pm tarihinde değiştirildi, toplam 28 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Şub 11, 2013 9:12 pm    Mesaj konusu: Sahte Kahramanlar Galerisinde Bir Şımarık Subay Kızı Alıntıyla Cevap Gönder

Sahte Kahramanlar Galerisinde Bir Şımarık Subay Kızı
Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
11.02.2013



Emekli Orgeneral Ergun Saygun'un Balyoz davasından aldığı cezanın infazının "sağlık sebebiyle" ertelenmesi, siyasi ve magazin boyutuyla bir hayli yankı buldu.

İstenen de zaten buydu. Olayın, kamuoyunun zihnine siyasi bir projeksiyon olarak yerleştirilmesinde Tayyip Erdoğan her zamanki gibi başrolü üstlendi.

"Magazin" boyutunda ise Ergun Saygun'un kızı, rolü kimselere kaptırmadı.

Ergenekon ve Balyoz davaları, özü itibarıyla zaten bir sahne tasarımından ibaret. Usta işi sahne dekorunun önünde rol yapanların "yaratıcılığı" ise giderek alkışlanacak bir zenginliğe ulaşıyor.

Sahnenin bir tarafından "sanık" olarak girip, diğer tarafından "gizli tanık" olarak çıkabildikleri gibi,

"Darbelerle mücadele eden cesur siyasetçi" kostümüyle işe başlayıp, "Haksız tutukluluklara isyan eden vicdan sahibi Başbakan" kostümüyle devam edebiliyorlar.

Ne yapsalar, kendilerini alkışlayacak bir seyirci bulmakta sıkıntı yok nasılsa...

Ergun Saygun meselesinin siyasete ve magazine tahvil edilmesinde Tayyip Erdoğan ve Ece Saygun iyi iş çıkardılar. Kendilerini tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz. Tabii medya olmasa, bu başarı taçlandırılamazdı; bu vesileyle medyayı da hararetle tebrik ediyor ve saygılarımızı sunuyoruz.

Hint melodramına çevrilen bu olayda, Ergenekon ve Balyoz süreçlerinin mağduru olmuş kesimlere mensup kimi şahısların naifliği, öngörüsüzlüğü, boş kafalılılığı ve ahmaklara özgü duygusallığı ise ayakta alkışlanacak kıvamdadır.

Tabii, "insani asgari müşterekte buluşmak" adı altında, genel af sürecinin altına odun süren "ulusalcı kesim" görevlilerinin durumunu ayrı ele alacağız..

"Ece Saygun, babasına düşkün bir kız çocuğu. Ziyaret konusunda asıl Tayyip Erdoğan'ı eleştirmek lazım"

diyenlerle başlayalım:

Ergun Saygun'un kızını eleştirenler sanki Tayyip Erdoğan'ı eleştirmiyormuş gibi bir çarpıtma var bu yaklaşımda. Tayyip Erdoğan'ı eleştirme konusunda kendimizi kanıtlamaya girişecek değiliz; kaldı ki lütfedip kabul ederlerse, bu konuda Tayyip Erdoğan'ı değil, Ece Saygun'u eleştireceğiz.

Çünkü Tayyip Erdoğan bu sürecin başından sonuna kadar siyasi rolü üstlenmiş bir baş aktördür.

Dün, meydanlarda çıkıp yargılanması devam eden askerler hakkında "Ülkeyi kana bulayacaklardı" diye bağırırken de vazifesini yapıyordu, bugün "Komutanlarımız haksızlığa uğradı, savaşa gönderecek asker bulamıyoruz" derken ve Ergun Saygun'u ziyaret edip elini tutarken de görevini yapıyor.

İki tavır arasındaki farkı ve çelişkiyi, "Vicdanı en sonunda harekete geçti" veya "Biz kazandık, pes ettiler; şimdi kaçacak delik arıyor" şeklinde okumak ise bir zekâ sorunudur.

"Ece, küçük bir kız çocuğu" şeklinde söze başlayıp, konuyu Tayyip Erdoğan'ın "insaniliğine", "nezaketine" getirenler ise ya olayları okuyamayan sıfır numara salak, ya da Atatürkçü-ulusalcı kesimi "barış ve genel af" sürecine monte etme operasyonunda görev üstlenmiş vazifelilerdir.

Kimsenin vicdanı harekete geçmiş filan değildir. Pes eden de yok. "Barış" fotoğrafına sizi de monte etmeye çalışıyorlar hepsi bu. Bunu yaparken de hiç bir engelle karşılaşmıyorlar sayenizde.

Rütbesi itibarıyla, Türk Ordusu'nu temsil etmek konumunda bulunan, en azından yurtsever kesimlerce böyle algılanmak istenen bir askerin kızından ciddi ve dik duruş beklemek, çok şey mi istemektir?

Lafı bu kadar dolandırmaya hiç gerek yok aslında, onurlu olmak bir bakıma kolaydır.

"Sayın Başbakan görüşmek istiyor"

şeklinde bir telefon aldığınızda,

"Kusura bakmayın, babamın getirildiği noktada Sayın Başbakan ile paylaşacak bir durum göremiyoruz"

deyip, telefonla görüşme talebini geri çevireceksiniz.

Emri vâki yapıp hastaneye geldiğinde ise bırakın binanın dışına kadar çıkıp karşılamayı, yoğun bakım odasının kapısına yatıp

"Babam kimseyle görüşemez, hele de kendisini bu hale getirenleri karşısında görürse sağlık durumu iyice kötüye gidebilir"

diyeceksiniz...

Bunları yapacak cesaretiniz, basiretiniz, karakteriniz yoksa; hiç değilse yoğun bakımda tamamen steril şartlarda tutulmak durumunda olan babanızın odasına fotoğrafçısıyla, korumasıyla dalınmasına "sağlık sebebiyle" karşı çıkacaksınız.

Buna izin veren hastane yetkililerinden hesap soracaksınız.

Sonra da aşağıya inip sizden ne istendiğini ve sizin ne cevap verdiğinizi basına anlatacaksınız...

Aşağıdaki sorunun cevabı Ece Saygun'da var mı...
Allah korusun, babası ameliyattan sağ çıkamasaydı ..

O zaman da, Tayyip Erdoğan'ın cenazesine katılmasına izin verecek miydi?
Dedik ya onurlu ve dik durmak bir bakıma kolaydır.

Siz ne yaptınız?

Daha dolaşık yollara saptınız.

İpe sapa gelmez açıklamalarda bulundunuz. Sevindirik oldunuz,

"Kadir Topbaş öyle bir çiçek gönderi kiiiii!! Yatarım üstüne, babama da vermemmmm!"

şeklinde şımarık tweetler attınız.

Bu önemli sınavı şımarıkça elinize yüzünüze bulaştırmanızı eleştirenlere, sizin adınıza utananlara yüklenmeye kalkıştınız.

"Tahliye zaferi, Ece'nin sosyal medyada başlattığı mücadelenin sonucudur"

lafı da koca bir yalandır, propaganda ürünüdür haberiniz olsun. Eğer bu projeye denk düşen bir konumda olmasaydınız, kıçınızı yırtsanız yok sayılırdınız haberiniz olsun.

Kuddusi Okkır'ın eşinin çırpınışı kimin umurunda oldu?

Hiç kimsenin..Neden? Çünkü bu hazin ölümün konjonktür itibarıyla "siyasi bir değeri" yoktu.

Hakkında gözaltı kararı çıkınca yurtdışındaki görevinden izin alıp teslim olan ve Silivri'den cenazesi çıkan Kâşif Kozinoğlu da "konjonktürü" kaçıranlardandı. İnsan, şöyle "genel af" ve "yeni anayasa" sath-ı mailine girilmişken ölür, öyle değil mi?

Neymiş, "Herkes susarken, Ece cesaretle tweet yazmış", onun için kendisini eleştiremezmişiz!

Kim susmuş?

Ergenekon soruşturmaları ne zaman başladı?

2007'de..

Ece Saygun, ne zaman "tweet mücadelesi" başlattı?

2012'de!

Kuddusi Okkır ölürken babası ve Ece'si neredelermiş diye sorarız...

Nerede olduklarını söyleyelim.

Baba, Genelkurmay Karargâhında ABD'ye yakın gazetecilerden Aslı Aydıntaşbaş'a kivi ikram ediyor, kızı da yurtdışında tatlı hayat yaşıyordu.

(Bkz: Aslı Aydıntaşbaş : Ankara'da Bir Kolonoskopi Uzmanı)

Ergenekon sürecini başlatanlar, sayacı sıfırladı ve "mücadele" Ece'nin "tweetleriyle", "haksızlığı giderme sürecini de" Tayyip Bey'in "Komutanlarımıza haksızlıklık yapılıyor" açıklamasıyla başlatıldı.

Şimdi, koskoca bir toplumu aptal yerine koyanlar, bizleri de "insani asgari müştereklere taş koyan, arıza insanlar" ilan etmeye kalkışıyorlar.

Hastane ziyaretinin samimi yurtseverler ve muhalifler nezdinde yarattığı büyük rahatsızlığı Odatv gibi süreçte aldığı rol artık ifşa olmuş mecralar vasıtasıyla bastırmaya çalışıyorlar...

Neymiş?

"Kalemşörlük" yapıyormuşuz..

"Biz hiç babamızı özlemiş miyiz?"

"Oturduğumuz yerden yazıyormuşuz.."

O "kalemşörlük" lafını kol böreği yapıp yediririz adama..

"Siz hiç babanızı özlediniz mi?"

şeklindeki romantik züppeliklerinizi de süreçte rol kapma azminizin dizi film safhasına saklayın.

Bir evladın babasının sağlık durumundan endişe duymasına, bunun için mücadele etmesine söz söyleyen yok burada.

Mercimek kadar beyninizle olmayan poziyonlar üretip, ileride milletvekili olma hayallerinize bizi alet etmeye kalkışmayın.

Türk Milleti, terör örgütüyle eşitlenmeye çalışılan ordusunun tutuklu- tutuksuz askeriyle, oğlu, kızı, anası, danasıyla dik durmasını istiyor.

Celladın önünde eğilmemesini, hesap soracak cesarete sahip olmasını istiyor.

Türk Ordusunu temsil konumunda bulunan komutanların, evlatlarını "sosyal medya" züppeleri olarak değil; bilinçli, cesaretli, akıllı yurttaşlar olarak yetiştirmelerini istiyor.

Çakalın önünde düğme iliklemesinler istiyor..

O bakımdan kimse, orta yaşı geçmiş 35 yaşındaki bir kadını "zayıf omuzlarında yük taşıyan kız çocuğu" ilan edip şımarık subay kızlarından ""kahraman" yaratmaya kalkışmasın.

Esas o "zayıf omuzlar" böyle sahte bir kahramanlığı taşıyamaz.

Taşıyamadı nitekim...

Ne demiş Ece Saygun, Odatv'ye yaptığı açıklamada:

"Bilemiyorum, benim de kafamda bu soru gidip, geliyor. Yaşanan hukuksuzluklar, adaletsizlikler babamın üzerinden çok gün yüzüne çıktı. Herkeste, "bu kadar da olur mu ya" duygusu yarattı. İlk kez herkes insani ve vicdani bir noktada buluştu. Belki ondandır!..”

İstenen tam da buydu işte.

"Herkes insani ve vicdani bir noktada buluştu"

dedirtmek..

Hakikaten, "Bu kadar olur mu ya"?

Ece Saygun böyle bir açıklama yapmasa, hem de bu açıklama Odatv'ye yapılmasa şaşardık zaten..

Geçiş sürecinin aktör ve aktrist kadrosu hazır.

Birinci şart, cezaevinden çıkar çıkmaz Ayşe Arman'ın kucağına oturup sıska kıçınızla şuh kadın pozu vermek,

İkinci şart, cezaevinden çıkar çıkmaz, "davet üzerine" ABD Büyükelçiliği'nin resepsiyonuna koşmak,

Üçüncü şart, "Öcalan şu anda hangi kitabı okuyor" şeklinde teröristi meşrulaştırıcı haberler yapmak, "Siz hiç babanızı özlediniz mi" şeklinde yazılarla ucuz devrimci romantizmine yatmak..

Dördüncü şart, bütün turuncu devrimlerde olduğu gibi mücadeleyi "sosyal medya" boyutunda sürdürmek.."Babammm yaa..Öptüm yaa!!" şeklinde cıvıklılar yapabilmek..

Ayşe Arman'ın tornasında şekil aldıktan sonra bu aşamalardan geçmemek imkansızdır.

Onun için dedik size, Ayşe Arman bu sürece bilinçli olarak dahil edilmiştir. Ergenekon sanıklarını magazinleştirerek karamelize edecekler, sonra da 'barış sürecinde' rol verecekler" diye..

Bundan sonraki vazifenizi de yazalım:

Tayyip Erdoğan ile "insani noktada" buluştuktan sonra, bu kirli işbirliğine karşı çıkanlara ortak cephe alacaksınız.

Gücünüz yeterse şayet, bizleri neredeyse Ergenekon sürecinde yaşanan hukuksuzlukların, haksızlıkların, insanlık dramlarının sorumlusu;

yeni partneriniz Tayyip Erdoğan'ı da "bu zulmü ve haksızlığı durdurmaya çalışan adam" ilan edecekseniz..

Biz bu oyuna gelirsek tabii..

Dedik ya, "kalemşör" lafını kol böreği yapıp yediririz diye..

"Ziyaret meselesi, ulusalcıları birbirine düşürdü. Birbirimizi eleştirir konuma düşmek iyi olmadı"

diyenlere de bir çift söz söyleyerek bitiriyorum.

İyi olmadığı doğru..

Ama şayet, Tayyip Erdoğan'ın siyasi amaçlı bu ziyaretine fırsat verilmeseydi, böyle bir ayrılık da ortaya çıkmazdı.

Yani Ece Saygun'u kimse "Neden izin vermedin, Başbakan'a neden nezaketsiz davrandın" diye eleştiremeyeceğine göre, ikilik çıkmasının sorumlusu da bu basireti gösteremeyenler ve bu basiretsizliği "devlet terbiyesi" diye yutturmaya çalışanlardır...
http://www.acikistihbarat.com/

Erdoğan'ın Saygun ziyaretinin sembolik önemi
12 Şubat 2013



Financial Times gazetesinin İstanbul muhabiri Daniel Dombey, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Balyoz davasında tahliye olan emekli Orgeneral Ergin Saygun'u tedavi gördüğü hastanede ziyaret etmesini değerlendiren bir yazı kaleme almış.

"Ziyaretin sembolik anlamını gözden kaçırmak mümkün değil" diyen Dombey, Başbakan Erdoğan'ın Ergin Saygun'u ziyareti sırasında çekilen fotoğrafı özetle şöyle tarif ediyor:

Solda, Türkiye tarihinde darbe üstüne darbe yapan generallerin diğer herhangi bir başbakandan daha fazla önünde eğilmelerini sağlayan Erdoğan; sağda ise hükümete karşı darbe planlamaktan 18 yıl hapis cezasına çarptırılan emekli orgeneral Ergin Saygun el ele tutuşuyorlar.
Erdoğan'ın hafta sonunda yaptığı bu ziyaretin fotoğrafının Türkiye'de hala gündemde olduğunu belirten Financial Times muhabiri, Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in, ziyarete sahip olduğundan daha büyük bir anlam yüklenmemesi yolundaki sözlerini de aktarıyor.

Başbakanın TSK kapasitesi kaygısı

Ziyaretin, özellikle hassas bir döneme denk geldiğini belirten Dombey, Türkiye-Suriye sınırında dün patlayan bombanın, ülkenin tehlikeli bir bölgede olduğunu hatırlatan ölümcül bir gelişme olduğunu ve Erdoğan'ın böyle bir dönemde subayların cezaevine konmasının ordunun kapasitesini zayıflattığı yolundaki kaygılarını dile getirdiğini de ifade ediyor.

Donanma Komutanı Oramiral Nusret Güner'in, 330 subayın mahkum edildiği davalar nedeniyle geçen ay istifa ettiğini de hatırlatan Financial Times, Güner'in "kendisine karşı komplo kurulmadan istifa etmeyi seçtiği" açıklamasını da aktarıyor.

110 savaş uçağı pilotunun istifa ettiği yolundaki haberlerin Türkiye savunma bakanlığı tarafından reddedilmediğini de belirten gazete, Erdoğan'ın binlerce kişinin tutuklu yargılandığı davalar konusunda sabırsız bir hale geldiği yorumunu da yapıyor.

Dombey, geniş şekilde tanımlanan terörizm suçunun tanımının daraltılmasının Türkiye'nin PKK ile çatışmasının düzeyini de düşürebileceğini ifade ediyor.

Bunun başlıca nedeni ise KCK davalarında terörizm suçu ile yargılanan 8 bin kadar kişinin olması.

Financial Times muhabiri son olarak, Erdoğan'ın bu yöndeki hamlelerinin, etkili Müslüman vaiz Fethullah Gülen'in takipçileriyle arasını açabileceğini de belirtiyor.

Gazete, Gülen'in takipçilerinin darbe döneminin sona erdiğini düşünmediklerini ve toplumun korunması için Ergenekon ve Balyoz davalarının sonuçlarına vardırılması gerektiğine inandıklarını da aktarıyor.
BBCT

Dokuz soruda Ergenekon davası
17 ŞUBAT 2013
Rengin Arslan
İstanbul



Türkiye’nin gündemine yıllardır damgasını vuran Ergenekon davasında, yargılamanın son aşamalarına gelindi.

Artık savcının esasa ilişkin mütalaasını vermesi bekleniyor. Bu, savcının dosyayı ve delilleri yeniden değerlendirerek, dosya hakkında görüşünü belirtmesi anlamına geliyor.

Rakamlarla Ergenekon

Ergenekon davasında yargılanan sanıkların ve avukatlarının yaptığı ortak çalışma sonucunda, Kasım 2012’de açıkladıkları raporda yer verilen rakamlar şöyle:
100.000’den fazla telefon izlendi.
60.000 telefon dinlendi.
3.000 kişi hakkında takip yapıldı.
1.360 kişi ifade verdi.
588 kişi tutuklandı.
71 sanık tutuklu yargılanıyor
Dava 6 yıldır devam ediyor.
7 sanık ifadesini veremeden öldü.
7 sanık kansere yakalandı.
Cezaevi revirinde ve hastanelerde tedavi gören 10 sanık bulunuyor.
19 iddianamenin toplam sayfa sayısı 17.000’i aştı
Davanın ek klasör arşivi 5 terabayt büyüklüğüne ulaştı. Bu ise toplam 9.000.000 sayfa doküman demek.
Davada 44 gizli tanık var.
01.11.2012 tarihi itibari ile 19 iddianame ile ilgili 600’ü aşkın duruşma yapıldı. Bu, Türk Yargı Sisteminde yaklaşık 150 yıllık ağır ceza yargılamasına denk geliyor.

Peki Ergenekon davası neydi? Ne zaman başlamıştı? Kimler yargılandı? Neler iddia edildi?

1. Soruşturma nasıl başladı?

Ergenekon soruşturması, o dönem adı konmamış olsa da, 12 Temmuz 2007'de Ümraniye'de bir gecekonduda bulunduğu söylenen 27 el bombasıyla başladı. Emekli Astsubay Oktay Yıldırım'ın bu bombaların sahibi olduğu iddia edildi.
27 Temmuz 2007'de, daha sonra gelen gözaltı ve tutuklama dalgaları nedeniyle birinci dalga olarak adlandırılan bir operasyonla Oktay Yıldırım'ın yanı sıra Türk Ortodoks Kilisesi sözcüsü Sevgi Erenerol, Avukat Kemal Kerinçsiz, gazeteci yazar Güler Kömürcü, Sedat Peker, Taner Ünal, Fuat Turgut, Sami Hoştan ve daha pek çok kişi gözaltına alındı.
Bu dalgalar kısa aralıklarla toplumun pek çok farklı kesimini kapsayacak şekilde genişledi.

2. Ergenekon iddianameleri

Ergenekon davası kapsamında 20 civarında dosya birleştirildi. Ancak ana davaya ait üç iddianame bulunuyor. Bunlar, birinci, ikinci ve üçüncü Ergenekon iddianamesi olarak geçiyor.
İlk iddianame 14 Temmuz 2008'de, soruşturmanın başlamasından yaklaşık bir yıl sonra 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunuldu. 25 Temmuz 2008'de mahkeme tarafından kabul edildi. İlk duruşma 20 Ekim 2008'de yapıldı. İlk iddianame yaklaşık 2500 sayfaydı.
İkinci iddianame 25 Mart 2009'da kabul edildi ve Ergenekon ana davasıyla birleştirildi. Ağustos ayında ise birleştirme talepli üçüncü iddianame ana davaya eklendi.

3. İddianameye göre Ergenekon ne?

İlk iddianamede Ergenekon, "terör örgütü" olarak tarif edildi ve "üyeleri ve yöneticileri" darbe teşebbüsüyle suçlandı:
"Ergenekon terör örgütü en başta, 'derin devlet' ifadesi ile anılan, ülkemizde birçok kanlı eylemler gerçekleştiren, gerçekleştirdiği bu eylemlerle ciddi kriz, kargaşa, anarşi, terör ve güvensizlik ortamı oluşmasını amaçlayan ve bunu kısmen de olsa başararak ülkemizin gelişme ve kalkınmasının önünde engel olan bir örgüttür," denildi.

4. İddianameye göre Ergenekon'un amacı ne?

"Ergenekon terör örgütünün, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı halkı silahlı isyana tahrik ettiği gibi, cebir şiddet kullanmak sureti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren ortadan kaldırmaya teşebbüste bulunduğu, amaçlarına ulaşmak için kontrolü altında bulunan medya ve sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla ülkede kaos ve iç çatışma ortamı oluşturmaya çalıştıkları, oluşacak gerginlik ortamından faydalanarak, görevde bulunan hükümetleri çalışamaz hale getirip, nihai olarak ordu içerisinde kendilerine destek vereceklerini umdukları askeri şahısların yardımı ile yönetimi değiştirmek amacıyla hükümeti yıkmaya teşebbüs ettikleri (...)"

5. Başka hangi iddianameler birleştirildi?

Davada birleştirilen iddianameler sadece üç iddianameyle sınırlı değildi. İrticayla Mücadele Eylem Planı Davası, Şile Kazıları, İnternet Andıcı Davası, İlker Başbuğ Davası, Danıştay Saldırısı Davası, Cumhuriyet Gazetesi Molotof Davası başta olmak üzere 20 civarında iddianame Ergenekon davasıyla birleştirildi.

6. Kimler yargılanıyor?

İlk gözaltıların ardından gelen dalgalar dikkat çekici isimleri bu davaya dahil etti: Emekli Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur, emekli 1. Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon, Cumhuriyet Gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, Sedat Peker, Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, gazeteciler Tuncay Özkan, Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım, İşçi Partisi Genel Başkanı
Doğu Perinçek, İlhan Selçuk, İnönü Üniversitesi eski rektörü Fatih Hilmioğlu yargılanan yüzlerce kişiden bazıları.

7. Dava sürecinde neler oldu?

Toplumun farklı kesimlerinden pek çok isim, hatta daha önce birbirlerini tanımadıklarını söyleyen pek çok isim aynı örgütün üyesi veya yöneticisi olarak aynı davada yargılandı.
Türkiye’yi sarsan faili meçhul cinayetlerle Ergenekon arasında bir bağlantı olup olmadığı sık sık araştırıldı.
Savcılığın ve savunmanın talep ettiği ortak tanıklar bir yana, sadece savunmanın talep ettiği ve mahkeme tarafından tanık olarak dinlenmesine karar verilen tanık sayısı düşük seviyelerde kaldı.
Gizli tanıkların kim oldukları ve “gizli tanık” ifadelerinin davanın seyrini değiştirmesi sıkça eleştirildi. PKK itirafçısı Şemdin Sakık örneğinde olduğu gibi bazı gizli tanıkların kimliği tartışma yarattı. Şemdin Sakık kendi isteğiyle mahkemede kimliğini açıklamıştı.
Uzun tutukluluk süreleri, sağlıksız yaşam koşulları, cezaevindeki olumsuz şartlar kamuoyunda en çok eleştirilen noktalar oldu.

8. Davada neler olmadı?

Türkiye’deki “derin devlet” olarak işaret edilen Ergenekon “terör örgütünün” bir terör olayıyla bağlantısı ortaya çıkmadı. Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırı ve Danıştay saldırısı dosyaları bu davayla birleştirildi ancak aralarında Cumhuriyet gazetesi yazarlarının ve yöneticilerinin de bulunduğu Ergenekon davası açısından bu birleştirme kamuoyunda sıkça eleştirildi.
Delil değerlendirme aşaması yargılama sürecinde tamamen atlandı. Savunma makamının “sahte olduğunu veya hiç olmadığını” söylediği delillere ilişkin bir araştırma ve inceleme yapılmadı. Özellikle dijital verilere yönelik güvensizlik bu davalara damgasını vurdu.
Ergenekon’un MİT’te olduğu öne sürülen şemasının varlığı, dönemin MİT müsteşarı tarafından reddedildi. Bu bağlamda dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un mahkemede tanık olarak dinlenmesi talepleri reddedildi.

Savunma makamına bugüne kadar üç ayrı oturumda 15’er dakika süre verildi. Bazı avukatların birden fazla müvekkili olması durumunda süre değişmedi. 5 müvekkili olan avukatın savunma süresi yine 15 dakika olarak kaldı.

9. Şimdi ne olacak?

Ergenekon davası savcısı Mehmet Ali Pekgüzel esasa ilişkin mütalaasını verecek. Bu aşamada savcı dosyadaki bütün delilleri değerlendirip dosyaya ilişkin görüşünü söyleyecek. Mütalaanın tamamının sanıkların yüzüne okunması gibi bir usul bulunmuyor. Bunun yerine sadece sonuç bölümü okunabilir veya yazılı olarak mahkemeye sunulabilir. Ergenekon davasının dosya boyutları göz önüne alındığında binlerce sayfalık bir mütaala sunulması bekleniyor.
Savcı esasa ilişkin mütalaasında ceza taleplerinde bulunacak. Savcı aynı zamanda tutuksuz yargılanan sanıkların tutuklanmasını talep edebilir.
BBCT

Nefes Alan Paşa; Nefessiz Vatan
Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
15.02.2013



"Babamın bir hayali vardı, buradan ailecek elele çıkacağız ve biz bunu yapacağız. Babam iyileştiğinde, buradan aile olarak elele çıkacağız.

Babam nefes alıyor. Bundan daha önemli hiç bir şey yok benim için. Benim için tek önemli şey, babamın nefes alması...Babam nefes alsın yeter"

Ece Saygun, bunca tartışmanın üstüne en son Ahmet Hakan'ın Tarafsız Bölge programında bunları söyledi.

Şunları da ekledi:

"Ne yaşadıysak, herşeyi twitterdan duyurduk. Ben buna online yaşama savaşı diyorum. Abimle birlikte herkese, her yere dosyalar gönderdik, inanılmaz bir emek verdik. Biz babamız için savaşan bir aileyiz. Her aile bunu yapamaz. Başbakan'ın ziyareti siyasi mi değil mi bilemem. Ben siyasetçi değilim, pazarlama müdürüyüm..."

"Dilerim Başbakan'ın ziyareti vesile olur ve herkes tahliye olur; bundan sonrakilerin serbest kalması için bir vesile olur..."

***

Giderek içinden çıkılmaz bir vehamet kazanan bu konuşmaları, "Babasını çok seven bir genç kızın samimi çırpınışları" olarak algılamaya devam etmek isteyenlere hayatta başarılar dileriz.
Yine de fazla dizi film izlemesinler deriz. Yaprak Dökümü'ndeki Ali Rıza Bey ve ailesi ile Ergin Saygun Bey ve ailesinin birbirinden çok farklılık arzettiğine dikkat çekmek isteriz.

Yazdıklarımızdan rahatsız olan, pembe dizilerinden kopmak istemeyen, "mücadeleye zarar verdiğimizi" (Ece Saygun'un şahsı üzerinden nasıl bir "mücadele" veriliyorsa..) düşünenleri de bize "üslup"" ayarı vermeyi bırakıp hakikatlerle yüzleşmeye davet ederiz.

Biz burada güzel yazı yarışması yapmıyoruz; yüreği dayanamayan okumasın. Siniri bozulanlar varsa, bu işlere biraz ara verip edebiyata yönelsinler, Oscar Wilde filan okusunlar...

Sakın ha Charles Bukowski okumasınlar, narin psikolojilerini örselemesinler..

Sonra, kimin kime "yazarlık" dersi, gazetecilik dersi, "üslûp" dersi verecek durumu var, öyle değil mi?

Dönelim Ece Saygun'un sözlerine...

Dostoyevski'nin "suçu kazıyın, altından insan çıkacaktır" sözünü ödünç alıp "Babasını seven bir general kızını kazıyın, altından suç çıkacaktır"a dönüştürebilir miyiz acaba?

Yukarıdaki sözler sarfedilmeden önce Ece Saygun kimilerinin savunduğu gibi "Bilinçsiz, apolitik, genç, babasına çok düşkün, acı çekmiş, yıpranmış, yalnız kalmış, kendince bir mücadele vermiş, duygusal, tecrübesiz..." kapsamında ele alınıp olay belki geçiştirilir ve tartışma konusu olduğuyla kalırdı.

Ya da Ergin Saygun'un "Türk Ordusu'na Balyoz" kitabındaki aşağıdaki cümle, Genelkurmay'ın "celladına(ABD-AB) aşık", kurmay aklının sıradan tezahürlerinden biri olarak algılanabilirdi.

"AB karşıtı değilim. Devletin 50 senelik politikasına karşı çıkmanın bir alemi ve anlamı yoktur. Hiç bir ülkeyi veya kuruluşu Türkiye karşıtı politikalarından ötürü suçlayamam. Herkes kendi menfaati neyi gerektiriyorsa onu yapmaktadır." (Syf:18)

Ama "masummuş" gibi görünen yukarıdaki sözleri kazıdığımızda, altından "şımarıklığın" çok ötesinde bir tablo çıkıyor.

Ergin Saygun'un ve çocuklarının "suçu", babalarınıve silah arkadaşlarını "darbeci ve terörist" olarak damgalayıp PKK'lı gizli tanıkların ifadesiyle hapse attıran küresel plan taşeronunun kollarına atılmaktan ibaret değilmiş meğer...

"Abimle birlikte herkese, her yere dosyalar gönderdik, inanılmaz bir emek verdik.Biz babamız için savaşan bir aileyiz..."

Kimlere ve nerelere dosya gönderdiler acaba?

Başka hangi namertten medet umdular?

Kimlerin kapısında bekleyip, arkalarına bakarak geri döndüler?

Hangi taşeronun, vatan haininin egosunu şişirdiler?

Başka kimlerden aman dilediler?

Babalarının Türk Ordusu'nu temsil eden bir general olması vasfını kapının arkasına asıp,başka kimlerin eline hastalığından dolayı acze düşmüş, zavallı bir ihtiyar fotoğrafı tutuşturmaya kalkıştılar?

Bütün kapılardan geri çevrilip de bir tek Tayyip Bey'in ilgi ve merhametine mazhar kalabildikleri için mi bunca sevindirik oldular?

Böyle kazanılmış bir "özgürlük" özgürlük müdür ki, siz kalkıp "Buradan ailecek el ele çıkacağız, Boğaz'da çay içeceğiz" diyebiliyorsunuz?

Koskoca Paşa'nın "yatmayı bilmek" konusunda bir Sedat Peker kadar, bir Sami Hoştan kadar dirayeti yok muydu?

Haydi onlar "mafyacı" oldukları için yatmaya alışkın diyelim, herkes tarafından unutulmuş bir kadın olan Sevgi Erenerol kadar,

"Deli" olduğu söylenip dalga geçilen Fatma Cengiz kadar dirayeti yok muydu?

"Babam nefes alsın yeter.."

Türk Ordusu'nun itibarı beş paralık olmuş,

Yıllardır Silivri zindanında onurunu çiğnetmeden yatan yüzlerce insan demoralize olmuş,

Türkiye'yi etnik bir federasyona dönüştürmek için son adımları atmaya hazırlanan, bu uğurda Türk ordusunu düzmece davalar ve iftiralarla bitirmiş olan adam, kendi politik hesapları için hastane kapısına dayanmış..

"Bunların hiç birisi bizim umurumuzda değil.."

Nedir sizin umurunuzda olan?

"Babamız nefes alsın yeter!"

Nefes alan Paşa, nefes alamayan vatan..

Alın size "Online yaşam mücadelesi"...

Bununla bitse iyi...

Hani "Mücadelem sürecek" demişti ya Ece hanım, "mücadelesinin" yol haritasını da açıkladı Ahmet Hakan'ın programında, o da şu:

"Dilerim Başbakan'ın ziyareti vesile olur ve herkes tahliye olur; bundan sonrakilerin serbest kalması için bir vesile olur..."

Bize sunduğu "kurtuluş formülü" bu...

Yani, önce hasta olacağız;

Sonra kapı kapı dolaşıp merhamet dileneceğiz;

Başbakan'ın nazar-ı dikkatine celbedebilirsek ne mutlu, gerisini ona bırakacağız..

O yüce şahsın gücü, etkisi ve merhameti "vesile olacak" ve hepimiz kurtulacağız..

Aman twitter'ı boş bırakmayın!

Aman "online yaşam mücadelesinden" kopmayın!

Aman Tayyip Bey'den umudu kesmeyin!

Bu bayan demek ki boşuna demiyor

"Ben siyasetçi değil, pazarlama müdürüyüm"

diye...

Yalnız, bütün bu olanlardan daha trajikomik bir şey var ki, o da bütün bu yalakalığın boşa gitmiş olması..

Biz de çenemizi fazla yormayalım, yorgan gitti kavga bitti çünkü..

Şöyle ki:

Ankara'da uzun bir süredir sessiz ve derinden, "tutuklamasız" giden 28 Şubat soruşturması, Tayyip Bey'in Ergin Bey'i ziyaret etmesiyle birden bire altına odun atılmış soba gibi yeniden harladı..

Bir grup üst düzey subay alelacele tutuklandı..

Oysa, Tayyip Bey'in o meşhur ve meş'um ziyareti, "temiz sayfa" açmak şeklinde yorumlanmak istenmiş, bu uğurda Ergin Saygın Bey ve aileleri ile Tayyip Bey ve destekçileri kendi cenahlarından gelen eleştirileri ayrı ayrı göğüslemek zorunda bile kalmışlardı..

Fakat o ne?!

Yargıda Tayyip Bey'in pek de borusu ötmüyormuş meğer!

Daha doğrusu, sadece Tayyip Bey'in değil başkalarının da borusu ötüyormuş...

Ankara'daki bu tutuklamalar, yoğun bakım odasında paşa eli tutan Başbakan'a "Biz senin gibi düşünmüyoruz" demek değil de nedir?

Tayyip Bey'in vidaları gevşetme politikasıne benimsemeyeler, sonuna kadar gitmek konusunda azimli olanlar var demek ki..

Ne demişti Başbakan, MİT Müsteşarı'nı karakola çekmeye yeltenenlere?

"Alacaksanız beni alın!" demişti..

Var mısınız, Ergin Paşa ile Tayyip Paşa'yı birlikte alsınlar...

Ortaya çıkan bu yeni vaziyet, Ece hanımın Tayyip Bey umudunu yerle yeksân etmez mi?

"Dilerim, ziyareti vesile olur da diğerleri de tahliye olur" diyen Ece hanım, acaba beygiri yanlış direğe mi bağladı?

Biz de umutlanmıştık oysa, "Mücadelem sürecek" dediğinde..

Sonra, Ece hanımın unutmaması gerekir ki babasının "tahliye" kararında, "Sağlık durumunun takip edilmesi, tedavi süreci izlenerek cezanın infazının devamına karar verilmesi.." diye bir hüküm var..

28 Şubat soruşturmasını alevlendirip Tayyip Bey'e meydan okuyanlar, Paşa'yı her an yeniden alabilirler, hiç şakası yok..

Çetin Doğan kaç kez serbest bırakılıp geri tutuklandı, sayısını unuttuk.

O bakımdan Ece hanım, "Dileriz bu ziyaret vesile olur da diğer tutuklular da kurtulur" derken ve bir "pazarlama müdürü" olarak Fatih Hilmiooğlu'nun kardeşi Hayati Hilmioğlu'na akıl verirken iki kez düşünsün...

Anlaşılıyor ki Ergenekon ve Balyoz davaları üzerinde kimsenin tek başına hakimiyeti yok artık.

İktidar içi savaş bizim üzerimizden sürüyor.

Birinin himmetiyle "özgürlüğümüze kavuşmak", diğerinin hiddetiyle yeniden içeri atılmamak anlamına gelmiyor.

Bu kaos böyle giderse, genel aftan medet umanlar bile hayal kırıklığına uğrayabilir.

Böyle bir "iç savaş," AKP'nin "genel affı" eline yüzüne bulaştırmasına neden olabilir çünkü..

Bu vesile ile konuyla ilgili daha önceki yazılarımız karşısında Ergin Paşa'ya kendini siper eden Hayrullah Mahmud Özgür'e de değinmeden olmaz .

Belirgin bir adresi olmadığı için yazılarını düzenli okuyamıyorum. Okuyabildiklerimi de anlayabildiğimi söyleyemeyeceğim, kendisi kadar zeki olmadığıma saysın. Bir zihin karmaşası içinde olduğu anlaşılıyor

Mesleğinden koptuktan sonra büyük bir yalnızlığın içine düşen Hayrullah Mahmud için üzülüyorum. Bu nedenle kendisini fazla hırpalamak istemiyorum ama sırça köşkte oturan birisi başkalarına taş atmamalı öyle değil mi?

Hayrullah Mahmud'un kırılgan ruhunu incitme pahasına "Paşa'sını" üzmeye maalesef devam edeceğiz..

Balyoz davasına konu olan kasetleri Aytaç Yalman'a Tayyip Erdoğan'ın verdiğini neden tutuklanıp hüküm giydikten sonra kamuoyuna açıkladı acaba?

Neden bunca sene bekledi?

AKPnin kendisini Genelkurmay Başkanı yapacağını mı umuyordu?

Bu soruyla başlayabiliriz mesela paşamızı "üzmeye"..

Ya da Ahmet Takan'ın "Fotoğrafa bir de bu açıdan bakın " adlı makalesinde paylaştığı bilgilerin doğruluğunu sorabiliriz..

Gönüllü basın müşavirlerinin, "MİT’in yalanları" diyerek geçiştirebileceği konulara pek benzemiyor bunlar.

Hayrullah Mahmud'a selam ediyorum, esenlikler diliyorum...
Kaynak: http://www.acikistihbarat.com/

Silivri'nin Bastil'den farkı yok!
Barış Terkoğlu



Ergenekon ve Balyoz davalarıyla gündeme gelen Silivri Cezaevi’nde bir görevli infaz memurunun 2010 yılının Mart ayında Hantavirüs nedeniyle ölmesi Yoğun Bakım Dergisi’nin son sayısında ele alındı. Dergide 22 yaşındaki infaz memurunun ailesinin izniyle ilk kez fotoğrafı da yayınlandı.
Aşırı yorgunluk, yaygın ağrı, bulantı, kusma, genel durum bozukluğu şikayeti ile Silivri Cezaevi’ne kaldırılan infaz memuru, şikayetlerin devam etmesi üzerine Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne kaldırılmıştı. İnfaz memuru birkaç gün içinde iç organlarında başlayan kanamalarla hayatını kaybetmişti. Gizlenen olay ABD’de yayınlanan “Centers for Disease Control and Prevention” dergisinde Türk bilim adamlarının 2011 yılının Mart ayında yazdığı makaleyle ilk kez ortaya çıkmıştı.

GÜNEŞ ALMAYAN HAVALANDIRILMAYAN

20 Aralık 2012 tarihinde çıkan Yoğun Bakım Dergisi’nin 210-216 sayfalarında “Hantavirüs Renal Sendromlu Hemorajik Ateş: Olgu Sunumu ve Derleme” başlıklı makalede söz konusu infaz koruma memurunun durumu ele alındı. GATA doktorlarından Yunus Oktay Atalay, Kamer Dere, Hüseyin Şen, Zafer Küçükodacı, Yalçın Önem, Sezai Özkan, Güner Dağlı imzalı makalede Silivri Cezaevi ve infaz memuru “İstanbul il merkezinin 67 km batısında ormanlık alanda ve yeterince güneş almayan, iyi havalandırılmayan bir kurumda güvenlik görevlisi olarak çalışan 22 yaşındaki erkek hasta” ifadeleriyle tanıtıldı.

FARELERDEN BULAŞIYOR

Söz konusu makalede hastalığın farelerden bulaştığı şöyle anlatıldı: “Hantavirüs, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığına neden olan Bunyaviridiae ailesine mensup RNA virüsleridir. İnsana bulaş diğer bunyaviridae ailesi virüslerden farklı olarak artropodlarla değil kemiricilerledir (rodent). Rodentin infekte tükürük veya çıkartılarıyla bulaşmış gıdaların alınması, infekte materyalle temas veya idrar, dışkı ve salyalarıyla infekte partiküllerin solunması sonucu hantavirüs infeksiyonu ortaya çıkabilmektedir. Rodentler arasında ve rodentten insana bulaşta en sık sorumlu yol aerosollerdir. İnsanlar rodent ısırması sonucu da infekte olabilmektedirler.”
Hastalığın neden Silivri Cezaevi’nde görüldüğü ise söz konusu makalede şöyle anlatıldı: “Bu rodent daha çok meşe, kayın ağaçlarının bulunduğu ormanlık alanlarda yaşamaktadır. Geriye dönük yaptığımız araştırmada olgumuzun çalıştığı iş yerinin (Silivri Cezaevi) bulunduğu mevkinin yakınlarında, meşe ağaçlarından zengin ormanlık alanların bulunduğu öğrenildi.”

KIRIM KONGODAN DAHA TEHLİKELİ

Konu üzerine görüşlerine başvurduğumuz makalenin yazarı Doktor Yunus Oktay Atalay hastalığın nedenine ilişkin şöyle konuştu: “Tam kesin bir şey söylemek mümkün değil. Mevcut hastalığa ilişkin farelerden şüphe edilebilir. Cezaevinin yeterince güneş almaması, iyi havalandırılmaması hastalığı hazırlamış olabilir.” Makaleyi Türkiye’de söz konusu vakayla tekrar karşılaşacak doktorlara deneyim olması için yazdıklarını söyleyen Atalay, kendilerinin hastaya izole odalarda baktıklarını, hastanın yaşadığı yerlerde virüsün bulaşma riskine karşılık önlem alınması gerektiğini söyledi.
Hantavirüsler üzerine çalışan Böcek Uzmanı ve Ziraat Yüksek Mühendisi Derya Ulaşoğlu, Hantavirüsün Kırım Kongo ile aynı aileden olduğunu söyledi. Ulaşoğlu, “kanamalı ateşe neden oluyor. Kemirgenlerin ısırması dışında hava ve toz yoluyla da bulaşıyor. Daha tehlikeli olmasının nedeni bu. Hastalığın yayılmasında Silivri Cezaevi’ndeki hijyenik olmayan şartlar da etkili” ifadelerini kullandı. Ulaşoğlu hastalığın önlenmesi için yapılması gerekenleri şöyle anlattı: “Profesyonel olarak plastik kaplarla fare kontrolü yapılmalı. Temizlik işini profesyonel şirketler devralmalı. İstenirse alınması gereken tedbirleri hiçbir karşılık beklemeden gider raporlarım.”

Odatv.com

'Ergenekon'da 20'den fazla müebbet istemi
18 MART 2013



Türkiye'de Ergenekon adıyla anılan davada, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, emekli Orgeneral Hasan Iğsız, Orgeneral Nusret Taşdeler, gazeteci Tuncay Özkan'ın da aralarında bulunduğu 20'den fazla sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmasını istendi.
Ergenekon davasında, iddia makamı esas hakkındaki mütalaasını mahkemeye sundu.

Mütalaayı okuyan savcı Mehmet Ali Pekgüzel, ''Ergenekon terör örgütünün varlığının sabit olduğu anlaşılmıştır'' dedi.

Savunma avukatlarından Hüseyin Ersöz, savcılığın, mütalaasını Darbeleri Araştırma Komisyonu raporuna dayandırdığı suçlamasını getirdi.

Savcı Pekgüzel, Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, İnönü Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, emekli Orgeneral Hasan Iğsız, Prof. Dr. Erol Manisalı, Prof. Dr. Kemal Gürüz, Orgeneral Nusret Taşdeler'in de aralarında bulunduğu 20'den fazla sanığın TCK'nın 312/1'inci maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmasını istedi.

Savcı, gazeteci Tuncay Özkan için de ağırlaştırılmış müebbet cezası talep etti.
Arslan'a 4 kez müebbet istemi

Savcı, bunun yanı sıra 2007'de Ergenekon soruşturmasının başlatan, Ümraniye'de bombaların bulunduğu evde oturan Ali Yiğit'in ve sonradan Ergenekon davasıyla birleştirilen Danıştay saldırısıyla ilgili tutuksuz sanıklar Süleyman Esen ile Salih Kunter'in beraatini istedi.

Savcı ayrıca, Sedat Peker, Semih Tufan Gülaltay, Mehmet Bora Perinçek, Ali Yasak, Emin Şirin, Güler Kömürcü Öztürk ve Tanju Güvendiren'in de aralarında bulunduğu 96 sanığın “Ergenekon terör örgütüne üye olmak” suçundan 7.5 yıldan 15'er yıla kadar hapisle cezalandırılmalarını talep etti.

Danıştay saldırısının faili Alparslan Arslan'ın "darbeye teşebbüs" ve "kasten adam öldürmek" suçlarından 2'şer kez olmak üzere toplam 4 kez müebbet hapsi istendi.

Bedrettin Dalan ve Turan Çömez'in de aralarında bulunduğu 5 firari sanığın dosyalarınınsa ayrılması talep edildi.

Savunma avukatı Hüseyin Ersöz'ün tepkisi

Burada asıl vahim olan konu ne yazık ki savcılığın 'Ergenekon terör örgütü' noktasında bir değerlendirme yaparken, görüşlerini yasama organı tarafından ve yürütme organının da içinde temsilcilerinin bulunduğu Darbeleri Araştırma Komisyonu'nun raporuna dayandırması. Bu çok vahim. Yürütme erkinin tamamen siyasi saiklerle yapmış olduğu bir değerlendirmenin baz alınması hukuk devletlerinde pek eşine rastlanabilecek bir durum değil. Biz iddia makamının esasa ilişkin mütalaasını hazırlarken çok sağlam hukuki argümanlar sunacağını düşünmüştük. Aynı zamanda kamuoyunda Ergenekon davasıyla ilgili çok ciddi eleştirilere yanıt olan bir mütalaa bekliyorduk... Savcılığın, iki yıldır kaçmamış, duruşmalara gelmiş, taleplerde bulunmuş kişiler hakkında yakalama kararı talep edilmesinin Ceza Muhakemeleri Kanunu'na pek uygun düşmediğini belirtmem gerekiyor.
BBCT

Mütalaadan Sürpriz Çıkmadı: Yazarlarımıza Hapis İsteği
Açık İstihbarat
19/03/2013

Mütalanın en dikkat çeken özelliği, 2008 yılında yazılan iddianamenin hemen hemen aynısı olması. Yani, 5 yıllık yargılama sonucunda, savcıların hiç bir olay ve kişi hakkında görüşü değişmedi, hiç bir delil ve hiç bir savunma en küçük bireysel suçlarda bile savcıların kanaatlerini değiştirmelerinde etkili olmadı.

Yazarlarımız Behiç Gürcihan ve Fatma Sibel Yüksek hakkında da değişik hapis cezaları istendi.

***********

5 yıldır süren "Ergenekon" davasında savcılar dün esas hakkındaki mütaalayı açıkladı. Sahte deliller, gizli tanıklar, savunmanın engellenmesi, sanık delillerinin dikkate alınmaması ve tutuklululuğun cezaya dönüşmesi ile geçen 5 yılın sonunda savcılar, "Ergenekon" adlı bir terör örgütü bulunduğu kanaatına vardılar.

Mütalanın en dikkat çeken özelliği, 2008 yılında yazılan iddianamenin hemen hemen aynısı olması. Yani, 5 yıllık yargılama sonucunda, savcıların hiç bir olay ve kişi hakkında görüşü değişmedi, hiç bir delil ve hiç bir savunma en küçük bireysel suçlarda bile savcıların kanaatlerini değiştirmelerinde etkili olmadı.

Savcılar, yıllardır tartışılan ve attığı iftiralar sayesinde AKP'den milletvekilliği kapan Şamil Tayyar'ın bir zamanlar isim loto oyunu haline getirdiği meşhur "1 numarayı" da açıklamadılar.

"Örgüt adına TSK'ya sızmak" suçlamasıyla tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hakkında "örgüt yöneticisi" suçlamasından son dakikada vazgeçildiği, Başbuğ'a "darbeye teşebbüsten" müebbet istenmesine karar verildiği, mütalaa okununca anlaşıldı. Böylece, 1 numara koltuğu yine boş kaldı.

Bir zamanların büyük tartışma konusu olan ve "Ergenekon örgütünün" en temel dayanağı olarak gösterilen meşhur şemanın da esamisi okunmadı.

"Ergenekon terör örgütü"nde silahlı ve kanlı eylem boyutunun eksik kaldığı anlaşıldıktan sonra davaya eklemlenen Danıştay Davası'nın önemli sanıklarından Osman Yıldırım'a da ağırlaştırılmış müebbet, yargılandığı konudan değil, sürpriz bir maddeden geldi. Savcıların "Osman'ım" diye hitap ettiği Osman Yıldırım, İlker Başbuğ ve diğer üst düzey askerlerle birlikte "darbeye teşebbüsten" suçlı görüldü! Yıldırım hakkında "Danıştay ve Cumhuriyet gazetesinin bombalanması olayında sanıkları vazgeçirmeye çalıştığı" gerekçesiyle beraaat istendi. Mahkemenin Yıldırım hakkındaki "darbe" suçlamasını "mesnetsiz" bulması ve bu sanığın beraat etmesi bekleniyor.

Aralarında asker, sivil, gazeteci, yazar, hukukçu ve öğretim üyesinin bulunduğu 96 kişi hakkında da 5 ilâ 15-20 yıl arası hapis cezası istendi.

Bu kapsamda, sitemizin sahibi ve daha önce aynı dava kapsamında 1 yıl cezaevinde yatan Behiç Gürcihan hakkında 7.5 ilâ 15 yıl arası ceza istenirken;

Hiç gözaltına alınmamış ve mahkeme tarafından henüz sorgusu yapılmamış olan yazarımız Fatma Sibel Yüksek hakkında "örgüt üyeliği" iddiası ile 5 ilâ 10 yıl hapis cezası istendi.

Açık İstihbarat

“Mirzabeyoğlu ve Hilmioğlu ölüme gidiyor”
26 Mart 2013



CHP MALATYA MILLETVEKILI VELI AĞBABA, İBDA-C DAVASINDAN HAPISTE BULUNAN SALIH MIRZABEYOĞLU VE ERGENEKON’DAN TUTUKLU FATIH HILMIOĞLU’NUN ÖLÜME GITTIĞINI SÖYLEDI.

CHP Malatya Milletvekili ve Meclis Cezaevlerini Araştırma Komisyonu Üyesi Veli Ağbaba, katıldığı programdacezaevlerindeki muamele ve yaşam koşullarına dair önemli açıklamalarda bulundu.
Vali Ağbaba, CNN TÜRK’te yayınlanan ‘Aykırı Sorular’ programında, Türkiye’de cezaevlerinde yaşananları değerlendirdi. Cezaevlerinde kalan yüzlerce tutuklumahkumla görüşen komisyonda görev yapan Ağbaba, cezaevlerindeki muamele ve yaşam koşullarına dair önemli açıklamalarda bulundu.
Ağbaba en ilginç açıklamalarıysa çocuk mahkumlara yapılantecavüz iddialarıyla gündeme gelen ve kapatılan Pozantı Cezaevi hakkında yaptı. Cezaevinde kalan çocuklara işkence, taciz ve tecavüzde bulunulduğunu belgelerle ortaya çıkardıklarını belirten Ağbaba, görev yapan cezaevi görevlilerinin bu soruşturma neticesinde hiçbir ceza almadığını aksine müdürlerin terfi ettirildiğini söyledi.
Hizbullah, Ergenekon, Balyoz, İBDA-C ve DHKP-C gibi çeşitli davalardan mahkum ya da tutuklu durumda olan, siyasi fark gözetmeksizin herkese ulaşmaya çalıştıklarını söyleyen Ağbaba, bazı mahkum ve tutuklulara dair çarpıcı örnekler verdi.
İBDA-C davasından hapiste bulunan Salih Mirzabeyoğlu’nun ölüme gittiğini belirten Ağbaba, Ergenekon’dan tutuklu Fatih Hilmioğlu’nun da aynı durumda olduğunu dile getirdi. Meclis Cezaevlerini Araştırma Komisyonu Üyesi Veli Ağbaba, lösemi hastası bir yabancı mahkumun, raporlara rağmen ülkesine iade edilmeyip cezaevinde öldüğünü, şizofreni hastalığı 11 raporla kanıtlanmış bir mahkumun da hala cezaevinde tutulduğunu söyledi.
http://www.iha.com.tr/mirzabeyoglu-ve-hilmioglu-olume-gidiyor-268959-haber

Balyoz'da bir tutuklama daha: Emekli Albay Ahmet Gökhan Rahtuvan tutuklandı
02 Nisan 2013
Balyoz davası kapsamında,dosyası ayrılan ve hakkında yakalama emri çıkarılan emekli Albay Ahmet Gökhan Rahtuvan tutuklandı.

İstanbul 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan ara celseye katılan Rahtuvan'a, hakkında 15 Şubat 2012'de çıkarılan yakalama emri okundu.

Ahmet Gökhan Rahtuvan ilgili duruşmayı bugün öğrendiğini belirtti ve savunma yapabilmesi için 2 gün süre talebinde bulundu.

Ancak mahkeme heyeti, suçun vasıf ve mahiyeti, dosyadaki delil durumu, kuvvetli suç şüphesi gerekçesiyle Rahtuvan'ın tutuklanmasına karar verdi.

Ana davadan ayrılan dosya kapsamında 31 Ocak 2013'te yapılan ilk duruşmada, emekli Albay Ahmet Gökhan Rahtuvan ile birlikte diğer firari sanık Yüzbaşı Ali Göznek'in yurt dışına çıktıkları bildirildiğinden, haklarında kırmızı bülten çıkartılarak aranmalarına hükmedilmişti.
TRT

Madem güçlüsünüz, bu korku niye?
Can Dündar
09.04.2013



Madem iktidar partisi sürekli oyunu artırıyor, madem muhalefetin esamesi bile okunmuyor, madem halk, hükümetten memnun, yakınmıyor, o halde niye en küçük eleştiriye karşı bu tahammülsüzlük?

“Sinemam yıkılmasın” diyene, adalet isteyene bu gaddarlık niye?
Yaşlı genç, çoluk çocuk demeden, her itirazı olanı biber gazına, tazyikli suya boğmak niye?
Madem işler yolunda, bu korku niye?
Haksızlığın öfkesi, hesap sorulur korkusu olmasın bu?

* * *
Günlerdir “Ergenekon” davasının “Esas Hakkında Mütalaa”sını okuyorum.

2271 sayfa... Oku oku bitmiyor.

20 yerde adım geçiyor, örgütle ilgili ilk kitabı yazdığımızdan bahsediliyor.

“Ergenekon” kitabında adını koyduğumuz örgüt, davanın iddianamesinde de kitaptakine benzer ifadelerle suçlanıyor:

“Ergenekon terör örgütü en başta, ‘derin devlet’ ifadesi ile anılan, ülkemizde birçok kanlı eylemler gerçekleştiren, gerçekleştirdiği bu eylemlerle ciddi kriz, kargaşa, anarşi, terör ve güvensizlik ortamı oluşmasını amaçlayan ve bunu kısmen de olsa başararak ülkemizin gelişme ve kalkınmasının önünde engel olan bir örgüttür”.
İddianamenin üzerinden 4,5 yıl geçti, o arada birbiriyle alakasız 20 dosya birleştirildi, sonunda savcı müjdeyi verdi:

“Ergenekon’un varlığının sabit olduğu anlaşılmıştır.”
Ne beklersiniz?

Bizim kitapta yaptığımıza benzer bir tarihçe vermesini, örgütün dış bağlantılarını göstermesini, ne zaman, nasıl, nerede kurulduğunu ortaya sermesini, örgütün lider kadrosunu ve finans kaynaklarını belgelemesini değil mi?

Ama yok.

Kim kime telefonda Başbakan’ı kötülemiş, kimler hükümeti devirmeye niyet etmiş, bunlar var; ama örgütün lideri de yok, iddianamede bahsedilen “kanlı eylemleri” de...

Türkiye’yi darbeye sürükleyen 16 Mart, Balgat, Bahçelievler katliamları yok mesela; Doğan Öz, Abdi İpekçi, Kemal Türkler cinayetleri yok.

Öldürülen Kürt işadamları, yakılan köyler, faili meçhul cinayetler, derin devletin suikast işi verdiği tetikçiler yok.

Susurluk yok.

Bir tek faili belli Danıştay saldırısı var; o kadar...
Okudukça, “İnsanlar bu suçlamalardan mı yıllardır tutuklu tutuluyor” diye soruyorsunuz.

* * *
Nerede hukuk bu kadar çiğnense, nerede adalet bunca gecikse, nerede bir dava bu kadar politikleşse orada insanlar ayağa kalkar.
Haklı da olurlar.

Bu tepkiyi anlamak, davayı hızlandırmak, sanıkları tutuksuz yargılamak yerine tepki gösterenleri polisle, askerle dövmeye, suya, gaza boğmaya kalkarsanız öfkeyi ve cepheyi büyütür, “Ölmek var, dönmek yok” noktasına getirirsiniz.

Dün olan budur.

Biber gazının adaletsizliğe iyi geldiği tarihte görülmemiştir.
Mahkeme ne derse desin, bu dava vicdanlarda kaybedilmiştir.

* * *
Orada yargılananların bir kısmının suçsuzluğuna kalben inandığım gibi, bir kısmını da daha önceki yazılarımda çokça suçladığım sır değil.

Muhtemelen onların arasında da zamanında elinde tuttuğu kudretle başı dönenler, o kudret ilelebet sürecek zannedenler, en küçük eleştiriyi şiddetle ezenler olmuştur.

Ama bakın, gün geldi, kudret bitti, hukuk onlara da gerekti.

Adalet, bugünün kudretlilerine de lazım olur bir gün...

Siyasi adalet başka, ilahi adalet başka yazılıyor çünkü..
Milliyet

Eski istihbaratçı Sabri Uzun, Ergenekon, Balyoz, Oda TV davalarının “fos”
11.04.2013



TBMM Telekulak Komisyonuna bilgi veren Emniyet İstihbarat eski Başkanı Sabri Uzun, Ergenekon, Balyoz, Oda TV gibi davaların ‘’Fos olduğunu’’ Tuncay Güney’in emniyet ifadesine eklemeler yapıldığını öne sürdü. Uzun, Türkiye’deki yasa dışı dinlemelerin de devlet görevlilerince yapldığını iddia etti.

‘’Hırsız içerdeyse kilit işe yaramaz’’ sözünü tekrar eden Uzun, Şemdinli’de Umut kitapevine atılan bombanın ardından, iki Astsubay ve bir itirafçının yakalanması üzerine, Meclis Şemdinli Komisyonuna bilgi vermiş ve “Örgütün üstlenmediği eylemler, meçhul bir şeydir. Başka bir güç bu anormalliği yapıyor demektir. Hırsız evin içinde olursa, kilit işe yaramaz” demişti.

Uzun, Telekulak Komisyonunda da benzer tanımlamalar yaptı. Yasa dışı dinlemelerin tamamının devlet görevlilerince yapıldığını iddia ederek, ”Ben karaktersizsem yasa dışı dinleme yapılır. Başbakan’ın odasına böcek konur. Ama karakterliysem kimse koyamaz ve faili meçhul de kalmaz. İlker Başbuğ, Işık Koşaner ve Hakan Fidan’ın konuşmaları da internetten yayımlandı. Bu nasıl oldu? Bu güç bende değil ve bunu yakalayamıyoruz. Bu bir utançtır, ayıptır” dedi.

TUNCAY GÜNEY’İN İFADESİ

Uzun, 2001′de İstanbul’da gözaltına alınan Tuncay Güney’in Ergenekon hakkında bilgi verdiğini, ifadenin değiştirilip, bu kişiye bazı sanatçıların da isimlerinin söyletildiğini, bunların CD’ye yüklenerek bir kamu kurumuna gönderildiğini iddia etti.

Uzun, 2005-2006’da ihbarların başladığını, ihbar mektubunu yazan ile bunu inceleyen müfettişlerin ortak bir üst iradeye bağlı olduğunu söyledi ve ”Bu, devlet iradesi de siyasi irade de değil’’ dedi. 14 Haziran 2001′de İstihbarat Daire Başkanı olduğunda önüne bir şema geldiğini de belirten Uzun şunları söyledi:

”Bu şema bulunursa, Ergenekon, Balyoz, Oda TV gibi davaların hepsinin fos olduğu ortaya çıkar. Şemanın en üstünde Çetin Doğan vardı. 22 ya da 25 kişiydi. Tuğgeneral rütbesinin altında kimse yoktu. Bu şemaya esas teşkil eden Tuncay Güney’in ifadesiydi. Namusum üzerine söylüyorum ki şemada olan hiçbir isim o ifade tutanağında yoktu. Şema İstanbul’dan geldi. İstanbul’daki İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler’e sordum. ‘Biz göndermedik’ dedi. Sonra baktım, bu ifadeyi veren Tuncay Güney’in Hasdal Kışlasında astsubaylıktan subaylığa geçmiş Murat isimli kişiyle özel ilişkileri var. Tuncay Güney’in özel hayatıyla ilgili yasa dışı dinlemeler yapılmış, elde edilen bilgiler şantaj unsuru olarak kullanılmış.”
Kaynak; Yurt Gazetesi

Başbuğ'dan Bir Teşbih Hatası; Bir Taktik Hamle
Açık İstihbarat
13.07.2013



İlker Başbuğ, tutsak olduğu Silivri'den bir mektup yazdı kamuoyuna açık.

Kendisini Mithad Paşa ve yargılanmasını Mithad Paşa'nınki ile kıyaslayan bu mektup medyada yer bulsa da; Arabesk filmindeki Şener Şen'in sürekli tekrarladığı "terkedildim" serzenişinden öte bir anlam ifade etmeyen, "haksızlığa uğradık" boyutunun ötesinde ele alınmadı.

Halbuki bu mektubun en önemsiz boyutu ; "Ergenekon"'daki hukuk katliamını tarihteki bir örneği ile karşılaştırması idi.

Hukuk tarihimiz "Ergenekon"'daki hukuk katliamı ile boy ölçüşebilecek yüzlerce dava ile dolu.

Bu açıdan yaklaşırsanız kendinizi İskilipli Atıf Hoca'dan , Deniz Gezmiş'e ; Malta sürgünlerinden, Adnan Menderes'e; Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'den Nazım Hikmet'e kadar bir çok tarihi şahsiyetle özdeşleştirebilirsiniz.

Başbuğ'un bu kadar olası seçki içerisinde Mithad Paşa ile özdeşleştimesi aynı anda hem manidar, hem de talihsiz bir seçimdir.

Başbuğ'un bu tercihi bilinçli ise vahimdir, bilinçli değilse daha da vahimdir.

Tarihi, lise tarih kitaplarındaki klişelerden üzerinden okuduğunuz noktada, Abdülhamid "gerici" , Mithad Paşa "ilerici"'dir ve , Abdülhamid "istibdat" yönetimi peşindeyken, Mithad Paşa, "anayasa" peşindedir.

Halbuki; gerçek resim bu klişelerin ötesinde bir derinliğe sahip ve bir ülkenin Genelkurmay Başkanlarının da, Başbakanlarının da bu derinliğe hakim olmasını bekleme hakkımız var.

Başbuğ'un kendisini Mithad Paşa'ya benzetmesindeki çarpıklıklara gelirsek:

1) Mithad Paşa, İngiltere-Fransa ekseninde, Batı'ya hizmet seviyesinde angaje olmuş, günümüzün Batı vesayeti altında palazlanan siyasetçi tiplemesinin birebir örneğidir.

2) Mithad Paşa; yine bu Batıcı vesayetin en vücud bulmuş şekli olan komplocu şebeke Masonluğun üyesidir.

3) Mithad Paşa; aynen bugünkü Türkiye'yi bölünme sürecine sokan zamane "AB-açılım" süreçlerinin baş hamilerindendir.

4) Harp okullarına Rumların alınması için çabalamıştır.

5) Yargılanacağını öğrenince sığınmak için önce İngiliz, sonra Fransız konsolosluğunun yolunu tutmuştur.

Diyeceksiniz ki; Başbuğ değil midir, Harp Okullarında yaptığı konuşmada AB'yi savunmak adına..

"İstediğimiz zaman geri alabileceksek ; egemenliğimizin bir kısmını devretmeyi tartışabilmeliyiz"

cümlesini kuran.

Bu yönü ile Başbuğ; Mithad Paşa'nın Batı'dan medet uman tarihsel miyop zihniyetinin doğal uzantısıdır.

Ama Başbuğ, her halükarda Mithad Paşa'dan daha onurlu bir adamdır ki, tutuklanacağını bile bile hiç bir yere sığınma ihtiyacını hissetmemiştir.

Başbuğ'un teşbihindeki bir diğer sakınca, kendisini Mithad Paşa'ya benzetirken, Tayyip Erdoğan'ı Abdülhamid ile aynı kefeye koyma hatasına düşmesidir.

Abdülhamid'i yeniden okuma gereği, onu yüceltme veya şeytanlaştırmanın ötesinde, bütün siyasi kerteriz noktaları birbirine girmiş Türk siyasi hayatının kodlarını yeniden mantıki bir çerçeveye oturtmak için şart.

Abdülhamid'i yeniden okumak; İslamı ahlaksızlıklarına kılıf yapanların aynı şekilde Osmanlıyı ülkeyi satışlarına kılıf yapmalarına engel olmak için şart.

Abdülhamid'i yeniden okumak; Türkiye'de siyasetin matematiğini de, ruhunu da paçozluktan kurtarıp, tarihsel tutarlılığı ve sürekliliğe sahip bir zemine oturtmak için şart.

Abdülhamid'i yeniden okumak; Tayyip Erdoğan'ı Abdülhamid, kendini Mithad Paşa zannetmemek için şart.

Zira Türkiye'yi parçalama sürecinin baş mihmandarı Tayyip Erdoğan ile , imparatorluğu birarada tutma çabasının stratejisti Abdülhamid'in uzaktan yakından alakası yoktur.

Başbuğ'un bu mektupla tarihi bir teşbih hatası yaptığı tezini bir kenara bırakıp, bu mektupla bir başka taktik amacı olduğu tezine yöneldiğimizde ise karşımıza mektuptaki şu cümle çıkıyor:

"Midhat Paşa’ya yurt dışına çıkması tavsiye edildi. II. Abdülhamid’in padişahlığa getirilmesinde başrol oynayan Paşa, Padişahın kendisine bir kötülük yapabileceğini düşünemiyordu."

Başbuğ'un Abdülhamid yerinde koyduğu Tayyip Erdoğan'a mesajı açık:

"Senin iktidarını pekiştirmene destek verdim ama sen beni sattın.Bana bu kötülüğü nasıl yaptın"

Halbuki aynı Başbuğ, bir kaç ay önce bir televizyondaki röportajdaki sözleri nedeni ile teşekkür etmişti.

Bu teşekkür mektubundan bugüne ne değişti de, Başbuğ tarihi bir teşbih üzerinden Erdoğan'a sitem ve hatta uyarma noktasına geldi.

Anlaşılan; Erdoğan'ın altındaki zeminin kayması ile birlikte, Erdoğan'ın verdiği sözleri yerine getirememe riskinin arttığını gören Başbuğ, Erdoğan'ı uyarma ihtiyacı hissetti.

Bu mektuptaki mesaj ; Erdoğan'ın ve Başbuğ'un ne kadar yakın çalıştığını bilenler için daha bir anlamlı.

Fidan'ın gözaltına alınması çabasını kendisine karşı bir tehdit olarak gören Erdoğan'ın bundan önce aynı tehlikeyi Başbuğ gözaltına alındığında hissettiğini bilenler için de bu mektuptaki mesaj çok anlamlı.

Erdoğan yolun, Başbuğ sabrının sonuna geldi.

Başbuğ'un elinde Erdoğan'a karşı oynayabileceği çok fazla koz olmadığı kanaatindeyiz. Fakat Erdoğan'a karşı cephenin genişlediği bir ortamda, Başbuğ'un mektubu aynı zamanda bu odaklara Erdoğan cephesini terk etmeye hazır olduğunun bir işaret fişeği.

Belki bu bağlamda, İngiltere'nin adamı Mithad Paşa benzetmesinin bir anlamı var.

Ağustos şurası öncesinde, Necdet Özel'in karargahtaki kuşatılmışlığını/yalnızlığını , Erdoğan'ın devletin tepesindeki kuşaltılmışlığı/yalnızlığı ile paralel düzlemde okursak; Başbuğ'un bu mektubu tarihi teşbihte bir hata yapıyor olsa da, taktik olarak kendi açısından doğru bir hamleye denk düşüyor.

Başbuğ Mithad Paşa'ya benzemediğinin farkında mı..

Sanmıyoruz...

Bu tarihsel resimde Mithad Paşa'ya benzeyen biri var ise o da Tayyip Erdoğan.

Tayyip Erdoğan Abdülhamid'le uzaktan yakından olmadığının farkında mı...

Sanmıyoruz...

Devlet'in tepesini ayrıştırıp birbirine düşürenlerin Abdülhamid'in tarihte nereye , Mithad Paşa'nın nereye denk düştüğünden haberleri var mı?

Kesinlikle..

Açık İstihbarat

TGB Başkanı gözaltına alındı
03 Ağustos 2013



Türkiye Gençlik Birliği (TGB) Başkanı Çağdaş Cengiz, evinde süren yaklaşık 10 saat aramaların ardından gözaltına alınarak emniyete götürüldü. Gözaltına alınmanın sebebebinin Ergenekon davasının karar duruşması öncesine denk gekmesi dikkat çekti

Çağdaş Cengiz 'in polisler eşliğinde elleri kelepçeli olarak evinden çıkartılışı sırasında Çağdaş Cengiz 'e destek olmak için evinin önünde toplanan yaklaşık TGB 'li grup ile polis arasında kısa süreli arbede yaşandı.

Çağdaş Cengiz polis aracına bindirildiğinde grup, polis aracını yumruklayarak ve tekmeleyerek tepki gösterdiler. Çağdaş Cengiz'in evinde saat 06.30 sıralarında başlayan aramalar, saat 16.30 sıralarında son bulurken, gözaltına alınan Cengiz, Vatan Caddesi'ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.
haber1001

Balyoz: Yargıtay generallerin cezasını onadı
Sinan Onuş
Ankara
9 EKİM 2013



Temyiz incelemesini tamamlayan Yargıtay 9. Ceza Dairesi, "Balyoz Planı Davası'na ilişkin tarihi kararını açıkladı.

Gerekçeli kararını öğleden sonra yayımlayan Daire, eski Hava Kuvvetleri Komutanı Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek ve eski 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın da aralarında bulunduğu 361 sanıktan 237'sinin cezalarının "düzeltilerek onanmasına" karar verdi.

Cezası onanan kişiler arasında MHP Milletvekili Engin Alan da yer aldı.

Alan'ın hakkındaki kararın kesinleşmesiyle birlikte milletvekilliği de hukuken düştü.

Yargıtay'da görülen ve ilk darbeye teşebbüs davası olan Balyoz Planı Davası için sabah saatlerinden itibaren Güvenpark ve Vekâletler Caddesi çevresinde yoğun güvenlik önlemleri alındı.

Tarihi davayı izlemeye gelen çok sayıda sanık yakını ve basın mensubu Yargıtay önünde hazır bulundu.
Duruşma salonuna girmeden önce avukatlara beyaz, basına sarı, sanık yakınlarına da mavi renkli, üzerinde Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve barkod bulunan yaka kartları dağıtıldı. Yaka kartı olmayanlar ise duruşmaya alınmadı.

Ekrem Ertuğrul başkanlığındaki 9. Ceza Dairesi heyetinin TSİ 10.10'da yerini almasıyla birlikte salonda heyecanlı bekleyiş başladı.

Başkan Ertuğrul, iki sayfalık karar metnindeki sanık isimlerini tek tek okumaya başladı ve öncelikle 36 sanık için yerel mahkemenin verdiği beraat kararının onandığını açıkladı.

Ardından yine isimlerini tek tek okuduğu 25 sanık için "cezalandırılmasında yeterli, her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı" gerekçesiyle kararın bozulduğunu bildirdi.

63 sanığın eylemlerinin ise "Suç için anlaşma suçu kapsamında kaldığı ve ceza verilmesine yer olmadığı" gerekçesiyle bozulduğunu, tutuklu bulunanların da tahliye edilmesine karar verildiğini ifade etti.

Haklarındaki mahkumiyet kararı bozulan toplam 88 sanık için İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yeniden yargılama yapılacak.

Ayrıca yine bu 88 sanık arasında tutuklu bulunanlar serbest bırakılırken haklarında yakalama kararı çıkarılanların da yakalama kararları geri alınacak.
Kısa süreli sevinç yerini tepkiye bıraktı.

Balyoz davasının ana hatları

Dava, 20 Ocak 2010’da Taraf gazetesinin bir haberiyle gündeme gelmişti.

Haberde İstanbul'da iki camiye bombalı saldırı düzenlenmesi ve Yunanistan'ın bir Türk uçağını düşürmekle suçlanmasının planlandığı ileri sürülüyordu.
İlk duruşma 16 Aralık 2010'da yapıldı.

250'si tutuklu 365 sanığın yargılandığı dava bir buçuk yıldan fazla sürdü.

Bugünkü temyiz duruşmasında 361 sanıktan 237'sinin cezaları onandı. 36 sanık beraat etti. 88 sanık hakkında verilen kararlar bozuldu.

Eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan'a verilen 20 yıl hapis cezaları onandı.

MHP Milletvekili Engin Alan hakkındaki 18 yıl hapis kararının kesinleşmesiyle birlikte milletvekilliği de hukuken düştü.

İlk kararların "bozma" şeklinde olması salonda kısa süreli sevinç yarattı.

Ancak Başkan Ertuğrul aralarında eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek, eski Hava Kuvvetleri Komutanı Halil İbrahim Fırtına'nın da bulunduğu 237 sanık için verilen kararın onandığını açıklayınca sevinç bir anda yerini hüzne bıraktı.

Salonda ağlayanlar dikkat çekerken kimi sanık yakınlarının da mahkeme heyetini yuhalayarak, "Allah belanızı versin. Sizin çocuklarınız da inşallah bir gün 16 yıl aldığınızı görür" diye bağırdıkları işitildi.

Yargıtay binası önünde toplanan yaklaşık 100 kişi ise kararın açıklanmasının ardından "Hainler Meclis'te komutanlar hapiste", "Kahrolsun AKP diktatörlüğü", "Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek" sloganları attı. Grup daha sonra olaysız bir şekilde dağıldı.

Sanık avukatlarından Hüseyin Ersöz de Twitter'dan hayal kırıklığını yansıtan bir mesaj yayımlayarak, "Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkımızı kullanacağız ama hukuka olan inanç ciddi anlamda sarsılmıştır" dedi.
Nasıl başladı?

"Balyoz Darbe Planı" ilk kez 20 Ocak 2010'da Taraf gazetesinin "İstanbul'da iki camiye bombalı saldırı düzenlenmesi ve Yunanistan'ın bir Türk uçağını düşürmekle suçlanması suretiyle darbe ortamı yaratılacağı" gibi iddialar içeren haberiyle gündeme gelmişti.

Haberde yer alan iddialar üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca soruşturma başlatılmıştı.
Hazırlanan iddianame İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmiş, ilk duruşma ise 16 Aralık 2010'da yapılmıştı.

250'si tutuklu 365 sanığın yargılandığı dava bir buçuk yıldan fazla sürdü.

21 Eylül 2012'de biten davada, 325 sanık ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilmiş ancak "eksik teşebbüs" gerekçesiyle cezalarında indirime gidilmişti.
Mahkeme, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan'a ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası vermiş ancak gerekçeyle birlikte cezalarını 20 yıla indirmişti.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından bugün mahkumiyet kararları onanan çok sayıda sanık ise yerel mahkeme tarafından 13 yıl 4 aydan 18 yıla kadar hapis cezalarına çarptırılmıştı.
BBCT


En son Ekim tarafından Çrş Ekm 09, 2013 10:35 pm tarihinde değiştirildi, toplam 6 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Mar 11, 2013 8:42 pm    Mesaj konusu: Jandarma, Mahkeme heyeti önünde avukatları darbetti Alıntıyla Cevap Gönder

Ergenekon davasında jandarma, mahkeme heyeti önünde avukatları darbetti
11 MART 2013



BBC'den Rengin Arslan'ın haberi:

Ergenekon'da gergin duruşma

Ergenekon davasının Silivri'de bugün yapılan duruşmasında, mahkeme salonunda avukatlara yönelik fiziki müdahale gerçekleşti.

Jandarmanın mahkeme başkanı Hasan Hüseyin Özese'nin emriyle dışarı çıkarmak istediği avukat Celal Ülgen, tansiyonunun yükselmesi nedeniyle rahatsızlanırken, İzmir Barosu'ndan avukat Murat Ergün de benzer nedenle ambulansta müşahede altında tutuldu.



Mahkeme heyeti ve avukatların arasındaki tartışmanın nedeni ise, mahkeme heyetinin, avukatlardan 120 milyon sayfalık belgelerle ilgili görüşlerini 15 dakikada sunmalarını istemesi.

Darp edildiklerini söyleyen avukatlar Celal Ülgen ve Hüseyin Ersöz, mahkeme heyetinin emriyle ve onların huzurunda jandarmaların ve çevik kuvvet görevlilerinin avukatlara müdahalede bulunduğunu söylüyor.

Ülgen, "Mahkeme, 120 milyon sayfa belge için 15 dakikada görüşünüzü açıklayacaksınız dedi. Bu imkansızdır. Bize 94.000 sayfa belge 15 gün önce teslim edildi. Bunun bu sürede incelenmesi de mümkün değil. Ama mahkeme bugüne kadar gelen bütün belgeler için söz verdiğini söyledi" dedi.



Ülgen bunun üzerine mahkemenin süreyi esnetmesi halinde avukatların buna saygı duyacağını söylemek üzere "usül hakkında" söz istediğini aktarıyor.

Ancak Ülgen söz istedikten sonra konuşma fırsatı tanınmadığını ve bu tür bir uygulamanın hukuka aykırı olduğunu belirtiyor.

"Bir avukat özellikle usul hakkında söz istediğinde hiçbir mahkeme, 'ben söz vermem' diyemez. Bu arada askerlere 'Celal Ülgen'i dışarı çıkarın' dendi" dedi.
Celal Ülgen bunun üzerine revire kaldırıldı.

Ergenekon davasında darp edilen bir başka avukat Hüseyin Ersöz de mahkeme heyetinin CMK 216. madde uyarınca avukatlara söz verdiğini açıkladığını söylüyor.

Bu maddeye dayandırılan gerekçe; dosyanın tamamı hakkında, delillerin tartışılması kapsamında söz verilmesi anlamına geliyor.
Ersöz, avukatlar Celal Ülgen ve Murat Ergün çıktıktan sonra da olayların devam ettiğini aktarıyor.

Ersöz, "Murat Ergün'ün stajyer avukatı duruşmaya ara verildiği sırada ipad'iyle görüntü aldığı iddiasıyla jandarma tarafından dışarı çıkarılmak istendi."

Ersöz, "İlk kez mahkeme heyeti salondayken çevik kuvvet görevlilerinin içeri girdiğini, stajyer avukatı almak için avukatlara müdahale ettiğini" söylüyor.
Hüseyin Ersöz, "Mahkeme başkanının bizzat isim vererek kimlerin zorla dışarı çıkarılması gerektiğini söylediğini" aktarıyor.

Darp edilen avukatlar fiziki müdahale ile ilgili rapor aldıklarını ve Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.
Ersöz'ün aktardığına göre, bugün duruşmadaki olayların ardından sanıklar da, "delillerin tartışılması için verilen 15 dakikalık sürenin yeterli olmadığı ve sözlerini delillerin tartışılması aşaması kapsamında dile getirmedikleri" beyanında bulundu.

Balbay'ın mikrofonu kapatıldı

Bu arada sanıklardan, Cumhuriyet gazetesi yazarı, CHP izmir Milletvekili Mustafa Balbay konuşurken, mikrofonu mahkeme başkanının talimatıyla kapatıldı.

Balbay tanık talebiyle ilgili söz verdiğini söyleyen Mahkeme Başkanı Özese'ye "Ben şu anda delillerle ilgili talepte bulunuyorum. Delillerin hukuka aykırılığı konusunda tanık dinlenilmesini talep ediyorum" dedi.
Özese'nin sözlerine kesmesi üzerine Balbay "Şu anda burada hukuk ayaklar altına alınıyor, milli irade ayaklar altına alınıyor" diye tepki gösterdi.
Başkan Özese, Mustafa Balbay'ın mikrofonunu kapattırdı.

Behiç Gürcihan'a Hatırlatma : "12 Eylül" ve Amcalarınız
Serdar Ant

Behiç Gürcihan’ın “Tolga Örnek'e Açık Mektup: Her Sakallıyı Hacı; Her Üniformalıyı Amca Zannetme” (Açık İstihbarat, 22.9.2012) başlıklı yazısını kâh içim burkularak kâh gülümseyerek okudum.

Öncelikle belirtmeliyim ki Behiç Gürcihan’ı tanımam. Bir kere bile olsa bir araya gelip konuşmuşluğumuz, herhangi bir tanışıklığımız yok. Açık İstihbarat isimli sitede yayınlanan yazılarını okurum ara sıra… Gazeteci Fatma Sibel Yüksek ile evli olduğunu, Ergenekon davası kapsamında bir ara gözaltına alınıp bir süre tutuklu kaldığını, ama şu anda tutuksuz yargılandığını biliyorum, o kadar… Onun Tolga Örnek’le olduğu gibi, kendisiyle bir ortak geçmişimiz de yok tabii…

Benim de babam bir askerdi, ama ben “paşa çocuğu” değilim. Geçmişte babamın görevi nedeniyle yurtdışında, mesela Napoli’de bulunma imkânına sahip olamadığım için, “İtalya’nın nimetlerinin peşinden koşma” gibi bir durumum da olmadı hiç… Ama çocukluk ve gençliğimin tamamı Gölcük gibi bir ortamda geçtiğinden askeriyeyi biraz da olsa bilirim. Bu bağlamda Tolga Örnek’i ve ailesini, uzaktan da olsa tanıdığımı söyleyebilirim.

Behiç Gürcihan, Tolga Örnek’e açık mektubunu yazarken Napoli günlerinden ve eski Yugoslavya’nın parçalandığı dönemden bahsediyor.

Öyle anlaşılıyor ki tanışmaları ve arkadaşlıkları o yıllara dayanıyor. Yani 1990’lı senelere… O yılları 20’li yaşlarda delikanlılar olarak yaşamış olmalılar. Gürcihan,

“Babalarımız NATO emrinde AFSOUTH karargâhından Yugoslavya'yı parçalarken, bizim güle oynaya İtalya'nın nimetlerinin peşinde koştuğumuz günler…”

dediğine göre, o dönemde dünyada olan bitene karşı kaygısız kaldıklarını, daha doğrusu bugün olduğu gibi bir bilince sahip olmadıklarını da itiraf etmiş oluyor bir bakıma. Bir tür özeleştiri yapıyor kendince… Bunu eleştirmek için yinelemiyorum.

Ama çocukluk ve gençlik yıllarımızda hangimizin dünya umurundaydı ki? Hele ki “İtalya’nın nimetleri” ayaklarınızın altına serilmişken kim takar Yugoslavya’yı? Babanız Washington’da askeri ateşe ise, Türkiye’de olup bitenler sizi çok mu ilgilendirir sanki? Neyse…

Benim Tolga Örnek’i ve ailesini “tanımam” ise daha eskiye dayanıyor.

1970’li yılların ikinci yarısı, 1980’lerin başına… 12 Eylül öncesi ve sonrasının karanlık yıllarına yani… Aslında buna “tanımak” denilebilir mi, bilmiyorum. Tolga Örnek daha kısa pantolonla dolaşırken, aynı mahallede ve aynı apartmanda oturmuştuk Örnek ailesiyle… Ben ve kardeşim, Tolga ve Burak’tan 5-6 yaş kadar büyüktük, ama aynı okula aynı askeri servislerle gittik, Yüzbaşılar Mahallesi’nin sokaklarında koşturduk durduk, bağlardan kiraz aşırdık, 8. Sokak’ın o ünlü deresinde oyuncak “kayık” yarıştırdık. Dünyadan bîhaber olduğumuz çocukluğumuzun o avare yıllarında, yaşamımız kısa bir dönem de olsa çakıştı Tolgalarla...

Özden Örnek, daha o yıllarda parmakla gösterilen bir subaydı.

Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, o seneler binbaşı ya da yarbay idi galiba, ama geleceğin Deniz Kuvvetleri Komutanı olacağı söylenirdi hep… Öyle derlerdi, biz çocuklar da büyüklerimizin konuşmalarından duyardık bu lafları. Kimi günler, gecenin bir saatinde apartmanın kapısı önünde bir askeri aracın durduğunu ve o saatte Özden binbaşıyı alıp gittiğini görürdük. Kısacası parlak bir subaydı, soyadı gibi “örnek” bir askerdi.

Eşi “Sevil teyze” de anımsayabildiğim kadarıyla “burnu Kaf dağında” bir insan değildi. Sonradan bu alçakgönüllü yapısı değişti mi, bilmiyorum. Ama askerlerin dünyasında subay ve astsubay aileleri arasında nasıl bir “uçurum” olduğunu o ortamda yaşayanlar gayet iyi bilirler. Buna rağmen benim anımsadığım “Sevil teyze” böyle bir insan değildi. Annemlerle görüşürler, karşılıklı ev gezmelerine gelip giderlerdi. Bayramlarda ziyaretimize de gelirlerdi, aradaki rütbe farkına falan bakmadan…

Biz çocuklar, böyle bir ortamda büyüdük işte… Türkiye kan ve ateş denizinde çalkalanır, her gün 15—20 kişi “anarşi ve terör” ortamında can verirken, bizler böyle bir sahte cennette yaşıyorduk.

Ne “sağ”dan haberimiz vardı, ne “sol”dan…

Hatta Türkiye’de olup bitenleri bile bilmezdik. Hem yaşımız böyle şeyleri anlamak için çok küçüktü, hem de yaşadığımız ortam bunların bize ulaşmasını engelliyordu.

Türkiye’nin içine sürüklendiği bu batağın, Behiç Gürcihan ve Tolga Örnek’in babalarının 1990’larda “NATO emrinde AFSOUTH karargâhından Yugoslavya'yı parçalarken” yaşananların bir ön habercisi, belki de bir provası olduğunu o yıllarda nereden bilebilirdik ki?

Türkiye’nin bir “istikrarsızlaştırma operasyonu” ile nasıl faşizme sürüklendiğini, generallerin müdahale için koşulların olgunlaşmasını nasıl sabırla beklediklerini, 12 Eylül darbesiyle olacaklardan, darbenin gerçekleşmesinden çok önce Amerikan askeri kaynaklarında nasıl bahsedildiğini yıllar geçtikten sonra öğrenebildik ancak…

Behiç Gürcihan, Tolga Örnek’e yazdığı açık mektupta “TSK'nın bittiği an, babanın mahkûm edildiği an değildir” diyor ve ekliyor:

“Ben sana TSK'nın bittiği anları hatırlatayım. Sizlerin o yere göğe sığdıramadığı, özel sohbetlerinizde çok büyük adam olarak lanse ettiğiniz Hilmi Özkök, askerinin başına çuval geçiren ABD büyükelçisini ballı börekli Genelkurmay'da ağırladığı gün TSK bitti... "Amca" dediğin Yaşar Büyükanıt, Bush'un konuşmasını dinlemek için Ortaköy'de Bush'un korumalarına elini açıp kontrol ettirdiği gün bitti... Sizlere desteğini hiç bir zaman esirgemeyen Çevik Bir, bu ordu ile milletin arasına 28 Şubat'la Cumhuriyet tarihinin en karanlık perdesini çektiği gün bir kez daha bitti TSK…”

İnsan, şu satırları okuyunca sormadan edemiyor:

Bu kadar basit mi?

Behiç Gürcihan, bugün, 1990’larda olduğu gibi “İtalya’nın imkânlarının peşinde koştuğu” yıllarda değil artık. Dediği gibi, “o günler geride kaldı.” Belki o yıllarda, bugün olduğu kadar bilinçli ve duyarlı bir insan değildi. Ama bugünkü Behiç Gürcihan için aynı şey söylenebilir mi?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Eylül’de nasıl bir rol oynadığını görmezden gelerek “TSK "biteli" 10 seneyi geçti” şeklindeki sığ bir değerlendirmeyle gelişmeleri açıklamaya çalışmak, Tolga Örnek’a “açık mektup” yazan Behiç Gürcihan’ı inandırıcılıktan yoksun kılar, o kadar...

Hatta ne 12 Eylül’ü, TSK’nın bitiriliş öyküsünü çok daha gerilere uzatmak da olasıdır. Ve eminim ki bu sürecin dönüm noktalarını Behiç Gürcihan da en az benim kadar iyi bilmektedir.

Dünya askeri darbeler literatürüne “bizim çocuklar” (our boys) olarak geçen 12 Eylül’ün faşist generalleri kimi temsil ediyorlardı ki?

12 Eylül akşamı ABD Başkanı Carter’ı arayan Dışişleri Bakanı,

“Mr. President, Türk Ordusunun komuta heyeti Ankara’da yönetime el koydu. Herhangi bir kaygıya gerek yok. Kimler müdahale etmesi gerekiyorsa onlar müdahale etti”

derken, kimi kastediyordu acaba?

6 Kasım 1983 seçimlerinden hemen önce Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri Bakanı Alexander Haig, Org. Evren ile 14 Mayıs 1982’de yaptığı görüşmede

“Türkiye, NATO’nun ötesinde bir önem taşır. İyi bilirsiniz ki, Washington’da dostlarınız vardır. Başkan Reagan durumu gayet iyi kavramıştır. Başarınız için her desteği verecek. Sizin başarınız bizim de başarımız sayılır”

derken ne demek istiyordu acaba?

ABD Başkanı Jimmy Carter’ın, 1985’in Temmuz ayında Cumhuriyet muhabiri Ufuk Güldemir’e söylediği

“Asıl zorlandığım konu, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına entegrasyonunu sağlamak olmuştu. Gerçi bu sorun sonraları daha kolay çözüldü. Biraz General Rogers sayesinde. Sayın Evren ile çok yakın dosttu. Sayın Evren’in, çok takdir ettiğim bu güçlü liderin, iyi niyetli yaklaşımı olmasaydı, bu sorun çözülemezdi. Yıllarca uğraşıp, vaatler yapıp, telkinlerde bulunup başaramamıştık, ama dostlukla oldu. 1980 Harekâtı olmasaydı, bu mümkün olmazdı”

şeklindeki sözleri, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ne zaman bitirildiği konusunda bir fikir vermiyor mu acaba?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bitirilmesi ve “milletin ordusu” olmaktan çıkıp bir “NATO kuvveti” haline gelmesini içeren süreçte, Behiç Gürcihan için 90’lı yıllar öncesinin bir önemi yok mu peki?

Tolga Örnek’e seslenirken Hilmi Özkök’ten, Yaşar Büyükanıt’tan, Çevik Bir’den bahsediyor ve bu generallerin oynadığı rolü eleştiriyor. İyi de bu paşalar 90’lı yıllar öncesinde ne yapıyorlardı? Ay’da mı yaşıyorlardı!

12 Eylül döneminde Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Harekât Başkanlığı’nda çalışıyordu. Ne yapıyordu orada?

Darbenin nasıl yapılacağı, kimlerin gözaltına alınacağı, nerelerde işkence tezgâhları kurulacağı, kimlerin vatandaşlıktan çıkarılacağı, milletin anadilinin nasıl yasaklanacağı ve daha böyle bir sürü “ince” işin planlamasıyla mı ilgileniyordu acaba?

“Bizim çocukların” lideri Kenan Paşa, yıllar sonra gazeteci Yavuz Donat ile yaptığı söyleşide Yaşar Büyükanıt hakkında şunları söylüyordu:

“Henüz ihtilal yapmamıştık... Ben Genelkurmay Başkanıydım... Yaşar Paşa, yarbay rütbesi ile Genelkurmay Harekât Başkanlığı'nda çalışıyordu... Dikkatimi çekti... Ve yanımdaki komutanlara dedim ki: Bu yarbaya dikkat edin... İstikbal vaat ediyor... İleride büyük komutan olacak."

Kenan Paşa’nın, Behiç Gürcihan’ın hedef tahtasında olan Hilmi Özkök için verdiği referans da sağlam:

“1980'de biz ihtilali yaptığımızda, Hilmi Paşa, yarbay rütbesindeydi... Milli Güvenlik Kurulu'nda görev yaptı. Çok sevdiğim bir komutan... Çalışkan, bilgili... İyi yabancı dili var. Deneyimli.”

Çevik Bir’e ise hiç değinmiyorum. 12 Eylül döneminde Kenan Evren’in yaveri olarak görev yaptığını gösteren fotoğrafları daha birkaç ay önce basında hepimiz gördük.

Behiç Gürcihan Tolga Örnek’e yazdığı mektupta, 1990’lı yılları kastederek “Babalarımız NATO emrinde AFSOUTH karargâhından Yugoslavya'yı parçalarken” diyor… 1990’da bunları yapan babalarınız, 1980 darbesinde neler yapıyordu peki?

Behiç Gürcihan, bu konuda bir açıklama yapar mı bilmiyorum, ama 12 Eylül öncesi ve sonrasında, örneğin Özden Örnek’in hangi görevlerde bulunduğunu özgeçmişinden öğrenebiliyoruz:

“1978'den itibaren iki yıl süre ile Donanma Komutanlığı Harekât ve Eğitim Şube Müdürü olarak çalıştı. 1982'de ABD Deniz Komuta Kolejinden mezun oldu. 1982'de yılında Albay olan Örnek, aynı yıl Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekât Şube Müdürlüğüne atandı.”

Hiçbir yorum yapmıyorum!

Bugün Balyoz operasyonu ve davası ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bir temizlik yapıldığından ve “Mustafa Kemal’in askerleri”nin Türk ordusundan tasfiye edildiğinden, “kangren olan kolun” kesildiğinden bahsediliyor. Gel de sorma şimdi:

Kimdir bu “Mustafa Kemal’in askeri” olanlar?

12 Eylül döneminde Yaşar Büyükanıt, Hilmi Özkök, Çevik Bir gibi geleceğin “parlak” subaylarıyla beraber aynı kurmay kadrosunu oluşturanlar mı?

ABD’nin “bizim çocuklar” (our boys) olarak tanımladığı beş generalin, 12 Eylül faşist darbesi sırasında gözü kulağı, eli ayağı değil miydi bu kişiler?

Balyoz davasında yargılananların ya da 1990’larda “NATO emrinde AFSOUTH karargâhından Yugoslavya'nın parçalanmasında” görev alanların, 12 Eylül döneminde nerelerde, neler yaptığına bir bakılsa, oldukça çarpıcı sonuçlara ulaşılır herhalde…

Örneğin, birkaç yıl önce Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan Org. Işık Koşaner’in 1978’de Kara Harp Akademisi’nden mezun olduktan sonra Özel Kuvvetler Komutanlığı emrinde kurmay subay olarak çalışması gibi…

Ne ilginçtir ki, 12 Eylül ve darbe soruşturması yapanlar, Işık Paşa’nın o yıllardaki deneyimlerine ve tanıklığına başvurmuyorlar nedense…

Bugünlerde bir “Mustafa Kemal’in askerleri” lafıdır gidiyor.

İyi de “Mustafa Kemal’in askeri” olarak tanımlanan bu generallerin ağzından en son ne zaman “ya istiklal ya ölüm” sözünü duydunuz?

Bu paşaların görev yaptıkları süre içinde, Anadolu’nun göbeğine kurulmuş Amerikan üslerine karşı en ufak bir tepkisi oldu mu?

“NATO’ya karşı en ufak bir eleştirileri oldu mu?” diye sormuyorum, çünkü hepsi NATO karargâhlarında görev yaparak, ABD’deki Askeri Kolejlerde ya da Kraliyet Akademilerinde eğitim alarak yükseldiler ordu içinde…

Türkiye’nin AB’ye üye yapılacağı masalıyla ekonomide, siyasette, hukukta, dış politikada, kısacası yaşamın her alanında ödün üstüne ödün vererek AB kapısında uşak yapılmasına karşı en ufak bir karşı çıkışı oldu mu, bu “Mustafa Kemal’in askerlerinin”?

Türkiye ekonomisi Dünya Bankası memurlarına teslim edilip IMF reçetelerinin uygulanması sonucu milyonlarca insan açlık ve sefalet denizinde kulaç atar hale düştüğünde, başta Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ana ikmal kaynağı olan TÜPRAŞ olmak üzere kamu varlıkları bir avuç asalağa peşkeş çekilirken bu paşaların aklına “Mustafa Kemal’in askeri” olmanın gerektirdiği sorumluluk geldi mi hiç?

MGK toplantılarında bu konularda eleştirel tek söz ettiler mi mesela?

OYAKBANK satılırken bile susulmadı mı?

“Mustafa Kemal’in askeri” olanlar, silah arkadaşları Org. Bitlis’in kuşkulu bir kaza ile yaşama veda etmesine hiç tepki gösterdiler mi?

Muavenet batırıldığında neden mezar gibi sessizdiler? Kuzey Irak’taki kukla devleti kuran Çekiç Güç, Anadolu’nun göbeğinde konuşlandığında, her 6 ayda bir, bu emperyalist kuvvetin görev süresinin uzatılması için MGK’da onay verenler bu “Mustafa Kemal’in askerleri” değil miydi?

Türk askerinin terörist yatağı Kuzey Irak’a adımını atması yasaklanmışken, Afganistan’dan Lübnan’a kadar uzanan coğrafyada ABD’ye taşeronluk yapmasını sineye çekenler kimlerdi?

Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bir tasfiyeden bahsediliyor.

Peki, 12 Eylül döneminde, Atatürkçü ve solcu kaç subay atıldı TSK’den?

Bugün gerçekleşen tasfiyeyi şimdi birileri nasıl seyrediyorsa, Yaşar Büyükanıtlar, Hilmi Özkökler, Çevik Birler de 12 Eylül döneminde Atatürkçü ve solcu subay kıyımını seyretmediler mi?

Büyük bir ihtimalle o listelerin hazırlanmasında bile rol oynamışlardır!

İşte şimdi tasfiye edilenler de, 12 Eylül’de Özköklerin, Büyükanıtların silah ve dönem arkadaşı olan kurmaylar değil miydi? Bugün de tasfiye edenler tasfiye ediliyor!

Kısacası sustunuz, sıra size de geldi en sonunda!

Ve bütün bu olanlara rağmen, Behiç Gürcihan “TSK "biteli" 10 seneyi geçti” diyor!

Hangi 10 sene? Bilgi dağarcığınızda ve belleğinizde “12 Eylül” diye bir olay yok mu sizin?

Atatürk,

“Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ordusu, istilâlar yapmak veya saltanatlar kurmak için şunun, bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir. İnsanca ve müstakil yaşamaktan başka gayesi olmayan milletin aynı ideale bağlı ve yalnız onun emrine tabi ve sadık öz evlâtlarından mürekkep muhterem ve kuvvetli bir heyettir”

diyordu. Oysa artık Yugoslavya’dan Afganistan’a, Lübnan’a kadar uzanan coğrafyada emperyalizme hizmet sunan Türk Silahlı Kuvvetleri, sadece son 10 yıldır değil, çok daha uzun bir süredir milletin ordusu değildir ne yazık ki…

“İstilâlar yapmak veya saltanatlar kurmak için şunun, bunun elinde ihtiras aleti” haline getirilmiştir.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “milli ordu” olmaktan çıkışı, Behiç Gürcihan ile Tolga Örnek’in “İtalya yıllarının”da, hatta benim çocukluk dönemimin de gerisine uzanır.

Ama bugünkü iktidar savaşını yerli yerine oturtmamızı sağlayacak bu arka planı görmezden gelir ve hikâyeyi sadece 10 yıl öncesinden başlatırsanız, sonunda “amcalarınıza” tepki göstermenin de ötesine geçemezsiniz! Oysa bütün o “amcalar”, ABD’nin “bizim çocuklar” takımının üyesidirler.

Madem babalarınızın Yugoslavya’nın parçalanmasında rol oynadığını kabul edecek kadar gerçekçi bir bakışa eriştiniz, o zaman o “amcalar” ve 12 Eylül döneminde silah arkadaşı olan günümüzün “Mustafa Kemal’in askerileri”(!) o dönemde neler yaptıklarının, daha doğrusu ne tür olayların yapılmasına tanık ve aracı olduklarının da hesabını versinler.

http://www.acikistihbarat.com/haberdetay.aspx?id=10175

Rengin Arslan Silivri'den bildiriyor: Ellerinde bayraklar
8 NİSAN 2013



Konuştuğum kişilerden biri üniversitede öğrenci, birisi emekli öğretmen, bir başkası ev hanımı... Biri "yurtseverler hapiste, devlet teröristle görüşüyor" diyor; bir başkası, "Bu barikat kim için kuruldu? Elimizde taş mı var sopa mı?" diyerek tepkisini gösteriyor.
Silivri en gergin günlerinden birini yaşıyor. Öğleden önce göstericilere sıkılan biber gazının fiziksel etkisi esen rüzgar sayesinde azalsa avukatlar, milletvekilleri ve tabii ki göstericilerin "ruh hali" üzerindeki etisi sadece bugün değil, uzun süre kalacak gibi.



Silivri duruşma yerleşkesinin dışında geceden kurulan barikatların arkasında kalan kalabalığın tek bir talebi var. Silivri'de yıllardır görülen ve çok sayıda sanığın tutuklu yargılandığı davaya yönelik tepkilerini dile getirmek.



Sabah yediden itibaren Silivri Yerleşkesi önünde toplandılar. Üzerlerindeki naylon yağmurluklar, hava koşullarından çok "TOMA koşullarına" yönelik gibiydi. Silivri'de daha önce de kitlesel eylem yapan göstericeler biber gazı ve tazyikli suya maruz kalmıştı ne de olsa...

'O Duvarınız'

Barikatların arkasında ise hem jandarma hem polis var. Barikatın önünde ise kurulmuş bir kürsüde konuşmalar yapılıyor. Sık sık "İmralı" kelimesi geçiyor konuşmalarda. MİT ve İmralı'da hapis PKK lideri Abdullah Öcalan arasında yapılan görüşmelere tepkiler var.

Sık sık slogan atıyor binlerce kişi. "Kahrolsun Amerikan emperyalizm" en çok atılan sloganlar arasında. Bazen şiir okunuyor, bazen türküler söyleniyor hep bir ağızdan.



Kürsüden biri Nazım Hikmet'in "O Duvar" isimli şiirini okutuyor kalabalığa. "O duvar o duvarınız vız gelir bize vız" en yüksek sesle söylenen dizesi oluyor. "Ankara'nın taşına bak" türküsü söyleniyor hep bir ağızdan.

Duruşma öncesinde görece sakin olan meydanda, İstiklal Marşı okuyor kalabalık. Barikatın arkasındaki, dinlenmek için oturmuş birkaç jandarma var. İstiklal Marşı okunmaya başlayınca onlar da fırlayıp kalkıyorlar ayağa.
Bundan yaklaşık bir saat sonra duruşma salonunda ve barikatların arkasında aynı anda başlayan "gerginlik" bütün atmosferi değiştiriyor.
Mahkeme salonunda CHP milletvekilleri ve Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı Atilla Sertel, gazetecilere ayrılan bölüme gazetecilerin ve milletvekillerinin geçişine izin verilmemesine tepki gösteriyor.

Mahkeme salonu

Sertel sık sık, "Sayın başkan" diye söze başlayarak talebini dile getiriyor. CHP milletvekili Mahmut Tanal, pek çok sanık yakını, avukat ve gazetecinin dışarıda kaldığını, boş sıralara oturmalarına izin verilmesini istediğini söylüyor.

CHP milletvekili Bülent Tezcan Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese'ye, "Bu adalet bir gün size de lazım olacak" diyor. Mahkeme salonundaki izleyiciler bu konuşmaları sık sık alkışlıyor.

Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese ise bugün böyle bir düzende karar kıldıklarını söylüyor. Tartışma sona ermiyor.

Bu sırada dışarıdan gelen gaz kokusu binanın içine sızıyor. Duruşmaya ara veriliyor.

Barikatlara biber gazına maruz kalan göstericiler ise yıkılmış barikatların arkasında sloganlar atmaya devam ediyor. En önde gençler var, kolları kenetli. Karşılarında ise gaz maskelerini takmış jandarma.

Protestolar

Konuşmalar yapılıyor. Kararlılık, "hukuksuzluğa karşı tepki" dile getiriliyor.
Toplu şekilde açıklama yapan avukatlar ise savunmanın daha adil ve daha özgür bir ortamda yapılmasının savunma aşamasındaki mahkeme süreci için elzem olduğunu söylüyor.

Ankara Barosu yönetim kurulu üyesi Erol Aras yaptığı açıklamada, bugüne kadar avukatların bu dava sürecinde çok kez aşağılandığını, geçen duruşmada tartaklandığını söylüyor; başka davalarda yargılana avukatları hatırlatıyor.

Davayı izleyenler arasında çok sayıda CHP milletvekili, Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Ercan İpekçi, İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, İstanbul Barosu eski Başkanı Turgut Kazan da bulunuyor.

11 Nisan Perşembe günü yapılacak duruşmada neler olacağı bilinmiyor ama bugünün etkisi hem içeridekilerin hem dışarıdakilerin öfkesini biraz daha bilediği kesin...
BBCT

Yargıtay'ı Beklerken
Y. Ziya Toker
16.04.2013

Merhabalar,

Silivri’nin demir parmaklıklarının ardından, beton duvarlarının içinden MEMLEKETİM Polatlı Ankara’ya kucak dolusu selamlar.

1980 yılında Hava Harp Okulundan, 1992 yılında Hava Harp Akademisinden mezun oldum. TSK ve NATO’ da çeşitli görevlerde çalıştıktan sonra 2006 yılında kendi isteğimle emekli oldum. Dedem; 7 yıl Birinci Dünya Savaşında Arabistan cephesinde ve İstiklal savaşında savaştığı için madalyalı İstiklal Savaşı gazisi, Babam; Kunuri savaşında katılmış madalyalı Kore gazisi, ben de Bosna Savaşının icra edildiği İtalya’da NATO Hava Harekat Merkezinde görev yaptım ama 11.02.2011 tarihinden beri kendi ülkemde tutsak edildim.

Asrın dijital komplosu “Balyoz”davasından tam 2 yıldır tutukluyum. 2003 yılında Kurmay Albay rütbesinde ve Hava Harp Akademisi Plan Program Şube Müdürü olarak, Akademi ders plan ve programlarını, giriş sınavlarını hazırlamaktan sorumlu Şube Müdürü olarak görev yapmaktaydım.

Harp Akademilerinden; Kara Harp Akademisi ve Deniz Harp Akademisi Komutanı hariç, Komutan ve komuta kademesinin tamamı, Öğretim Elemanları ve öğrencilerden 25 karacı, 8 denizci, 15 havacı subay, 1 bayan sivil memur yargılanmış ve cezalandırılmıştır.

VARSAYIMLARA BAĞLI ASRIN DİJİTAL KOMPLOSU

İnsanlık tarihi boyunca unutulmayan büyük davalar vardır. Sokrates davası (M.Ö. 400 yıllarında), Galileo’nun yargılanması (1633 yılında), Dreyfus Davası (1894-1906 yılları) bunların en ünlüleridir.

Bu davalarda suçlananların uğradıkları haksızlıklar ve yaptıkları savunmalar, insanlık tarihinin belleğinde birer hukuk abidesi olarak yer almıştır. Onları suçlayan savcılar ve onları mahkûm eden özel mahkemeler ise olumsuz yönleriyle ve yaptıkları haksızlıklar ile ibret hikayesi olmuşlar ve lanetlenmişlerdir.

Türk adalet tarihinde hukuk dışı uygulamaları ile yerini alan Balyoz davası; bu davaları çağrıştırmakta ama bana göre en çok Dreyfus davasına benzemektedir. İmzasız sahte düzmece ve kendine gösterilmeyen bir belgeye dayanarak davanın açılması, özel yetkili mahkemede yargılamanın yapılması, bilirkişi heyetlerinin incelemesi, basının, devletin kurum ve yöneticilerinin tutumları karşılaştırılabilecek özellikleridir.

Dreyfus Davası

1894-1906 yılları arasında, Fransız kamuoyunun ikiye bölünmesine neden olan, hukuka aykırı siyasal bir davadır. Fransız gizli haber alma servisinin; çift taraflı ajan olarak çalışan bir bayanın, Paris’teki Alman askeri ataşesinin kâğıt sepetinde yaptığı öne sürülen bir araştırmada, “Fransız Milli Savunmasına ait gizli belgelerle ilgili imzasız bir mektup bulunduğunu”açıklamasıyla başlamıştır.

Bir Fransız binbaşı konuyu araştırmakla görevlendirilmiş ve emrine “el yazısı” uzmanı iki kişi görevlendirilmiştir. Bu uzmanlar mektuptaki el yazısının “Dreyfus”un el ürünü” olduğuna dair rapor vermişlerdir.

Bu imzasız kâğıttaki yazının, el yazısına benzerliği iddiasıyla Fransız ordusunda subay olan Yüzbaşı Dreyfus casuslukla ve vatana ihanetle suçlandı.

1894’te Dreyfus’un rütbesi söküldü ve cezaevine konuldu. Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nde yargılanan Dreyfus, kendisine gösterilmeyen belgelere dayanılarak ömür boyu hapisle cezalandırıldı ve bir adaya sürgüne gönderildi.

Ünlü Fransız yazarı Emile Zola, 1898 yılında Fransız Cumhurbaşkanı’na hitaben “Suçluyorum”başlığıyla yazdığı mektubu L’Aurore adlı gazetede yayımladı.

Zola, kamuoyuna açık bu mektubunda, Dreyfus’u kanıt olmaksızın mahkûm ettiği için Genelkurmay Askeri Mahkemesi’ni ağır bir dille suçluyordu. Kamuoyunun baskısı sonucu Dreyfus’u suçlayan belge yeniden teşkil edilen bilirkişi heyetine gönderildi ve Dreyfus davasının esasını oluşturan, imzasız belgenin sahte olduğu ispatlandı.

Bu sahte belgeyi düzenleyen Albay dayanamayıp intihar etti. Yargıtay davanın yeniden bakılmasına karar verdi.

1899’da Dreyfus, Harp Divanı’nca yeniden yargılandı. Bu kez hafifletici sebeplerle, ömür boyu hapis cezası 10 yıl hapse çevrildi. Kamuoyu baskısıyla kısa bir süre sonra serbest bırakıldı, ancak hâlâ suçlu sayılıyordu.

Fransa devleti Dreyfus’ a “AF”önerdi. Dreyfus kabul etmedi.

Mahkemede aklanmak istediğini söyledi. Aydınların baskısı devam etti.

1904’te Dreyfus davasının yeniden bakılması kararlaştırıldı ve 1906’da Fransız Yargıtayı tarafından Dreyfus’u mahkûm eden ilk karar iptal edildi. Dreyfus aklandı, bütün hakları iade edildi, yeniden orduya alınarak “Legion D’honneur”nişanı ile ödüllendirildi.

Bu davaya bakan ve Dreyfus’u haksız yere mahkûm eden mahkeme heyeti, sahte belgeyi düzenleyenler, taraflı bilirkişiler ve bilerek doğruyu söylemeyenler bütün dünyada lanetlendi.

Balyoz Davası

Bu dava; uzun saçlı kendisini emekli vatansever bir subay olarak tanıtan ancak kim olduğu araştırılmayan meçhul birinin bir bavulla bir gazeteye “darbe belgeleri”getirdiği iddiası ile başlamıştır.

Söz konusu gazete, 20 Ocak 2010 tarihinde “Fatih Camii Bombalanacaktı”, “Kendi Jetimizi Düşürecektik”manşeti ile belgelerin doğruluğunu araştırmadan kamuoyuna kara propagandayı başlatmıştır.

29 Ocak 2010 tarihinde bu gazetede çalışan bir gazeteci söz konusu belgeleri bavulla özel yetkili savcılığa teslim etmiş ve savcılık soruşturması başlamıştır.

Emniyet ve TUBİTAK’tan alınan teknik bilirkişi raporları eksik ve yanıltıcı olmasına rağmen, 20 Şubat 2010 tarihinde canlı TV yayını eşliğinde TSK personelinin evlerine, işyerlerine 20-25 kişilik polis baskınları yapılmıştır.

Dalga-dalga tutuklamalar birbirini takip etmiş, taksit-taksit iddianameler hazırlanmıştır.

“Geç gelen adalet, adalet değildir” özdeyişinin tam terside doğru çıkmış, “Hızlandırılmış adalet te, adalet olmamıştır”. Tamamen uydurma ve düzmece imzasız dijital verilerin dayanak yapılmasına, yeni görevlendirilen bilirkişilerin “bu dijital veriler sahtedir, 2003 yılında hazırlanması mümkün değildir” raporlarına, sanık ve tanıkların gazetede yayınlanmadan yani 2010 yılından önce “balyoz”diye bir plan duymadık demelerine rağmen yargılama tutuklu olarak devam etmiştir.

Yargılamanın çok önemli bir safhası olan delillerin değerlendirilmesi safhası atlanarak 325 kişiye 16-18-20 şer yıl cezalar verilmiştir.

Delillerin değerlendirilmesi safhası atlanmıştır, çünkü değerlendirilecek delil yoktur. Hatta söz konusu gazetenin basıldığı günkü birinci sayfada yayımladığı ve 2003 yılında bombalayacaklardı dediği camii ile ilgili bastığı şema 2007 programı ile hazırlanmıştır.

Temel İddialar

1 inci İddia; Sözde Darbe planları (BALYOZ, SUGA, ORAJ, SAKAL, ÇARŞAF, ORAK, TIRPAN, TESTERE) Ankara’daki Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarının haberi olmadan bir kısım Kara, Deniz, Hava, Jandarma personeli tarafından hazırlanmıştır.

Hazırlanan bu planlar CD-11 ve CD-17 ye seminerden önce ( 5 Mart 2003) kayıt edilmiştir ve bir daha değişiklik yapılmamıştır.

2 inci İddia; Hazırlanan söz konusu darbe planları 1nci Ordu Komutanlığında 5-7 Mart 2003 yılında yapılan seminerde üstü örtülü olarak görüşülmüştür.

Hüküm; İmzasız dijital veriler karara esas alınmıştır. Bu iki iddia ispatlanmak zorunda değildir. Dijital deliller hiçbir şekilde çürütülemez. Tüm mahkum olan sanıklar darbe planları ve sonuçlarından haberdardır.

Yani; sanık 365 kişi, mahkum 325 kişinin “ilk defa 2010 yılında basında çıkınca darbe planlarını duydukları” yönündeki emniyet ve savcılıkta verdikleri ifadeleri anlamsız, mahkemede sundukları deliller ve savunmaları itibarsız, 31 tanığın ifadelerini lüzumsuz, yurt içi ve yurt dışından aldıkları 26 adet bilirkişi raporlarını geçersiz sayılmış, seminer ses kayıtlarını duymazdan hazırlanan yansıları görmezden gelinmiştir.

Seminerin yapıldığından haberi olmayan hatta çoğunluğu 1 nci Ordu Karargahına hayatı boyunca gitmemiş 273 kişi (ceza verilen kişilerin % 83 ü) seminerden önce BALYOZ, SUGA, ORAJ, ÇARŞAF, SAKAL gibi sözde planları hazırlayıp 1nci orduya gönderiyorlar ama seminere katılmıyorlar.

Bunun yanı sıra, seminere katılan 110 kişi sözde darbeden bilgisi olmadan başka bir şey tartışıyor zannı ile seminerde fikir beyan etmiş, tartışmalara iştirak etmiştir. Hatta, seminerin bütün planlamasını yapan, ses kasetlerini dinleyip, sonuç raporunu hazırlayan plan subayları ve sivil bilgisayar memurları bile işin farkına varamamışlardır.

Örnek verirsek; 162 kişi spor salonuna gidiyorlar; 52 kişi basketbol maçı seyrederken aynı yerde bulunan 110 kişi futbol maçı seyrediyor zannıyla tartışmalara katılmıştır.

2007 yılında kurulan bir takımın maçını 2003 yılında izlediklerini iddia edenlerden de hiç bahsetmeye gerek yok burada.

Bu 2 iddia doğru kabul edilerek;

Uydurma olarak hazırlanan sahte planların ek, lahika veya cetvellerinde imza satırında ismi olanlar, içerisinde ismi geçenler, oluşturan, değiştiren, son kayıt eden, dosya adı gibi üst verilerinde ismi veya soyadı veya eşinin adı olanlar suçlu yapılmış ve TSK’ nın emekli ve muvazzaf personelinden 325 masum personeli en üst sınırdan cezalandırılmışlardır.

Ancak ismi olanların tamamı suçlu yapılmadığı gibi bir kısmının hiç ifadesine bile başvurulmamıştır.

Aynı hukuki duruma haiz sanıkların bir kısmı cezalandırılmış, bir kısmı beraat etmiş bir kısmının bu olaylardan haberi bile olmamıştır.

Yani, Anayasa’ nın eşitlik ilkesi, Hukuk devleti olma ilkesi, Hukuk’un; Kesin delil ilkesi, şüpheden sanık yararlanır ilkesi, masuniyet karinesi ilkesi sadece görmezden gelinen temel ilkelerdir.

Mahkeme heyetinin “cami bombalanması” ve “ uçak düşürülmesi” ile ilgili tek soru sormayacağına dair duruşmalardan önce diğer dava arkadaşlarımla iddiaya girdim ve ben kazandım.

Bu konularda “tek soru” sormadılar, soramadılar!

Çünkü iddiaların saçma ve düzmece olduğu çok belliydi.

Örneğin; Camilerin keşif planı olduğu ve 2003 yılında hazırlandığı öne sürülen belgede; camii etrafında 2006 yılında belediye meclisi kararı ile verilen sokak adları kullanılmış, 2007 yılında çıkan bilgisayar programı ile şema çizilmiş, olmayan yere metro hattı ve durağı konulmuş, 2010 yılında kullanılmaya başlanan emniyetli cep telefonunun kullanılması planlanmıştı.

Gerçeklerin üstü örtülemez.

Çanakkale savaşında öleceğini bile bile vatanını korumak için taarruz eden Mehmetçik gibi, emekli ve muvazzaf TSK personeli suçsuzluğuna o kadar inanıyordu ki tutuklanacağını bile bile Avrupa’dan, Asya’dan Afrika’dan Avustralya’dan kısaca dünyanın 4 kıtasından ilk uçakla mahkemeye geldi.

Tutuklandılar da… Daha da acı olanı tutuklanma gerekçelerinde “kaçma şüphesinin”de bulunmasıydı.

Türk milleti tarafından gerçeğin öğrenilmesi amacıyla yargılamanın TV’lerde yayınlanmasını mahkemeden talep ettik ve imza kampanyaları yapıldı. Ancak yayınlanma izni alınamadı.

Kamuoyu; gerçekleri dürüstçe yazan cesur birkaç gazeteci ve mahkemeye gelen dinleyiciler ile yavaş yavaş öğrenmeye başladı. Gerçekleri görenler gün gün çoğaldı. Görmek istemeyenlerin gözlerine ise sanki mil çekilmişti.

TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonuna “Balyoz Darbe Planının”da araştırılması için dilekçe verdik. Ancak kabul edilmedi. Hatta Komisyon üyesi olan bir milletvekilinin, eski bir Hava Generali olmasına rağmen.

Üstelik söz konusu generalin 2003 yılında üs komutanı olduğu hava üssünde görevli 3 havacı kurmay pilot albayın; sözde ORAJ Hava Harekat Planı faaliyetleri nedeniyle 16 şar yıl hapis cezası almasına rağmen. Üs Komutanından habersiz 24 saat birlikte olan astları; üste yeni bir filo kurup, darbe planları yapabilir mi?

Veya Kara Harp Akademisi komutanının haberi olmayan darbe planından, kaleminden başka silahı olmayan öğrencilerin haberi olması mümkün müdür?

Ya da akademide sivil bayan bilgisayar memurunun haberdar olup bu çalışmalara katılması mümkün müdür?

Yoksa böyle bir plan yeryüzünde yok mudur…

Türkiye’de ve Dünya’da tarafsız olanlar artık bu “davanın sahte ve 2007 yılından sonra hazırlanmış imzasız dijital verilere dayandığı” ve TSK’ nin ülke mukadderatında etkisizleştirildiği ve bir bölüm iyi yetişmiş yüksek eğitimli personelin tasfiye edildiği konusunda hemfikirdir.

Davanın başından beri savunma hakkımızın yok sayıldığı, adil yargılamanın yapılmadığı ve hukuki hiçbir talebimiz karşılanmadığı bu yargılamada, Avukatlarımız da çaresiz kalmış 3 Mart 2012 tarihinden itibaren duruşmalara katılmamışlardır.

Bunun yanı sıra; hukuku cesurca savunan başta İstanbul Barosu ve İzmir Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu üyeleri gibi memleketimizde hukuk devletine inanan, adaleti sağlamaya çalışan hukukçuların da olduğunu burada anmak istiyorum.

Bizler tarafından iğne ile kuyu kazılarak suç isnat edilen elektronik dijital verilerde 1957 adet hatalı, tutarsız, çelişkili zaman, mekan, olay ve kişi olgusu ortaya çıkarılmıştır.

Dijital verilerin sahteliği konusunda, ABD ve Almanya adli bilişimcilerinden ve yurdumuzun saygın üniversitelerinden alınan yeni bilirkişi raporları mahkemeye sunulmuş ve iddiaların tamamı bilimsel olarak çürütülmüştür. Ama adalet, matematiksel gerçekleri ve bilimi dikkate almamıştır.

Diğer taraftan; 1nci Ordu Komutanlığından çalınan ve içinde gerçek savaş planlarını, devlet sırlarını barındırdığı bilinen ve bugüne kadar tahkikat açılmayan CD’ler vardır. Bu CD’leri kimler çalmıştır?

Gazetede çoğaltılmış mıdır? Su anda kimlerin elindedir?

İstanbul ve İzmir’de “casusluk”adıyla bilinen davalar açılmasına rağmen aynı araştırma bu dava için neden yapılmamıştır?

Sözde BALYOZ Güvenlik Harekat Planı

Davaya adını veren “Balyoz Güvenlik Harekat Planı”nın bizzat kendisi Microsoft Office 2007 özelliklerine sahip programla yazılmıştı. Yani 2007 yılında icat edilen programla yazılan bir planın 2003 yılında hazırlanıp görüşülmesi mümkün değildi.

Sözde darbe ile ilişkilendirilen belgelerin yaklaşık yarısı olan 76 adeti “CALİBRİ”ve “CAMBRİA” yazı tipi ile yazılmıştır. Gerekçeli karardan sonra 7 Şubat 2013 tarihinde alınan yeni bilirkişi raporu eski raporları desteklemekte ve “ sahtecilik yapılmadan bu dosyaların 2003 yılında mevcut olmayan 2007 yazı tiplerini ihtiva etmesi mümkün değildir”.

Demektedir. Ayrıca, diğer 16 CD’nin aksine CD-11 ve CD-17 nin üzeri el yazısı ile değil makine ile yazıldığı bilirkişilerce tespit edilip mahkemeye sunulmuştur. Ancak bu gibi gerçeklere itibar edilmemiştir.

Planın içeriği de sahteciliği kanıtlamaktadır.

Örneğin sahte Balyoz Güvenlik Harekât Planının 5’nci maddesi "b" fıkrasında “Yedek Muhabere vasıtası”olarak Kral TV Mesaj Bant Sisteminin kullanılacağı belirtilmiştir.

Oysa "Kral TV Mesaj Bant Sistemi 2006 yılında faaliyete geçmiş olup, bu hususu kanıtlayan belge ilgili kurumdan alınarak mahkemeye sunulmuştur.

Gerçek askeri bir planda özel sektöre ait bir TV istasyonunun kullanılamayacağının ötesinde, olmayan bir sistemin yedek muhabere sistemi olarak, bir askeri plana yazılması ve 2003 yılında görüşülmesi mümkün değildir.

Sözde Balyoz davasının ek ve cetvellerinde 2003 yılında olması mümkün olmayan hatalı 2004 ila 2009 yıllarına ait çelişkili binlerce bilgi mevcuttur.

Bu bilgilerin bir kısmı 2003 yılından önce olmuş, bir kısmı ise hiç olmamış veya 2004-2009 yılları arasında meydana gelmiş olayları kapsamaktadır.

CD-11’ e en son kayıt edilen bilgi 2009 yılında Trakya Üniversitesine kayıt olmuş bir öğrenciye aittir.

Sahte ORAJ Hava Harekat Planı

“Balyoz Güvenlik Harekat Planı” sahte olunca zaten onun türevleri otomatik olarak sahtedir. “Ağacın bir meyvesi zehirli ise bütün meyveleri zehirlidir.”

“ORAJ Hava Harekat Planı” nın da bizzat kendisi Microsoft Office 2007 özelliklerine sahip programla yazılmıştı. Yani 2007 yılında icat edilen programla yazılan bir planın 2003 yılında hazırlanıp görüşülmesi mümkün değildir.

Sahte ORAJ Hava Harekat Planında ve onunla ilişkilendirilen lahika ve cetvellerde adı olan toplam 43 havacı personel yargılanmıştır. Bir emekli kurmay albay yaşananlar sonucunda kendi hayatına son vermiştir.

42 kişi ise 16-20 yıl ceza almıştır. Havacıların 17 kişi General rütbesinde ve çoğunluğu Hava Kuvvetlerinin geleceğinde söz sahibi olacak kurmay pilot albaylardır.

Hava Kuvvetlerinde cezalandırılan 2 kişi hariç her personele birer adet 2-3 satırlık sahte dijital veri konulmuştur.

Farklı şehirlerde, ayrı kişilerce, değişik bilgisayarlarda hazırlandığı öne sürülen dijital veriler birbirinin virgülüne, noktasına kadar aynıdır. Bilirkişiye bile gerek yoktur. Üst üste koyup, cama tutup baksanız tek bilgisayarda hazırlandığını ve sahte olduğunu anlarsınız. Her bir suçlanacak personelin adına üretilen birer adet sahte dijital veriye ilave olarak bazılarının adları 2 ayrı listede de yazılmıştır.

Hava Kuvvetleri personelinden 36 kişinin adı soyadı sicili rütbesi ve görevini ihtiva eden basit bilgilere sahip 2 Liste “COK GİZLİ”gizlilik derecesinde ve listenin başlıkları çok özeldir.

1. 1nci Ordu Komutanlığı Sorumluluk Sahası Hava Kuvvetleri Personeli Özel Görev Yeri,

2. Sıkıyönetim Görevlerinde Kullanılacak Personel Listesi.

197 kişinin adı olan birinci listeden 21 kişi, 90 kişinin adı olan 2 nci listeden 15 kişi yargılanıp cezalandırılmıştır.

Aslında bu 2 listede adının geçmesi de önemli değildir. Çünkü bu 2 listede de adı geçmeyen 6 kişi de cezalandırılmıştır. Listelerde adı olup ta ifadesi dahi alınmayan 244 kişi eğer merak edip listelere bakmamışsa darbeden hala haberi yoktur!

Söz konusu birinci liste “CAMBRİA”, diğer liste “CALİBRİ”yazı tipi ile yazılmıştır. Bu iki yazı tipi 2003 yılında henüz yoktu ve 2007 yılında icat edilerek kullanılmaya başlandı. Yani; 2007 yılında trafiğe çıkan bir otomobil ile 2003 yılında kaza yapıp cezalandırılmanız gibi bir durumla karşı karşıyayız.

Karşı delillerimiz bunlarla da sınırlı değildir.

Listeler incelenince içeriğinde 2003 yılında olması mümkün olmayan bilgilerin kullanıldığı görülmektedir.

2003 yılından sonra gerçekleşen olayların kullanılması planların düzmece olarak yapıldığının en önemli kanıtlarıdır. Örneğin “Devralınacak kamu kuruluşları” sayfasında adları bulunan havacı subayların 2006, 2007 ve 2009 yılında meydana gelen sınıf değişiklikleri 2003 yılında olmuş gibi gösterilmiştir. Düzmece ve çelişkili bilgilerle dolu sözde “el konulacak üniversiteler” sayfasını inceleyelim;

Listede 1995 yılı Hava Harp Okulu mezunu olan ve sınıfı ve rütbesi Mühendis Üsteğmen olarak yazılan bir kişinin sınıfı 2003 yılında “Piyade”dir. Üniversitede gördüğü öğrenim sonrası 19 Ağustos 2009 yılında ise sınıf değiştirerek “Mühendis”sınıfına geçmiştir. Üniversitede öğrenim görerek 2009 yılında Mühendis sınıfına geçen birisinin 2003 yılında aslında var olmayan sınıfını yazmanın bir tek açıklaması vardır. Söz konusu personel listesi sahte olarak en erken 2009 yılında üretilmiştir. Örnek bir tane değildir. Yani sehven yapılmamıştır.

Listede sınıf ve rütbeleri Mühendis Üsteğmen olarak yazılan; Hava Harp Okulu 1995 mezunu Havacı Üsteğmenler;

Birisinin sınıfının 2003 yılında Uçak bakım olduğunu 2009 yılında ise sınıf değiştirerek Mühendis sınıfına geçtiğini, Diğerinin sınıfının 2003 yılında İkmal olduğunu 2006 yılında ise sınıf değiştirerek Mühendis sınıfına geçtiğini, Bir diğerinin sınıfının 2003 yılında Uçak bakım olduğunu 2007 yılında ise sınıf değiştirerek Mühendis sınıfına geçmiştir.

Yani bu planları hazırlayan komplocular tarafından 2006, 2007, 2009 yıllarında doğan çocuklara 2003 yılında nüfus kâğıdı çıkarılmıştır.

Bu bilgiler; Sözde ORAJ personel listelerinin 2003 yılından sonra üretildiğinin sayısız kanıtlarından birisidir. Eğer güncellenseydi söz konusu kişilerin rütbelerinin Üsteğmen değil Binbaşı olması gerekirdi. Doğru olsaydı 2003 yılında sınıflarının “mühendis”değil “Piyade, Uçak bakım, İkmal” olması gerekirdi.

Diğer taraftan söz konusu listelerde adı geçen 287 kişinin rütbe ve garnizonları 2003 yılı bilgilerine aittir. Yani güncellenmemiştir. Halbuki ortalama olarak her yıl personelin %25 inin rütbesi terfi nedeniyle bir üst rütbeye yine %25 tayin nedeniyle garnizonun değiştiği bilinen bir gerçektir.

Yine söz konusu listede 2003 yılında Balıkesir ve Bandırmadaki Büyük Alışveriş Merkezlerinin Kontrolü ve Denetimi için personel planlaması yapılmıştır. Ancak 2003 yılında Balıkesir ve Bandırmada henüz büyük alışveriş merkezi açılmamış durumundadır. Balıkesir’deki büyük alışveriş merkezinin birisi 2010, diğeri 2011 yılında açılmış, Bandırma’da ise büyük alışveriş merkezi 2011 yılında açılmıştır.

Sayı olarak 1-2 tane değil 287 kişilik 2 Liste de 55 adet rütbe, ad, soyadı ve garnizon adı hatası tespit edilmiştir. Harekat planı hazırlayanların hele bir kurmay albayın 287 kişilik bir listede bu kadar çok hata yapması bununla da darbeye teşebbüs edilmesi mümkün değildir.

Hava Kuvvetleri personeli ile ilgili söz konusu listelerde; TSK’lerinde eğitimi en zor olan, zaman alan ve milletin kıt kaynakları ile yetiştirdiği, F-16, F-4 pilotları, kurmay subayları; İDO (İstanbul Deniz Otobüsleri), İMKB (İstanbul Menkül Kıymetler Borsası), Cezaevleri, Alış veriş Merkezleri, Üniversiteler, Tren İstasyonları, Oteller, Defin İşlemleri gibi uzmanlık alanları ile ilgisi bulunmayan havacıların fiilen yapmadığı, yapamayacağı görevlere adları yazılmıştır.

Yine ilginç olan Hava Harp Akademisinde görevli bilgisayarda yazı yazmaktan sorumlu Sivil Kadın Memuru da 16 yıl ceza almıştır.

1nci Ordu Komutanlığının seminerde görevli plan subayları, CD’lerin hazırlandığı, arşivlendiği ve çıkarıldığı öne sürülen yerde görevli bilgisayar memurları darbeden haberdar olmayıp sanık olmazken Hava Harp Akademisinin bilgisayar memurunun darbeden haberdar olup cezalandırılması da ilginçtir.

Yine tek sivil Mühendis havacılıkla ilgili olsa gerek HAVELSAN Genel Müdürü de 13.4 yıl ceza almıştır.

BALYOZ davasının tarihe geçecek en önemli boyutları

Balyoz davasının tarihe geçecek birçok hukuksal, siyasal, askeri ve kişisel boyutu vardır. Kanımca, gelecekte bugünlerin tarihini yazacak tarihçiler, hukukçular, siyaset bilimciler, askerler davanın çeşitli yanlarını inceleyeceklerdir. Bunlar;

· Sahte CD’ler ve içerisindeki imzasız delillerle varsayımlara dayalı yargılama yapılması,

· Bilirkişi raporlarındaki eksik, yetersiz ve çelişkili hususların çokluğu,

· Gerçek seminer bilgileri ve diğer belgeler kullanılarak, sahte planların hazırlanması ve harmanlanarak mahkemeye sunulması, mahkemenin ise delilleri değerlendirmemesi,

· Dalga-dalga tutuklamalar, taksit-taksit iddianameler, paket-paket yargı düzenlemeleri,

· Polis tutanaklarının hiç değişmeden iddianame ve iddianamenin de hüküm olması,

· En basit hukuk kurallarının uygulanmaması, bir gecede 163 TSK personelinin tutuklanması ve dünyanın 4 kıtasından uçarak gelenlerin dahi tutuklanarak, kaçacaklar diye hapse atılması,

· Tutuklanan subay sayısı dalga-dalga artırılarak bir daha bırakılmaması

· Genelkurmay Başkanı Orgeneral I.KOŞANER’in; çağdaş hukuk kurallarına uygun yargılama yapılmaması ile personelin hak ve hukukunu koruyamadığı gerekçesi ile istifa etmesi ve daha sonra Genelkurmay Başkanlığının olayları büyük bir sessizlik ve dikkatle televizyondan seyretmesi,

· TSK’nin 325 personeline yasanın belirlediği en üst sınırdan cezalandırılması, hatta babalık ve kocalık haklarının alınmasına yönelik hususların hükümde yer verilerek mahkemede özellikle okunması,

· TSK’lerinin kalifiye personelinin itibarsızlaştırılması ve tasfiye edilmesi, Hava Kuvvetlerinin pilotsuz, Deniz Kuvvetlerinin kaptansız bırakılması, Kara ve Jandarmanın kalifiye insan gücünün tasfiye edilerek, TSK’nın etkinliğinin ve bölgesindeki caydırıcılığının zayıflatılması,

· İstanbul Barosunun hukuk mücadelesi,

· Basının hukukun yanında yer alanlar ya da intikam alanlar olarak ikiye ayrılması,

· Ailelerin her türlü zorluklara rağmen asla mücadeleden vaz geçmemesi,

· Ama hukuki ve insani olarak en önemlisi davanın sanıkları olan hiçbirimizin suçu kabul etmemesi, mahkeme önünde diz çökmemesi ve boyun eğmemesidir. Çünkü masumduk. 16-18-20 yıl ceza almamıza rağmen İstiklal marşını, Harbiye marşını söyleyerek mahkeme salonundan ceza evine gittik. Bu husus en önemli olgu olarak tarihe geçecektir.

Türk hukuk tarihine geçen bu davadan kuşkusuz çıkaracağımız dersler vardır. Bunlar;

· Gerçeklere gözünüzü kapatamazsınız. Geçmişi bugünden geriye bakarak hatasız olarak kuramazsınız. Her geçen gün yalanın boyutları ortaya çıkar.

· Avrupa Birliği, Almanya, ABD dahil pek çok ülkenin adalet ile ilgili kuruluşlarının hazırladığı raporlarda “deliller şüpheli”görülmesine rağmen mahkemenin bu şüpheyi görmemesi,

· Özel yetkili mahkemeler, her türlü cezayı verebilirler ama haksızlık yaptıkları için vicdanlar bu cezaları kabul etmez. Sokrates’in, Galilei’nin, Dreyfus’ün, mahkemeleri gibi...

· Haksızlığa uğrayan masumlar, fütursuzca yargılananlar hukuk tarihinin başköşelerinde yerlerini alırlar.

· Sadece kanun yapmak yetmez, esas olan kanunların uygulanış biçimidir.

· En çok aileler mağdur olmuş, en büyük zararı TSK görmüş, en büyük yarayı adalet sistemi almıştır.

Devletin yöneticileri, kurumları ve yetkili kişilerin tutumları olumlu veya olumsuz olarak milletçe değerlendirilmiştir. Test edilmiştir. Bir bölümü ölmeden mezara gömülmüştür…

Selam ve saygılarımla.

Y.Ziya TOKER

5 No.lu CİK. C-10

S İ L İ V R İ

Kaynak: www.acikistihbarat.com

CİNLER...
Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
26/04/2013



27 Mayıs tutuklamaları ve Yassıada duruşmalarına ilişkin bazı belgesel dökümanları incelerken, ızdırap verici insan öykülerinin yanı sıra, ibretlik benzerlikler ile güç ve iktidarı tek merkez olarak alıp şekil değiştiren karakterler dikkatimi çekti.

Örneğin, devrin 'matbuatı' 1960 Ocak ayı nüshalarında Başbakan Adnan Menderes'e ölçüsüz övgüler düzüyor. Menderes'in, İstanbul Belediye Başkanı Kemal Aygün'ün kızının nikahına katılması günün manşetidir. Bu nikahta Menderes ve Refik Koraltan, genç çiftin nikâh yüzüklerini takarken görüntülenmiş. Etraflarında yüzlerce gazeteci birbirini eziyor, "Sayın Başvekil Adnan Menderes Beyefendi hazretleri o gün pek şıktılar" şeklinde devrin 'haber üslûbuna" uyduğu anlaşılan yayınlar yapılmış.

1960 Şubat'ının gündem maddelerinden birisi de Londra'da yapılan Kıbrıs konferansıdır. Malûm matbuat, aynı şekilde bu kez de Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'nun etrafında pervanedir. En 'objektif' haber dilinde bile kendisinden "Dış İşleri Nazırımız" diye bahsedilmekte ve Londra'da dünya basınının "âlâkasına" nasıl "mazhar oldukları" anlatılmaktadır.

Mart ayının ortalarında gazete sayfalarını süsleyen 'havadis' ise İstanbul Operası'nın açılışıdır. Açılış, "Reis-i Cumhur Hazretleri Celal Bayar" tarafından yapılmış, sanatkârlar ve bilhassa seçkin davetliler, kendisini yakından görmek için izdiham yaratmışlardır...

Bu tarz dalkavukluk örneklerinden tam iki ay sonra, yani 27 Mayıs darbesi gerçekleşince, basın birden bire ağız değiştirir. Artık manşetlerde "Demokrasinin nasıl kurtarıldığı" anlatılmaktadır.

Duruşmaların başlamasıyla birlikte basının yalakalığı da iğrenç bir hâl alır.

Size, Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol'u kamuoyuna tanıtmayı amaçlayan bir 'haber'den bir paragraf aktarayım:

"Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol, meslektaşları arasında çok sevilmiş, dürüstlüğü ile şöhret yapmış kıymetli bir adliyecidir. Çöp atlamayan bir dikkati vardır. Kendisi nazik olduğu kadar karşısındakinden de nezaket bekler. Bunu bulamazsa hatırlatmayı ihmal etmez. Daha ilk duruşmada adalete karşı büyük bir itimat havası uyandırdı..."

Nihayet karar tesis edilir, idam cezaları tatbik edilir. Menderes ve bakanları 1961 yılının 16 Eylül'ü 17 Eylüle bağlayan gecesinin sabahında darağacına çıkarılır. Daha 1,5 yıl önce 'başvekil hazretleri' ve 'reis-i cumhur hazretlerine' övgüler düzen basın, bu kez idamları ballandıra ballandıra anlatır. İnsan halinin en rahatsız edici detaylarına girilir,ölüme giderken kimlerin korkuyla titrediği, kimlerin metin durmaya çalıştığı detaylı haberlere konu olur.

Seçimlerden sonra basının yeni mâbedi, doğal olarak yeni iktidar sahipleridir. Cemal Gürsel'in sıradan bir ev kadını olan eşi Melahat Gürsel'den "Çankaya'nın yeni hanımı, ideal Türk kadınının bütün meziyetlerini şahsında toplamaktadır" şeklinde bahseden yazı dizileri yayımlanır. Gürsel çiftinin "şeref, haysiyet ve vatan sevgisi ile dolu" hayatları tefrika edilirken, "Cemal Aga"nın gençliğinde ne de "yakışıklı" bir subay olduğundan dem vurulur. Oysa hiç de yakışıklı değildir Paşa hazretleri...

Yassıada mahkemesi de tıpkı Silivri'deki Ergenekon mahkemesi gibi geride büyük bir hukuk katliamı bırakarak tarihteki yerini almış görünüyor. Tıpkı Balyoz davasında olduğu gibi mahkûmiyetlerin pek çoğu hukuki olmayan gerekçelere dayandırılmıştır. Sanıklar lehine tanık beyanları ve savunmalar dikkate alınmamış, özel hayatlar hunharca ihlâl edilmiş, ailelere zulüm çektirilmiştir.

Gaddar uygulamaların ise sadece basına yansımış olanlarını biliyoruz. Örneğin, tutuklu kadın milletvekili Necla Tekinel'in nezaret altına alındığı sırada hamile olduğu anlaşılmış, doğuma yakın Kasımpaşa Deniz Hastanesi'ne kaldırılmıştır. 9 Şubat 1960'ta bir erkek çocuk dünyaya getiren Tekinel'in bebeği, anne sütü içmesine dahi izin verilmeyerek babasına emanet edilmiş, Tekinel tekrar cezaevine gönderilmiştir. Yassıada belgeleri arasında daha sonra Necla Tekinel'i bir başka erkek hükümlüye kelepçeyle bağlanmış halde, yaka paça Kayseri cezaevine sevkedilirken görüyoruz.

İnsan portesi, şekil ve mekân bakımından da Yassıada ve Silivri arasında büyük benzerlikler göze çarpıyor. Misal, Refik Koraltan'ın aynı zamanda avukatı olan kızı Ayhan Timurtaş, ne kadar da Zeynep Küçük'ü hatırlatmaktadır.. Dolmabahçe rıhtımında Yassiada'dan haber bekleyen ailelerin üzgün ve endişeli yüzleri, Silivri cezaevi önünde çadır kuran tutuklu yakınlarının yüzüne ne kadar benzemektedir.

Karar duruşmasında mahkeme salonunu gösteren fotoğraflar ile Balyoz davasının karar duruşmasından yansıyan salon fotoğrafı neredeyse bire bir aynıdır!

Peki Yassıada ile Balyoz kararlarının hemen hemen aynı tarihte çıkmasına ne demeli? Eylül 1961'de Yassıasa Mahkemesi hükmü tesis ederken, Eylül 2012'de Balyoz davasının kararı açıklandı. Sanırım bu ayrıntıyı hepimiz atladık ama delillerin değerlendirilmesi gibi usûl açısından zorunlu safhaların büyük bir aceleyle es geçilmesinde, kararı Eylül ayına yetiştirmek ve böylece Yassıada ile sembolik bir benzerlik kurmak amacı güdülmüş olabilir mi?

Sonuç olarak bunlar siyasi davalardır ve bir siyasi hesaplaşmalar cenneti (daha doğrusu cehennemi) olan güzel ülkemizde, bu tür davalardan "adalet" beklemek safdillik olur.

Dolayısıyla, bu kadar tecrübeli bir ülkenin siyasi tutukluları, günler süren hukuki savunmalar yapmak lüksüne sahip değillerdir. Hüküm baştan verilmiştir çünkü. Bizden sonraki nesillerin siyasi hesaplaşma kurbanlarına, naçizâne olarak gerek Emniyet'te, gerek Savcılık'ta, gerekse hakim ve mahkeme karşısında on cümleyi geçmeyen konuşmalar yapmalarını tavsiye ederim. Verilmiş olan karara hiç bir etkiniz olmayacaktır çünkü..Kendimizi aptal yerine koydurmanın âlemi yok.

Bu gerçeği, 2008 yılında ilk duruşmalar yapılırken hissetmeye başladım. 2009 yılında davaya dahil edildiğimde ise siyasi davalardan 'hukuk' ve 'adalet' çıkmayacağına artık emindim.

O yüzden avukat tutmadım. Bırakın avukat tutmayı, iddianamede hakkımda ne yazıldığını bile doğru düzgün okumadım. Savunma sıram geldiğinde el yazımla tek sayfalık bir dilekçe verdim, mahkeme heyeti önünde de toplam 6 dakika süren bir savunma yaptım.

Tabii, diğer sanıkların ve avukatların iddianameyi bir paçavraya çeviren hukuki savunmalarını da saygıyla karşılıyorum. Bu rezalet gelecek nesillere gösterilmeliydi ve gösterildi de.

Geçen süreç içerisinde bir sanık olarak Ergenekon davasının hem hukuki, hem de siyasi yönüne olan ilgi ve âlakamı neredeyse tamamen kaybetmiş bulunuyorum.

Bu tarihsel olayın başka 'saikleri' ilgimi çekmeye başladı...

Bütün televizyon kanallarında sabahtan akşama kadar boy gösterip sanıkların gıyabında linç yapan yandaş tiplemelerini izliyorum. Ne kadar da benziyorlar, Melahat Gürsel'e övgü düzüp, Adnan Menderes'in zina dedikodusunu yapanlara. Demek ki her hesaplaşmada güçlü taraf, kendisine böyle soysuzlar bulmakta sıkıntı çekmiyor...

Peki insanoğlu nasıl bu kadar gaddar olabiliyor? Vicdan nasıl bu derece devreden çıkabiliyor ve bu tipler, hiç tanımadıkları insanlara karşı nasıl böyle bir kin duyabiliyorlar?

Çifte standart nasıl bu kadar utanmazca savunulabiliyor? Nasıl böyle şımarılabiliyor?.. Haksızlığın ve zalimliğin uşağı olmaktan nasıl hicap duyulmuyor?

Örneğin, daha bir yıl önce ekranlarda PKK'nın "Ergenekon'un bir uzantısı" olduğunu, "Ergenekon" adlı çatı örgütün PKK, DHKPC, Hizbullah gibi birbirinden farklı örgütleri yönetip yönlendirdiğini, kanlı eylemler yaptırdığını savunanlar; bugün PKK'nın Kürt halkının siyasi temsilcisi olduğunu söyleyip, Öcalan katilini Mustafa Kemal ile mukayese ediyorlar...

Böyle bir kişilik bölünmesi, insan bünyesi için fazla ağır değil mi?

Bu histeriyi sadece ideoloji, inanç, iktidar kavgası, korku, menfaat, ikbal beklentisi vs. gibi kavramlarla izah edebilmek mümkün mü?

Dostoyevski'nin Cinler romanı, gelmiş geçmiş en büyük siyasi roman olarak değerlendirilir. Cinler'e "siyasi roman" payesi verilmesindeki en önemli etken, dönemin Rusya'sında batılılaşma yanlıları ile Rus milliyetçileri arasında yaşanan rekabettir. Romanındaki Stefan Trofimoviç karakterinin batılılaşmacıların önde gelen kalemi İvan Turgenyev'i temsil ettiği, olgunluk döneminde katı bir Rus milliyetçisine dönüşen Dostoyevski'nin, canice eylemler yapan nihilist hücreyi tasvir ederken, nihilizm ve sosyalizm gibi batı kaynaklı siyasi akımların Rus toplumuna nasıl zararlar vereceğini işlediği savunulur.
Cinler'i gençlik dönemini geride bırakmaya başlamış biri olarak yeniden okuduğumda, bu argümanın romana "yeryüzünde yazılmış en büyük siyasi roman" derken doğru fakat yetersiz bir argüman olduğunu düşündüm. Bu genel değerlendirme, en basitinden romanın adının neden "Cinler" olduğunu açıklamıyordu çünkü...

Romanın sırrı, karakterlerin karanlık ve tehlikeli kişiliklerinde saklıydı aslında. İnsanlığa ve topluma daha iyi bir yaşam düzeni önermek adına yola çıkan idealler nasıl kanlı bir cinayetler ortamına, acımasızlığın, adaletsizliğin, yok etmenin kol gezdiği vahşi siyasi savaşlara dönüşebiliyordu? İnsan bir noktadan sonra cinayeti de, komployu da, iftirayı ve zalimliği de nasıl mübah saymaya başlıyordu?

Dostoyevski'nin verdiği mesajdan, iktidar savaşı veren insanın bir noktadan sonra, kötü güçlerin etkisi altına girdiğini ve şeytana hizmet etmeye başladığını; ancak bunu yaparken de kendisini hâlâ "yüce değerlere" bağlı zannettiğini anlıyoruz.

Tanrı ile şeytan arasındaki en büyük rekabet alanı "iktidar" olduğuna göre şeytanın, bu savaşın aciz birer piyonu olan insanı en çok "inandığı şeylerle" etkilemeye çalışacağı muhakkaktı. Kendinizi "müslüman" zannederken hırsızlık yapabilir, cinayet işleyebilir, korkunç komplolor organize edebilir, masum insanların hayatını zindana çevirebilir, ülkenizin varlıkların peşkeş çekebilir, şehit mezarı çiğneyebilirsiniz...

Rehmetli Hugo Chavez, sapkın bir Evangelist olan George Bush Irak savaşı sırasında her sabah 6'da uyanıp "Tanrı ile konuştuğunu" söylediğinde,

"Sen Tanrı ile değil şeytanla konuşuyorsun, haberin yok" demişti.

Şeytan, Tanrı kılığına da girebilir, "demokrat" kılığına da.

Yeter ki sizin yaradılışınızın alt yapısında kin, komleks, kibir ve öfke olsun...

Küçük bir Rus kasabasında geçen Cinler romanı, aslında dünyadaki bütün tutkulu iktidar arzularının bir modelidir. "İnanç" ve "ideal" olduğuna inanılan şey, iktidar bağımlılığından başka bir şey değildir .Ve bu uğurda her şey yapılır...

Romanın baş kahramanı, örgüt üyelerinin kendisine hayran olduğu, aynı zamanda korkutucu bir hücre lideridir. İradesi, herkesin iradesinden üstündür. Bir inanca bağlanma ihtiyacı içinde olanlar için "Tanrıyı" temsil eder. Kararları tartışılmazdır, insanları en sapkın düşüncelere inandırabilir, en sapkın eylemleri yaptırabilir

Baskıcılık, belagat ve rüşvet başlıca silahıdır. Ve öyle bir ruh ikiliminin içine girerler ki 'amaç' için artık her yol mübahtır. Çelişki ve çifte standarta karşı gözlere mil çekilmiştir. En inançlı dindar cinayet işleyebilmekte, en ateşli sosyalist toplumun malını çalabilmektedir. Bu çelişkiden rahatsızlık duymazlar, çünkü beyinleri kara bir perde tarafından örtülmüştür.

Taha Akyol'un bahsettiği "kara büyü" bu olsa gerektir...

O bakımdan, yüksek kürsülerde haşmetli cüppeleri ile otururken insanlığın gözünün içine baka baka hukuk katliamı yapan "adalet" adamlarını veya televizyonlarda kan dökücü terör örgütlerine övgüler düzüp, şehitlere olmadık hakaretler eden saçı başı ağarmış kadın ve adamları gördüğümüzde onların hepsinin sadece menfaat peşinde koştuklarını düşünmeyelim.

İçine düştükleri sapkınlığı idealleri zannetmektedirler, "Kara büyünün" etkisindedirler...

Ve uyanış an'ı felakettir...

Geride bırakılan yıkım ve günahlar, vicdanı cehennem ateşi gibi kavurur.

Bu dünyada uyanma fırsatı bulamayıp da günahlarını diğer tarafa taşıyanların durumu ise daha fecidir; ruhları sonsuz bir ateşte yanacak demektir.

Kutsal inançlar, onun için acı ve ızdırap çekmeyi yüceltirken; zenginlik, sefahat, iktidar ve azgınlığı şeytanın kozları olarak kötü görmektedir.

Herkes, günahlarından hiç değilse bu dünyada uyanmak için dua etse iyi olur...

Ne kadarını telaffi etsek kârdır çünkü...

twitter.com/fasibel
fasibel@gmail.com

Teğmene 16,5 yıl, sehven yüklemeye takipsizlik
06/08/2013



Telefonuna polis tarafından 'yanlışlıkla' numara yüklenen teğmen Mehmet Ali Çelebi Ergenekon davasında 16 yıl 6 ay hapis cezası aldı.

İSTANBUL - Pilot Teğmen Mehmet Ali Çelebi Ergenekon davasında terörist olduğu iddiasıyla tutuklandı, 3 yıl Silivri ’de hapis yattı. Hakkındaki suçlamalardan birisi, “Örgüt adına Hizbut Tahrir örgütü içine sızarak, faaliyetlerde bulunduğu” iddiasıydı. Bunun “delili” de Çelebi’nin cep telefonunda Hizbut Tahrir üyelerine ait 139 telefon numarasının yer almasıydı.

Sözkonusu numaraların Çelebi’nin telefonuna Emniyet’te gözaltındayken yüklendiği duruşmalar başladıktan sonra anlaşıldı. Emniyet’ten Mahkemeye gönderilen yazıda, “139 telefonun Çelebi’nin telefonuna sehven kopyalandığı” bildirildi.

'SEHVEN YÜKLEME'YE TAKİPSİZLİK

Ergenekonun sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin cep telefonuna emniyette 'sehven' yükleme yapıldığı iddiasına ilişkin yürütülen soruşturmada polislere takipsizlik verildi.
(Cumhuriyet)

İlker Başbuğ neden mahkûm oldu?
10.08.2013
İsmet Berkan

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ başlangıçta ‘internet andıcı’ adı verilen belge nedeniyle suçlanıyordu.

Daha sonra bu suçlamaya ‘İrticayla mücadele eylem planı’ adı verilen belge de eklendi.
Yine başlangıçta İlker Başbuğ’un da aralarında bulunduğu bir grup için bu sözünü ettiğim suçlamalarla ayrı bir dava açılmıştı. Ama bu dava gitti Ergenekon ana davasıyla birleşti. Ve birden bire İlker Başbuğ kendini Ergenekon davasının içinde buldu.
Ergenekon davası, biliyorsunuz Bayramın hemen öncesinde sonuçlandı, geçen pazartesi günü mahkeme sanıklarla ilgili kararları açıkladı.
İlker Başbuğ’la ilgili verilen kararda şöyle deniyordu:
“Sanık, Mehmet İlker Başbuğ hakkında TCK 314/1. ve 312/1. maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılması talebi ile Kamu davası açılmış ise de, sanığın eylemleri bir bütün halinde TCK 312/1. maddesindeki suçu oluşturduğu anlaşıldığından, sanığın eylemine uyan, ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasın


En son Ekim tarafından Çrş Ekm 09, 2013 7:34 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Ağu 04, 2013 10:54 pm    Mesaj konusu: Ergenekon davasında karar açıklandı Alıntıyla Cevap Gönder

Ergenekon davasında karar açıklandı: Mahkeme sanıklara ceza yağdırdı
5 AĞUSTOS 2013



BBCT'nin haberine göre; 5 yıldır devam eden Ergenekon davasında kararını açıklayan mahkeme heyeti aralarında eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un da bulunduğu üst düzey generallerle milletvekillerinin de bulunduğu çok sayıda sanığı ağır cezalara çarptırdı.

Ümraniye'deki bir gecekonduda bulunan el bombalarıyla altı yıl önce başlayan soruşturma ve sonrasında başlayan Ergenekon davasının yerel mahkeme aşaması bugün sona erdi.



Mahkeme heyetinin iki saatten uzun sürede okuduğu kararlara göre, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ müebbet hapse mahkum edildi.

Davanın öne çıkan isimlerinden emekli orgeneral Şener Eruygur ve gazeteci Tuncay Özkan ağırlaştırılmış müebbet cezası alırken, emekli Orgeneral Hurşit Tolon, emekli Orgeneral Hasan Iğsız ve emekli Orgeneral Nusret Taşdeler de müebbet hapis cezasına çarptırıldı.



CHP'nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise yargılamayı yapan özel yetkili mahkemenin "siyasi gücün emrinde" olduğunu iddia etti.

"Demokrasilerde insanlar, siyasi otoriteye bağımlı özel yetkili mahkemelerde değil; bağımsız, hukukun üstünlüğüne inanan normal mahkemelerde yargılanırlar. Bu nedenle özel yetkili mahkemelerin verdiği kararlar hukuken, siyaseten ve ahlaken meşru kararlar değildir" diye konuşan Kılıçdaroğlu, verilen kararların "gayrimeşru" olduğunu öne sürdü.

Milletvekilleri de ceza aldı



Eski İşçi Parti Genel Başkanı Doğu Perinçek de ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılan isimler arasında. Perinçek'e ayrıca 34 yıl 4 ay hapis cezası da verildi.



Danıştay saldırısının faili Alparslan Aslan iki kez ağırlaştırılmış müebbet, ayrıca 90 yıl 3 ay hapis cezası hapis cezasına çarptırıldı.

Susurluk skandalında da adı geçen emekli tuğgeneral Veli Küçük iki kez müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
''İrticaya karşı eylem planı'' olarak bilinen soruşturmayla bilinen emekli Albay Dursun Çiçek de ömür boyu hapis cezasına çarptırılan isimler arasında.

Yazar Yalçın Küçük ise 22 yıl 6 ay hapis cezası aldı.
CHP İzmir Milletvekili ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay, 34 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılırken, CHP Ankara Milletvekili Sinan Aygün 12 yıl 6 ay, CHP Zonguldak Milletvekili Mehmet Haberal da 12 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Haberal, aldığı ceza ve tutuklu bulunduğu süre dikkate alınarak tahliye edildi.

Mahkeme, eski Türk Metal İş Başkanı Mustafa Özbek'i de müebbet hapis cezasına çarptırdı.

Mahkeme Haberal'in yanısıra Genelkurmay eski Adli Müşaviri Hıfzı Çubuklu ve emekli koramiral Mehmet Otuzbiroğlu'nun tahliyesine karar verdi.

Tahliye edilen isimler arasında İsmail Hakkı Pekin, Cemal Gökçeoğlu, Erkan Ayyıldız, Fatma Cengiz, Hüseyin Yanç, Hulusi Gülbahar, İbrahim Özcan, Kenan Özay, Mehmet Perinçek, Mehmet Bülent Sarıkayha, Sedat Özüer, Selçuk Özkan, Ziya İlker Göktaş da var.

Mahkeme hapis cezalarına çarptırılan eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç, eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ve akademisyen Yalçın küçük'ün de aralarında bulunduğu 15 sanık hakkında yakalama kararı çıkarttı.

21 sanığa beraat

Davada 21 sanık hakkında beraat kararı verildi. Beraat eden sanıklar arasında Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet gazetesini bombalamakla suçlanan Osman Yıldırım, Ali Yiğit, gazeteci Caner Taşpınar, Salih Kunter ve Danıştay saldırısı sanığı Süleyman Ezen de yer aldı.

Hayatını kaybeden İlhan Selçuk ve Kuddusi Okkır'ın da bulunduğu sanıklar hakkındaki davalar da düştü.
Firari sanıklar Bedrettin Dalan ile Turhan Çömez hakkındaki dava dosyaları da ayrıldı.

Ergenekon davası ceza listesi



Ergenekon davasının karar duruşmasında, yargılanan birçok isme ağırlaştırılmış müebbet, müebbet ve çeşitli hapis cezaları verildi.

İki saatten uzun sürede okunan cezaların listesiyse şöyle:

Müebbet hapis cezaları

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ: Müebbet
Danıştay saldırganı Alparslan Arslan: İki kez ağırlaştırılmış müebbet ilave 90 yıl
Emekli Tuğgeneral Veli Küçük: İki kez ağırlaştırılmış müebbet
-İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: Ağırlaştırılmış müebbet
- Eski Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur: Müebbet
- Eski 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız: Müebbet
- Emekli Orgeneral Hurşit Tolon: Müebbet
- Emekli Orgeneral Nusret Taşdeler: Müebbet
- Emekli Albay Dursun Çiçek: Ağırlaştırılmış müebbet
- Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin: İki kez ağırlaştırılmış müebbet ile 117 yıl hapis
- Gazeteci Tuncay Özkan: Ağırlaştırılmış müebbet ve 15 yıl ilave hapis
- Dursun Ali Özoğlu: Ağırlaştırılmış müebbet
- Emekli Albay Fikri Karadağ: Ağırlaştırılmış müebbet
- Avukat Kemal Kerinçsiz: Ağırlaştırılmış müebbet
- Türk Ortodoks Patrikanesi sözcüsü Sevgi Erenerol: Müebbet
- Hasan Ataman Yıldırım: Ağırlaştırılmış müebbet
- Sendikacı Mustafa Özbek: Müebbet
Hapis cezaları
- Eski Genelkurmay Adli Müşaviri Hıfzı Çubuklu: 9 yıl 6 ay hapis
- Eski Genelkurmay Adli Müşaviri Erdal Şenel: 7.5 yıl hapis
- Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç: 13 yıl 2 ay hapis
- Emekli Orgeneral Kemal Yavuz: 7 yıl 6 ay hapis
- Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz: 22 yıl 6 ay hapis
- Emekli Tuğamiral Alaattin Sevim: 10 yıl hapis
- Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin: 7.5 yıl hapis
- Emekli Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu: 20 yıl 6 ay hapis
- Emekli Albay Arif Doğan: 47 yıl 3 ay
- Albay İlyas Çınar: 12 yıl 2 ay hapis
- Emekli Albay Levent Göktaş: 23 yıl 9 ay hapis
- Emekli Albay Hasan Atilla Uğur: 29 yıl 3 ay
- Emekli Yarbay Mustafa Dönmez: 49 yıl 2 ay hapis
- Emekli Binbaşı Fikret Emek: 41 yıl 4 ay hapis
- Teğmen Noyan Çalıkuşu: 8 yıl 6 ay
- Teğmen Mehmet Ali Çelebi: 16 yıl 6 ay hapis
- Emekli Astsubay Mehmet Demirtaş: 22 yıl hapis
- Emekli asker ve Avukat Serdar Öztürk: 25 yıl 6 ay
- Emekli Astsubay Zekariya Öztürk: 19 yıl 6 ay
- Gazeteci Mustafa Balbay: 34 yıl 8 ay hapis
- Yazar ve akademisyen Yalçın Küçük: 22 yıl 6 ay hapis
- Eski Özel Harekat Daire Bşk. Vkl. İbrahim Şahin: 49 yıl 4 ay
- Eski Emniyet Müdürü Adil Serdar Saçan: 14 yıl 5 ay hapis
- CHP Milletvekili Sinan Aygün: 13 yıl 6 ay
- Gazeteci Adnan Bulut: 6 yıl hapis
- Eski Aydınlık Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk: 7 yıl 6 ay hapis
- Gazeteci Vedat Yenerer: 7 yıl 6 ay hapis
- Gazeteci Ünal İnanç: 19 yıl 1 ay hapis
- Cumhuriyet Gazetesi saldırısı faili Bedirhan Şinal: 18 yıl 8 ay hapis
- Eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu: 15 yıl 8 ay
- Eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz: 13 yıl 11 ay hapis
- Eski İnönü Üniversitesi Rektörü Fatih Hilmioğlu: 23 yıl hapis
- Eski 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Ferit Bernay: 10 yıl hapis
- Eski Rektör Mustafa Yurtkuran: 10 yıl hapis
- Mehmet Haberal: 12 yıl 6 ay hapis
- İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever: 15 yıl hapis
- Akın Birdal Suikasti azmettiricisi Semih Tufan Gülaltay: 12 yıl hapis
- Sedat Peker: 10 yıl hapis
- Mehmet Perinçek: 6 yıl hapis
- 'Drej Ali' adıyla bilinen Ali Yasak: 6 yıl 3 ay hapis
- Ferda Paksüt: 2 yıl 6 ay hapis
- Danıştay sanığı Osman Yıldırım: 8 yıl 9 ay hapis
- Ergun Poyraz: 29 yıl 4 ay hapis
- İşçi Partisi'nin avukatı Emcet Olcayto: 13 yıl 2 ay hapis
- Prof. Dr. Erol Manisalı: 9 yıl hapis

- Firari sanıklar Bedrettin Dalan ve Turan Çömez'in dosyaları ayrıldı

- Bekir Öztürk:12 yıl
- Turan Özlü: 9 yıl
- Güler Kömürcü: 7 yıl 6 ay
- Özlem Konur Usta: 6 yıl 3 ay
- Fatma Cengiz: 11 yıl hapis
- Eski Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan: 1 yıl 3 ay hapis
- Adli Tıp Enstitüsü'nden Doç. Dr. Ümit Sayın: 4 yıl hapis
- İşçi Partili Hikmet Çiçek: 21 yıl 9 ay hapis
- İşçi Partisi yöneticisi Hayrettin Ertekin: 12 yıl hapis
- Eski Ülkü Ocakları Başkanı Avukat Levent Temiz: 10 yıl hapis
- Boğaç Kaan Murathan: 17 yıl hapis
- İşçi Partisi Yöneticisi Adnan Akfırat: 19 yıl hapis
- İbrahim Özcan: 12 yıl hapis
- Aydınlık Dergisi Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım: 16 yıl 10 ay hapis
- İbrahim Özcan: 14 yıl 8 ay hapis
- Avukat Nusret Senem: 20 yıl 3 ay hapis
- Evinde mühimmat bulunan Oktay Yıldırım: 33 yıl 10 ay
- Sami Hoştan: 10 yıl hapis
- Kemal Aydın: 20 yıl 8 ay

Beraat edenler

- Ali Yiğit
- Süleyman Esen
- Salih Kunter
- Caner Taşpınar
Tahliye edilenler
- Eski Genelkurmay Adli Müşaviri Hıfzı Çubuklu
- Mehmet Haberal
- Orhan Yıldırım
Hakkında yakalama kararı çıkanlar
- Eski Jandarma Komutanı Orgeneral Şener Eruygur
- Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç
- Eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu
- Yalçın Küçük

İlk değerlendirmeler


7 sanık ifade veremeden öldü, 1,360 kişi ifade verdi, 588 kişi tutuklandı, 71 sanık tutuklu yargılandı, toplam 17 bin sayfalık 19 iddianame..

Bahattin Yücel (Eski Bakan ve Başbakan Yardımcısı ): "Balyoz ve Ergenekon mahkumiyetleri, bugünden başlayarak, PKK ve Öcalan'ı da kapsayacak bir genel af tartışmasının yolunu açar.
Başbuğ silahlı terör örgütü yöneticiliği yaptığı gerekçesiyle ömür boyu hapis cezası aldıysa,TSK'nın terör örgütü olduğu tartışması başlar.
Büyükanıt yargılanmadığına göre,Başbuğ onun emekliliğinin ardından silahlı terör örgütü kurmuş olmalı."

Eyüp Can (Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni - Twitter): ''Tek tek isimler üzerinden söylenecek çok şey var fakat mesele yargılananların gazeteci ya da general olup olmaması değil. Ergenekon davasında bir zihniyeti mi yargılıyoruz yoksa kriminal eylemleri mi? Meşru hükümete karşı illegal plan yapan-darbe girişiminde bulunanlar mı yargılanıyor yoksa... ulusalcı zihniyetle irtibatlı olduğu iddia edilen ‘muhalifler’ mi? Ergenekon davası her türlü illegal yapılanmayı mahkeme önüne çıkarmayı hedefleyen ‘hukuki bir hesaplaşma’ mı, yoksa.. illegal yapılanmayla zihinsel anlamda bağı olan herkes ve her şeyle ‘ideolojik bir hesaplaşma’ mı? Maalesef torbaya dönüştürülen Ergenekon davasında bugün çıkan ağır kararlar bu ayrımların yapılmadığını gösteriyor.''

Can Dündar (gazeteci): ''Bu dava da Ergenekon davası değil. Bu dava, Erdoğan Hükümeti'ni devirmeye teşebbüs davası...

Mahkum olanlar arasında mafyatik ilişki içinde olanlar, darbeciler, Jitemciler olabilir. Ama ne kirli cinayetler, ne faili meçhuller, ne Jitem faaliyetleri aydınlatıldı.

Ağırlıkla, hükümete karşı, miting yapanlar, parti kurmaya kalkanlar, yazı yazanlar yani demokratik haklarını kullananlar, çete mensubu gibi gösterilerek mahkum edildi.

Bu durum, davayı ve kararları tamamen hukuksuz kılıyor. Evrensel hukuk, bu siyasi kararı yırtıp atar. Ve gün gelir, gerçek Ergenekon da yargı önüne çıkar.''

Çetin Bayramoğlu: "Anayasaya göre mahkemeler herkese açık olmalı ve mahkeme kararı Türk milletine açık olarak duyurulmalı. Şimdi ise değil millet, sanık yakınları ve avukatlarına bille yasak bir duruşma ile açıklanacak."

"Dursun Çiçek'in kızı (İrem Çiçek): buradaki savcıların hakimlerin adını ömrüm boyunca unutmayacağım, unutturmayacağım."

haber1001

Gareth Jenkins: 'Ergenekon davasının kurbanı iki grup var'
Rengin Arslan
İstanbul
4 AĞUSTOS 2013



Gareth Jenkins gazeteci. Binlerce sayfayı bulan Ergenekon iddianamelerini okuyan nadir isimlerden. “Gerçek ile Fantezi Arasında: Türkiye’nin Ergenekon Soruşturması” isimli raporun yazarı.
Jenkins’a bundan altı yıl önce başlayan Ergenekon soruşturmasını, Türkiye’de değiştirdiklerini, “derin devlet açığa çıkarıldı” iddialarını, dünyadaki örnekleri sorduk.

SORU: Dava için soruşturmanın açılmasının üzerinden 6 yıl geçti. Siz Türkiye için bu 6 yılı nasıl değerlendiriyorsunuz? Dava ülkenin siyasi iklimine nasıl yansıdı? Neleri değiştirdi?

GARETH JENKINS: Ergenekon soruşturması ilk başladığında pek çok kişi soruşturmayı yürütenlerin iddialarını ön kabul yoluyla algılamaya hazırdı. Türkiye komplo teorileri ile dolu ve derin devlet olarak bilinen Gladyo tarzı bir ağ Türkiye’nin modern tarihinin bir gerçeği.
Dolayısıyla insanlar yerleşik fikirlerini Ergenekon soruşturmasına yansıttı. Pek çoğu dosyanın kendisine bakmadı. Bununla birlikte, yıllar geçtikçe hem Türkiye içinde hem Türkiye dışında davaya yönelik algı büyük ölçüde değişti. Şimdilerde davada, en azından derin bir çatlak olduğunu bilmeyen birini bulmanız çok zor. Sanırım pek çok kişi artık davanın siyasi motivasyonla üretilmiş olduğunu anladı.
Ergenekon soruşturması, şu an Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile bir iktidar mücadelesine girmiş olan Fethullah Gülen hareketinin üyeleri tarafından yürütüldü. Yine de Ergenekon davası, hukukun üstünlüğünün nasıl görmezden gelinebileceğini ve Türkiye basınının baskı, kibir ve bazı mensuplarının ilkesizliği nedeniyle nasıl kontrol altına alınabileceğini göstererek Erdoğan’ın gittikçe otoriterleşen yönetim biçiminin temellerini attı.

'Böyle bir örgüt yok'

Eğer insanlar Ergenekon davasının başında, davanın gerçeklerine bakmayı başarsalardı ve hukukun üstünlüğü ve aynı fikirde olmadıkları insanların hakları için ayağa kalksalardı, bugün Ankara’da böylesine otoriter bir rejim ile karşı karşıya olmazdık.
Yüzlerce sanığı ve bu kadar sıra dışı iddia ve suçlamaları içeren her dava, hem davanın taraftarlarını hem de ülkenin hukuk sistemini yargılamakla son bulur. Bu Türkiye ve Ergenekon soruşturmasının taraftarları ve destekçilerinin kötü şekilde başarısızlığa uğradığı bir sınav.

SORU: Sizce Ergenekon Terör Örgütü adında bir örgüt yapılanması var mı?

GARETH JENKINS: Ergenekon iddianameleri, her siyasi şiddet eyleminden sorumlu olan hiyerarşik, merkezi olarak idare edilen ve Türkiye’nin modern tarihindeki her militan grubu yönetmiş; aynı zamanda nükleer, kimyasal ve biyolojik silahları uluslararası piyasaya satmaya hazırlanan bir örgüt suçlamasına yer veriyor. Tabii ki böyle bir örgüt yok.
Ergenekon iddianameleri çok uzun, muhtemelen kasten böyle. Sağduyusunu yitirmemiş, iddianameleri okuyup böyle bir örgütün gerçekten var olduğuna inanan herkese karşı bunu savunurum.

'Derin devletle hesaplaşma'

SORU: Ergenekon davası geniş bir kesim tarafından derin devletle hesaplaşma olarak görüldü, görülüyor. Sizce dava bunu başardı mı?

GARETH JENKINS: Derin devlet Türkiye modern tarihinin bir gerçeği. Ergenekon soruşturması başladığından beri, davayı destekleyenler, bunun derin devleti hedef aldığı iddia etti. Ancak Ergenekon iddianamelerini okuduğunuzda, niyetin bu olmadığı açık olarak ortaya çıkıyor. Derin devlet özerk ve yarı özerk çete ve grupların dokunulmazlık içinde faaliyet yürütmesiydi. Bu da Ergenekon soruşturması başlayana kadar hemen hemen ortadan kalkmıştı.

Ergenekon davasının kurbanı iki grup var. Gruplardan biri soruşturmayı yürütenler tarafından doğrudan hedef alınanlar; özellikle açık şekilde absürt suçlamalar ve üretilmiş “delillerle” suçlanan ve tutuklananlar. Diğer grup ise gerçek derin devletin kurbanlarından oluşuyor.
Örneğin 1990’lı yıllarda Güneydoğu’da binlerce kişi ölüm mangaları tarafından öldürüldü. Onlar ve aileleri için adaleti sağlamak üzere hiçbir girişimde bulunulmadı. Ergenekon soruşturmasının en korkunç taraflarından biri de gerçek derin devletin bu kurbanlarının, davayı kendi siyasi amaçları için yürütenler tarafından kullanılmasıdır.
Bu aynı zamanda, sevmedikleri insanları hedef aldığında Ergenekon davasını destekleyen ve arkadaşlarını hedef aldığında eleştiren; fakat gerçek derin devlet tarafından işlenen suçlar yüzünden adalet bekleyen insanlara hiçbir ilgi göstermeyen “liberal entelektüellere” de uzanıyor.

SORU: Ergenekon’da toplumun farklı kesimlerinden, farklı düşüncelere sahip kişiler yargılandı. Sizce bu isimlerin ortak bir noktası nedir?

GARETH JENKINS: Ergenekon davasında yargılananların paylaştıkları tek özellik, hepsinin Gülen hareketinin gerçekten veya öyle algılanan karşıtları veya rakipleri olması. Davayı kimin yürüttüğüne işaret eden başka pek çok kanıt var ama sadece suçlananların isimlerine bakmak da yeterli.
Farklılıklar, benzerlikler
Solculara yönelik kötü muameleyle ünlü sağcı eski emniyet müdürü Hanefi Avcı ile sosyalist gazeteci Ahmet Şık’ın aynı örgüte ait olabileceğini düşünen herkesin bir daha düşünmesi gerekir. Ama tabii ki, Avcı ve Şık, Gülen hareketi üyelerinin emniyet ve yargı sistemine nüfuz etmelerini ayrıntılandıran kitaplar yazmışlardı.

SORU: Dünyada derin devlet ile hesaplaşmayı, darbe anlayışını yargılamayı hedefleyen diğer davalar ile Ergenekon davası arasında benzerlikler ve/veya farklılıklar neler?

GARETH JENKINS: Ergenekon soruşturması, diğer ülkelerdeki (İtalya’daki Gladyo gibi) gizli örgütlerin veya darbe ve askeri yönetim dönemlerinin samimi bir şekilde araştırılması yönündeki girişimlerin tam tersi yönden başladı.
Samimi bir girişim, detaylı ve kapsamlı araştırmalarla başlayan Güney Afrika’daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonuna daha yakın olurdu. Samimi soruşturmalar sonuçlara dayanır ve sabit gerçekler üzerinden hareket eder. Ergenekon davası bir paranoya ve soruşturma üzerindeki siyasi saiklerle şekillendi. Çıkarımsal değil, izdişümsel bir soruşturmaydı.
BBCT

Sami Selçuk: "Ergenekon'u Yargıtay da çözemez; bir af yasasıyla bu işi bitirmeli"
08 Ağustos



Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, "Hem kutuplaşmayı ortadan kaldırmak hem de barış ortamını yaratmak için bir af yasasıyla bu işi bitirmeli. Ergenekon'un içinden yargıçlar da çıkamaz" dedi.

Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, Ergenekon kararını ve bu aşamadan sonra yapılması gerekenleri değerlendirdi. "Ergenekon dosyasının Ceza Genel Kurulu’nun önüne getirilmesi gerektiğini" savunan Selçuk, "Yargıtay’da bir daire 5 kişiden oluşur. Yargıtay 5 kişiyle bu davayı çözmemeli. Bunun için 9. Ceza Dairesi’nin önüne gelen davada mutlaka Yargıtay Başsavcılığı itiraz yoluna başvurmalı ve dosya Ceza Genel Kurulu’nun önüne getirilmeli" dedi.

"Ergenekon dosyasının hukuksal olarak çözümlenmesinin insan beyninin gücünü aştığına" dikkat çekerek "Kararlardan kuşkuluyum" diyen Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, "Bazı yerlerde gömülen silahlar olmuş. Her zaman fail suçu işlemekten vazgeçebilir. Onun dışında o hazırlıkta belki bir örgüt suçu olabilir, hükümeti devirmeye teşebbüsle ilgili değil de bir suç işlemek için eylem olabilir. TCY’nin 314. maddesini ilgilendiren bir durum ortaya çıkar. Ama bunun da cezalandırılması için hazırlık davranışlarının o suçu işlemeye elverişli olması gerekiyor. Bu bakımdan kararlardan kuşkuluyum" ifadesini kullandı.

Sami Selçuk, Ergenekon dosyasının ancak afla “temizlenebileceğine” vurgu yaparak “Ben bunu, sanıklar için, yargılananlar için istemiyorum. Hem kutuplaşmayı ortadan kaldırmak, hem de barış ortamını yaratmak için bir af yasasıyla bu işi bitirmeli. Böylece yargının da yükünü kaldırmış olursunuz. Yargıtay’ın da bu konuda sağlıklı bir karar verme olanağı olmadığı kanısındayım” yorumunu yaptı.

İlhan Taşçı'nın Cumhuriyet'te yer alan haberine göre Eski Yargıtay Başkanı, Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sami Selçuk’un Ergenekon davası kararı ve bu karardan sonra yapılması gerekenlere ilişkin değerlendirmeleri şöyle:

Bu suç oluşmamış: Gerekçeyi görmeden eleştirmek yanlış. Basına yansıyan kadarıyla bu suçlara teşebbüs olmaz. Fakültelerde öğrencilere okutulur, “bazı suçlar teşebbüse elşverişli değildir” diye. Bu da onlardan biri.

Niye öne alınmış, teşebbüste kalan suç daima eksik bir suçtur. Suçun adı hükümeti yıkmaya teşebbüstür. Bunların literatürdeki adı oluşumu öne alınmış suçtur. Dolayısıyla bu suçlara teşebbüs olanaksızdır. Eksik, tam teşebbüs yapılmış. Yeni Ceza Yasası’nın kaldırdığı ayrım bunlar.

Kanıtları hukuka uygun mu, değil mi ayrı bir sorun. Bunu Yargıtay tartışacak. Diyecek ki, “Bu dosyaya yansıyan bilgilere göre bu kanıt hukuka aykırı elde edilmiş ya da edilmemiştir”. Deniyor ki, bazı hazırlıklar yapılmış, şu yapılmış, bu yapılmış. Hayır bunların hiçbirisi bu suçun maddi öğesini oluşturamaz. Çünkü ya maddi ya manevi açıdan, dış dünyaya yansıyan somut bir zor olacak, şiddet olacak. Bu olmadıkça bu suç oluşmaz.

Bazı yerlerde gömülen silahlar olmuş. Her zaman fail suçu işlemekten vazgeçebilir. Onun dışında o hazırlıkta belki bir örgüt suçu olabilir, hükümeti devirmeye teşebbüsle ilgili değil de bir suç işlemek için eylem olabilir. TCY’nin 314. maddesini ilgilendiren bir durum ortaya çıkar. Ama bunun da cezalandırılması için hazırlık davranışlarının o suçu işlemeye elverişli olması gerekiyor. Bu bakımdan kararlardan kuşkuluyum.

Başbuğ’un durumu sorunlu: Bir başka nokta İlker Başbuğ’un yargılanması sorunu. İddia şudur: “İşte yetkisini aşmıştır, çizmeyi aşmıştır dolayısıyla suçludur, Yüce Divan’da yargılanamaz.” Hayır. Başbuğ Genelkurmay başkanıdır. İddiaya göre, asker sıfatıyla Türkiye’deki bazı eylemleri gözeterek ve kendisine verilen yetkiyi aşarak suç işlemiştir. Dolayısıyla kesinkes bu bir görev suçudur. Yüce Divan’da yargılanması gerekir.

Yargıçlar içinden çıkamaz: Kanıtların toplanması aşamasında, sözgelimi iddianamenin düzenlenmesi, çok sayfalı olması, bu nedenle özetinin okunması.. Özet okumak diye bir şey söz konusu değil. Tamamı okunmak zorunda. Buna benzer, yargılamaya ilişkin hukuka aykırılıklar söz konusu.

Bunları gözeterek, bütün bunları ve bu davanın hacmini, karışıklığını, karmaşıklığını bir insan beyni, kafasında birlikte tutarak bir senteze gidemez, zor bir olaydır. Kendimi yargıç arkadaşların yerine koyduğumda tüylerim diken diken oluyor. Böyle bir davada yanlış yapmamak hemen hemen olanaksız.

Dosya afla temizlenir: Benim kanımca tek yapılacak olan bir af yasasıyla bu işleri temizlemek. Af kutuplaşmayı da ortadan kaldıracaktır. Ben bunu, sanıklar için, yargılananlar için istemiyorum. Hukukun durumuna bakarak, yargılamanın durumuna bakarak bir yurttaş olarak siyasi bir değerlendirme yapıyorum.

Hem kutuplaşmayı ortadan kaldırmak hem de barış ortamını yaratmak için bir af yasasıyla bu işi bitirmeli... Böylece yargının da yükünü kaldırmış olursunuz. Yargıtay’ın da bu konuda sağlıklı bir karar verme olanağı olmadığı kanısındayım.

Milyonlarca sayfalık bu davanın içinden çıkabilir misiniz? 100, bilemediniz 200 sayfalık davalar gördük; onlarda bile çok bocaladık. Böyle bir dava insanın beyin gücünü, yeteneğini aşıyor, bunu temizlemek lazım.

Yargıcın işi ülke kurtarmak değil: Davanın niteliği siyasi olabilir, siyasi sonuçlar da doğurabilir. Ama yargıç bunlarla ilgili değildir. Yargıç sadece ceza hukuku açısından eylemi değerlendiririr, gerisi beni ilgilendirmez. Yargıcın ülkeyi kurtarma diye bir görevi yok. O siyasetçinin işi, beni hiç ilgilendirmiyor. Ben sadece yasaya ve dosyaya bakarım.

Ceza Genel Kurulu baksın: Yargıtay’da bir daire 5 kişiden oluşur. Yargıtay 5 kişiyle bu davayı çözmemeli. Bunun için 9. Ceza Dairesi’nin önüne gelen davada mutlaka Yargıtay Başsavcılığı itiraz yoluna başvurmalı ve dosya Ceza Genel Kurulu’nun önüne getirilmeli. Ceza Genel Kurulu’nda bütün ceza dairelerinden üyeler katılır. Belli sayıda da başkan katılacak. Böylece daha çok insan hukuki değerlendirme yapabilecek. Bu imkân mutlaka açılmalı.
gazeteport

Economist: Ergenekon davası adalet mi intikam mı?
9 AĞUSTOS 2013



Haftalık yayınlanan Economist dergisi, bu hafta sona eren Ergenekon davasıyla ilgili bir değerlendirme yazısına yer veriyor bugünkü sayısında.
Dergi yazıya "Türk demokrasisi için ileriye doğru atılmış, geri dönülmez bir adım olacaktı. Ancak beş yıl süren ve aralarında ordu mensupları ve onların işbirlikçisi olduğu iddia edilen 275 sanığın darbe komplosu kurmakla suçlandıkları Ergenekon davasında 5 Ağustos'ta verilen ağır cezalar, pek çok kişinin, aksi yöne gidildiği inancını pekiştirdi" sözleriyle başlıyor.

'Adalet değil intikam'

Dergi "Saygı gören eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve diğer 18 sanığa, ılımlı İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi'ni devirmek için komplo kurmaktan ömür boyu hapis cezası verildi" derken aralarında avukatların, gazetecilerin ve akademisyenlerin de bulunduğu diğer 256 sanıkta. 21'inin beraat ettiğini belirtiyor.

Ergenekon davasının, ordudaki generallerin, AKP'nin itibarını düşürmek için bir 'kirli işler' birimi kurduğu savına dayadığını yazan Economist, hazırlandığı iddia edilen komplo çerçevesinde camilerin bombalanmasının ve Hıristiyanlar'ın öldürülmesinin planlandığının iddia edildiğini aktarıyor.

Dergi "Ordunun muhalif Kürtler'in topluca öldürülmesine ve diğer 'devlet düşmanlarının' işkence görüp cezaevine atılmasına verdiği destekle dolu siciline bakıldığında bu iddialar inandırıcı gelebilir" yorumunu yapıyor.
'Tarih affetmeyecektir'

"Generalleri saf dışı bırakma Erdoğan'ın bugüne kadar elde ettiği en büyük başarı" diyen Economist, bu hafta verilen cezaların, gelecekte benzer planlar yapacak kişilere de açık bir mesaj verdiğini belirtiyor.

Ancak, bu dava için özel inşa edilen duruşma salonunda yapılan yargılamanın, başından beri tartışma yarattığını vurgulayan dergi, 2007'de ordu tarafından devrilmek istenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bile dava ve yargı süreci konusunda bazı endişeler dile getirdiğini hatırlatıyor.

Dergi yazısını, "Bu endişeler, hükümetin Kürtler'le siyasî bir çözüm arayışına destek veren Başbuğ'un 2012'de tutuklanmasıyla arttı" diyen dergi Erdoğan da yakın zamanda "Başbuğ'a terör örgütü üyesi diyenleri tarih affetmeyecektir" dedi. Başbuğ'un kızı Feride davayı 'komedi' diye nitelerken, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise savcıların 'adalet değil intikam' peşinde olduğunu savundu" sözleriyle sürdürüyor.

Savunma avukatlarının uzun süredir, müvekkilleri aleyhindeki kanıtların ya uydurma ya da tahrif edilmiş olduğunu söylediğini aktaran Economist, davayı izleyen Batılı diplomatların da, 'davanın geçerliliğine gölge düşürmeye yetecek kadar çok açık olduğu' görüşüne katıldığını belirtiyor.

Erdoğan, 'Gülen kadrosunu' temizlemek istiyor
Economist, "Kimileri de bu davada, Amerika Birleşik Devletleri'nde sürgünde yaşayan Fethullah Gülen ve ona bağlı hareketin parmağı olduğunu düşünüyor" diyor ve ordunun peşini hiç bırakmadığı Gülen hareketinin AKP iktidarında canlandığını vurguluyor. Dergi, "Gülen hareketinin polis güçlerine ve yargı kadrolarına o kadar büyük sayılarla sızdığı söyleniyor ki, bunu kendisine bir tehdit olarak gören Erdoğan, bu kadroları temizlemek istiyor" saptamasında bulunuyor.

"Eğer Erdoğan'ın giderek artan baskıcı yönetimi olmasaydı, kamuoyu, bu davayı olumlu bir ışık olarak görebilirdi" diyen Economist, binlerce kişinin yaralanmasına beş kişinin de ölümüne neden olan Haziran ayındaki protesto gösterilerine hükümetin verdiği sert yanıtın, tüm dünyada imajını zedelediğini belirtiyor.

Dergi, "Bunu hiç umursamayan Erdoğan, Yahudileri kastederek, bir faiz lobisinin ve onların piyonlarının, Türkiye'yi zayıflatmak ve AKP'yi devirmek için bu protestoları planladığını söylemeye devam ediyor" diyor ve yazısını şöyle noktalıyor:

"Türkiye'nin en büyük sanayi kuruluşu Koç Holding, İstanbul'daki otellerinin kapılarını polis vahşetinden kaçan protestoculara açtığı için hedef alınırken Erdoğan, Divan Oteli'nin suçlulara yardım ve yataklık ettiğini söyledi. 24 Temmuz'da polis destekli vergi müfettişleri, aralarında Tüpraş'ın da bulunduğu, Koç Holding'e ait şirketlerin merkezlerine baskınlar düzenledi. Baskın haberinin ardından, Koç'un İstanbul Borsası'ndaki hisselerinin fiyatları dibe vurdu. Şirketin bir gündeki kaybının 1,8 milyar lira olduğu söyleniyor.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bu teftişlerin rutin çalışmalar olduğunu söyledi. Ancak İstanbul merkezli bir büyük işadamı, "Bunlar, baskı ve korku salma taktikleri. Rutin olan asıl bu" diyor".
BBCT

Hurşit Tolon: "Bu karar askerimizin başına Kuzey Irak’ta çuval geçirilmesine karşı, ABD’de bunu protesto edip Türkiye’ye dönmemin intikamıdır"
10 Ağustos 2013



Hürriyet'tten Eyüp Serbestin haberine göre; CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, Silivri Cezaevi’nde yatan CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, gazeteci Tuncay Özkan, Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ ve emekli Orgeneral Hurşit Tolon’a bayram ziyaretinde bulundu. Emekli Org. Hurşit Tolon karara ilişkin olarak 'Bu askerimizin başına Kuzey Irak’ta çuval geçirilmesine karşı, ABD’de bunu protesto edip Türkiye’ye dönmemin intikamıdır' dedi.

Bülent Tezcan 6 saat süren ziyaret sonrası yaptığı açıklamada şunları söyledi:

BERAAT YERİNE CEZA

“Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın aldığı cezalara baktığımızda bunlar çok ağır cezalar. Beraat etmesi gereken sanıkların bu cezaları alması gerçekten vicdanları kanatan bir durum. Örneğin, kişilere ait bilgileri ele geçirmek ya da devlete ait bilgileri ele geçirmekten ceza alan Mustafa Balbay, daha önce bunların tamamını kitaplarında yazmış. Yani tamamı gazetecilik faaliyeti. Gazetecilik faaliyetinden örgüt üyesiymiş gibi hüküm giymiş olmalarını kabul edemiyorlar.

KİTAPTAKİ BELGELER

Tuncay Özkan ‘22 tane kitap yazdım’ diyor. ‘O kitapların içerisinde sayfa sayfa bu belgeleri kullandım ve bunlar yayınlandı. Hâlâ yayınlanıyor, yasaklanmadı. Ama ben bunlarla ilgili devleti yıkmaya teşebbüsten, hükümeti yıkmaya teşebbüsten, örgüt üyeliğinden, örgüt yöneticiliğinden cezalandırıldım’ diyor. Yine Mustafa Balbay da bunlarla ilgili cezalandırılıyor. Bu konuda ısrarla üzerinde durdukları, gizli belge dedikleri belgeler sanıklara verilmiyor. Düşünebiliyor musunuz? Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası veriyorsunuz. 30 yıl hapis cezası veriyorsunuz. ‘Seni gizlediğin belgeler nedeniyle cezalandırdım’ diyorsunuza ama bu belgeleri savunma için bile vermiyorsunuz. ‘Bunlar devletin gizli belgesi sana veremem’ diyorlar. Demokrasilerde bunu kabul etmek mümkün değil.

TOLON’DA İLAVE 3 CD

Hurşit Tolon gözaltına alındığında 129 CD’ye el konuluyor evinde. Bunlardan 111 tanesi iade ediliyor. Resmi soruşturma kayıtlarına göre 18 CD olması lazım ama 21 tane CD var. 3 tane CD ilave edilmiş. Bu 3 CD Elba marka CD’ler. Hiçbir arama tutanağında yok. Müebbet hapis cezasına çarptırıldığı bilgilerin bu CD’lerde ele geçtiğini iddia ediliyor. Hurşit Tolon diyor ki ‘Bende bulmadıkları sahte CD ile beni müebbet mahkum ettiler.’ ‘Bu askerimizin başına Kuzey Irak’ta çuval geçirilmesine karşı, ABD’de bunu protesto edip Türkiye’ye dönmemin intikamıdır’ diyor. ‘Ben Türk askerine çuval geçirildiğinde ABD’deydim. Burada ilk tepkiyi gösteren ve geri dönen komutandım. Bunun bedelini, hesabını böyle sordular’ diyor. Diyor ki ‘Ben ayakta ölmeye ant içtim. Ben diz çökerek ölmeyeceğim. Bu mahkemelere, bu adaletsizliklere diz çökmeyeceğim’

ASKERLERİN GÖZLERİ DOLDU

Sayın İlker Başbuğ ise genel olarak Hürriyet Gazetesi’ndeki açıklamayı tekrar etti. ‘Genelkurmay Başkanı olarak sadece ben değil, tüm komuta karargâhım yargılanmıştır. TSK bu kararla bir suç örgütü gibi, bir terör örgütü gibi gösterilmiştir’ diyor. ‘Beni atayan Başbakan’a ve Cumhurbaşkanı’na sesleniyorum’ diyor. ‘Ben böyle bir suç örgütünün başındaysam ortada devlet yoktur. Ortada devlet kalmamıştır. Beni atayanların siyasi sorumluluğu ne olacak?’ diyor. Kararın açıklandığı andaki bir anısını da şöyle paylaştı: ‘Karar açıklandı. Salondaki uzman çavuşlar yanıma geldi. Gözleri dolu dolu. ‘Komutanım sağlığınıza dikkat edin’ dediler. Boğazları düğümlendi. En çok bundan etkilendim. .’

HÜKÜMETE ÇAĞRI

Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını dinliyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı karardan rahatsız olduğunu ve üzüldüğünü söylüyor. Sayın Başbakan eski, 6 ay önce söylediği ‘TSK’nın genel kurmay başkanına terörist demeyi tarih affetmez’ diyor. Başbakan, Cumhurbaşkanı ve parlamentoda çoğunluğu elinde bulunduran iktidar partisi eğer bu adaletsizlikleri görüyorsa, eğer başından bu yana devam eden haksızlığı görüyorsa çözüm çok basittir. Parlamento olaya el koyar. Parlamento idaresi Meclis’i toplar. Bu adaletsizliği ortadan kaldıracak yasal düzenlemeleri yapar ve bitiririz. Şimdi yol yakınken bir kere daha çağrıda bulunuyorum. Bu adaletsizliği ortadan kaldıracak nokta, parlamentonun hukuka ve adalete sahip çıkacak bir karar almasıdır.”

haber93

Başbuğ'un suçunu cemaatin belge hamalcısı yazdı
11.08.2013



Derginin adı Chronicle.

Cemaatin "özel işleri"ni yapan yayınlardan biri.

Taraf nasıl bir iş bölümüne hizmet ediyorsa Chronicle da başka bir iş yapıyor.

Daha çok aile araştırmaları yapıyor.

Veli Küçük'ün Doğu Perinçek'in aslında Ermeni olduğunu, Paşalar'ın ve örneğin Yahudi kökenli olduğunu yazıyor.

Kullandığı kaynaklar tartışmalı.

Ancak yöntem Yaşar Büyükanıt'tan Bekir Kalyoncu'ya kadar her dönem YAŞ öncesinde yapılan fişlemeyi hatırlatıyor.

Aklınızdadır, Yaşar Büyükanıt adına açılan ve genelkurmay başkanlığını önlemek için ortaya atılan soy araştırması Utah'tan servis edilmişti. Olayın arkasında hangi cemaatin olduğu malumunuz.

Neyse biz konumuza dönelim...

İşte o Chronicle dergisinin başındaki isim Tuncay Opçin diye belki de adını hiç duymadığınız bir isimdi.

Opçin, denizci kökenli eski bir asker.

Belgelerle arası çok iyi.

Sık sık ABD'ye gidip geliyor.

Valizinde ne taşıyor bilemiyoruz.

Ancak Opçin'in adına önce Nokta'da sonra Chronicle'da sonra Mehmet Baransu'yla yazdığı kitapta ve nihayetinde cemaatin Bugün gazetesinde rastlıyoruz.

Neyse, bu ismi bir kenara yazın biz devam edelim...

Bilmem farkında mısınız son dönem Bugün gazetesinde ilginç bir değişim var.

Zaman'dan, Aksiyon'dan kısacası cemaatin yayınlarından isimler istifa ederek Bugün'e geçiyorlar.

Herhalde cemaat görev kaydırması yapıyor. Yoksa bir şirketten başka bir şirkete transfer olduklarını düşünmek komik olur.

Anlaşılan Bugün gazetesi cemaatin Taraf'tan başka yeni bir merkezi oluyor.

Cemaatin işbölümünde ona da Zaman'dan farklı işler düşecek.

İşte Bugün'ün sürmanşetinde bugün Tuncay Opçin'in ilginç bir analizi var.

Opçin, Ergenekon davasında müebbet hapse mahkum edilen eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un "gerçek" suçlarını yazmış.

"Gerçek" suçları diyoruz çünkü bunların birçoğu iddianamede yazmıyor.

Elbette en büyük suçu yazının başlangıcında aktarıldığı gibi Makedonyalı bir aileden olmak.

Opçin, cemaatin arşivini açmış ve diyor ki aslında 28 Şubat'ın beyni İlker Başbuğ'du.

Peki neymiş Başbuğ'un bu beyin görevi: MGK Genel Sekreterliği Başyardımcılığı.

Bir Başbuğ hikayesi böyle başlıyor ve ardından Taraf gazetesinin Başbuğ döneminde yaptığı haberler arka arkaya sıralanıyor.

“Meğer karakol baskınlarından TSK'nın haberi varmış”tan “İrticayla Mücadele Eylem Planı”na kadar bir Başbuğ portresi çiziliyor.

Başbuğ, Koşaner'e bir enkaz bıraktı deniliyor.

Ancak biz metni başka türlü okuyoruz.

Anlaşılan İlker Başbuğ cemaatte büyük bir rahatsızlık yaratmış.

Ve portreden de açıkça görülüyor ki cemaat de Başbuğ'a Taraf üzerinden yayınladığı belgelerle cevap vermiş.

Ergenekon mahkemesinin verdiği karar aslında cemaatin Başbuğ'a son balyozundan başka bir şey değil.

Yoksa İnternet siteleriymiş filan bunlar gerçekten hikaye.

Başa dönersek, Başbuğ'un suçu cemaate karşı olması.

Görevi boyunca kendisine saldırılmasının nedeni de bugün aldığı müebbetin de sebebi bu.

Bunu söylemek bugün Bugün gazetesinin, cemaate belge yetiştiren yazarına düştü.
Odatv.com

Cezaevinden çıkan bir “Paşa” ilk nereye gider?
Selcan TAŞÇI
11 Ekim 2013
selcantasci@gmail.com



Hiç uzun uzun yazmaya, çizmeye, dil dökmeye lüzum yok. Bazen bir tek fotoğraf karesi özetlemeye yeter anlatmak istediğiniz her bir şeyi.
Çoğunuzun “Yörük Ali Paşa” namıyla tanıdığı Balyoz Davası sanığı emekli Tuğgeneral Ali Aydın, Yargıtay’ın hakkındaki beraat kararıyla tahliye olduktan, 32 ay tutuklu kaldığı Silivri Cezaevi’nden çıktıktan sonra nereye gitmiş olabilir sizce?
a-Elbette evine.
b-Adanalı bir Yörük çocuğu olarak ete zaafı malum; kesin kebap yemeye.
c-Türkiye’nin dört bir yanından kendisini karşılamaya gelen eşi dostuyla sohbete.
d-Hiçbiri.
Cevap veriyorum:
Hiçbiri!
Yörük Ali Paşa, Silivri’den çıktı ailesiyle birlikte dosdoğru Eyüp’e gitti.
Peki, “trafik saati, geç oldu, dinlen yarın gidersin” lere kulak asmadan koştur koştur yapılan bu ziyaretin sebebi neydi?
a-Piyer Loti’de çay içmeyi özlemişti.
b-Canı Haliç’e karşı balık-ekmek çekti.
c-Kestane kebap, horoz şekeri, macun tezgahlarıyla bezeli dar sokaklarda dolaşıp nostalji turu yapmak istedi.
d-Hiçbiri.
Cevap veriyorum:
Hiçbiri!
Yörük Ali Paşa Eyüp’e, Eyüp Sultan’da namaz kılmak için gitti!
İşte size “Cuma namazında Cami bombalayacak olan ‘dinsiz’, ‘kitapsız’, ‘imansız’, ‘Allahsız’” askerlerden sadece biri!
İçiniz “cız” etti mi şimdi?
Bu da son sorum:
Atı alan “Peygamber Ocağı”nı talan ettikten sonra neye yarar peki?

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=28423

Genelkurmay Başkanı Özel'den Balyoz açıklaması
21 Ekim 2013



Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Balyoz davasıyla ilgili eleştirilere yazılı bir açıklamayla yanıt verdi.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Balyoz davasıyla ilgili eleştirilere yazılı bir açıklamayla yanıt verdi.

Necdet Özel, tutuklu olan TSK personeli ve ailelerinin üzüntüsünü ailesiyle birlikte yüreğinde hissettiğini belirterek, bir taraftan asli görevlerinin ifası için gayret sarf ederken diğer taraftan da yine yasal görev ve sorumluluğu ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin örf ve adetleri gereği mensuplarıyla ilgili yürütülen bütün soruşturma ve davalarla yakından ilgilendiğini, günlük olarak bilgilendiğini, halen de ilgilenmeye ve bilgilenmeye devam ettiğini bildirerek, Yargıtay 9'uncu Ceza Dairesinin temyiz kararını açıklamasının ardından şahsına yönelik sözlü ve yazılı eleştiri ve saldırıların olduğunu hatırlattı.

"Kurban Bayramı'nı idrak ettiğimiz günlerde bayramın kutsiyetine olan inancım ve yüce Türk milletine olan saygımdan dolayı cevap vermek istemedim" ifadelerini kullanan Özel, şunları kaydetti:

'Onların acısını ailemle birlikte yüreğimizde hissediyoruz'
"Ancak yıkıcı ve mesnetsiz olduğunu düşündüğüm eleştiri, tahrik ve saldırıların dozajının artması üzerine iddialara cevap olarak kamuoyunun bilgilendirmenin yararlı olacağını değerlendiriyorum. Öncelikle tutuklu olan personelimizin ve onların değerli aile bireylerinin acısını ve üzüntüsünü ailemle birlikte hep yüreğimizde hissettiğimizi vurgulamak istiyorum. Görevimi devraldığım zaman 'Balyoz' adı verilen davada, deliller toplanmış, tutuklamalar yapılmış, soruşturma tamamlanmış, savcılık iddianamesi hazırlanmış, iddianame yetkili mahkeme tarafından kabul edilmiş ve yargılama süreci başlamış bulunuyordu.

Görevim boyunca bir taraftan asli görevlerimizin ifası için gayret sarf ederken, diğer taraftan, yine yasal görev ve sorumluluğum ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin örf ve adetleri gereği mensuplarımız ile ilgili yürütülen bütün soruşturma ve davalarla yakından ilgilendiğimi, günlük olarak bilgilendiğimi ve halen de ilgilenmeye ve bilgilenmeye devam ettiğimi, Anayasamızda belirtilen 'Demokratik hukuk devleti' ilkesine, mevcut yasal mevzuata ve yargının ayrı bir 'erk' olarak bağımsız ve tarafsız olması gerektiğine olan inancım çerçevesinde, arkadaşlarımın durumuna hukuki çözümler aradığımı ve bu yöndeki düşüncelerimi ilgili ve yetkili olduklarını düşündüğüm makam sahipleri ile paylaştığımı, tutuklu olan personelimizin, hiçbir ayrım yapılmadan, tamamen yasal mevzuat içerisinde kalınarak, düzenli olarak ziyaret edilmesini, istek ve ihtiyaçlarının tespit edilerek karşılanmasını, savunmalarına yardımcı olacak bilgi ve belgelerin kendilerine ve/veya avukatlarına zamanında ulaştırılmasını, ayrıca TSK'nın geleneksel aile yapısı nedeniyle aile bireyleri ile ilgilenilmesini sağladığımı bilginize sunmak istiyorum."

Hasdal ziyareti

Görevi devraldıktan birkaç ay sonra gerek insani gerekse yasal görev ve sorumluluğunun gereği olarak Ekim 2011'de Hasdal Askeri Cezaevinde ziyaretlerde bulunduğunu hatırlatan Özel, açıklamasına şöyle devam etti:

"Ziyaretimin amacı, sorumlu ve vefalı bir kişi olarak arkadaşlarımı dinlemek, onlar için hukuken ve idari olarak ne yapabileceğimi belirlemek ve her şeyden önemlisi moral vermekti. Bu ziyaret esnasında bazı arkadaşlarıma, 'Suçun şahsiliği prensibine karşın, yürütülen davanın aynı zamanda TSK'nın kurumsal kimliği ile de yakından ilgili olduğunu, davayı yakından takip ettiğimi, TSK'nın kurumsal yapısını, emir-komuta sisteminin işleyiş tarzını ve iddialarla ilgili mevcut bilgileri yetkili ve ilgili kişilerle diyalo kurarak yüz yüze görüşeceğimi, bu konuda basın-yayın yolu ile bilgilendirme yapmayı düşünmediğimi' belirttim."

Genelkurmay Başkanı Özel, Balyoz davası kararına ilişkin, "Karar sonrası tahliye edilen arkadaşlarımın çoğunluğunun Kara Kuvvetleri Komutanlığı mensubu olduğu ifade edilerek Türk Silahlı Kuvvetleri içinde ayrımcılık yapma, nifak sokma ve huzur bozmaya yönelik girişimleri kınıyorum" değerlendirmesinde bulundu.

'Genelkurmay Başkanı neden konuşmuyor?'

Orgeneral Özel, yaptığı yazılı açıklamada, son zamanlarda sık sık "Genelkurmay Başkanı neden konuşmuyor?" sorusuyla karşılaştığını belirtti.

Genelkurmay Başkanının, devlet sorumluluğu bulunan, görev ve yetkileri yasalarla belirlenmiş, Türk Silahlı Kuvvetlerinin komutanı ve bir kamu görevlisi olduğunu ifade eden Orgeneral Özel, kamu görevlisinin, konuşacağı konuyla ilgili, yeri, zamanı ve muhataplarını doğru analiz etmesi gerektiğini bildirdi.

Bu nedenle mümkün oldukça konuşmamaya ve gündemde olmamaya gayret sarfettiğini, TSK ile ilgili haberlerin de internet ortamında kamuoyuyla paylaşılmasını yeterli gördüğünü ifade eden Özel, "Son Balyoz temyiz kararından sonra da bazı sanık ve yakınları tarafından konuşmamam konusunda yoğun eleştiriler olduğunu gördüm. Kurumsal kimliğim nedeniyle, yargıya intikal etmiş konularla yargı kararları üzerine yorum ve değerlendirme yapma hakkına sahip olmadığımı ve düşüncelerimi basın yolu ile kamuoyu ile paylaşmayı doğru bulmadığımı düşünüyorum. Ancak, bireysel olarak düşüncelerimi ilgililerle serbestçe paylaştığımın da bilinmesinde yarar görmekteyim" değerlendirmesinde bulundu.

Tarihi davalarla ilgili verilen yargı kararlarının; ihtisas sahipleri tarafından tartışılmasının, sonuçlarının yürütme ve yasama organları tarafından değerlendirilmesinin ve vicdani muhasebesinin de yüce millet tarafından yapılmasının daha doğru olduğunu düşündüğünü vurgulayan Orgeneral Necdet Özel, açıklamasında şunlara yer verdi:

"Diğer taraftan, karar sonrası tahliye edilen arkadaşlarımın çoğunluğunun Kara Kuvvetleri Komutanlığı mensubu olduğu ifade edilerek Türk Silahlı Kuvvetleri içinde ayrımcılık yapma, nifak sokma ve huzur bozmaya yönelik girişimleri kınıyorum.

'Daha duyarlı olunmasını rica ediyorum'
Daha huzurlu, müreffeh ve her yönüyle gelişmiş Türkiye hedefine; geçmişte yaşadığımız olayları sorgulayarak, gerekli dersleri çıkararak ve bu dersleri hayata geçirerek, ancak geçmişte yaşanmış hadiselere takılıp kalmadan, bu olayları sürekli olarak gündemde tutmayarak, geleceğimize ait plan ve projeler yaparak ve bunları uygulama alanına sokarak, birlik ve beraberliğimizi ve iç huzurumuzu koruyarak, birbirimizi dinleyerek ve anlayarak, mevzubahis vatan ve millet olduğunda saplantılarımızı bir kenara bırakarak ve 'Herşey Türkiye için' diyerek ulaşabileceğimize inanıyorum.

İşte bu düşüncelerle, atalarımızdan bizlere emanet edilen özgür vatan topraklarının korunmasının, devletimizin bekasının, vatandaşlarımızın huzur ve güvenliğinin teminatı olduğunu düşündüğüm, yüce milletimizin bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetlerine ve onun fedakar mensuplarına karşı daha duyarlı olunmasını rica ediyorum."
Kaynak: http://haber.sol.org.tr/

Mahkeme Balyoz itirazlarını topluca değerlendirecek
1 Ocak 2014
"Balyoz Planı" davasına bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin, "yargılamanın yeniden yapılması" talebiyle sunulan dilekçeleri topluca değerlendireceği ve bu taleplerle ilgili yasal mevzuat gereği yeni bir heyet oluşturulabileceği öğrenildi.

Emekli orgeneraller Çetin Doğan, Halil İbrahim Fırtına, Ergin Saygun, Bilgin Balanlı, Şükrü Sarıışık ve emekli Oramiral Özden Örnek ile emekli Korgeneral MHP Milletvekili Engin Alan'ın da aralarında bulunduğu 237 sanığın, çeşitli oranlarda değişen mahkumiyet kararlarının onandığı, 88 sanıkla ilgili verilen hükümlerin ise bozulduğu Balyoz Planı davası dosyasına ilişkin, kimi sanık avukatlarınca İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine yeni dilekçeler sunuldu.

Balyoz Planı davasında aldıkları cezalar onanan emekli tümamiraller Fikret Güneş ve Mücahit Şişlioğlu ile emekli tuğamiraller İsmail Taylan, Hasan Hoşgit ve Hüseyin Hoşgit'in de aralarında bulunduğu 15 kişinin avukatı Nevzat Güleşen tarafından sunulan dilekçede, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan'ın 24 Aralık'ta bir gazetede yayımlanan yazısına işaret edilerek, Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 311. maddesine göre Balyoz Planı davası kapsamında yargılanan tüm sanıkların yeniden yargılanması talep edildi.

Dilekçeyi dosyaya koyan mahkemenin, diğer sanıkların da bu yönde dilekçe vermesini beklediği ve toplu başvurulardan sonra bir değerlendirme yapacağı kaydedildi. Mahkemenin taleplerle ilgili yasal mevzuat gereği yeni bir heyet oluşturabileceği de ifade edildi.

Bu arada mahkeme, haklarında verilen hüküm Yargıtay tarafından bozulan 88 sanığın yeniden yargılanmasına ilişkin henüz herhangi bir duruşma tarihi belirlemedi.
Hürriyet

Ergenekon davası: Doğu Perinçek de tahliye edildi
10 MART 2014



Ergenekon davasında tahliye taleplerini değerlendiren ağır ceza mahkemelerinden tutuklu sanıklar hakkında ardarda tahliye kararları geliyor.
İlk olarak 21. Ağır Ceza Mahkemesi Tuncay Özkan, Levent Göktaş ve Sedat Peker'in tahliyesine karar verdi.

İlerleyen saatlerde 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nden avukat Kemal Kerinçsiz, emekli albay Dursun Çiçek ile Danıştay saldırısı faili Alparslan Arslan; 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde eski özel harekatçı İbrahim Şahin için tahliye kararı çıktı.
Bu kararı Yalçın Küçük, Merdan Yanardağ, Alaattin Sevim, Hasan Iğsız, Mehmet Ali Çelebi, Şener Eruygur'un tahliyeleri izledi.
Akşam saatlerinde de İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek'in de tahliyesine karar verildiği haberi geldi.
Perinçek'in yanısıra Hikmet Çiçek, Muzaffer Tekin, Oktay Demirtaş, Atilla Uğur hakkında tahliye kararlar verildi.
Tahliye kararları, ÖYM'lerin kapatılması ve uzun tutukluluk süresinin de 10 yıldan 5 yıla indirilmesinin ardından geldi.
Ergenekon davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan gazeteci Tuncay Özkan, 23 yıl 7 ay hapis cezasına çarptırılan emekli albay Levent Göktaş ile 10 yıl hapis cezasına çarptırılan Sedat Peker tahliye edildi.

Mahkeme, Tuncay Özkan ve Levent Göktaş'a şu gerekçelerle tahliye kararı verdi:
"Sanıkların tutuklukaldıkları süreler, delillerin toplanmış olup karartılma kuşkusunun kalmaması, sanıkların sabit ikametgah sahibi olması, karar onansa dahi kesinleşebilmesi için geçebilecek muhtemel süre, kararın bozulması halinde telafisi mümkün olmayan mağduriyetlere neden olabileceği, tutuklamanın tedbir olması, benzer konumda tahliye edilmiş sanıklar bulunması nedeniyle söz konusu durumun adalet duygularını incitebilecek olması."
İstanbul 21'inci Ağır Ceza Mahkemesi, Özkan ve Göktaş hakkında yurt dışı çıkış yasağı koyarken, Peker hakkında herhangi bir adli kontrol uygulamadı.
Ergenekon davası kapsamında hakkında tahliye kararı verilen Sedat Peker'in, hakkında İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hapis verilen ve Yargıtay tarafından onaylanan cezası nedeniyle tahliye edilmesi beklenmiyor.
Kemal Kerinçsiz, Alparslan Arslan ve Dursun Çiçeri çiçek için tahliye kararı veren İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi Kerinçsiz'e ve Arslan'a yurt dışı yasağı koydu.
Arslan, haftada üç gün polis merkezine gidip imza atacak.
Emekli albay Dursun Çiçek Balyoz Davası'ndan hükümlü olduğu için cezaevinden çıkamayacak.

Özkan'dan açıklama

Tuncay Özkan tahliye edildikten sonra bir basın açıklaması yaptı.

1996 yılından 2007 yılına kadar beş kez suikasta uğradığını belirten Özkan, “Öldüremediler, hapse attılar” yorumunu yaptı.
Özkan açıklamasında şunları söyledi:
"Altı yıl sonra Türkiye'nin içinde bulunduğu durumun içinde olmamasını çok isterdim. Ama bugün dışarda yaşananlar Türkiye'nin bulunduğu durum bizim uğradığımız zulümden daha vahimdir. Öc alma duygusu içinde değiliz. Biz bugün kindar ve zulümle dolu bir döneminm sonlandırılması için buradayız. Türkiye yapayalnız bırakılmıştır, uçurumun kenarınsdaki ülke tablosudur."
"Kimseyi ötekileştirmeden sevgiyle. Ben öldürelemediğim için 1996 yılından 2007 yılına kadar beş suikast geçti başımdan. Öldüremediler, hapse attılar. Soruyorum suçum nedir diye. Özkan’a suçunun söylemeyin demiştir. Yarı beline kadar kürseüden sarkarak suçunu en iyi kendi bilir demiştir, bunlar mahkeme kayıtlarında var. Şeytanla yatağa girdiler, çarpılarak çıktılar. Bu çetenin içinde bulunduğu tablo nettir. Canımıza kıymak isteyenler Ankara'dakilerin en yakınındadırlar."
"Tuncay Özkan’ın varlığı bu ulusun varlığına armağandır. Bu ülkeyi dibe sürüklemek isteyenlerden korkmayız. Bu karanlık geçecek."
13. Ağır Ceza Mahkemesi'nden 'ret kararı'
Bu arada 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 21'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararından kısa süre önce Ergenekon davasından tutuklu 33 sanığın tahliye taleplerini reddetti.
13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Hasan Hüseyin Özese, gerekçe yazısında Özel Yetkili Mahkemelerin TBMM tarafından kaldırılmasının Anayasa'ya aykırı olduğunu açıkladı.
Özese, mahkemenin bu konu ile ilgili Anayasa Mahkemesi'ne başvuruda bulunduğunu söyledi.
13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararını Hürriyet'e değerlendiren Levent Göktaş'ın avukatı Celal Ülgen, ''13. Ağır Ceza Mahkemesi direnişini sürdürüyor. Biz 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne başvurmadık. Çünkü böyle bir mahkeme yok. 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararları yok hükmündedir. Mahkeme 'Ben yasaya da direneceğim' demek istiyor. İlker Başbuğ konusunda bir karar veremedik, çünkü karar verilmiştir diyor mahkeme'' dedi.
İstanbul Barosu eski başkanlarından avukat Turgut Kazan BBC Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede, 13 Ağır Ceza Mahkemesi'nin görevinin Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmasını içeren kanun ile sona erdiğini ve bundan sonra dosya ile ilgili karar veremeyeceğin söyledi.
Kazan, "Bu noktada hukuki bir karışıklık yok. Kaldırılmasıyla ilgili kanun çıktı. Bundan sonra kanun çerçevesinde yapabileceği, bugüne kadar yazmadıkları gerekçeli kararı 15 gün içerisinde yazmak. Bundan sonra dosya üzerinde asla inceleme yapamazlar. Tutukluluğunun devamına veya tahliyeye karar veremezler. Kanun çıkmıştır, görevleri sona ermiştir" dedi.
HSYK: 13. Ağır Ceza diye bir mahkeme yok artık
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararını 'yetki gaspı' olarak niteledi.
Mahkeme kurma ve kaldırma yetkilisinin TBMM'de olduğuna işaret eden HSYK 1. Daire Başkanı İbrahim Okur, ''Artık 13. Ağır Ceza Mahkemesi diye bir mahkeme kalmamıştır. Sanıkların tahliyeleri konusu, kovuşturmaya ilişkin bir işlemdir. Bu mahkemenin de böyle bir işlem yapma yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla kararı geçersizdir'' uyarısında bulundu.

Okur, ayrıca yerel mahkemenin ÖYM'nin kaldırılmasına ilişkin yasanın iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yapacağı açıklaması konusunda da, şunları söyledi:
''Bir mahkeme bir kanunun iptalini isteyemez. Kanun iptal isteme yetkisi milletvekillerine ve cumhurbaşkanına aittir. Bir mahkeme ancak, elindeki davayı Anayasa Mahkemesi'ne götürebilir. Benim görüşüm, Anayasa Mahkemesi'nin de bu başvuruyu 'kabul edilebilir bulmayacağı', ilk incelemede geri çevireceği yönündedir. Ancak velev ki Anayasa Mahkemesi 13. Ağır Ceza'nın yasaya ilişkin iptal işlemini 'kabul edilebilir' bulsun; yine de mahkemenin böyle bir talepte bulundum diye, sanıkların tahliye taleplerini reddetme yetkisi yoktur.''

KCK davasında 92 tahliye talebi

Diyarbakır'dan gazeteci Zübeyde Sarı, KCK ana davası sanıklarının avukatlarının 92 kişinin tahliye edilmesi talebiyle Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ne başvurduğunu aktarıyor.
Sanık avukatlarının, başvurularında özel yetkili mahkemelerin kaldırılması ve tutukluluk süresine ilişkin düzenlemeyi gerekçe gösterdikleri belirtiliyor.
Başvurunun kabul edilmesi durumunda, eski DEP milletvekili Hatip Dicle, Batman Belediye Başkanı Necdet Atalay, Viranşehir Belediye Başkanı Leyla Güven, Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak, Derik Belediye Başkanı Çağlar Demirel ve İHD Diyarbakır eski Şube Başkanı Muharrem Erbey'in de aralarında bulunduğu 92 sanık tahliye edilecek.
BBCT

Ergenekon hakiminden itiraf
03 Şubat 2014



Ergenekon davasında 3 yıl görev yaptıktan sonra görevden alınan hakim Köksal Şengün, bomba açıklamalarda bulundu.

5 yıl süren ve sanıklarının çoğunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldığı Ergenekon davasının ilk hakimi Köksal Şengün'den bomba açıklamalar geldi.

Yargılama sürecinde bir dizi hatanın yapıldığını itiraf eden Şengün, Sıkıyönetim Mahkemelerindeki hakimlerin daha demokrat olduğunu söyledi.

Şengün'ün itirafları bunlarla da sınırlı değil. Şengün, Ergenekon iddianamesini tam olarak okumadan karar verdiklerini söyledi.

"Okuduk desek yalan söyleriz. Şimdi olsa gerekli incelemeyi yaptığım için birçok yönden o iddianameyi geri çevirirdim!"

T24'ten Hazal Özvarış'a konuşan Köksal Şengün'ün açıklamalarından bölümler şöyle:

ERGENEKON DAVASINDA YANLIŞLIKLAR ÇOK

Yanlışlıklar çok. Yalnız kararın gerekçesi ortaya konmadığı için fazla detaya girmek mümkün değil.

Bazı araştırmaların yapılamadığı kanaatindeyim. Örneğin, o CD’lerin incelemesi yapılmadı. Ben ayrılmak zorunda kaldığımda savunmalar devam ediyordu, benden sonraki gelişmeleri bilmemekle beraber söylüyorum bunları. Ceza davalarında savunma bittikten sonra delilleri okursunuz, daha sonra avukatlar delillere itirazlarını koyar. Mesela “Evde yapılan aramada şunlar şunlar bulunmadı” gibi tutanaklara karşı itirazlar yapılır. Bu itirazların giderilmesi için tutanakta imzası olan kişilerin bir kısmının huzurda dinlenmelerinde fayda var. Böylece hem kişi “nasıl, niçin düzenlendi” diye sorar, hem de gerektiğinde mahkeme de, savcı da soru sorar.

DELİLLER İRDELENMEMİŞ

Ne yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermek isterim, ne de başkalarını suçlamak. Yargılama benden sonra yaklaşık iki sene daha devam etti, sonra karar verildi. Yani, “delil değerlendirmesi”nin de yapıldığı iki sene içerisinde olanları bilmiyorum, sadece televizyonlara yansıyan bağırmalar, çağırmalar... Ancak şimdiki gelişmeler de gösteriyor ki, bu deliller irdelenmemiş.

TÜBİTAK'IN OYNAMA VAR DEDİĞİ 5 NO'LU CD

CD, e-mail gibi dijital nitelikli deliller konusunda çok fazla bilgi sahibi değilim. Ancak öğrendiğim kadarıyla, bir bilgisayarınız veyahut akıllı telefonunuz varsa bombanın üzerinde oturuyorsunuz demektir. Yani bunlara herkes el atabilir, ben bunu öğrendim, sizden habersiz bazı şeyler yüklenebilir, istenilen tarih atılabilir... Dürüst olmayan insanların elinde çok kötü bir silah olarak kullanılabilir bu aletler, nitekim de kullanılıyor, işte yaşadık görüyoruz. Bana göre yeterli bir araştırma yapılmadı bu konuda.

DİNÇER VE GÜL DİNLENMELİYDİ

Şengün, "Davadan alınmasaydınız, Erdoğan'ın Başbakanlık Müsteşarlığı'nı da yapan “Cuntalardan haberdardık” diyen Ömer Dinçer veya Nokta’nın “Darbe Günlükleri” yayını ardından 2004’teki girişimlerden haberdar olduğunu söyleyen Abdullah Gül tanık listenizde yer alır mıydı?" sorusuna ise şu yanıtı verdi:

Bu insanların içerisinde beyanatlarıyla Ergenekon’la ilgili bilgi sahibi olduğu anlaşılan kişilerin de dinlenmesi gerekirdi. Dediğiniz beyanatlar yapıldıysa, bu isimlerin dinlenmesinin gerçeklerin ortaya çıkması açısından faydalı olacağı düşüncesindeyim.

DAVADAN ALINMASAYDI MÜDAHALE EDEBİLİR MİYDİ?

Edemezdim. Biz, bize gösterilen suçlamayla bağlıyız. O suçlamanın yargılamasını yaparken o şahsın başka bir suçunu delillerle tespit ederseniz suç duyurusunda bulunursunuz. Ama bunlar sizin elinizdeki dosyaya talep olmadıktan sonra girmez.

Suç duyurusu girişimimim olmadı. Bunların hepsini toplayıp yapacaktık suç duyurusunu. Yarı yolda bir şeyleri kesmek de doğru olmuyor çünkü elinizdekileri pekiştirmek durumundasınız. Savcı iddiada bulunur fakat mahkeme öyle değil. Hüküm veren mevkide olduğu için, afaki iddialara yönelik şeyleri hemen suç duyurusu olarak bildirmesi doğru olmuyor.

ASKERİ HAKİMLER DAHA DEMOKRATTI

Eski yasamızda da DGM’lerde askeri hâkimimiz vardı. 1999’da onu çıkarttık, tamamını sivil yaptık.

“Askeri hâkimler komutanın emrinde çalışır” derler ama gördüğüm kadarıyla bizden daha rahattılar, daha demokrattılar.

Daha objektif kararlar veriliyordu.

ERGENEKON'DA ÖRGÜT YOK

‘Ergenekon'da örgüt yok, bıraksan birbirlerini ısırırlar!’

Yanlışlıklar hakikaten var. Düşünün, benim baktığım davada içeri alınan insanların hiçbiri birbirini tanımaz. Nerededir bu örgüt? Bir örgütü devlet bulur. Devlet der ki size; “Bu örgüt şu eylemleri yapmıştır, silahlıdır.” Biz de ona göre “silahlı örgüt” deriz,“silahsız örgüt” deriz. Bizim önümüze koydukları torbanın içine herkesi atmışlar, yan yana bıraksan birbirlerini ısırırlar bunlar. Öyle insanlar var ki içerisinde, birbirlerine kurşun atarlar.

Ben bu kadar örgüt davasına baktım, bu şekilde oluşmuş bir örgüt görmedim.

Yok yani, yok.

İDDİANAMELERİ OKUMADAN KARAR VERDİK

Bir iddianame mahkemeye tebliğ edildikten sonra 15 gün süreyle incelenir. İddianamenin kabulü veya reddi diye bir müessesemiz vardır. Bu iddianameyi ve delilleri inceleme süresi bu dosya için mümkün olmayan bir süre. 2 bin 500 sayfa iddianame artı 500 klasör belge!

Okuduk ama belirli bir süre, belirli bir yere kadar okuduk. Can alıcı noktalarını okuma imkanımız olmadı. Okuduk desek yalan söyleriz. Bir insanın okuma kapasitesi var. Günde 500 sayfa okuyabilir misiniz? Okuduktan sonra da, dosyalarla da karşılaştırma yaparak“Şuraları eksik, şuraları yanlış” diyerek iddianameyi geri çevirebiliyorsunuz. Ancak biz o şansa sahip olmadığımız için kabul etmek durumunda kaldık. Çünkü yeterince incelememiştik. Şimdi olsa gerekli incelemeyi yaptığım için birçok yönden o iddianameyi geri çevirirdim. Ama o zaman kabul etmekten zorundaydık çünkü geri çevirmek için sebepleri öne sürmek gerekiyordu.

KÖKSAL ŞENGÜN KİMDİR?

Hâkimliğe 1976’da başlayan ve 37 yıl sürecek mesaisi sıkıyönetim ile devlet güvenlik mahkemelerine de (DGM) uzanan Şengün, Ergenekon davasına üç sene baktıktan sonra Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) kararıyla Temmuz 2011’de Bolu hâkimliğine atandı.

Şengün, “gözdağı” olarak nitelendirdiği tayinden bir süre sonra kanser olduğunu öğrendi.

Yaklaşık 20 iddianamenin birleştirildiği ve binlerce sayfadan oluşan dosyaya vakıf olmaya çalışan sayılı isimlerden biri olan Şengün, başta Mustafa Balbay ve Prof. Mehmet Haberal olmak üzere bazı sanıkların tahliyelerinden yana yaptığı çıkışlarla adından söz ettirmişti.
T24
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Ksm 08, 2013 12:33 am    Mesaj konusu: E. Oramiral Nusret Güner: "Tüm operasyonların ana amacı Alıntıyla Cevap Gönder

E. Oramiral Nusret Güner: "Tüm operasyonların ana amacı BOP'dur"
08.11.2013



İzmir'deki casusluk ve Balyoz davası sebebiple istifa eden Donanma Komutanı Oramiral Nusret Güner, twitter hesabından duyurdu.

Güner, Hürriyet gazetesinin kendisiyle röportaj yaptığını ancak o röportajı yayınlamadıklarını açıkladı.

Söz konusu röportajı twitter hesabından yayınlayan Oramiral Güner, bu söyleşiyi Hürriyet'e 25 Ekim 2013 tarihinde vermiş.

Hürriyet'in sakıncalı bulup yayınlamadığı röportaj.

GENELKURMAY BAŞKANI'NA ÜZÜLÜYORUM

Hani diyor ya şimdi Başbakan, Cumhurbaşkanı "Necdet Özel arkadaşlarını savunuyor bize" diyor. Ben çok üzüldüm, Genelkurmay Başkanı için. Sözü dinlenmiyor demek ki. Ben o sonucu çıkartıyorum.

ONU TAKMIYORLAR

Arkadaşlarını savunacak argumanları söylüyor. Ama takmıyorlar. Ben de Donanma Komutanı olarak arkadaşlarımın suçsuzluğunu anlattım. Beni takmıyorsanız, Allahaısmarladık dedim. Ben seninle sorumluluğu niye paylaşayım ki? Türk milletine şu mesajı vermek istedim: "Ey Türk milleti uyanın. Bunlar böyledir. Benim hiçbir beklentim yok.”


NİYE İSTİFA ETTİ?

"Bu davaların başından beri, iddiaların doğru olmadığını ben ve benim gibi işin içindeki tüm subaylar biliyordu. Ama yine de devlet adabı neyi gerektiriyorsa onu yaptık. Bunu yargıya güvendiğimiz için yaptık. Ama zaman geçtikçe gördük ki, yargıya nerede güveneceksin? Adamlar savunma yapıyor. Yargıç başka tarafa bakıyor. Yargıya nasıl güveneceksin?

O AN ÇILDIRDIM

Benim için kırılma noktasi 21 Eylül 2012 tarihidir. Ne oldu o gün? Mahkeme karar verdi. Benim 160 tane pırıl pırıl silah arkadaşımı 18 yıla mahkum etti. Ben hamaset yapmıyorum. Ben bu denizcileri tanıyorum. Yüzde 90'ı ile beraber çalıştım. Ben bu insanları tanıyorum. Bu insanlar pırıl pırıldır. Bunlara 18 yıl hapis cezası veriyorsun. Olacak şey değil. Çıldırdım. O an benin kırılma anımdır.

İSTİFAMI BIR HAFTA BEKLETTİM

Balyoz kararlarının verildiği 21 Eylül 2012 günü, istifa etme kararını verdim. Ancak kendi kendime dedim ki, "Nusret bir hafta bekle. Demesinler ki, hemen feveran ediyor". Bir hafta sonra da 28 Eylül günü istifamı verdim.

KİMSENİN UMURUNDA DEĞİL

Sivil olarak mücadele etmek de benim görevim. Ben Oramiral oldum. Harbe hazırlıktan sorumlu insanlardan birisiydim. Türk Silahli Kuvvetlerinin harbe hazırlığından sorumlu 14 Orgeneral/ Oramiralden biriydim artık. Ben öyle hissediyordum. Ama bir baktım ki, Deniz Kuvvetleri büyük bir zaaf içine düşürülmüş. Bu da kimsenin umurunda değil. Bunun böyle olduğunu gördüm. Kimsenin umurunda değil, kimse sesini çıkartmıyor. 160 tane pırıl pırıl insan gitmiş.


BAŞBAKAN ANNEMİN HATRINI BİLE SORAN BİR İNSAN

Başbakan benimle görüşmek istemiş. Başbakan ile hem şehriyiz biliyorsunuz. Ben de aslen Rizeli'yim. Sağolsun kendisi ile askeri ortamlarda bir araya geldiğimizde annemin bile hatırını soran bir insan. Aynı mahallenin, aynı sokağın havasını koklamış insanlarız. Ama bu devlet işi, kendisini yanıltabilirler. Dostluk başka, alışveriş başka.

Ben Allah'a da hesap vereceğim.

Bunun sorumluluğu da omuzlarimda. Dolmabahçe'ye çağnldım. 25 veya 26 Ocak. İstifamı verişimden birkaç gün sonra. Giyindim resmi elbiselerimi. O sırada biri telefon etti, ismi lazım değil. "Aman efendim sivil elbise ile gidin, basın sizi görmesin" dedi. Kimi kimden gizliyorsunuz. Neyse sivil gittim.

55 DAKİKA BAŞBAKAN İLE NE KONUŞTU

Başbakan ile 55 dakika görüştük. Başbakan'a orada herşeyi anlattım. 5 yaşından 60 yaşına kadar nasil idealist bir şekilde yaşadığımı söyledim. Şimdi “Siz bana istifanı geri al diyorsunuz, bu bana Tetiği Çek anlamına gelir” dedim. “Ama bu insanlarin başına gelenleri düzeltin, ben köşemden sizin sağlığınıza dua edeyim” dedim.

Başbakan iyi niyetle beni istifadan vazgeçirmek istedi. "MİT Müsteşarı da zor durumda görüyorsun” dedi. “Yargıyı görüyorsun vb.” dedi.

BENİ KALE ALMAYANIN EMRİNDE NASIL ÇALIŞIRIM

Ben bunları Yüksek Askeri Şura'da anlattım. Sorumlu olan insanlara bunu anlattım. Hani beni kale almadıysalar, ben de onları kale almadığım için istifamı verdim. Beni kale almıyorsa, ben onun emrinde nasıl çalışabilirim? Saygımı yitirdiğim anda da çekip giderim. Ben saygımı yitirdim. Bir dakika bile duramazdım artık.

DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANI'NI EZMEYEYİM DEDİM AMA...

Balyoz kararlarının açıklanmasından sonra, Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın istifa edeceğini düşündüm. Ondan önce istifamı verip, onu ezerim diye endişe taşıdım. Kendisi Karamürsel'e geldi. Geldiğinde görüştük. İstifa etmeyeceğini anladım. Dilekçemi o gün verdim.

BU MİLLET ARTIK BİZE GÜVENMİYOR

"Bu millet artık bize güvenmiyor" diyorum. "Nereden çıkartıyorsun bunu diyorlar". "Ben demiyorum ortaya çıkan Büyük Resim bunu diyor" dedim. Mahkemeler Türk milleti adına karar veriyor. Beni Türk milleti mahkum etmiş, 160 tane pırıl pırıl insanımızı Türk milleti mahkum etmiş, bir kısmı da sırada bekliyor. "Bakın" dedim; "istifamı geciktirdiğiniz her gün bu şebekeler benim hakkımda da birtakım tasarruflar yapacaklar" dedim. Bunu özelikle Deniz Kuvvetleri Komutanı'na söyledim. "Olur mu canım öyle şey?” dedi. Bak oldu sonunda, gördünüz mü?

MERCEDES YERİNE RENAULT'A BİNDİM

İstifa dilekçeniz, yasal olarak Temmuz Ağustos veya Ocak Şubat aylarinda yürürlüğe girebiliyor. Onun dışında, Kuvvet Komutanı isterse istifanızı kabul etmez. Benim istifamı yürürlüğe sokmadıklar için 1 Ocak 2013 tarihine kadar bekledim. Bu arada, rutin çalışmalar için, 3-4 defa Ankara'ya gittim. Kuvvet Komutanına her seferinde “Ocak ayından sonra ben yokum, planlamalarınızı ona göre yapın" dedim. Ankara'ya bu gidişlerimde Orduevi'nde general katlarında kalmadım. Albay katlarında kaldım. Mercedes makam arabamı bıraktım. Bu millet bana bunu layık görmüyor dedim. Renault otomobile bindim. Ama ben tepkimi başka nasıl gösterecektim? Basına gidip konuşamazdım ki.

ANKARA'YA ÇAĞIRDILAR, İSTİFADAN VAZGEÇİRMEYE ÇALIŞTILAR

Ankara'ya çağırdılar. Deniz Kuvvetleri Komutanı çağırdı. Genelkurmay Başkanı çağırdı. Beni istifadan vazgeçirmeye çalıştılar. Orada onlara da söyledim. Beni istifadan vazgeçirmeye çalışmanız benim ela gözüme aşık olmanızdan değil, Hükümeti düşündüğünüzden benim istifa etmemi istemiyorsunuz. Açık açık söyledim bunları.

30 Kasım 2012. Yüksek Askeri Şura toplantısı. Şöyle dedim;
-"Sayın Başbakanım, Sayın Milli Savunma Bakanım, Donanma Komutanı'nız Deniz Kuvvetleri'nin düşürülmüş olduğu durum hakkında ne düşünüyor bilmek istersiniz" diyerek konuşmaya başladım. Olanı biteni ve düşüncelerimi söyledim. Özgürlükse özgürlük. Ben komutanlarıma düşüncemi anlatırım. Dinleyen dinler, dinlemeyen dinlemez. Ben komutanlarımın verdiği emri son dakikaya kadar uygularım yine. Baktım ki saygımı yitirdi, çeker giderim. Ocak ayını beklememin şu yararı oldu. Milli Savunma Bakanı ve Başbakan beni dinlemiş oldu. Diyemezler ki, biz bu anlatılanları bilmiyorduk.

KIZIM ÜZERİNDEN MESAJ VERDİLER

Yüksek Askeri Şura cuma günü geç saatte bitti. Cumartesi günü Gölcük'e döndüm. Pazartesi sabahı da gemilerimizle seyre çıktım. Küçük çaplı eğitimler de olsa personelime moral vermek istedim. Seyirdeyken, pazartesi öğleden sonra, bir de öğreniyorum ki, 16 yaşındaki kızımı savcılığa çağırıyorlar. Neymiş, mağdurmuş. Çıldırdım. Bana şu mesajı veriyorlar; "Ey Nusret Güner, sen istifanı madem geri almadin. Biz de sana bunu yaparız." Bu, bu kadar açık.

ÇILDIRDIM DİŞLERİMİ SIKTIM...

Çıldırdım, ama kendime hakim oldum. Dişlerimi sıktım. Ankara'dan telefonlar geldi. "Benim kızım gidecek savcılığa" dedim. "Beni kimseye borçlu bırakmayın" dedim. Benim kızım 16 yaşında. Bu olay meydana geldiğinde 14 yaşında, kızımın 14 yaşındayken odasına güya kamera koymuşlar. Görüntüler vb. Bir de benim tüm faaliyetlerimi rapor etmişler. Bugün şunla görüştü vb. Güya benim astsubaylarım yapmış bunları. İddianamede böyle yazıyor.

KIZIMA BİR ŞEY OLURSA...

Kuvvet Komutanına dedim ki, "Kızıma bir şey olursa dağıtırım ortalığı. Kendi hesabımı kendim görürüm. Ben 5 yaşından 60 yaşına kadar idealist yaşadım".

İSTİFA ETMEYEYİM DİYE CASUSLUK DAVASINI KALDIRACAKLARDI

22 Ocak 2013 tarihinde, yani İzmir'deki, önceleri kamuoyunda Askeri Casusluk diye bilinen Gizli Bilgi Temin Etme/ Bulundurma davası iddianamesi çıktığında istifamı tekrar verdim. 1 Ocak'tan sonra iddianamenin çıkışını beklemiştim. Bakalım ne olacak diye. İnanıyorum ki, sırf ben istifa etmeyeyim diye Casusluk davasını ortadan kaldıracaklardı. Ama içerde uzun zamandır tutuklu olan 40-50 kişi vardı. Onlara ne diyeceklerdi? Tutukluluklarının hesabını nasıl vereceklerdi? Bunun için davayı açmaya mecbur kaldılar. Bunlar benim değerlendirmelerim.

İSTİFAMI TEK ŞARTLA GERİ ALIRDIM

Bana dediler ki, bizden ne istiyorsun dilekçeni geri almak için. Bunu bana Kuvvet Komutanı söylüyor, ama eminim ki bunu bana daha yukarılardan soruyorlar. "İstifadan vazgeçmek için ne istersin" diyorlar. Çünkü, bu; hükümet içinde ve özellikle TSK'nın içinde çatlak gibi düşünülüyor. Bakın dedim, bütün yargılananlar tutuksuz yargılanacak diyeceksiniz. Hayır. Hepsini af edeceğiz, af çıkaracağız diyeceksiniz. Hayır. Bir tek şey diyeceksiniz: Biz hata yapmışız. Bütün davalar düşecek.

EMEKLİ OLDUKTAN SONRA KİRADA OTURDUM

İstifa ve emekliliğimin onaylandığı 28 Ocak 2013 günü, Deniz Kuvvetlerinin tüm birliklerine bir veda mesaji gönderdim. Saat 17.15'te. O saat o dakika güneşin batım vaktidir. Benim için de meslekte güneşin bakma vakti gelmişti. Ertesi gün devir teslim töreni yaptım. Personeli sinema salonunda topladım. Vedalaştım. Bu arada, kızımın okulunu tamamlaması için bir süreliğine Izmit’te ev kiraladım. Herhalde emekli olduktan sonra kirada oturan ilk oramiral benim.

İÇİM SIZLADI

Dün ( 24 Ekim 2013) tekrar hapsihaneye silah arkadaşlarımı ziyarete gittim. İçim sızladı. Arkadaşlarım içerdeyken ben nasıl Deniz Kuvvetleri Komutanı olacaktım! Kimse bana, Balyoz/ Darbe davasında, neden 140 kişi Deniz Kuvvetleri'nden, 40 kişi Kara kuvvetlerinden mahkum olmuş anlatamaz. Bunu ilk 28 Eylül 2012 tarihinden itibaren Deniz Kuvvetleri Komutanı'na da, Genelkurmay Başkanı'na da , Başbakan'a da söyledim.

DARBEYİ YARGILAYORLARSA KARACILAR NEREDE?

Türkiye'nin başına bu belaları getirenlere sesini çıkarmayanlar, şimdi nifak sokuyorlar diyebiliyor. Benim dediğim şu; "Balyoz, Ergenekon, Kafes , Amirallere suikast vb. tüm davalara bakın, sadece askerler için demiyorum, siviller de dahil. Kesinlikle tüm davaların çürük olduğunu anlamak için iki tane gerekçe hazır diyorum.
Bir: Darbe olacaksa 140 Denizciye 40 Karacı olmaz.
İki: Türkiye'nin hiçbir kurumundan bu kadar yüksek oranda, hele Deniz Kuvvetleri'nden 100 küsür casus çıkmaz. Bu iki iddia bile tüm davaların nasıl kurgu, nasıl yalan olduğunu ortaya koyuyor. Ben bunu olayın çarpıklığını anlatmak için, tüm davaların gerçek olmadığını vurgulamak için söylüyorum.

ÇOK SADIK OLANLARDAN KORKACAKSINIZ

Bakın sadık olmak iyidir de, çok sadık olmak iyi değildir. Bakın ben sadık bir insanım. Beni bir göreve getirirler, sadakatla çalışırım son dakikaya kadar, Komutanlarıma, Amirlerime inandığım bütün doğruları hiç birşey gizlemeden söylerim ve emirlerini uygularım. Ama Saygımı, sadakatimi kaybettiğim anda “Allahaısmarladık” derim. Kalmam görevde. Ama sen beni bir şekilde hakkım olmadığı halde bir yerlere getirmiş isen, ben sana çok sadık olurum. Mecburum çünkü çok sadık olmaya. Çünkü her şeyimi sana borçlu olurum. Onun için çok sadık olanlardan korkacaksınız.

GENELKURMAY BAŞKANI PERSONELİ YERİNE HÜKÜMETE
SAHİP ÇIKIYOR


Ben diyorum ki, Genelkurmay Başkanı tüm personeline olduğu gibi, Deniz Kuvvetleri personeline de sahip çıkmalı. Çıkmadığına göre demek ki onların suçlu olduğuna inanıyor. Genelkurmay Başkanı personeline sahip çıkacağına yukarıya sahip çıkıyor. Komutan lider olursa komutan olur, aksi halde kendi emreder, kendi uygular. Genelkurmay Başkanı şimdi ben kamu görevlisiyim diyor. Benim bildiğim Komutanlar, gerektiğinde "ölmeyi emreder"ler. O halde ben de teklif ediyorum: Türk Silahlı Kuvvetleri'nde "komutan" kelimesini kaldırsınlar artık. Emniyet teskilatinda olduğu gibi, birbirlerine "amirim" desinler, "Komutanım" demesinler.

BAŞBAKAN DA SUSUYORSA ŞÜPHELENECEKSİN ARTIK...

Bana göre, Genelkurmay çok hatalar yaptı. Silahlı Kuvvetler hakkında bir çok aşağılayıcı şeyler söyleniyor, ama Genelkurmay susuyor. Adamın gözünü bağla, kapat. Sonra geç boks yaptır. Genelkurmay Baskanı Başbakan'a anlatmalıydı. Ben, Genelkurmay'ın Basına konuşmasına karşıyım. Ama siz konuşmazsanız, Amiriniz sizin yerinize konuşacak. Şimdi gazeteler sürekli yazıyor, 1 Mayıs katliamını askerler yapmıştır, 12 Eylül ortamını askerler hazırlamıştır, cami bombalayacaklarmış vb. O zaman gideceksin Başbakan'a diyeceksin ki, "Başbakanım bu olmaz, asker cami bombalamaz". Başbakan da susuyorsa, şüpheleneceksin artık, demek ki sana güvenmiyor. Genelkurmay ırım kırım ediyor. Sen açık açık izah etmezsen insanlara, ırım kırım edersen adamların amacına hizmet etmiş olursun. Adamların amacı zaten TSK'yı aşağılamak.

EN TEHLİKELİ ÖZELLİKLERİ; ALLAHTAN KORKMUYORLAR

Bizi bu hale getirenlere “X Mafya Grubu” diyorum. Gizli-Organize-Suc Örgütü. Bana göre en tehlikeli özellikleri de "Allah'tan korkmuyor olmalarıdır”. Ben hem bunları, hem de bu duruma sessiz kalan yetkilileri ve ilgilileri protesto ediyorum. Türk Deniz Kuvvetlerinin gelecek 50 yılı çalınmıştır. Bu belgeler nerden çıkıyor diye kimse sormuyor. Sorulacak soruların hiçbirini kimse sormuyor. Emekli Orgeneral Çetin Doğan diyor ki, "Komutan benim, beni yargılayın; madem suç görüyorsanız beni yargılayın"diyor. Ama kimsenin işine gelmiyor. Amaç suçu bulmak ve suçluyu cezalandırmak değil ki. Amaç TSK'yı bitirmek. Neden Teğmen'inden Orgeneraline/ Oramiraline kadar herkesi yargılıyorlar. Baştaki 5 kişiyi yargılasalardı. Problem olmaz, TSK da itibar kaybetmezdi.

SAVCI BANA ŞANTAJ YAPTI

İzmir'deki askeri casusluk iddianamesinde beni mağdur olarak yazmışlar. Güya Kızımın odasına gizli kamera koymuşlar, aslında telefonunuzu dinledik diyemiyorlar. İddianameye öyle yazmışlar ya. Ne olursa olsun, önemli değil. Böyle bir şey olsa da önemli değil. Bunlar bana ve eşime de olmadık şeyler söyleyebilirler. Söyledikleri gerçek de olsa, hiç önemli değil. Bana şantaj yapamazlar. Bana esas şantajı kim yaptı biliyor musunuz? Bana şantajı Savcı yaptı. Bana şantajı yapacaklar ne diyeceklerdi? Bak elimizde böyle bir kaset var diyeceklerdi. Dediklerimizi yap, yoksa kaseti ortaya çıkartırız diyeceklerdi. Şantaj böyle olmaz mı? İddianameyi hazırlayan Savcı ahlaksız ifadelerin yanına kızımın adını açık açık yazdı. Kızım 14 yaşında, o tarihte. Açık açık yazıyorsun. Şimdi burada şantajı kim yapmış oluyor? Bunlar bizleri geri zekalı mı zannediyorlar!

X MAFYA GRUBU İNSANLARI BİRBİRİNE VURDURTACAKTI

X Mafya Grubu; benim Amiral arkadaşıma diyor ki: “Sekreteri ile ilişkisi var”. Sekreter de, Amiralin gemisinde çalışan bir yüzbaşının eşi. Gerçek olmayan bu ifadeleri kullanmak nasıl bir söylem? Birbirlerini mi vurdurtmaya çalışıyorsunuz insanları? Bunlar vicdansız. Bunların vicdansız olmasını normal karşılıyorum. Ama sesini çıkartmayan kendi adamlarıma kızıyorum. Böyle şeylere nasıl sessiz kalırsın sen. MİT Müsteşarının ayağına basınca hemen tedbir alıyorsunuz. Bunlarda neden sessiz kalıyorsunuz?

TEK RÜTBEM KALDI O DA ŞEHADET

Benim bir tek rütbem kaldı. Şehadat rütbesi. En ufak bir korkum yok. Beni ortadan kaldirabilirler. Hapiste olan silah arkadaşlarımı ve Komutanlarımı kanımın son damlasına kadar savunacağım.

Bana diyorlar ki istifa etmeseydin, mücadele etseydin. Bana yasa dışı hiçbir şey teklif edemezler. Deniz Kuvvetleri Komutanı olsaydım kime karşı mücadele edecektim? Komutanıma ve hükümete karşı mı mücadele edecektim? Onlar beni dinlemiyorlar. Havlu attım. Hayatımda ilk kez havlu attım. Kimle mücadele edeceğim? Ha ortada bu işleri yapan birileri, bu komploları hazırlayan X Mafya Grubu var. Görevdeyken onlarla benim direkt mücadele edecek durumum yok ki. Demokrasinin olmazsa olmazları Muhalefet ve Medya yandaş olmuş, İktidarla birlikte el ele gidiyorlar.

IŞIK PAŞAYI TAKDİR EDİYORUM

Işık Paşa'yı takdir ediyorum. Amirlerine durumu anlatmaya çalıştı. Kim amiri? Başbakan. Baktı ki dinlenmiyor, istifa etti. Işık Paşa takdir ettiğim bir insandır.

İLKER BAŞBUĞ KOZMİK ODA KONUSUNDA HATALI

Bir askerin kozmik bürosuna girebilirler mi ? Orgeneral İlker Başbuğ'un anında istifa etmesi gerekirdi. Anında. Büyük hata yapmıştır. Ben karşı gelsin demiyorum. Bir asker Genelkurmay Başkanı, Başbakan'ın emrindedir. Kesinlikle emrindedir. Ama sen bana güvenmiyorsun, Genelkurmay Başkanı olarak, 35-40 yaşındaki Hakime güveniyorsun. Nasıl? Bilemiyorum. Lafını dinletemiyorsan, bırakıp gideceksin. Yoksa kimse sana saygı duymaz. Sen emir verdim zannedersin. Kendin emir verir, kendin dinlersin. Öl dersin, insanlar ölmez.

ASIL AMAÇ BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ

Tüm operasyonların ana amacı Büyük Ortadoğu Projesi'dir. Bölgenin şekillendirilmesi. ABD bunu açık açık ilan etti zaten. Bunda gizli saklı birşey yok. Küresel güçler bölgeyi şekillendirirken, Süper Gücün bir takım amaçları var, Türkiye'yi yönetenlerin de bazı amaçları var. Burada önemli olan, sizin çıkarlarınızla Süper Gücün çıkarlarının aynı parallelikte gitmesidir. Bunda bir problem yoktur.

Büyük Ortadoğu Projesinin ana felsefesi nedir? Bana göre; Özerk Kurdistan ve Şiilere karşı Sünni bir kuşak yaratmaktır.

İran'a karşı sünni kuşak yaratıyoruz. Suriye'deki azınlık dediğimiz aleviler devrilsin, çoğunluk olan sünniler geçsin başa diye uğraşıyoruz. Amaç paralel. Tunus'ta da. Mısır'da da aynı. Biz neden destekliyoruz? Hepsi sünni olduğu için destekliyoruz.

Bu felsefenin uygulanabilmesi icin Turkiye’de yapılan operasyonun askeri hedefi de, Silahlı Kuvvetlerin demokratik kontrolü kapsamında, siyasilerin hareket serbestisinin arttırılması ve bunun için de TSK'nin susturulmasıdır. Bu benim değerlendirmemdir.

TÜRKİYE'NİN BÖLGESEL GÜÇ OLMASI ENGELLENDİ

Şimdi gelelim Türkiye'deki Operasyonun sonuçlarına. Oldukça güçlü olan Türk Donanması zayıflatılarak, Türkiye'nin Genişletilmiş Bölgesel güç olması engellenmistir. Akdeniz, Pasifik ve Hint Okyanusu'nu da kapsayan bir çevrede, Türkiye; ancak, Donanması ile etkili olabilir.

DONANMA YOKSA PİKNİK YAPARSINIZ

Eğer Donanmanız yoksa, oturur Kara Kuvvetleri ile birlikte kendi sınırlarınız içinde piknik yaparsınız. Siz bunlarla başka maksatla işbirliği yaparken, sizin Donanmanızı çökerttiler. Demek ki ortada yanlış bir politika var. Aslında küresel güçler, Türkiye'nin, donanmasını ortadan kaldırarak Genişletilmiş Bölgesel Güç olmasını engelliyor. Hükümet düşünsün. Uygulanan politikalarla ne hale gelindiğini düşünsün.

40 SENEDİR HARP GEMİSİ YAPIYORUZ ONA DARBE VURDULAR

Türkiye'deki Operasyonun ikinci sonucu, Deniz Kuvvetleri'ndeki teknolojik atılımların engellenerek, Türk savunma sanayine darbe vurulmasıdır. Bu darbedir. Ne hava, ne kara’yadır. Darbe esasen Deniz Kuvvetleri'nedir. Yok tank yapıyormuşuz, yok uçak yapıyormuşuz. Millilik oranı yüzde 5-10'u geçmez bunlarda. Biz de 40 senedir harp gemisi yapıyoruz, yerlilik oranı düşük. Ama Türk Deniz Kuvvetleri son yıllarda atılım içerisinde. Bunda son 50 yılın emeği ve birikimi var.

YERLİ ARABADAN BİN MİSLİ ZORUNU YAPTIK

Başarılı Subaylarımız Donanmada 3-5 yıl çalıştıktan sonra yurt dışı üniversitelerde Master, Doktora yapar; sonra döner Tersanelerimizde, Okullarimizda son teknolojik gelişmeleri aktarır. Sayın Başbakan yırtınıyor araba yapalım diye. Türk Deniz Kuvvetleri arabadan belki 1000 misli daha zor Korveti/ MILGEM'i yaptı. Yerlilik oranı yüzde 70’e yakın. Deniz Kuvvetleri yapacağım diyor ve başarıyor.

EN İYİ MÜHENDİSLERİ CASUS İLAN ETTİLER

Deniz Kuvvetleri savunma sanayinde lokomotiflik yaptı. Siz bitirdiniz, bunların çoğuna casus dediniz, mahkum ettiniz. Özellikle Askeri Tersanalerimizde ve Türkiye'nin en iyi Arastirma Merkezindeki mühendisler hedef alındı. Geri kalana da, kaçın gidin dediniz, sizin de başınız belaya girecek dediniz. Bu vicdanların alamayacağı birşey. Benim bunları Milletime söylemem lazım. Yere göğe sığdıramayacağın, pohpohlayacağın adamlara, casus diyorsun. Türk Deniz Kuvvetlerine ve dolayısıyla Türkiye'ye yapılan kötülüklerin boyutlarını kimse bilmiyor.

1 MART KRİZİNİN İNTİKAMI

Türkiye'deki operasyonun üçüncü sonucu 1 Mart krizinin faturasının Deniz Kuvvetleri'ne kesilmesidir. ABD'lileri aylarca denizde dolaştırıyorsun. Adamlara ümit veriyorsun. Adam bunun intikamını alıyor. Bunu TSK'ya yıktılar. TSK da Deniz Kuvvetleri'ne yıktı.

TÜRKİYE'YE OPERASYON YAPILIYOR

Bence Türkiye'de yapılan operasyonun en önemli sonucu, 1000'lerce yıllık Türk Ordusuna özgü disiplinin zaafa uğratılmasıdır. Artik astlar, Komutanın verdiği emirleri sorgulayacak, teğmen de orgeneral/ oramiral de ayni cezayı alıyor, sorumluluklarımız aynı, bu emir belki kanunsuz olabilir diyecek, ast üst arasında sevgi/ saygı kalmayacaktır.

DENİZ KUVVETLERİNE YETERİNCE SIZAMADIKLARI İÇİN HEDEF YAPTILAR

Sonuç olarak; siyasilerin hareket serbestisini arttırmak için, korku salınarak, TSK susturuldu. "TSK sussun ki, biz rahat hareket edelim" dendi. X Mafya Grubunun, daha önce, Deniz Kuvvetlerine yeterince sızamamış olması, Deniz Kuvvetleri'ni hedef yaptı. Söz konusu Mafya Grubu, Emniyete sızmış, Yargıya sızmış. Büyük Resim diyor ki TSK'ya da kısmen sızmış.Yeterince sızamadıkları Deniz Kuvvetlerini dağıtmak zorundaydılar.

Türkiye'yi dönüştürürken Türk Silahlı Kuvvetleri'nden destek gerekiyordu. Bu destek ihtiyacını en kolay nasıl sağlayabilirsiniz???

KARA KUVVETLERİNDE 1500 KİŞİ CEZA ALSAYDI, NECDET ÖZEL YERİNDE KALABİLİR MİYDİ?

Simdi soruyorum size, “Eğer Balyoz Darbe Planı gerçek olsaydı, Kara Kuvvetleri'nden 40 kişi yerine 750-1500 kişi mahkum olacaktı; bu durumda, Genelkurmay Başkanı görevde kalabilir miydi?”

TEKLİFİM

3 yıl evveline kadar olduğu gibi; “Hakim/ Savcıların verdikleri kararlardan doğabilecek tazminatların, devlet yerine, kendileri ve birinci derece akrabaları tarafından ödenmesi için son 5 yılı da kapsayacak şekilde yasal düzenleme yapılması.”

Kaynak: http://www.internethaber.com/hurriyetin-yayinlayamadigi-sakincali-roportaj-604112h.htm

İlker Başbuğ'dan MGK belgesi açıklaması
03 Aralık 2013



Ergenekon davasında müebbet hapis cezası alan Genelkurmay Eski Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, tartışmalara yol açan "2004 MGK belgesi"yle ilgili açıklama yaptı.

"Mahkemenin önem taşıyan belgeleri incelemeden karar vermesi" başlıklı yazılı açıklama şu şekilde:
1. 28 Kasım 2013 günü bir gazetede “Gülen’i bitirme kararı 2004’te MGK’da alındı" başlıklı bir haber yer aldı.

Haberde; “MGK’nın 25 Ağustos 2004 günü yapılan toplantısında Türkiye’deki Nurculuk faaliyetleri ve Fetullah Gülen konusunun gündeme geldiği, bu konuda bir eylem planının hazırlanmasının uygun görüldüğü ve konuya ilişkin tavsiye kararının Hükümete bildirilmesine karar verildiği" belirtilmektedir.
Bu haber Türkiye’nin gündemine oturdu.
Söz konusu MGK kararının uygulanmadığını ileri süren açıklamalar üzerine aynı gazetede 30 Kasım 2013 günü “uygulaması var" başlığı ile bir haber daha çıktı.
Bu haber ise Başbakanlığın 28 Ekim 2004 tarihli Ek Eylem Planı-1 ve 17 Mart 2005 tarihli Ek Eylem Planı-2’ye ilişkindi.

2. Genelkurmay Başkanlığı; İnternet Andıcı soruşturması aşamasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın internet siteleri ile bilgi istemesi üzerine, 26 Ekim 2010 tarihli bir yazı ile cevap verdi. Yazının Ek-A’sında; “Konu ile ilgili bilgi içerebileceği düşünülen direktif, genelge ve MGK kararlarının" listesi vardı. Oldukça uzun olan listede; Milli Güvenlik Kurulu’nun 25 Ağustos 2004 tarihli kararı ile 28 Ekim 2004 tarihli Ek Eylem Planı-1 ve 17 Mart 2005 tarihli Ek Eylem Planı-2 de vardı.

3. İnternet Andıcı Davası duruşmasının başlangıcında Av. İlkay Sezer 16 Eylül 2011 günü mahkemeye bir dilekçe verdi.
Dilekçede “Başbakanlık Müsteşarlığı’na müzekkere yazılarak Genelkurmay Başkanlığı’nın 26 Ekim ve 30 Aralık 2010 tarihli yazılarında bazı karar ve direktiflere atıfta bulunulması dolayısıyla; soruşturma aşamasında istenmemiş ya da istenmiş olmasına rağmen gönderilmemiş olanların gönderilmesi ve ayrıca MGK Genel Sekreterliğinden de Bölücü Faaliyetlere Yönelik Eylem Planı Uygulama Direktifinin istenmesi" talebi yer almaktadır.

4. Bu talebi kabul eden Mahkeme, 22 Eylül 2011 tarihinde Genelkurmay Başkanlığının yazılarını da ek yapmak suretiyle, Başbakanlık Müsteşarlığı’na müzekkere yazarak aralarında 25 Ağustos 2004 tarihli MGK kararı ile 28 Ekim 2004 ve 17 Mart 2005 tarihli Eylem Planlarının da bulunduğu ilgili yazı ve eklerinin onaylı suretlerinin gönderilmesini istemiştir.
Ancak, Mahkemenin bu ara kararının bugüne kadar yerine getirilmediği, mahkemenin de talebini yinelemediği anlaşılmaktadır.

5. Milli Güvenlik Kurulu Hukuk Müşavirliği’nin getirdiği ve Mahkeme Heyetince incelenen “Bölücü Faaliyetlere Yönelik Eylem Planı Uygulama Direktifi"nin Genelkurmay Başkanlığı’na internet üzerinden yayın yapması görevini verdiği görülmüş ve bu husus tutanağa geçirilerek dosyaya alınmıştır.

"KARARIN VAHAMETİ NET OLARAK ORTAYA ÇIKMAKTADIR"
6. Hatırlanacağı üzere Mahkeme, 30 Aralık 2011 günü yapılan duruşmada 26. Genelkurmay Başkanı hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.
Suç duyurusunda bulunulmasının nedeni ise 07 Eylül 2012 tarihli duruşmada üye hakim tarafından açıkça ifade edildiği gibi İnternet Andıcı’dır. Bu andıcın ne olduğu kamuoyuna bir çok kez açıklanmıştır.

7. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 05 Ağustos 2013 günü davaya ilişkin nihai kararını açıklamıştır.
Mahkeme, kararını Başbakanlık Müsteşarlığından istediği ancak dosyaya gelmeyen direktif ve kararları incelemeden vermiştir.
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinden istenilen “Bölücü Faaliyetlere Yönelik Eylem Planı-2006"nın 45 nolu tedbiri ile Genelkurmay Başkanlığı’na internet faaliyetlerinde bulunma görevinin verildiği dikkate alınır ise, eksik inceleme ile verilmiş olan kararın vahameti net olarak ortaya çıkmaktadır.

8. Bu durum; adil yargılamanın yapılmadığını bir kez daha ortaya koyması açısından çok önemlidir, hayatidir.
İnsanlar hakkında müebbet hapis cezası dahil en ağır cezalar verilmiştir.
Mahkemenin kararını açıklamasından neredeyse, dört ay geçmesine rağmen “Gerekçeli Karar" hala ortada değildir. Söylentiler, gerekçeli kararın çıkması için bir dört ay daha geçeceğini göstermektedir.
Ancak, insanların cezaevlerinde tutuklulukları devam etmektedir.

9. Bu vahim tablo karşısında; yetki ve sorumluluk taşıyan:
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, Yargıtay Başkanlığı’nın ve Anayasa Mahkemesi’nin ne düşündüğü merak edilmektedir?
Kulaklarını tıkayıp, sessizliklerini koruyacaklar mıdır?
Yoksa, duruma müdahale ederek, vicdanları kanatan, Türkiye’de adalet sistemini yerle bir eden, bu gibi durumlara karşı tavır mı alacaklardır?
Yurt gazetesi

"TÜRK ORDUSUNA KUMPAS KURULMUŞ''...!
Ahmet Hakan
30.12.2013

Birkaç gündür böyle diyorlar.

Hatta gazetelerinden biri dün manşeti çakmış:
“Aynı kumpası Türk Ordusu’na da kurdular”.

Peki bu durumda “kumpas” diyen başbakan danışmanlarına, “kumpas” diye manşet atanlara, “kumpas” imasında bulunan hükümet adamlarına ne diyeceğiz?
-“İyi de hepiniz üç gün öncesine kadar başka telden çalıyordunuz” mu diyeceğiz?
-“İyi de hepiniz söz konusu o kumpasın ağa babası rolündeydiniz” mi diyeceğiz?
-“İyi de delil toplama işini bile TRT’den canlı yayınla yapıyordunuz” mu diyeceğiz?
-“İyi de savcıdan kaptığınız bilgileri, apaçık doğrularmış gibi halkın üstüne boca ediyordunuz” mu diyeceğiz?
-“İyi de ulan hepiniz oradaydınız be” mi diyeceğiz?
Hayır, hayır.
Bunları demeyeceğiz.
Çünkü bunlar denildi, deniliyor.
Ancak görülüyor ki...
Bunların denilmesi, karşı tarafta en küçük bir yüz kızarıklığı bile oluşturmadı, oluşturmuyor.
*
O zaman başka bir şey söylemek lazım.
İşte söylüyorum:
*
“Kumpas” deyip geçemezsiniz ağalar!
Daha doğrusu...
-“Kumpas” sözcüğünü, hükümete yakın kişiler hakkındaki yolsuzluk iddialarından ve bu iddiaların soruşturulmasından kaçış için kullanamazsınız.
-“Kumpas” sözcüğünü ahalinin dikkatini başka bir yöne çevirmek ve kafa karıştırmak için kullanıp kaçamazsınız.
“Kumpas” sözcüğü ağzınızdan çıkıyorsa...
Gereğini yapmak zorundasınız.
Yoksa yaptığınız sadece size yönelen tepkiye yön değiştirme maksatlı basit ve ilkel bir uyanıklıktan başka bir anlam taşımaz.
*
Gereği ne mi bu işin?
İşte açıklıyorum gereğini...
Eğer size gerçekten inanmamızı istiyorsanız:
-Bugünlerde nasıl yakınlarınızın savcılık soruşturmasından kurtulması için üç saate beş miting sığdırıyorsanız, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un hapisten çıkması için iki saate sekiz miting sığdırın da inanalım.
-Bugünlerde nasıl hükümete yönelmiş bir yolsuzluk soruşturmasına karşı istiklal mücadelesi başlattıysanız, ordunun tüm generallerine yönelmiş, bazı kuvvet komutanlıklarında general bırakmamış davalar için de istiklal mücadelesi başlatın da inanalım.
-Bugünlerde nasıl 28 yaşında, hükümetin üç bakanıyla al takke ver külah ilişkiye girmiş tartışmalı adam için “Tanırız, hayırsever bir işadamıdır” diyorsanız, Hanefi Avcı için “Tanırız, dürüst bir polistir” deyin de inanalım.
-Bugünlerde nasıl “O çantanın içinde para olduğu ne malum” diyorsanız, kitap için söylediğiniz “Bombadan bile daha tesirli” sözü için binlerce tövbe edin de inanalım.
-Bugünlerde nasıl yasalara aykırı yönetmelikler çıkarıyorsanız, “kumpas” sonucu içeri tıktığınız kişiler için de bir şeyler yapın da inanalım.
-Bugünlerde işin ucu kendinize dokunduğunda nasıl “Amerika” diyorsanız, nasıl “Dış mihrak” diyorsanız, nasıl “Dış düşman” diyorsanız, aynısını generaller için deyin de inanalım.
-Bugünlerde nasıl kefenlere sarınıp istiklal savaşları başlatıyorsanız, Silivri Cezaevi’nin önünde kefenlere sarınıp istiklal savaşı başlatın da inanalım.
-Bugünlerde nasıl kendinize yöneldiğini söylediğiniz “kumpas”a karşı Cumhuriyet tarihinin en büyük ve en görkemli direnişini sergiliyorsanız, “kumpas” sonucu ocakları sönmüş vatandaşlarınız için de benzer bir direniş sergileyin de inanalım.
Başka türlü olmaz.
Başka türlü zerre kadar inandırıcı olamazsınız.
*
Öyle “kumpas” deyip geçemezsiniz.
Her gün birkaç tanesini piyasaya sürdüğünüz o sınırsız sorumsuz yeniyetme analizciler konumunda değilsiniz ki söyleyip de geçesiniz.
Devleti yönetiyorsunuz devleti...
Başbakan’a danışmanlık yapıyorsunuz.
Koca Türk Ordusu’na komutanlık yapıyorsunuz.
*
Bu işin hiç şakası yok.
Bu iş çocuk oyuncağı değil.
Bu işi ekranlara sürdüğünüz şebelekler gibi “Bunlar bizi de oyuna getirmiş yahu” diyerek geçiştiremezsiniz.
Unutmayın:
Sizin “Kumpas” dediğiniz işten dolayı...
Aileler perişan, anneler gözyaşı döküyor, babalar kalpten gidiyor, çocuklar büyüyemiyor, ocaklar sönüyor.
Yüzlerce kişi beton duvarlar arasında gün sayıyor.
Siz “Kumpas” dedikçe...
Onlar orada sıkılmış yumruklarını ısırıyor.

Kaynak: Hürriyet

Genelkurmay Başbakanlığı, Balyoz ve Ergenekon gibi, TSK mensuplarının yargılandığı davalar hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu
02 Ocak 2014



Suç duyurusunda, "TSK'nın muvazzaf ve emekli personelinin yargılandığı davalarda "TSK'yı hedef alacak şekilde suç delilleri üretildiği, davalarda görev yapan adli kolluk, savcı ve hakimlerin yargılamada savunmanın görüşlerini dikkate almadığı, suç delillerini manipüle ettiği" gibi suçlamalar yer aldı.

Balyoz avukatlarından Haluk Pekşen, Genelkurmay Başkanlığı'ndan bugün kendilerini aradıklarını ve suç duyurusunda bulunulduğunu bildirdiklerini açıkladı.

Genelkurmay kaynakları da, suç duyurusunda bulunulduğunu doğruladılar.

Avukat Pekşen, geçen hafta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Başdanışmanı Yasin Akdoğan'ın "milli orduya kumpas kuruldu" sözleri nedeniyle, Balyoz sanıkları adına Genelkurmay Başkanlığı'na dilekçe vermiş ve bu konuda suç duyurusunda bulunulmasını istemişti.
http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/genelkurmaydan-suc-duyurusu-h46819.html

Silivri'yi ziyaret eden MHP vekili Lütfü Türkkan: Hilmioğlu duvarlarla konuşuyor, Küçük görmüyor
06/01/2014



Silivri'yi ziyaret eden MHP vekili Lütfü Türkkan, Yalçın Küçük'ün kataraktan artık görmediğini, Fatih Hilmioğlu'nun ise geceleri duvarlarla konuştuğunu öğrendiğini söyledi.
Facebook'ta Paylaş

Radikal.com.tr - Silivri Cezaevi’ni ziyaret eden MHP Milletvekili Lütfü Türkkan, bugün Silivri'de önce İlker Başbuğ, ardından da Tuncay Özkan ile görüştü. Başbuğ, Türkkan ile Ergenekon ve Balyoz davalarının yeniden görülmesinin önünü açacak formüller konusundaki görüşlerini paylaşırken; Tuncay Özkan ise Silivri'de yaşadıklarını anlattı: Fatih Hilmioğlu duvarlarla konuşuyor.
Lütfü Türkkan'ın görüşmeler konusunda Hürriyet'e verdiği bilgiye göre Tuncay Özkan kendisine sağlık durumları sıkıntılı olan Yalçın Küçük ve Prof. Fatih Hilmioğlu ile aynı koğuşta kalmak istediğini bildirdi ve onların koğuşuna geçti.
Türkkan, Tuncay Özkan'ın kendisine anlattıklarını şöyle aktardı: Fatih Hilmioğlu, yaşadığı bütün bedensel hastalıkların dışında yeni bir şey daha yaşamaya başlamış. Geceleri duvarlarla konuşuyormuş. Duvarlarda gördüğü ölmüş oğluyla konuşuyormuş.
Yalçın Küçük'ün de gözlerinde sorun yaşadığını aktaran Tuncay Özkan, Lütfü Türkkan'la paylaştıkları şunlar: Yalçın Küçük göremiyor. Gözlerine katarakt nedeniyle perde inmiş. Tuncay Özkan onlara yardımcı oluyor.

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ ile de görüşme fırsatı bulduğunu anlatan Lütfü Türkkan, Feyzioğlu'nun getirdiği teklife olumlu baktığını söyledi. Türkkan, Başbuğ'un kendisine söylediklerini ise şöyle anlattı: "Af değil, beraat istiyoruz" dedi. Aynen şu cümleyi kullandı: " Türkiye kamuoyunun da inandığı gibi bizler masumuz, darbeci değiliz. Demokrasiye inanmış bir kurumun mensubuyuz. Ben de bu kurumun başındaki askerdim. "
Türkkan'a "Genel mahkemelerde" yargılanmak istediklerini vurgulayan Başbuğ, "Genel mahkemelerde adaletin tecelli edeceğine ve bunun sonucunda beraat edeceğimize inanıyorum. Tutukluluk süremizin yakın bir zamanda sona erdirilebilmesi için genel mahkemelerde tutuksuz yargılanmayı bekliyoruz. Biz af değil, beraat etmek istiyoruz. "

ISLAK İMZALI BELGE

Islak imzalı belge ile kamuoyu gündemine gelen Dursun Çiçek ile de görüştüğünü anlatan Lütfü Türkkan, Çiçek'in kendisine biri sahte biri gerçek olmak üzere iki belge verdiğini, bu belgeleri de kamuoyu ile paylaşacağını söyledi.
Radikal

Anayasa Mahkemesi: Başbuğ'un hakları ihlal edildi
6 MART 2014



Anayasa Mahkemesi (AYM), eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un yargılaması sırasında bireysel özgürlüğü ve haklarının ihlal edildiğine hükmetti.
AYM, İlker Başbuğ'un özgürlükten yoksun bırakmanın hukuki olmadığı iddiasının, “yerel mahkemece etkili bir şekilde incelenmeden reddedilmesi ve mahkumiyete ilişkin gerekçeli kararın açıklanmamasından dolayı Yargıtay önüne götürülememiş olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin haklarının ihlal edildiğine” karar verdi.

Mahkeme, ihlal kararı nedeniyle gereğinin yapılması ve İlker Başbuğ'un tahliye talebi hakkında karar verilmesi amacıyla karar örneğinin yerel mahkemeye gönderilmesini kararlaştırdı.
AYM, Başbuğ’un ihlal iddiasıyla yaptığı bireysel başvurusundaki tahliye talebi için Adalet Bakanlığı’ndan görüş istemişti.
Bakanlık 24 Şubat’ta görüşünü AYM’ye iletmiş, Başbuğ’un avukatları da ertesi günü 24 sayfalık yanıtlarını AYM’ye sunmuşlardı.
Başbuğ 5 Ocak 2012'de tutuklanmıştı.

'Tahliyenin önünü açıyor'

Ergenekon davası avukatların Hüseyin Ersöz, Başbuğ ile ilgili kararı BBC Türkçe'ye değerlendirdi ve bu kararın bir tahliyenin yolunu açacağını söyledi.
Ersöz, Anayasa Mahkemesi'nin, tutukluluk süresiyle ilgili şikayetin yerinde bulmadığını karar verse de Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin gerekçeli kararı yazmamış ve dosyayı Yargıtay'a göndermemiş olmasının özgürlük hakkını ihlal ettiğine karar verdiğini söylüyor.
Ersöz, bunun "çok doğru bir karar" olduğu değerlendirmesinde bulunarak, şunları söylüyor: "Çünkü 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararları denetleyecek olan merci, tutukluluk halini denetleyecek merci Yargıtay 9. Dairesi'dir. 13 Ağır Ceza Mahkemesi dosyayı Yargıtay'a göndermeyerek Yargıtay'ın bu incelemeyi yapmasını geciktirmektedir. Bu da kişi özgürlüğünü ihlal eden bir mahiyettedir."

Ersöz ayrıca, bu kararın İlker Başbuğ ile aynı durumdaki Ergenekon tutukluları için de emsal olacağını belirtiyor. Bu bağlamda, diğer sanıkların "mahkemeye tahliye başvurusu yapmaları ve İlker Başbuğ kararını emsal göstermeleriyle mahkemenin tahliye kararı verilmesi gerekir" değerlendirmesini yapıyor.
BBCT
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Prş Mar 06, 2014 8:52 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Çrş Oca 01, 2014 6:40 pm    Mesaj konusu: Ergenekon davasında karar açıklandı Alıntıyla Cevap Gönder

Ergenekon davasında karar açıklandı: Mahkeme sanıklara ceza yağdırdı
5 AĞUSTOS 2013



BBCT'nin haberine göre; 5 yıldır devam eden Ergenekon davasında kararını açıklayan mahkeme heyeti aralarında eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un da bulunduğu üst düzey generallerle milletvekillerinin de bulunduğu çok sayıda sanığı ağır cezalara çarptırdı.

Ümraniye'deki bir gecekonduda bulunan el bombalarıyla altı yıl önce başlayan soruşturma ve sonrasında başlayan Ergenekon davasının yerel mahkeme aşaması bugün sona erdi.



Mahkeme heyetinin iki saatten uzun sürede okuduğu kararlara göre, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ müebbet hapse mahkum edildi.

Davanın öne çıkan isimlerinden emekli orgeneral Şener Eruygur ve gazeteci Tuncay Özkan ağırlaştırılmış müebbet cezası alırken, emekli Orgeneral Hurşit Tolon, emekli Orgeneral Hasan Iğsız ve emekli Orgeneral Nusret Taşdeler de müebbet hapis cezasına çarptırıldı.



CHP'nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise yargılamayı yapan özel yetkili mahkemenin "siyasi gücün emrinde" olduğunu iddia etti.

"Demokrasilerde insanlar, siyasi otoriteye bağımlı özel yetkili mahkemelerde değil; bağımsız, hukukun üstünlüğüne inanan normal mahkemelerde yargılanırlar. Bu nedenle özel yetkili mahkemelerin verdiği kararlar hukuken, siyaseten ve ahlaken meşru kararlar değildir" diye konuşan Kılıçdaroğlu, verilen kararların "gayrimeşru" olduğunu öne sürdü.

Milletvekilleri de ceza aldı



Eski İşçi Parti Genel Başkanı Doğu Perinçek de ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılan isimler arasında. Perinçek'e ayrıca 34 yıl 4 ay hapis cezası da verildi.



Danıştay saldırısının faili Alparslan Aslan iki kez ağırlaştırılmış müebbet, ayrıca 90 yıl 3 ay hapis cezası hapis cezasına çarptırıldı.

Susurluk skandalında da adı geçen emekli tuğgeneral Veli Küçük iki kez müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
''İrticaya karşı eylem planı'' olarak bilinen soruşturmayla bilinen emekli Albay Dursun Çiçek de ömür boyu hapis cezasına çarptırılan isimler arasında.

Yazar Yalçın Küçük ise 22 yıl 6 ay hapis cezası aldı.
CHP İzmir Milletvekili ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay, 34 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılırken, CHP Ankara Milletvekili Sinan Aygün 12 yıl 6 ay, CHP Zonguldak Milletvekili Mehmet Haberal da 12 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Haberal, aldığı ceza ve tutuklu bulunduğu süre dikkate alınarak tahliye edildi.

Mahkeme, eski Türk Metal İş Başkanı Mustafa Özbek'i de müebbet hapis cezasına çarptırdı.

Mahkeme Haberal'in yanısıra Genelkurmay eski Adli Müşaviri Hıfzı Çubuklu ve emekli koramiral Mehmet Otuzbiroğlu'nun tahliyesine karar verdi.

Tahliye edilen isimler arasında İsmail Hakkı Pekin, Cemal Gökçeoğlu, Erkan Ayyıldız, Fatma Cengiz, Hüseyin Yanç, Hulusi Gülbahar, İbrahim Özcan, Kenan Özay, Mehmet Perinçek, Mehmet Bülent Sarıkayha, Sedat Özüer, Selçuk Özkan, Ziya İlker Göktaş da var.

Mahkeme hapis cezalarına çarptırılan eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç, eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ve akademisyen Yalçın küçük'ün de aralarında bulunduğu 15 sanık hakkında yakalama kararı çıkarttı.

21 sanığa beraat

Davada 21 sanık hakkında beraat kararı verildi. Beraat eden sanıklar arasında Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet gazetesini bombalamakla suçlanan Osman Yıldırım, Ali Yiğit, gazeteci Caner Taşpınar, Salih Kunter ve Danıştay saldırısı sanığı Süleyman Ezen de yer aldı.

Hayatını kaybeden İlhan Selçuk ve Kuddusi Okkır'ın da bulunduğu sanıklar hakkındaki davalar da düştü.
Firari sanıklar Bedrettin Dalan ile Turhan Çömez hakkındaki dava dosyaları da ayrıldı.

Ergenekon davası ceza listesi



Ergenekon davasının karar duruşmasında, yargılanan birçok isme ağırlaştırılmış müebbet, müebbet ve çeşitli hapis cezaları verildi.

İki saatten uzun sürede okunan cezaların listesiyse şöyle:

Müebbet hapis cezaları

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ: Müebbet
Danıştay saldırganı Alparslan Arslan: İki kez ağırlaştırılmış müebbet ilave 90 yıl
Emekli Tuğgeneral Veli Küçük: İki kez ağırlaştırılmış müebbet
-İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: Ağırlaştırılmış müebbet
- Eski Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur: Müebbet
- Eski 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız: Müebbet
- Emekli Orgeneral Hurşit Tolon: Müebbet
- Emekli Orgeneral Nusret Taşdeler: Müebbet
- Emekli Albay Dursun Çiçek: Ağırlaştırılmış müebbet
- Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin: İki kez ağırlaştırılmış müebbet ile 117 yıl hapis
- Gazeteci Tuncay Özkan: Ağırlaştırılmış müebbet ve 15 yıl ilave hapis
- Dursun Ali Özoğlu: Ağırlaştırılmış müebbet
- Emekli Albay Fikri Karadağ: Ağırlaştırılmış müebbet
- Avukat Kemal Kerinçsiz: Ağırlaştırılmış müebbet
- Türk Ortodoks Patrikanesi sözcüsü Sevgi Erenerol: Müebbet
- Hasan Ataman Yıldırım: Ağırlaştırılmış müebbet
- Sendikacı Mustafa Özbek: Müebbet
Hapis cezaları
- Eski Genelkurmay Adli Müşaviri Hıfzı Çubuklu: 9 yıl 6 ay hapis
- Eski Genelkurmay Adli Müşaviri Erdal Şenel: 7.5 yıl hapis
- Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç: 13 yıl 2 ay hapis
- Emekli Orgeneral Kemal Yavuz: 7 yıl 6 ay hapis
- Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz: 22 yıl 6 ay hapis
- Emekli Tuğamiral Alaattin Sevim: 10 yıl hapis
- Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin: 7.5 yıl hapis
- Emekli Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu: 20 yıl 6 ay hapis
- Emekli Albay Arif Doğan: 47 yıl 3 ay
- Albay İlyas Çınar: 12 yıl 2 ay hapis
- Emekli Albay Levent Göktaş: 23 yıl 9 ay hapis
- Emekli Albay Hasan Atilla Uğur: 29 yıl 3 ay
- Emekli Yarbay Mustafa Dönmez: 49 yıl 2 ay hapis
- Emekli Binbaşı Fikret Emek: 41 yıl 4 ay hapis
- Teğmen Noyan Çalıkuşu: 8 yıl 6 ay
- Teğmen Mehmet Ali Çelebi: 16 yıl 6 ay hapis
- Emekli Astsubay Mehmet Demirtaş: 22 yıl hapis
- Emekli asker ve Avukat Serdar Öztürk: 25 yıl 6 ay
- Emekli Astsubay Zekariya Öztürk: 19 yıl 6 ay
- Gazeteci Mustafa Balbay: 34 yıl 8 ay hapis
- Yazar ve akademisyen Yalçın Küçük: 22 yıl 6 ay hapis
- Eski Özel Harekat Daire Bşk. Vkl. İbrahim Şahin: 49 yıl 4 ay
- Eski Emniyet Müdürü Adil Serdar Saçan: 14 yıl 5 ay hapis
- CHP Milletvekili Sinan Aygün: 13 yıl 6 ay
- Gazeteci Adnan Bulut: 6 yıl hapis
- Eski Aydınlık Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk: 7 yıl 6 ay hapis
- Gazeteci Vedat Yenerer: 7 yıl 6 ay hapis
- Gazeteci Ünal İnanç: 19 yıl 1 ay hapis
- Cumhuriyet Gazetesi saldırısı faili Bedirhan Şinal: 18 yıl 8 ay hapis
- Eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu: 15 yıl 8 ay
- Eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz: 13 yıl 11 ay hapis
- Eski İnönü Üniversitesi Rektörü Fatih Hilmioğlu: 23 yıl hapis
- Eski 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Ferit Bernay: 10 yıl hapis
- Eski Rektör Mustafa Yurtkuran: 10 yıl hapis
- Mehmet Haberal: 12 yıl 6 ay hapis
- İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever: 15 yıl hapis
- Akın Birdal Suikasti azmettiricisi Semih Tufan Gülaltay: 12 yıl hapis
- Sedat Peker: 10 yıl hapis
- Mehmet Perinçek: 6 yıl hapis
- 'Drej Ali' adıyla bilinen Ali Yasak: 6 yıl 3 ay hapis
- Ferda Paksüt: 2 yıl 6 ay hapis
- Danıştay sanığı Osman Yıldırım: 8 yıl 9 ay hapis
- Ergun Poyraz: 29 yıl 4 ay hapis
- İşçi Partisi'nin avukatı Emcet Olcayto: 13 yıl 2 ay hapis
- Prof. Dr. Erol Manisalı: 9 yıl hapis

- Firari sanıklar Bedrettin Dalan ve Turan Çömez'in dosyaları ayrıldı

- Bekir Öztürk:12 yıl
- Turan Özlü: 9 yıl
- Güler Kömürcü: 7 yıl 6 ay
- Özlem Konur Usta: 6 yıl 3 ay
- Fatma Cengiz: 11 yıl hapis
- Eski Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan: 1 yıl 3 ay hapis
- Adli Tıp Enstitüsü'nden Doç. Dr. Ümit Sayın: 4 yıl hapis
- İşçi Partili Hikmet Çiçek: 21 yıl 9 ay hapis
- İşçi Partisi yöneticisi Hayrettin Ertekin: 12 yıl hapis
- Eski Ülkü Ocakları Başkanı Avukat Levent Temiz: 10 yıl hapis
- Boğaç Kaan Murathan: 17 yıl hapis
- İşçi Partisi Yöneticisi Adnan Akfırat: 19 yıl hapis
- İbrahim Özcan: 12 yıl hapis
- Aydınlık Dergisi Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım: 16 yıl 10 ay hapis
- İbrahim Özcan: 14 yıl 8 ay hapis
- Avukat Nusret Senem: 20 yıl 3 ay hapis
- Evinde mühimmat bulunan Oktay Yıldırım: 33 yıl 10 ay
- Sami Hoştan: 10 yıl hapis
- Kemal Aydın: 20 yıl 8 ay

Beraat edenler

- Ali Yiğit
- Süleyman Esen
- Salih Kunter
- Caner Taşpınar
Tahliye edilenler
- Eski Genelkurmay Adli Müşaviri Hıfzı Çubuklu
- Mehmet Haberal
- Orhan Yıldırım
Hakkında yakalama kararı çıkanlar
- Eski Jandarma Komutanı Orgeneral Şener Eruygur
- Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç
- Eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu
- Yalçın Küçük

İlk değerlendirmeler


7 sanık ifade veremeden öldü, 1,360 kişi ifade verdi, 588 kişi tutuklandı, 71 sanık tutuklu yargılandı, toplam 17 bin sayfalık 19 iddianame..

Bahattin Yücel (Eski Bakan ve Başbakan Yardımcısı ): "Balyoz ve Ergenekon mahkumiyetleri, bugünden başlayarak, PKK ve Öcalan'ı da kapsayacak bir genel af tartışmasının yolunu açar.
Başbuğ silahlı terör örgütü yöneticiliği yaptığı gerekçesiyle ömür boyu hapis cezası aldıysa,TSK'nın terör örgütü olduğu tartışması başlar.
Büyükanıt yargılanmadığına göre,Başbuğ onun emekliliğinin ardından silahlı terör örgütü kurmuş olmalı."

Eyüp Can (Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni - Twitter): ''Tek tek isimler üzerinden söylenecek çok şey var fakat mesele yargılananların gazeteci ya da general olup olmaması değil. Ergenekon davasında bir zihniyeti mi yargılıyoruz yoksa kriminal eylemleri mi? Meşru hükümete karşı illegal plan yapan-darbe girişiminde bulunanlar mı yargılanıyor yoksa... ulusalcı zihniyetle irtibatlı olduğu iddia edilen ‘muhalifler’ mi? Ergenekon davası her türlü illegal yapılanmayı mahkeme önüne çıkarmayı hedefleyen ‘hukuki bir hesaplaşma’ mı, yoksa.. illegal yapılanmayla zihinsel anlamda bağı olan herkes ve her şeyle ‘ideolojik bir hesaplaşma’ mı? Maalesef torbaya dönüştürülen Ergenekon davasında bugün çıkan ağır kararlar bu ayrımların yapılmadığını gösteriyor.''

Can Dündar (gazeteci): ''Bu dava da Ergenekon davası değil. Bu dava, Erdoğan Hükümeti'ni devirmeye teşebbüs davası...

Mahkum olanlar arasında mafyatik ilişki içinde olanlar, darbeciler, Jitemciler olabilir. Ama ne kirli cinayetler, ne faili meçhuller, ne Jitem faaliyetleri aydınlatıldı.

Ağırlıkla, hükümete karşı, miting yapanlar, parti kurmaya kalkanlar, yazı yazanlar yani demokratik haklarını kullananlar, çete mensubu gibi gösterilerek mahkum edildi.

Bu durum, davayı ve kararları tamamen hukuksuz kılıyor. Evrensel hukuk, bu siyasi kararı yırtıp atar. Ve gün gelir, gerçek Ergenekon da yargı önüne çıkar.''

Çetin Bayramoğlu: "Anayasaya göre mahkemeler herkese açık olmalı ve mahkeme kararı Türk milletine açık olarak duyurulmalı. Şimdi ise değil millet, sanık yakınları ve avukatlarına bille yasak bir duruşma ile açıklanacak."

"Dursun Çiçek'in kızı (İrem Çiçek): buradaki savcıların hakimlerin adını ömrüm boyunca unutmayacağım, unutturmayacağım."

haber1001

Gareth Jenkins: 'Ergenekon davasının kurbanı iki grup var'
Rengin Arslan
İstanbul
4 AĞUSTOS 2013



Gareth Jenkins gazeteci. Binlerce sayfayı bulan Ergenekon iddianamelerini okuyan nadir isimlerden. “Gerçek ile Fantezi Arasında: Türkiye’nin Ergenekon Soruşturması” isimli raporun yazarı.
Jenkins’a bundan altı yıl önce başlayan Ergenekon soruşturmasını, Türkiye’de değiştirdiklerini, “derin devlet açığa çıkarıldı” iddialarını, dünyadaki örnekleri sorduk.

SORU: Dava için soruşturmanın açılmasının üzerinden 6 yıl geçti. Siz Türkiye için bu 6 yılı nasıl değerlendiriyorsunuz? Dava ülkenin siyasi iklimine nasıl yansıdı? Neleri değiştirdi?

GARETH JENKINS: Ergenekon soruşturması ilk başladığında pek çok kişi soruşturmayı yürütenlerin iddialarını ön kabul yoluyla algılamaya hazırdı. Türkiye komplo teorileri ile dolu ve derin devlet olarak bilinen Gladyo tarzı bir ağ Türkiye’nin modern tarihinin bir gerçeği.
Dolayısıyla insanlar yerleşik fikirlerini Ergenekon soruşturmasına yansıttı. Pek çoğu dosyanın kendisine bakmadı. Bununla birlikte, yıllar geçtikçe hem Türkiye içinde hem Türkiye dışında davaya yönelik algı büyük ölçüde değişti. Şimdilerde davada, en azından derin bir çatlak olduğunu bilmeyen birini bulmanız çok zor. Sanırım pek çok kişi artık davanın siyasi motivasyonla üretilmiş olduğunu anladı.
Ergenekon soruşturması, şu an Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile bir iktidar mücadelesine girmiş olan Fethullah Gülen hareketinin üyeleri tarafından yürütüldü. Yine de Ergenekon davası, hukukun üstünlüğünün nasıl görmezden gelinebileceğini ve Türkiye basınının baskı, kibir ve bazı mensuplarının ilkesizliği nedeniyle nasıl kontrol altına alınabileceğini göstererek Erdoğan’ın gittikçe otoriterleşen yönetim biçiminin temellerini attı.

'Böyle bir örgüt yok'

Eğer insanlar Ergenekon davasının başında, davanın gerçeklerine bakmayı başarsalardı ve hukukun üstünlüğü ve aynı fikirde olmadıkları insanların hakları için ayağa kalksalardı, bugün Ankara’da böylesine otoriter bir rejim ile karşı karşıya olmazdık.
Yüzlerce sanığı ve bu kadar sıra dışı iddia ve suçlamaları içeren her dava, hem davanın taraftarlarını hem de ülkenin hukuk sistemini yargılamakla son bulur. Bu Türkiye ve Ergenekon soruşturmasının taraftarları ve destekçilerinin kötü şekilde başarısızlığa uğradığı bir sınav.

SORU: Sizce Ergenekon Terör Örgütü adında bir örgüt yapılanması var mı?

GARETH JENKINS: Ergenekon iddianameleri, her siyasi şiddet eyleminden sorumlu olan hiyerarşik, merkezi olarak idare edilen ve Türkiye’nin modern tarihindeki her militan grubu yönetmiş; aynı zamanda nükleer, kimyasal ve biyolojik silahları uluslararası piyasaya satmaya hazırlanan bir örgüt suçlamasına yer veriyor. Tabii ki böyle bir örgüt yok.
Ergenekon iddianameleri çok uzun, muhtemelen kasten böyle. Sağduyusunu yitirmemiş, iddianameleri okuyup böyle bir örgütün gerçekten var olduğuna inanan herkese karşı bunu savunurum.

'Derin devletle hesaplaşma'

SORU: Ergenekon davası geniş bir kesim tarafından derin devletle hesaplaşma olarak görüldü, görülüyor. Sizce dava bunu başardı mı?

GARETH JENKINS: Derin devlet Türkiye modern tarihinin bir gerçeği. Ergenekon soruşturması başladığından beri, davayı destekleyenler, bunun derin devleti hedef aldığı iddia etti. Ancak Ergenekon iddianamelerini okuduğunuzda, niyetin bu olmadığı açık olarak ortaya çıkıyor. Derin devlet özerk ve yarı özerk çete ve grupların dokunulmazlık içinde faaliyet yürütmesiydi. Bu da Ergenekon soruşturması başlayana kadar hemen hemen ortadan kalkmıştı.

Ergenekon davasının kurbanı iki grup var. Gruplardan biri soruşturmayı yürütenler tarafından doğrudan hedef alınanlar; özellikle açık şekilde absürt suçlamalar ve üretilmiş “delillerle” suçlanan ve tutuklananlar. Diğer grup ise gerçek derin devletin kurbanlarından oluşuyor.
Örneğin 1990’lı yıllarda Güneydoğu’da binlerce kişi ölüm mangaları tarafından öldürüldü. Onlar ve aileleri için adaleti sağlamak üzere hiçbir girişimde bulunulmadı. Ergenekon soruşturmasının en korkunç taraflarından biri de gerçek derin devletin bu kurbanlarının, davayı kendi siyasi amaçları için yürütenler tarafından kullanılmasıdır.
Bu aynı zamanda, sevmedikleri insanları hedef aldığında Ergenekon davasını destekleyen ve arkadaşlarını hedef aldığında eleştiren; fakat gerçek derin devlet tarafından işlenen suçlar yüzünden adalet bekleyen insanlara hiçbir ilgi göstermeyen “liberal entelektüellere” de uzanıyor.

SORU: Ergenekon’da toplumun farklı kesimlerinden, farklı düşüncelere sahip kişiler yargılandı. Sizce bu isimlerin ortak bir noktası nedir?

GARETH JENKINS: Ergenekon davasında yargılananların paylaştıkları tek özellik, hepsinin Gülen hareketinin gerçekten veya öyle algılanan karşıtları veya rakipleri olması. Davayı kimin yürüttüğüne işaret eden başka pek çok kanıt var ama sadece suçlananların isimlerine bakmak da yeterli.
Farklılıklar, benzerlikler
Solculara yönelik kötü muameleyle ünlü sağcı eski emniyet müdürü Hanefi Avcı ile sosyalist gazeteci Ahmet Şık’ın aynı örgüte ait olabileceğini düşünen herkesin bir daha düşünmesi gerekir. Ama tabii ki, Avcı ve Şık, Gülen hareketi üyelerinin emniyet ve yargı sistemine nüfuz etmelerini ayrıntılandıran kitaplar yazmışlardı.

SORU: Dünyada derin devlet ile hesaplaşmayı, darbe anlayışını yargılamayı hedefleyen diğer davalar ile Ergenekon davası arasında benzerlikler ve/veya farklılıklar neler?

GARETH JENKINS: Ergenekon soruşturması, diğer ülkelerdeki (İtalya’daki Gladyo gibi) gizli örgütlerin veya darbe ve askeri yönetim dönemlerinin samimi bir şekilde araştırılması yönündeki girişimlerin tam tersi yönden başladı.
Samimi bir girişim, detaylı ve kapsamlı araştırmalarla başlayan Güney Afrika’daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonuna daha yakın olurdu. Samimi soruşturmalar sonuçlara dayanır ve sabit gerçekler üzerinden hareket eder. Ergenekon davası bir paranoya ve soruşturma üzerindeki siyasi saiklerle şekillendi. Çıkarımsal değil, izdişümsel bir soruşturmaydı.

BBCT

Sami Selçuk: "Ergenekon'u Yargıtay da çözemez; bir af yasasıyla bu işi bitirmeli"
08 Ağustos



Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, "Hem kutuplaşmayı ortadan kaldırmak hem de barış ortamını yaratmak için bir af yasasıyla bu işi bitirmeli. Ergenekon'un içinden yargıçlar da çıkamaz" dedi.

Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, Ergenekon kararını ve bu aşamadan sonra yapılması gerekenleri değerlendirdi. "Ergenekon dosyasının Ceza Genel Kurulu’nun önüne getirilmesi gerektiğini" savunan Selçuk, "Yargıtay’da bir daire 5 kişiden oluşur. Yargıtay 5 kişiyle bu davayı çözmemeli. Bunun için 9. Ceza Dairesi’nin önüne gelen davada mutlaka Yargıtay Başsavcılığı itiraz yoluna başvurmalı ve dosya Ceza Genel Kurulu’nun önüne getirilmeli" dedi.

"Ergenekon dosyasının hukuksal olarak çözümlenmesinin insan beyninin gücünü aştığına" dikkat çekerek "Kararlardan kuşkuluyum" diyen Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, "Bazı yerlerde gömülen silahlar olmuş. Her zaman fail suçu işlemekten vazgeçebilir. Onun dışında o hazırlıkta belki bir örgüt suçu olabilir, hükümeti devirmeye teşebbüsle ilgili değil de bir suç işlemek için eylem olabilir. TCY’nin 314. maddesini ilgilendiren bir durum ortaya çıkar. Ama bunun da cezalandırılması için hazırlık davranışlarının o suçu işlemeye elverişli olması gerekiyor. Bu bakımdan kararlardan kuşkuluyum" ifadesini kullandı.

Sami Selçuk, Ergenekon dosyasının ancak afla “temizlenebileceğine” vurgu yaparak “Ben bunu, sanıklar için, yargılananlar için istemiyorum. Hem kutuplaşmayı ortadan kaldırmak, hem de barış ortamını yaratmak için bir af yasasıyla bu işi bitirmeli. Böylece yargının da yükünü kaldırmış olursunuz. Yargıtay’ın da bu konuda sağlıklı bir karar verme olanağı olmadığı kanısındayım” yorumunu yaptı.

İlhan Taşçı'nın Cumhuriyet'te yer alan haberine göre Eski Yargıtay Başkanı, Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sami Selçuk’un Ergenekon davası kararı ve bu karardan sonra yapılması gerekenlere ilişkin değerlendirmeleri şöyle:

Bu suç oluşmamış: Gerekçeyi görmeden eleştirmek yanlış. Basına yansıyan kadarıyla bu suçlara teşebbüs olmaz. Fakültelerde öğrencilere okutulur, “bazı suçlar teşebbüse elşverişli değildir” diye. Bu da onlardan biri.

Niye öne alınmış, teşebbüste kalan suç daima eksik bir suçtur. Suçun adı hükümeti yıkmaya teşebbüstür. Bunların literatürdeki adı oluşumu öne alınmış suçtur. Dolayısıyla bu suçlara teşebbüs olanaksızdır. Eksik, tam teşebbüs yapılmış. Yeni Ceza Yasası’nın kaldırdığı ayrım bunlar.

Kanıtları hukuka uygun mu, değil mi ayrı bir sorun. Bunu Yargıtay tartışacak. Diyecek ki, “Bu dosyaya yansıyan bilgilere göre bu kanıt hukuka aykırı elde edilmiş ya da edilmemiştir”. Deniyor ki, bazı hazırlıklar yapılmış, şu yapılmış, bu yapılmış. Hayır bunların hiçbirisi bu suçun maddi öğesini oluşturamaz. Çünkü ya maddi ya manevi açıdan, dış dünyaya yansıyan somut bir zor olacak, şiddet olacak. Bu olmadıkça bu suç oluşmaz.

Bazı yerlerde gömülen silahlar olmuş. Her zaman fail suçu işlemekten vazgeçebilir. Onun dışında o hazırlıkta belki bir örgüt suçu olabilir, hükümeti devirmeye teşebbüsle ilgili değil de bir suç işlemek için eylem olabilir. TCY’nin 314. maddesini ilgilendiren bir durum ortaya çıkar. Ama bunun da cezalandırılması için hazırlık davranışlarının o suçu işlemeye elverişli olması gerekiyor. Bu bakımdan kararlardan kuşkuluyum.

Başbuğ’un durumu sorunlu: Bir başka nokta İlker Başbuğ’un yargılanması sorunu. İddia şudur: “İşte yetkisini aşmıştır, çizmeyi aşmıştır dolayısıyla suçludur, Yüce Divan’da yargılanamaz.” Hayır. Başbuğ Genelkurmay başkanıdır. İddiaya göre, asker sıfatıyla Türkiye’deki bazı eylemleri gözeterek ve kendisine verilen yetkiyi aşarak suç işlemiştir. Dolayısıyla kesinkes bu bir görev suçudur. Yüce Divan’da yargılanması gerekir.

Yargıçlar içinden çıkamaz: Kanıtların toplanması aşamasında, sözgelimi iddianamenin düzenlenmesi, çok sayfalı olması, bu nedenle özetinin okunması.. Özet okumak diye bir şey söz konusu değil. Tamamı okunmak zorunda. Buna benzer, yargılamaya ilişkin hukuka aykırılıklar söz konusu.

Bunları gözeterek, bütün bunları ve bu davanın hacmini, karışıklığını, karmaşıklığını bir insan beyni, kafasında birlikte tutarak bir senteze gidemez, zor bir olaydır. Kendimi yargıç arkadaşların yerine koyduğumda tüylerim diken diken oluyor. Böyle bir davada yanlış yapmamak hemen hemen olanaksız.

Dosya afla temizlenir: Benim kanımca tek yapılacak olan bir af yasasıyla bu işleri temizlemek. Af kutuplaşmayı da ortadan kaldıracaktır. Ben bunu, sanıklar için, yargılananlar için istemiyorum. Hukukun durumuna bakarak, yargılamanın durumuna bakarak bir yurttaş olarak siyasi bir değerlendirme yapıyorum.

Hem kutuplaşmayı ortadan kaldırmak hem de barış ortamını yaratmak için bir af yasasıyla bu işi bitirmeli... Böylece yargının da yükünü kaldırmış olursunuz. Yargıtay’ın da bu konuda sağlıklı bir karar verme olanağı olmadığı kanısındayım.

Milyonlarca sayfalık bu davanın içinden çıkabilir misiniz? 100, bilemediniz 200 sayfalık davalar gördük; onlarda bile çok bocaladık. Böyle bir dava insanın beyin gücünü, yeteneğini aşıyor, bunu temizlemek lazım.

Yargıcın işi ülke kurtarmak değil: Davanın niteliği siyasi olabilir, siyasi sonuçlar da doğurabilir. Ama yargıç bunlarla ilgili değildir. Yargıç sadece ceza hukuku açısından eylemi değerlendiririr, gerisi beni ilgilendirmez. Yargıcın ülkeyi kurtarma diye bir görevi yok. O siyasetçinin işi, beni hiç ilgilendirmiyor. Ben sadece yasaya ve dosyaya bakarım.

Ceza Genel Kurulu baksın: Yargıtay’da bir daire 5 kişiden oluşur. Yargıtay 5 kişiyle bu davayı çözmemeli. Bunun için 9. Ceza Dairesi’nin önüne gelen davada mutlaka Yargıtay Başsavcılığı itiraz yoluna başvurmalı ve dosya Ceza Genel Kurulu’nun önüne getirilmeli. Ceza Genel Kurulu’nda bütün ceza dairelerinden üyeler katılır. Belli sayıda da başkan katılacak. Böylece daha çok insan hukuki değerlendirme yapabilecek. Bu imkân mutlaka açılmalı.
gazeteport

Economist: Ergenekon davası adalet mi intikam mı?
9 AĞUSTOS 2013



Haftalık yayınlanan Economist dergisi, bu hafta sona eren Ergenekon davasıyla ilgili bir değerlendirme yazısına yer veriyor bugünkü sayısında.
Dergi yazıya "Türk demokrasisi için ileriye doğru atılmış, geri dönülmez bir adım olacaktı. Ancak beş yıl süren ve aralarında ordu mensupları ve onların işbirlikçisi olduğu iddia edilen 275 sanığın darbe komplosu kurmakla suçlandıkları Ergenekon davasında 5 Ağustos'ta verilen ağır cezalar, pek çok kişinin, aksi yöne gidildiği inancını pekiştirdi" sözleriyle başlıyor.

'Adalet değil intikam'

Dergi "Saygı gören eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve diğer 18 sanığa, ılımlı İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi'ni devirmek için komplo kurmaktan ömür boyu hapis cezası verildi" derken aralarında avukatların, gazetecilerin ve akademisyenlerin de bulunduğu diğer 256 sanıkta. 21'inin beraat ettiğini belirtiyor.

Ergenekon davasının, ordudaki generallerin, AKP'nin itibarını düşürmek için bir 'kirli işler' birimi kurduğu savına dayadığını yazan Economist, hazırlandığı iddia edilen komplo çerçevesinde camilerin bombalanmasının ve Hıristiyanlar'ın öldürülmesinin planlandığının iddia edildiğini aktarıyor.

Dergi "Ordunun muhalif Kürtler'in topluca öldürülmesine ve diğer 'devlet düşmanlarının' işkence görüp cezaevine atılmasına verdiği destekle dolu siciline bakıldığında bu iddialar inandırıcı gelebilir" yorumunu yapıyor.
'Tarih affetmeyecektir'

"Generalleri saf dışı bırakma Erdoğan'ın bugüne kadar elde ettiği en büyük başarı" diyen Economist, bu hafta verilen cezaların, gelecekte benzer planlar yapacak kişilere de açık bir mesaj verdiğini belirtiyor.

Ancak, bu dava için özel inşa edilen duruşma salonunda yapılan yargılamanın, başından beri tartışma yarattığını vurgulayan dergi, 2007'de ordu tarafından devrilmek istenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bile dava ve yargı süreci konusunda bazı endişeler dile getirdiğini hatırlatıyor.

Dergi yazısını, "Bu endişeler, hükümetin Kürtler'le siyasî bir çözüm arayışına destek veren Başbuğ'un 2012'de tutuklanmasıyla arttı" diyen dergi Erdoğan da yakın zamanda "Başbuğ'a terör örgütü üyesi diyenleri tarih affetmeyecektir" dedi. Başbuğ'un kızı Feride davayı 'komedi' diye nitelerken, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise savcıların 'adalet değil intikam' peşinde olduğunu savundu" sözleriyle sürdürüyor.

Savunma avukatlarının uzun süredir, müvekkilleri aleyhindeki kanıtların ya uydurma ya da tahrif edilmiş olduğunu söylediğini aktaran Economist, davayı izleyen Batılı diplomatların da, 'davanın geçerliliğine gölge düşürmeye yetecek kadar çok açık olduğu' görüşüne katıldığını belirtiyor.

Erdoğan, 'Gülen kadrosunu' temizlemek istiyor
Economist, "Kimileri de bu davada, Amerika Birleşik Devletleri'nde sürgünde yaşayan Fethullah Gülen ve ona bağlı hareketin parmağı olduğunu düşünüyor" diyor ve ordunun peşini hiç bırakmadığı Gülen hareketinin AKP iktidarında canlandığını vurguluyor. Dergi, "Gülen hareketinin polis güçlerine ve yargı kadrolarına o kadar büyük sayılarla sızdığı söyleniyor ki, bunu kendisine bir tehdit olarak gören Erdoğan, bu kadroları temizlemek istiyor" saptamasında bulunuyor.

"Eğer Erdoğan'ın giderek artan baskıcı yönetimi olmasaydı, kamuoyu, bu davayı olumlu bir ışık olarak görebilirdi" diyen Economist, binlerce kişinin yaralanmasına beş kişinin de ölümüne neden olan Haziran ayındaki protesto gösterilerine hükümetin verdiği sert yanıtın, tüm dünyada imajını zedelediğini belirtiyor.

Dergi, "Bunu hiç umursamayan Erdoğan, Yahudileri kastederek, bir faiz lobisinin ve onların piyonlarının, Türkiye'yi zayıflatmak ve AKP'yi devirmek için bu protestoları planladığını söylemeye devam ediyor" diyor ve yazısını şöyle noktalıyor:

"Türkiye'nin en büyük sanayi kuruluşu Koç Holding, İstanbul'daki otellerinin kapılarını polis vahşetinden kaçan protestoculara açtığı için hedef alınırken Erdoğan, Divan Oteli'nin suçlulara yardım ve yataklık ettiğini söyledi. 24 Temmuz'da polis destekli vergi müfettişleri, aralarında Tüpraş'ın da bulunduğu, Koç Holding'e ait şirketlerin merkezlerine baskınlar düzenledi. Baskın haberinin ardından, Koç'un İstanbul Borsası'ndaki hisselerinin fiyatları dibe vurdu. Şirketin bir gündeki kaybının 1,8 milyar lira olduğu söyleniyor.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bu teftişlerin rutin çalışmalar olduğunu söyledi. Ancak İstanbul merkezli bir büyük işadamı, "Bunlar, baskı ve korku salma taktikleri. Rutin olan asıl bu" diyor".
BBCT

Hurşit Tolon: "Bu karar askerimizin başına Kuzey Irak’ta çuval geçirilmesine karşı, ABD’de bunu protesto edip Türkiye’ye dönmemin intikamıdır"
10 Ağustos 2013



Hürriyet'tten Eyüp Serbestin haberine göre; CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, Silivri Cezaevi’nde yatan CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, gazeteci Tuncay Özkan, Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ ve emekli Orgeneral Hurşit Tolon’a bayram ziyaretinde bulundu. Emekli Org. Hurşit Tolon karara ilişkin olarak 'Bu askerimizin başına Kuzey Irak’ta çuval geçirilmesine karşı, ABD’de bunu protesto edip Türkiye’ye dönmemin intikamıdır' dedi.

Bülent Tezcan 6 saat süren ziyaret sonrası yaptığı açıklamada şunları söyledi:

BERAAT YERİNE CEZA

“Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın aldığı cezalara baktığımızda bunlar çok ağır cezalar. Beraat etmesi gereken sanıkların bu cezaları alması gerçekten vicdanları kanatan bir durum. Örneğin, kişilere ait bilgileri ele geçirmek ya da devlete ait bilgileri ele geçirmekten ceza alan Mustafa Balbay, daha önce bunların tamamını kitaplarında yazmış. Yani tamamı gazetecilik faaliyeti. Gazetecilik faaliyetinden örgüt üyesiymiş gibi hüküm giymiş olmalarını kabul edemiyorlar.

KİTAPTAKİ BELGELER

Tuncay Özkan ‘22 tane kitap yazdım’ diyor. ‘O kitapların içerisinde sayfa sayfa bu belgeleri kullandım ve bunlar yayınlandı. Hâlâ yayınlanıyor, yasaklanmadı. Ama ben bunlarla ilgili devleti yıkmaya teşebbüsten, hükümeti yıkmaya teşebbüsten, örgüt üyeliğinden, örgüt yöneticiliğinden cezalandırıldım’ diyor. Yine Mustafa Balbay da bunlarla ilgili cezalandırılıyor. Bu konuda ısrarla üzerinde durdukları, gizli belge dedikleri belgeler sanıklara verilmiyor. Düşünebiliyor musunuz? Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası veriyorsunuz. 30 yıl hapis cezası veriyorsunuz. ‘Seni gizlediğin belgeler nedeniyle cezalandırdım’ diyorsunuza ama bu belgeleri savunma için bile vermiyorsunuz. ‘Bunlar devletin gizli belgesi sana veremem’ diyorlar. Demokrasilerde bunu kabul etmek mümkün değil.

TOLON’DA İLAVE 3 CD

Hurşit Tolon gözaltına alındığında 129 CD’ye el konuluyor evinde. Bunlardan 111 tanesi iade ediliyor. Resmi soruşturma kayıtlarına göre 18 CD olması lazım ama 21 tane CD var. 3 tane CD ilave edilmiş. Bu 3 CD Elba marka CD’ler. Hiçbir arama tutanağında yok. Müebbet hapis cezasına çarptırıldığı bilgilerin bu CD’lerde ele geçtiğini iddia ediliyor. Hurşit Tolon diyor ki ‘Bende bulmadıkları sahte CD ile beni müebbet mahkum ettiler.’ ‘Bu askerimizin başına Kuzey Irak’ta çuval geçirilmesine karşı, ABD’de bunu protesto edip Türkiye’ye dönmemin intikamıdır’ diyor. ‘Ben Türk askerine çuval geçirildiğinde ABD’deydim. Burada ilk tepkiyi gösteren ve geri dönen komutandım. Bunun bedelini, hesabını böyle sordular’ diyor. Diyor ki ‘Ben ayakta ölmeye ant içtim. Ben diz çökerek ölmeyeceğim. Bu mahkemelere, bu adaletsizliklere diz çökmeyeceğim’

ASKERLERİN GÖZLERİ DOLDU

Sayın İlker Başbuğ ise genel olarak Hürriyet Gazetesi’ndeki açıklamayı tekrar etti. ‘Genelkurmay Başkanı olarak sadece ben değil, tüm komuta karargâhım yargılanmıştır. TSK bu kararla bir suç örgütü gibi, bir terör örgütü gibi gösterilmiştir’ diyor. ‘Beni atayan Başbakan’a ve Cumhurbaşkanı’na sesleniyorum’ diyor. ‘Ben böyle bir suç örgütünün başındaysam ortada devlet yoktur. Ortada devlet kalmamıştır. Beni atayanların siyasi sorumluluğu ne olacak?’ diyor. Kararın açıklandığı andaki bir anısını da şöyle paylaştı: ‘Karar açıklandı. Salondaki uzman çavuşlar yanıma geldi. Gözleri dolu dolu. ‘Komutanım sağlığınıza dikkat edin’ dediler. Boğazları düğümlendi. En çok bundan etkilendim. .’

HÜKÜMETE ÇAĞRI

Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını dinliyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı karardan rahatsız olduğunu ve üzüldüğünü söylüyor. Sayın Başbakan eski, 6 ay önce söylediği ‘TSK’nın genel kurmay başkanına terörist demeyi tarih affetmez’ diyor. Başbakan, Cumhurbaşkanı ve parlamentoda çoğunluğu elinde bulunduran iktidar partisi eğer bu adaletsizlikleri görüyorsa, eğer başından bu yana devam eden haksızlığı görüyorsa çözüm çok basittir. Parlamento olaya el koyar. Parlamento idaresi Meclis’i toplar. Bu adaletsizliği ortadan kaldıracak yasal düzenlemeleri yapar ve bitiririz. Şimdi yol yakınken bir kere daha çağrıda bulunuyorum. Bu adaletsizliği ortadan kaldıracak nokta, parlamentonun hukuka ve adalete sahip çıkacak bir karar almasıdır.”

haber93

Başbuğ'un suçunu cemaatin belge hamalcısı yazdı
11.08.2013



Derginin adı Chronicle.

Cemaatin "özel işleri"ni yapan yayınlardan biri.

Taraf nasıl bir iş bölümüne hizmet ediyorsa Chronicle da başka bir iş yapıyor.

Daha çok aile araştırmaları yapıyor.

Veli Küçük'ün Doğu Perinçek'in aslında Ermeni olduğunu, Paşalar'ın ve örneğin Yahudi kökenli olduğunu yazıyor.

Kullandığı kaynaklar tartışmalı.

Ancak yöntem Yaşar Büyükanıt'tan Bekir Kalyoncu'ya kadar her dönem YAŞ öncesinde yapılan fişlemeyi hatırlatıyor.

Aklınızdadır, Yaşar Büyükanıt adına açılan ve genelkurmay başkanlığını önlemek için ortaya atılan soy araştırması Utah'tan servis edilmişti. Olayın arkasında hangi cemaatin olduğu malumunuz.

Neyse biz konumuza dönelim...

İşte o Chronicle dergisinin başındaki isim Tuncay Opçin diye belki de adını hiç duymadığınız bir isimdi.

Opçin, denizci kökenli eski bir asker.

Belgelerle arası çok iyi.

Sık sık ABD'ye gidip geliyor.

Valizinde ne taşıyor bilemiyoruz.

Ancak Opçin'in adına önce Nokta'da sonra Chronicle'da sonra Mehmet Baransu'yla yazdığı kitapta ve nihayetinde cemaatin Bugün gazetesinde rastlıyoruz.

Neyse, bu ismi bir kenara yazın biz devam edelim...

Bilmem farkında mısınız son dönem Bugün gazetesinde ilginç bir değişim var.

Zaman'dan, Aksiyon'dan kısacası cemaatin yayınlarından isimler istifa ederek Bugün'e geçiyorlar.

Herhalde cemaat görev kaydırması yapıyor. Yoksa bir şirketten başka bir şirkete transfer olduklarını düşünmek komik olur.

Anlaşılan Bugün gazetesi cemaatin Taraf'tan başka yeni bir merkezi oluyor.

Cemaatin işbölümünde ona da Zaman'dan farklı işler düşecek.

İşte Bugün'ün sürmanşetinde bugün Tuncay Opçin'in ilginç bir analizi var.

Opçin, Ergenekon davasında müebbet hapse mahkum edilen eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un "gerçek" suçlarını yazmış.

"Gerçek" suçları diyoruz çünkü bunların birçoğu iddianamede yazmıyor.

Elbette en büyük suçu yazının başlangıcında aktarıldığı gibi Makedonyalı bir aileden olmak.

Opçin, cemaatin arşivini açmış ve diyor ki aslında 28 Şubat'ın beyni İlker Başbuğ'du.

Peki neymiş Başbuğ'un bu beyin görevi: MGK Genel Sekreterliği Başyardımcılığı.

Bir Başbuğ hikayesi böyle başlıyor ve ardından Taraf gazetesinin Başbuğ döneminde yaptığı haberler arka arkaya sıralanıyor.

“Meğer karakol baskınlarından TSK'nın haberi varmış”tan “İrticayla Mücadele Eylem Planı”na kadar bir Başbuğ portresi çiziliyor.

Başbuğ, Koşaner'e bir enkaz bıraktı deniliyor.

Ancak biz metni başka türlü okuyoruz.

Anlaşılan İlker Başbuğ cemaatte büyük bir rahatsızlık yaratmış.

Ve portreden de açıkça görülüyor ki cemaat de Başbuğ'a Taraf üzerinden yayınladığı belgelerle cevap vermiş.

Ergenekon mahkemesinin verdiği karar aslında cemaatin Başbuğ'a son balyozundan başka bir şey değil.

Yoksa İnternet siteleriymiş filan bunlar gerçekten hikaye.

Başa dönersek, Başbuğ'un suçu cemaate karşı olması.

Görevi boyunca kendisine saldırılmasının nedeni de bugün aldığı müebbetin de sebebi bu.

Bunu söylemek bugün Bugün gazetesinin, cemaate belge yetiştiren yazarına düştü.

Odatv.com

Cezaevinden çıkan bir “Paşa” ilk nereye gider?
Selcan TAŞÇI
11 Ekim 2013
selcantasci@gmail.com



Hiç uzun uzun yazmaya, çizmeye, dil dökmeye lüzum yok. Bazen bir tek fotoğraf karesi özetlemeye yeter anlatmak istediğiniz her bir şeyi.
Çoğunuzun “Yörük Ali Paşa” namıyla tanıdığı Balyoz Davası sanığı emekli Tuğgeneral Ali Aydın, Yargıtay’ın hakkındaki beraat kararıyla tahliye olduktan, 32 ay tutuklu kaldığı Silivri Cezaevi’nden çıktıktan sonra nereye gitmiş olabilir sizce?
a-Elbette evine.
b-Adanalı bir Yörük çocuğu olarak ete zaafı malum; kesin kebap yemeye.
c-Türkiye’nin dört bir yanından kendisini karşılamaya gelen eşi dostuyla sohbete.
d-Hiçbiri.
Cevap veriyorum:
Hiçbiri!
Yörük Ali Paşa, Silivri’den çıktı ailesiyle birlikte dosdoğru Eyüp’e gitti.
Peki, “trafik saati, geç oldu, dinlen yarın gidersin” lere kulak asmadan koştur koştur yapılan bu ziyaretin sebebi neydi?
a-Piyer Loti’de çay içmeyi özlemişti.
b-Canı Haliç’e karşı balık-ekmek çekti.
c-Kestane kebap, horoz şekeri, macun tezgahlarıyla bezeli dar sokaklarda dolaşıp nostalji turu yapmak istedi.
d-Hiçbiri.
Cevap veriyorum:
Hiçbiri!
Yörük Ali Paşa Eyüp’e, Eyüp Sultan’da namaz kılmak için gitti!
İşte size “Cuma namazında Cami bombalayacak olan ‘dinsiz’, ‘kitapsız’, ‘imansız’, ‘Allahsız’” askerlerden sadece biri!
İçiniz “cız” etti mi şimdi?
Bu da son sorum:
Atı alan “Peygamber Ocağı”nı talan ettikten sonra neye yarar peki?

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=28423

Genelkurmay Başkanı Özel'den Balyoz açıklaması
21 Ekim 2013



Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Balyoz davasıyla ilgili eleştirilere yazılı bir açıklamayla yanıt verdi.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Balyoz davasıyla ilgili eleştirilere yazılı bir açıklamayla yanıt verdi.

Necdet Özel, tutuklu olan TSK personeli ve ailelerinin üzüntüsünü ailesiyle birlikte yüreğinde hissettiğini belirterek, bir taraftan asli görevlerinin ifası için gayret sarf ederken diğer taraftan da yine yasal görev ve sorumluluğu ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin örf ve adetleri gereği mensuplarıyla ilgili yürütülen bütün soruşturma ve davalarla yakından ilgilendiğini, günlük olarak bilgilendiğini, halen de ilgilenmeye ve bilgilenmeye devam ettiğini bildirerek, Yargıtay 9'uncu Ceza Dairesinin temyiz kararını açıklamasının ardından şahsına yönelik sözlü ve yazılı eleştiri ve saldırıların olduğunu hatırlattı.

"Kurban Bayramı'nı idrak ettiğimiz günlerde bayramın kutsiyetine olan inancım ve yüce Türk milletine olan saygımdan dolayı cevap vermek istemedim" ifadelerini kullanan Özel, şunları kaydetti:

'Onların acısını ailemle birlikte yüreğimizde hissediyoruz'
"Ancak yıkıcı ve mesnetsiz olduğunu düşündüğüm eleştiri, tahrik ve saldırıların dozajının artması üzerine iddialara cevap olarak kamuoyunun bilgilendirmenin yararlı olacağını değerlendiriyorum. Öncelikle tutuklu olan personelimizin ve onların değerli aile bireylerinin acısını ve üzüntüsünü ailemle birlikte hep yüreğimizde hissettiğimizi vurgulamak istiyorum. Görevimi devraldığım zaman 'Balyoz' adı verilen davada, deliller toplanmış, tutuklamalar yapılmış, soruşturma tamamlanmış, savcılık iddianamesi hazırlanmış, iddianame yetkili mahkeme tarafından kabul edilmiş ve yargılama süreci başlamış bulunuyordu.

Görevim boyunca bir taraftan asli görevlerimizin ifası için gayret sarf ederken, diğer taraftan, yine yasal görev ve sorumluluğum ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin örf ve adetleri gereği mensuplarımız ile ilgili yürütülen bütün soruşturma ve davalarla yakından ilgilendiğimi, günlük olarak bilgilendiğimi ve halen de ilgilenmeye ve bilgilenmeye devam ettiğimi, Anayasamızda belirtilen 'Demokratik hukuk devleti' ilkesine, mevcut yasal mevzuata ve yargının ayrı bir 'erk' olarak bağımsız ve tarafsız olması gerektiğine olan inancım çerçevesinde, arkadaşlarımın durumuna hukuki çözümler aradığımı ve bu yöndeki düşüncelerimi ilgili ve yetkili olduklarını düşündüğüm makam sahipleri ile paylaştığımı, tutuklu olan personelimizin, hiçbir ayrım yapılmadan, tamamen yasal mevzuat içerisinde kalınarak, düzenli olarak ziyaret edilmesini, istek ve ihtiyaçlarının tespit edilerek karşılanmasını, savunmalarına yardımcı olacak bilgi ve belgelerin kendilerine ve/veya avukatlarına zamanında ulaştırılmasını, ayrıca TSK'nın geleneksel aile yapısı nedeniyle aile bireyleri ile ilgilenilmesini sağladığımı bilginize sunmak istiyorum."

Hasdal ziyareti

Görevi devraldıktan birkaç ay sonra gerek insani gerekse yasal görev ve sorumluluğunun gereği olarak Ekim 2011'de Hasdal Askeri Cezaevinde ziyaretlerde bulunduğunu hatırlatan Özel, açıklamasına şöyle devam etti:

"Ziyaretimin amacı, sorumlu ve vefalı bir kişi olarak arkadaşlarımı dinlemek, onlar için hukuken ve idari olarak ne yapabileceğimi belirlemek ve her şeyden önemlisi moral vermekti. Bu ziyaret esnasında bazı arkadaşlarıma, 'Suçun şahsiliği prensibine karşın, yürütülen davanın aynı zamanda TSK'nın kurumsal kimliği ile de yakından ilgili olduğunu, davayı yakından takip ettiğimi, TSK'nın kurumsal yapısını, emir-komuta sisteminin işleyiş tarzını ve iddialarla ilgili mevcut bilgileri yetkili ve ilgili kişilerle diyalo kurarak yüz yüze görüşeceğimi, bu konuda basın-yayın yolu ile bilgilendirme yapmayı düşünmediğimi' belirttim."

Genelkurmay Başkanı Özel, Balyoz davası kararına ilişkin, "Karar sonrası tahliye edilen arkadaşlarımın çoğunluğunun Kara Kuvvetleri Komutanlığı mensubu olduğu ifade edilerek Türk Silahlı Kuvvetleri içinde ayrımcılık yapma, nifak sokma ve huzur bozmaya yönelik girişimleri kınıyorum" değerlendirmesinde bulundu.

'Genelkurmay Başkanı neden konuşmuyor?'

Orgeneral Özel, yaptığı yazılı açıklamada, son zamanlarda sık sık "Genelkurmay Başkanı neden konuşmuyor?" sorusuyla karşılaştığını belirtti.

Genelkurmay Başkanının, devlet sorumluluğu bulunan, görev ve yetkileri yasalarla belirlenmiş, Türk Silahlı Kuvvetlerinin komutanı ve bir kamu görevlisi olduğunu ifade eden Orgeneral Özel, kamu görevlisinin, konuşacağı konuyla ilgili, yeri, zamanı ve muhataplarını doğru analiz etmesi gerektiğini bildirdi.

Bu nedenle mümkün oldukça konuşmamaya ve gündemde olmamaya gayret sarfettiğini, TSK ile ilgili haberlerin de internet ortamında kamuoyuyla paylaşılmasını yeterli gördüğünü ifade eden Özel, "Son Balyoz temyiz kararından sonra da bazı sanık ve yakınları tarafından konuşmamam konusunda yoğun eleştiriler olduğunu gördüm. Kurumsal kimliğim nedeniyle, yargıya intikal etmiş konularla yargı kararları üzerine yorum ve değerlendirme yapma hakkına sahip olmadığımı ve düşüncelerimi basın yolu ile kamuoyu ile paylaşmayı doğru bulmadığımı düşünüyorum. Ancak, bireysel olarak düşüncelerimi ilgililerle serbestçe paylaştığımın da bilinmesinde yarar görmekteyim" değerlendirmesinde bulundu.

Tarihi davalarla ilgili verilen yargı kararlarının; ihtisas sahipleri tarafından tartışılmasının, sonuçlarının yürütme ve yasama organları tarafından değerlendirilmesinin ve vicdani muhasebesinin de yüce millet tarafından yapılmasının daha doğru olduğunu düşündüğünü vurgulayan Orgeneral Necdet Özel, açıklamasında şunlara yer verdi:

"Diğer taraftan, karar sonrası tahliye edilen arkadaşlarımın çoğunluğunun Kara Kuvvetleri Komutanlığı mensubu olduğu ifade edilerek Türk Silahlı Kuvvetleri içinde ayrımcılık yapma, nifak sokma ve huzur bozmaya yönelik girişimleri kınıyorum.

'Daha duyarlı olunmasını rica ediyorum'
Daha huzurlu, müreffeh ve her yönüyle gelişmiş Türkiye hedefine; geçmişte yaşadığımız olayları sorgulayarak, gerekli dersleri çıkararak ve bu dersleri hayata geçirerek, ancak geçmişte yaşanmış hadiselere takılıp kalmadan, bu olayları sürekli olarak gündemde tutmayarak, geleceğimize ait plan ve projeler yaparak ve bunları uygulama alanına sokarak, birlik ve beraberliğimizi ve iç huzurumuzu koruyarak, birbirimizi dinleyerek ve anlayarak, mevzubahis vatan ve millet olduğunda saplantılarımızı bir kenara bırakarak ve 'Herşey Türkiye için' diyerek ulaşabileceğimize inanıyorum.

İşte bu düşüncelerle, atalarımızdan bizlere emanet edilen özgür vatan topraklarının korunmasının, devletimizin bekasının, vatandaşlarımızın huzur ve güvenliğinin teminatı olduğunu düşündüğüm, yüce milletimizin bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetlerine ve onun fedakar mensuplarına karşı daha duyarlı olunmasını rica ediyorum."

Kaynak: http://haber.sol.org.tr/

Kumpas 14 parmak izinde
01 Ocak 2014



Ergenekon ve Balyoz davalarından hükümlü emekli Deniz Piyade Kurmay Albay Dursun Çiçek'in avukat kızı İrem Çiçek de ‘kumpas’ tartışmalarına katıldı

İSTANBUL- Ergenekon ve Balyoz davalarından hükümlü emekli Deniz Piyade Kurmay Albay Dursun Çiçek'in avukat kızı İrem Çiçek, "Eğer hükümet, orduya kumpas kuranları ve devletin içine yerleşen çeteyi bulma konusunda samimiyse işe İrtica İle Mücadele Eylem Planı adı verilen sahte belgenin üzerindeki 14 parmak izinin kime ait olduğunu, davalarda yer alan 'gizli tanıkların' kimler tarafından bulunduğunu ve verecekleri ifadelerin nasıl hazırlandığını bulmakla başlasın. Çetenin sırrı bunlarda gizli" dedi.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Siyasi Başdanışmanı ve AKP Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan'ın "Kendi ülkesinin milli ordusuna kumpas kuranlar bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir" sözleriyle ilgili açıklama yapan İrem Çiçek de 'kumpas' tartışmalarına katıldı ve şunları söyledi: "Jandarma Kriminal'in yaptığı parmak izi incelemesi sonucunda belge üzerinde 'kime ait olduğu belirlenemeyen' 14 parmak izi bulunmuştur. Bu parmak izlerinin kime ait olduğunun tespiti için kapsamlı bir araştırma yapılmamıştır. Ergenekon davasını yürüten İstanbul 13'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nden, İrtica İle Mücadele Eylem Planı adlı belgenin fotokopisinde bulunan 14 parmak izinin kime ait olduğunun belirlenmesi için defalarca talepte bulunduk. Mahkeme bu talebimizi hiçbir zaman kabul etmedi. Eğer hükümet devlet içinde yerleşen bir çeteyi gerçekten bulmak istiyorsa işe bu 14 parmak izinin kime ait olduğunu bulmakla başlamalı. Çünkü bu parmak izlerinin sahipleri, bu belgeyi yazanlarla, ordusuna kumpas kuranlar aynı kişiler. Devlet içine yerleşen çetenin bir diğer izi de davalarda 'yaratılan' gizli tanıklarda saklı. Bu davalarda birçok gizli tanık ortaya çıktı. Bu gizli tanıklar kimdir? Nasıl ve kimler tarafından gizli tanık haline getirilmişlerdir? Kendilerine neler vaat edilmiştir? Ne pazarlıklarla bu yalanları söylemişlerdir. Bunların cevabı da devlet içindeki çeteye giden yolu açar."

http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/kumpas-14-parmak-izinde-h46767.html

'Hedefleri önce Aleviler, sonra Denizciler, sonra askerlerdi'
Fotoğraflar: Tolga Aktaş
24/06/2014



"İrticayla Mücadele Eylem Planı" olduğu iddia edilen planı hazırladığı suçlamasıyla tutuklanan, hem bu davadan hem de "Balyoz"dan ceza alan emekli Albay Dursun Çiçek, Radikal'e konuştu: "Beni ararken, yedi Dursun Çiçek buldular."
Haber: İSMAİL SAYMAZ - ismail.saymaz@radikal.com.tr / Arşivi
Facebook'ta Paylaş

Dursun Çiçek, TSK’ya yönelik itibarsızlaştırma operasyonunu başlatabilmek amacıyla ilkin, kendisinin de içinde olduğu Psikolojik Harekat Dairesi’nin hedef alındığını ve bu yüzden tutuklandığını savunuyor.

Askerleri hedef alan davalardaki sanık askerlerin yüzde 50’sinin Alevi inancından olduğunu ve nüfustaki Alevi oranına göre bunun hayli yüksek düzeyde seyrettiğini kaydeden Çiçek, “Hedefleri şu: önce Alevi, sonra Deniz’ci, sonra asker” şeklinde konuşuyor. Çiçek, Balyoz Davası’na konu olan 1. Ordu seminerinde gerçek isimlerin kullanılması ve kimi ifadelerin “disiplin suçu” olarak görülebileceğini belirtiyor.

ÇHD ve KCK davalarına ilişkin Çiçek, “Hükümet muhalifi olan veya hükümetin poltikalarına muhalefet yapabilecek olanları korkutmak ve sindirmek için her kesime yönelik özel planlanmış, hukukun alet edildiği operasyonlar” ifadesini kullanıyor. Çiçek’in Genç Siviller kurucusu olan oğlu Deniz Çiçek ise kendisinin liberal görüşlere sahip olduğunu ve Türkiye liberallerinin bu süreçte çok kötü bir sınav verdiğini belirtiyor. İşte, Dursun Çiçek’le söyleşimiz...

Onca generalin arasında bu soruşturma neden gelip sizi buldu?
Burada hedef alınan, Genelkurmay’ın Bilgi Destek Daire Başkanlığı’ydı. Dairenin asli görevi, (önceki ismi Psikolojik Harekat Daire Başkanlığı’ydı), silahlı kuvvetlere yönelik saldırıları tespit etmek ve karşı tedbirler konusunda önerilerde bulunmaktı. “Asimetrik Psikolojik Herekat” dedi İlker Paşa, o tespit doğrudur. Ben 2007’den 2009’a kadar oradaydım. İlk çıkan haberler , fırtınanın da habercisiydi. Genelkurmay’ın hedef alındığını, bunların ön saldırılar olduğunu, önlem alınmazsa devam edileceğini söyledik. Zaten elimizde bilgi notları vardı.

Neydi onlar?
Bir kumpas ve planlı saldırı var. Silahlı kuvvetleri itibarsızlaştırma çalışması var. Siyaset yol veriyor ve çıkar birliği var. Silahlı kuvvetleri pasifize etmek için saldırıya karşı koyacak Genelkurmay’ın birimini kapattırmak lazımdı. Önce onunla başladılar ve 2010 Ağustosu’nda daireyi kapattırdılar. Benim üzerimden daireyi ifşa ve pasifize ettiler. İlker Paşa da kapattı. Dayanamadı, çok baskı yedi.

Peki, bu dairede neden siz?
Beş yıl orada görev yapmış olmam, geçmişim itibariyle başarılı bir subay olmam... Dediler ki daireyi teslim almak için kimi hedef almamız lazım? Dursun Çiçek dediler ve önce yanlış Dursun Çiçek’lerden başladılar. Erzincan’da ve Ankara’da başkasını takip ettiler. Yedi tane çıktı sonra. Bütün Dursun Çiçek’leri de öğrenmiş olduk.

Daha sonra Balyoz’la da ilişkilendirildiniz...
Balyoz 2009’un ikinci yarısında planlanmış. Belki daha önce hazırlıkları vardı ama Balyoz’da başta yoktum. Ergenekon sendelemeye başlayınca, dediler ki Balyoz’a da yazalım. Ordan kurtulursa... Ki hükmü Balyoz’dan aldık. 42 kişinin isminin yer aldığı bir listenin altında imza bloğuna ismimi yazmışlar. Çıktısı alınmamış, dağıtımı yapılmamış. Burada iki kişi sanık. Diğerleri niye sanık değil, bilmiyoruz.

Niye bu iki kişi?
Çünkü biri kurmay binbaşı, diğeri kurmay albay. İstikbali var.

Sanık askerlerin tamamının başarılı askerler olduğu iddiası doğru mu?
Yüzde 90 doğru, bazı istisnalar var. Deniz Kuvvetleri’nin özellikle 10-15 yıllık komuta kademesini saf dışı ettiler.

Peki bu askerlerde, iddia edildiği gibi, Alevi ağırlığı var mı?
Yüzde 50 oranında. Nüfus oranına baktığınız zaman (nüfustaki oranı) yüzde 15-20’lerde, (sanıklar) yüzde 50 oranında Alevi. Hedefleri şu: önce Alevi, sonra Deniz’ci, sonra asker.

Neden Alevilere karşı böyle bir yaklaşım var?
Bu kumpası düzenleyenlerin beynindeki düşmanlık, kin ve nefretten kaynaklanıyor. Irkçı ve bölücü bir yaklaşım.

Sizin de Alevi olduğunuz söylenmişti...
Bizim köy Alevi köyüyle karşı karşıyadır. Yıllarca içe içe yaşadığımız, babalarımızın, ailelerimizin görüştüğü, hiç problemimizin olmadığı bir köydür. Oradan karıştırmış olabilirler.

‘KANDIRMA YOK, ÇIKAR VE AMAÇ BİRLİĞİ VAR’
Silahlı kuvvetler “Asimetrik Psikolojik Harekat”ı neden kaybetti?
Silahlı kuvvetlerin halka ilişkilerde başarılı olduğunu söylemek mümkün değil. Karşı tarafın elinde güçlü bir medya ve siyasi destek var. Onlara karşı silahlı kuvvetler başarısız oldu.

Neden?
Hiç öyle bir beklenti içinde olmadığı, tehdit olarak görmediği bir alanda mücadeleye zorlandı ve sonuçta pes etmek zorunda kaldı. Paralel yapı “Koskoca silahlı kuvvetleri çökerttik, Genelkurmay başkanını içeri attık, bundan sonra hükümeti de devirebiliriz, siyaseti de yönlendirebiliriz” gibi bir yaklaşımla 17 Aralık’ta bakanlar kuruluna ve hükümete karşı da bir eylem yaparız dediler. Önce MİT’te denediler. 17 Aralık’ta tepe noktasına çıktı.

TSK’daki varlıkları nedir?
Emniyet ve yargıda kontrol yüzde 70-80 ise, orduda yüzde 10 seviyesinde. Onlar da kendisini saklayan birimler. Daha çok istihbarat, muharebe ve bilgisayar gibi teknik alanlarda. Zaten ulaştıkları belgelere baktığımızda, bu birimlerden çalındığını anlıyoruz.

Karşımızda nasıl bir yapı var?
Bilimle düşünmeyen, aklını ve vicdanını kullanmayan, sadece örgüt merkezinden aldıkları talimatı uygulamayı ibadet sayan, cennete gitmek için bunları yapması gerektiğini düşünen çok tehlikeli bir örgütle karşı karşıyayız. Bu örgüt iktidardan daha tehlikeli. İktidarı millete anlatırız, iktidarı millet değiştirir ama bu örgütü millet kapatamaz. Bu görünmeyen bir örgüt.

Sizce hükümet kandırıldı mı?
Değil, bile bile kandırıldılar. Çünkü amaç birliği, çıkar birliği vardı. Önce MİT, sonra 17 Aralık’ta bu birlik dağıldı ve rakip hale geldiler. Ondan sonra, bildikleri gerçekleri “Aldatıldık” diyerek itiraf etmeye başladılar. Yoksa bir başbakan bilmez mi...Ben bile Başbakan'a ve ailesine 11 tane, AKP milletvekilleri ve bakanlarına 80 tane, ekinde DVD’ler olan mektuplar göndermişim. Başbaşkan'ın eşine, oğluna, kızına... Tepki almayınca ailesine de yazdım, Cumhurbaşkanı'na da...

Yanıt aldınız mı?
Hayır sadece meclis başkanından ve cumhurbaşkanından aldım. “Devlet Denetleme Kurulu’nu devreye sokun” talebim olmuştu. “Yargıdaki olaylara girmiyoruz” dediler ama Turgut Özal olayı ve başka olaylarda DDK inceliyor. İşlerine geldiği zaman yargıya müdahale olmuyor.

Siz asker yargılamaları dışındaki davalar hakkında ne düşünüyorsunuz? Örneğin, ÇHD ve KCK davalarına bakabildiniz mi?
Bakamadım ama sonuçta hükümet muhalifi olan veya hükümetin politikalarına muhalefet yapabilecek olanları korkutmak ve sindirmek için her kesime yönelik özel planlanmış ve hukukun alet edildiği operasyonlardır bunlar.

‘BALYOZ SEMİNERİ DİSİPLİN SUÇUDUR’
Sizce askerin ‘disiplin suçu’ olarak görülebilecek bir davranışı oldu mu?
Evet, 1. Ordu seminerinde bazen gerçek isimlerin kullandığı, bazı haddini aşan ifadelerin olduğu... Bunlar disiplin suçu. Bunu yapan general ve amirali terfi ettirmezsiniz, emekli edersiniz. Karşılığı, darbe iddiasıyla müebbet hapisle yargılamak değildir.

İçeriden hiç çıkamayacağım dediniz mi?
Geç çıkarım dedim. 17 ve 24 Aralık olmasaydı belki 5-6 yıl sonra bu aşamaya gelecektik.

Bu arada, bir kamu bankasında çalışan eşiniz de siz tutuklandıktan sonra Ardahan’a sürülmüştü değil mi?
Evet, çünkü Dursun Çiçek’in eşiydi. Dursun Çiçek hedefe konmuş bir subaydı.

Eşinizi üç yıl önce süren yönetim algısı, bugün sizi bırakıyorsa bunu nasıl yorumlamalıyız?
Aynı yönetim, genel müdür değişince eşimi çağırıp özür diledi. Geçmiş yönetimin yanlış yaptığını ve kandırıldıklarını söylediler ve eşimi İstanbul’a tayin ettiler.

TSK’da kırgın olduğunuz kimse var mı? Mesela, Hilmi Özkök?
Var tabii, çok net. Tanık olarak mahkemeye geldi, İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı gösterdik, “Bunun yaptırım gücü var mı, böyle bir plan hazırlanır mı?” diye sorduk. Şüpheli cevaplar verdi. Daha net cevaplar verebilirdi. Genelkurmay’daki prosedürleri biliyor. Sırf siyasi destek olduğu için şüpheli cevaplar verdi. Hatta sorulardan kaçındı.

Kaynak: http://www.radikal.com.tr/turkiye/hedefleri_once_aleviler_sonra_denizciler_sonra_askerlerdi-1198607

Bilirkişi: 'Balyoz CD’lerindeki el yazısı sahte'
15 Ara 2014



Balyoz Davası'nın temelini oluşturan iki CD üzerindeki el yazısının iddia edildiği gibi emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri'ye ait olmadığı, makineyle yazıldığı bilirkişi raporunda yer aldı.

Gölcük’te ele geçirilen malzeme arasında sanık avukatlarının “çete ürünü” dediği 11 No’lu CD’nin bir kopyası da vardı. [Fotoğraf: AA / Arşiv]

Selahattin Günday
Muhabir
Balyoz davasının Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yeniden yargılamasına ilişkin bilirkişi raporu tamamlandı. Rapor, davanın delilleri arasında yer alan ve üzerindeki yazıların emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri’ye ait olduğu iddia edilen iki adet CD ile ilgili.
Mahkemenin talebi üzerine ‘dava dosyasındaki 11 ve 17 numaralı 2 adet CD üzerindeki yazıların başka bir yerden kopyalanıp alet yardımıyla aktarılıp aktarılmadığının tespiti’ istendi.
Prof. Dr. Salih Cengiz tarafından hazırlanan bilirkişi raporunda, bu sorunun cevabını verildi.
‘Bu tür yazılar makine ile yazılabilir’
Kızılötesi ışını kullanılarak baskı izi incelemesi yapıldığı anlatılan raporda, CD zemininin sert olmasından dolayı herhangi bir yazı izine rastlanılamadığı, ‘K-özel’ yazısının bulunduğu kısımda 4 adet nokta vurgusu olduğu belirtildi. Raporda, bu vurgu izlerinin 'özel’ yazısının yazımında kullanılan kalemin 90 derecelik yani tam dik bir açıyla yazının başlangıç noktasına hızla inmesi sonucu oluştuğu belirtildi, Bu tür yazıların makine ile oluşturulan yazılarda görülebileceği vurgulandı.
'Mürekkep dağılım karakteristik özelliğine rastlanmadı'
17 numaralı CD üzerindeki ‘özel’ yazısının incelenmesinde, birbirinden bağımsız olarak yazılan harflerin başlangıç yerlerinde tam dairesel ve koyu bir nokta görüldüğü anlatılan raporda, takip eden harflerin kalınlık ve düzeninde başlangıç noktasından bitiş noktasına kadar mürekkep yoğunluğunda herhangi bir sapma görülmediği belirtildi. CD üzerindeki 3 adet imzada ise bu mürekkep dağılım karakteristik özelliğine rastlanmadığı ifade edildi.
Yazılar alet ile ancak imzalar elle yazılmış
11 numaralı CD’deki ‘Or.K-na’ yazısında mürekkep sıçrama izlerinin olduğu ancak aynı sıçrama izlerinin elle yazıldığı bilinen yazılar üzerinde olmadığı belirtilen raporda, CD’lerin üzerindeki üçer adet imzanın elle yazıldığına dair üç adet delil şöyle sıralandı:
-Elle yazılan yazılarda yazım hızının arttığı bölgelerde çizginin düzgünlüğü ortan kalkmış ve boyuna kesikli haldedir.
-Elle yazılan yazılarda boylamasına keçe izlerine rastlanmıştır.
-Elle yazılan yazılarda harfin bitiş noktalarında düzensiz mürekkep birikmeleri mevcuttur.
11 No’lu CD’deki ‘Or.K-na’ ve 17 No’lu CD’deki ‘K.özel’ yazılarının aletle yazıldığına dair 4 adet delilde raporda şöyle yer aldı:
“-Aletle yazıldığı iddia edilen kısımlarda mürekkep dağılımının tamamen homojen olduğu görülmüştür.
-Aletle yazıldığı iddia edilen yazılarda harflerin başlangıç noktalarında tamamen aynı şekil ve büyüklükte vurgu izleri görülmüştür. Bu izlerin yazının oluşturulmasında kullanılan alete bağlı mürekkepli kalemin 90 derecelik yani tam dik açıyla karakter yazım başlangıç noktasına hızla inmesi sonucu meydana geldiği kanaati oluşturmuştur. Piyasada bu tür yazım aygıtları çeşitli marka ve modeldedirler. (Bilirkişi, bu maddede, araştırma konusu yazılarda kullanıldığı en muhtemel yazıcının firma tanıtım web sayfası ve işlemin nasıl yapılabileceğinin tanıtımına dair web adreslerini de verdi.)
-Aletle yazıldığı iddia edilen yazılarda harflerin kalınlık ve düzeninde başlangıç noktasından bitiş noktasına kadar herhangi bir değişim olmadığı görülmüştür.
-Aletle yazıldığı iddia edilen yazılarda kullanılan mürekkepli kalemin hızla yüzeye vurgusu sonucu mürekkep saçılmasının olduğu görülmüştür.”
El Ceziretürk

Balyoz CD'sindeki yazılar komutanın not defterinden kopya!
Haber: İSMAİL SAYMAZ
ismail.saymaz@radikal.com.tr /
29/12/2014



Balyoz davasında bilirkişi raporu: Delil CD'lerin üzerindeki el yazısı, emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri'nin not defterindeki harf ve karakterlerden birer birer alınıp yazılım vasıtasıyla birleştirilerek bir yazıcıya dik bağlı bir kalemle oluşturuldu.

Balyoz Davası’nın görüldüğü İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin talebi üzerine Prof. Dr. Salih Cengiz tarafından hazırlanan bilirkişi raporunda; davanın temelini oluşturan C-11 kodlu CD üzerindeki “Or.K-na” ve C-17 kodlu CD’deki “K.özel” yazılarının bir aletle yazıldığını tespit etmişti. Prof. Cengiz, mahkemenin talebi üzerine hazırladığı ek raporda, CD’lerin üzerindeki el yazısının 'o tarihte 1. Ordu Komutanlığı Harekat Başkanı olan Süha Tanyeri’nin not defterindeki harf ve karakterlerden birer birer alınıp yazılım vasıtasıyla birleştirilerek CD üzerine bir yazıcıya dik bağlı bir kalemle oluşturulduğu' tespit edildi.

Süha Tanyeri O CD'ler için Baransu'yu suçladı!

İLK YARGILAMADA RAPOR TALEPLERİ REDDEDİLMİŞTİ

Mehmet Baransu tarafından savcılığa teslim edilen ve Balyoz davasına dayanak oluşturan 11 ve 17 numaralı CD’ler hakkında iki el yazısı incelemesi sanıklar tarafından yaptırılmıştı. Yrd Doç. Dr. Jale Bafra ve ABD ‘li Grant Sperry tarafından CD’ler üzerindeki el yazılarının makine ile Süha Tanyeri’nin, yine Baransu tarafından savcılığa teslim edilen el yazısı notlarından kopyalandığı tespiti yapılmıştı. 2011 yılındaki bu rapor mahkemece dikkate alınmamıştı. Yargılama sırasında İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nden birçok kez 11 ve 17 numaralı CD’ler üzerindeki el yazıları ile ilgili bilirkişi incelemesi yaptırılması talep edilmiş ancak bu talep reddedilmişti.
Radikal
_________________
Bir varmış bir yokmuş...


En son Alemdar tarafından Pts Arl 29, 2014 10:00 pm tarihinde değiştirildi, toplam 3 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Prş Hzr 19, 2014 8:38 pm    Mesaj konusu: Balyoz davasında sanıklara tahliye Alıntıyla Cevap Gönder

Ava Giderken Avlananlar
Mine G. Kırıkkanat
14 Ocak 2015

Cemaat, Ergenekon Örgütü’nün varlığını Tuncay Güney’in ifadesine dayandırarak ortaya koymak istiyordu. Böyle bir örgütün olmadığını savunacak ve konuyu irdeleyecek gazetecileri de susturmak, korkutmak gerektiğine inanılmış, planlama o yönde yapılmıştı.

O kamera görüntülerinin, göndereni belli olmayacak şekilde MİT Müsteşarlığı’na yollanması, Cemaat operasyonunun başlatıldığı anlamına geliyordu.

Üstelik Tuncay Güney’e yükleme yapanların Cemaat bağlısı olması, “yüklemenin” Adil Serdar Saçan’dan gizlenmesi ve kamera kaydının yine Saçan’dan gizli olarak CD’ye aktarılıp MİT’e gönderilmesi, Cemaat operasyonunun ne kadar ince planlandığını göstermektedir.

Ergenekon Davası’nın görüldüğü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yazı göndererek, Tuncay Güney’in kamera görüntüsünü ve diğer delilleri sormuştur. İstanbul Emniyet Müdürlüğü, “Bizde kamera kaydı yok” cevabını vermiş, MİT Müsteşarlığı ise “Bizde CD var” demiştir.

***

Düşünebiliyor musunuz?

Kamera kaydının gerçekleştiği İstanbul Emniyet Müdürlüğü, bizde kayıt yok diyor; kendilerine gizlice CD gönderilen MİT Müsteşarlığı, bizde CD var diyerek, Cemaatçi polisler tarafından iğfal edilmiş istihbarat örgütü durumuna düşürülüyor!

Üstelik Adil Serdar Saçan’ın İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne yazdığı yazılar, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin önünü açacak, birçok günahsız tutuklu kişinin mağduriyetine son verebilecekken, o yazışmalar da mahkemeye gönderilmedi. Ergenekon Davası’ndan cezaevinde bulunan insanların tutuklulukları, ceza infazına dönüştürüldü.

O tarihlerde güvenilir bir arkadaşımdan, resmi ifadenin dahi mahkemeden gizlendiğini duymuştum.

ABD’ye gidişinde Tuncay Güney’i karşılayan Mehmet Özbay, eski MİT mensubu Mehmet Eymür ile bağlantıda olan kişidir. Ergenekon operasyonları ve yargılama başladıktan sonra Mehmet Eymür ile birçok emniyet müdür yardımcısı ve şube müdürünün, İstanbul’daki Princess Otel’de toplantı yaptıkları da duyumlarım arasındadır.

***

Tuncay Güney’in Adil Serdar Saçan tarafından sorgulanması sırasında kaydedilen görüntülerin, Emniyet kamerası aracılığıyla değil, MİT’in Emniyet içinde izleme yapmasıyla elde edildiği de sonradan anlaşıldı. MİT’in mahkemeye gönderdiği kayıt, Organize polisinin yaptığı sorgu kaydı değil, yapılan sorguyu dinlemeye yönelik bir ses kaydıydı. Kısacası sorgu odasına dinleme cihazı yerleştirilmişti!

Tuncay Güney gözaltına alındıktan sonra, kendisinin MİT eski Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür ile çalıştığını dile getirmişti. İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından resmi evrakta sahtecilik suçlamasıyla bir günlük tutukluluğunun ardından kefaletle serbest bırakılması, kefaletinin apar topar ödenip yurtdışına çıkartılması ve kendisinin o günden bu yana hayatını önce ABD, sonra da Kanada’da sürdürdüğü de düşünüldüğünde, kendisinin görünmeyen bir el tarafından korunduğunu akla getiriyor. Ancak MİT’in ısrarla iddia edilen “eleman” ilişkisini reddedip Mehmet Eymür’ü ve Kontrterör Dairesi’ni işaret etmesi henüz açıklanmayan karanlık noktalar bulunduğunu da gösteriyor.*

*SABRİ UZUN’un İN başlıklı inceleme kitabından alıntıdır. (Kırmızı Kedi Yayınevi, 2014)

G NOKTASI
Yazılarımı dikkatle takip eden okurlarım zaten bilirler; resmi ve gizli istihbaratla hiçbir ilgim yoktur. Güvenmediğim ve hoşlanmadığım bu tür “haber kaynakları”ndan uzak durmam; savunamayacağım hiçbir sözüm, gizli işim ve ilişkimin olmaması, çoğu kez tuzağa düşmemi de önledi.
Buna karşın, açık istihbaratın satır aralarını okumayı iyi bilirim. Örneğin, bugün Cemaat’in foyasını ortaya döktükleri için mağdur/kahraman ilan edilen Hanefi Avcı, Emin Aslan ve İn kitabının yazarı “Emniyet İstihbaratın Kilit İsmi Sabri Uzun” gibi kişilerin, zamanında aynı Cemaat’in devleti ahtapot gibi sarmasından az ya da çok sorumlu olduklarını düşünürüm.
Yandaki alıntıyı da Cemaat’e ve zaten hiçbir camiaya taviz vermeyen Adil Serdar Saçan’ın mağduriyetini doğruladığı için yaptım.
Belki de satır arası yorumlarımın bazen doğruya denk gelmesi yüzünden, bana “bilgi” vermek için yanıp tutuşan çok olur, ama hiçbirine itibar etmem.
Aşağıda, yabancı klavyeyle yazıldığı anlaşılan ve Türkçe yanlışlarına bile dokunmadan harfiyen yayımladığım mesajı da geçen yıl 8 Ocak’ta almıştım. Yazarı gerçekten Tuncay Güney midir, değil midir, bilemem. Elbette yanıt vermedim.
Devletin istihbarat birimlerinin kuşkusuz bildiği adres ve telefon numarasını, amatör istihbarat meraklılarına yeni yıl armağanı olarak sunuyorum! Buyursun, eğlensinler:

Saygi Deger; Mine G. Kırıkkanat,
Hanginiz Devlet, Kim İktidar? 08 Ocak 2014 Çarşamba, tarihli yazinizda, (Vay darbe yapmak için saklanmış, vay darbeciler gömmüş diye bulunan silahlar, kayıtlar, kanıtlar; düzmece darbe planları, hatta Tuncay Güney gibi sanık/tanık müsveddeleri, çakma casusluk, sahte kadın ticareti vb. gibi tüm aşağılık suç düzenekleri, devlet içindeki devlet memurları tarafından hazırlandı. Çetenin marifeti.)
Hakkimda sanik -tanik iddianiza cevaben derimki,mahkeme tutanaklarini incelemelisiniz. Ben ne tanigim nede sanigim. Tanikligida kabul etmedigimi hatirlatmak isterim.Tanik ve Sanik olmadigim haberleri gazetelerde yayinlanmistir. Ayrica bana hitaben müsvedde cumlenizi’de duzelteceginize inaniyorum. Bu hakaret ve asagilama icermektedir. Sizden bu duzeltmeleri yapmanizi istemek, benim en dogal kisisel hakkimdir.
Sayin Mine Hanim, birbirimizi tanimiyoruz. hakkimda bir sey yazmak istediginizde benim ile mail veya telefon ile irtibata gecebilirsiniz.
Saygi ve Dostca
Daniel Tuncay Guney
647 924 52 42 Cep telefonum.
Toronto-Canada @yahoo.com

“Casusluk, vatan hizmetine sunulmuş güven suiistimalidir.” ALAIN
Kaynak: Cumhuriyet

Balyoz davasında sanıklara tahliye
19 HAZİRAN 2014



Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) Balyoz davasıyla ilgili hak ihlali kararı ardından, tahliye ve yeniden yargılama taleplerini değerlendirmek üzere toplanan İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi, 230 sanığın tahliyesine hükmetti.

Sanıkların tahliyesi başladı.

AYM'nin kararı ardından toplanan İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nin savcısı Balyoz sanıklarının yeniden yargılanması ve infazın durdurulması yönünde görüş bildirdi.

Mahkeme savcının mütalaasına uyarak 230 sanığın tamamı için yeniden yargılama ve infazın durdurulması kararı verdi. Bu kararla cezaevinde Balyoz davasından hükümlü olarak tutulan isimlerin tamamın tahliye edilecek.
Anayasa Mahkemesi dün, Balyoz davasında sanık olanların yaptığı toplam 230 başvuru için oy birliği ile sanıların haklarının ihlal edildiğine karar vermişti.
Mahkemeye göre sanıkların hakları, dijital veriler ve sanık dinlemesiyle ilgili konular nedeniyle ihlal edildi.

Genelkurmay Başkanlığı'ndan açıklama

Genelkurmay Başkanlığı, tahliye kararı sonrası bir açıklama yaptı.
Açıklamada, yeniden yargılama sürecinin adil bir kararla sonuçlanmasının ümit edildiği belirtildi.

Açıklamada şu ifadeler yer verildi:

"Anayasa Mahkemesi'nin verdiği 'HAK İHLALİ' kararına dayanarak yerel mahkeme tarafından verilen tahliye kararı sonucunda özgürlüklerine kavuşan emekli ve muvazzaf personelimizin ve ailelerinin sevinçlerini yürekten paylaşır, yeniden yargılama sürecinin adil bir kararla sonuçlanmasını ümit ve temenni ederiz."

Taraf gazetesinin haberiyle soruşturma başlamıştı

Balyoz darbe planı iddiası ilk kez 20 Ocak 2010'da Taraf gazetesinin "İstanbul'da iki camiye bombalı saldırı düzenlenmesi ve Yunanistan'ın bir Türk uçağını düşürmekle suçlanması suretiyle darbe ortamı yaratılacağı" gibi iddialar içeren haberiyle gündeme gelmişti.

Haberde yer alan iddialar üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca soruşturma başlatılmıştı.

Hazırlanan iddianame İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmiş, ilk duruşma ise 16 Aralık 2010'da yapılmıştı.

250'si tutuklu 365 sanığın yargılandığı dava bir buçuk yıldan fazla sürdü.
21 Eylül 2012'de biten davada, 325 sanık ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilmiş ancak "eksik teşebbüs" gerekçesiyle cezalarında indirime gidilmişti.

Mahkeme, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan'a ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası vermiş ancak gerekçeyle birlikte cezalarını 20 yıla indirmişti.
Çok sayıda sanık ise yerel mahkeme tarafından 13 yıl 4 aydan 18 yıla kadar hapis cezalarına çarptırılmıştı.
BBCT

Dalgalı Adalet, Kırılgan Hukuk
Taner Timur
27 Haziran 2014

Farkındasınız tabii; son günlerde ülkede belki de cumhurbaşkanı seçiminden bile önemli bazı olaylar cereyan ediyor.. Balyoz ve şike davaları yeniden görüşülecek; bu arada bütün “mahkum”lar da serbest bırakıldı.. Ülkede sevinç dalgası esiyor.. Hatta Baransu bile “tüm sanıkların tahliye edilmesiyle memleket ‘bayram yerine’ döndü”; diyor. Balyoz belgelerini bir bavula doldurup kameralara poz veren, sonra da bunları merasimle savcılara teslim eden ödüllü gazeteci..

Benim neslimden olanlar çok iyi bilirler; bu ülkede adalet “dalga” meselesidir; gün olur, “dalgalar” arasında kaybolur gider adalet; sonra bir gün gelir, rüzgarın seyri değişir, bu kez de bakarsınız umudu kesmiş olduğunuz adalet dalga dalga geri geliyor.. Elbette her dönemin kendine özgü nedenleri, analizi gereken somut koşulları vardır. Fakat bırakalım şimdi bunları bir yana ve etrafımıza bakalım: Yine ne oldu? Yoksa rüzgârın seyri yine mi değişti?

Ergenekon günlerini anımsıyorum. Tüm vicdan sahipleri bu topraklarda adaletin dalga, dalga nasıl buharlaştığına içleri yanarak tanık olmuşlardı. O günlerde uygulanan “algı yönetimi” ile zihinlere korkunç bir Ergenekon canavarı çakılıyordu. Ülke içindeki melanetleri bir yana, yurt dışında da son derece faal ve etkili bir örgüttü bu Ergenekon!: ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’le görüşmeler yapıyor, kimyasal ve biyolojik silahlar üretmeye çalışıyor, P-2 Mason Locası’ndan destek görüyor, Tahran ve Saint-Petersburg’da cinayetler işliyor, Kıbrıs seçimlerine müdahale ediyor, Fenerbahçe maçlarında pankart açtırıyor ve yurt içindeki tüm yasa dışı örgütleri kontrol ediyordu. Tarihçi tutkusu, bunları teker teker not etmişim..Ayrıca, bir televizyon yorumcusunun, ciddi ciddi, “maden ocaklarındaki patlamaların, Ergenekon tutuklamalarıyla aynı zamana denk düşmesini manidar bulmuyor musunuz?” diye sorduğunu da anımsıyorum. Şimdi unutulmuş görünüyor; oysa bu “iddia”lar yazılı ya da sözlü hezeyanlar olarak kalmadı; yer yer iddianamelere de girdi ve suçlamalarda kullanıldı. Kafka’yı bile ürkütecek bu tablo karşısında isyan eden, hukukun böyle ayaklar altına alınmasının ülkeyi zehirleyeceğini ve sonunda da demokrasiyi ortadan kaldıracağını söyleyenler ise “davayı karartanlar”, “Ergenekon’a kol kanat gerenler” olarak susturuluyordu. Oysa tam tersine, o günlerde hukuku ve demokrasiyi asıl korumaya çalışanlar onlardı. Böyle sorgulamaların geçmişteki hukuksuzlukları, işlenen cinayetleri ortaya çıkarmak şöyle dursun, sonunda bunları da aklayacağını söyleyenler onlardı. Bunlar arasında ülkenin en kıdemli, en saygın hukukçuları da vardı.

Gün geçti, devran döndü; sonunda her şey anlaşıldı. Meğerse bütün bu davalar birer “kumpas” imiş. O günlerde “Ben bu davanın savcısıyım!” diyen Başbakan söyledi bunu. Meğerse Başbakan Erdoğan oyuna getirilmiş; saflığından yararlanıp onu aldatmışlar; tam da “ben usta oldum” derken tuzağa düşürmüş, “darbe”lemişler. Şimdi büyük bir olgunlukla bütün bunları itiraf ediyor ve “ileri demokrasi” için yeni bir yol çiziyor. Yeni yol da eskisi gibi “uzun, ince” bir yol olacakmış! Çok ikna edici görünmüyor, ama inanmak zorundayız; ola ki elinde Fidan’ın hazırladığı raporlar da vardır. Şimdiye kadar pek bir şey ortaya çıkmamış olsa da!

Dedik ya, gün olur devran döner, rüzgâr yön değiştirir ve adalet de dalga dalga aksi yönde aranmaya başlanır. Ergenekon’un karanlık günlerinde bir emekli general, “adalet herkese bir gün lazım olur” dememiş miydi? Galiba o günlere geldik. Öyle görünüyor ki şimdi yeni bir döneme giriyoruz; fakat önemli bir farkla: Genellikle böyle “uzun, ince” yolculuklarda, yönünü şaşıran kaptan ve tayfalarının yerini başkaları alır ve hasar, ziyan varsa bunların da hesabı sorulur. Bizde de şimdiye kadar hep böyle oldu. Yakın tarihte, hak ettiklerinden de ağır hesaplar ödeyen bir sürü kaptan gördük. Oysa şimdi çok farklı bir durumla karşı karşıyayız. Kaptan, ben de mağdurum; kandırıldım; diyor; darbe yedim; herkesin intikamını da ben alacağım.

Alır mı, alır; zaten almaya başladı bile! “Kumpasçı” polisleri, savcıları, hâkimleri vb nasıl iskambil kağıdı gibi dağıttığını hepimiz gördük. Fakat, o, “durun bakalım, bitmedi; diyor; daha yeni başladık; Fethullah Hoca’yı bile Pensilvanya’daki “in”inden çıkaracağım”! Bu arada kendine özgü bir stratejik derinlikle yeni müttefikler arıyor ve Balyozcuların –onlardan teşekkür beklemese de- kendi sayesinde özgürlüklerine kavuştuklarını ileri sürüyor. Kısaca bugünlerde iktidar bu kez tam ters yönde bir “Ergenekon”, buna uygun bir “algı yönetimi” ve “dalgalar” yaratmaya çalışıyor.

Buna taraftarlar bulabilir mi?

Zor, ama bulabilir. Son yıllarda kin ve intikam birikimi o derecelere geldi ki, bu dönemin bazı mağdurları çektikleri acılardan sorumlu gördükleri kimseler hapse girsin diye her şeyi – bu arada adil yargılama ilkelerini- unutabilecek kadar bilendiler. İşte bence asıl tehlike de burada. Hani Ergenekon günlerinde bir yazar TV ekranlarına çıkıp da, “ben şu, şu, şu yazarlardan nefret ediyorum; tutuklanmalarına çok sevindim” demişti ya, işte asla bu duruma düşülmemeli. Dedik bir kere, bu ülkede adalet ilke değil, “dalga” meselesi ve önümüzdeki dönemde yeni bir dalga serisi başlayabilir.. Hatta, yukarıda anlattık, Erdoğan bunu başlattı bile.. Fakat artık bence şurası kesin: Bu yeni seriyi, nefesi tükenmiş, manen iflas etmiş bir iktidar yürütemez.. Belki en iyisi de “seri adalet”in hiç başlamaması ve adaletin hırs ve intikam rüzgârlarına göre yön değiştiren “dalgalar” halinde değil; yüzyılların ürünü olan ilkeler ve usuller temelinde tecelli etmesi.. Tabii bir yandan da somut delillere –örneğin adaleti saptırmak için üretilmiş sahte belgelere- dayanan adil yargılamaları hızlandırarak..

Son yıllarda çok acılar çekildi, fakat sonunda da her türlü sahtecinin –ve bu arada sahte demokratların- maskeleri de düştü. Şimdi gerçek demokratların sınavı başlıyor.

Kaynak: http://www.ozguruniversite.org/index.php/guencel-yazlar/1539--dalgal-adalet-krlgan-hukuk

Esenyurt'ta esrarengiz cinayet
09 Aralık 2014



Ergenekon Davası'nda, Cumhuriyet Gazetesi'ne molotof atmaktan yargılanan Fatih Derdiyok çıkan silahlı çatışmada öldürülürken, Murat Aplak ağır yaralandı. Bora Ballı ise olaydan yara almadan kurtuldu. Polis olayı aydınlatmak için soruşturma başlattı.

Hürriyet'ten Çetin Aydın'ın haberine göre; Esenyurt'tan dün gece saat 23.30'da bir çatışma olayı yaşandı. İki grup arasında çıkan çatışmada Cumhuriyet Gazetesi'ne 2008 yılında molotof kokteyli atmaktan Bedirhan Şinal ile birlikte yargılanan Fatih Derdiyok pompalı tüfekle öldürüldü. Aynı davada yargılanan isimlerden Murat Aplak ağır yaralandı. Olay yerinde olduğuna yönelik polisin istihbarat aldığı Bora Ballı'nın ise saldırıdan yara almadan kaçtığı iddia edildi. Terörle Mücadele ve Organize Şube Müdürlüğü ekipleri olayla ilgili araştırma başlatırken, olayın nedeni ile ilgili net bir bilgiye ulaşılamadı.

Ergenekon'la birleştirilen Cumhuriyet Gazetesi'ne molotoflu saldırı olayı ile ilgili Boğaç Kaan Murathan, Bedirhan Şinal, Bayram Demir, Seyhun Zaim, Bora Ballı, Murat Aplak yargılanıyordu. 4 yıl tutuklu yargılanan Fatih Derdiyok, 2011 yılında tahliye olmuştu. Fatih Derdiyok, Ergenekon davasında, "Silahlı terör örgütüne yardım etmek" ve "Genel güvenliği kasten tehlikeye sokma" suçlarından beraat etmiş, "Tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurma" suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezası ile 2 bin lira adli para cezası almıştı.
Cumhuriyet

‘Tayyip Bey sizi öldürecekler!’
Sabahattin Önkibar
sonkibar@gmail.com
31 Aralık 2014

İlker Başbuğ’un açıklamalarında altı çizilmesi gereken çok şey var ama bize göre en önemlisi Erdoğan’ın sadece 2007 yılında F tipi örgütün güdümündeki Emniyet istihbaratı tarafından 137 kere “Sizi öldürecekler” diye korkutulmasını afişe etmesiydi.

Polisteki Paralel Çete, “Asker sana suikast hazırlıyor, istihbarat sağlam” dedikçe Erdoğan da buna inandı ve yapılan hukuksuzluklara göz yumdu.

Başbuğ’un, CNN-Türk’teki programda örtülü olarak ima etmesine rağmen bir kere bile olsun açıktan Ergenekon tezgahında ABD’nin olduğunu söylememesini ne yalan söyleyeyim yadırgadım.

İlker Paşa’dan, Washington ziyareti esnasında ABD’li meslektaşının Afganistan’da muharip Türk askeri talebini reddetmesi sonrasında Pentagon’un TSK’ya operasyon kararı verdiğini açıklaması beklerdik.

Ancak buna rağmen program çok yararlıydı ve İlker Paşa bazı şeyleri açıktan haykırarak yapılan kahpelikleri bir bir sergiledi.

YAZININ DEVAMI AYDINLIK'TA

Siz Hiç Ömür Boyu Babanızı Özlediniz Mi?
Müyesser Yıldız
9 Şubat 2013

Kalemlerinden kan damlayan bazı kalemşörler Ece Saygun’un ölüm döşeğindeki babası için çırpınmasına, "hastalık gerekçesiyle tahliyeyle kurtuluş yolu" dedi... "Örtülü kızlara çektirilen çilelerin" hesabını sordu...

Normaldir, acıları ve zulümleri yarıştıranlara yakışır!..

İyi ama bize ne oldu da Başbakan Erdoğan telefonla aradı, hastaneye Ergun Paşa’yı ziyarete gitti diye Ece’ye taarruz ediyor, küçücükk omuzlarındaki ağır yükün üstüne tonlar ekliyoruz? Ece’den hangi sıfatla neyin hesabını soruyoruz?

Merak etmeyin, Erdoğan’ın "vicdan" atağı hakkındaki duygu ve düşüncelerimi bilahare paylaşacağım. Bundan önce Ece’yi eleştirip mutluluğunu kursağında bırakanlara bir çift lafım var.

Yok niye telefonuna çıkmış, yok niye Erdoğan’ı karşılamış, gülücükler saçmış!..

CHP Malatya Milletvekili Veli Ağababa anlatmıştı. Silivri’de Mustafa Balbay’ı ilk ziyaretinde burnuna tuhaf bir koku gelmiş. Soramamış Balbay’a. Ankara’ya dönene kadar o kokuyu düşünmüş, sonra bulmuş:

"Mustafa Balbay nem kokuyordu"!..

Sizin hiç cezaevi neminden burnunuzun direği sızladı mı?

29 Ocak’ta Ankara Adliyesi’nde emekli Gazi Üsteğmen Serdar Öztürk’ün davası vardı. 3.5 yıldır Silivri’de olan hem asker hem de hukukçu bir kahraman o. Ucunu yakaladığı devlet içindeki "çete"yi, savunmasında anlattığı için hakkında hakaret davası açılmıştı. Kendisini getirmediler, ama ailesi oradaydı. Anası Başak Öztürk beni görünce ne yaptı biliyor musunuz? Boynuma sarıldı, "Gel seni bir koklayalım; Silivri’nin, oğlumun kokusunu duyayım." dedi.

Siz hiç sırf evladınızın kokusunu duyma umuduyla 7 ay önce o cezaevinden çıkan birisinin boynuna sarıldınız mı? Cezaevi kokusunu ciğerlerinize çekmek istediniz mi?

Bugün Ankara Sakarya Meydanı’nda pembe anoraklı bir kız çocuğunun küçücük ellerinde şöyle bir pankart vardı:

“Ben hayatta en çok babamı sevdim”

Sen de 8, ben diyeyim 10 yaşında; Hayatta en çok sevdiği kişi hapiste.

Asker çocukları neredeyse ömür boyu hep baba hasreti çeker. Ancak emekliliklerinde kavuşurlar, doymak isteseler de doyamazlar ondan sonra da.

Siz hiç bir ömür boyu yaşayan babanıza hasret kaldınız mı?

Hele de "tam buldum" derken hasta hasta cezaevine konmuş, ölüm döşeğine yatırılmışsa!..

İşte Ece Saygun bunların hepsini iliğine, kemiğine kadar yaşadı, yaşıyor. Babasına aşık bir kız çocuğu panikle, el yordamıyla ne yaparsa, onu yapmaya çalışıyor.

Ey Ece’ye kızanlar, onu kınayanlar ya şunları biliyor musunuz?

Ergin Paşa’nın o hali karşısında anne Neriman Saygun’un psikolojik Alzheimer’a yakalandığını, birçok şeyi unuttuğunu, sürekli ağladığını... Ergin Paşa ağır bir ameliyat geçirdi, solunum cihazından çıkarıldı, Başbakan Erdoğan onu gördü; ama Neriman Hanım'a henüz göstermediler bu yüzden.

Ama Ergin Paşa’nın ikinci gün Ece’ye ilk sorusu, "Annen nerede?" oldu.

Solunum cihazını ilk çıkardıklarında Ergin Paşa nefes alamadı, burnundan kanlar geldi. Babasını bu halde gören Ece düşüp bayıldı, haberiniz oldu mu?

Ece devlet protokolünden, adap işlerinden anlamaz; alışkın değil. Ayrıca haldır huldur bir genç kadın.

Ama "Erdoğan’ı karşılamak izin hazrola geçti" demiş birileri. Acaba öyle mi, söz savunmanın:

"Kantinde oturmuş, çay içiyordum. Hastaneden arayıp: 'Gelir misiniz.' dediler. Elimde sigara yürüyordum, bir yığın polis gördüm. Sonra Başbakan geldi. Benden önce doktorla konuşmuş: 'Hocaya sordum, babanız uyanmış.' dedi. 'Evet.' cevabını verdim, o kadar. Başbakan'la babamın yanına girdiğimizde protokol filan demeden koştum, boynuna sarıldım, elini öptüm. Yok Başbakan’a hayran hayran bakmışım, yok gülmüşüm... Evet güldüm. Babam ölümden dönmüş, kalp pili takılması bile riskli bulunmuşken açık kalp ameliyatı geçirmiş; böbrek yetmezliğine girmek üzere. Ama solunum cihazından çıkmış, elimi tutmuş, benimle konuşmuş. Babama kavuşmuşum, ben gülmeyeyim de kim gülsün. Değil gülmek, halay çekerim!.."

Madem bu kadar acılı, ikide bir Twitter’a ne diye mesaj yazıyorun dedikodusu da yapılmış.

Arayanlardan telefonu kilitlendiği, herkesin haber beklediğini bildiği için... O telefon trafiği kesilsin, hastaneden aradıklarında ulaşabilsinler diye.

Başbakan Erdoğan’ın ziyaretiyle ilgili elbette benim de öğrenmek istediklerim vardı, açıkça sordum Ece’ye.

Mesela: "Düne kadar baban dahil, hepimize 'terörist, darbeci' diyen Başbakan Erdoğan’ın aramasını ve ziyaretini neye yoruyorsun?" dedim. İşte cevabı:

"Bilemiyorum, benim de kafamda bu soru gidip, geliyor. Yaşanan hukuksuzluklar, adaletsizlikler babamın üzerinden çok gün yüzüne çıktı. Herkeste, "bu kadar da olur mu ya" duygusu yarattı. İlk kez herkes insani ve vicdani bir noktada buluştu. Belki ondandır!..”

"Senin baban için çırpınman ona babalığını, kendisinin de evlâtları olduğunu mu hatırlattı acaba?" diye de sordum. "Eğer çırpınmam, çaresizliğim böyle bir şeye vesile olduysa, onu motive ettiyse sadece mutlu olurum." dedi.

Ece’nin avukatlığına soyunmuş değilim... Neticede insanız ve hepimiz madden, manen çok ağır sınavlardan geçiyor, bir o kadar ağır bedeller ödüyoruz. Hata, yanlışlık olmaması mümkün mü? Ama bu zulmü yapanlardan her gün, her fırsatta yeterince dayak yerken bir de bizler birbirimizi dövmek, eleştirmek, kınamak için adeta fırsat/bahane aramayalım. Anlatmak istediğim sadece bu.

Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan ve Mamak’a kucak dolusu sevgiler...

TSK: Balyoz davasıyla ilgili ortaya atılan "Belgelerin aslı Genelkurmay'da" iddiaları asılsız
08 Ocak 2013

Genelkurmay Başkanlığı, basın yayın gazetelerde yer alan Balyoz Davası'yla ilgili "Tüm delillerin asılları Karargah'ta ve sanıkların, sahte olduğunu iddia ettikleri belgelerin orijinallerini Genelkurmay Başkanlığı Mahkemeye gönderdi" iddialarıyla ilgili açıklama yaptı.

Genelkurmay'dan yapılan açıklamada "İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine, Genelkurmay Başkanlığının 22 Şubat 2010 tarihli yazısı ile, 1'nci Ordu Komutanlığında yapılan Plan Seminerinin "Balyoz Güvenlik Harekat Planı" adlı bir bölümünün veya ekinin mevcut olmadığı; ayrıca, "Oraj" ve "Suga" isimli eylem planlarının ise bulunmadığı bildirilmiştir" denildi.

Açıklama şöyle devam etti: "Mahkemenin gerekçeli kararında ise; 'Gölcük Donanma Komutanlığı ve Eskişehir'de sanık Hakan Büyük'te ele geçirilen dijitallerde bulunan taranmış belgelerin asıllarının ilgili birliklerde mevcut olduğu, Genelkurmay Başkanlığınca Mahkememize bildirilmiştir' ibaresine yer verilmiştir. Bu ibareden yola çıkılarak, dava konusu tüm delillerin asıllarının bulunduğu ve Genelkurmay Başkanlığınca Mahkemeye gönderildiği şeklinde basında yer alan iddialar asılsızdır."
netgazete

Belge saklayan Ergenekon hakimine soruşturma talebi
16.01.2013

Ergenekon mahkemesinde görev yapan hâkimlerin cezalandırılması için Hâkimler Savcılar Yüksel Kurulu’na başvuru yapıldı. Başvuru sahibi olan İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Avukat Mehmet Cengiz, “hakimler 4 yıl boyunca kritik belgeleri sakaladı, soruşturma açılmalı” dedi.

İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Doğu Perinçek’in avukatı Mehmet Cengiz, “Ergenekon Davası”na bakmakta olan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkan ve üyelerinin, müvekkilleri lehine olan belgeleri gizlemelerinden ve karartmalarından dolayı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na suç duyurusunda bulundu, soruşturulmalarını ve cezalandırılmalarını istedi.

Konuya ilişkin bir basın toplantısı düzenleyen Cengiz, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkan ve üyelerince sanıklar lehine olan bazı belgelerin yaklaşık 4,5 yıldır sanıklardan, avukatlarından ve kamuoyundan gizlendiğini, bunun Mahkeme üyelerince tutulan tutanaklarla itiraf edildiğini belirterek, hâkimlerin bu eylemlerinin görevin açıkça kötüye kullanılması olduğunu söyledi.
Bu suçun failleri olan hâkimlerin adil bir yargılama yapmasına olanak kalmadığını ifade eden Cengiz, suçları sabit olan, daha hangi kanıtları saklamakta ve karartmakta olduğu bilinmeyen bu heyet hakkında Savcılar Yüksek Kurulu’na suç duyurusunda bulunarak soruşturma açılmasını ve cezalandırılmalarını talep ettiklerini söyledi.
İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Doğu Perinçek’in avukatı Mehmet Cengiz’in Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na verdiği dilekçeyi ekte sunuyoruz.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanlığı’na

Şikâyet Eden : Doğu Perinçek

Vekili : Av. Mehmet Cengiz
Atatürk Bulvarı No: 46/20, Sıhhiye / Ankara

Şikâyet Edilenler : 1) 20909 sicil nolu Hâkim Köksal Şengün
2) 28298 sicil nolu Hâkim Hasan Hüseyin Özese
3) 32346 sicil nolu Hâkim Hüsnü Çalmuk
4) 37266 sicil nolu Hâkim Sedat Sami Haşıloğlu
5) 39995 sicil nolu Hâkim Ercan Fırat
6) 40244 sicil nolu Hâkim Mehmet Uslu
7) 41981 sicil nolu Hâkim Nihat Topal

Konu : Kovuşturma aşamasında delilleri saklayan ve karartan
hâkimler hakkında şikayetlerimizdir.

Açıklamalar :

Şikâyet edilenler, Silivri’de görülmekte olan “Ergenekon Davası”na bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görev yapan Mahkeme başkanı ve üyeleridirler.
Müvekkillerin yargılandığı 2008/2009 E. sayılı bu davada, çeşitli tarihlerde talebimiz üzerine alınan ara kararları uyarınca yazılan müzekkerelere verilen cevaplar, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin şikâyet edilen başkan ve üyelerince yıllarca saklanmıştır:
- Davanın temel dayanağı olan ve Tuncay Güney'in anlatımlarına göre MİT tarafından hazırlanan rapor ve şemanın gönderilmesi istemiyle 20 Haziran 2008 tarihinde Başbakanlığa yazılan yazıya, 2 Temmuz 2008 tarihli yazıyla -yani yaklaşık 4,5 yıl önce- yanıt verilmiş olmasına rağmen, bu yanıt ve ekleri saklanmış, 23 Kasım 2012'de dava dosyasına konulmuştur (Ek-1).
- Genelkurmay Başkanlığı'na aynı konuda yazılan 27 Kasım 2008 tarihli yazıya, 16 Ocak 2009 tarihli yazıyla -yani yaklaşık 4 yıl önce- yanıt verilmiş olmasına rağmen, bu yazı ve ekleri de saklanmış, 23 Kasım 2012'de dava dosyasına konulmuştur (Ek-2).
- Keza MİT Müsteşarlığı'na yazılan 27 Kasım 2008 ve 15 Aralık 2008 tarihli yazılara cevaben gönderilen 30 Aralık 2008 tarihli yanıt ve ekleri 30 Kasım 2012 tarihine kadar - yani yaklaşık 4 yıl boyunca- saklanmıştır (Ek-3).
Bunlardan 16 Ocak 2009 tarihli Genelkurmay yazısı, işin önemine ve aciliyetine binaen özel kurye ile elden getirilerek, 28 Ocak 2009 günü saat 10.20’de bizzat mahkeme başkanına teslim edildiği halde (Ek-4) bu belge, yıllarca tutulmuş, ancak 23 Kasım 2012 günü dosyaya konulmuştur.
MİT’ten gelen yazılarda hâkim havalesi dahi yoktur. Yazıların gönderildiği 2008/209 E. sayılı dava, aynı mahkemede görülmekte olan 2009/191 E. sayılı dava ile birleştirilmiş ve esası kapatılmışken, bu yazılar yıllarca dosya dışında tutularak saklanmıştır. Bu, reddedilen hâkimlerin, belgeleri baştan beri gizleme kastı olduğunu gösterir.
Üstelik yıllarca saklanan bu belgelerden "Ergenekon Şeması"nda yer alan isimlerin çoğunun üstünü kapatarak deliller karartılmıştır. Çünkü bu şemadaki isimlerin üstü açılırsa, dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un “saçma sapandı” dediği özelliği bir kez daha açığa çıkacaktır.
Örneğin, MİT Müsteşarlığı’nın 30 Aralık 2008 tarihli cevabi yazısı (Ek-3) ve ekleri 4 yıl boyunca saklanmıştır. İşçi Partisi’ne ait arama tutanaklarında bulunmadığı halde dosyaya sonradan konulduğu anlaşılan CD’lerden biri olan “NATO CD’si” hakkında, talebimiz üzerine 25 Kasım 2008 tarihli celsede alınan karar uyarınca yazılan yazıya verilen cevapta; İşçi Partisi’ne ait olmayan ve bir PKK militanından ele geçirilen bu CD’nin:
. “’Tuncay Yılmaz’ gönderici adı kullanılarak, 14.05.2007 ve 01.06.2007 tarihlerinde İstanbul’dan postaya verilmek suretiyle” MİT’e intikal ettirildiği; ihbar mektubunda, “NATO Hava Unsur Komutanlığı’na eylem yapmak üzere İP Genel Başkanı Doğu Perinçek liderliğindeki ekibin kurmuş olduğu örgütün eylem planları ve örgüte yardım edenlerin kimlik/adres/iş bilgileri”nden söz edildiği belirtilmiş ve şu değerlendirme yapılmıştır:
“Bugüne kadar şiddet eylemine karışmamış ve böyle bir eyleme tevessül edebilecek potansiyeli de bulunmadığı düşünülen İP’nin, NATO’ya yönelik olarak planlanan eylemle ilişkilendirilmeye çalışılması; dezenformasyon amaçlı bir yönlendirme faaliyeti olabileceği ihtimalini de akla getirmesi bakımından önemli görülmüştür”.
3070 kişilik isim /adres listelerini içeren diğer CD ile ilgili olarak MİT’in değerlendirmesi ise şöyle:
“Bir kısmı aynı zamanda İP üyesi olan öğretim üyesi, yazar, gazeteci, sanatçı, avukat, doktor, mühendis vb. camialardan şahısları kapsayan listenin, çeşitli etkinliklere çağırılmak ya da taban kazanma faaliyeti çerçevesinde kullanılmak üzere oluşturulduğu izlenimi edinilmiştir”.
İddianamede birçok yerde tekrarlanan ve ısrarla vurgulanan bir iddiayı çürüten ve bunu “dezenformasyon amaçlı bir yönlendirme faaliyeti” olarak niteleyen bu MİT raporu, niçin 4 yıl boyunca gizlenmiştir?
5 yıldır tutuklu bulunan müvekkillerin tahliyesine ilişkin istemlerimizi reddederken ileri sürülen temel gerekçeler; "delillerin henüz toplanmamış olması" ve " delillerin karartılma olasılığı"dır.
Oysa şimdi görüyoruz ki, toplanmış delilleri yıllarca saklayan ve üstünü kapatarak karartan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi başkan ve üyeleridir.
Dosyaya koyduğunuz 23 Kasım 2012 ve 30 Kasım 2012 tarihli "Tutanak"larda ikrar edilen bu eylemlerle ortaya çıkan somut durum, yargı görevinin kötüye kullanılmasıdır ve suçtur.
Bu suçun faili olan hâkimlerin adil bir yargılama yapmasına olanak yoktur. Daha hangi kanıtları saklamakta ve karartmakta olduğunu bilmediğimiz bu heyete güvenilemeyeceğinden, 27.12.2012 günlü celsede belirttiğimiz bu gerekçelerle İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve arkadaşlarının müdafii Av. Hasan Basri Özbey tarafından reddi hâkim talebinde bulunulmuşsa da, bu talep incelenmeksizin, reddi istenen heyetçe geri çevrilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, suçu dile getirip reddi hâkim isteyen Av. Hasan Basri Özbey hakkında suç duyurusunda bulunularak savunma hakkı hiçe sayılmıştır.

Sonuç ve İstem : Açıklanan nedenlerle; şikâyet edilen hâkimler hakkında soruşturma açılarak cezalandırılmalarını talep ediyoruz. 16.01.2013

http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/belge-saklayan-ergenekon-hakimine-sorusturma-talebi-h8255.html

Türkiye'nin çözemediği sorun: Uzun tutukluluk süreleri
8 ŞUBAT 2013
Rengin Arslan
İstanbul



Ece Saygun 6 Şubat'ta sosyal paylaşım sitesi twitter'daki hesabından yazdı:
"Babamdan haberler kötü. Aldığı enfeksiyon kalbine yerleşmiş. Antibiyotik ile de geçmesi mümkün değil. Ameliyat diyorlar."

Ece Saygun, Balyoz davasında 18 yıla mahkûm edilen emekli Orgeneral Ergin Saygun'un kızı.

Verdiği bu ilk haberden sonra kan aranmaya başlandı. Kan bulundu.
Ergin Saygun dün, 8,5 saat süren bir ameliyatın ardından yoğun bakıma alındı. Ameliyattan çıktığından beri uyutuluyor.

Ameliyat olduğu sırada, Ergin Saygun'un cezasının ertelenmesine ilişkin karar verildiği söylendi ancak bu haber doğrulanmadı.

Mahkemenin kararı gece yarısından sonra geldi. Ergin Saygun'un tahliye kararı verildi.

Ergin Saygun Silivri'deki koğuşunda fenalaşmasının ardından 21 Temmuz 2012'de hastaneye kaldırılmıştı. Hastanedeki "mahkum" odasında gözetim altında tutulan Saygun'un hastanede kalması da sakıncalı bulunmuştu.

ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone

"Çok uzun süredir hapiste olan milletvekilleri var, bazıları belirsiz suçlarla hapiste tutuluyorlar. Kendilerine ülkeyi koruma görevi verilen askeri liderler, sanki teröristmiş gibi hapisteler."

Tedavi altında olduğu Mehmet Akif Ersoy hastanesinin verdiği rapora göre, Saygun'un "hastane enfeksiyonlarına maruz kalmaması" gerektiği belirtiliyordu.

Silivri'nin 'hastaları'

Ergenekon davasında tutuklu yargılanırken sağlık durumunun kötüleşmesinden sonra tahliye edilen Kuddusi Okkır, Silivri'den hayatını kaybeden ilk kişi oldu. 'Akciğer kanseri, beyin ve kemik metastası' tanısı konulan Okkır, tedavi gördüğü Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 6 Temmuz 2008'de hayatını kaybetti. Eşi ölümünün ardından, "Eşimi benden ilaçsız aldılar, komada verdiler," demişti.

Odatv davasından tutuklu bulunan Kaşif Kozinoğlu hakim karşısına çıkmadan hayatını kaybederken, Ergenekon davasından tutuklu yargılanan Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu ve Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın sağlık durumları da ciddi.

Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan, "Fatih Hilmioğlu'nun cezaevinde kalamayacağı herkes tarafından bildirildi," diyor. Türk Tabipleri Birliği bağımsız bir kurumla birlikte Fatih Hilmioğlu'nu muayene etmek üzere bir kurul oluşturduklarını ve Adalet Bakanlığı'na başvurduklarını, ancak uzun süre geçmiş olmasına rağmen yanıt alamadıklarını kaydediyor.

Aktan ayrıca "Şu anda hapishanelerde tutuklu ve hükümlü olan sağlık sorunu yaşayan yeterli sağlık hizmeti alamayan ve bundan mahrum bırakılan çok geniş bir kitle" olduğunu söylüyor.

Uzun tutukluluk süreleri

Sağlık durumu ciddi olan tutuklular bir yana; toplumun neredeyse bütün kesimleri ve uluslararası kuruluşlar Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarındaki uzun tutukluluk sürelerinin yargıya güveni zedelediği görüşünde.
Erdoğan Ocak ayının sonunda yaptığı bir açıklamada, "3. Yargı Paketi'nde gerekeni yaptık, adli yargıda üst sınırı kaldırdı, buraya bir rahatlık getirmek istedik. Tutuksuz yargılamayı mümkün hale getirdik. Adli kontrol de uygulayarak tutuksuz yargılama mümkün hale geldi. Buna rağmen işler bu kadar seri yürümüyor, yürümeyişinde işler ciddi sıkıntıya sokuyor. Temennim yargı sürecini daha da hızlandırsın ve bir an önce adımlar atılsın," demişti.
Bir hafta önce bir televizyon programında yaptığı açıklama ise, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un tutukluluğuna değinmişti: "Biz bu süreç içerisinde başta Genelkurmay Başkanım olmak üzere diğer generallerimizin hiçbirisine, İlker Başbuğ'a kalkıp da alışılmış anlamda bir 'terör örgütü mensubu' demek çok ciddi bir yanlıştır. Bu affedilemez."

ABD Büyükelçisi'nden eleştiri

ABD'nin Ankara Büyükelçisi ise birkaç gün önce gündemdeki davalara değindi ve askerden, akademisyene, öğrencilere kadar pek çok kişinin tutuklu bulunduğuna dikkat çekti. Francis Ricciardone çok tartışılan açıklamasında, "Çok uzun süredir hapiste olan milletvekilleri var, bazıları belirsiz suçlarla hapiste tutuluyorlar. Kendilerine ülkeyi koruma görevi verilen askeri liderler, sanki teröristmiş gibi hapisteler," demişti.

Ricciardone ayrıca, "Harçları protesto için barışçı gösteri yapan öğrenciler hapiste. Eğer bir yargı sistemi bu sonuçları doğurursa ve bunun gibi insanları teröristlerle karıştırırsa, Amerikan ve Avrupa Mahkemeleri'nin buna karşılık vermesi zor olur," diyor.

Hükümetten sesler

Başbakan'ın açıklamalarının ardından hükümetten pek çok bakan da "adaletin tam olarak uygulanmadığı" konusunda düşüncelerini dile getirdi.
Bursa'da konuşan Arınç, partisinin ismine atıfta bulunarak, "Kalkınmamız çok iyi, ama adaletin biraz da desteğe ihtiyacı var," dedi.

"Adaletin saraylarını yaptık, ama adaletin kendisini biraz arıyoruz, bulmaya çalışıyoruz," diyen Arınç sözlerini şöyle tamamlamıştı: "Adalet kutup yıldızı gibi, insan yolunu kaybetse, ona bakıp yolunu bulacak. Adalet de tam olacak inşallah."

Adalet Bakanı Sadullan Ergin ise, 5 Şubat'ta düzenlenen Türkiye'de İfade ve Medya Özgürlüğü başlıklı konferansında, "Demokrasi korkuların değil hürriyet şarkılarının rejimidir. Biz bu şarkı bitmez diye yola çıktık. Türkiye ifade özgürlüğü alanında daha müreffeh gelecek için adımlarını atacak," dedi.

Ergenekon'un tutukluluk bilançosu

Hızlı ve tutuksuz yargılama esas olmasına rağmen özellikle Ergenekon davasındaki uzun tutukluluk süreleri dikkat çekici. AKP'nin "tutuksuz yargılamayı" öne alan 3. yargı paketi pek çok dava için uygulanmış olsa da Ergenekon, KCK ve Balyoz davalarının tutuklu sanıkları bu paketten faydalanmadı.

Gazeteci Mustafa Balbay üç yıldan uzun süredir, Tuncay Özkan beş yıldır, Yalçın Küçük iki yıldır tutuklu. Bunlar kamuoyunun yakından takip ettiği davanın öne çıkan isimleri. Ama yalnız değiller.

Özgür Radyo Yayın Koordinatörü Füsun Erdoğan, 7 yıldır hakkında bir hüküm verilmeden tutuklu yargılanıyor.
BBCT

"Ergenekon" Tutanakları
(Yurdumdan Bir Ham Kesit Daha)

Açık İstihbarat
15.12.2012

Türkiye , mizahın ve edebiyatın düşmanı bir ülke. Gerçeği yorumlayarak hakikate dönüştüren bu sanatlar gerçeğin kuru ve sinematografik olmayan doğasını yorumlayıp, soslayıp tüketilebilir hale getirirler.

Vücudunda dört zehir çıkıp ta zehirlenilemeyecek tek ülke olan ülkemiz ise binbir garabeti ile; gerçeğin hiç bir yoruma, süslemeye, dramatizasyona ihtiyaç duymadan ham kesim hali ile izlenebileceği bir vatandır. Tanrı'nın hiç montajlanmaya ihtiyaç duyulmayan, "director's cut" ham kader filmi gösterilir topraklarımızda.

Savcının mütalaasının açıklanacağı gün olarak ilan edilen 13 Aralık günü "Ergenekon"''da duruşma salonunda yaşananlar buna güzel bir örnek. Doğal akışı içinde aşağıda dikkatinize sunuyoruz.

****************

Sanıklar, mahkeme salonunun dışında toplanan yoğun kalabalık nedeni ile salona zor girebildi. Bu kadar ciddi bir kalabalığı beklemeyen Jandarmanın gerekli tedbirleri almakta zorlandığı gözlendi. Türkiye Gençlik Birliği (TGB) üyesi gençler, yol üzerinde trafiği düzenlemeye çalıştı.

Duruşma salonunun hemen dışındaki bekleme salonunda, uzun süredir birbirini görmeyen tutuksuz sanıkların birbiri ile hasret gidermesi ve eski tutukluluk günlerini yadedmesi, "Ergenekon'un pilav günü" yorumlarına sebep oldu.

Günlerdir basın tarafından "karar günü" olarak lanse edildiği için ilginin yoğunlaştığı bugünde bir çok ünlü tanınmış simayı görmek mümkündü. "Ergenekon"'a son dönemde monte edilen Ayşe Arman'ın , en son yazısından anlaşıldığı üzere, "kaportayı cilalayıp, kocasına metres olmak" için Dubai'de olduğu için duruşmaya katılmadığı, o çok ihtiyaç duyulan manevi desteğini veremediği görüldü.

CHP geniş ve ilgili bir kadro ile temsil edilirken, MHP'nin varlığı Deniz Bölükbaşı'nın "buradayım ama çok da heyecanlı değilim" yüz ifadesi ile somutlaştı.

Duruşma başladığında, salona tutuklu sanıkların girmesi ile birlikte seyirci sıralarından alkışlamalar başladı. Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay ele ele tutuşarak seyirciyi selamladı. Bu sırada sanık ve seyirci sıralarından, "Adalet İstiyoruz" , "Türkiye sizinle gurur duyuyor" sloganları atıldı.

Balbay:

"Biz burada çürümüyoruz. Sizinle beraber adaleti tüm Türkiye'ye yayacağız"

Bu arada Yalçın Küçük'ün konuşma yapan ve slogan atan sanıkları zaman zaman eli ile ağızlarını kapatarak sakinleştirmeye çalıştığı dikkat çekti.

Savcılar ve mahkeme heyeti salona girdi.

Sanıkların mahkeme heyeti salona girdiğinde ayağa kalkmadığı görüldü.

Danıştay cinayetinden hüküm giyen Alparslan Arslan kolunda iki , çevresinde iki jandarma salona getirildi.Sanıklar alanında , diğer sanıklardan Danıştay hükümlüleri için ayrılmış özel alana getirildi. Alparslan Arslan'ın diğer duruşmalarda da olduğu gibi, yürümekte zorlandığı görüldü ve yoğun ilaç almış insanlarda görülen bir ifadeye sahipti.

Avukat sıraları tamamen doldu.

Duruşmayı mahkeme başkanı Özese açtı.

"Mütalaanın tamamlanmadığı , mahkemeye bir ön rapor verdiği görüldü"

Daha sonra mahkemeye gelen ve daha önce yazılan yazılara verilen cevapları okumaya geçen Özese 'nin, davayı başka bir dava ile birleştirdiklerini açıklayıp, birleştirdikleri davanın iddianamesini okunacağını açıklaması ile güne damgasını vuran olaylar silsilesi başladı.

Savcının mütalaa vermesini beklerlerken, birden yeni bir dava ile davalarının birleştirildiğini duyan sanıklar ve avukatlar mahkeme heyetine tepki verdi. Avukat sıralarından, kendilerine bu iddianamenin tebliğ edilmediği itirazları yükseldi. Özel yetkili mahkemelerin yapılan yeni yasal düzenleme ile yeni dava kabul edemeyecekleri, bu birleştirmenin kararının hukuk dışı olduğu sesleri yükseldi.

Özese avukatların sözlü itirazlarını yazılı dilekçe ile vermelerini istemesine rağmen , itirazlar sürdü. Avukatlar mahkeme heyetine savunmanın sözlü olması gerektiğini hatırlattı. Özese, gittikçe ısınan atmosferde ayağa kalkarak mahkeme heyetine itirazlarını sürdüren avukatları susturmayı başaramayınca duruşmaya ara verdi. Seyirci sıralarından yuh sesleri yükseldi.

Başladıktan çok kısa süre sonra verilen ara yaklaşık 2 saat sürdü.

Mahkeme heyetinin, ara karar vermeyeceği halde, bu kadar uzun süre ara vermesi, seyirciler arasında çeşitli yorumlara sebep oldu. Mahkeme heyetinin Ankara'dan talimat beklediğinden tutun da, dışarıdaki kalabalığın dağılmasının beklendiği için heyetin davayı uzatmaya çalıştığına kadar bir çok yorum yapıldı.

İki saat sonra tekrar tutuksuz sanıklar , seyirciler ve avukatlar salona alındı. Avukatlar, ilk celsede yaşananlar sonrasında, ortak bir tutum belirlemek için biraraya gelerek durum değerlendirmesi yapmaya başladı.

Avukatların toplu olarak salonu terketmek ile salonda kalarak savunmaya devam etmek seçeneklerini değerlendirdikleri öğrenildi. Avukatların değerlendirilmesi sonrasında, daha önceki duruşmalarda mahkeme heyeti ile yaşadığı tartışmalardan dolayı mahkeme tarafından duruşmalardan men edilen avukat Vural Ergül'ün salondan ayrıldığı görüldü. Vural Ergül'ün salondan ayrılmasına bir kısım avukat, "niye ayrılıyor, ayrılma kararı almadık ki, kim aldı bu kararı" şeklinde tepki gösterdi. Fakat bir kaç avukat dışında bütün avukatlar salonda kaldı.

Daha sonra tekrar salona dönen Vural Ergül konu ile ilgili mealen şu açıklamayı yaptı:

"Mahkeme heyetinden, içeriden talep geldi. Mahkeme heyeti , salondan çıkmazsam avukatlara söz hakkı verilmeyeceğini bildirmiş avukatlara. Ben de bunun üzerine, mahkeme heyetine bahane vermeyim diye ayrıldım. Fakat görüldü ki, benim ayrılmamın istenmesi bahane imiş, mahkeme heyeti yine söz vermedi"

Yaklaşık 2 saatlik aradan sonra mahkeme heyeti salona tekrar geri döndü. Daha önceki celsede, hiç bir avukata söz vermeyen mahkeme başkanı Özese, bu sefer duruşmaya bir avukata özellikle söz vererek başladı. Bu avukatıın, davaya dahil edilen iddianamedeki sanıkların avukatı olduğu anlaşıldı. Bu avukattan sonra diğer avukatların söz istemeye devam etmesi üzerine mahkeme başkanı sözlerini kesti. Avukatların seslerini yükselterek, ayağa kalkıp söz istemeye devam etmesi üzerine Özese'nin tutanaklara geçmek üzere

"avukatların taleplerinin olmadığı görüldü"

ifadesini kullanması salonda gülüşmelere sebep oldu ve avukat sıralarından protestolar arttı.

Bu aşamada salonda tam bir keşmekeş hakimdi. Bir yandan üye hakim Haşıloğlu, Özese'nin talimat ı doğrultusunda davaya yeni eklenen iddianameyi okumaya çalışırken, diğer yandan avukat sıralarından itirazlar yükseldi.

Sonunda mahkeme heyeti Özese avukatlar arasından, Veli Küçük'ün kızı av. Zeynep Küçük'e söz vermeye karar verdi.

Zeynep Küçük:

"Avukatlara gerekli söz hakkını vermeden iddianameye geçme kararı verdiniz.
Yeni yasa değişiklikleri ile ek iddianame ekleyemeyeceğiniz halde bu kararı verdiniz.
Avukatlara jandarma ile gözdağı vermeye çalışıyorsunuz

(Açık İstihbarat: İkinci celseye başlandığında, avukat sıralarının önünde bir dizi Jandarma , avukatlarla mahkeme heyeti arasına yerleşti)

Kamuoyunu yok sayarak, dışarıdaki yüzbinleri yok sayarak açık yargılama yaptığınızı iddia ediyorsunuz.
iddianame 2 gün önce sunulmuş, yasaya göre 7 günlük süreye uymuyorsunuz"

Özese:

Mahkeme heyeti kimseyi tehdit etmez.

Sanık sıralarından bir ses:

Nasıl etmez. Zekeriya Öz istediğimizi yapmazsan 1 saat içinde oğlunu tutuklatırım diye tehdit etti beni

Özese :

Dinlemek istemeyen avukatlar çıkabilir.

Seyirci sıralarından da protestoların yükselmesi üzerine Özese seyircilerin duruşma salonundan çıkarılması talimatını verdi. Salondaki karmaşa ortamı giderek arttı. Bütün bu karmaşa ortamında üye hakim Haşıloğlu iddianame okumayı sürdürmeye çalıştı.

Basın sıralarında oturan Süheyl Batum mahkeme heyetine seslendi:

"Sayın Hakim; siz kendi okuduğunuz iddianamei duyuyor musunuz? Sizin kararı önceden verdiğiniz belli"

Avukat sıralarından bir başka ses:

"Başkanım duyamıyoruz, daha sesli okuyun"

Salonda düzenin yine sağlanaması üzerine 1 saat geçmeden Özese yine duruşmaya ara vermek zorunda kaldı. Mahkeme başkanı ve üye hakim salonu terk ederken, kıdemli üye Haşıloğlu belli bir süre salonda oturmaya devam etti.

Milletvekilleri arada avukat Zeynep Küçük'ü , "kısa ama etkili konuşmasından" dolayı tebrik ettiler.

Sembolik bir diğer karede, sanık bölümünden biraz daha ileriye giderek kendisi ile tokalaşmak isteyenlere yaklaşmak istemesi üzerine, emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'a görevli Jandarma yarbayı tarafından izin verilmedi.

Aradan sonra 3:17'de duruşmaya tekrar başlandı. Bu celse ile birlikte , tekerlekli sandalyesi ile emekli albay Arif Doğan'da tutuksuz sanıklar bölümündeki yerini aldı.

Mahkeme başkanı Özese, bu sefer celseye, Genelkurmay Başkanlığı'ndan disk incelemesi ile ilgili gelen bir yazıyı okuyarak başladı. Avukatlara bu yazınınn okunması sonrasında söz verileceğini açıkladı.

Avukatların söz alma ısrarı sürdü.

Özese:

Avukatlar her duruşmada konuşamaz.

Özese'nin hukuk tarihine geçecek bu sözleri sonrasında avukat sıralarından yine protesto sesleri yükselmeye başladı.

Özese :

Buyrun oturun, söz vermiyorum

Bir Avukat:

Siz izin vermiyorum diyorsanız. önce savcıdan mütalaa alın, sonra karar verin.

Bu arada savcı Pekgüzel söz almaya çalıştı. Başkan Özese , Pekgüzel'e de söz vermedi.

Özese :

Belgeler okunduktan sonra söz hakkı vereceğiz.

Özese'nin daha önceki celselerde , "yeni iddianameyi okuma" ısrarından vazgeçtiği görüldü.

15:28'de duruşmaya yine ara verildi.

Bu ara sırasında, seyirciler sırasında oturan CHP kadın kollarına üye bir kadın seyirciyi çıkarmak isteyen Jandarma üyeleri ile CHP'liler arasında sert tartışmalar yaşandı. Jandarma, celse aralarında seyircilerin dışarı çıkması kararı alındığı için CHP'li kadının çıkarılması konusunda ısrar ederken, CHP'liler bunun yasal olmadığını, böyle bir şey yapılamayacağını belirterek Jandarmayı engellediler. İlglii jandarma komutanının gelip duruma müdahale etmesi ile tartışma yaşandı ve CHP'li kadın üyenin salonda kalmasına izin verildi.

Ara verilen duruşmaya 4:21'de tekrar başlandı.

Özese :

Mahkemeye ulaşan belgelerin zapta geçmesinden sonra savcının mütalaası istenecek ve avukatlara söz verilecek.

Savcı Pekgüzel mütalaasına yeni birleştirilen davanın sanıklarına yeterli süre verilmesini talep ederek başladı. Pekgüzel savcılık makamı adına okuduğu mütalaasında , duruşmada tanık olarak dinlenemeyenlerin ifadelerinin okunmasının yeterli olacağı görüşünü savundu. Pekgüzel; daha önceki duruşma tutanaklarından bir dizi karar maddesi okuyarak , bu kararlar sonucu yazılan yazıların akıbetinin sorulmasına ve firari sanıkların yakalama kararlarının akıbetinin sorulmasını talep etti.

Pekgüzel'in mütalaasını okumasının ardından Avukat Celal Ülgen'e söz verildi:

Mahkemenize imzalanmış 5 adet dilekçe sunduk. Geldiğimiz aşamada toplanmamış kanıtlar olduğunu söyledik.

Bizler 1 nolu Ergenekon davasının delillerini, tutanaklarını inceleme olanağı bulamadık. Sanki biz incelemişiz gibi duruşmalar devam edildi. Öğrenin 1. Ergenekon davasında bir şema var. Tuncay Güney'in ifadeleri var. Bunları hiç değerlendiremedik.

Sonra bazı kısımları kapalı olarak bu şemalar bize verildi. Bu şema kanıtsa üstü neden ortuluyor? Mahkeme değer veriyorsa, bu ismi örtülen kişiler niye çağrılmadı.

Bu şema ile 2. Ergenekon davasının ne ilgisi var? Bunu bizim savcılarla tartışmamız, sizin bu tartışmada hakem olmanız lazım. Siz sentez makamınısınız, savcı değilsiniz.

1. Ergenekon davası sırasında dijital verilere ulaşmak çok hoyratça olmuştur. Delil sağlıkları ve bütünlüğü korunmamışsa bu delill değildir. Bunu huzurunuzda tartışmamız lazım.

Siz, avukatlar çok kalabalıksınız diye söz vermiyorsunuz bir söz verin bakın avukatlar kendi aralarında otokontrolü nasıl sağlayacak.

Av. Dizdar:

Bir takım arkadaşa söz verilmez. Herkesin söz alması lazım.

Çağrılan tanıklar var, eğer o tanıklardan vazgeçilmediyse o tanıkların dinlenmesi lazım.

(Tutukluluğun makul süresi konusunda AİHM kararlarından örnekler verdi.)

Tutukluluk bir tedbirse , bu tedbir gayeye erişti. Eğer davaları birleştirirseniz bu süre daha da uzar.

Av. Hüseyin Ersöz

Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu'nun 215. maddesini size hatırlatmaya gerek yok.

Delillerin tartışılması için makul süre talep ettik. 15 dk verdiniz.

1 müvekkilim de olsa, 10 tane de olsa 15 dakikaya sığdırmam istendi.

Bilirkişi talepleri , tanık talepleri istemiştik ama cevap verilmedi. Eğer red kararı bile verseydiniz, huzurda bulundurarak dinletecektim ama olmadı.

Levent Göktaş'ın ofisinde bulunduğu isnat edilen 51 nolu DVD'nin polis tarafından ofisine bırakıldığına tanıklık edecek bayan avukat dinlenmedi. Eski bir emniyet müdürünün eşi olan bu avukat , bu yönde bir konuşmaya bir resepsiyonda şahit olduğunu anlatacaktı.

Mehmet Çelebi teğmen gibi, Vural Vural'ın telefonuna da yasadışı yükleme yapıldığının tespitini istedik, kabul edilmedi.

Kameralarla dinleniyoruz mikrofonlarla dinleniyoruz, müvekkilimize vermek istediğimiz belgeler jandarma ve mahkeme heyetince kontrol ediliyor.

İddianamede Gizli Tanık 9'un ifadeleri , Osman Yıldırım'ın ifadelerini doğruluyor yazılmış. Sonra ortaya çıkıyor ki, 9 nolu gizli tanık aynı zamanda sanık olan Osman Yıldırım.

Bugün ayrıca mahkemenize 2008-2009'da ulaşan belgelerin dosyaya bugün konulduğunu öğreniyoruz. Benim de o belgeleri görmem ve değerlendirmem gerekiyor.

Bundan sonra aşamada mahkemenizin adil bir yargılama yapılacağı kanaatinde değilim.

Av. Dilek Helvacı (Haberal ve Hurşit Tolon'un avukatı)

Bu mahkemede, CMK ve AİHS'ne aykırı olarak savunmanın kısıtlandığını gördük.

Son yasa değişiklikleri ile, mahkemeniz geçici hale geldikten sonra, mahkemeniz sadece savunma hakkını kısıtlamıyor, aynı zamanda susturmaya çalışıyor.

İddia makamı ile özdeşleşmiş görüyoruz sizi.

Özese : İddia makamı ile özdeşleşmeyiz merak etmeyin

Bugün "robocoplarla" üzerimize saldırıldı.
Ayrıca bariyer koymanız CMK'ya aykırı. Jandarma ve mahkeme belgelerimizi inceleyemez.
Tavandan uzatılan mikrofonlarla bizi dinleyemez.

(Açık İstihbarat: Avukat, "Ergenekon" duruşmalarına özgü, dünyada hiç bir örneği olmayan , avukat ve sanık sıralarının üzerine tepeden sarkıtılan mikrofonları kastediyor. Toplam 14 tane mevcut. Bu söze Özese'nin verdiği aşağıdaki tepki, bu mikrofonların hangi amaçla kullanıldığını kanıtlıyor.)

Özese : Avukat hanım, zaten mikrofonlardan bir şey duyulmuyor. Zaten dinlemeye vaktimiz yok.

(Sanık ve seyirci sıralarından gülüşmeler)

Bir Başka Söz Verilen Avukat:

Taleplerimizi bile almıyorsunuz. Dosyaya ibraz edilen belgelerin 4 yıl boyunca saklanması hukuka aykırıdır. Saklanan bu yazıların MİT ve Genelkurmay'dan gelen belgeler olması ayrıca dikkat çekicidir.

CMK 177'e göre tanıkları reddediyorsanız bunu da bilmemiz lazım.

Başbakanın savcısı olduğu bu dava siyasi bir davadır.

Tutukluluklarla ilgili gerekçeleri hala sunmamanız baskı altında olduğunuzu gösteriyor.

Av. İlkay Sezer : (İlker Başbuğ - Hurşit Tolon avukatı)

Bizleri burada şeklen bulunuyormuşuz hissine kapılmamıza sebep olan uygulamalarınız var.

Silahların eşitliği ilkesini göremiyoruz bu salonda.

Siz bize taleplerimizi yerine getirme hakkı vermediniz.

Ankara Emniyeti ne dedi? - 125 tane CD buldum. Sonra ne oldu? 134 tane CD çıktı. Aradaki farkı araştırdınız mı?

Şu tanıkları dinleyelim dedik. Hangi tanıklarımızın dinlenmeyeceğini halen öğrenemedik.

Mikrofonlardan şikayet ettiğinizde sizin yanınızdaki üye bu mikrofonların aleniyeti sağladığını söylemedi mi?

Müvekkilim ile görüşmeme izin verilmiyor bu salonda. Hangi kanun maddesi ile yapıyorsunuz bunu söylemiyorsunuz.

Mahkemenin tavrının değişmesini bekliyorum. Ben bu yargılamanın parçası değilim ama tarihe not düşmek için buradayım.

Av. Ahmet Çörtoğlu (Tuncay Özkan avukatı)

Tanıkların dinlenmesi aşamasında biz bu yargılamanın parçası olarak hissetmedik kendimizi. Siz hiç avukatla müvekkili arasına sıralar, engeller koyan bir yargı gördünüz mü?

Eğer maddi gerçeği bulmak istiyorsanız, bu delilleri değerlendirmek zorundasınız.

Siz sadece eski davaları devam ettirmek için varsınız, yeni dava ile birleştiremezsiniz.

Vural Ergül burada otururken, içeriden haber gönderdiniz, Vural Ergül çıksın diye. Demekki içeriden izliyorsunuuz.

Bizden önce sanıklara söz vermeniz lazım. Esas olan sanıkdır.

***********************

Tanık olduğumuz kısmı itibarı ile yaşananları mümkün olduğu kadar birebir aktarmaya çalıştık.

Ülkenin üzerine çökmüş bu akılsızlık ve ahlaksızlık karabasanı bir gün kalkar da, bir nesil çıkar , bu kuru notlardan bir damla ders çıkar umudu ile not düşelim istedik.
Açık İstihbarat

Başbuğ, Paksüt'e 'AK Part'yi kapatmayın'' dediği için mi tutuklandı!
Ergun Babahan
28 ARALIK 2012

İsrail'in Hakan Fidan'ın MİT Müsteşarı olmasından en çok rahatsız ülke olduğu aşikar çünkü açık açık, en yetkili ağızlardan söylediler. Dönemin İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, Fidan'ı Batı'nın sırlarını İran'a vermekle suçladı.

Takvim Genel Yayın Yönetmeni Ergün Diler son dönemlerde bu kavgaya ilişkin çok çarpıcı yazılar kaleme alıyor. Bugün yine öyle yapmış.
Diler, Taraf Gazetesi'nde yayınlanan İlker Başbuğ-Osman Paksüt görüşmesinin doğru kamuya yansıtılan içeriğinin ise yanlış olduğunu belirtiyor. Diler, Orgeneral Başbuğ'un Paksüt'e ''AK Parti'nin kapatılmasının ülkeye neler kaybettireceğini'' anlattığını vurgulayıp 6-5 sonuçlanan oylamanın sonucunu değiştiren oyun Kara Kuvvetleri kontenjanından gelen üye tarafından verildiğini hatırlatıyor.

Yani, Başbuğ'un o basına sızdırılan görüşmede, AK Parti'nin kapatılmaması kulisi yaptığını ve başarılı olduğunu yazıyor.

Diler, şu anda Ankara'da dönen dolapları, kapalı kapılar ardından döndürülen dolapları en yakından bilen isimlerden biri.

Özellikle istihbarat alanında yaşanan kavganın farklı yüzlerini kaleme alıyor.

Amacın AK Parti'yi kapatmak çok Erdoğan'ı siyaset sahnesinden silmek olduğunu iddia eden Diler, aynı kavganın bugün de farklı boyutlarda sürdürüldüğünü yazıyor.

Diler'in yazdığı doğruysa insanın aklına şu soru takılıyor: İlker Başbuğ, AK Parti'nin kapatılmasını engellediği için mi 'terör örgütü' başı olarak tutuklanarak cezaevine konuldu?

O kulisin cezası mı ödettiriliyor kendisine Jamestown Vakfı tarafından...

Kaynak: http://ebabahan.blogspot.com/

Ergin Saygun'a tahliye
08 Şubat. 2013
ntvmsnbc

Balyoz Davası hükümlüsü emekli Orgeneral Ergin Saygun'un hapis cezasının infazı, sağlık sorunları nedeniyle ertelendi.

İSTANBUL - Balyoz Planı davasında yargılanan ve 18 yıl hapis cezasına çarptırılan emekli Orgeneral Ergin Saygun'un, sağlık sorunları nedeniyle tahliyesine karar verildi.

Mehmet Akif Ersoy Hastanesi'nde tedavi gören Ergin Saygun, dün açık kalp ameliyatı olmuştu.

Saygun'un kalp kapakçığı, yaklaşık 9 saat süren başarılı bir ameliyatla değiştirilmişti.

Adli Tıp'ın Saygun hakkında "cezaevinde kalamaz" yönünde görüş bildirmesinin ardından gözler mahkemeye çevrilmişti.

Mahkemeden beklenen karar gece saatlerinde geldi. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Ergin Saygun'un hapis cezasının infazının durdurulmasına ve tahliyesine hükmetti.

Balyoz Davası kapsamında yargılanan Eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Ergin Saygun hakkında İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 18 yıl hapis cezası vermişti.

365 sanığın yargılandığı davada 330 sanık ceza almış, 34 sanık beraat etmişti.

SAYGUN'DAN SİTEM MEKTUBU
Babasının ameliyatı sırasında Twitter üzerinden acil taze kan ihtiyacı çağrısı yapan Ece Saygun, gün içerisinde babasının kaleme aldığı bir mektubunu da paylaştı.

Ergin Saygun, "Sevgili dostlar, iyi insanlar" diye başlayan mektubunda hastanenin kapakçık sorunları nedeniyle "hastanede kalması uygun değildir, enfeksiyon kapabilir" şeklinde rapor verdiğini ancak mahkemenin raporu dikkate almayarak tutuksuz yargılamayı kabul etmediğini yazdı.
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Alemdar
Site Admin


Kayıt: 14 Oca 2008
Mesajlar: 3538
Konum: Avustralya

MesajTarih: Cum Eyl 02, 2016 8:26 pm    Mesaj konusu: Mehmet Baransu tutuklanarak cezaevine gönderildi Alıntıyla Cevap Gönder

Mehmet Baransu tutuklanarak cezaevine gönderildi
2 Mar 2015



Gazeteci Mehmet Baransu, Balyoz sanıklarına kumpas kurulduğu iddiasıyla yürütülen soruşturmasında tutuklanarak cezaevine gönderildi. Gerekçe, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etmek.

Mehmet Baransu, 1 Mart'ta göz altına alınmıştı.

Gazeteci Mehmet Baransu, Balyoz davası sanıklarına kumpas kurulduğu iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmada tutuklandı. Baransu Metris Cezaevine'ne gönderildi.
İstanbul 5. Sulh Ceza Mahkemesi, Baransu'yu devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme suçlamasıyla tutukladı.

Gerekçenin ayrıntıları

Tutuklama gerekçesinde delillere göre, Baransu’nun eylemine konu olayın Balyoz darbe planı olarak bilinen plan ve bu plana ilişkin DVD, CD ve belgeler olduğu belirtildi.

Bu belgeler ile birlikte Egemen Harekat Planı’nı da Baransu’nun temin ettiği kaydedilen kararda, Egemen Harekat Planı’nın ‘çok gizli’ gizlilik derecesinde olduğu ifade edildi. Bu plandaki bilgilerin devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken nitelikte olduğu vurgulanan kararda, bu CD’lerdeki 118 adet gizli belgenin de çalındığı belirtildi.

Baransu’nun ‘bir şekilde ele geçirdiği belgelerin kopyası olsa dahi ilgili mercilere teslim etmek yerine kendisi tarafından imha edildiğinin ifade edildiği’ anlatılan kararda, “Ancak imha edilip edilmediğinin henüz bilinmediği, bulunamayan gizli belgelerin halen nerede olduğu, kimin elinde bulunduğu ve ne amaç ile kullanılacağının bilinmediği” kaydedildi.

Baransu’nun belgeleri aldığını söylediği ve emekli asker olduğunu bildirdiği kişinin kim olduğu konusunda henüz bir tespitin yapılmadığı belirtilen kararda, bu kişi ile birlikte hareket eden başka kişiler bulunup bulunmadığının da henüz tespit edilemediği vurgulandı.

Örgüt kurma suçundan tutuklama reddedildi

Hakim, Baransu hakkında “Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” suçundan yapılan tutuklama talebini “örgüt kurma suçunun oluşabilmesi için yeterli ve gerekli olan kişi sayısının henüz tespit edilemediği, bir örgütün kurulduğundan ve varlığından bahsedilmesi için bu aşamada gerekli ve yeterli tutuklama tedbirini gerektirir ölçüde delilin bulunmadığı” gerekçesiyle reddetti. “Devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklamak” suçundan yapılan tutuklama talebi ise “tutuklama tedbirinin ölçülü olmayacağı” gerekçesiyle reddedildi.

Balyoz belgeleri soruldu

Baransu tutuklama istemiyle mahkemede sorgulanmadan önce emniyette 17 sayfalık ifade verdi. İfade için hazırlanan sorularda Genelkurmay Başkanlığı tarafından gönderilen yazıya yer verildi.

Savcılık, soruşturma kapsamında Mehmet Baransu tarafından savcılığa teslim edilen belgeler arasında gizli belge olup olmadığını sordu. Genelkurmay, “Belgeler üzerinde yapılan inceleme sonucunda Balyoz, Suga, Çarşaf vb isimlerle hazırlanmış olanlar TSK’ya ait belgeler değildir.” dedi.

Genelkurmay, belgeler arasında 118 adet ‘çok gizli’ belge olduğunu da belirtti.

İfadede Baransu’ya belgeleri savcılığa kimin teslim ettiği soruldu. Mehmet Baransu, ‘İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Turan Çolakkadı’nın istemesi üzerine belgeleri kendisinin savcılığa teslim ettiğini’ söyledi. Belgelerinin orjinallerini imha etmediklerini belirtti.

Baransu, Balyoz haberlerine konu olan belgeleri de Taraf Gazetesi’ne giderken yolda gördüğü bir kişinin verdiğini anlattı. Baransu, bu kişinin kendisini emekli asker olarak tanıttığını söyledi.

"Tarihi hatırlamıyorum"

Baransu’ya haberinin kaynakları da soruldu. Emniyet sorgusunda ‘Bunları kim yada kimlerden hangi tarihte teslim aldınız?’ sorusunu yöneltildi.

Baransu bu soruya, ‘Bu belgeleri bir kişiden aldım, uzun zaman oldu tam tarihini hatırlamıyorum’ diye yanıt verdi. Baransu bu kişiyle Taraf Gazetesi’ne yakın bir yerde görüştüğünü söyledi.

Sorguda ‘Çok gizli belgeleri gazetede kimlerle incelediniz? sorusu da yöneltildi. Baransu, belgeleri Yasemin Çongar, Yıldıray Oğur ile birlikte incelediklerini ifade etti.

Baransu devletin askeri hareketanı tehliyekeye sokacak belgelerin yayınlanmadığını da belirtti.

Balyoz davası kapsamında hazırlanan son bilirkişi raporunda dijital verilerin sahte olduğu yönünde rapor verildiği hatırlatılarak, “Bu sahte dijital verileri siz mi ürettiniz?’ diye soruldu. Mehmet Baransu, “Hayır. İddia edildiği gibi ‘sahte dijital verileri’ ben ürettiysem orjinal hallerini neden savcılığa vereyim?” diye yanıt verdi.
Kaynak: Al Jazeera

Balyoz’da tüm sanıklara beraat, dijital delillerde sahtecilik yapanlara suç duyurusu
31 Mar 2015

Mahkeme, yeniden görülen 'Balyoz Planı' davasında yargılanan 236 sanık hakkında beraat kararı verdi. Ayrıca, dijital delillerde sahtecilik yaptığı iddiasının sorumluları hakkında da suç duyurusunda bulunulmasına hükmedildi.

Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi, yeniden görülen "Balyoz Planı" davasında, eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, MHP İstanbul Milletvekili emekli Korgeneral Engin Alan, emekli Orgeneral Ergin Saygun, emekli Kurmay Albay Dursun Çiçek, emekli Orgeneral Bilgin Balanlı'nın da aralarında bulunduğu 236 sanığın beraatine karar verdi.

Mehkeme, dijital verilerle ilgili "sahtecilik" iddiasına ilişkin kuvvetli suç şüphesi bulunduğundan, ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmasınada hükmetti.

Mahkemenin kararını açıklamasının ardından, sanıklar ve avukatları ayağa kalkarak mahkeme heyetini alkışladı. "Türkiye sizinle gurur duyuyor" şeklinde tezahürat yapan sanıklar, "Balyoz Planı" davası sanıklarından hayatını kaybeden Kurmay Albay Murat Özenalp için bir dakikalık saygı duruşunda bulundu.

Savcı, 'ses kaydı delil olamaz' demişti

Davada mütalaa veren Cumhuriyet Savcısı Ramazan Öksüz, Birinci Ordu Plan Seminerine ait ses kaydının, delil vasfı taşımadığına kanaat getirdiğini belirtmişti.

Savcı, “Sanıklarla, suça konu dijital veriler arasında bağ kurulmasının mümkün olmadığı kanaatine varılmıştır” ifadesini kullandı.

Savcı, Çetin Doğan, Dursun Çiçek, Engin Alan, Ergin Saygun, İbrahim Fırtına, Özden Örnek'in de aralarında bulunduğu 236 sanığın tamamı için beraat istedi.

Öksüz, dijital veriler hakkında sahtecilik iddiasına ilişkin kuvvetli suç şüphesi bulunduğundan, ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmasını istedi.
Savcının mütalaasını açıklamasının ardından, salonda bulunan sanıklar alkışlarla sevinç gösterisinde bulundu. Duruşmaya ara veren mahkeme, aradan sonra sanıkların mütalaaya karşı beyanlarını alacak.
Kaynak: El Ceziretürk

Ergenekon davasından sonuç çıkmadı!
13 Aralık 2012

Dört yılı aşkın süredir devam eden “Ergenekon” davasında hangi sanık için hangi cezanın talep edileceği duruşmada olaylar çıktı. Mahkeme önündeki kalabalığa gaz ve tazyikli suyla müdahale edilirken, duruşma salonunda da gerginlik yaşandı. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, salonu terk etti. Yeni taleplerde bulunan savcı mütalaa vermedi, sanıklar için ek süre verildi. Duruşma yarına ertelendi.

İşte dakika dakika yaşanan gelişmeler...

SAVCI BEKLENEN MÜTALAASINI SUNMADI

Ve gergin günün sonunda savcı beklenen mütalaasını sunmadı.
Esas hakkındaki mütalaanın açıklanması beklenen ''Ergenekon'' davasına giren savcılardan Mehmet Ali Pekgüzel, talepler ve dosyadaki eksikliklerle ilgili isteklerini açıkladı. Pekgüzel, TBMM'ye yazı yazılarak Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nun rapor ve eklerinin dosyaya gönderilmesini talep etti.

Yeni tanık dinlenilmemesini talep eden savcı Pekgüzel, ‘Darbe günlükleri' soruşturması kapsamında emekli generallerin verdiği ifadelerin bir örneğinin dosyaya eklenilmesini de istedi.

SAAT 15:20 SALON KARIŞTI

''Ergenekon'' davasında, üye hakim Sedat Sami Haşıloğlu'nun, birleşen dosyanın iddianamesini okuduğu sırada, sanık avukatlarının alkışlaması, masalara vurması ve sanıkların da ayağa kalkarak mahkemeye karşı konuşmaları karmaşaya neden oldu.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki öğleden sonra devam edilen duruşmada, Mahkeme Heyeti Başkanı Hasan Hüseyin Özese, avukat Vural Ergül'ün mahkemenin kararı üzerine salona girmediğini belirtti.

Ardından duruşmada, üye hakim Sedat Sami Haşıloğlu, birleşen dosyanın iddianamesini okumaya başladı. Ancak, sanık avukatları kendilerine söz verilmesi konusunda ısrar etti.

Başkan Özese, iddianame okunduktan sonra savcıya esas hakkındaki görüşü konusunda söz verileceğini ve daha sonra avukatlara beyanda bulunmaları için süre tanınacağını anımsattı.

Bu arada bazı avukatlar da Ergül'ün salondan robokoplar aracılığıyla ayrılmasına meslektaşları olarak izin vermediklerini belirterek, Ergül'ün mahkemenin talimatıyla değil, kendi isteğiyle salonu terk ettiğini söyledi.

Hakim Haşıloğlu'nun birleşen dosyanın iddianamesini okumaya devam ettiği sırada, itirazlarına devam eden avukatlar ısrarla kendilerine söz verilemesini istedi.

İddianame okunurken, Başkan Özese ile sanık avukatları arasında sözlü tartışma yaşandı.

Avukatlar, ayağa kalkıp Başkan Özese ile bağırarak konuşurken, salonda bulunan CHP'li vekiller de avukatları desteklemek amacıyla alkışladı.

-''İsteyen dışarı çıkabilir''-

Mahkeme Başkanı Özese, itirazların devam etmesi üzerine, ''Yargılamayı kesintiye uğratmayın. Dinlemek istemeyen dışarı çıkabilir. Söz vermiyorum'' diye uyarılarda bulundu.

Duruşmada 5 dakika söz verilen tutuklu sanık emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün avukatı olan kızı Zeynep Küçük, mahkemenin iddianamenin birleştirilmesi kararını kendisinin aldığını, taraflara söz vermediğini kaydetti.

Küçük, davada gelinen aşamadan sonra yeni bir iddianamenin birleştirilmesinin mümkün olmadığını ifade ederek, mahkemenin birleşme kararına karşı beyanlarda bulunulması için tanınan 7 günlük yasal süreye uymadığını söyledi.

Salonda avukatların ön tarafında jandarmaların yer almasını eleştiren Küçük, ''Duruşmada söz isteyen avukatlara, jandarmayla göz dağı veriyorsunuz. Avukatları, robokoplarla salondan atarak, dışarıdaki kalabalıktan korkarak, yüz binleri yok sayarak, nereye kadar gideceksiniz?'' diye konuştu.

Küçük'ün bu sözleri salonda bulunan avukatlar ve milletvekilleri tarafından alkışlanırken, avukatların masalarına elleriyle vurarak, heyeti protesto ettikleri görüldü.

-Salondaki karmaşa-

Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, salondakileri sakin olması konusunda uyarırken, Zeynep Küçük'ün de mikrofonunu kapattırdı.

Salonda yaşanan karmaşa sırasında üye hakim Haşıloğlu, iddianameyi okurken yer yer ara vermek zorunda kaldı. Başkan Özese de sürekli ''Söz vermiyorum. Buyurun dinleyin. Dinlemek istemeyen çıkabilir. Sakin olun'' diye uyarılarda bulunarak, salondakileri yatıştırmaya çalıştı.

Bu sırada, salondaki sanıklar da ayağa kalkarken, tutuklu yargılanan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, emekli Orgeneraller Hurşit Tolon ve Hasan Iğsız duruşma salonunu terk etti.

Başkan Özese de salondaki avukatların alkışladıkları, masalarına vurduklarını, bazı sanıkların da ayağa kalkarak mahkemeye karşı konuştuklarını tutanağa geçirdi.

Mahkeme Başkanı Özese, yaşanan bu karmaşa üzerine duruşmaya ara verdi.

SAAT 14:10 BAŞBUĞ SALONU TERKETTİ

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki ''Ergenekon'' davasında birleşen dosyanın iddianamesinin okunmasını avukatlar, alkışlarla ve oturdukları masaları yumruklayarak protesto ederken, tutuklu sanıklar eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, emekli orgeneraller Hurşit Tolon ve Hasan Iğsız da salonu terk etti.

SAAT 12:30 SANIKLAR SALONA ALINDI

''Ergenekon'' davasının esas hakkındaki görüşün açıklanması beklenen 270. duruşmasına, tutuklu sanıklar eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ ile CHP Milletvekili Mehmet Haberal uzun süreden sonra katılırken, tutuklu sanıklar CHP Milletvekili Mustafa Balbay ile gazeteci Tuncay Özkan, duruşma salonuna girerken izleyiciler tarafından alkış ve sloganlarla karşılandı.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşma başlamadan önce milletvekillerinin de aralarında olduğu izleyiciler, avukatlar ve gazeteciler salona alındı.

Aralarında Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, genel başkan yardımcıları Umut Oran ve Gürsel Tekin'in bulunduğu 40'a yakın CHP milletvekilinin de izleyici olarak yerini aldığı duruşma salonunda, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Vedat Ahsen Coşar ve İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal da hazır bulundu.

Duruşmaya, Türkiye'nin kimi illerinden baro temsilcileri, gözlemciler ve sanık müdafilerinin de bulunduğu yaklaşık 200 avukat katıldı.

Halk müziği sanatçılarından Sadık Gürbüz de Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay'ın avukatı olarak duruşmaya geldi.

-''Adalet istiyoruz''-

Duruşmada, daha sonra sanıklar salona alındı. Bu sırada, izleyiciler sanıkları alkışlarken, ''Türkiye sizinle gurur duyuyor'' sloganı attı. Sanıklar da izleyicilere el sallayarak ve yumruk yaparak karşılık verdi.

Sanıklardan CHP Milletvekilleri Mustafa Balbay ve gazeteci Tuncay Özkan, duruşma salonuna girerken, izleyicilerin hepsi ayağa kalkarak alkışladı. El sallayarak izleyicilere hitap eden Tuncay Özkan, ''Adalet için, Türkiye için'' diye bağırdı ve izleyicilerin de bu şekilde bağırmasını istedi. İzleyiciler de ''Adalet için, Türkiye için'' şeklinde slogan attı.

Tuncay Özkan, izleyici ve milletvekillerine hitaben ''Adalet istiyoruz. İsteklerimizin hepsi Türkiye ve adalet için. Adalet meşalelerini her yerde yakın. Yurtseverlik için adalet. Burada hukuk yok. Burada, adalet istiyoruz. Bu dava açıldığı gün, cezalarımız verildi. Önemli olan halkın vicdanıdır. Kendimizi halkın vicdanına bıraktık'' dedi.

Mübaşirin, ''Tuncay Bey lütfen oturun'' diye uyarması üzerine de Tuncay Özkan, izleyicilere dönerek, ''Siz de bağırın Tuncay Bey diye'' şeklinde seslendi. Seyirciler de ''Tuncay bey'' diye sloganı attı.

-Mustafa Balbay'ın adalet çağrısı-

Tutuklu sanık CHP Milletvekili Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ile birlikte duruşma salonuna girdi. Bu sırada, özellikle basın mensuplarının bulunduğu bölümdeki ön sıralarda bulunan CHP milletvekillerinin yoğun ilgi gösterdiği Mustafa Balbay, ellerini kaldırarak ''Adalet istiyoruz'' dedi.

Balbay, ''Biz Silivri arazisinde adalet terazisini yükselteceğiz. Burada çürümeyeceğiz. Adaleti sizinle yayacağız. Biz, Türkiye'nin yediveren gülleriyiz. Sizinle birlikte adalet arayacağız'' diye konuştu.

Seyirciler de ''Mustafa Kemal'in askerleriyiz'' ve ''Namus, ahde vefa, vatan'' şeklinde sloganlar attı.

Duruşmaya uzun zaman sonra katıldığı gözlenen tutuklu sanıklardan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ ve CHP Milletvekili Mehmet Haberal'ın da izleyicilere el salladıkları görüldü.

Duruşmada İlker Başbuğ, emekli Orgeneral Hurşit Tolan ve Mehmet Haberal'ın, sanıkların bulunduğu alandaki en ön sırada oturdukları görüldü.

-Salon tamamen doldu-

Kapasitesi 350 kişi olan duruşma salonu tamamen dolarken, bazı milletvekilleri ve gazeteciler duruşmayı ayakta izledi. Gazeteciler ile izleyiciler arasında zaman zaman yer darlığı nedeniyle tartışma yaşandı.

Tutuklu sanıklardan Alparslan Arslan, duruşmaya katıldıktan kısa bir süre sonra salondan jandarma eşliğinde çıkarıldı. Tutuklu sanıklarla tutuksuz sanıklar arasına jandarma görevlilerinin yerleştirilmesi de dikkati çekti.

-3 savcı da katıldı-

Duruşmaya, İstanbul Cumhuriyet Savcıları Mehmet Ali Pekgüzel, Murat Dalkuş ve Nihat Taşkın da uzun zaman sonra bir arada katıldı.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Hasan Hüseyin Özese, duruşmadaki nizam kurallarını hatırlatarak, ''Herkes sorumluluğunu bilsin. Gerekirse seyircisiz duruşmaya devam ederiz'' diyerek, duruşmayı başlattı ve gelen evrakları okudu.

Kimi sanık avukatları tarafından, mahkeme heyetinde yer alan hakimler hakkında reddi hakim talebiyle ilgili sunulan reddi hakim talebinin, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmediğini belirten Özese, Ankara Cumhuriyet Savcılığı'nca ifadesi alınan Susurluk davası hükümlüsü Ayhan Çarkın'ın ifadelerinin de mahkemeye gönderildiğini söyledi.

Başkan Özese'nin, MİT Müşteşarlığı'na yazılan yazılara cevap verildiğini ve bu yazıların dosyaya eklendiğini belirtmesi üzerine ayağa kalkan sanık avukatlarından Vural Ergül, ''Bu belgelerin tarihiyle birlikte açık şekilde okunmasını istiyorum'' dedi. Başkan da evrakı daha sonra inceleyebilecekleri cevabını vererek, Vural'dan oturmasını istedi.

-Sedat Peker hakkındaki dava-

Başkan Özese, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Sedat Peker'in de aralarında bulunduğu 4 şüpheli hakkında, ''silahlı terör örgütüne yardım etme'', ''tehdit'' ve ''suç delillerini değiştirmeye teşebbüs etmek'' suçlarından hazırlanan iddianameyi kabul eden İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, dosyanın, bu dava dosyasıyla birleştirilmesi konusunda muvafakat istediğini de belirtti.

Bu talep üzerine çıkan tartışma sonrası Mahkeme Başkanı Özese, duruşmaya ara verdi.

SAAT 12:00 YİNE OLAY ÇIKTI

Ergenekon davasını izlemek için Silivri Cezaevi önünde toplanan kalabalık, duruşma salonuna ilerlemek isteyince jandarma müdahalede bulundu. Sanıklara destek vermek üzere Silivri'ye gelenler ile jandarma arasında arbede yaşandı. Jandarmanın kurduğu barikatın arkasında toplanan kalabalık içeriye girmek isteyince, jandarma cop ve biber gazı kullandı. Gruplar megafonlarla yapılan anonslarla sakinleştiştirildi. Bu sırada CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin'in de anons yaptığı görüldü. Tekin daha sonra gazetecilere yaptığı açıklamada, "Bu müdahale kabul edilemez" diye konuştu.

SAAT 10:30 GÜVENLİK ÖNLEMLERİ ALINDI

Duruşma salonu girişi ve çevre yollarda jandarma görevlilerince yoğun güvenlik önlemi alındığı görüldü.

Adliye giriş kapılarının zorlanması nedeniyle kimi zaman arbede yaşandı ve jandarma bu arbedeyi engellemeye çalıştı.

Bu arada, sanık avukatları, basın mensupları ve tutuksuz sanıkların mahkeme salonuna girişi için ayrı bir giriş kapısı açıldı.

Duruşmanın büyük salonda yapılabilmesi için KCK davasına bir gün ara verildi.

Siyasetçi, hukukçu, basın mensupları ve izleyicilerin ancak bir bölümü içeri alınacak. Duruşmaya katılım 347 kişilik izleyici bölümüyle sınırlı tutulacak.

SAAT 10:20 SALONDA TARTIŞMA ÇIKTI, DURUŞMAYA ARA VERİLDİ

Avukatlar söz isteyince duruşma salonunda tartışma çıktı. Gerginlik üzerine mahkeme heyeti duruşmaya ara verdi.

SAAT 09.30 BİBER GAZIYLA MÜDAHALE

Duruşmayı izlemeye gelen kalabalık salona girmek istedi. Jandarma ekiplerinin izin vermemesi üzerine arbede yaşandı.

Jandarma ekipleri, kalabalığa biber gazı ve tayzikli suyla müdahalede etti. Aralarında yaşlı ve kadınların da olduğu pek çok kişi gazdan etkilendi.

Olaylar sırasında jandarmanın kurduğu barikatlar da yıkıldı.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, kısa bir konuşma yaparak sakin olunması konusunda uyardı.

SAAT 08:30 SİLİVRİ'DE TOPLANMAYA BAŞLADILAR

Türkiye'nin çeşitli illerinden sanıklara destek vermek üzere aralarında CHP, İşçi Partisi, Halkın Kurtuluş Partisi, Türkiye Gençlik Birliği ve Atatürkçü Düşünce Derneği üyelerinin de aralarında bulunduğu grupları taşıyan otobüsler, sabahın erken saatlerinde Silivri'ye ulaştı.

Ellerinde Türk bayrağı, flamalar ve sanıkların fotoğraflarını taşıyan gruptakiler, ''Faşizme karşı omuz omuza'', ''Mustafa Kemal'in askerleriyiz'' şeklinde sloganlar attı. Gruplar, 10. Yıl Marşı ve Gençlik Marşı ile çeşitli marşlar ve şarkılar söyledi.

Cezaevi önünde bir araya gelen kalabalık, adeta bir miting görüntüsü oluşturdu. CHP otobüsünden bir kişinin ''Ergenekon'' davası sanıklarının adlarını tek tek sayması üzerine vatandaşlar da ''Burada'' diye karşılık verdi.

DAVADA NELER OLACAK?

Eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ, CHP milletvekilleri Balbay ve Haberal'ın da tutuklu sanıkları arasında olduğu davanın bugünkü duruşmasında savcılar, esas hakkındaki mütalaayı açıklayacak ya da mahkemeden ek süre talep edecek.

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, CHP milletvekilleri Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal'ın da tutuklu yargılandığı davanın bugünkü duruşmasında, savcının esas hakkındaki mütalaasını mahkeme heyetine sunması bekleniyor.

Duruşma salonu ve önünde büyük bir kalabalık oluşması beklenen dava için, gerekli önlemler alındı.

Duruşmanın büyük salonda yapılabilmesi için KCK davasına bir gün ara verildi.

Siyasetçi, hukukçu, basın mensupları ve izleyicilerin ancak bir bölümü içeri alınacak. Duruşmaya katılım 347 kişilik izleyici bölümüyle sınırlı tutulacak.
haber7
_________________
Bir varmış bir yokmuş...
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder Yazarın web sitesini ziyaret et AIM Adresi
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> HUKUKÎ HABERLER Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5
5. sayfa (Toplam 5 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com