EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Ergenekon, Balyoz ve Poyrazköy davaları
Sayfaya git 1, 2, 3, 4, 5  Sonraki
 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> HUKUKÎ HABERLER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cum Oca 25, 2008 7:15 pm    Mesaj konusu: Ergenekon, Balyoz ve Poyrazköy davaları Alıntıyla Cevap Gönder

“El Kaide” ve “Ergenekon” “Operasyonları”: “İstihbarat Paylaşımı” Tam gaz sürüyor
Oğuz Gürses

Yüz yıl önceki vatanımızın dağlarından biri olan Kandil’de üslenmiş, çoğunluğu TC vatandaşı olan PKK militanlarının üstüne bomba yağdırabilmek için, Beyaz Saray’da oturan teröristbaşı’dan “destur” dileyen RTE emeline nail olduğunu sanarak dışarı çıktığında, yanakları sevinçten pem bepembe olmuş ve ağzı kulaklarında bir halde gazetecilere “TC nasıl ABD’nin terörle mücadelesini kayıtsız şartsız destekliyorsa, ABD’de TC’ye terörle mücadelesi için istihbarat paylaşımı suretiyle destekleyeceğini” müjdelemişti.

Bir gazetecinin bunun karşılığında ABD’nin TC’den ne istediğini sorduğunda ise “Hiç bir şey istemedi” cevabını vermişti...

Uluslararası ilişkilerde “al gülüm-ver gülüm”ün tek geçerli prensip olduğunu bilenler RTE’nin, bebek kaatili ABD’nin TC’ye sevabına/karşılıksız olarak istihbarat vereceği iddiasını her halde, şaşkınlıkla karşılamışlardır...

Teröristbaşı “destur” ve “istihbarat” verince TC’nin Kandile, ABD malı uçaklara İsrail’in monte ettiği gece görüş sistemleriyle Amerikanvarî “sorti”ler düzenlediğini işgal medyasının bire bin katarak nasıl anlattığını hatırlıyorsunuzdur...

Kandil’de ne oldu?

Verilen istihbaratlar bir işe yaradı mı?

Bilen yok...

Ortada sadece “ver çoşkuyu” hesabı işgal medyasının hikâyeleri var...

***

Ama geçen hafta bir gece yarısı, bebek kaatili ABD’nin Ankara Büyükelçisi Wilson, RTE’yi aradı ve “acele görüşmemiz lâzım” dedi. Ve o sırada Abdullah Gül'ün Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Hasan Ahmet El Beşir onuruna verdiği yemeğe katılan RTE, buradan bütün protokol kaidelerini çiğneyerek- yemeği yarım bırakarak- alelacele ayrıldı ve Başbakanlık Konutu'na geçerek bebek kaatili ABD’nin büyükelçisiyle 40 dakika görüştü. Tarih: 22 Ocak 2008 ...

*

Aynı gece büyük bir gözaltı operasyonu yapıldı. İstanbul ve dışındaki 40 adrese yapılan baskınlarda emekli Tuğgeneral Veli Küçük, avukat Kemal Kerinçsiz, Hrant Dink cinayetini azmettirdiği iddiasıyla yargılanan Yasin Hayal'in avukatı Fuat Turgut, gazeteci Güler Kömürcü, Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol, Kuvayı Milliye Derneği Başkanı Fikri Karadağ, "Drej Ali" lakaplı Ali Yasak ve Sami Hoştan'ın da aralarında bulunduğu 35 kişi gözaltına alındı.

23 Ocak 2008 sabahı yazılı ve görsel medyanın manşet/birinci haberi şuydu:

“ERGENEKON ÇÖKERTİLDİ: Kimleri öldüreceklerdi... Kimleri öldürdüler... Flaş ayrıntılar...”

*

23 Ocak 2008 Geceyarısı Gaziantep'te, El Kaide örgütünün Türkiye kolunu oluşturduğu ileri sürülen bir gruba yönelik düzenlenen operasyon kapsamında Kahramanmaraş ve Gaziantep’te yüzlerce polis bir çok evi bastı ve 4 kişiyi katletti. onlarca kişiyi gözaltına aldı. Çıkan çatışmada 1 polis öldü 6 polis yaralandı.

24 Ocak 2008 sabahı yazılı ve görsel medyaya bakanlar bu operasyon hakkında bir yığın asılsız ve çarpıtılmış haberlerle karşılaştılar ve evlerine gece yarısı yapılan baskına 13 saat karşı koyduktan sonra katledilen baba-oğulun direnişini öğrendiler...

*

22 Ocak’taki o görüşmeden sonra ,medyayı sadece bu iki “operasyon” işgal ettiğine ve daha önemli başkaca bir “iç” gelişme olmadığına göre...

***

Sizce o gece bebek kaatili ABD’nin elçisi, RTE’den ne istemiş olabilir?

“İstihbarat paylaşımı” karşılığında teröristbaşı Bush senden hiç bir şey istemedi ha?

O zaman; bir gün önce Gaziantepte bir parkta görüntülediği zanlıları, polisin orada kavgasız gürültüsüz gözaltına alma imkânı varken, geceyarısı yüzlerce polisle silahlı baskın yapmasındaki amaç “yargısız infaz” değilse nedir?

*

Bakın, sanıkların avukatı Osman Karan, 28 Ocak 2008 Pazartesi günü Gaziantep Adliyesi önünde yaptığı basın açıklamasında ne demiş:

(Gaziantep'te El Kaide'ye yönelik yapılan operasyonda gözaltına alınan zanlıların avukatı Osman Karan, müvekillerine atılı suçları kabul etmediklerini söyledi. Gözaltında tutulan zanlıların avukatı Osman Karan, Gaziantep Adliye Sarayı önünde basın mensuplarına yaptığı açıklamada, müvekkillerinin suçsuz olduğunu savundu. Gaziantep'te yapılan operasyonun yargısız infaz olduğunu söyleyen Karan, "İnsanlar evlerinde kurşunlanarak bir operasyon yapılmıştır. Operasyondan bir gün önce Mehmet Polat ve oğlu Zeki Polat ile gözaltında bulunan 7 kişinin Bosna Hersek parkında buluşmalarını gösteren görüntü kaydı vardır. Bu delil dosyadadır. Bu insanlar orada niye ellerine
kelepçe vurularak gözaltına alınmadı da evlerinde kurşun yağdırıldı? Burada El Kaide adı altında yargısız infaz yapılmıştır". dedi. Karan, Gaziantep'te yaşanan olayın ikinci bir Kızıltepe olayı olduğunu ve aynı şekilde baba ile oğlunun katledildiklerini de ifade etti. Avukat Osman Karan, müvekkillerinin ifadeleri alınırken oyuna getirildiklerini belirterek, şunları söyledi:
"Emniyet müdürlüğünde polis ifade alırken, arkamızda bugüne kadar görmediğimiz, sanıkların da görmediği kıravatlı, uzun paltolu giysileri olan insanlar gelip oturdu. Sorduk, ifade tutanağına imza atacaklarını söylediler. Ama benim bildiğim, bir ifade tutanağında bir amir, bir memur, bir avukat ve bir şüpheli olur. 5. kişi olmaz. 4 kişinin ifadesinden sonra oyuna getirildiğimizi anladık. Kimlik göstermelerini istedim, göstermediler ve ifadelere imza atmayacağımızı söyleyince odadan çıkıp gittiler. Bunlar olsa olsa Amerika'dan gelen heyettir. Kesinlikle bunlardır, başka kim olacak ki. MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) istese zaten resmi olarak ifadeyi alır ve alınan ifadeler gerekli yerlere gönderildi." )

*

Bu habere şu haberi de ekleyin:

(CIA Ajanları Gaziantep’te
26 Ocak 2008
El Kaide örgütüne yönelik düzenlenen operasyonlarda ele geçirilen teröristleri CIA sorgulamak istedi.

El Kaide'ye yönelik düzenlenen eş zamanlı operasyonların ardından, CIA'nın Ankara'daki irtibat elemanları, vakit kaybetmeden bu illere gitti.

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile ortak çalışma yapan CIA ajanları, gözaltındaki zanlıların kamera önünde alınan ilk ifadelerin kendilerine verilmesini talep ettiler. 11 Eylül saldırısından sonra, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada El Kaide'ye yönelik istihbarat çalışmaları yürüten CIA, resmi kanallar aracılığıyla 20 zanlının sorgusuna girme talebinde bulundu.)

Ve düşünün bakalım bebek katili ABD’nin Ankara Büyükelçisi Wilson, RTE’den ne istedi ve RTE buna mukabil ne yaptı?...

***
Bu operasyonlarla ilgili olarak işgal medyasında kirli haber bombardımanı halen sürdürüldüğünden şimdilik bir yorum yapmayacağım ancak şu iki soruyu da sormadan da yazıyı bitirmek istemiyorum;

Soru bir: AKP’ iktidarının devamı karşılığında, Bebek Katili ABD ve işbirlikçileri, Haçlı Ordusu NATO ile Teröristbaşı Bush ve hempalarının kan denizine çevirdiği müslüman coğrafyadaki sınırsız lojistik ve istihbarî destek hizmetini bir adım daha ileri götürerek ülke içinde, kendi vatandaşlarına karşı tetikçiliğe kadar vardırmasına, parti içinden herhangi bir itiraz duyulmaması İslâmî açıdan dehşet verici değil midir?

Soru iki: Sizce böyle bir günah/vebali örtebilecek büyüklükte bir türban var mıdır?

Kaynak: Baran

Başsavcı Öyle Bir İş Etti Ki
Oğuz Gürses

Böyle bir toz duman arasında dezenformasyon tuzaklarına düşmeden yazı yazmak, değerlendirme yapmak çok zordur...

Taraf gazetesi genel yayın yönetmeni Ahmet Altan’ın kendi yazı üslubu dışına çıkarak güçlü istihbarî bilgilere dayanarak yazdığı anlaşılan ‘Darbeci Kemalizm devletten kazınacak’ başlıklı yazısını okumamış olsaydım bu tozdumanın içine girmeye hiç niyetim yoktu.

Ahmet Altan sıradan biri değil, emperyalist Batı (ABD ve AB)’nın yarı resmi yayın organı gibi çıkan Taraf gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni...

Yani Sömürgeci AB ve ABD’nin istihbarî veya dezenformasyon veya manüplasyona veya propagandaya yönelik bilgileriyle beslenen bir yayın organının başındaki adam...

İşte bu adam ‘Darbeci Kemalizm devletten kazınacak’ diyor...

Bu cümle zihni bir çaba sonucu ulaşılmış bir ihtimalden sözetmiyor... Alınmış bir karararın eylem safhasına geçirilişini anlatan, hatta tebliğ eden bir cümle bu...

Ahmet Altan bu cümle ile gerçek patronlarının (AB ve ABD) aldığı ve uygulamaya koyduğu bir kararı açıklıyor: ‘Darbeci Kemalizm devletten kazınacak’ ...

“Bizim hukukçuların hukukla da, bu ülkenin halkıyla da ilişkilerini kestiklerini artık herkes biliyor.” diye devam ediyor Altan... Sonra da bu ülkenin hukukçularının kerndilerini nasıl madara ve maskara ederek, halk nazarındaki itibarlarını sıfırladıklarını şöyle delillendiriyor: “Yargıtay Başkanı’nın mafyayla ilişkilerinin ortaya çıkmasından, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararından, Danıştay Başsavcısı’nın darbeyi öven konuşmalarından, Yargıtay Başsavcısı’nın iddianame diye ortaya koyduğu tuhaflıktan sonra kimsenin “Türkiye’de gerçek bir hukuk sisteminin varlığına” inandığını sanmıyorum. Ben buna inanana rastlamadım.”.

Buradan da görüyoruz ki; emperyalizmin TSK’nın komuta kademesini Amerikancı darbelere, bu darbelerle gelen çok yönlü haksızlık, hukuksuzluk ve zulümler ile türban, İslâm, namaz, oruç düşmanlığı,fitre, zekât, kurban derisi gaspı gibi halk düşmanı uygulamalara iterek, TSK’yı halktan koparan, halk nazarında itibarsızlaştıran tuzak operasyonların bir benzerine TC’nin hukukçuları ve adlî kurumları da muhatap olup aynı tuzağa düşmüşler...

Önce Kemalizm diye bir din uydurdular, sonra Mustafa Kemal’i bu dinin tanrısı, laikliği bu dinin kutsal prensibi ve Anıtkabir’i de bu dinin tapınağı haline getirdiler. Sonra da bu uydurma dinin en fanatik bağlılarını devletin en stratejik ve en etkili kurumlarına yerleştirerek rejim muhafızı haline getirdiler... “Şeriat gelecek sizin bütün kutsallarınızı yerle bir edecek” korkusunu da bunların kallplerine sokup, “Şerita ancak ben yardım edersem karşı durabilirsiniz yoksa bu şeriatçılar sizi bir gecede siler süpürür” tehditini sürekli gündemde tutarak bunları emperyalizmin gönüllü veya mecburi köleleri haline getirerek, zaman zaman. “amanın ha laiklik de atatürkçülük de elden gidiyo, şeriat geliyo ülkeyi kurtarsanız kurtarsanız siz kurtarırsınız diye gaz verip halka durduk yere zalimane muameleler yaptırdılar... Bunlar artık verimsizleşerek ayaklarına dolanmaya başlayınca da, mağdurların sesi olarak RTE ve saz arkadaşlarını cilalayıp piyasaya sürdüler... Ve halka dönüp “nedir ulan bu kepazelik? Bu çağda böyle antidemokratik, baskıcı, totaliter, faşist uygulamalar yapılır mı? Yazık değil mi size? Sizin de Batı demokrasilerinin sağladığı hak ve özgürlüklere hakkınız yok mu? Alın size Kemalist zalimlereden kurtulma şansı; AKP’ye omuz verin o sizi kurtaracak” filan diye başka bir operasyona giriştiler... Böylece Hem artık faydadan çok zarar getiren eskimiş hizmetkârlardan kurtulacaklar hem her konuda sorunsuz hizmet veren AKP yönetiminin elini güçlendirecekler, hem de gerçek İslâm yerine Hıristiyan Demokrat taklidi Amerikancı/fettoşçu muharref bir İslâm uydurululmasının yeni bir aşamasına geçecekler..

İşte bu yüzden tasfiye halindeki Batıcı laik-Kemalist dinazorların kendi boyunlarına doladıkları türbanı çıkarmaya fırsat vermeden, altlarındaki sandalyeye tekmeyi Başsavcıya attırdırdılar... Hemde laiklik adına...

İnsan bu kadar şeytanî bir planın arkasında mutlaka Yahudi aklı vardır diye düşünmeden edemiyor.

Başsavcıya son tekmeyi attırana kadar kimbilir ne pohpohlar, ne yalakalıklar yapmışlar ne gazlar vermişlerdir ? Adam elinde saçma sapan bir iddianame ile Anayasa Mahkemesi’ne koşarken herhalde ülkede “laikliği kurtaran savcı” olarak millî kahraman ilan edileceğini hayâl etmiştir... Ertesi gün medyada oluşuveren linç koalisyonunu görünce ne kadar şaşırmıştır kimbilir?

İşte oprasyonun bu kısmının başarıyla bitmesinin verdiği özgüvenle Ahmet Altan planı açıklıyor: ‘Darbeci Kemalizm devletten kazınacak’

Kazınsın anasını satayım... Arkalarından ağlayacak değiliz... Ama yerine ne geleceğini bilmeden de göbek atacak kadar da enayi değiliz... Şunu biliyoruz ki, kökünü kazıyan biz olmazsak, bunların yerine kimin geleceğini de belirleyemeyiz.

Öyleyse zaman doğru hamleleri ustalıkla yapma zamanıdır....

Başsavcı 84 yıllık köhne düzenin boynundaki türban ipini görmeden altındaki sandalyeye tekmeyi savurmuştur... Bu köhne düzenin boynunun kırılma sesini duymanın verdiği rahatlıkla uygulamanın gerisini şöyle anlatıyor Ahmet Altan: “Önümüzdeki bir iki hafta içinde “korkunç” bir olayla karşılaşacağız ....”

Çok ağır, toplumun hazmedemeyeceği, infial doğuracak bir provokasyondan sözediyor...

Bir şekilde Kemalist-laik oligarşininin bulaştırlacağı bir eylem, bir kalkışma olacak demeye getiriyor... Sonra da değdi değmedi hesabı bütün devlet içindeki “miadı dolmuş” kemalist-laik hizmetkârların zor kullanılarak tasfiye edileceğinden sözediyor... Böyle bir tasfiyenin Ergenekon Operasyonunun genişletilerek yapılacağı izlenimini alsak da, bu yasal düzenle böyle bir tasfiyenin yapılamayacağını Ahmet Altan da, gerçek patronları olan ABD ve AB’de bilmiyor olamaz... O zaman geriye iki yol kalıyor; tasfiye edilecekleri istifaya mecbur bırakacak kadar şantaj malzemesi ellerinde hazırdır onları kullanacaklar veya “Yeniçeriyi tepelemek için bir kereliğine Yeniçeri olup, darbe veya seri/toplu suikastler gibi yasal olmayan yöntemleri kullanacaklar... Bildiğiniz gibi, Ahmet Altan’ın gerçek patronları burada saydığımız bütün yöntemleri kullanmakta çok mahirdir...

Ahmet Altan bu planı anlatırken tasfiye edilecek Batıcı laik-Kemalist oligarşinin arkasında Rusya’nın olduğunu söylüyor ki... Demek ki işin içine bir şekilde Rus yanlısı/ajanı olmak gibi halkın gıcık kapacağı ve tasfiye haklılık kazandıracak “dış güç” umsuru da katacaklar...

Ahmet Altan sırtlarını Rusya’ya dayayan bu “Darbeciler planlarına uygun olarak “o korkunç şeyi” yapsalar da, onu yapamadan yakalansalar da, Türkiye mutlaka demokrasi hamlelerine hız verip darbeci Kemalizmi devletten kazıyacaktır. “ demeyi de ihmal etmiyor... Yani bu kadar emin...

Bu ülkede provokasyondan da, provokatördende korkmayan, üstelik de “provokasyonlar da bize yarıyor” diyebilecek kadar nefs emniyetine sahip tek siyasî hareket biziz... O yüzden de Ahmet Altan’ın bu senaryosu bizi korkutamaz...

Ama devletin içinde bütün millîci, antiemperyalist, antiamerikancı ve antiABci bütün unsurların da böyle bir provakasyonla sökülüp atılacağı açıktır... Halk düşmanı Batıcı laik-Kemalistlerin akıbeti bizi üzmez ve ilgilendirmez ama; bu arada halkını, ülkesini seven ve halkının değerlerini benimsemiş veya en azından onlara saygılı millici, antiemperyalist unsurların da gürültüye getirileceği, hatta gerçek hedefin hiçbir sosyal ve siyasî tabanı olmayan Batıcı laik-Kemalist hödükler değil de bu ikinci grububun olduğu anlaşılmaktadır...

Sözümüz onlaradır: Ortak düşmanımız sizi imha planlarını yapmış ve son saldırıyı başlatmıştır. Ya harekete geçecek ve bu hain planı bozacaksınız veya bir daha asla hareket edemiyecek bir hale getirileceksiniz...

Bir şey yapacaksanız gün bugündür ve yarın çok geç olabilir...

Son sözü büyük savaş ustası Sun Tzu söylesin

“Düşmanın seni beklemediği yerlere hızla yürü”

Baran

Şule Perinçek'in Ağırına Giden Olay
20 Ekim 2008 20:46

İP Genel Başkanı Doğu Perinçek'in eşi Şule Perinçek, Ergenekon davasıyla ilgili açıklamalar yaptı.

İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek'in eşi ve İP Merkez Karar Kurulu Üyesi Şule Perinçek, "Ergenekon" davasının içinden çıkılması çok zor bir dava olduğunu kaydederek "Siyaseti hukukun içine uydurmaya çalışıyorlar. Bunun başarılı olmayacağı ilk duruşmadan itibaren görüldü" dedi.

Şule Perinçek, ilk duruşmanın tamamlanmasının ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, son derece örgütsüz bir duruşma yaşandığını, oğlu ile içeri girip davayı izleme şansı bulamadığını söyledi.

Duruşmada İP ile ilgili iki önemli konuşma olduğunu, bunları Doğu Perinçek ve avukat Mehmet Cengiz'in yaptığını dile getiren Şule Perinçek, şöyle konuştu:

"Avukat Cengiz, konuşmasında 'İşçi Partisi'nin liderinin ve yöneticilerin işledikleri herhangi bir suç varsa partiye ilişkin suçlamalar olması gerektiği' söyledi. Eğer bu böyleyse dava Yargıtay Başsavcılığına gitmeli. Eğer gerekli görülürse yargılama Anayasa Mahkemesinde yapılmalı. Biliyorsunuz ki Doğu Perinçek kamu hukuku hocasıdır. Bu işin uzmanıdır. Duruşma sırasında hukuki bakımdan son derece yerine oturan bir konuşma yaptı; 'mahkemenin yetkisiz olduğunu' söyledi. 'Yargılamaya yetkili olacak mercinin, bir ceza davası olmadığı için Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi olduğunu' ifade etti."

Perinçek, duruşmanın 23 Ekim'e ertelendiğini hatırlatarak, "Hakimlere bir anlamda çok hak veriyorum. Dava, içinden çıkılması çok zor bir dava. Siyaseti hukukun içine uydurmaya çalışıyorlar. Bunun da başarılı olmayacağı ilk duruşmadan itibaren görüldü. Davanın ilk gününün karar günü olduğu anlaşıldı. Siyaset hukuka sığmayacak. Bu mahkeme bir anlamda ölü doğdu" şeklinde konuştu.

"Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli davası" diye bilinen bir davanın böyle görülmeyeceğini" savunan Şule Perinçek, "Bu dava hukuk ve siyaset tarihimize kara bir leke olarak geçecektir" iddiasında bulundu.

Şule Perinçek, bir gazetecinin, "Eşinizi duruşma salonunda göremediniz mi?" sorusu üzerine de "Duruşmaya müdahil olarak katılmak isteyen DTP'liler salona girerek oturdu. O kadar ağırıma gitti ki orada cezaevinden çıkartılıp terör suçundan yargılanan bir kişi, benim yerime oturdu ve duruşmayı izledi. Böyle bir hukuki dava olmaz" yanıtını verdi.
aktifhaber

PKK lideri Abdullah Öcalan: Tasfiye edilmeye çalışılan Veli Küçük'ün JİTEM'idir, asıl Ergenekon duruyor, yeni bir yapılanma geliştiriliyor

7 Eylül 2008 20:20
PKK lideri Abdullah Öcalan, Ergenekon yapılanmasının PKK'ya sızmaya çalıştığını söyledi.

İmralı'da tutuklu bulunan Öcalan, kendisinin 1999'da yakalanıp İmralı'ya getirilmesinin emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ü üzdüğünü ifade etti.

Fırat Haber Ajansı'nın haberine göre Öcalan şu ifadeleri kullandı: "JİTEM'den sonra Ergenekon'u devreye soktular. Bunlar başarılı olamayınca, daha sonra CIA ve MOSSAD devreye girerek İmralı'ya getirildim. Benim İmralı'ya getirilmemle bunların işi bitti. Tuncay Güney, ifadelerinde; Veli Küçük'ün ben İmralı'ya getirildiğimde üzüldüğünü belirtiyor. Çünkü kendisine artık ihtiyaç duyulmayacaktı, İmralı'yla birlikte artık yetki ve karar CIA-MOSSAD-MİT'e geçmişti. Şu anki Ergenekon tutukluları, işi bitmiş, deşifre olmuş olanlardır. Tasfiye edilmeye çalışılan Veli Küçük'ün JİTEM'idir, asıl Ergenekon duruyor, yeni bir yapılanma geliştiriliyor.”


Ankara Temsilcileri Panikte
08 Temmuz 2008 14:09

JİTEM'ci Tuğgeneral Ersöz, odasına gelen gazetecilerle konuşmalarını gizli kameraya kaydetmiş. İlk kurban Balbay ama Doğan Grubu'nda panik var...

Mehmet Tezkan/Vatan

Komutanın odasındaki gizli kamera

Ergenekon soruşturması vahim, ürkütücü, düşündürücü bir gelişmeyi de ortaya çıkardı.

Halen Rusya’da olduğu söylenen dönemin Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz makam odasına gizli kamera yerleştirmiş..

Görüştüğü kişileri..

Sohbet ettiklerini..

Kendisini ziyarete gelenleri gizlice kayda alıyormuş..

Vahim değil mi?

Bu nasıl bir ruh halidir böyle.. Çayını içmeye gelen kişiyi bile gizli kamerayla kaydet, at arşive..

*

Bakın olay ortaya nasıl çıktı..

Balbay gözaltına alınınca savcı kendisine kaset gösteriyor.. Kasette Balbay ile Ersöz’ün 2004 yılı başında yaptığı konuşma var..

Yer, Jandarma Komutanlığı..

Peki ikili görüşme kaseti savcının eline nasıl geçti?

Dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un özel arşivinden.. Emekli Orgeneral gözaltına alınınca evraklarına de el kondu.. İçinden bu kaset çıkmış..

Bu daha da vahim..

Jandarma Komutanlığı’nda çekilen görüntü emekli bir paşanın evinde ne arar!

*

Düşünebiliyor musunuz?

Ersöz konuştuğu kişileri gizli kamerayla kaydediyor.. Sonra kaseti komutanına veriyor.. O da evine götürüp saklıyor..

Ne için!

Bir gün lazım olur diye mi?

Neye lazım olur!

Emekli bir paşa 4 yıldır bu görüşmenin kasetini niye saklıyordu?

Belki savcı Eruygur’a bu soruyu sormuştur.. İfadesi açıklanınca öğreniriz..

*

Kim ne derse desin, bu basit bir olay değil.. Sohbet etmek, dertleşmek için görüştükleri Balbay’ı da gizli kamerayla kaydettiklerine göre gerisini düşünün..

Belki de ellerinde yüzlerce, binlerce kişinin gizli kamera ile kaydedilmiş görüntüleri vardır..

Suç değil mi?

Suç!

Suçu işleyen kişiye bakın; Jandarma İstihbarat Daire Başkanı..

Suç ortağı kim?

Kaseti dört yıldır saklayan Jandarma Genel Komutanı..

*

Jandarma Genel Komutanlığı’ndan da Genelkurmay’dan da bu konuda açıklama bekliyoruz..

Sorularım şunlar..

1) Yaptıkları bütün görüşmeler, komutanlar tarafından gizli kamera ile kayda aldırılır mı?

2) Genelkurmay bünyesinde böyle bir “gelenek” var mı?

3) Gizli kamera jandarma istihbarata özgü bir uygulama mı?

4) Genelkurmay’ın veya Jandarma Komutanlığı’nın arvişinde bu tür ikili görüşmelerin gizlice kaydını içeren kasetler var mı?

5) Ersöz’un (komutanından haberli) yaptığı gizli kamera uygulaması hâlâ sürüyor mu?

6) Makam odasındaki görüşmelerin gizli kamera ile kayda alınması yasal mı?

7) Yasal değil de o döneme ait keyfi bir uygulama ise, soruşturma açıldı mı?

Cool Emekli olan komutanlar istedikleri belgeyi, görüntü veya ses kaydını evlerine götürebilirler mi?

9) Götüremezlerse Balbay’ın Jandarma Komutanlığı’nda gizli kamera ile çekilen görüntüleri emekli Orgeneral Eruygur’un evinde ne arıyordu?
Vatan

Perinçek ve İlhan Selçuk Gözaltında
21 Mart 2008 08:47

Ergenekon Operasyonunda bomba bir gelişme yaşandı. Doğu Perinçek, İlhan Selçuk ve Kemal Alemdaroğlu gözaltına alındı.

Ergenekon Operasyonu çerçevesinde polis Ulusal Kanal ve Aydınlık Dergisi'ne sabah erkenden baskın düzenlendi.

Baskın düzenlenen yerlerde aramalar sürerken, şok gözaltılar başladı.

Cumhuriyet Başyazarı İlhan Selçuk, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu gözaltına alındı.

Emniyet güçleri Perinçek'i Ankara'daki evinde gözaltına alırken, İşçi Partisi Genel Sekreteri Ferit İlsever ve Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk ta gözaltına alınanlar arasında.

Ulusal Kanal İstihbarat Şefi Doğruladı

Ulusal Kanal İstihbarat Şefi Ufuk Akkaya da, Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk ile iş adamı İbrahim Benli, eski İÜ rektörü Prof Dr. Kemal Alemdaroğlu, Aydınlık Dergisi Genel Yayın YÖnetmeni Serhan Bolluk, Perinçek'in koruması Yusuf Beşerik, gazeteci Adnan Akfırat'ın da gözaltına alındığını öne sürdü.

Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün talimatıyla gözaltına alınanların sayısının 7 olduğu belirtiliyor.

Binaya Giriş Çıkışlar Yasaklandı
İşçi Partisi Genel Merkez Binasına gelen polis ekipleri, binada bulunan belge ve bilgisayarı incelemeye aldı. Çevik Kuvvet ekipleri bina etrafından geniş güvenlik önlemi alırken, çalışanlar dışında kimsenin binaya girişine izin verilmiyor.

Doğu Perinçek gözaltına alındıktan sonra emniyete götürüldü. Perinçek'in, kimlik tespiti ve Adli Tıp Kurumu'ndan rapor alındıktan sonra İstanbul'a götürüleceği bildirildi.

Baskını yapanlar altında kalacak

İşçi Partisi (İP) Ankara İl Başkanı Sefa Koçoğlu, baskının neden yapıldığı hakkında bir bilgilerinin olmadığını belirterek, partisinin Ergenekon Operasyonu'na dahil edilmek istendiğini ileri sürdü.

Sabah saatlerinde İP Genel Merkezi, Ulusal Kanal ve Aydınlık Dergisi'nin bulunduğu binaya Ankara Terörle Mücadele ekipleri tarafından baskın düzenlendi. Düzenlenen baskın sonrası İP Genel Başkanı Doğu Perinçek gözaltına alındı.

Arama sırasında binada bulunan çalışanlar dışarı çıkartıldı. Konuyla ilgili olarak bir açıklama yapan İP Ankara İl Başkanı Sefa Koçoğlu, baskının neden yapıldığı hakkında bir bilgilerinin olmadığını, gece saat 03:00 sularında meydana geldiğini ve genel başkanlarının gözaltına alındığını söyledi. Koçoğlu, yapılan baskını ile partisinin Ergenekon Operasyonuna dahil edilmek istendiğini ileri sürdü. Koçoğlu, bu baskını yapanların, bunun altında kalacağını söyledi.

Perinçek Çok İlginç Biçimde Yakalandı
21 Mart 2008 15:16Doğu Perinçek'in gözaltına alınmasının ayrıntıları netleşti. Perinçek gecenin 04:30'unda partide ne yapıyordu? Bulunan silahlar neydi? Niye polislere inanmadı?

Doğu Perinçek ve korumalarının Ankara'da gözaltına alınmasıyla ilgili bilgiler geldi.

Operasyona ilişkin bilgi veren Ankara Emniyet Müdürlüğü yetkilileri, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen gözaltı emrinin dün akşam geldiğini ifade ederek, talimatında sabah saatlerinde uygulandığını ifade ettiler. Sabah 4.30 sıralarında İşçi Partisi Genel Merkezi'ne giden Terörle Mücadele Şubesi ekiplerinin Perinçek'i, partideki makamın arka bölümünde bulunan odasından aldılar.

Bu arada partide bulunanlarla kısa süreli bir arbede yaşandığını ifade eden emniyet yetkilileri, ilk çapta yapılan aramada 4 ruhsatsız silah bulunduğunu kaydettiler. Ele geçirilen silahları Perinçek'in 2'si yakın koruması olduğunu ifade eden 4 kişiye ait olduğu için bu şahıslarında talimat olmamasına rağmen gözaltına alındığını söyleyen emniyet yetkilileri, yapılan ilk işlemler ardından İstanbul'a gidecek ilk uçağa yetiştirilerek gönderildiğini bildirdiler.

Talimat çerçevesinde partideki bilgisayar ve dökümanlara da el konulduğunu bildiren Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele yetkilileri, Perinçek'in gözaltı işlemine ilişkin sürekli olarak itiraz ettiğini belirterek, "Görevliler kimliklerini ibraz etmiş olmasına rağmen, sürekli zorluk çıkardı. Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne gelene kadar görevlilerin polis olduğuna inanmadı" dediler.
Perinçek Bağıra Bağıra Konuştu
21 Mart 2008 15:10Ergenekon Operasyonu çerçevesinde gözaltına alınan İşçi Partisi Lideri Doğu Perinçek, Adliye'ye çıkartılırken bağıra bağıra sesini duyurdu. Peki neler söyledi....

Ergenekon operasyonu kapsamında Ankara'da gözaltına alınan ve İstanbul'a getirilen İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, getirildiği Fatih Adliyesi çıkışında, “Tayyip Erdoğan'ların suçları büyüyor. Altlarında kalacaklar. Suçları büyüyor. Kanunsuzca gözaltına alındık” diye bağırdı.

Gözaltına alındığı Ankara'dan uçakla İstanbul'a getirilen ardından İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'ne götürülen Perinçek, emniyetten sonra Fatih Adliyesi'ne getirildi. Perinçek, Adliye'den çıkarılışı sırasında “Tayyip Erdoğan'ların suçları büyüyor. Altlarında kalacaklar. Suçları büyüyor. Kanunsuzca gözaltına alındık” dedi.
Ergenekon'un Anayasasını O Yazdı
21 Mart 2008 12:47Gözaltına alınan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Ergenekon'un Anayasa'sı olarak bilinen derin Ergenekon Manifestosunu kaleme alan isimdi.

Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alınan İP Genel Başkanı Doğu Perinçek'in adı Ergenekon örgütünün iç tüzük niteliğinde manifestosunu kaleme alan kişi olduğu iddia edilmişti.

Ergenekon operasyonu kapsamında bugün gözaltına alınan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in adı "Ergenekon" adlı örgütün tüzüğünü hazırlayan kişi olarak gündeme gelmişti.

Perinçek de iddiaların ortaya atıldığı dönemde, bir gazeteye yaptığı açıklamada, "Ergenekon Manifestosu" ile ilgili olarak, "Benden etkilenmiş olabilirler. Öyle gözüküyor. Görüşlerimin asker tarafından yakından izlendiğini ve beğenildiğini de biliyorum. Etkileniyor olabilirler. Ancak ben böyle bir örgütün emrine girmem" demişti. Perinçek açıklamasında, derin devlet tipi bir yapılanmanın gerekli olduğunu savunmuştu.
aktifhaber

Veli Küçük: Orada Ağar da Ölecekti
11 Mart 2008 08:33

Ergenekon yeni çökertildi ama şuan aranan gazeteci Tuncay Güney'in 2001'de verdiği ama sümen altı edilen ifadeleri dehşet. Özellikle Veli Küçük'le ilgili söyledikleri...

Ergenekon'dan aranan Güney, Veli Küçük'ün “Susurluk'ta Ağar da ölecekti. Birlikte gitmeleri gerekiyordu, bizimkiler arkadaki arabadaydı, Allah'tan o çantayı Drej Ali aldı” dediğini öne sürdü.

Ergenekon soruşturması kapsamında aranan gazeteci Tuncay Güney'in, 2001 yılında İstanbul Organize Şube Müdürlüğü tarafından gözaltına alındığında ilginç iddialarda bulunduğu ortaya çıktı.
Güney, emekli Tuğgeneral Veli Küçük'le birlikte oldukları dönemde, Kuzey Irak'ta Talabani ve Barzani'ye 12 bin, PKK'lı Cemil Bayık'a da 6 bin adet silah verdiklerini öne sürdü. Güney, Veli Küçük'ün, Susurluk kazasında dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın da öleceğini söylediğini iddia etti.
Veli Küçük'ün, Cumhuriyet gazetesinin satın alınması için gizli görüşmeler de yaptığını iddia eden Güney, Susurluk kazasıyla ilgili olarak Küçük'ün, “Mehmet Ağar da ölecekti biliyorsun, hep beraber gitmeleri gerekiyordu, bizimkiler arkadaki arabadaydılar, Allah'tan o çantayı Drej Ali (Ali Yasak) aldı” dediğini öne sürdü.

Emniyette 2001'de kameraya kaydedilen ifadesinde ilginç iddialarda bulunan Güney, daha sonra yurtdışına kaçtı. Ergenekon soruşturması kapsamında aranan ve Kanada'da olduğu tahmin edilen Güney'in polisteki iddiaları şöyle:

- Veli Küçük, Sedat Peker ile yoğun ilişki içindedir. 23 yaşından beri Peker, Küçük'ün yönlendirilmesiyle hareket eder. Uyuşturucu kaçakçısı Sami Hoştan ile Veli Küçük'ün ilişkileri çok iyidir.

- Küçük ile beraber olduğumuz dönemde, Doğu Perinçek'in referansıyla Aydınlık dergisinden bazı muhabirlerle Kuzey Irak'a gittik. Habur'dan itibaren JİTEM'den subaylar da yanımızda geldi. Arkamızda silah yüklü araçların olduğunu öğrendik.

Gümrük geçişlerini Gümrük Müdürü Cemal yaptı. JİTEM subayları ve gazeteci arkadaşlarla Kuzey ırak'a geçtik. Arkamızdaki silah yüklü araçlarla Kuzey Irak'a geldiğimizde, Barzani'ye 12 bin, Talabani'ye 12 bin adet silah verildi. Bu silahlardan 6 bini ayrılarak, Talabani'nin adamları ve Binbaşı Tamer ile birlikte Kale Dizar isimli komünist parti binasında PKK'lı Cemil Bayık'a teslim edildi.

- Cumhuriyet gazetesinin Ergenekon-lobi faaliyetleri çerçevesinde kazanılması ve satın alınması için Veli Küçük girişimlerde bulundu. Bu çerçevede Ulusal Sanayiciler İşadamları Derneği ile Çırağan Sarayı'nda gizli bir toplantı yapıldı. Küçük ayrıca Cumhuriyet gazetesinin alınmasıyla ilgili olarak ENKA tesislerinde Gürbüz Çapan, Ferit İlsever, Kemal Özden ve Ümit Ülgen ile toplantılar yaptı.

Ağar da ölecekti
- Küçük, İzmit'te Alay Komutanı iken Abdullah Çatlı gelip giderdi. Çatlı'yı Drej Ali getirdi. Türkiye'de rahat dolaşması için Mehmet Özbay kimliği verildi. Çatlı bir dönem Küçük ile birlikte olmasına rağmen, Susurluk kazası öncesinde Hüseyin Kocadağ'la birlikte hareket etmeye başladı. Küçük de bu olaya kızdı.

Giresun'da bazı üst düzey askeri görevlilerle otururken, Susurluk kazasıyla ilgili olarak Küçük, 'Mehmet Ağar da ölecekti biliyorsun, o gün onlar oteldeydiler, bunlar aslında hep beraber gitmeleri, o kazada olmaları gerekiyordu, bizimkiler öbür, arkadaki arabadaydılar, Allah'tan o çantayı Drej Ali aldı' dedi.

Susurluk kazasında olay yerine ilk giden şahıslardan biri Drej Ali'ydi. Çatlı'ya ait bir evrak çantasını alarak Küçük'e teslim etti.”

Küçük: Güney yalan söylüyor

Polis, Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklu bulunan Küçük'e emniyette Güney'in iddialarını sordu. Küçük, yalan ve hayal mahsulü olduğunu savunduğu iddialarla ilgili olarak şöyle konuştu:

“Tuncay Güney'in Kuzey Irak'a bir defa gittiğini biliyorum. Gittiğinde beni telefonumdan aradı. Mesut Barzani ile beni görüştürmek istedi. Ancak, böyle bir görüşme yapmak istemedim. Beni 15-20 dakika sonra aramasını söyledim. Bu arada MİT'te görevli Mehmet Eymür ile görüştüm. Böyle bir konuşma yapılacağını, bu konuyu istihbari bilgi açısından kaydetmelerini ve takip etmelerini söyledim.

Bir süre sonra Tuncay Güney beni aradı ve bir şahısla görüştürdü. Ancak, görüştüğüm kişinin Barzani olduğunu tahmin etmiyorum. Güney, o bölgede kendisini havalı göstermek için böyle bir faaliyete girdiğini tahmin ediyorum.
TÜSİAD Başkanı Kemal Özden ile benim yakınlığım vardı. Kemal, Cumhuriyet gazetesini almak için bir faaliyet içerisindeydi. Ancak, maddi imkanları yeterli olmadı. Gazeteyi alamadı ve daha sonra rahmetli oldu. Benim bu konuda sadece bilgim bulunmaktadır. Herhangi bir desteğim olmamıştır...

Kemal Özden ve bana sormuş olduğunuz diğer kişilerle birlikte, ENKA'nın tesislerinde birlikte yemek yedik. Beni Kemal Özden davet etmişti. Kemal, burada Cumhuriyet gazetesiyle ilgili, diğer şahıslarla bazı görüşmeler yaptı, fakat olumlu bir netice alamadı
aktifhaber

Ergenekon Erzurum'a Dayandı
12 Mart 2008 16:30
Ergenekon Operasyonunda gözaltılar artarak devam ediyor. Kuvayyı Milliye'ci Fikri Karadağ'la telefon görüşmesi yapan bir kişi tutuklandı.

'Ergenekon Operasyonu' kapsamında Kuvayı Milliye Derneği Genel Başkanı Mehmet Fikri Karadağ ile telefon görüşmesi yaptığı öne sürülen 34 yaşındaki Selim Akkurt, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nın talebi üzerine gözaltına alındıktan sonra tutuklandı.

İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nın sürdürdüğü 'Ergenekon Operasyonu' kapsamında Kuvayı Milliye Derneği Genel Başkanı Kurmay Albay Mehmet Fikri Karadağ ile telefon görüşmesi yapması konusunda Selim Akkurt'un ifadesine başvuruldu.

Geçen yıl Oltu'da kan davası nedeniyle Sadrettin Özden'i tabanca ile öldürdüğü gerekçesiyle Oltu Cezaevi'nde tutuklu bulunan yatan Selim Akkurt, dün Erzurum'a getirildi. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nın talebi üzerine savcı tarafından yaklaşık 5 saat sorgulanan Akkurt, tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edildi. Nöbetçi mahkeme Selim Akkurt'un, 'Ergenekon Operasyonu' kapsamında, örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanmasına karar verdi. Yeniden Oltu Cezaevi'ne konulan Selim Akkurt, Ergekenekon Davası ile ilgili yargılama başladığında İstanbul'a gönderilecek.
aktifhaber

Ergenekon'un İç Savaşı
08 Mart 2008 10:09

Muzaffer Tekin'in evinde ortaya çıkan CD'yle birlikte, örgüt üyeleri arasındaki savaş ta ortaya çıkmış oldu.

Ergenekon operasyonunda tahsilat anlaşmazlıkları ve dolandırıcılıklar da ortaya çıkıyor. Muzaffer Tekin, dolandırılan bir eski polis memurunun kendisine verdiği gizli ibareli belgeleri 'bana ulaşmadı' diyerek saklamış.

Terör örgütü Ergenekon'a yönelik operasyonda ilginç bir tahsilat olayı ortaya çıktı. İddiaya göre, Afrika'da ticaret yapmaya karar veren eski polis memuru Aydın Yüksek, yardımcı olması için Özel Kuvvetler adına Afrika'da askeri eğitim veren Muzaffer Şenocak'a 150 bin YTL parasını verdi.

Parayı alan Şenocak ise ortadan kayboldu. Şenocak'ı bulmak isteyen Yüksek arkadaşı DYP Kadıköy Genel Sekreteri Mete Yalazangil'den yardım istedi. Yalazangil de bu işi Muzaffer Tekin'in çözeceğini söyleyerek Yüksek'i Tekin'le tanıştırdı. Yüksek, Şenocak'a ait gizli belgelerin olduğu bir bilgisayar dosyasına ulaştı ve bunları bir CD'ye yükleyip yine Yalazangil aracılığıyla Muzaffer Tekin'e aktardı. Ancak Tekin, bu CD'nin kendisine verilmediğini söyleyip iddiaları reddetti.

Ergenekon operasyonunda gözaltına alınan Tekin'in evinde yapılan aramalarda, Tekin'in daha önce 'bana ulaşmadı' dediği CD ortaya çıktı. Böylece, örgüt üyelerinin arasındaki bir para ve belge savaşı da açığa çıkarılmış oldu. Bu arada Ergenekon operasyonu kapsamında eski polis memuru Aydın Yüksek ve Muzaffer Şenocak da gözaltına alındı.
aktifhaber

Patrik De Gözaltına Alındı
20 Şubat 2008 17:14

Ergenekon soruşturması kapsamında aralarında Türk-Rum Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol'un kardeşi ve Kilise Patriği Paşa Ümit Erenerol gözaltına alındı.

Sağlık kontrollerinden geçirilen Erenerol emniyete getirildi.

Ergenekon soruşturmasında emekli general Veli Küçük, Sevgi Erenerol, Sami Hoştan, avukat Kemal Kerinçsiz'in de bulunduğu 32 kişi tutuklanmıştı.

(Hürriyet)

Alemdaroğlu’nun ilginç bağlantıları

Rektörlük döneminde Alemdaroğlu ile birlikte hareket ettiği isimlerden Güneş Ayas, "Tanıdığım Alemdaroğlu, Üniversitede Bir Deli Dumrul" adıyla yazdığı kitap tam anlamıyla şok edici bilgilerle dolu.

İddialarda bir dönem yardımcılığını yapan CHP Millet vekili Nur Serter ve Doğu Perinçek'in adı geçiyor.

Bir dönemin iç yüzüne tanıklık eden kitapta birbirinden ilginç iddialar yer alıyor. Alemdaroğlu ve ekibine yönelik; PKK ve TİKKO terör örgütlerini desteklemek, Perinçek'e 'CIA ajanı' deyip üniversiteyi İşçi Partisi'nin okulu haline getirmek, İlhan Selçuk'a Cumhuriyet'in hisselerini alma vaadinde bulunmak, öğretim üyelerine 'beni paşalar destekliyor' diye baskı yapma suçlamaları okuyanları hayrete düşürüyor. Kitabın yazarı Ayas, eski rektör döneminde Öğrenci Konseyi ve Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonluğu (ADKF) başkanlığı yaptı. Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü son sınıf öğrencisi olan Ayas, halen Türksolu Dergisi'nin genel yayın yönetmenliğini yürütüyor.

Güneş Ayas, konser, şenlik gibi bahanelerle terörist gruplara 'korkunç' olarak nitelediği paralar aktarılmasına dikkat çekiyor. Okuldaki bölücü gruplarla ilişkileri rektör yardımcısı Nur Serter ve öğretim üyesi Tülin Polat'ın yürüttüğünü anlatıyor. Önceleri Alemdaroğlu'ndan destek gördüklerini daha sonra Amerika ve İsrail karşıtı eylemlerden dolayı aralarının açıldığını savunan Güneş Ayas, İstanbul Üniversitesi'nin İşçi Partisi (İP) lideri Doğu Perinçek ve İP'in okulu haline geldiğini kaydediyor. Yüksek lisans programlarına da İP'li kişilerin öncelikle alındığını da iddia ediyor.

İÜ yöneticilerinin ilk zamanlar Perinçek hakkında 'Topal, ajan, PKK'lı' gibi ifadeler kullandığını belirten Ayas, belirli bir süre sonra Alemdaroğlu'nun hızlı Perinçekçi olduğuna dikkat çekiyor. Perinçek'le ilgili fikir değişikliği ise şu ifadelerle anlatılıyor: "Ama gün geldi Alemdaroğlu hızlı Perinçekçi oldu. Birlikte Kuvayı Milliye hareketini başlattılar. Perinçek iki haftada bir üniversiteye konferansa gelmeye başlamıştı. İÜ adım adım İP'in Parti Okulu haline getiriliyordu. Hatta öğrencilikle ilgisi olmayan 30 yaşın üstündeki adamlar Perinçek'in konferanslarında karşıt görüşlü öğrencileri dövmeye bile başlamıştı. Nur Serter de çeşitli fakültelerde bize alternatif olarak İP'li öğrencilere kulüp kurduruyordu.

Alemdaroğlu'nun İP ile ilişkisi bununla da sınırlı değildir. Perinçek 15 günde bir İÜ'de konferans verir. İP'in her sene geleneksel düzenlediği Halkçılık Sempozyumu, bir süredir İÜ'de düzenlenmektedir. Alemdaroğlu Perinçek'le birlikte sık sık yemeğe çıkmakta, fotoğraf çektirmekte, basında da İP'liymiş görüntüsü yaratmaktadır.

ÜNİVERSİTE RUS PAPAZIN SIK UĞRAK YERİ OLMUŞTU

Hatta Alemdaroğlu Perinçek ile bir siyasi hareketi başlatmıştır. Perinçek dostluğu İstanbul Üniversitesi'ni, Rus Büyükelçiliği çalışanlarının ve faşist Rus papazlarının uğrak yeri yapmıştır. İÜ'ye türbanla girmek yasaktır, erkeklerin sakal bırakması yasaktır, iyi güzel de Rus papazı Dugin boğazına kadar sakalla ve papaz kılığı ile iki günde bir nasıl okula girebilmektedir. Bu nasıl laiklik anlayışıdır." Alemdaroğlu'nun Perinçek'e hakaret etti diye Atatürkçü gençlere soruşturma açtığına da değinen Ayas şunları anlatıyor: "Rektör ADKF Başkanı ve İÜ öğrencisi Özgür Billur'a Perinçek'e hakaretten soruşturma açtı.

ALEMDAROĞLU TÖREN ATATÜRKÇÜSÜ

Atatürkçü Düşünce Kulüplerinin yaptığı İsrail karşıtı eylemlerin Alemdaroğlu'nu rahatsız ettiğini anlatan Güneş Ayas, "Mason Atatürkçülerin bundan rahatsız olması da gayet normaldi. Bizim Atatürkçülüğümüzün Alemdaroğlu'nun masonik Atatürkçülüğüyle uyuşmadığı ortadaydı. Rektör yardımcısı Emin Darendeliler masonların düzenlediği bir toplantıya İÜ adına katılmamı ve rektörün bu toplantıya çok önem verdiğini, mutlaka orada bulunmam gerektiğini söyledi. Toplantıya yalnız davetiyesi olanlar katılabiliyordu. Davetiyeyi aldım ve gitmedim. Masonların toplantısında İÜ temsil edilmiyordu. Acaba bu da suçlarımız arasında mıydı?" diye sordu.

Alemdaroğlu'nun gidişi ile üniversitede sahte Atatürkçülük döneminin kapandığını da belirten Ayas, kitabını şu cümlelerle bitiriyor: "Alemdaroğlu'nun gidişi sahte Atatürkçülük dönemini kapatmaktadır. Ama aynı zamanda kapıkulu Atatürkçülüğü, kapıkulu solculuğu da kapanmaktadır. Öyleyse hep beraber bu ölümü ilan edelim. Sahte Atatürkçülüğü toprağa gömerken, onun cenaze namazını da kılmıyoruz. Çünkü hakkımızı helal etmiyoruz. Kendi etti kendi buldu, sonunda Allah'ından buldu."

Güneş Ayas 2 yıl boyunca katıldığı üniversite yönetim kurulu toplantılarındaki hava hakkında da bilgiler veriyor. Alemdaroğlu'nun dekanları azarlamasının sıradan bir olay haline geldiğini kaydeden Ayas, toplantıları komünist partilerin politbüro toplantılarına benzetiyor. Üniversite Öğrenci Konseyi Başkanı Güneş Ayas, yönetim toplantılarından birinde geçen konuşmaları şöyle aktarıyor: "Yurtdışında mühendislik gibi bir bölümde okuyan birisi sahte bir belge hazırlayarak tıp fakültesine geçiş yapmış, dördüncü sınıftan başlayarak tıp fakültesini bitirmiş ve daha sonra da cerrah olmuştu. Hatta şimdi iyi bir cerrah olduğu söyleniyordu. Ama hazırladığı sahte belge sayesinde tıp eğitimi almaktan kurtulmuştu. Bu durumun ne olacağına karar verilecekti. Alemdaroğlu tartışma sırasında 'Boş verin mademki şimdi iyi bir cerrah, yapacak bir şey yok. Cerrah olmak için tıp eğitimine pek de gerek yok, cerrah olduğum için biliyorum, el becerisi iyiyse pekala cerrah olunur.' dedi. O gün herkes bu lafa epey gülmüştü."

'ÜNİVERSİTE AİLE ŞİRKETİ GİBİYDİ'

Güneş Ayas kitabında Alemdaroğlu'nun üniversiteyi aile şirketi gibi yönettiğini de iddia ediyor:

"Alemdaroğlu döneminde üniversitenin yapı işlerinin başında bacanağının bulunduğunu da hatırlatalım. Yani üniversitenin tüm parasal işleri Alemdaroğlu'nun akrabaları tarafından yürütülüyordu. Anlayacağınız üniversiteyi tam bir aile şirketi olarak işletiyorlardı." İÜ'nün eski rektörü Kemal Alemdaroğlu ise kitapta yer alan hiçbir iddiayı cevaplamak istemediğini söyledi. Alemdaroğlu, "Ben hiç kimseye cevap vermiyorum. Yargıda bütün bunlarla hesaplaşacağım. Konuşacak başka bir konum yok." dedi.

DEKANLAR, CUMHURİYET HİSSESİ ALMA SÖZÜ VERDİ

Güneş Ayas, üniversitedeki seçimlerin ardından YÖK tarafından ikinci sıraya konan Alemdaroğlu'nun çeşitli gazetelere destek ziyaretçileri gönderdiğini anlatıyor. Ayas, Cumhuriyet'e yapılan ziyarette yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

"Cumhuriyet gazetesine İlhan Selçuk'u ziyarete giden ekipte bulunmuştum. Heyet 5 dekan ve bir öğrenci temsilcisinden oluşuyordu. Daha sonra sadede gelindi ve Selçuk, Cumhuriyet'in hisselerine ortak olma kampanyasından bahsetti. Bundan güzel bir fırsat mı olur, seçim ziyareti sırasında. Dekan sözü vermişti bile. Fakülteden tüm öğretim üyelerine Cumhuriyet'e destek olmak için hisse aldıracaktı."

ALEMDAROĞLU 'BENİ PAŞALAR KORUYOR' DİYE BASKI YAPARDI

YÖK tartışmalarının kızıştığı günlerde Ankara'da yapılan yürüyüşte 'Ordu göreve' pankartını kendilerinin açtığını anlatan Güneş Ayas, bu yürüyüşe İstanbul Üniversitesi'nin tren kaldırdığını ve yürüyüşün düzenlenme amacının orduya mesaj vermek olduğunu yazdı. Ayas şunları dedi:

"Pankartta 'Ordu göreve' yazıyordu. Öğretim üyeleri arasında büyük coşkuyla karşılandı. İÜ öğretim üyeleri ve Alemdaroğlu pankartın hemen yanındaydı; ama hiçbirisi yürüyüş sırasında ağızlarını açıp bir şey söylemedi. Zaten yürüyüşün düzenlenme amacı da orduya bu mesajı vermekti." Güneş Ayas, Kemal Alemdaroğlu'nun konumunun sarsıldığı durumlarda 'Beni paşalar koruyor.' diyerek öğretim üyelerini baskı altına aldığını ileri sürdü. Ayas'ın iddiaları kitaba şöyle yansıdı: "Alemdaroğlu tüm öğretim üyelerini 'Beni paşalar destekliyor.' diyerek baskı altına alıyordu. En son YÖK, görevden alma talebiyle Cumhurbaşkanı'na başvurduğunda da senatoyu toplamış 'Merak etmeyin paşalar beni kurtaracak.' demişti."

"BÖLÜCÜ GRUPLARLA İLİŞKİYİ NUR SERTER SAĞLIYORDU"

Güneş Ayas, kitabında Alemdaroğlu'nun yardımcısı Nur Serter'le ilgili ilginç bilgilere yer veriyor. Kitapta şöyle deniliyor:

"Rektör bölücü gruplarla ilişkilerini Nur Serter ve daha çok da Tülin Polat aracılığı ile sağlardı. Nur Serter bu gruplara şirin gözükmek için PKK'nın da içinde bulunduğu grupların YÖK karşıtı eylemlerine bile giderdi. Polisle eylemci grup arasına girerek polisin müdahalesini önlerdi. Alemdaroğlu'nun sol örgütleri idare etmekten sorumlu öğretim üyesi Tülin Polat'tı. Çok sıkı bir Alemdaroğlu savunucusudur. Ama aynı zamanda çok radikal bir solcudur da. TİKKO'nun kurucusu İbrahim Kaypakkaya'nın bir gün elinden tutup kendisini caddeden karşıdan karşıya geçirmesiyle övünür. 1 Mayıs'tan bir gün önce başını PKK'nın çektiği terörist gruplar benim de aralarında bulunduğum az sayıda Atatürkçü öğrenciyi, öldürmek kastıyla saldırdı. Birçok arkadaşımız ağır yaralandı. Saldırıda satırlar kullanıldı. Kullanılan satırlar İÜ Öğrenci Kültür Merkezi'nin bahçesinde hazırlanmıştı. Polat her şeyden haberdardı."

dunyabulteni

Gözaltıların Şifreleri
ARKALARINA RUSYA’YI ALARAK… DARBE HAZIRLIĞI YAPIYORLARDI!!
Ergenekon terör örgütünün bir dizi operasyonlrla deşifre edilmesi süreciyle başlayan olaylar dizisinde yaşananlar ve gelinen nokta dudak uçurtacak cinsten!
ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ’ne yönelik yapılan operasyonlara Genelkurmay bünyesinden de alınan desteğe, bir de ABD’nin göz yumması ve derin çetenin tasviyesi için düğmeye basılması ülke içindeki ‘’ulusalcı derin ERGENEKON’cuları’’ saf değiştirmeye yönlendirdi..
Önceleri, ABD gladyosu gibi çalışan sistem, Ergenokon operasyonuna G.Kurmay ve ABD’nin destek vermesiyle zeminini değiştirirek Rusya’ya yöneldi!
Gözaltına alınan isimlerin konumlarına ve geçmişteki hayat süreçlerine bakıldığında, bu şahısların durum ve zamana göre, kimi zaman Amerikancı, kimi zaman kominist ve ulusalcı çizgide bulunmuş olmaları da eklenince, durum daha da net anlaşılıyor!
RAHİP SANTORA CİNAYETİ, DANIŞTAY SALDIRISI, CUMHURİYET GAZETESİNE BOMBA ATMA, HRANT DİNK CİNAYETİ’yle gelinen süreçte, AKP’ye kapatma davasını da açtıran ‘’güçler’’ şimdi sırtlarını Rus derin konseyine dayıyor!!
ABD’nin, kendilerine yapılan operasyona ses çıkarmamasıyla, Rusya derin konseyine yanaşan ‘’ulusalcı görünen ERGENEKON İHANET çetesinin’’ darbe hazırlığında olduğu bugün ki ana haber bültenlerine bile düştü!!
Canlı yayında Vatan Caddesindeki Emniyet Müdürlüğü önünde bekleyen muhabirine bağlanan Birand’a, muhabirin: ‘’ Yayın yasağı var ama burada konuşulanlar, tutuklananların darbe hazırlığında oldukları yönünde’’ açıklama yapması tesadüf değil di!
Olağanüstü bir şekilde Türkiye’nin gündemine düşen tutuklama olaylarının perde arkasında darbe hazırlığı olduğu iddiası da büyük önem kazandı!
Gelen bilgilere göre, Ordu içinden alınan istabarati bilginin de eldeki bilgileri desteklemesiyle düğmeye basıldı ve RUSYA destekli darbe hazırlığı deşifre edildi!!
Tutuklanan zanlıların ordu içinde bir grupla ABD’DEN DE İNTİKAM ALMAK VE AMAÇLARINA DAHA KOLAY ULAŞABİLMEK İÇİN ‘’RUSYA DESTEKLİ’’ bir darbe hazırlığında bulundukları ve bunun için ülkenin siyasi atmosferini boğacak faaliyetlere hız verdirdikleri AKP’nin kapatılması sürecinin de bununla bağlantılı olduğu gelen bilgiler arasında!
DARBE ZEMİNİNİ HIZLANDIRACAK EN KANLI PLANIN İSE, AKP’YE DAVA AÇAN SAVCI ABDURRAHMAN YALÇINKAYA’YA YÖNELİK SİLAHLI YA DA BOMBALI SALDIRI OLDUĞU HABER MERKEZİMİZE GELEN BİLGİLER ARASINDA!!
BÖYLECE ARZULANAN ATMOSFER DAHA ÇABUK SAĞLANACAK VE MALUM GÜÇLER DEVREYE DAHA ÇABUK SOKULACAKTI!!
Hükümet bu operasyonla, bir darbeyi önlediği gibi, partisine karşı açılan davada geri adım atmayarak, kapatma davasına rest çekmiş de oluyor..
Ancak eldeki delillerin ne olduğu ve gözaltı sürecinde malum şahıslar ve organizeyle olası ‘’ derin ve gizli anlaşmaların’’ da masaya getirilebilineceği ni de gözardı etmemek gerekiyor..
Yani bu operasyonda herkes serbest bırakılabilinir de!!
AMA GÜÇLÜ BİR PAZARLIKLA!
Bunu hep birlikte göreceğiz!!
HABERVAKTİ

Ergenekon Operasyonu'nda Bir Gözaltı Daha
22 Şubat 2008 21:34
Muammer Karabulut, bu sabah Çağlayan Mahallesi'ndeki evinde gözaltına alındı

Noel Baba Vakfı'nın başkanlığını yapan, vergi borcu nedeniyle mahkeme tarafından kapatılmasının ardından Noel Baba Barış Konseyi'ni kuran ve başkanlığını üstlenen Muammer Karabulut, bu sabah Çağlayan Mahallesi'ndeki evinde gözaltına alındı. 'Ergenekon Operasyonu' kapsamında İstanbul polisi tarafından gözaltına alınan Karabulut'un evindeki dizüstü bilgisayara, CD'lere ve bazı evraklara el konuldu. Karabulut, sorgulanmak üzere İstanbu'la götürüldü.

Noel Baba Barış Konseyi Başkanı Karabulut, Sevgi Erenol'un, 'Ergenekon Operasyonu' kapsamında gözaltına alınmasının ardından yaptığı basın açıklamasında operasyonu sert dille eleştirmişti.
aktifhaber

ERGENEKON'UN BİR NUMARASINI YAZDI
Bugün Gazetesi yazarı Gülay Göktürk'ün 'Ergenekon' değelendirmesi...
15.02.2008 08:10


1 Numara

Öyle garip bir ülke ki burası, herhangi bir Avrupa ülkesinde bir tanesi yaşansa yıllarca gündemden düşmeyecek olayları, skandalları birkaç ay içinde yaşıyor, bazen yazmaya yetişemiyoruz.

Aslında Türkiye, çoktan yaşaması gereken bir süreci; Gladio'nun açığa çıkışı sürecini yaşıyor. Gün geçmiyor ki, bas


En son admin tarafından Pts Ekm 20, 2008 8:30 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cmt Mar 22, 2008 12:39 pm    Mesaj konusu: AltIn vuru$ Alıntıyla Cevap Gönder

CHP'den Ferit İlsever için uyarı

01 Ağustos 2008 00:04
CHP, sağlık durumu iyi olmayan Ergenekon sanıklarından İP Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever için TBMM İnsan Hakları Komisyonu’ndan devreye girmesini istedi.
Ali Öztunç'un haberi

Dün yapılan TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun bu dönemki son toplantısında CHP Sivas Milletvekili Malik Ejder Özdemir, Ergenekon sanıklarından, İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever’in sağlık durumunu hatırlatarak, komisyonun devreye girmesini istedi. Kuddusi Okkır’ı hatırlatan Özdemir, “Mutlaka bir şeyler yapılması gerektiğini ifade etmiştik. Ama komisyon olaya müdahil olmamıştı. Oysa orada da bir insan hakkı ihlali vardı. Şimdi Ferit İlsever’in sağlık durumu iyi değil. Doktorların koyduğu teşhisler var. Komisyonumuz devreye girmeli. İnsan hakkı ihlali açısından mutlaka bir çalışma yapmamız gerekir” dedi.

Bakanlığa yazı

CHP’li diğer üyelerinde desteklediği öneriye Komisyon Başkanı, AKP’li Zafer Üskül’ün de “olur” vermesi dikkat çekti. Üskül, “Hemen Adalet Bakanlığı’na komisyon adına bir yazı yazacağım. İlsever’in sağlık koşullarının iyileştirilmesi ve tedavisinin yapılabilmesi için gerekli girişimlerin yapılmasını talep edeceğim” dedi. Üskül’ün bu tavrı CHP’li üyeleri şaşırttı. Üskül’ün önümüzdeki günlerde bakanlığa yazıyı yollayacağı öğrenildi.

Hapishane hastanesi

Üskül komisyon toplantısında ayrıca “Hapishane Hastanesi kurulması” önerisinin Adalet ve Sağlık Bakanlıklarına götürülmesine karar verildiğini söyledi: “Belli bölgelerde tam teşekküllü hastanelerin hapishane halinde düzenlenmesi ve çeşitli tutukevi ve cezaevlerinde kalan tutuklu ve hükümlülerin, hastanede yatması gerektiği durumlarda o hastane cezaevine nakledilmelerinin uygun olacağı görüşü benimsendi.”

Vatan




Bildiklerim ve bilmediklerim
Cüneyt ÜLSEVER
17 Temmuz 2008
Hürriyet

AHMET Altan çok haklı soruyor."Henüz iddianamenin ayrıntılarını bilmiyoruz, tamam.

Peki, Ümraniye’deki cephaneliği de mi bilmiyoruz?.. Eskişehir’deki cephanelikte bulunan bombalarla Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombaların seri numaralarının tuttuğunu da mı bilmiyoruz?" (Taraf-16.07.08)

Bugüne dek iddianame ile ilgili sızan bilgiler arasında en anlamlı, en somut 3 bilgi bunlar!

* * *

Ancak, at izi ile it izinin birbirine karıştığı bir ortamda benim bilmediklerim de var.

Örneğin, nasıl oluyor da İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’in bilgi sızmasından şikáyet ettiği gün ona bağlı savcı hálá bilgi sızdırmaya devam ediyor?

"Sorunca öğrendik ki... Haberleri veren bizzat Agarta Davası Savcısı Zekeriya Öz imiş. Muhabirleri iki grup halinde makamında kabul etmiş..." (Oktay Ekşi-Hürriyet-16.07.08)

Ben şahsen Savcı’nın neye dayanarak Başsavcı’yı dinlemediğini bilmiyorum.

* * *

Ayrıca bazı bilmediklerim daha var:

Veli Küçük ve Levent Ersöz’ün şüpheliler arasında olduğu 600 yıllık Agarta Davası’nda "Güneydoğu’da yaşananlar" neden soruşturulmuyor?

Nükleer silahı Ergenekoncular nereden buluyorlar?

Ecevit’i de "indirmek" istemişler ama yeterli delil olmadığı için iddianamede yer almıyormuş. Zira, Hablemitoğlu’nu da öldürmek istemişler ama o iddia için de delil bulunamamış.

İddianamede yer almayan iddialar ne demek?

Kafam karışıyor. Soruşturmada delile dayanan iddialar ele alındığı gibi dedikoduya dayanan iddialar da mı ele alındı?

Bir savcı delile dayanmayan bir iddiayı basına sızdırır mı?

* * *

Esasında benim bilmediğim bir konu var ki eminim Ahmet Altan da cevabını bilmek ister.

Toplum olarak "darbeciler" ile ilgili en somut iddiaları bir diğer Taraf Gazetesi yazarı Alper Görmüş’ün ortaya çıkardığı ve Özden Örnek’e ait olduğu söylenen "Darbe Günlükleri"nden öğrendik. Ancak "soruşturmanın tamamlanan bu bölümünde 1 Temmuz 2008’de yapılan operasyon bu iddiaların kapsamı dışında" kalıyor. (Başsavcı).

Askeri Savcılığın yaptığı açıklamaya göre de onlar ayrı bir soruşturma yürütmüyorlar, Öz’ün yolladıklarını inceliyorlar.

Zaten, "Günlükler" aylardır ortalarda. İsteselerdi "Günlükleri" çoktan incelemiş olurlardı.

Ben, Savcı Zekeriya Öz’ün Türkiye’yi birbirine katan günlükleri neden soruşturmadığını da bilmiyorum.

Güneydoğu’da yaşananları soruşturmadan yapılan bir Veli Küçük soruşturması, Darbe Günlükleri’ni soruşturmadan yapılan bir Darbe Soruşturması bana çok garip geliyor.

Keşke Savcı Öz, günlükleri de soruşturup en azından "bunlar sahte" diyebilseydi.

* * *

"Güneydoğu’da yaşananlar" ile "Darbe Günlükleri"nin iddiaları; Tolon, Eruygur vb. dışında bazısı emekli, bazısı muvazzaf komutanları da kapsıyor.

Sevgili Ahmet Altan; benim aklıma savcılığın elinde "dokunulabilinirler", "muhakkak dokunulması gerekenler" ve "dokunulamazlar" listeleri mi var sorusu geliyor, aynı soru senin aklına da gelmiyor mu?

"Dokunma" konusunda haddini aşan Şemdinli Savcısı ile dönemin İstihbarat Daire Başkanı’nın başına gelenleri de mi bilmiyoruz?

culsever@hurriyet.com.tr


Mahkeme gerekçeli kararını açıkladı: Danıştay saldırganlarıyla Ergenekon arasında bağ yok
28 Nisan 2008 Pazartesi 23:00
Danıştay üyelerine yönelik saldırı davasının gerekçeli kararında, "sanıklar ve sanıklara isnat edilen eylemler ile yürütülen (Ergenekon) hazırlık soruşturması arasında suç vasfını, sanıkların hukuki durumunu ya da sübutu etkileyecek şekilde bir bağlantı tespit edilemediği, dolayısıyla o hazırlık soruşturmasının sonucunun beklenmesine gerek de duyulmadığı" kaydedildi.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararında, sanıkların; birincisi İstanbul'da Cumhuriyet Gazetesine bomba atılması, ikincisi Ankara'da Danıştay üyelerine saldırı olmak üzere, iki ayrı ana eylemi bulunduğu, sanıkların bu eylemler için bir araya geldiğinin görüldüğü ifade edildi.
Sanıkların, saldırılar için plan yapmalarının, örgütlü bir yapı içine girildiğini gösterdiği belirtilen kararda, "bu yapının, türban örtüsüyle ilgili olarak, kendi görüşlerine göre türban aleyhinde karar veren ya da davranan kurumlara ders vermek amacını taşıdığı" kaydedildi.
Sanık Alparslan Arslan liderliğindeki bu yapının, toplum üzerinde aynı zamanda baskı kurularak, ses getirecek eylemler yapmak için bir araya geldiği, diğer sanıklar Süleyman Esen, Osman Yıldırım, İsmail Sağır, Tekin İrşi ve Erhan Timuroğlu'nun da bu örgüte üye olarak kabul edildiği anlatıldı.
Gerekçeli kararda, "özellikle Danıştay'a saldırının çok ses getirdiği, toplumda büyük infial uyandırdığı, halk üzerinde büyük bir korku ve paniğe yol açtığına" dikkat çekildi.
Sanıklar arasında dayanışma ve suç işleme hususunda birliktelik ve devamlılık ile hiyerarşik yapılanmanın olduğu, uygun araç ve gerecin bulunduğu aktarılan kararda, Alparslan Arslan'ın lider, Osman Yıldırım'ın ise Arslan'dan sonra gelen kişi olduğu kaydedildi.
Gerekçeli kararda, "Bütün bu anlatılanlar, ortada silahlı bir örgütün oluştuğunu göstermektedir" ifadesine yer verildi.
Gerekçeli kararda, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen "Ergenekon" soruşturması kapsamında, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinden sanıklarla ilgili iddianame ve bir kısım evrak suretlerinin istendiği bildirildi.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin de "Ergenekon" soruşturmasıyla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından bilgi istediği belirtilen gerekçeli kararda, şunlar kaydedildi:
"Yapılan inceleme ve değerlendirmeler sonucu, sanıklar ve sanıklara isnat edilen eylemler ile ilgili yürütülen hazırlık soruşturmasının arasında suç vasfını, sanıkların hukuki durumunu ya da sübutu etkileyecek şekilde bir bağlantı tespit edilememiştir. Dolayısıyla o hazırlık soruşturmasının sonucunun beklenmesine gerek de duyulmamıştır. Yine, sanık Osman Yıldırım, duruşmadaki savunmaları yanında, ceza evinden genel iddialar içeren dilekçeler göndermiş ise de yargılama aşamasında somut olayı aydınlatacak nitelikte bilgi içermeyen bu dilekçelere itibar edilmeyerek, ayrıca araştırılması yoluna gidilmemiştir."
Kararda; bazı sanık avukatlarının soruşturmanın genişletilmesi yönündeki taleplerinin de benzer gerekçelerle reddedildiği belirtilerek, tüm delillerin toplanmış olması dolayısıyla, soruşturmanın genişletilmesine ihtiyaç duyulmadan, mevcut deliller ve dosya kapsamına göre değerlendirme yapıldığı vurgulandı.
Gerekçeli kararın, "silahlı örgütün amaç ve yapısı açısından değerlendirilmesine" ilişkin bölümünde ise şu ifadelere yer verildi:
"Sanıkların amacının, türban örtüsünü kendi bildikleri ve istedikleri şekilde yorumlamayan ve karara bağlamayan kurum ve kişilere yönelik cebir ve şiddet yöntemlerine başvurarak cezalandırma amacı taşıdığı, bu amaç doğrultusunda Danıştaya saldırı eyleminin ise mevcut anayasal sisteme yönelik bir tehlike yarattığı ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda yazılı ve bu Anayasa'nın öngördüğü düzeni cebir ve şiddet kullanarak kaldırmaya ve yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etmek şeklinde bulunduğu görülmektedir. O halde, izah edildiği şekilde kurulan silahlı örgütün amacı, Türk Ceza Kanununun 309. maddesinde belirtilen şekilde kurulan bir terör örgütü olarak kabul etmek gerekir. Bu konuya örnek teşkil etmesi bakımından, kamuoyunda Sivas davası olarak bilinen dava ile ilgili Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 7 Temmuz 1998 gün 1998/9-187 esas 1998/272 nolu kararı örnek verilebilir."
Kararda, Alparslan Arslan, Osman Yıldırım, Erhan Timuroğlu ve İsmail Sağır bakımından eylemin Türk Ceza Kanununun (TCK) 309. maddesinde düzenlenen "cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzenin yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs suçunun" oluştuğu belirtildi.
Gerekçeli kararda, eylemlerin, Cumhuriyet Gazetesinde "domuza başörtüsü giydirilmesi" şeklindeki karikatür ile Danıştay 2. Dairesinin, türbanlı öğretmenin anaokulunda görev yapmasının yasal olmadığına dair kararına "tepki göstermek" amacıyla yapıldığı kaydedildi.

netgazete

Devrim ile karşı devrim
Umur Talu
24 Mart 2008
utalu@sabah.com.tr

Geçmiş olsun "İlhan Ağbi "...
"Düşüncelerinize katılmıyorum. Ama bunları açıklayabilme özgürlüğünüz için, içeride değil dışarıda olabilmeniz için, düşüncelerinizi yazabilmeniz için, Allah uzun ömür versin ki başkasının başına geldiğinde de 'Düşüncelerinize katılmıyorum ama' demeniz için ..."

Sanıyorum şöyle şeyler oldu:
1. 83 yaşındaki "gazeteci-yazar"ı sabahın dördünde "yakalayıp" sonraki gece bırakarak, cuma ve cumartesi itibariyle "darbe" önlenmiş oldu!
2. Yine düşüncelerine artık pek katılamadığım sevgili bir meslektaşın deyişiyle aslında o sabaha karşı dörtte "karşı-devrim" oldu!

Belki de hepimiz baş aşağı dolaşıyoruz ortalıkta.
"Darbeye karşı, karşı devrim... Karşı-devrime karşı darbe... Darbeye karşı, karşı darbe".
Kadere bak be!

Ergenekon'da adı geçen, kimi kıdemli Susurlukçu kimi tecrübeli overlokçu bazı elemanlar, askeri darbe yolunun bireysel veya kitlesel eylemlerle açılabilmesi için, fikir ve bomba cimnastiği yapmış olabilir.
Fakat, "askeri darbe" için, birkaç "emekli asker" yeterli değil; çok sayıda "asker", hatta ihtilalciliği dahi rütbeli resmiyete bindiren büyük Türk devlet geleneğine göre "emir komuta düzeni" gerekiyor.
Oysa Ergenekon listesinin oralarla alakası yok.
Ya öyle bir alaka yok yahut öyle bir alaka kuran yok.
Çünkü durum bir garip:
Nokta dergisi, "darbe günlükleri" rumuzuyla, şimdi emekli en üst düzey komutanlara atfedilen notları yayınladığı için kapanmak zorunda kaldı.
Yani, "darbe önlenen" memlekette, "küçük"ler bir yana, "darbe heveslisi" oldukları iddia edilen büyükler değil, o hususta belgeler olduğunu iddia edenler yargılanıyor şu anda.

Gariplik bir değil:
Ergenekon ağı, şebekesi, cemaatinde... artık nasıl derseniz, bağlantılı isimlerde kritik unsurlardan biri, "bombalar".
Fakat hale bakın:
1. Ergenekon'da kuvvetli delil, aynı tertip el bombalarına rastlanması.
2. Başka birkaç yere atılanlar dışında, en meşhurları Cumhuriyet Gazetesi'ne atılanlar.
3. Nitekim çok sayıda gözaltı ve tutuklamayı başlatan da, bir evde aynı tip bombalardan ele geçmesi.
4. Lakin; Cumhuriyet'e bombaları atanlardan Arslan, "Danıştay katili" olarak mahkum ama henüz Ergenekon'la bağlantısız durumda. Hatta, kimilerine (ve kendi dış sesine göre) "şeriat" isteyen bir şahıs.
5. Yine lakin; bombayı atanın Ergenekon'la bağlantısı kurulmadı ama bomba atılan gazetenin başyazarı Ergenekon'dan gözaltına alındı.
6. Daha tuhafı; bombalar tarlada yetişmedi. Makine Kimya açıkladı ki, "bombalar Kara Kuvvetleri'ne verilmişti".
7. O bombalar bir "terör örgütü" ne işaret ve delil sayılıyor; ancak başta mahkemeler, pek kimse bombaların Kara Kuvvetleri'nden nasıl çıktığını, kim tarafından uçurulduğunu ve Cumhuriyet'e kadar hangi yolu kat ettiğini bilmek istemiyor!
8. O yüzden, Cumhuriyet avukatları "Bombalar nasıl çıktı" diye sorunca cevap alamıyor, Cumhuriyet Gazetesi bombaları atanın şeriatçı (karşı-devrimci) olduğunu kabul ediyor, ama bombaların benzerleri darbeci şahıslarda bulunuyor ve bombaların ilk kaynağını kurcalamayan hukuk, bombaların atıldığı gazetenin en öndeki ismini darbecilikten (bir manada bombacılarla ilişkiden) sorguluyor.
9. Ergenekon eylemi diye de değerlendirilen Dink suikastındaki en önemli "ihmal" mercilerinden Emniyet Müdürü'nün şu anda Ergenekon için en önemli istihbarat mercii olması ayrı gariplik zaten.

O zaman kafalar hep karışık.
"İlhan Ağbi" sabahın köründe götürüldüğünde, ama ertesi gece bırakıldığında "karşı-devrim" ise;
37 yıl önce götürülüp generalin köşkünde günlerce işkenceden geçirildiğinde veya 28 yıl önce kışlaya alındığında neydi?
Belki de 12 Mart askeri müdahalesi en karşı-devrimdi.
Belki de 12 Eylül askeri darbesi daha da karşı-devrimdi.
Belki o yüzden önce "devrimciyim" diyeni ezmeyi vazife bildiler.
O zaman; zaten epey "karşı-devrim"i olmuş ülkede, kimin devrimci, kimin darbeci, kimin karşı-devrimci, kimin "sabaha karşı-devrimci" olduğu karışmasın da ne olsun!
Azıcık iyi şeyler olsun.
sabah

Can Dündar/Milliyet

Altın vuruş

Cuma, haftanın belalı günü haline geldi: 12 Mart muhtırası bir cuma günü verilmişti.
12 Eylül darbesi yine bir cuma geldi.
Geçen cuma Yargıtay Başsavcısı “laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği gerekçesiyle” AKP'ye kapatma davası açtı.
Bu cuma da Ergenekon savcısı “demokrasi karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği gerekçesiyle” sorguladığı örgüt için gözaltı harekâtına girişti.
* * *
Son iki cuma hamlesinin birbirinden bağımsız olduğuna insanları inandırmak zordur artık...
Her adım bir öncekinin rövanşı, her hamle diğerinin intikamı gibi algılanıyor.
Uzun süredir “derin”den süren iktidar hesaplaşması su yüzüne çıktı.
Büyük kapışmada kılıçlar çekildi.
Ve ne yazık ki ilk kurban, hukuk oldu.
İki önemli davanın iki savcısı, şimdi çatışan tarafların hukuksal temsilcileri gibi gösteriliyorlar.
* * *
Dünkü “baskın”, hem gözaltına alınan isimler dolayısıyla, hem alınış biçimleri itibarıyla tam bir darbe havası yarattı.
Biliyorsunuz uyuşturucu müptelaları bazen bilinçle, bazen zevk saikiyle “ayarı kaçırıp” dozu şaşırırlar; “âlemde” buna “altın vuruş” denir; ki dönüşü yoktur.
83 yaşındaki bir başyazarın, bir rektörün, bir parti liderinin sabaha karşı evinden derdest edilip sorguya götürülmesi, tam bir “altın vuruş”tur.
AKP, ister “kalıp direnme”ye ister “vuruşarak çekilme”ye karar vermiş olsun; dünkü manzaradan ürkmelidir:
Çünkü bu gerginlik, içeri alınanları değil, kendilerini vurur.
* * *
Yıllardır Ergenekon'u izliyoruz, hakkında programlar yapıyor, kitaplar yazıyor, belgeler yayımlıyoruz.
Bu karanlık çetenin açığa çıkmasını, sorumluların yakalanıp yargılanmasını istiyoruz.
Ama bugün yapılmaya çalışılanın, derin devleti temizlemek değil, bu bahaneyle muhalifleri tasfiye etmek ve -Baykal'ın dün isabetle teşhis ettiği gibi- “kendi derin devletini yaratmak” olduğunu da görüyoruz.
Kavga, sanıldığı gibi demokrasi güçleri ile otokrasi güçleri arasında filan değil:
Kavga, birbirinden beter iki çetenin devlete hâkim olma kavgası...
Birbirlerini batırmaya çalışanların, itişirken tüm gemiyi batırabilecekleri “derin” bir dalaş bu...
* * *
İtiraf edeyim ki gelecek cumadan korkuyorum artık...
Puslu havada bulanık sulara doğru sürükleniyor Türkiye...
Faşizan bir rejim arayanların arayıp bulamayacağı kadar elverişli bir provokasyon ortamı oluştu.
Daha da kötüsü; itidal ve sağduyuyu devreye sokacak, şişeden çıkan cinleri bastıracak, hukuku tartışmanın dışına taşıyacak, aklıselim sahibi bir otorite de görünmüyor ortalıkta...
Dileriz birileri, ortamı yatıştırmak yerine yangına körükle giden Başbakan'a, göremediği sonucu söylüyordur:
Hükümet tansiyonu düşürmezse, tansiyon hükümeti düşürecek.
Ama düşerken, Türkiye'yi de krize sürükleyecek.

Tamer Korkmaz/Yeni Şafak
İlhan Bey Bu Soruyu Cevaplamalı

24 Mart 2008 08:36İlhan Selçuk, "tutuksuz yargılanmak üzere" serbest bırakıldı ama, cevap vermek zorunda olduğu kritik bir soru var ve herşey o soruda gizli.

Tamer Korkmaz/Yenişafak

İlhan Bey'in cevabını vermek zorunda olduğu soru…

“AK Parti'yi kapatma davası, Ergenekon soruşturmasını sekteye uğratmayı amaçlıyor” diye ısrarla yazıyorum…

Danıştay Provokasyonu ile Ergenekon çetesi arasındaki ilişki kesinleşmiş olduğu halde; Yargıtay Başsavcısı'nın bu sekizde sekiz bağlantıyı itina ile göz ardı etmiş olması yeterince çarpıcı bir göstergeydi…

***

Şimdi de, dün Taraf gazetesinde yayınlanan ilginç bir haberi okuyoruz:

“Ergenekon operasyonu kapsamında Cuma günü gözaltına alınanlar arasında yer alan bir kişinin bilgisayarında Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından hazırlanan iddianamenin bir nüshası bulundu…

İddianame nüshasının bilgisayarda bulunduğu tarihin, kapatma davasının açılmasından iki gün önceye denk düşmesi dikkat çekti…”

***

Kapatma davası 14 Mart'ta açıldığına göre…

Ergenekon kapsamında gözaltına alınan kişinin bilgisayarında 12 Mart'ta iddianamenin bir kopyası nasıl yer alabiliyor, acaba?

Başsavcının iddianamesi davadan hemen önce kuş olup uçmuş…

Ergenekoncuların bilgisayarına konmuştur.

***

Ulusalcı-Darbeci Ergenekon takımı kapatma davası açılacağını elbette biliyordu…

İşte buraya yazıyorum…

Davadan “Cumhuriyet Halk Seçmesin Partisi” yönetimi de haberdar edilmişti…

Hürriyet gazetesi de…

Cumhuriyet'in patronu İlhan Selçuk'un iddianameden haberdar edilmemesi eşyanın tabiatına aykırı düşerdi…

Ne demişler?

Kambersiz düğün olmaz!

İlhan Bey, istediği kadar inkar etsin…

“İddianame eksenli kumpas” ortada…

***

Star'ın dünkü sürmanşetinde yer alan haberde sarsıcı bir telefon konuşmasından söz ediliyor…

İlhan Selçuk, polisin teknik takibine takılan bir telefon konuşmasında muhatabına şöyle diyor:

“Şu ana kadar Türkiye'de ekonomik kriz çıkmadı. Davayı açtırıyoruz. Kapatma davasından sonra mutlaka kriz çıkar. AKP'den kurtulmak lazım…”

Bir başka telefon görüşmesinde ise Selçuk'un kapatma davasının ardından yapılması gerekenlerle ilgili talimat verir şekilde konuştuğu saptanmış…

Haberdar edilmek, ne kelime…

İlhan Bey kapatma davasının fikir babası gibi duruyor!

Sütununda “Bu gidişle bir şeyler olacak” diye…

Parola verir gibi yazması boşuna değilmiş…

***

Serbest bırakılmış olması, Cumhuriyet'in patronu hakkında şu ana kadar oluşan çok ciddi kuşkuları ortadan kaldırmıyor…

“Ergenekon'a üye olmaksızın örgüt adına vazife yüklenmek”le suçlanan İlhan Selçuk, tutuksuz yargılanacak…

Cumhuriyet gazetesine atılan bombalar Ergenekon çetesine ait Ümraniye cephaneliğinden çıkan bombalarla tek yumurta ikizi idi…

Bombalar, Ordu malıydı…

Hal böyleyken…

İlhan Bey, gazetesinin bombalanması olayının üzerine ısrarla gitmedi…

Bugüne kadar Ergenekon çetesi aleyhine tek sözcük sarf etmedi!

Hürriyet'in kaptan köşkünde oturan ve geçen hafta Ergenekon'u dolaylı olarak savunan zat-ı şahane:

“Ya İlhan Selçuk konuşursa, işte köşem beni yargılayın derse, ne diyeceksiniz?” babalanmasıyla Cumhuriyet patronuna arka çıkıyor, ya…

İlhan Bey, elbette konuşmalıdır:

Cumhuriyet'in bombalanması eyleminin üzerine gitmekten bunca zamandır neden kaçtıklarını mutlaka izah etmek zorundadır!

İşin sırrı burada saklı, çünkü…

Ergenekon Savcısından Bir Adım Daha
17 Nisan 2008 12:23

Ergenekon Savcısı tüm baskılara rağmen yılmıyor. Bu kez bir adım daha ileri gidip. 2 emniyet müdürü, 2 subay ve 2 astsubayın karıştığı dosyayı istedi...

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, “Ergenekon” soruşturması kapsamında, “Atabeyler Grubu” dava dosyasını istedi.

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi de Ergenekon soruşturma dosyasında bulunan bu dava ile irtibatlı olay ve eylemler var ise buna ilişkin onaylı belge suretlerinin istenmesine karar verdi. Mahkeme, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından gelecek yanıt değerlendirildikten sonra bu dava dosyasının gönderilip gönderilmeyeceğine karar verecek.

“Atabeyler Grubu”na yönelik açılan ve 2 emniyet müdürü, 2 subay ve 2 astsubayın da aralarında bulunduğu 10 sanığın yargılandığı davanın görülmesine Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edildi. Duruşmaya, sanıklardan Murat Eren, Yasin Yaman ve İsmail Binici ile avukatları katıldı.

Cumhuriyet Savcısı Kubilay Taştan, soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin bulunduğunu belirterek, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının, “Ergenekon soruşturması” kapsamında “Atabeyler Grubu” davasının dosyasını istediğini bildirdi. Taştan, Ergenekon soruşturması dosyasının, “Atabeyler Grubu” dosyası ile irtibatlı olduğu değerlendirilen belgelerinin onaylı birer suretinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından istenmesine karar verilmesini talep etti.

Sanık ve avukatları ise talebin reddedilmesini ve başka bir araştırmaya lüzum kalmaksızın karar verilmesini istediler.
Mahkeme Heyeti Başkanı Hasan Şatır, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılarak, “Ergenekon soruşturması” kapsamında, “Atabeyler Grubu” davası ile irtibatlı olduğu değerlendirilebilecek olay ve eylemler var ise buna ilişkin onaylı belge suretlerinin istenmesine ve gelecek cevaba göre bu dava dosyasının gönderilip gönderilmeyeceğinin değerlendirilmesine karar verildiğini açıklayarak, duruşmanın ertelendiğini bildirdi.

ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAA

Dava ile ilgili daha önce açıklanan esas hakkındaki mütalaada, sanıkların eylemlerinin “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” suçunu oluşturmadığı ifade edilerek, sanıklar Yunis Akkaya, Murat Eren, Yasin Yaman, Yakup Yayla, Erkut Taş, Suat Kıy, İsmail Binici, Mehmet Karatepe, Cemal Hasan Özdeş ve Mustafa Raşit Çavdar'ın, üzerlerine atılı “Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin görevlerini kısmen veya tamamen engellemeye kalkışmak amacıyla anlaşmak” suçundan delil yetersizliği nedeniyle beraatlarına karar verilmesi istenmişti.

Sanıklar, Murat Eren, Yunis Akkaya, Erkut Taş ve Yasin Yaman'ın, “patlayıcı madde bulundurmak” suçlarından 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 174/1. maddesi uyarınca 3'er yıldan 8'er yıla kadar hapisle cezalandırılması talep edilen mütalaada, Yunis Akkaya ve Erkut Taş'ın ayrıca “ruhsatsız tabanca bulundurmak ve satmak” suçlarından 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkındaki Kanun'un 13/1. maddesi uyarınca 1'er yıldan 3'er yıla kadar hapisle cezalandırılması talep edilmişti.

İDDİANAMEDE TALEP EDİLEN CEZALAR

Davanın iddianamesinde ise sanıklar Murat Eren, Yakup Yayla, Erkut Taş ve Yasin Yaman ile iş adamı Yunis Akkaya'nın “Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçunu işlemek için anlaşma” suçuna uyan TCK'nın 316/1 ve “izinsiz patlayıcı bulundurmak ve nakletmek” suçunu düzenleyen 174/1-2 maddelerinden 7 yıl 6'şar aydan 24'er yıla kadar hapisleri talep ediliyor.

Yunis Akkaya ve Erkut Taş hakkında ayrıca “ruhsatsız silah bulundurma” ve “silah alım satımına aracılık etme” suçundan 1'er yıldan 3'er yıla kadar hapis cezası isteniyor.
Sanık emniyet müdürleri Mustafa Raşit Çavdar ve Cemal Hasan Özdeş, iş adamları İsmail Binici ve Mehmet Karatepe hakkında TCK'nın 316/1. maddesi uyarınca 3'er yıldan 12'şer yıla kadar hapisleri istenen iddianamede, iş adamı Suat Kıy'ın da “oluşuma yardım” suçundan 1.5 yıl ile 6 yıl arasında değişen hapis cezasına çarptırılması talep ediliyor.
aktifhaber


YARSAV
24 Mart 2008 10:17
Yargıtay Başsavcısı'nın açtığı kapatma davasını en katı biçimde savunanlardan YARSAV'la ilgili Ergenekon Operasyonu'nda şok bağlantı ortaya çıktı.

AKP Hakkındaki iddianamenin Abdullah Gül'le ilgili kısmı İşçi Partisi'nde bulunmuştu.
İddianamenin Gül'le ilgili kısmının İşçi Partisi dışında YARSAV (Yargıçlar ve savcılar birliği) Başkanı Ömer Faruk Eminaoğlu'nun da önceden aldığı soruşturmada tespit edildi.

YARSAV AKP'ye kapatma davasıyla ilgili Başsavcı Yalçınkaya'yı koyu biçimde savunmasıyla tanınıyor.

YARSAV KAPATMA DAVASIYLA İLGİLİ NE DEMİŞTİ?
"Cumhuriyetin hukukunu korumakla görevli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, bu hukuka karşı; "sözleriyle, eylem ve işlemleriyle adım adım yok etmeye çalışan gerici bir gayretin, vazgeçilen şeriatın yeniden tesisine yönelik bir kalkışmanın var olduğu ileri sürülerek", kamu adına düzenlenen bir iddianameyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurulduğuna dikkat çeken YARSAV, "İşi sav olan savcılık makamınca bunun ileri sürülemeyeceğine dair ulu orta yapılan beyanatlar, eleştiri sınırlarını aşarak, yargıya yönelik saldırı ve hedef gösterme niteliğini almıştır." açıklamasında bulunmuştu.

SAVCIYA ELEŞTİRİLERE SALDIRI DEMİŞTİ
Yargının, sadece hukuk çerçevesinde bir karar vereceğinin altını çizen YARSAV, "Açılmış bir davada verilecek kararın ne olacağı konusunda, yorum, tavsiye, telkin ve yayında bulunulmamalıdır. Sorumluluk mevkiindeki bazı kişilerin 'yargıya sızıldığı, ölümün gerçek olduğu, garabet işler yapıldığı' gibi saymakla bitmeyecek söylemleri, savunmanın da kurallarını aşan saldırı niteliğindedir" değerlendirmesinde bulundu.

İktidarda olan bir partiye karşı açılan davada başlayan yargı sürecinde, kanıtları tartışacak, hukuka uygunluğunu denetleyecek ve kararı verecek olan, dava ile görevli yargı organı olduğunu belirten YARSAV, şöyle devam etti: "Görülmekte olan bir davada mahkemenin ne karar vereceği veya vermesi gerektiği hususunda akıl yürütmek ve yol göstermek Anayasa uyarınca, haddimize değildir, ancak kimsenin de haddine değildir. Yasama ve yürütme organı ve mensuplarının Anayasal buyruk uyarınca, tavsiye ve telkinde bulunamayacakları gibi görüşme bile yapamayacakları bir dava hakkında, bu davaya müdahale niteliğinde yasama işlemlerinin telaffuz edilmesi, davanın davalısı tarafından karara bağlanması yani yargıya bırakılmaması anlamındadır. Bu durum erkler ayrılığına ve hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Yargı mensupları, hukukun üstünlüğü için görev yapmaktadırlar. Hiçbir güç onları görevlerini yapmaktan alıkoyamayacaktır. Hukukun üstünlüğü dışında hiçbir etken yargıya yol gösteremeyecektir. Herkes, başlayan yargı sürecinin kuralları içerisinde kalarak hareket etmelidir."
aktifhaber


En son admin tarafından Prş Tem 31, 2008 11:33 pm tarihinde değiştirildi, toplam 6 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Mar 29, 2008 7:56 pm    Mesaj konusu: ERGENEKON Alıntıyla Cevap Gönder

Ergenekon ve ömrümüz
Ece TEMELKURAN
23 Temmuz 2008 08:14

Milliyet Sokakta karşılaştık. Nasılsın’lı, valla ne olsun işte’li, valla işte sorma bizden de öyle’li, sorma hak’aten Ergenekon mergenekon’lu, ya ya sorma’lı konuşurken konuşurken...



Yuvarlandık bir konuşmanın içine.

Dikkat ediyorum kaçtır, insanlarla konuşacağımız konuları seçemiyoruz, onların içine yuvarlanıyoruz. Neyse uzatmayayım, sokakta karşılaştık ve yuvarlanıp düştük Ergenekon kuyusunun içine. Eskilerden bir kadın. Benim yaşlarımdayken gazetecilikte parlak bir yıldızken...

‘’... sonra işte 12 Eylül oldu. Yazdıklarımız yayımlanmadı, memleket altüst oldu vesaire. Krizler, krizler, krizler... Bu memleketin normali budur. Ergenekon geçer başka bir şey başlar, o biter başkası... Derken böyle işte ömür geçer.’’

Dalga sörfü gazeteciliği

Ömür geçer... Böyle geçiyor demek ki:
Krizlerden kuleler yaparak. Yeni bir kriz dalgasıyla devrilecek yazı kariyerleri kurarak. Dalga sörfçüleri gibi fırtınalara muhtaç, rüzgâr arayarak, dalga kollayarak...
Bu aceleyi anlamıyorum. Bu kriz gazeteciliğini de. Bağrış çağrış bir ilkellik.
Bilgi henüz gelmeden en iyi ahkâmı kim kesecek müsabakasını, en ağır abiyi kim oynarsa diğer yazar çizer tayfasını o kündeye getirir hırsını, Türkiye basınında kurumsallaşmış olan bu ruhsal bozuklukları anlamıyorum, dahil olmak da istemiyorum.
Ergenekon hadisesinde de başından beri, performans anksiyetesiyle malul bu yazarlık prim yaptı. Bazıları bu gazeteciliği seviyor, belli ki heyecanlı buluyor. Kişilik ispatı ve heyecan ihtiyaçlarını memleketin kaderiyle ilgili meselelerde giderenleri çok tehlikeli buluyorum.
Oysa şu anda hepimizin kafası karışık olmalı. Niye kimilerimiz geceleri hakikatler kendilerine malum oluyormuş gibi yazılar yazıyorlar? Niye bildikleri, anladıkları bir şey varmış gibi yapıyorlar? Niye yalan söylüyorlar? Ekmek parası için mi?
Oysa sadece soru sorulabilir bugün. Şöyle ki...
‘Kurşun atan da, yiyen de...’ laflarıyla bu memleketin çocuklarının kalbini söküp yerine toprak dolduranlar, ‘Ergenekoncuların başkanı’ olarak yargılanması gerekirken bilakis bu operasyonu övüyorsa temel bir mantık hatasıyla malul değil midir bu hadise?

ERGEN-ekon!

Kendini sol ve demokrat diye tarif eden kimilerinin operasyondan dolayı bu denli coşması da var. Bir kuşağın verdiği sağlıksız psikolojik bir tepki. Hiç beklenmedik insanların, yakın dostlarımın ‘Tereddütsüz hükümetin yanındayım’ demeleri, bazı eski solcu abilerin ‘Bizim arkadaşlarımızı alırlarken iyi miydiii? Şimdi sıra onlarda’ hıncıyla meselenin hakikatini göremez hale gelmeleri, bunlar hep entelektüel sağlığımızı yitirdiğimizin göstergesi.
Böyle bir sohbette, onu pek sevindiren Ergenekon’un ılımlı İslamın derin devleti ele geçirme operasyonu olma ihtimalini kabul eden eski solcu bir abiye şunu sordum:
‘Peki, yeni derin devlet bunlar olursa ne yapacağız?’
Cevap verdi:
‘İslamcılarla sonra boğuşuruz!’
Ben de sordum haklı olarak:
‘Peki o zaman arkanda bilinçli Türkiye proletaryası mı olacak?’
Öte yandan ‘Ah biz istemez miyiz ciddi bir soruşturma olsun’ numarasıyla derin devleti sorgulama ihtimali olan bir operasyonu, tamamen sorgulanamaz askeri devlet geleneğine sahip çıkmak adına sulandıranlar da en az Ergenekon Demokratları kadar zavallı.
Yani ben bunu görüyorum Ergenekon etrafında:
Zavallı ergen oğlanların bilgi edinmeden yaptıkları zavallı bir kayıkçı kavgası!
Ve ömür geçiyor böyle.

ecetem@hotmail.com


Şamil Tayyar'ın Kasasındaki Gizli Belge

Fatma Sibel Yüksek - Açık İstihbarat
05.04.2008

Şamil Tayyar, Ankara manzaralı görkemli odasındaki masadan ağır ağır kalktı...
Kilitli dolaplardan birinin kapağını üzerindeki anahtarla yine ağır ağır açtı. İçinden bir dosya çıkardı ve önüme koydu...
Dosyanın üzerinde, "Yeni Milis- Behiç Gürcihan" yazıyordu..
Sonra, kendinden emin bir şekilde masasına tekrar oturdu ve tepkilerimi izlemeye başladı.. Önüme attığı belgenin çok önemli ve çok gizli olduğunu düşündüğü ve bu durumdan bir hayli keyif aldığı anlaşılıyordu...
Sesim titreyerek ve benzim külbeyaz olarak:
"Fakat...Fakat bu nasıl olur! Nereden aldın bunu? İnanılmaz bir şey.."
DEMEDİM...
Ama şöyle dedim: "Eee? Ne var bunda?"
"Sizin sitenin"

dedi Şamil Tayyar,

"sahibi Behiç Gürcihan yazmış bunu..."
"E biliyorum..İnternette var. Açık İstihbarat'ın sol köşesinde de 2004 yılından beri öylece durup duruyor..."
Biraz bozulur gibi oldu...
Raporun üzerindeki "gizemli hava" bir anda yerle bir olmuştu...
"Yeni değil diyorsun yani?"
"Yahu ne yenisi? Yaz google'a 'Behiç Gürcihan- Yeni milis" diye hepsi önüne çıksın...Eee? ne var ki raporda? Ulusal güçlerin yasal ve meşru zeminlerde hareket etmeleri gerektiğini anlatıyor. SESAR'da başkan yardımcısıyken yazdı bu raporu. O günden beri de internet ortamında kendi imzasıyla bir sürü yerde yayınlandı!"
Konuyu biraz değiştirmek ister gibi oldu Şamil arkadaşımız:
" Nasıl birisi bu Behiç Gürcihan? Genç mi, yaşlı mı? Babasının general olduğu doğru mu?"
"Genç, genç..Sen de otuz, ben diyeyim otuz beş...Babasının general olmasında da sır bir durum yok ki. Hem bu 'birinci derece akrabalık' niye durmadan gündeme getiriliyor ki? Baba-oğulun birbirlerini inkâr ettikleri falan mı var? "
Sessizlik...
Derken,ben sordum:

"Yahu yazmayı falan mı düşünüyorsun yoksa sen bunu 'şok belge!" falan diyerek?"
Şamil'den şöyle bir nidâ çıktı:

" Yoooaaaaee..."
("Hayır" demek istedi diye düşünüyorum)

Ama, "günü geldiğinde" "bomba gibi patlatmak!" düşünülen bu "gizli belge" belli ki bir anda balon gibi sönmüştü...
Konuyu şöyle kapattım:

"Valla bunu bir 'örgüt belgesi' falan diye yazmaya kalkışanla çok fenâ dalga geçerim... gazetecilik kariyerini sarsarım. Eğlenirim, gülerim... Kalemime dolayıp maymun ederim(!)"
..........
Bu konuşma ,Şamil Tayyar ile aramızda 2007 yılının Ağustos ayında, Star gazetesinin Ankara bürosunda kendi odasında geçti.

Star'dan yargı yoluyla geri aldığım özlük haklarımı konuşmak üzere gitmiştim ziyaretine. "Belgeyi" kendisi getirince konu o şekilde açıldı...
İki meslektaş arasında o an için 'samimi' şartlarda gerçekleşen özel bir konuşmayı aktarmak istemezdim...

Ancak, yılan hikayesine dönen "Ergenekon soruşturması" nda iktidar yanlısı medya, artık o kadar etik,mantık, meslek ve vicdan sınırları dışına çıktı ki, bizim için de tarihe doğrulardan ve vicdanlarından yana not düşenlerin safından gerekli cevabı vermek elzem oldu.
Bir kere şunu söylemek zorundayım:

Hasan Cemal, Yasemin Çongar, Şamil Tayyar vs. gibi "büyük medyanın" tezgahından geçmiş, dolayısıyla gazeteciliğin kurallarını bilen, ancak misyonları gereği bunları çarpıtmak ve çiğnemek durumunda olan meslektaşlarımız bir yana;
özellikle "'islamcı medyada" yetişmiş Fehmi Koru, Mustafa Karaalioğlu, Ekrem Dumanlı gibi isimlerin gazeteçilik mesleği ile hiç bir ilgileri yoktur.

İkisiyle çok yakın çalıştım.

Bakınız, meslek kariyerlerinde bir tane ses getirmiş, gündem yaratmış haberleri yoktur. O cenahta 'muhabirlik' aşağlanan bir şey olduğu için, 'basamakları çıkarak' gelmezler. Atanırlar.

Makam, mevki ve parayı pek severler. Tek görevleri "abilerin" emirlerine itaat etmek, iyi elbiseler giymek, bir şeyler biliyor gibi görünmektir. Ömürleri 'üst sınıflarda yer almak" özlemiyle geçmiştir. Hayatlarının volesini AKP'nin 'bir biçimde' iktidara gelmesiyle vurdular.

Çıkar çevreleri bu tiplere AKP iktidarının yüzü suyu hürmetine 'gazeteci muamelesi' yapmaya başladı. Onlar da bu durumu gerçek zannedip tabiri caizse bir hayli azdılar. Bu kesimin 'muhabir sınıfından' söz bile etmeyelim, çünkü üzülürüz..Tam bir perişanlık, eğitimsizlik, asosyallik söz konusudur. Uydurukçuluk ve komplo teorileri fena halde kutsanır...
Konumuza dönersek...

İktidar yanlısı basın, Ergenekon meselesinde öyle bir histerinin içine kendisini kaptırmıştır ki, bu durumun hem soruşturmayı yürüten savcının , hem de operasyonlara imza atan güvenlik güçlerinin itibarını zedelediğini düşünüyorum:

Örneğin, geçenlerde Star gazetesinde

"Terörcülerin hepsi eğitimli, genç çocuklar"

diye bir haber yayımlandı. Emniyetin özel bir kanadına güzelleme düzelim derken, mübalağa sanatında ölçüyü öyle kaçırdılar ki..

Bu haberin ileride basın müzesinde yer bulacağını düşünüyorum,Ben sözü uzatmayayım, siz haberi Star gazetesinin internet arşivinde bulup okuyun..
Derken,
Fethullah Gülen cemaatının haftalık "haber" dergisi Aksiyon'un 31 Mart 2008 tarihli sayısında "Derin Sol Tertip" başlıklı bir 'dosya haber' yayınlandı ki aman Allah!
Mesela, "Ergenekon örgütü mensupları,

'kendi inisiyatifleri ile birbirinden habersiz hareket etme serbestisine sahip bağımsız yüzlerce birimden oluşuyormuş!"

Diyelim ki ben televizyonlardan

"Tandoğan'da cumhuriyete sahip çıkalım mitingi var, tüm vatandaşlarımızı bekliyoruz"

diye bir çağrı duyup bayrağımı, şapkamı aldım, belediye otobüsüme bindim ve miting alanına gittim...
"Kendi inisiyatifi ile hareket eden bir örgüt mensubu" olmuş oluyorum!
Peki haberdeki şu bölüme ne dersiniz?

"Güvenlik güçlerinin sermaye milisleri konusunda ise iki cevabı var. Yerli tahsilât yapanlar (mafya ve çete yapılanmalarını kullananlar) ve dış kaynak temin edenler. Güç birliği, yani Vatansever Kuvvetler Güç Birliği (VKGB) versiyonu yapılanmaların devrinin kapandığını düşünen bu 'derin sol' zihniyet, bunun yerine Vatansever Kuvvetler Güç Ağı (VKGA) aşamasında mücadeleyi öneriyor.

"Psikolojik harekâtla profili düşürülemeyecek isimsiz, cisimsiz, parametrik iletişim ve hareket protokollerine göre, merkezi direktif ve koordinasyon olmadan hareket edecek yapılanmalar acilen oluşturulmalı." deniliyor.

Milislerin banka "hack" edecek kadar bilgili, infaz yapacak kadar soğukkanlı bir 'Can Polat' tiplemesi mantığıyla yetiştirilmesini salık veriyor. Ergenekon'dan başlamak üzere çete ve derin devlet unsurlarına operasyon yapan istihbarat birimleri, şimdilerde sessiz sedasız isimsiz-cisimsiz kurulan hemşehri ve spor dernekleri ile sivil toplum adıyla gerçek hayatta ve sanal âlemde oluşturulan grup, dernek ve oluşumları da yakından izliyor. Yani yeni stratejinin derinliği takip altında."


Yani, evinizden çıkmayıp hiç bir şey yapmasanız bile, örgütün "isimsiz-cisimsiz parametrik hareket unsurlarına" dahil edilebilirsiniz...

Veya, atıyorum "Artvinliler Derneği'ne" üyesiniz, al sana örgütün "hemşehrilik hücresine mensup olmak!"
Hele, "Bari spor yapayım,biraz stres atarım" diyecek olursanız hepten gittiniz!

Zaman veya Taraf gazetesine "Ergenekon'da gerilla eğitimi" diye manşet olma gününüz gelmiş demektir!
Peki ne yapacağız? Akrabalık ilişkileri bile sakat...

Bu da "Faaliyetlerin üstünü örtmek için 'aile görüntüsü' yaratmak" suçuna girer...

Hayvanseverlerin arasına karışıp barınaklara destek olayım deseniz, "Toplumdaki yeni eğilimlere sızmak- Ergenekon'un çevreci kolunda görev almak"tan gittiniz!
Hani herkes 'kendi inisiyatifi ile birbirinden bağımsız olarak hareket etme' yetkisine sahip ya(!)
Gelelim, bu yazının da esas konusu olan "Yeni Milis Raporu"nun yazarına..
Aksiyon,şöyle buyurmuş:
"Örneğin bu raporu yazan şahıs hâlâ hukukî anlamda hakkında işlem başlamayan, deşifre olmayan sol kanattan!"
Behiç Gürcihan, "O raporu yazan benim" diye çırpınıyor; rapor 4 yıldır Açık İstihbarat sitesinin sayfalarında duruyor ama hayır, duyan yok!
Niye?
Çünkü,çektikleri malzeme sıkıntısını edebi üsluplar ve uydurukçuluk tarihine geçecek haberlerle kapatmaya çalışan bu arkadaşlar, yayın yasağına çifte atmaya devam edecekler ve bir süre sonra da şöyle bir haber yapacaklar:
"Flaş! Yeni Milis'in yazarının generalin oğlu Behiç Gürcihan olduğu ortaya çıktı! Emniyet güçleri, bu önemli isme uzun bir teknik takipten sonra ulaştı. Yeni Milis'in deşifre edilmesiyle birlikte Ergenekon çorap söküğü gibi çözülmeye başladı!"
Tabii bu arada iddianame falan hâlâ ortada olmayacak..
Nasıl Doğu Perinçek yıllardır basın toplantılarında antattıkları ve Aydınlık gazetesinde yayınladığı belgelerden dolayı bugün "yakalanıp" ceza evine konulduysa...

Nasıl Kemal Kerinçsiz müvekkillerinin tutukluk hallerine itiraz ederken kaleme aldığı dava dilekçelerindeki argümanlardan dolayı "örgüt yöneticisi" olarak tutuklandıysa...

üstelik Daniştay'ın avukatların kovuşturması ile ilgili yönetmeliği pervasızca çiğnendiyse...
Beyler...


Kendinizi kaptırdığınız histeri ve linç duygusu sizi itibarsızlığın uçurumuna sürükleyecek diye bir his var içimde.

Kesinlikle, 'politik' ve 'yasal takibata meydan vermemek' uyanıklığı ile konuşuyor değilim.

Ergenekon savcısı Sayın Zekeriya Öz hakkındaki samimi düşüncem şudur:

Sayın Öz, bir cumhuriyet savcısıdır. Kendisi, görevini bağımsız bir şekilde yürütebilmesi için özellikle cemaat ve AKP medyası tarafından rahat bırakılmalıdır. Üstlendiği soruşturmanın başarıyla sonuçlanması kendisinin hem mesleki kariyeri, hem de görevi bakımından önemlidir.

Devletin içine sızmış bir örgüt varsa, bunun ortaya çıkarılmasından vatandaş olarak biz de memnuniyet duyarız. Hiç değilse herkes 'potansiyel zanlı' olmaktan kurtulmuş olur...

Ama sizin bu üslubunuz, bu meslek katliniz ve bu kininiz yüzünden bu davanın 'objektif bir mecrada" sürmesine artık imkan kalmamıştır...


Bu malzemeden sizin istediğiniz yemek çıkmaz. Çünkü neredeyse, aidat yüzünden tartıştığınız apartman yöneticisini bile Ergenekon şemasına dahil edeceksiniz..


Yeter yahu! Sayenizde Ergenekon soruşturması Mehmet Ali Erbil'in bile diline düştü!

Ekrem Dumanlı, Ahmet Altan ve Mustafa Karaalioğlu artık sakinleşmelidirler. Tatile falan çıksınlar, böyle yayıncılık olmaz...



Hem kendinize de acıyın biraz.

Yarın öbür gün bakarsınız ortada AKP iktidarı falan kalmaz; basında hiç değilse dağıtım şirketlerinde falan ekmeğinizi kazanırsınız..

Ya da azın ki cehennemi hakedesiniz!

Daha ne diyelim....

www.acikistihbarat.com

Ahmet TAŞGETİREN
Rol kaymaları
05 Temmuz 2008
Bugün

Yıl 1990. İtalya'da Gladio soruşturmaları yürütülüyor. Tam bu sırada Türkiye'de bir milletvekili, 29 arkadaşı ile birlikte Meclis'e bir önerge veriyor ve Türkiye'deki kontr-gerilla iddialarının soruşturulması için komisyon kurulmasını istiyor.

Önerge müthiş, okuyalım: "Son 30 yılda üç askeri müdahale yaşayan, terör olayları ile istikrarsızlığa sürüklenen ülkemizde, geçmişin karanlığını aydınlatma, demokrasimizin geleceği açısından kaçınılmaz bir görevdir. Olayın ciddiyeti, konuya Meclis'in el koymasını gerekli kılmaktadır.

Bu amaçla kurulacak araştırma komisyonu, Özel Harp Dairesi'nin formel biçimini, geçmiş faaliyetlerini incelemeli, kontr-gerilla örgütü tartışmalarına açıklık getirmeli, ilgili herkesin bilgisine başvurarak, gerekli bütün belgeleri ve gizli arşiv bilgilerini araştırmalıdır.

TBMM egemenliğin halkımıza ait olduğunu, demokrasinin işlerliğini, açıklığın demokrasimiz için yegane yol olduğunu ortaya koymalıdır." Kim, bu müthiş demokratik ifadeler ihtiva eden önergenin sahibi? Hayır, Ufuk Uras değil. Ona destek veren DTP'lilerden herhangi birisi de değil. Bu önergenin altındaki imza, dönemin SHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal. Dünkü yazımın sonunda Baykal'a Ecevit'in kontr-gerilla konusundaki duyarlılığını hatırlatmıştım. Yukarıdaki bilgiye sahip değildim.

Bu bilgi, dünkü Zaman gazetesinde Ömer Şahin imzasıyla manşetten yer aldı. Zaman'ı ve Ömer Şahin'i kutluyorum. Tabii bize, o zaman "TBMM egemenliğin halkımıza ait olduğunu, demokrasinin işlerliğini, açıklığın demokrasimiz için yegane yol olduğunu ortaya koymalıdır" diyen Baykal'ın bugün tam da kontr-gerillanın benzeri, uzantısı, yol arkadaşı, türevi vs...

Ne derseniz deyin, bir olgunun, yargı alanına çekilmesi karşısında üstlendiği roldeki acayipliğe ya da tam anlamıyla rol kaymasına şaşırmak düşüyor? Ne oldu Sayın Baykal'a ki, bugün egemenliğin kime ait olduğunu unutma rollerine soyunuyor? Aslında rol kayması onunla sınırlı değil. Türkiye'de derinlerde bir veya daha çok sakat oluşum bulunduğunu bilmeyen yok ama iş, Ak Parti iktidarı dönemine rast gelince ve bir yandan Ak Parti'yi devirme operasyonu devreye girince kafalar karışıyor. Baykal ne umar bu derinliklerden anlaşılamıyor?

Şu anda Baykal'ın sergilediği imaj, kendisi farkında mı bilinmez ama bir boyutunda darbeleri içeren ve kimsenin tamı tamına çerçeveleyemediği bir yapıya kol kanat germekten ibaret. Baykal ve partisi bu oluşumun Cumhuriyet mitinglerine eklemlendi. Tuncay Özkan'a eklemlendi.

Ama o iş Cumhuriyet mitinglerinden ibaret değildi. O işin Cumhuriyet mitinglerinden ibaret olmadığını görmesi için, "iktidar yandaşı" medyanın değil, "Baykal yandaşı" medyanın tanıklığı vardı. Radikal Gazetesi'nin genel yayın yönetmeni İsmet Berkan, beni çok şaşırtacak biçimde, 7 gün süren yazı dizisinde Ergenekon'un hemen bütün serencamını ortaya koydu.

Yine Radikal'in Ankara temsilcisi Murat Yetkin bile, Eruygur'un bir generalden öte işler içinde olduğunu, o generalin Genelkurmay Başkanı'nı yargılayan tavırlar içinde olduğunu görmekteydi. Aslında bir ana muhalefet liderinin, gözlerini hepten kapamaması ya da bu gelişmelerle kendi siyasi ikbali arasında bağlantılar kurmaması halinde, bunları görmemesi ihtimali de yoktu.

Kaldı ki Murat Yetkin ve Fikret Bila'nın, CNN Türk'te sık sık yaptıkları Ankara kulislerinin birinde sayın Baykal'a bu işlerin nereye doğru gittiğini söylemeleri mümkündü. Ama olmadı. Baykal, 28 Şubat'ı, TSK'nın en büyük sivil eylemi gibi görmüştü. Anlaşılan, Ergenekon işi de onun zihninde 18 yıl içinde Cumhuriyet mitingleri ve Tuncay Özkan'ın Kanaltürk'ü ile sınırlı bir basit eylemler yumağına dönüşmüştü.

İş yargı safhasında. Baykal rahatsız. Baykal kükrüyor. Dur bir, bekle, iddianame açıklansın, belgeler ortaya çıksın. Evet, her suçlanan suçlu olmayabilir. Nice idam zanlıları ipten dönmüştür. Savcı iddia eder, delillerini ortaya koyar, davalılar kendilerini savunur ve gerçek ortaya çıkar. Ya ortaya konacak belgelerde kimsenin inkar edemeyeceği gerçekler ortaya çıkarsa...

Yani Sayın Baykal, bugünkü duruşu ile mahkeme sonucuna etki yapmayı mı hesaplıyor? Belgeler mi değişecek Sayın Baykal'ın öfkesine bakarak? Yoksa, başka gözaltı ihtimalleri var da, onların davaya dahil edilmesinin önü mü kesilmek isteniyor? Bu dava, bir "örgüt" ve "eylem" davası. Somutlaşmak zorunda. Ak Parti davası gibi, "şunu söyledin, bundan şu çıkar" gibi bir söylemin yorumlanması işi değil.

Onun için, bu davada kimseyi peşinen suçlamak doğru olmadığı gibi, sanıklara angaje olmak, çok riskli. Dünkü yazımda da söyledim: Asker işi hukuka bırakmış durumda. Diğer muhalefet partileri "gerilim"den şikayet dışında davaya taraf olmuyor.

Bir tek CHP lideri Baykal farklı. İnsan, acaba bu durum, hani şu meşhur "artı"lar hesabı ile mi ilgili diye sormaktan kendisini alamıyor. Bir siyasetçi demokrasi içinde kalmaya özen göstermeli. Ondan ötesinin tamamı bana göre rol kaymasından ibaret.

Mihri Belli: Ergenekon operasyonun ABD merkezli
5 Temmuz 2008

TÜRKİYE’de komünist hareketin önemli isimlerinden olan 92 yaşındaki Mihri Belli, Bodrum'daki evinde, merdivenlerden düşerek sağ ayağını iki yerden kırdı.

Devlet Hastanesi'nde tedavi altına alınan Belli'li Bodrumlu komünistler hastanede ziyaret etti. Belli, Ergenekon operasyonun ABD merkezli olduğunu ve derin devleti çözmek amacı bulunmadığını iddia etti. Belli, “Operasyon tamamen ABD merkezli bir operasyondur. Amaç kesinlikle derin devleti çözmek değildir. Operasyonda alınan kişiler arasında gerici unsurlar da vardır. AKP’nin muhalefeti tasfiye hareketidir. Belli bir süre içinde gerici unsurlarla AKP’nin anlaşması yüksek ihtimaldir” dedi.

Bodrum’daki evinde merdivenlerden düşerek sağ ayağı iki yerinden kırılan Mihri Belli’yi, Bodrum Türkiye Komünist Partisi (TKP) ve Yurtsever Cephe üyeleri tedavi gördüğü Bodrum Devlet Hastanesi’nde ziyaret ederek geçmiş olsun dileğinde bulundu. Bodrum TKP Başkanı Ahmet Aksüt, Muğla TKP Başkanı İskender Doğer ve Yurtsever Cephe Bodrum Sözcüsü Ayhan Karahan'ı karşısında gören Belli çok mutlu olduğunu söyledi. Ziyaretçileri Mihri Belli ve eşi Sevim Belli’ye çiçek verdi.

Mihri Belli, Ergenekon operasyonu konusunda “Operasyon tamamen ABD merkezli bir operasyondur. Amaç kesinlikle derin devleti çözmek değildir. Operasyonda alınan kişiler arasında gerici unsurlar da vardır. AKP’nin muhalefeti tasfiye hareketidir. Belli bir süre içinde gerici unsurlarla AKP’nin anlaşması yüksek ihtimaldir” dedi.

Hürriyet

Deniz Baykal'ın 6. dalga sıkıntısı
05 Temmuz 2008

CHP lideri Baykal, 6. dalga diye nitelendirilen son Ergenekon operasyonu için ortaya koyduğu tepki ile büyük şaşkınlık yarattı. Baykal'ın son gözaltılardaki aşırı gerginliği niçin?
CHP lideri Baykal, 6. dalga diye nitelendirilen son Ergenekon operasyonu için ortaya koyduğu tepki ile büyük şaşkınlık yarattı. Baykal'ın son gözaltılardaki aşırı gerginliği, Turan Çömez görüşmesinden Eruygur mitinglerine kadar bir dizi ilişkiye bağlanıyor.

CHP lideri Deniz Baykal, Ergenekon terör örgütüne yönelik 6. dalga operasyondan sonra herkesi hayrete düşürecek söylemlerde bulunmaya başladı. Bu operasyon kapsamında daha önce çeşitli operasyonlar yapıldı, yüzlerce kişi sorgulandı, 49 kişi tututlandı. Anacak Baykal, son operasyondan sonra inanılmaz tepkiler verdi, destek turlarına çıktı, sert açıklamar yaptı, soruşturmayı yürüten savcı hakkında ağır ithamlarda bulundu.

ENDİŞENİN KAYANAĞI NE

Baykal'ın, telaşlanması ise Turan Çömez'le yaptığı görüşmler ve Şener Eruygur'a mitinglerde verdiği destek ile Hurşit Tolon'un gözaltına alınmadan önce CHP'li Şahin Mengü'yü aramasına bağlandı. Baykal'ın son operasyonda gözaltına alınan kişilerle iyi ilişki içinde olduğu biliniyor. AKP'den ihraç edilen eski milletvekili Turan Çömez'in CHP lideri Deniz Baykal ile görüşmesi siyaset kulislerinde merak uyandırmıştı. Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'le yemek yedikten bir kaç gün sonra Baykal'la buluşan Çömez, bu görüşmenin nedenini “Baykal'a Ortadoğu politikaları ve özellikle Latin Amerika solu ile ilgili analizler ve değerlendirmeler sunmak” olarak açıklamıştı.

Baykal, darbe hazırlığı iddiası ile o dönemde de gündemde olan Şener Eruygur dahil üç komutanı “Köşk seçimleriyle ilgili” aynı gün peş peşe kabul etmişti. Eruygur, Baykal'dan 14 Nisan'daki miting için destek istemişti.

AVUKATLIĞA SOYUNDU

Doğan Grubu'na da mesaj gönderen Baykal, "demokratik süreçleri, hukuku beklemeyi, çekingenliği bırakın devreye girin" diye konuştu.

Baykal, operasyonda gözaltına alınan şahıslar hakkında da övgü dolu konuşmalar yaptı.

NTV televizyonunda soruları yanıtlayan CHP lideri, AK Parti'nin, “Baykal zanlıların avukatlığına mı soyundu” şeklindeki değerlendirmesinin hatırlatılması üzerine, “Savcısı Başbakan ise Baykal da avukatı olur” karşılığını verdi. Ergenekon turuna çıkarak, operasyon kapsamında gözaltına alınan şahısların kurumlarına destek ziyaretinde de bulunan Baykal, Ergenekon'a ilişkin ididaları ise “Deli saçması, Aziz Nesin'lik hikaye” olarak nitelendirdi.

Suçlamaları beğenmedi

Ergenekon'un planladığı eylemler için, “Bunlar gerizekalıların bile inanmayacağı işler” yorumunu yapan Baykal, “Muhalefet hiç kuşku yok mağdurların mazlumların avukatıdır, hakkı yenenlerin, bu benim onurumdur. Davanın savcısı Başbakan ise avukatı da Deniz Baykal olur elbette, ben de konuşurum” diye konuştu. Ergenekon hakkında ileri sürülen her iddiayı savunan CHP lideri, “7 Temmuz'da mitingler yapılacak, cinayetler işlenecekmiş. Allah Allah, bu deli saçması Aziz Nesin'lik hikaye. Abuk sabuk işler, masal bunlar” dedi.

Ya yanılıyor ya çarpıtıyor

Ümraniye'de bir gecekonduda bulunan 27 el bombasının bulunduğu günün hemen ertesinde imha edildiğini ileri süren Baykal, bu ifadeleri niçin kullandığı anlaşılamadı. Söz konusu bombalar, ele geçirildikten 5 ay sonra ilgili incelemeler ve raporlar sonucu imha edildiği, emniyetin kayıtlarında açıkça bulunuyor. Baykal, “12 Temmuzda galiba Ümraniye'de bomba bulunmuş, 13 Temmuzda imha edilmiş. Böyle bir şey olur mu? Delil, en önemli delil” değerlendirmesini yaptı. Bu konuları TBMM gündemine getirip getirmeyeceklerinin sorulması üzerine de Baykal, önce davanın iç yüzünü herkesin anlamasının sağlanması gerektiğini, Meclis'te herkesin üzerine düşen görevi yaptığını, bundan sonra da yapmaya devam edileceğini kaydetti. Baykal, “Şimdi şu anlaşılıyor ki bu olay başından beri Başbakan'ın şahsi davası haline gelmiştir. Benim samimi kanaatim bu. Başbakan, bu konulara herhangi bir başbakanın göstermesi gerekenin çok ötesinde özel ilgi göstermiştir” dedi.

Derin komplo denilmesinden rahatsız

Alparslan Arslan'ın gerçekleştirdiği ve bir üyenin ölümüne 3 üyenin de yaralanmasına yol açan Danıştay baskınına “derin komplo” denilmesinden de rahatsız olan CHP lideri şunları söyledi: "Yani şeyden önce yaşanmış olan bu Danıştay cinayetinde Başbakan çıkmıştır ve demiştir ki derin bir komplo var demiştir. Bu o yakalanın işlediği cinayet değil arkasında birileri var. Onlar bizim iktidarımızı tahrip etmek için bunu yaptırdılar ben bunu biliyorum, bunu ortaya çıkaracağım demiştir. Sen Başbakansın bırak bunu dava kendi içinde götürsün. Baktılar sonra ağır ceza mahkemesi karar verdi bu bireysel bir olaydır Danıştay'ın aldığı karara tepki gösteren birisi kendi başına harekete geçmiştir dedi ve ailesi de bunun böyle olduğunu teyit etti bir sorun yok. Ama başbakan hala bunun bir derin komployla ilgili olduğu iddiasında. Derin komployu bulamadı sonra Ümraniye'deki bu imha edilen bombalar yakalandığı zaman bunun o hale dönüştürülmesi için özel gayret gösterdi.”

TCK'yı ihlal suçu işliyor

Yargıtay eski Savcısı Ahmet Gündel, CHP lideri Deniz Baykal'ın, Ergenekon soruşturmasına yönelik sözleri ile Türk Ceza Yasası'nın 288.maddesinin ihlal ettiğini öne sürdü. Gündel, ”Sayın Baykal adil yargılamayı etkileme suçu işledi. Bir konuda bir soruşturma açılmışsa ya da o konuda yargılama sürüyorsa, o konuyla ilgili yargıyı veya soruşturmayı etkileme yönünde yayın yapılamaz. Burada iş soruşturma aşamasında olduğu için Baykal'ın açıklamaları savcıyı etkilemeye yöneliktir” dedi.

TCK'nın, “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” başlığını taşıyan 288'nci maddesi şöyle: “Bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

YENİ ŞAFAK

SİYASET'1 Temmuz çok başka bir gün olacak'
05 Temmuz 2008 02:15

Son operasyonlarla birlikte akıllara ilk o geldi. Geçtiğimiz yıl yayınladığı darbe günlükleri dolaylı yoldan karşılık bulan Alper Görmüş gündemi Haber 7'ye değerlendirdi

Ersin Çelik'in röportajı

Türkiye 13 aydır devam eden Ergenekon operasyonları doğrultusunda 1 Temmuz’da yeni bir sürece girdi. Eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur ve 1. Ordu Komutanlığı'ndan emekli Orgeneral Hurşit Tolon’un darbe girişiminde oldukları gerekçesi ile ‘Ergenekon Terör Örgütü’ operasyonu kapsamında gözaltına alınması ile iddialarda adı geçenleri yargılamanın eşiğine gelen Türkiye’de artık birçok şey değişecek gibi. Fakat tüm bu olanların en temelinde ise gazeteci Alper Görmüş’ün 2007 Nisan ayında Nokta Dergisi’nde yayınladığı Oramiral Özden Örnek’in darbe günlükleri var. Şu günlerde akıllar gelen ilk isim de; Alper Görmüş… Günlükleri yayınladıktan sonra ciddi anlamda hukuk ve demokrasi mücadelesi içine giren Görmüş, Haber7.com’a verdiği röportajda gelinen süreci değerlendirdi.

Bir türlü hukuki değerini bulmayan darbe günlüklerinin Ergenekon operasyonlarında değerlendirilmesinin 'Türkiye’yi hak ettiği gerçek demokrasiye' kavuşturacağını belirten Alper Görmüş’le medyanın anlaşılmaz tavrını, CHP lideri Baykal’ın olaylara bakış açısını ve Trükiye'nin Avrupa Birliği geleceğini konuştuk.

Nokta Dergisi’nde yayınladığınız darbe günlüklerinden sonra Türkiye yeni bir sürece girdi ve günlüklerde adı geçen komutan dahil bir çok emekli asker darbe girişiminde bulundukları gerekçesi ile gözaltına alındı. Süreç hakkında ne düşünüyorsunuz?
O günlükleri yayınladığımız andan itibaren, söylediğim şey şuydu; “Darbe girişimi anayasal suçsa, ortada bir iddia vardır. Bize iddiamızı ispat hakkı veriniz. Bunun yolu da hukuktur. Yayınladığımız şeyler ihbar kabul edilmeli ve savcılar dava açmalıdır. Hükümetin de üzerine vazife düşer. Adalet mekanizmasını harekete geçirmelidir…” Bunun gibi şeyler söyledim sürekli olarak…

Ama bu süreç hiçbir zaman işlemedi…
Evet. Maalesef işlemedi. Mesele, bir kişiye hakaret ve iftira davası olarak açıldı ve beraatla sonuçlandı. Biz o davayı da elimizden geldiği kadar darbe girişimlerinin sonuçlandırılması sonucunu doğuracak şekilde gündemde tutmaya ve genişletmeye çalıştık. Fakat o da olmadı. Genelkurmay’a suç duyuruları oldu, 8-10 tane. Bunlardan biri de, benim hakkımda hakaret ve iftira davası açan savcının bizzat kendisinin Genelkurmay’a gönderdiği dava talebidir. “Biz Alper Görmüş hakkında, müşteki Özden Örnek’in şikayeti üzerine hakaret ve iftira davası açıyoruz, fakat bu yayınlanan haber de çok önemlidir. Ciddidir. Bu da ayrıca soruşturulmalıdır. Ama sivil savcılar olarak bizim üzerimize vazife değildir. Size gönderiyoruz” diye Genelkurmay Askeri Savcılığı’na bir talep de oradan gitti. Fakat bunların hepsi buharlaştı. Orada bir türlü davaya dönüşmedi.

Deşifre ettiğiniz darbe girişimleri ile bugün gelinen noktanın bağlantısı var mıdır? Direk ilişkilendirebilir miyiz?
Gördüğüm kadarıyla “Ayışığı” kod adlı darbe girişimine karşı yapıldı bu gözaltılar. Kesin değil ama o çerçevede ele alınabilir. Savcı daha konuşmadı, iddianameyi de daha görmedik fakat bütün basın gözaltıları bu şekilde yorumladı. Bence de doğru bir yorum. Demek ki Ergenekon faaliyetleri ile o girişimler arasında belirli bir rabıta kurdu savcı Zekeriya Öz ve operasyonu yaptırdı.

İDDİANAMENİN UZAMASI DOĞASI GEREĞİ

Ümraniye’de bulunan bombalardan sonraki gelişmelere pek de duyarlılık gösterilemedi. Siyaset ikiye bölündü. Hukuk eleştirildi. Ortada bir iddianame olmaması tepki çekmeye devam ediyor…
Bu tavırları, bir yere varmadan süreci yürütenleri panikletmeye yönelik bir şey olarak görüyorum. İnsanların uzun sürelerde gözaltında tutulmaları sonuçta herkesin itiraz etmesi gereken bir şey... Fakat bazen öyle davalar vardır ki, doğaları gereği maalesef böyle sonuçlar doğurabiliyor. Bu da Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli ve en yaygın davalarından biri… Milyonlarca sayfalık iddianameden bahsediliyor. Soruşturmayı yürüten savcılar bilmiyor mu, bu iş ne kadar uzarsa yürüttükleri soruşturmaya bir sürü eleştiri gelecek tepki toplayacaklar. Niye yapsınlar. Gerektiği için herhalde bunu yapıyorlar. Eleştirilerin haklılık payı olduğunu düşünüyorum ama bu soruşturmanın doğası gereği bu kadar uzadığını düşünüyorum…

Ergenekon operasyonlarının başlatıldığı 13 aylık süreçte medyanın göstermiş olduğu tutum da çok tartışılır hale geldi. Operasyonlar ve soruşturma sürecinde, bir kısım medya demokrasi mücadelesi verirken, diğer kısım medya da durumu bir türlü kabullenmeyip, karşı durdu hep. Hatta yapılan operasyonları suçlayıcı da oldular. Bu neden kaynaklanıyor? Medya neden çekiniyor?
Basının tutumuna baktığımda eskiye kıyasla büyük farklılıklar görüyorum. 28 Şubat günlerini hatırlarsak, iki arasında ciddi bir fark var. Bugün artık ‘laik’ denilen basında bu türden hukuk dışı girişimlere kafadan karşı çıkan, çıkabilen gazeteler kümesi var. Eskiden yoktu bu. Dolayısı ile bu çok önemli. Basın artık ‘yekpare bir blok’ gibi davranmıyor. Muhafazakâr basın 28 Şubat’ta karşı yayın yapıyordu zaten. Ama bugün artık kendisine ‘dinci’ falan gibi bir takım suçlamaların yöneltilemeyeceği laik okurların da okuduğu bir takım gazetelerde bu konuda özgürlükçü ve darbeye karşı bir tutum sergiliyorlar. Bu açıdan medya desteği eski darbelerle kıyaslandığında az. Dolayısı ile darbe yapmanın başarı şansı da az.

Darbe günlüklerini yayınladıktan sonra bir hayli eleştiri de aldınız. ‘Ucuz kahramanlık yaptığınız’ ve ‘kendi ayağınıza kurşun sıktığınız’ söylendi. Ama siz hukuk ve demokrasi mücadelesi verdiniz… Gelinen nokta sizi mutlu etti mi? Alper Görmüş yarınlarından umutlu mu?
Her zaman iyimser olduğumu söyledim. En kritik en karanlık gibi görünen zamanlarda bile, iyimserliğimi samimiyetle korudum. Gelinen nokta beni tabii ki mutlu ediyor. Benim en başta söylediğim “Ortada darbe girişimi varsa ve burası bir hukuk devletiyse bu soruşturulmalıdır” sözüne başka bir noktadan geldik. Başka bir dava üzerinden gelerek orayla birleşti. Tabii ki son derece memnunum bu durumdan.

Bu saatten sonrası için konuşursak: Gözaltına alınan bu insanların dava sonucunda ‘darbe yapma girişiminden’ cezalandırılacağını düşünüyor musunuz?
Tabii… Tabii… Elbette… Bu yol açıldı bir kere. İlk kez oluyor ama ‘1 Temmuz 2008’in tarihsel önemi çok büyük. Sembolik önemi çok büyük bir gün… Yaşayanlar görecek, ileride ‘1 Temmuz’ tarihi çok başka bir şey olarak anılacak. Bu tarih; Türkiye’de özgürlükçü demokrasi adına mücadele edenlerin adına, bütün problemleri ve eksikliklerine rağmen atılmış en önemli adım olarak hafızalarda yer bulacak. Bu çok açık bence…

'Ortak Akıl Hareketi’nin öncülüğünde halk darbecilerin yargılanması için sokaklara inmeye başladı. ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras ‘darbe günlüklerini’ TBMM’ye taşımaya hazırlanıyor. Bu bir değişimin göstergesidir diyebilir miyiz?
Evet… Evet… Ben son derece umutluyum. Daha da değişecek. Politik kriz falan diyorlar. Yok öyle bir şey… Kriz falan yok. Daha doğrusu çok büyük bir değişim var. Bu türden köklü değişiklikler krizsiz olmaz. Kriz diyerek tahlil ederseniz hiçbir anlamı olmaz. Krizin nerden kaynaklandığını birlikte söylediğinizde bambaşka bir şey çıkar ortaya. Türkiye çok köklü bir değişim geçiyor. İlk kez bazı şeyleri sorguluyor ve bunun sonucunda ilke kez bazı şeyler gerçekleşiyor.

DEMOKRATİK BİR ÜLKEDE CHP’NİN YERİ YOK!

Tüm bunlarla birlikte Deniz Baykal aylardan beri bir ‘kırılmadan’ bahsediyor. Son operasyonları ise, AK Parti Hükümeti’nin, muhaliflerini bastırma ve sindirme projesi olarak yorumladı. “Türkiye’ye demokrasi devrimi yaşatacak” denilen operasyonlar böyle farklı alanlara da çekiliyor…
Ben Deniz Baykal’ın artık siyaset düzeyinde konuştuğunu falan düşünmüyorum açıkçası. O konuşmalar siyaset falan değil. CHP bir tercihte bulunmuş durumda. Adını tam olarak söylemiyorlar ama Türkiye’nin normal demokratik bir ülke olmasını kendi varlıkları açısından uygun görmüyorlar. Ki bu tespitleri de doğru. Çünkü normal demokratik bir ülkede CHP gibi bir partinin yer yoktur. Onlarda bir tür ontolojik sorun olarak görüyorlar bütün bu olan biteni. “Bu değişim sonuçlanırsa bizim hayatiyetimiz kalmayacak” duygusuna sahipler. Bu duygu da doğru... Şu anda bu şekilde “biz demokrasi istemiyoruz” diyorlar ama bunu açıkça söyleyemiyorlar… Giderek daha da açıklıkla söylemek zorunda kalıyorlar ve açık da veriyorlar.

Operasyonları Avrupa Birliği açısında değerlendirirsek; İspanya, Portekiz ve Yunanistan’a darbe tehlikesi yaşadıkları için kucak açan AB’nin Türkiye’ye karşı böyle bir yaklaşımı yok. Darbecilerin tasfiyesi Türkiye’nin AB’deki elini ne kadar güçlendirir?
Ama bir tane Avrupa yok. Böyle bir yaklaşım var. Türkiye’nin darbe heveslileriyle hesaplaşması için AB’nin ona kucak açmasını savunan bir Avrupa’da var. Ya Türkiye’yi tam tanımamaktan, ya da bu yaşanan süreci analiz etme yeteneğine sahip olamamaktan dolayı böyle çeşitli tutumlar alınabiliyor. Ama diğer taraftan Türkiye’ye destek veren olan ülkelerin İspanya, Yunanistan ve Portekiz gibi ülkeler olduğuna bakarsak o zaman anlaşılıyor. Derdi olan Türkiye’nin nasıl bir zorlukla karşı karşıya olduğunu anlayabiliyor.

Tasfiyeler AB’ye girişimizi kolaylaştırır diyebilir miyiz?
Hiç şüphesiz faydalı olacaktır ve böyle bir rotaya girecektir. Türkiye o zaman daha bir başka olacak demektir. Hızla tüm demokratik reformlarını yapacaktır. Bu durum AB’den Türkiye aleyhine yükselen sesler de kesilmek zorunda kalıp, Türkiye’ye destek verenlerin sesini yüksek seviyeden duyar olacağız. Onların eli kuvvetlenecek. Türkiye AB hedefi olmaksızın bunları başaramaz. Bunu hiçbir kompleks duymadan söylemeliyiz. Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolu, yüzünü dosdoğru AB’ye girmekten geçiyor.

“SIRADAN GAZETECİLERİ” DEŞİFRE ETTİK

Vakit ve Taraf Gazetesi’nin ortaya çıkardığı belgeler de tartışma konusu…Gazetecilik ilkesi masaya yatırılırken, daha önce ‘ele geçirildi’ denilen bilgi ve belgelere, ‘sızdırma’ muamelesi yapılmaya başlandı. Gazetecilik bu işlin neresinde duracak?
Aldığınız pozisyona bağlı. Bu tür şeylerin suçlamaların bir kaç temel nedeni var. Biri; siyasi ideolojik… Türkiye’de gazeteciliğin önemli bir bölümü -giderek kırılmakta olan bir durum olsa da- topluma değil devlete bakarlar. Devlet eksenli gazetecilik vardır. Devletin ihtiyaçları doğrultusunda gazetecilik ve habercilik yapılır. Devletin sakladığı bir sır ve haber varsa bunu ortaya çıkarmak gazetecinin en önemli göreviyken, gazeteci böyle bir şey yaparsa ‘vatana millete ihanet ediyormuş hissine kapılıp’, bu haberi vermemenin doğru olduğunu düşünmeye başlayarak, kendi kendini sakatlıyor.

“Sakatlamak” derken?
Şöyle; Bu gazeteciler, bu tarz ‘gizli’ haberleri yayınlayanları ‘vatan haini’ görme eğiliminde oluyorlar, Gerek bizim Nokta’da yaptıklarımız, gerek şimdi Taraf Gazetesi’nin yaptığı yayınlar, sıradan ‘gazeteciliğin pespayeliğini’ bir anlamda ortaya çıkartıyor.
Öyle bir gazeteciliğin ne kadar ‘tatsız tuzsuz bir gazetecilik’ olduğunu görünce de, ortaya bir tür kıskançlık ve haset çıkıyor… Kendini kötü hissediyorlar. Bu tarz gazetecilik, eski usul sipariş gazeteciliğin mesleğin özüne aykırı olduğunu da ortaya çıkarıyor… Onlarda kötü duygular yaratıyor. Bu yüzden de bizim o tür gazeteciliklere saldırarak kendilerini bir parça iyi hissediyorlar. Böyle bir psikolojik yanı da var.

NOKTA’NIN PATRONU TEHDİT ALGISI İÇİNDEYDİ

‘Darbe günlüklerini’ yayınlamanızdan sonra Nokta Dergisi’nin yayın hayatına son verildi. İmtiyaz sahibi Ayhan Durgun ‘ekonomik gerekçe’ öne sürdü ama bir baskıdan bahsedildi hep. Kapatılmaya yönelik gerçekten bir baskı oldu mu?
Derginin kapatılmasına yönelik, böyle bir talebin doğrudan geldiğini düşünmüyorum. O zamanlar dergi kapatılmadan görüşmüştük derginin patronuyla. O gün bugündür daha da görüşmedim. Gerçekten öyle bir baskı olsaydı bana da söylerdi.

Ekonomik gerekçe ne kadar geçerli bir bahane olabilir?
O görünürde olan şey. Esası şuydu bence; O günlerdeki sezgilerime ve derginin sahibin davranışların yola çıkarak, doğrudan doğruya bir tehdit gelmemesine rağmen, bir tehdit algısı içindeydi Ayhan Durgun. Her an bir bu türden bir şey gelebileceğini ve başka işlerinin bozulabileceğini düşünüyordu. Ve ürkmüştü. Yürütemedi. Diğer taraftan iktisadi güçlükler içinde olduğu da doğru… Gayet iyi biliyorum. Bizim işe gitmek için tek bir aracımız olmamıştı. Bütün arkadaşlarımız kamu ulaşım araçlarını kullandı. O kadar çok eksiğimiz vardı ki… Benim şimdiye kadar çalıştığım işyerlerinin en fakiri Nokta Dergisi’ydi.

ÇÖLAŞAN SEZER’İ TENKİT ETMİŞTİ

Taraf için de çeşitli iddialar ortaya atılıyor. Soros’tan ve cemaatlerden destek aldığı tartışma konusu oldu. Ne düşünüyorsunuz?
Bunu biliyoruz. Bu bir Türkiye gerçeği... Geçenlerde bir yazı yazmıştım; “Dünün komünisti bugün Fethullahçı” diye. Şimdi bakılınca tuhaf ve anlaşılmaz görünüyor. Ahmet Necdet Sezer ilk Cumhurbaşkanı olduğunda, onunla ilgili ciddi şaibeli yazlılar kaleme alındı. Üstelik Emin Çölaşan yazdı bu yazıları. Düşünün Ahmet Necdet Sezer için bile, ‘acaba’ dediler. Eski Genelkurmay Başkanı’nın dinci olduğuna hükmedildiği günlüklerde geçiyordu… Türkiye böyle işte… Birilerinde, bir çizgiden hoşlanılmadığı zaman, belden aşağı belli klişeler var onlar devreye sokuluyor. Taraf için de yapılanlar bu…<!--[endif]-->

(Haber 7)

"Biz Kaç Kişiyiz" Eskişehir'de
06 Temmuz 2008 18:59

Gazeteci Tuncay Özkan'ın başını çektiği "Biz Kaç Kişiyiz Derneği" tarafından Eskişehir'de düzenlenen mitinge katılım sayısı uydudan değil elle sayıldı: 250 kişi...

Tuncay Özkan'ın 'kaos' mitingi deşifre olunca kimse katılmadı

Eskişehir'de "Biz kaç kişiyiz derneği" tarafından "Hukuka ve Yargıya Saygı" mitingi gerçekleştirildi. Gazeteci Tuncay Özkan'ın organizesinde gerçekleştirilen miting beklenen ilgiyi görmedi. Halkın ve kahvehanelerin yoğun olduğu Odunpazarı meydanında düzenlenen mitinge 250 kişi katıldı.

İlginin az olması nedeniyle mitinge küçük çocukların da getirildiği görüldü. Çocuklara bedava balon dağıtıldı. Semt halkı ise organizatörlerin ısrarlarına rağmen mitinge katılmak yerine eylemin yapıldığı alanın çevresindeki kahvehane ve parklarda oturarak birbirleriyle sohbet edip dinlenmenin tadını çıkardı. Miting alanına girişte ise ilginç olaylar yaşandı. Eyleme gelenlere, çocuklar tarafından biz kaç kişiyiz derneğine yardım için 1 YTL'ye Türk bayrağı ve çakmak satıldı. Vatandaşların parayla satılan Türk bayrağına ilgi göstermemesi dikkat çekti.

Miting sırasında, "Hukuka ve Yargıya sahip çıkalım" ve "Cumhuriyet değil Ak Parti yıkılacak" şeklinde sık sık sloganlar atıldı. Yapılan konuşmalarda ise AK Parti sık sık eleştirilerek, Türkiye için tehlikeli olduğu ileri sürüldü. Mitinge ilginin az olması nedeniyle yapılan konuşma ve atılan sloganlardan sona program sona erdi. Miting sırasında polis, geniş güvenlik tedbiri aldı.
aktifhaber

6 Aydır Yazmadığı Sohbeti Yazdı
06 Temmuz 2008 09:00Can Dündar, Ergenekon savcısıyla yaptığı sohbeti 6 ay sonra yazdı: Tutuklulardan biri savcıya "Ergenekon" kitabını Dündar’a Veli Küçük'ün yazdırttığını anlatmış.

Milliyet Gazetesi Yazarı Can Dündar, Ergenekon soruşturmasını yürüten Savcı Zekeriya Öz'le 6 ay önce yaptığı sohbetin ayrıntılarını yazarken, dikkat çekici ifadelere yer verdi. Yazdığı bir yazı nedeniyle Beşiktaş Cumhuriyet Savcılığı'na çağrıldığını belirten Dündar, kendisini davet eden savcının gelmemesi nedeniyle Öz'le görüştüğünü ve 2.5 saat odasında kaldığı Öz'le ağırlıklı olarak Ergenekon soruşturmasıyla ilgili "sohbet ettiğini" kaydetti. Dündar, yazısında, "Veli Küçük’ün gözaltına alınmasından, Emniyet’in tavrına, 'AKP içine yerleştirilen casus'tan,'iddianame açıklanınca kopacak kıyamet'e kadar uzandı sohbet" ifadelerine yer verdi.

Dündar, dün gazetede yayınlanan yazısında, savcı Öz'le yaptığı dikkat çekici bir sohbeti anlattı. "Soruşturmanın selameti için yazıyı yazmak için 6 ay beklediğini" belirten Dündar, geçen süreçte, 'çetenin kanıtı bombalar'ın imha edildiğine, kimlerin ne zaman gözaltına alınacağının Hükümet yanlısı gazetelerde önceden açıklandığına, açıklanmamış iddianamenin belgelerinin kitap halinde yayımlandığına ve iddiaların iddianameden önce gazetelerde çarşaf çarşaf yer aldığına" dikkat çekti. Dündar, Öz'le sohbetine giden yolu ve içeriğini şöyle anlattı:

"Davet edildim"

"Ocak sonu 'İkinci Öz' başlıklı bir yazı yazmıştım. 'Ergenekon sorgulaması'nın başına Zekeriya Öz getirilince soyadlarının aynı olmasından yola çıkarak, 30 yıl önce benzer bir davayla Doğan Öz’ün uğraştığını hatırlatmıştım. 'Şiddet eylemlerini kışkırtan bir örgütün devlet aygıtını kendi amacına uygun bir şekilde dönüştürmeye çalıştığını' söyleyen bu aydın savcı, Kontgerilla’yı keşfettikten 2 ay sonra öldürülmüştü. 30 yıl kaybeden Türkiye’nin önünde yeni bir şans vardı şimdi.Yazı yayınlandıktan 1 ay kadar sonra savcılığa davet edildim. 26 Şubat günü, Beşiktaş’taki Cumhuriyet savcılığına ifade vermeye gittim.

Savcı gelmeyince...

Üst kattaki odada iki masa vardı; masalardan birinde oturan nazik bir savcı, beni davet eden savcının o gün gelemediğini belirtti; 'İfadenizi Zekeriya Bey alacak' dedi. 'Ergenekon Davası'nın ünlü savcısı Zekeriya Öz’le böylece tanıştım. Tanıştığımızda Savcı Öz, oturduğu koltukta dosya okuyordu. Dosyanın içinde 'İkinci Öz' yazım olduğunu fark ettim. Memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle doğrudan lafa girdi: 'Beni hedef göstermişsiniz' dedi. 'Tersine' dedim; '…geçmişteki deneyimler ışığında ve bu davanın selameti açısından iyi korunmanız gerektiğini düşünüyorum. Bunun Türkiye için bir umut olabileceğini yazdım.' Yazının niyeti konusunda aynı görüşte değildi.

Amaç farklı

Ama ilginçtir; oraya bu konu için davet edilmediğimi söyledi. Asıl davet gerekçesi, bugün soruşturduğu çetenin adını taşıyan bir kitaba 10 yıl önce imza atmış olmamdı. Celal Kazdağlı ile birlikte yaptığımız “Ergenekon” araştırmasıyla ilgili bilgi almak istiyordu. 'Ne biliyorsak, hepsini kitapta yazdığımızı' söyledim.

"AKP'nin içindeki casus"

Laf açıldıkça, bir savcı ile bir avukatın da tanıklık ettiği bizim 'ifade', 'derin' bir sohbete dönüştü. Ben az konuştum; 2,5 saat süren bu sohbetin yaklaşık 2 saatinde Savcı Öz, Ergenekon soruşturmasının ayrıntılarını anlattı. O gün için 125 klasörü bulmuş bu davanın en hummalı safhasında bana 2,5 saatini ayırabilmesine şaşarak ve gözümü 2,5 saat boyunca sürekli çektiği tespihinden ayıramayarak anlattıklarını dinledim. Veli Küçük’ün gözaltına alınmasından Emniyet’in tavrına, “AKP içine yerleştirilen casus”tan yabancı istihbarat örgütlerinin ajanı olarak fişlenen gazetecilere, bayrak mitinglerinin ardındaki isimlerden Danıştay saldırısının tahkikatına, Sabancı cinayetinden Dink suikastına, örgütün TV kanalı açma ve kimyasal silah üretme projesinden, mafya içindeki bağlantılarına,üs haline getirilmiş kiliseden, “iddianame açıklanınca kopacak kıyamet”e kadar uzandı sohbet…Savcı Öz’ün anlattıkları sayesinde 6 ay sonra ancak bugün ortaya çıkacak bazı mahrem bilgilere, o gün sahip olma şansına kavuştum."

"Küçük yazdırtmış"

Dündar, yazısının devamında da sohbetin bir yerinde “tanık”lıktan “zanlı"lığa doğru evrildiğini hissettiğini belirtirken, Öz'ün, tutuklulardan birisinin "O kitabı Can Dündar’a, Veli Küçük yazdırtmış" dediğini kendisine aktardığını kaydetti.

(Radikal)

Ergenekon'da Ali Balkaner'in ifadesi alındı
28 Nisan 2008 Pazartesi 19:15



Yurtbank davasında aldığı ceza nedeniyle cezaevinde bulunan Ali Avni Balkaner'in, Ergenekon Soruşturması kapsamında tanık olarak ifadesine başvuruldu.
Yurtbank'ın zarara uğratılmasına ilişkin yargılandığı davada aldığı hapis cezası nedeniyle Kartal H Tipi Cezaevi'nde bulunan Ali Avni Balkaner, Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne getirildi.
Balkaner'in, Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz tarafından, soruşturma kapsamında tanık olarak ifadesine başvurulduğu öğrenildi.
Ali Avni Balkaner, yaklaşık 2 saat süreyle ifadesinin alınmasının ardından jandarma eşliğinde cezaevine gönderildi.
netgazete

Ergenekon'un Bu Şeması da Soruldu
31 Mart 2008 14:09

Ergenekon'un Kalemi Ergun Poyraz'a sorgulaması sırasında evinden çıkan bu şema ve "sivil kontra direnişine ilişkin plan" soruldu. İşte o plan, şema ve cevapları.

'Ergenekon' soruşturması kapsamında tutuklanan yazar Ergün Poyraz'a, polisteki sorgusunda gösterilen bir belgede, Ergenekon'un 'sivil kontra direnişi'ne ilişkin planların sıralandığı ortaya çıktı.

Ergenekon'un, 'Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı sivil toplum örgütlerinin önlerinde ilk kez sivil kontra hareketi direnişi bulacağı' belirtilen 'direniş', mahkeme önlerinde, duruşma salonlarında ve konferans salonlarındaki aydınlara yönelik saldırganları akla getirdi.

'Musa'nın Çocukları', 'Fethullah'ın Gerçek Yüzü' ve 'Refah'ın Gerçek Yüzü' adlı ulusalcı kitapların yazarı Ergün Poyraz, geçen yıl ağustos ayında 'Ergenekon Operasyonu' kapsamında tutuklanmıştı. Poyraz, savcılığa çıkarılmadan önce, 30 Temmuz günü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde sorgulanlmıştı.


Poyraz'a, 'Ergenekon' ve 'Lobi' yapılanmasına ilişkin çarpıcı veri ve dokümanlara dair sorular yöneltildi. 10 sayfa tutan sorgulamada, tutuklu Oktay Yıldırım'ın çalıştığı 'Reina' adlı eğlence mekanında 13 Haziran'da yapılan aramada ele geçirilen bir diskin içeriği de soruldu. İddiaya göre diskte yer alan, 'engenekon.doc' isimli word belgesinde, 'Lobi Çok Gizli Aralık 1999' başlığı altında, 'sivil kontra direnişi hareketi' şöyle anlatılıyordu:


"Türkiye'nin özgür iradesi dışında ve ulusal çıkarlarına aykırı biçimde içine sürüklenmek istediği çeşitli oluşumlar göz önüne alındığında; Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteren Ergenekon'a bağlı olarak, 'sivil unsurların' örgütlenmesi zorunluluğu kaçınılmaz bir gerçek."


Belgede, Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı sivil toplum örgütlerinin önlerinde ilk kez sivil kontra hareketi direnişi bulacağı belirtilerek, şöyle devam ediliyordu:


"Karşılaşacakları bu sivil direnç, etkinliklerini sıfır noktasına çekecek. Yetişkin ve yetişmekte olan gençlik, özüne uygun platformlarda kendisini ifade edebilecek. Lobi'nin faaliyetleri, siyasi otorite grupları ile dış kaynaklı, işbirlikçi, sözde sivil toplum örgütlerinin bölücü ve yıkıcı girişimlerini etkisiz kılacak. Lobi'nin kontra direnciyle karşılaşan siyasi otorite grupları, Kemalist sivil Lobi ile işbirliğine yönelecek."


Poyraz, bu belgeden haberdar olmadığını, içeriğine de katılmadığını söyledi.
aktifhaber

Savcı Senem'in Tutuklanmasını İstedi
29 Mart 2008 18:51
Ergenekon operasyonunda Savcı, İP Genel Sekreteri Nusret Senem'in tutuklanmasını istedi.

Ergenekon terör örgütüne yönelik operasyon kapsamında gözaltına alınan İşçi Partisi (İP) Genel sekreteri Nusret Senem, İP Basın
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Pzr May 04, 2008 8:03 pm    Mesaj konusu: General'e Göre Ergenekon Önemsiz! Alıntıyla Cevap Gönder

Savcıya Göre Ergenekon Şeması
21 Eylül 2008 09:05

İşte Ergenekon Terör Örgütü'nün savcı tarafından hazırlanan ve mahkemeye sunulan şeması. Örgütte kim nerede yer alıyor?

Ergenekon terör örgütünün, mahkemeye sunulan şemasını SABAH ele geçirdi. "Bir numara" deşifre edilemedi. "Gizli" ve "Sivil" yapılanmalar arası köprü ise Veli Küçük ve Muzaffer Tekin oldu..

Ergenekon Terör Örgütü'nün savcı tarafından hazırlanan şemasını SABAH ele geçirdi. Şemada örgütün bir numarası deşifre edilemedi. Ancak örgütün "Ergenekon Gizli Yapılanması" ve sivil kanadı oluşturan "Lobi" isimli 2 ayrı yapılanmadan oluştuğu ortaya çıkartıldı.

Biri deşifre edilebilen 6 gizli birimin yer aldığı örgütün, 5 suikast timi de tek tek deşifre edildi.

Gizli ve sivil yapılanmalar arasında ise "Köprü" olarak isimlendirilen Veli Küçük ile Muzaffer Tekin'in yaptığı belirlendi.

Soruşturma tamamlanıp eksikleri giderildikten sonra şema tekrar düzenlenecek. İşte, binlerce sayfa belgenin incelenmesi sonucu oluşturulan ve yargılamanın yapılacağı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunulan şemanın detayları:

BİNBAŞI EMEK DİREKT BİR NUMARA'YA BAĞLI

* Örgütün tepesinde kimliği deşifre edilemeyen "bir numara" bulunuyor.
Aynı sırada bir numaraya bağlı olarak çalışan Emekli Binbaşı Fikret Emek yer alıyor. Eskişehir'deki evinde 11 milo plastik paklayıcı çıkan Emek şemada "kontrol daire başkanı" olarak geçiyor.

Emek'in liderle "aynı" sırada yer alması konumunun "çok özel" olduğunu ortaya koyuyor. Bir numaraya ise iki ayrı yapılanma bağlı: "Ergenekon Gizli Yapılanması" ve sivil yapılanma olan "LOBİ".

YÖNETİCİLER ARASINDA KİM VAR?

* Gizli yapılanma 6 ana hücreden oluşuyor. Bu hücrelerden ise sadece Teori Tasarım ve Planlama Dairesi Başkanlığı'nın hiyerarşik yapısı ortaya çıkartılabildi.

* Örgütün üst düzey yönetici kadrosunda İlhan Selçuk, Doğu Perinçek, Kemal Yalçın Alemdaroğlu, Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Sevgi Erenerol ve M. Fikri Karadağ bulunuyor. Sivil kanatta yer alan "Teori Tasarım ve Planlama Dairesi Başkanlığı"nın başkanlığını İlhan Selçuk yardımcılığını ise Doğu Perinçek ve Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu yürüttü.

* LOBİ (sivil) yapılanmasının yönetici kadrosunda ise M. Zekeriya Öztürk, Kemal Kerinçsiz, İsmail Yıldız ve Erkut Ersoy bulunuyor. Örgütün üst düzey yönetim kadrosunda da olan 4 isim aynı zamanda örgüt içi departmanlar ve yapılanmalardan da sorumlu.

5 SUİKAST TİMİ ORTAYA ÇIKTI

* Örgütün şemasında ayrıca 5 hücre oluşumu ile 5 suikast timi de yer aldı. İstihbarat ve suikast timleri Veli Küçük ve Muzaffer Tekin'e bağlı çalıştı. Bunlardan dördüncü hücre yapılanmasının sorumlusu tespit edilemedi. Danıştay Saldırısı ve Cumhuriyet Gazetesi'ne el bombası atılması eylemini gerçekleştirdiği iddia edilen suikast timi ise beşince hücre yapılanmabı dahilinde yer aldı.

* Ergenekon Terör Örgütü'nün gizli yapılanması ile sivil yapılanması LOBİ arasındaki ilişkiyi 'Köprü' olarak nitelendirilen kuryeler sağladı. Bu köprü görevini de Emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin yaptı.

Beş hücre hâlâ deşifre edilemedi

Gizli yapılanma içindeki 6 ana hücreden sadece Teori Tasarım ve Planlama Dairesi Başkanlığı'nın hiyerarşik yapısı ortaya çıkartılabildi. İstihbarat Dairesi Komutanlığı, İstihbarat Analiz ve Değerlendirme Komutanlığı, Operasyon Dairesi Komutanlığı, Finansman Dairesi Başkanlığı (Sivil) ve Örgütiçi Araştırma Dairesi Komutanlığı'nın yönetimi ise şifre edilemedi. Örgütü propaganda faaliyetlerini ise 12 yayın kuruluşu ve 10 STK ile yapıyor.

KİM HANGİ GÖREVDE?
Gizli ve sivil yapılanma arasında koordinasyonu sağlayan "köprü personel": Veli Küçük ve Muzaffer Tekin.
LOBİ yöneticileri: M. Zekeriya Öztürk, Kemal Kerinçsiz, İsmail Yıldız ve Erkut Ersoy.
Sivil Toplum Örgütleri Sorumlusu: Sevgi Erenerol. Yardımcısı Kemal Kerinçsiz.
Teori Senaryo, Kara Propaganda ve Dezenformasyon Departmanı Sorumlusu: Doğu Perinçek.
Mafya Yapılanması Sorumlusu: Veli Küçük.
Muzaffer Tekin yardımcısı.
İrtibat kurulan yeraltı dünyası isimleri: Ali Yasak, Sami Hoştan, Semih Tufan Gülaltay ve Sedat Peker.
Terör Örgütleri Sorumlusu: Veli Küçük ve Doğu Perinçek.
Üniversite yapılanması: Kemal Yalçın Alemdaroğlu, Emin Gürses, Habib Ümit Sayın Araştırma ve Bilgi Toplama Departmanı Sorumlusu: Mehmet Zekeriya Öztürk.
Hukuk departmanı sorumlusu: Kemal Kerinçsiz, Fuat Turgut ve Nusret Senem.

Milliyetçiler yerine artık İslamcılar

Ergenekon örgütü son dönemde 'taktik değişikliğine' gitti ve 'vatanperver ve milliyetçiler' yerine İslami cemaat ve örgütlere yöneldi. Bu örgütler ile cemaatlere sızan Ergenekon, 'Din elden gidiyor' söylemleriyle kendisine tetikçi ve bombacı buldu. Nitekim ABD'nin İstanbul Başkonsolosluğu'na düzenlenen saldırının başındaki Erkan Kargın'ın, "ABD İslam'ı yok edecek" söylemiyle eyleme ikna edildiği belirlendi.

Medya yapılanmasında hiyerarşik bir düzen yok

Örgütte medya yapılanması içinde hiyerarşik bir yapı bulunmuyor ve burada faaliyet gösteren şüphelilerin bir kısmı örgütün yönetici kadrosunda görev alan şüpheliler... Diğer şüpheliler ve yayın organları ise mutlak surette örgütün yönetici kadrosunda bulunan şüphelilerle irtibatlı olarak çalışıyor. Örgüt seması içinde bazı şüphelilerin isimleri birden fazla yerde bulunması, bu şüphelilerin örgütte birden fazla yerde görev aldığını gösteriyor.
Emekli paşalar Hurşit Tolon ve Şener Eruygur ise haklarındaki soruşturma tamamlanmadığından şemada yer almıyor.

(Sabah)

Ergenekon'da Altın Vuruş Günü
23 Eylül 2008 13:21

Ergenekon Operasyonu'nda gazeteciler, polis müdürleri, hakimler, belediye başkanları dahil çok önemli isimler alındı. İşte son dalganın tüm ayrıntıları.

Ergenekon soruşturmasını yürüten savcıların aldığı mahkeme kararıyla İstanbul, Ankara ve İzmir'de eş zamanlı operasyonlar gerçekleştirildi.

İstanbul Organize Polisi'nin gerçekleştirdiği operasyonlarda Gazeteci Tuncay Özkan, Esenyurt eski belediye başkanı Gürbüz Çapan, 1 eski Emniyet müdürü, 1 emekli askeri savcının da aralarında bulunduğu 16 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında Kanaltürk eski çalışanları Duygu Dikmenoğlu, Tuncay Mollaveyisoğlu, Adnan Bulut, Evrim Baykara ile 4 Adli Tıp uzmanı da bulunuyor. Polis Kanal Biz televizyonunun İstanbul ve Ankara'daki adreslerinde de arama yapıyor. Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan son operasyonda gözaltına alınan zanlılar İstanbul Organize Şube'de sorguya alınacak.

ADİL SERDAR SAÇAN GÖZALTINA ALINDI

Ergenekon operasyonu kapsamında eski polis müdürü Adil Serdar Saçan'ın Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından gözaltına alındığı öğrenildi. Saçan'ın Üsküdar'daki evinde arama yapılıyor.

TUNCAY ÖZKAN EVİNDE GÖZALTINA ALINDI

Gazeteci Tuncay Özkan, Ergenekon soruşturması kapsamında Bebek Cevdetpaşa Caddesi'ndeki evinde gözaltına alındı. Tuncay Özkan'ın, Bebek Cevdetpaşa Caddesi'ndeki evinde Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne bağlı polislerce saat 06.30'de başlatılan arama sürüyor. Özkan'ın halen evde bulunduğu bildirildi. Arama sırasında, ellerinde Türk bayrakları olan ve ''Bizkaçkişiyiz Sivil Toplum Platformu'' üyesi oldukları belirtilen yaklaşık 20 kişilik bir grup, ''Hepimiz Tuncay'ız'', ''Mustafa Kemal'in askerleriyiz'' sloganları attı. Polis yetkilileri, Özkan hakkında gözaltına alma kararı alındığını ve soruşturma çerçevesinde çeşitli adreslerdeki operasyon ve aramaların sürdüğünü ifade etti.

POLİS, TUNCAY ÖZKAN'IN EVİNDE ARAMA YAPIYOR

Ergenekon soruşturması çerçevesinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne bağlı ekipler, gazeteci Tuncay Özkan'ın evinde arama yapıyor. Alınan bilgiye göre, Özkan'ın, Cevdet Paşa Caddesi'ndeki evine sabaha karşı gelen polis ekipleri incelemelerine başladı. Tuncay Özkan'ın halen evde olduğu bildirildi. Bu arada, Tuncay Özkan'ın, avukatı CHP milletvekili Şahin Mengü'yü telefonla arayarak, ''Ergenekon soruşturması kapsamında evinde arama yapıldığını'' söylediği öğrenildi.

POLİS, TUNCAY ÖZKAN'IN YENİ KANALINI ARIYOR

Tuncay Özkan'ın yeni televizyon kanalı "Kanalbiz"de arama yapılıyor. Sabah saatlerinde gelen polisin yaptığı arama ve incelemeler devam ediyor. Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Hayrettin Ertekin'in ortağı olduğu ve daha sonra kapatılan Business Channel'in bulunduğu yerde kurulan Kanalbiz de mercek altına alındı. Kanaltürk'ü sattıktan sonra Tuncay Özkan tarafından kurulan Kanalbiz'e sabah saatlerinde baskın düzenlendi. Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ve Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri sabah saatlerinde geldikleri kanaldaki arama ve incelemeler devam ediyor.

KANALTÜRK ESKİ HABER MÜDÜRÜ GÖZALTINA ALINDI

''Ergenekon'' soruşturması kapsamında Kanaltürk televizyonunun eski haber müdürü gazeteci Adnan Bulut, İzmir'de gözaltına alındı. Alınan bilgiye göre, İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Organize Suçlar Büro Amirliği ekipleri, İzmir'de bir otelde kalan Bulut'u gözaltına aldı. Bulut'un işlemleri tamamlandıktan sonra İstanbul'a gönderileceği bildirildi.

DUYGU DİKMENOĞLU GÖZALTINA ALINDI

Tuncay Özkan dışında, bugün gözaltına alındığı iddia edilen bir diğer ünlü isim de Duygu Dikmenoğlu.


GÜRBÜZ ÇAPAN GÖZALTINA ALINDI

Esenyurt eski Belediye Başkanı Gürbüz Çapan, Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındı. Gürbüz Çapan'ın Esenyurt Esenkent Özdeniz Villaları'ndaki evine sabah 06:00 sıralarında gelen polis ve jandarma ekipleri arama yaptı. Yapılan arama ve inceleme sonrası Çapan gözaltına alınarak Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Çapan'ın yakınları, "Evde bir saat kaldırlar. Kitapları ve belgeleri incelediler. Ama yanlarında bir şey götürmediler." dedi.

EMEKLİ ASKERİ HAKİM TANJU GÜVENDİREN GÖZALTINDA

Ankara'da Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınanların sayısı 3'e yükseldi. Gözaltına alınan Tanju Güvendiren'in emekli askeri hakim olduğu öğrenildi. Güvendiren ile birlikte gözaltına alınan Mahir Akkar isimli şahıs, sağlık kontrolü sırasında basın mensuplarının sorusu üzerine ''Ergenekon'dan'' gözaltına alındıklarını söyledi. Güvendiren ve Akkar'ın yanısıra kalp cerrahi doktoru Mesut Özcan da gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınan 3 kişi Ankara Emniyeti'nde sorguya alındılar.

Ergenekon opersayonu kapsamında gözaltına alınan Tanju Güvendiren'in emekli askeri yargıtay üyesi olduğu ve Futbol Federosyonu'nda Tahkim Kurulu üyeliği yaptığı belirtildi. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde bir dönem askeri hakim olarak görev yapan Güvendiren'in Tansu Çiller'in DYP Genel Başkanı olduğu dönemde Balıkesir'den milletvekili adayı da olduğu öğrenildi.

TUNCAY ÖZKAN'IN DOKTORU GÖZALTINDA

''Ergenekon'' soruşturması kapsamında Ankara'da 4 kişi gözaltına alındı. Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince Ankara Adalet Sarayına getirilen Dr. M.Ö'ye, Adli Tıp Kurumunda sağlık kontrolünden geçirildi. Dr. M.Ö, adliye çıkışında, gazetecilerin sorusu üzerine, ''Neyle suçlandığımı bilmiyorum. Evimden alındım, arama yapıldı'' dedi. Kalp cerrahı olduğunu söyleyen M.Ö'nün, İstanbul'da evindeki arama devam eden gazeteci Tuncay Özkan'ın doktoru olduğu öğrenildi. Bu arada, Ankara'da gözaltına alınan ve sağlık kontrolünden geçirilen M.A'nın ''adli bilirkişilik'' yaptığı belirtildi. M.A, Adli Tıp'tan çıkışında gazetecilere ''Ergenekon örgütü üyesiymişiz, alakamız yok. Piyango bize de vurdu'' diye konuştu. Ankara'da gözaltına alınanlar diğer iki kişiden birinin emekli yargı mensubu T.G, ötekinin ise polis olduğu belirtildi.

CHP EVE AVUKAT GÖNDERDİ

Ergenekon soruşturması kapsamında gazeteci Tuncay Özkan da gözaltına alındı. Özkan'ın avukatı CHP milletvekili Şahin Mengü, "Şu anda arama devam ediyor. Eve bir avukatımızı gönderdik" dedi. Özkan'ın evinde yapılan arama ile ilgili bilgi veren CHP milletvekili Avukat Şahin Mengü, "Tuncay Özkan sabah 6.30 gibi beni aradı ve "abi beni Ergenekon'dan içeri alıyorlar' dedi. Hemen eve bir avukatımızı gönderdik. Şu anda Tuncay Özkan'ın evinde hala arama yapılıyor. Özkan da şu anda evde" dedi. Mengü, konuyla ilgili olarak kendisinin de bilgi beklediğini kaydetti.

GÖZALTINA ALINAN 3 KİŞİ SAĞLIK KONTROLÜNDEN GEÇTİ

Ergenekon operasyonu kapsamında İstanbul'da gözaltına alınan Şafak A., Yıldıray B., ve Mustafa T.., sağlık kontrolünden geçirildi. İstanbul'da gözaltına alınan Şafak A., Yıldıray B. ve Mustafa T., Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne getirildi. Zanlılar, sağlık kontrolünün ardından İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Bu arada, sabaha karşı başlatılan operasyonu sadece İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nün yürüttüğü, şu ana kadar gözaltına alınanların sayısının 10'u geçtiği öğrenildi. (CİHAN)

İŞTE BUGÜN GÖZALTINA ALINANLAR


- Tuncay Özkan
- Adnan Bulut (Kanaltürk televizyonunun eski haber müdürü)
- Mesut Özcan (Tuncay Özkan'ın doktoru)
- Tanju Güvendiren (emekli askeri hakim)
- Mahir Akkar
- Gürbüz Çapan (Esenyurt eski belediye başkanı)

- Adil Serdar Saçan (Eski Emniyet Müdürü)
- 4 Adli Tıp Uzmanı
- Tuncay Mollaveyisoğlu
- Evrim Baykara
- Şafak A.
- Yıldıray B.
- Mustafa T.

aktifhaber
Ergenekon Soruşturması'nın beyni olarak bilinen
Emniyet Amiri Muttalip Günay'ın fuhuş çetesi elebaşısı Kolsuz Bülent'le iliişkisi tespüt edidi


13 09 2008 20:00
Ergenekon Soruşturması'nın polis cephesinden yürüten ekipte yer alan Emniyet Amiri Muttalip Günay' sürgün şoku.
Engin Belli'nin haberi

Türkiye'yi sarsan Ergenekon Soruşturması'nın beyni olarak bilinen
Emniyet Amiri Muttalip Günay'ın geçtiğimiz günlerde İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nün yapmış olduğu fuhuş opersasyonunda elebaşı Kolsuz Bülent lakaplı Bülent Elaldı ile yemek yediği fiziki takiple belirlenmişti.

Konuyla ilgili ifadesi alınan Günay, İstanbul Emniyet Müdürü Cellalettin Cerrah tarafından Büyükçekmece İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne sürgün edildi.

Emniyet Amiri Müttalip Günay, iki ay önce İtalya'da sahte pasaportla Ermenistan'a geçmek üzereyken Türk istihbarat birimlerinin verdiği bilgiyle yakalanan ve İtalyan hükümeti tarafından Fransa'ya teslim edilen, PKK'nın kara kutusu olarak bilinen Nedim Seven'i Fransa'da sorgulayan isimlerdendi.

Ayrıca Emniyet Amiri Günay 10 yıldır görev yaptığı İstanbul Terörle Mücadele Şubesi'nin beyin takımındaydı.

Habertürk



OĞLUM DEVLET KATİLİ OLDU
05 Eylül 2008 08:34

Oğlum devlet adına 93-94 cinayet işledi. Başlarında Veli Küçük vardı. Memur verdim çete yaptılar..


2005’te öldürülen Susurluk hükümlüsü özel harekat polisi Oğuz Yorulmaz’ın annesi, oğlunun devlet adına 93-94 cinayet işlediğini iddia etti ve “Başlarında Veli Küçük vardı” dedi

Ergenekon soruşturmasıyla ilgili dün şok bir iddia daha ortaya atıldı. 2005 yılında öldürülen Susurluk sanığı özel harekat polisi Oğuz Yorulmaz’ın annesi oğlunun Ergenekon örgütü bünyesinde devlet adına 93-94 cinayet işlediğini öne sürdü.

Uğur Dündar’ın hazırlayıp sunduğu Star Ana Haber bülteninde bir röportajı yayınlanan Oğuz Yorulmaz’ın annesi Nuran Yorulmaz şok eden iddialarda bulundu. Oğlunun ölümünden Ergenekon örgütünü sorumlu tutan anne Yorulmaz şunları söyledi: “Ergenekon’da sadece paşalar değil siyasetçilerde var. Ben evladımı devlete memur verdim, çeteci vermedim. Ortalama 93-94 kişiyi öldürmüşler. Bazı Kürt işadamlarını başta Ömer Lütfi Topal, Savaş Buldan, Behçet Cantürk gibi PKK ya destek oluyorlar diyerek devlet adına öldürdüler. Oğlum, özel harekat, vurucu tim bu nereye gönderirlerse oraya gidiyor. Devlet çete yaptı. Veli Küçük Paşa bunları başıydı. Emirleri ondan alıyorlardı. Ben büyük bir ihtimalle oğlumun öldürülmesini onlardan biliyorum. Sadece Veli Küçük’le bitmez bu iş, Tansu Çiller Hanım, Mehmet Ağar, İbrahim Şahin...”

Pehlivanlı’nın intikamı

Öldürülen ANAP Milletvekili Alparslan Pehlivanlı’nın katilini oğlunun arkadaşlarıyla öldürdüğünü iddia eden anne Yorulmaz “..... o zaman başbakandı. Pehlivanlı öldürüldükten sonra rahmetli Abdullah Çatlı’ya telefon ediyor. ’Pehlivanlı’nın kanı yerde kalmasın’ diyor. ’Vuranı temizleyin’ diyor. Abdullah Çatlı’dan böyle bir ricada bulunuyor. O da benim oğluma havale ediyor” dedi.

Anne Yorulmaz röportajın sonunda şunları söyledi: “Tansu Çiller o zaman ’Devlet için kurşun sıkanlarda bir yiyenler de bir’ diyordu. Hani nerede? Oğlumu kullanıp bir kenara atan devlet ölümünden sonra da yardım etmedi. Oğlumun ölümünden sonra ne arayan oldu ne soran. Bir torunum var. Tarhana ve erişte yapıp satarak katkı sağlamaya çalışıyorum. Ama yaşlandım yapamıyorum eskisi gibi. Paşa gibi evladımı kullandılar attılar kenara.”

İhbar mektubu

Yayında, Oğuz Yorulmaz’ın bir yakını tarafından Mehmet Ağar’a gönderildiği iddia edilen bir de mektup okundu. Yorulmaz’ın sağlığında anlattıklarının aktarıldığı öne sürülen mektubun bir bölümünde Susurluk örgütünde yer alan resmi ve sivil kişilerin adları yer alıyor. Ayrıca örgütün siyasi sorumlularının da dönemin Başbakanı Tansu Çiller ile Mehmet Ağar olduğu iddia ediliyor. Emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün de Susurluk örgütünün önde gelen isimleri arasında bulunduğu öne sürülen mektupta şu ifade yer alıyor:

“Başlangıçta her şey vatan için yapılıyordu ama kesinlikle bu resmi grubun içinde üç kişi vardı ki her şeyi vatan için yapıyordu. Oğuz Yorulmaz, Ayhan Çarkın ve Ercan Ersoy.”

Mektupta Oğuz Yorulmaz’ın Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfi Topal’ı, PKK destekçisi oldukları iddia edilen Kürt işadamları Savaş Buldan, Adnan Yıldırım ve Behçet Cantürk’ü kendilerinin öldürdüğünü itiraf ettiği de öne sürülüyor.

Annenin İsyanı

Nurhan Yorulmaz, oğlunun cenaze töreninde “Ben oğlumu memur verdim, çete yaptılar. Oğluma sahip çıkmadılar. Mehmet Ağar, Tansu Çiller şimdi konuşsun. Bu işin içinde Susurluk’un parmağı var. Yavruma kıydılar. Yavrumu devirenler de inşallah devrilecek” demişti.

Susurluk'tan 4 Yıl Yemişti

Özel harekatçı polis memuru Oğuz Yorulmaz, 25 Ağustos 1996’da bir telefon ihbarı sonrası Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfi Topal cinayetine karıştığı gerekçesiyle gözaltına alındı. Ancak Ankara’dan gelen emirle serbest bırakıldı. Daha sonra DYP Milletvekili Sedat Bucak’ın korumalığını yaptı. 3 Kasım 1996’daki Susurluk kazasından sonra, Sabancı cinayetinin örtbas edilmeye çalışıldığını ileri sürdü. 13 Ocak 1997’de tutuklandı. Susurluk davasında “çete oluşturmak”tan 4 yıl hapse mahkum oldu. Aynı davada Özel Harekat Dairesi eski Başkan Vekili İbrahim Şahin ve MİT eski görevlisi Korkut Eken 6’şar yıl, 11 kişi de 4’er yıl hapis cezası aldı. 296 gün hapis yattıktan sonra tahliye oldu. Yorulmaz (42) 29 Mayıs 2005’te Bursa’da bir barda Erol Evcil’e yakınlığıyla tanınan Nilüfer Turizm’in sahibi Hüseyin Kayapalı’nın korumalarıyla çıkan çatışmada öldürüldü.

aktifhaber


Veli Küçük Açıklama Yaptı
07 Ağustos 2008 09:59

Ergenekon Davasın'da ismi her sayfada geçen emekli General Veli Küçük, avukatı aracılığıyla hapishaneden açıklama gönderdi. İşte o açıklama..

Ergenekon davasının en önemli sanıklarından biri olan Veli Küçük, avukatı aracılığıyla bir açıklama yaptı

Küçük yaptığı açıklamada soruşturma kapsamında maksatlı olarak yapılan dezenformasyon faaliyetlerinin tahammül edilemez boyutlara geldiğini belirtti.

Açıklamada şöyle deniliyor:

"Halen tutuklu bulunduğum soruşturma kapsamında mahkemeye teslim edilen iddianame ve bu iddianameye ek olarak gösterilen belgelerin kamuoyunun bilgisine sunulmasını takiben, soruşturmanın başından itibaren maksatlı olarak yapılan dezenformasyon faaliyetleri tahammül edilemez bir boyuta ulaşmıştır.

Tamamen asılsız iddialarla kişiliğime, Türk ve Müslüman kimliğime, şeref ve haysiyetime karşı insafsız saldırılar her geçen gün artırılarak devam ettirilmektedir. Bu kapsamda kamuoyunun bilmesini isterim ki 65 yıllık ömrümün ve 35 yıllık meslek hayatımın hiç bir döneminde, hiç bir surette teröre, terör örgütlerine, yasalarımızca suç teşkil eden hiç bir oluşum, eylem veya söyleme destek vermedim.

Meslek hayatım boyunca, görevim çerçevesinde ASALA, PKK, DHKP-C, HİZBULLAH, İBDA-C v.s. terör örgütleriyle gerektiğinde hayatımı ortaya koymak suretiyle mücadele ettim. Bu mücadelemde -bazı maksatlı çevrelerin iddia ettiği gibi- yasadışı hiç bir yola yönelmediğim gibi, mensubu olmaktan her zaman onur ve şeref duyduğum Türk Silahlı Kuvvetlerimizin bir subayı olarak, iddia edildiği gibi bir hukuksuzluk içinde yer almam söz konusu dahi olamaz.

Emeklilik dönemimde de, sağduyulu bir vatandaş olarak, ülkemizin geleceğine ilişkin kaygı ve düşüncelerimi tamamen meşru zeminlerde ve demokratik haklar çerçevesinde kamuoyuyla paylaştım. Ancak, geçmişten günümüze artan şekilde, görünürde şahsım ama temelde devlet kurumları hedef alınmak suretiyle, her türlü ahlak, vicdan, iman ve izandan yoksun bir şekilde, alçakça ve kalleşçe bir suçlama ve karalama kampanyası yürütülmektedir.

Daha yargılamanın yeni başladığı kovuşturma kapsamında, şahsım en baştan suçlu ilan edilerek, iddianamede dahi yer verilmeyen her türlü iftirayla karşı karşıya bırakıldım ve bırakılıyorum. İlk inceleme ve tespitlerime göre, hukuki olmaktan ziyade, belirli çevreleri tatmin etmeye yönelik, hukuki delil yerine varsayıma, tahmine ve şüpheye dayandırılan, somut bilgi, belge ve delil içermeyen sözkonusu iddianamenin, bu soruşturmayı fırsat bilerek kendilerine çeşitli yararlar temin etmeye çalışan, birçoğuyla hayatımın hiç bir döneminde karşılaşmadığım, adını dahi bilmediğim ve muhtemelen bazılarınınkini hiç bir zaman öğrenemeyeceğim kişilerin iftiralarıyla kurulu olduğunu görmüş bulunmaktayım.

Bu belge bir iddianame olmaktan ziyade bir iftiraname olup, sözkonusu iftiraname ile ilgili gerekli savunmalarımı, ezelden beri bu ülkenin düşmanları olmuş, yurtdışından beslenen belirli güç odaklarının maşası konumundaki satılık kalemler, sözde demokratlar, ABD'nin kucağına oturmuş sözde müslümanlar, AB beslemeli sözde cumhuriyetçiler tarafından şayet fırsat verilirse, Mahkeme önünde yapacağım.

Hakkımda yürütülen bu linç girişimine karşı, yargı organları nezdinde imkanlarım dahilinde gerekli girişimi de yapmış bulunmaktayım. Belirttiğim güç odaklarının temel hedefinin, kendilerine verilen görev ve misyon çerçevesinde sahip oldukları son derece geniş imtiyaz ve imkanları kullanmak suretiyle, Türkiye Cumhuriyetini içeriden bölmek, parçalamak ve yok etmek olduğunu bu görev çerçevesinde önlerinde engel olarak gördükleri vatansever, milliyetçi, Atatürkçü unsurların hedef alındığını, böylelikle devletin ve toplumun Cumhuriyeti koruma refleksinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını kamuoyunun takdirine sunuyor

Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarını, evrensel hukuk kurallarını, aklı, vicdanı, insafı, imanı, onuru, şeref ve haysiyeti, meslek etiğini, basın ilkelerini hiçe saymak suretiyle adil yargılanma hakkımı elimden almaya çalışan, milli değerlerden yoksun, vatan ve millet düşmanı bu güç odaklarını müfteri ilan ediyor ve bunlar karşısında, en başta bağımsız yargı olmak üzere ilgili tüm devlet kurumlarımızı göreve, hak ve vicdan sahibi Yüce Türk Milletini sağduyulu olmaya davet ediyorum."

aktifhaber

Derya SAZAK
Metris süreci
08 Temmuz 2008
Milliyet

Emekli orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon’un TCK’nın 312. ve 314. maddeleri uyarınca “zor kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya çalışmak ve silahlı örgüt kurmaktan” suçlanarak Metris Cezaevi’ne konulmalarıyla Ergenekon soruşturmasında önemli bir sürece girildi.

1960’dan bu yana iki askeri darbe, bir muhtıra, bir “postmodern darbe” ve bir “e-muhtıra”nın gerçekleştiği yakın tarihimizde ordu komutanlığı ve jandarma genel komutanlığı yapmış emekli paşaların “darbe”ye teşebbüsten yargılanmaları alışılmış bir durum değil.

Son gözaltı dalgasında emniyete götürülen zanlılardan bir kısmı serbest bırakılırken, Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’ün istemi doğrultusunda yargının “tutuklama” kararı vermesinin ardındaki gerekçeler henüz bilinmiyor. “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya çalışmak” suçlaması, klasik darbe dönemlerinde daha çok “sol”a yönelik bir suçlama olarak sıkıyönetim askeri mahkemelerince gündeme getirilirdi. Bu kez sivil mahkemeler emekli paşaları yargılıyor. Ve cezaevine gönderiyor. Mesele “tespihli” bir savcının gayretkeşliğiyle sınırlı olsa “Metris süreci”ne gelinmeyebilirdi. Nitekim İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu ve Mustafa Balbay, sorgulama sonunda tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar.

ATO Başkanı Sinan Aygün’ün de tutuklanması dikkat çekici.
Dava başladığında, Savcı Öz’ün Ergenekon yapılanmasına uzanan “darbe teşebbüsü”nü delilleriyle ortaya koyması, paşaların da eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e ait olduğu öne sürülen günlüklerdeki “Sarıkız” ve “Ayışığı” adlı hazırlıkların “darbe” anlamına gelmeyeceğini kanıtlamaları gerekecek.
Darbe günlükleri nedeniyle kapatılan Nokta dergisinden Alper Görmüş’ün beraatıyla sonuçlanan davada mahkeme, bu yayını “görünür gerçeğe uygun” bulmuştu.

Ergenekon soruşturması, 2003-2004 yıllarındaki olaylara uzanacaksa o zaman, “günlükler”i tutan emekli Oramiral Örnek’in de mahkeme aşamasında dinlenmesi gerekmez mi?

Genelkurmay Başkanlığı sırasında “darbe niyetleri”ne geçit vermeyen Hilmi Özkök’ün de diyeceği bir şeyler olmalı.
Kamuoyunda şöyle de bir tereddüt var, “Velev ki, paşalar AKP hükümetine karşı darbe yapmayı akıllarından geçirmiş olsunlar. Teşebbüsün davası olur mu?” 4 yıllık gecikme AKP davasıyla ilişkilendiriliyor. Baykal’ın “Ergenekon avukatlığına” soyunması da bu yüzden. Ancak siyasi denge ve hesaplaşmaların gölgeleyemeyeceği bazı olgular da göz ardı edilemez.

Hrant Dink suikastında “jandarma istihbarat”ın konumu örneğin! Çankaya krizi sırasında Türkiye karışır, cumhuriyet mitinglerinin rüzgârıyla seçime gidilirken, “darbeci kadrolara” CHP’de “dokunulmazlık” kazandırılması rastlantı olabilir mi?

“Metris süreci” hafife alınmamalı.

dsazak@milliyet.com.tr


Ergenekon 'Cinayet'ten giderek çözülmeli
Kürşat BUMİN
08 Temmuz 2008
Yeni Şafak

Bir darbe planı daha ortaya çıkarıldı. Bunun da adı “Eldiven”miş. Plan şöyle imiş:

“Erdoğan hükümeti birçok cepheden yıpratılıp AKP bölündükten sonra, 'Eldivenli Yumruk' indirilecekti. Bu aşama şemada 'Dönüş Mümkün Değil' sözüyle ifade edildi...”

İyi güzel de, başına “Eldivenli Yumruk” indirilirken bu ülkenin hükümetinin ellerini cebinden çıkartmaması nasıl sağlanacaktı?

İki emekli orgeneralin etrafında toplanmış bir takım emekli subaylar, bir takım “sözde sivil toplum” yöneticileri, yeterli miktarda sabıka dosyası kabarık kişi bir araya gelerek “Eldivenli Yumruk”u hükümetin başına indirip darbe yapacaktı...

Sizi bilmem ama ben, bu hikayelerle (uydurma olduklarını söylemiyorum) karşılaşınca,“Devlet ve toplum olarak hepten hükümetsiz kalmışız da haberimiz yokmuş” demeden edemiyorum!

Hatta, bu hikayeler karşısında hükümetin kafası atmış olarak “Siz nasıl olur da bu ülkenin hükümetini bu derece acz içinde gösterirsiniz” diyerek celâllenmemesine de şaşıyorum.

Sanırsınız ki Türkiye Cumhuriyeti'nin aklına esen generalin “Eldivenli Yumruk”unu masaya indirdiği Afrika'daki bazı yönetimlerden farkı yoktur. İki orgeneralin etrafına topladığı ve gerçek bir “hukuk devleti”nde kaçacak delik bulması imkansız bir heyetle gerçekleşmesi mümkün darbe planları yapması bu ülkede de son derece tabii karşılanmalıdır.

Bunları söylerken bugüne kadar karşılaştığımız çok sayıda darbe ve darbe teşebbüsünü unuttuğum sanılmasın. Ama gerçekleşen veya yoldan dönen bu gelişmelerin TSK'nın emir-komuta zinciri çizgisinde gerçekleştiğini de siz unutmayın. Tamam belki 27 Mayıs'ın albayları hatırlanarak “emir-komuta zinciri”nin varlığına itiraz edilebilir. Ama o 27 Mayıs'tı ve çok geride kaldı. Söz konusu “zincir”in 12 Eylül'den itibaren titizlikle korunduğunu ileri sürebiliriz.

Neyse, bu konunun biraz daha derinlemesine gözdan geçirilmesini bugünlerde kimi yayın organlarında karşımıza çıkan “Bu sürecin (Ergenekon dosyası kastediliyor. K.B.) önünü büyük ölçüde TSK'nın hukuktan yana tutumu açtı” şeklindeki yorumların ışığında bir başka yazıya bırakıp dönelim tekrar Ergenekon'un üzerine “darbe” mi yoksa “terör” suçmasından dolayı mı gitmenin daha yerinde olduğu sorusuna.

Taraf'tan Yıldıray Uğur, dünkü yazısında, “Hrant Dink'in katillerini yargılayabilecek büyüklükte ve güçte bir mahkememiz henüz yok” dedikten sonra avukat Fethiye Çetin'in benzer bir açıklamasını aktarıyordu:

“Ergenekoncuların Dink cinayetinin hazırlık sürecinde çok büyük rolü var. Bu büyük bir fırsat. Dink cinayetiyle Ergenekon'un kalbine girilebilir.”

Bu sözler etrafında dönmekte olduğum fikri kısa yoldan çok iyi açıklıyor. Ergenekon tutuklularının Hrant'ın sağlığında ve cinayetten sonraki açıklamalarını, tavırlarını hatırlayın. Demek ki “Ergenekon” adı verilen ve tutukluları arasında cinayet makinelerini de barındıran tedhiş örgütünün davası eğer ortaya Hrant Dink cinayetiyle ilgili ikna edici sonuc ve kararlar çıkarmadan kapanır ve süreç tamamen “darbe” faslına dümen kırarsa, bir kez daha aldatıldık demektir.

Israrım bu yüzden. “Ergenekon” davası “darbeye teşebbüs” fiilinden çok önce, ülkenin karşılaştığı bir dizi cinayet ve tedhiş eylemlerinin nasıl kurulup işlediğini -ve bundan böyle niçin işleyemeyeceğini- anlatmalıdır bize.

Tekrarında fayda var herhalde: İşin “darbe” faslının anlaşılması ve giderilmesi bugünkünden bambaşka bir “dosya”nın hazırlanmasını gerektiriyor; “emir-komuta zincirinin korunması” meselesini unutmayan bir bambaşkalık tabii ki...

kbumin@yenisafak.com.tr


Ergenekonu Deşifre Etti Ama...
25 Mayıs 2008 17:05

Ergenekon üzerine yazdığı kitaplarla dikkatleri üzerine toplayan ve ceteyi deşifre eden Zihni Çakır, Ankara'da göz altına alındı. Her an beni alırlar dedi evine baskın yedi...

Çeteyi deşifre eden gazeteci Zihni Çakır'ın ifadesine başvuruldu


Ergenekon üzerine yazdığı kitaplarla dikkatleri üzerine toplayan Gazeteci
Zihni Çakır, Ankara'da göz altına alındı. Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'ün talimatıyla harekete geçen Ankara Terörle Mücedele ekipleri, Cumartesi akşam 21.00 sularında Çakır'ın misafir olduğu eve baskın düzenledi.

Göz altı sebebinin son kitabı "Kod Adı: Darbe" olduğu öğrenildi. Kitapta MİT ve Genelkurmay'a ait gizli belgeler yer alıyordu. Polis tarafından ifadesi alınan Çakır'a belgelerle ilgili sorular soruldu. Çakır daha önce de Öz tarafından İstanbul'a çağrılmış ve bilgisine başvurulmuştu. Gözaltına alınmadan kısa bir süre önce Zaman'a konuşan Çakır, savcının talimatından haberdar olduğunu belirterek, "Her an beni alabilirler." demişti. Yazar, son günlerde sürekli takip edildiğini de sözlerine eklemişti. Son olarak Sabancı suikastıyla ilgili yayınladığı belge yüzünden terör örgütü DHKP-C'nin hedefine oturan Çakır, Zaman'a yaptığı açıklamada can güvenliğinden endişe ettiğini söylemişti.

Zihni Çakır, son dönemlerin en dikkat çeken yazarlarındandı. Daha Ergenekon operasyonu yapılmadan yazdığı kitabına "Ergenekon'un Çöküşü" adını vermişti. Bu kitapta, vatanseverlerle ilgili önemli bilgiler vermiş, ilişkiler ağını deşifre etmişti. Ardından çeteye yönelik operasyonlar başlamış ve Çakır ikinci kitabına "Ergenekon'un Çöküşü 2" adını vermişti. Bu kitapta da çetenin sol ayağına yönelik bilgiler vardı. Kitapta, Eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'na yönelik suikast girişiminden bahsetmiş ve arkasında Ergenekon'un sol ayağının olduğunu ileri sürmüştü. Son çıkardığı kitap "Kod Adı: Darbe"de de çarpıcı iddialar vardı. Bir çok gizli belgenin yer aldığı kitapta, Sabancı suikastıyla ilgili MİT'e ait olduğu öne sürülen bir rapor da vardı. Buna göre, suikastı Susurlukçu Abdullah Çatlı'nın organize ettiği, DHKP-C'nin ise sadece tetikçi olarak kullanıldığı iddia ediliyordu. MİT, bu belgeyi yalanlamış ama Çakır, iddialarının arkasında durmuştu.
aktifhaber

General'e Göre Ergenekon Önemsiz!
04 Mayıs 2008 13:07

The Observer, Ergenekon soruşturmasıyla ilgili haberinde, emekli General Haldun Solmaztürk'ün açıklamalarına yer verdi. Emekli General'in tehditlerle dolu açıklamaları.

Ergenekon olayının Türkiye'deki yansımalarına dikkat çekilirken “Stratejik olarak dünyanın en önemli ülkelerinden birinin istikrarı söz konusu” yorumu yapıldı. The Observer gazetesi, Ergenekon olayına ilişkin haberinde “Çok gergin siyasi realite, Türkiye'yi bölüyor” diye yazdı. The Observer'e konuşan emekli General Haldun Solmaztürk de, Ergenekon'u “önemsiz” olarak nitelendirirken “AKP bir kaygıdır. Ilımlı İslam diye bir şey yoktur” dedi.
Pazar günleri İngiltere'de yayınlanan The Observer gazetesi, “Öldürücü elidin sırrı, Türkiye'deki huzursuzluğu alevlendiriyor” başlığıyla Ergenekon olayına ilişkin uzun bir haber yayınladı. “Stratejik olarak dünyanın en önemli ülkelerinden birinin istikrarının söz konusu olduğu” yorumunu yapan gazete, “Çok gergin siyasi realite, Türkiye'yi bölüyor” ifadesini de kullandı.
“Darbe girişimi”nin Türkiye'nin kimliğine ilişkin “derin ayrışmaları” ortaya koyduğu görüşünü dile getiren gazete, Türkiye'nin siyasi tarihine ordunun müdahalerinin damgasını vurdugunu, her müdahale öncesi şiddetli bir istikrarsızlık döneminin yaşandığını yazdı.
İngiliz gazetesinin AKP'nin seçim zaferleri, ekonomik ve siyasi politikaları, Avrupa yanlısı ve piyasa ekonomisi yanlısı tavrı ile son dönemde zenginleşmiş olan dindar muhazafazar orta sınıftaki büyümenin, “ülkenin güçlü askeri ve bürokratik unsurları için tehdit oluşturduğu”nu öne sürdü.
Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin'in Ergenekon örgütlenmesinin yıllarca var olduğu yolundaki görüşlerine yer verildiği haberde emekli General Haldun Solmaztürk'ün görüşlerine de yer veren gazete, Solmaztürk'ün, Ergenekon grubunu “önemsiz” olarak nitelendirdiğini belirtti.

“TÜRK ASKERLERİNİN BÜYÜK BİR ÇOĞUNLUĞU DEMOKRASİYE BAĞLI”-

Gazeteye göre, Solmaztürk, birkaç subayın Ergenekon olayına “karışmış” olabileceğini ancak Türk askerlerinin çok büyük bir çoğunluğunun demokrasinin korunmasına bağlı olduklarını söylediğini aktardı.
Kendi görüşlerinin, çoğu üst düzey subaylarca paylaşıldığını söyleyen Solmaztürk ayrıca “Türkiye'nin, sağcı birkaç çatlaktan daha çok ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunduğu” söyledi.

“DÖNÜŞÜ OLMAYAN BİR NOKTAYA YAKLAŞIYORUZ”-

Haldun Solmaztürk, kendisini asıl kaygılandıran konunun AKP Hükümeti olduğunu söyledi ve “AKP bir kaygıdır. Ilımlı İslam diye bir şey yoktur. Bir hükümet, ya dinden etkilenir ya etkilenmez. Eğer etkilenirse, o zaman laik değil, demokratik değil. Bizler demokrasiyi ilerletmek istiyoruz. Onlar ise, geriye götürmek istiyorlar ve dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyoruz” şeklinde konuştu.
The Observer'e de konuşan MHP İstanbul İl Başkan Yardımcısı Nazmi Çelenk ise, “Türkiye'de, medeniyetler çatışmasının ön cephesindeyiz. Amerika ve İngiltere'nin bölgedeki doğal müttefikiz. Geleceğimiz Avrupa'da, ancak Avrupa Birliği'nde şart değil” dedi.
TCK'nın 301. maddesinde yapılan değişikliğini eleştiren Çelenk, kendisinin iktidarda olması halinde ifade özgürlüğüne ilişkin sıkı düzenlemelerin korunacağını da söyledi. The Observer, Çelenk için “Gücü olsa, Suriye'yi işgal eder ve devleti Türkiye ile Irak arasında bölerdi. Böylece, ülkesinin güneydoğusundaki şiddetli Kürt eylemciliği, 24 saat içinde çözülürdü” diye yazdı.

aktifhaber

İki Saldırıda Yeni Bağlantı
29 Mayıs 2008 14:00Cumhuriyet Gazetesine atılan bombalar ve Danıştay Saldırısı bağlantısıyla ilgili yeni deliller ortaya çıktı. Kuvvai Milliye Derneği kilit konumda.

Cumhuriyet Gazetesine atılan bombaları, Osman Yıldırım ve Alparslan Arslan'a Kuvvai Milliye derneğinin soruşturma kapsamında tutuklanan başkanı Hüseyin Görüm'ün yeğeni vermiş.

Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Zekeriya Öz'ün Danıştay ve Cumhuriyet Gazetelerine saldırdıkları gerekçesiyle tutuklanan Osman Yıldırım'ı tekrar sorgulaması sonucunda kendilerine Cumhuriyet Gazetesine atılan bombayı veren kişinin adını verdi. Zekeriya Öz'ün Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet Gazetesine atılan bombaları verdği ileri sürülen kişi ise Ergenekon soruşturması çerçevesinde tutuklanan Kuvai Milliye Derneğinin başkanı Hüseyin Görüm'ün yeğeni olan Rasim Görüm'dü. Rasim Görüm İstanbul Terörle Mücadele şubesi ekipleri tarafından yakalanarak adliyeye çıkartıldı. Savcı Zekeriya Öz'ün tutuklanmasını isteyerek nöbetçi mahkemeye gönderdiği Rasim Görüm tutuklanarak cezaevine gönderildi.

ERGENEKON BAĞLANTISINI BULUNAN FOTOĞRAF ÇÖZÜYOR
Kuvvai Milliye Derneği'ne ait Maltepe'de ki bir hücre evinde ele geçirilen fotoğrafta bulunan 29 kişinin kim oldukları araştırılırken Cumhuriyet gazetesine atılan bombaları, bombacı Alparslan Arslan ve Osman Yıldırım'a getiren kişi belirlendi. Edinilen bilgilere göre Zekeriya Öz tarafından yürütülen Ergenekon suç örgütü soruşturması, Danıştay saldırısı öncesinde aralarında Muzaffer Tekin'in de bulunduğu 29 kişinin bu evde toplantı düzenlediği belirlendi. Fotoğraf karesinde bulunan ve Danıştay saldırısında mahkum olan Osman Yıldırım İstanbul'a getirilerek savcı Zekeriya Öz tarafından sorgulandı. Yıldırım ifadesinde, o fotoğraf karesinde bulunan isimleri tek tek sayarken kendilerine attıkları bombayı getirdiğini ileri sürdüğü Rasim Görüm'ün de adını verdi. Osman Yıldırım, fotoğrafta yer alan Rasim Görüm'nün Alparslan Arsalan'a bombayı veren kişi olduğunu iddia etti. Yapılan çalışmalar sonucunda Hendekte yakalanan Rasim Görüm Terörle Mücadele ekipleri tarafından yakalanarak 4 gün sorgulandıktan sonra savcı Öz'e getirildi. Savcı Öz tarafından sorgulanan Görüm daha sonra çıkartıldığı nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanarak cezavine gönderildi.


BULUNAN FOTOĞRAF BİRÇOK BAĞLANTIYI ORTAYA ÇIKARDI
Edinilen bilgilere göre hücre evinde ele geçirilen ve Ergenekon suç örgütünün önemli isimlerinin bir arada olduğu 29 kişiden oluşan fotoğraf karesinin Ergenekon ve diğer olaylar arasındaki birçok bağlantıyı çözen fotoğraf karesi olduğu belirtildi. Osman Yıldırım'ın da bulunduğu fotoğraf karesi Zekeriya Öz tarafından olayların bağlantılarını çözmek amacıyla kullanıldı. Osman Yıldırım'ın bu fotoğrafta bulunan isimleri tek tek isimlerini ve bağlantılı oldukları olayları savcı Öz'e söylediği beliritiliyor.

Savcı Zekeriya Öz tarafından da olayların biribirleri ile bağlantısını kurmakta kullandığı fotoğrafta bulunan en önemli kişinin Muzaffer Tekin olduğu belirtiliyor. Tekin'in bu fotoğraf karesinde yer alan kişilerin Danıştay saldırısı öncesinde bir toplantı yaptığı ve daha sonra hatıra fotoğrafı çektirdiği ileri sürülüyor.


OSMAN YILDIRIM'A ERGENEKON SORUSU
Savcı Zekeriya Öz tarafından sorgulanan Rasim Görüm'ün yapılan sorgulamasında Ergenekon'un eylemci kanadı ile ilgili olarak önemli bilgiler elde edildiği, soruşturmayı sürdüren ve dava ile ilgili iddianameyi yazmaya başladığı belirtilen Zekeriya Öz'ün eline önemli deliller geçtiği öğrenildi.

İki Saldırıda Yeni Bağlantı29 Mayıs 2008 14:00Cumhuriyet Gazetesine atılan bombalar ve Danıştay Saldırısı bağlantısıyla ilgili yeni deliller ortaya çıktı. Kuvvai Milliye Derneği kilit konumda.

Cumhuriyet Gazetesine atılan bombaları, Osman Yıldırım ve Alparslan Arslan'a Kuvvai Milliye derneğinin soruşturma kapsamında tutuklanan başkanı Hüseyin Görüm'ün yeğeni vermiş.

Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Zekeriya Öz'ün Danıştay ve Cumhuriyet Gazetelerine saldırdıkları gerekçesiyle tutuklanan Osman Yıldırım'ı tekrar sorgulaması sonucunda kendilerine Cumhuriyet Gazetesine atılan bombayı veren kişinin adını verdi. Zekeriya Öz'ün Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet Gazetesine atılan bombaları verdği ileri sürülen kişi ise Ergenekon soruşturması çerçevesinde tutuklanan Kuvai Milliye Derneğinin başkanı Hüseyin Görüm'ün yeğeni olan Rasim Görüm'dü. Rasim Görüm İstanbul Terörle Mücadele şubesi ekipleri tarafından yakalanarak adliyeye çıkartıldı. Savcı Zekeriya Öz'ün tutuklanmasını isteyerek nöbetçi mahkemeye gönderdiği Rasim Görüm tutuklanarak cezaevine gönderildi.

ERGENEKON BAĞLANTISINI BULUNAN FOTOĞRAF ÇÖZÜYOR
Kuvvai Milliye Derneği'ne ait Maltepe'de ki bir hücre evinde ele geçirilen fotoğrafta bulunan 29 kişinin kim oldukları araştırılırken Cumhuriyet gazetesine atılan bombaları, bombacı Alparslan Arslan ve Osman Yıldırım'a getiren kişi belirlendi. Edinilen bilgilere göre Zekeriya Öz tarafından yürütülen Ergenekon suç örgütü soruşturması, Danıştay saldırısı öncesinde aralarında Muzaffer Tekin'in de bulunduğu 29 kişinin bu evde toplantı düzenlediği belirlendi. Fotoğraf karesinde bulunan ve Danıştay saldırısında mahkum olan Osman Yıldırım İstanbul'a getirilerek savcı Zekeriya Öz tarafından sorgulandı. Yıldırım ifadesinde, o fotoğraf karesinde bulunan isimleri tek tek sayarken kendilerine attıkları bombayı getirdiğini ileri sürdüğü Rasim Görüm'ün de adını verdi. Osman Yıldırım, fotoğrafta yer alan Rasim Görüm'nün Alparslan Arsalan'a bombayı veren kişi olduğunu iddia etti. Yapılan çalışmalar sonucunda Hendekte yakalanan Rasim Görüm Terörle Mücadele ekipleri tarafından yakalanarak 4 gün sorgulandıktan sonra savcı Öz'e getirildi. Savcı Öz tarafından sorgulanan Görüm daha sonra çıkartıldığı nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanarak cezavine gönderildi.


BULUNAN FOTOĞRAF BİRÇOK BAĞLANTIYI ORTAYA ÇIKARDI
Edinilen bilgilere göre hücre evinde ele geçirilen ve Ergenekon suç örgütünün önemli isimlerinin bir arada olduğu 29 kişiden oluşan fotoğraf karesinin Ergenekon ve diğer olaylar arasındaki birçok bağlantıyı çözen fotoğraf karesi olduğu belirtildi. Osman Yıldırım'ın da bulunduğu fotoğraf karesi Zekeriya Öz tarafından olayların bağlantılarını çözmek amacıyla kullanıldı. Osman Yıldırım'ın bu fotoğrafta bulunan isimleri tek tek isimlerini ve bağlantılı oldukları olayları savcı Öz'e söylediği beliritiliyor.

Savcı Zekeriya Öz tarafından da olayların biribirleri ile bağlantısını kurmakta kullandığı fotoğrafta bulunan en önemli kişinin Muzaffer Tekin olduğu belirtiliyor. Tekin'in bu fotoğraf karesinde yer alan kişilerin Danıştay saldırısı öncesinde bir toplantı yaptığı ve daha sonra hatıra fotoğrafı çektirdiği ileri sürülüyor.


OSMAN YILDIRIM'A ERGENEKON SORUSU
Savcı Zekeriya Öz tarafından sorgulanan Rasim Görüm'ün yapılan sorgulamasında Ergenekon'un eylemci kanadı ile ilgili olarak önemli bilgiler elde edildiği, soruşturmayı sürdüren ve dava ile ilgili iddianameyi yazmaya başladığı belirtilen Zekeriya Öz'ün eline önemli deliller geçtiği öğrenildi.
aktifhaber

Veli Küçük'e 2.5 Milyon Dolar
29 Mayıs 2008
Yurtbank'ı hortumlamaktan cezaevinde bulunan Ali Avni Balkaner'in Ergenekon'un operasyon kanadının beyni Veli Küçük'e milyon dolarlar akıttığı ortaya çıktı...

Yurtbank davasında aldığı ceza nedeniyle cezaevinde bulunan Ali Avni Balkaner’in, Ergenekon soruşturması kapsamında Veli Küçük’e verdiği iddia edilen 2.5 milyon dolarlık iki çek nedeniyle sorgulandığı ortaya çıktı.

Ergenekon soruşturması kapsamında, “kilit isim” olarak nitelendirilen ve son yedi yıldır Amerika’da yaşayan Tuncay Güney’in, 2 Mart 2001’de İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi’ne verdiği belgeler arasında biri 1 milyon, diğeri ise 1.5 milyon dolarlık iki çekin fotokopilerinin bulunduğu, Güney’in hamiline yazılı bu çekleri Veli Küçük’e iletmesi için Ali Avni Balkaner’in kendisine verdiğini iddia ettiği öğrenildi.

Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz, bu belgeler ve iddialar doğrultusunda, kim tarafından tahsil edildiği henüz kesinleştirilemeyen çekler ile ilgili olarak Ali Avni Balkaner’i sorguladı.
Yurtbank davası nedeniyle yargılandığı davadan hükümlü olan Balkaner, savcı Öz’ün talimatıyla 28 Nisan 2008’de tutuklu bulunduğu Kartal H-Tipi Cezaevi’nden Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne getirilerek iki saat boyunca sorguya alındı.
Tuncay Güney’in “samimi itirafları”na dayandırılarak yürütülen soruşturmada Balkaner’in, 2003 yılında öldürülen oğlu Hakan Balkaner’in mafyadan aldığı tehditlerin ardından Veli Küçük tarafından korunmasını sağlamak üzere girişimlerde bulunduğu, çekleri de bu nedenle kestiğini ifade ettiği öne sürüldü. Hakan Balkaner, Nisan 2003’te Balkaner Plaza’da sekreterinin eski eşi tarafından tüfekle vurularak öldürülmüştü.
aktifhaber

Emniyet'ten Ergenekon İsteği
29 Mayıs 2008 08:13

İstanbul Cumhuriyet Başsavcası Aykut Cengiz, Emniyet Genel Müdürlüğü'nden Ergenekon hakkında "terör" bilgisi istedi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin'in 'terör örgütü' tanımlaması yaptığı Ergenekon yapılanmasına Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 'açıklık' getirmesi istendi.

Soruşturmayı yürüten savcı, topladığı belgeleri Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele ve Harekât Daire Başkanlığı (TEMÜH)'na göndererek, 'Ergenekon yapılanmasının terör örgütü olup olmadığı' yönünde değerlendirme talep etti. TEMÜH Başkanlığı'nca hazırlanan bir brifingde, Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınanların savunduğu 'ulusalcılık' akımı aşırı sağcı terör örgütleri arasında sayılmıştı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Ergenekon yapılanması hakkındaki soruşturmanın kamuoyuna açıklandığı ilk günden itibaren 'terör örgütü' nitelemesi yaptı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin, yaptığı yazılı açıklamada, soruşturmanın, 'silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek', 'bu örgüte üye olmak', 'askeri itaatsizliğe teşvik etmek', 'devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etmek', 'sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermileri bulundurmak' ve 'patlayıcı madde bulundurmak' suçlamalarıyla yürütüldüğüne dikkat çekmişti. Resmi yazışmalarda da Ergenekon yapılanması hakkında 'terör örgütü' nitelemesinde bulunan savcılık, önceki gün terör konusunda en uzman birime 'çok gizli' bir yazı gönderdi. Ergenekon terör örgütü soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün imzasını taşıyan yazının ekinde Ergenekon yapılanmasıyla ilgili belge ve bilgilere yer verildi. Öz, TEMÜH'ten 'yapılanmanın terör örgütü kapsamına girip girmediğine dair' görüş talep etti.

Emniyet Genel Müdürlüğü TEMÜH Başkanlığı, Zekeriya Öz'ün talebine henüz bir cevap göndermedi. Ancak geçtiğimiz günlerde daire tarafından hazırlanan bir brifingde Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınan zanlıların savunduğu 'ulusalcılık' akımına yer verilmişti. Türkiye'deki sağ, sol ve dini motifli radikal terör örgütlerini takip eden TEMÜH'ün ulusalcılık akımını da 'aşırı sağ' faaliyetleri başlığına aldığı anlaşılmıştı.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın göreve başlamasının ardından kendisine sunulmak üzere hazırlanan brifingde, "Ulusalcı kesimler, devlet egemenliğinin özellikle AB sürecindeki yasal değişiklikler ile zedelendiği ve ülkenin bağımsızlığını yitirdiği varsayımını temel almaktadır. Geçmişte sol, sağ ve dinsel arka plana sahip gruplar söylem, propaganda ve eylem birliğine dayanan bir manevra alanı oluşturmakta, bu kapsamda 50'den fazla dernek ve vakıf, 100'den fazla internet sitesi ve medya organı faaliyet göstermektedir." deniliyor. Geniş kitleleri etkileme ve yönlendirme arayışındaki ulusalcı blok tarafından kullanılan söylem ve birtakım aşırı yaklaşımların, amacını aşan propaganda amaçlı bazı gelişmeleri tetiklediği değerlendirmelerine de yer veriliyor.

Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele ve Harekât Daire Başkanlığı'nın Savcı Zekeriya Öz'ün talebine önümüzdeki günlerde cevap vereceği kaydediliyor. TEMÜH'ün Ergenekon yapılanmasını da yine ulusalcılık akımı kapsamında değerlendireceği görüşü hakim. Emniyet'in değerlendirmesinin önümüzdeki günlerde İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na ulaştırılacağı ifade ediliyor.

Bu arada İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın koordinasyonunda sürdürülen soruşturma kapsamında aranan Rasim Görüm (31), Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince gözaltına alındı. İstanbul Adliyesi'ne çıkartılan Görüm, 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.
aktifhaber


En son admin tarafından Sal Eyl 23, 2008 8:22 pm tarihinde değiştirildi, toplam 7 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Sal Tem 01, 2008 9:59 pm    Mesaj konusu: Ergenekon Operasyonu 2. Perde Alıntıyla Cevap Gönder

ERGENEKON ZANLILARININ İLK ARADIĞI KİŞİ

Karakter boyutu :

23 Eylül 2008 21:26
Hem Hurşit Tolon hem de bugün Tuncay Özkan gözaltına alındıklarında ilk O'nu aradılar.Aranan kişi bir CHP milletvekili.
Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan gazeteci Tuncay Özkan'ın telefonla aradığı CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü, "Beni Hurşit Tolun arıyorsa, Tuncay Özkan gibi namusluluğu hiç tartışılmayacak bir gazeteci arıyorsa, bundan onur duyarım." dedi.

Cihan Haber Ajansı muhabirinin sorularına cevap veren Şahin Mengü, eskiden beri Tuncay Özkan'ın avukatlığını yaptığını, Özkan ile avukatlık müvekkillik ilişkisinin 16 yıl öncesine dayandığını söyledi. Şu an milletvekili olduğu için fiili olarak avukatlık yapamadığını dile getiren Şahin Mengü, "Başına böyle bir şey gelince hemen beni aradı. 'Abi eve geldiler, evde arama yapıyorlar. Beni gözaltına alacaklar' dedi. Bunun üzerine büromuzun İstanbul'daki avukatını aradım. O saatte Tuncay'ın yanına gitmeye çalıştı. Evde halen arama devam ediyor. Ne aradılarsa artık bilemiyorum." diye konuştu.

Şahin Mengü, telefonla görüştüğü Tuncay Özkan'ın moralinin iyi durumda olduğunu ifade ederek, Özkan'ın bazı sağlık sorunları olduğunu, buna dikkat edilmesi gerektiğini kaydetti. Hurşit Tolun'un sağlık sorunu olup olmadığının sorulması üzerine Mengü, "Hayır yok. Paşa aslan gibi maşallah" dedi.

Ergenekon zanlılarının aradığı ilk kişi olmanın nın kendisini rahatsız edip etmediğine ilişkin bir soru üzerine Şahin Mengü, "Ben Hurşit Tolun gibi, bu ülkenin ordusuna şerefiyle hizmet etmiş insanların avukatlığını yapmaktan onur duyarım. Beni Hurşit Tolun arıyorsa, Tuncay Özkan gibi namusluluğu hiç tartışılmayacak bir gazeteci beni arıyorsa, bundan onur duyarım." şeklinde konuştu.

Fikrini söyleyen, düşüncesini açıklayan ve iktidarı eleştiren gazetecilerin, yazarların yaygın olarak gözaltına alınmasının, demokrasiyi tehlikeli boyutlara götürdüğünü savunan Mengü, "Bugün Tuncay'ın gözaltına alınmasından mutluluk duyan birçok gazeteci olduğuna inanıyorum. İsim bile sayarım. Ama yarın onlar da gözaltına alınmaya başladığında ben insan olarak aynı ızdırabı duyarım. Bu yaşananlara özellikle Türk basınının çok ciddi tepki vermesi lazım" şeklinde konuştu. Mengü, Ergenekon soruşturmasının 18 aydır yürütüldüğünü, 18 ayda Tuncay Özkan'ın ne suç işlediğinin ortaya çıkarılamadığını belirterek, 18 ay sonra harekete geçilmesinin, bunun bir siyasi sindirme olduğunun göstergesi olduğunu öne sürdü.

aktifhaber

Ergenekon Operasyonu 2. Perde
01 Temmuz 2008 09:23Ergenekon Operasyonu'nun 2. Perdesi inanılmaz gözaltılarla başladı.


Ergenekon Operasyonu'nun 2. Perdesi başladı.

Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında aralarında eski 1. Ordu komutanı emekli orgeneral Hurşit Tolon, eski Jandarma Genel komutanı emekli orgeneral Şener Erurgur, Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay, Türcaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi ile Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün'ün de bulunduğu 25 kişi gözaltına alındı.

Eski AKP'li Turhan Çömez ise aranıyor.

İstanbul'da gözaltına alınanlar arasında Tercüman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi'nin de bulunduğu öğrenildi. Ankara'da gözaltına alınan 7 kişi Adli Tıp Kurumu'nda sağlık kontrolünden geçirildi. Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde tutulan zanlılar soruşturmanın yürütüldüğü İstanbul'a getirilecek.

Gözaltıların ardından İstanbul Cumhuriyet savcılarının talimatı doğrultusunda Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından Ankara Ticaret Odası (ATO), Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Merkezi ve Cumhuriyet gazetesinin Ankara Bürosu'nda arama yapıldı. Ekipler bazı belgelere tutanakla el koydu.

BİR DE PROF ALINDI

''Ergenekon soruşturması''nı yürüten İstanbul Cumhuriyet savcılarının talimatı doğrultusunda Trabzon'da gözaltına alınan Ati Teknoloji Özel Sağlık Hizmetleri Sanayi ve Ticaret Şirketi Genel Müdürü Prof. Dr. Ercüment Ovalı, sağlık kontrolünden geçirildi.

BUGÜNE KADAR TUTUKLANANLAR

Emekli tuğgeneral Veli Küçük, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Susurluk hükümlüsü Sami Hoştan, Avukat Kemal Kerinçsiz, Emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin, Oktay Yıldırım, Mahmut Öztürk, Fikret Emek, Gazi Güder, Mehmet Demirtaş, Muzaffer Şenocak, Aydın Yüksek, Kuddusi Okkır, Bekir Öztürk, İsmail Yıldız, Ergün Poyraz, Asuman Özdemir, Mete Yalazangil, Zekeriya Öztürk, Muhammet Yüce, Kahraman Şahin, Erol Ölmez, Erkut Ersoy, Mehmet Fikri Karadağ, Hüseyin Görüm, Oğuz Alpaslan Abdülkadir Hüseyin Gazi Oğuz, Sevgi Erenerol, Abdullah Arapoğlu, Ümit Oğuztan, Vatan Bölükbaşı, Habip Ümit Sayın, Emin Gürses, Orhan Tunç, Hayrettin Ertekin, Vedat Yenerer, Muammer Karabulut, Abdulmuttalip Tongar, Selim Akkurt, Serhan Bolluk, Ferit İlsever, Adnan Akfırat, Hayati Özcan, Nusret Senem, Hikmet Çiçek, Rasim Görüm, Başkomser F.K, Behiç Gürcihan, Murat Çağlar
aktifhaber

FLAŞ! Org. Eruygur da Alındı
01 Temmuz 2008 09:07

Ergenekon Operasyonu dehşet hızla sürüyor. Org. Tolon'dan sonra ikinci bir Org. daha gözaltına alındı. Org. Şener Eruygur polis tarafından alındı.

Emekli Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruyggur, Ergenekon Operasyonu kapsamında Geniş Yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin talimatı doğrultusunda gözaltına alındı.

Org. Eruygur Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanlığı'nı yürütüyordu.
aktifhaber

FLAŞ! Org. Tolon Gözaltında
01 Temmuz 2008 08:49Ve beklenen oldu Ergenekon Operasyonunda 2. Perde başladı. Emekli Orgeneral Hurşit Tolon gözaltına alındı....

Geniş Yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin talimatı doğrultusunda Emekli Org. Hurşit Tolon Ankara'da kaldığı lojmanından sabahın erken saatlerinde gözaltına alındı.

''Ergenekon'' soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet savcılarının talimatı doğrultusunda gözaltına alınan emekli Orgeneral Hurşit Tolon, sağlık kontrolünden geçirildi.

Tolon, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince Ankara Adalet Sarayı'na getirildi.

Adli tabiplikte sağlık kontrolünden geçirilen Tolon, Çevik Kuvvet ekiplerinin yoğun güvenlik önlemleri altında adliyeden ayrıldı.

Tolon, adliyeden ayrılışı sırasında ''Bir açıklama yapacak mısınız?'' şeklindeki soruya, ''Hayır'' yanıtını verdi.

Hurşit Tolon'un avukatı Ahmet Çörtoğlu, sabah saat 08.00'den bu yana ev araması yapıldığını ve evden adliyeye geldiklerini belirterek, ''Tolon'un, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturması kapsamında ve İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı ile gözaltına alındığını'' söyledi.

aktifhaber

FLAŞ! Cumhuriyet'e Baskın
01 Temmuz 2008 08:58

Ergenekon Operasyonunda 2. Perde jet hızıyla başladı. Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu'nu polis bastı. Önemli belgelere el kondu.

Cumhuriyet gazetesinin Ergenekon operasyonu kapsamında Ahmet Rasim Sokak 14 numaradaki Ankara Temsilciliği’ne sabah saatlerinde baskın yapıldı.

Cumhuriyet Gazetesi personeli içeriye alınmıyor. Ergenekon operasyonu kapsamında gazete içinde arama yapılırken, gazeteciler de dışarıda bekliyor.

Baskının saat sabah 07.00 sularında yapıldığı öğrenildi. Gazete temsilciliğinin bulunduğu Ahmet Rasim sokak güvenlik nedeniyle tamamen trafiğe kapatıldı.

Polis özellikle Cumhuriyet Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'ın ofisini aradı.

Operasyon Geniş Yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin talimatıyla yürütülüyor.

GİRİŞ ÇIKIŞ YASAKLANDI

Cumhuriyet Gazetesi’nde Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan arama devam ederken, Cumhuriyet gazetesi çalışanları dışındaki tüm gazeteciler, gazete bahçesi dışına çıkarıldı. Kapıda yaklaşık 15 kadar polis nöbet tutarken, arama yaklaşık 4 saat sürdü. Arama kapsamında Mustafa Balbay’ın bilgisayarı ve laptopunun yanı sıra suç unsuru olduğu düşünülen dosyalara el konuldu.

Gazete çevresinde oluşturulan polis çemberi devam ediyor.

aktifhaber

FLAŞ! Mustafa Balbay Gözaltında
01 Temmuz 2008 09:04

Ergenekon Operasyonu'nun 2. ayağı Cumhuriyet Gazetesi'nin Ankara'daki "derin yazarı" Mustafa Balbay'ı vurdu. Balbay gözaltına alındı...

Cumhuriyet Gazetesi'nin Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay, Geniş Yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin Ergenekon Operasyonu kapsamındaki talimatı üzerine sabahın erken saatinde gözaltına alındı.

Polisler Mustafa Balbay'ı Cumhuriyet Gazetesi'ne götürdü. Gazetede Balbay'ın eşliğinde 4 saat süren bir arama yapıldı ve önemli belgelere el konuldu.

Mustafa Balbay daha sonra Ankara Adliyesi'ne götürülerek sağlık kontrolünden geçirildi.

Balbay, Çevik Kuvvet ekiplerince yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı adliyeden ayrılışı sırasında, basın mensuplarının ısrarlı sorularına rağmen açıklama yapmadı. Mustafa Balbay, daha sonra Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.
aktifhaber

FLAŞ! Sinan Aygün Gözaltında
01 Temmuz 2008 09:17

Ergenekon Operasyonu akıllara durgunluk veren hızda ilerliyor. Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün gözaltına alındı...

Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün gözaltına alındı.

Polis Ankara Ticaret Odası'nda arama yapıyor...
aktifhaber

FLAŞ! İstanbul'da 17 Gözaltı
01 Temmuz 2008 10:16

Geniş Yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin operasyonu doğrultusunda Ankara'dan sonra operasyon İstanbul'a kaydı. 17 gözaltı var.

Ergenekon operasyonu kapsamında Ankara’nın yanı sıra İstanbul’da da operasyon yapıldığı bildirildi.

Atatürkçü Düşünce Derneği üyesi olduğu bildirilen 17 kişinin de İstanbul’da gözaltına alındığı iddia edildi.

Verilen bilgilere göre, son Ergenekon operasyonu çerçevesinde gözaltıların Ankara ile birlikte 24 olduğu bildirildi
aktifhaber

İstanbul ADD'ye Baskın!
01 Temmuz 2008 10:26Polis, ADD Kadıköy şubesinde arama yapıyor.

Ergenekon soruşturması çerçevesinde birçok adrese yönelik eş zamanlı operasyonlar sürüyor. Polis, ADD Kadıköy şubesinde arama yapıyor.

Ergenekon operasyonu kapsamında Ankara'nın yanı sıra İstanbul'da da operasyon yapıldığı bildirildi. Atatürkçü Düşünce Derneği üyesi olduğu bildirilen 17 kişi de İstanbul'da gözaltına alındı.

Son Ergenekon operasyonu çerçevesinde gözaltıların sayısı Ankara ile birlikte 24 oldu.
aktifhaber

Korumalar Paşaları Vermiyordu
01 Temmuz 2008 10:24

İki Orgeneralin gözaltına alınması sırasında Askeri Korumalar, paşaları polise vermek istemedi! Polis geri adım atmadı.

Emekli generallerin gözaltına alınması sırasında askerî korumalarla polis arasında kısa süreli gerginlik yaşandığı ifade edildi.

Org. Tolon'un ise polisin ısrarlarına rağmen kapıyı açmadığı, polisin "delillerin yokedilmesi" ihtimaline karşı yetkisini kullanarak kapıyı kırdığı, Org. Tolon'un çok sinirlendiği ifade ediliyor.

Tolon bu durumun tutanağa geçirilmesini istedi.

Askeri korumalarla yaşanan gerginliğe ise polisin elindeki yetki belgeleriyle müdahale ettiği ve askeri korumaların geri adım attığı öğrenildi.
aktifhaber

Tercüman Gazetesine Baskın
01 Temmuz 2008 10:31

Ergenekon soruşturması kapsamında derin yakınlıklarıyla dikkat çeken Tercüman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi gözaltına alındı.

Ufuk Büyükçelebi'nin yönetimine geçtikten sonra Tercüman'ın manşetinden birkaç kez darbe çağrısı içerikli haberler yeraldığı görülmüştü.

Büyükçelebi'nin özellikle askeri bağlantıları biliniyordu.

''Ergenekon Soruşturması'' kapsamında gözaltına alınan Halka ve Olaylara Tercüman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi, emniyete getirildi.

Alınan bilgiye göre, polislerce sabah saatlerinde evinden alındıktan sonra Davutpaşa'daki gazete binasına getirilen Büyükçelebi'nin odasında yapılan arama sona erdi.

Büyükçelebi, yaklaşık 2 saat süren aramanın ardından polislerce gözaltına alınarak İstanbul Emniyet Müdürlüğünün Vatan Caddesi'ndeki yerleşkesinde bulunan Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne götürüldü.

Polis, Büyükçelebi'nin odasındaki bazı belgelere de el koydu.

Ufuk Büyükçelebi'nin şubeye getirilmesi sonrası avukatları Deniz Ketenci ile Volga Gökçe de müvekkilleri ile görüşmek ve bilgi almak için emniyete geldi.

Avukat Ketenci, şubeden ayrılırken gazetecilerin soruları üzerine, ''24 saat kısıtlama kararı alınmış, kimseyi görüştürmeyecekler. Gözaltına alınma saatinden 24 saat geçtikten sonra görüşme imkanımız olacak. Bunun dışında başka bir bilgimiz yok'' dedi.

Bu arada, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü ekiplerince İstanbul Emniyet Müdürlüğü çevresinde takviye güvenlik önlemi alındığı gözlendi.

Büyükanıt Yanağını Okşamıştı

Ufuk Büyükçelebi, Org. Büyükanıt'ın iki kere yanağını okşaması nedeniyle gündeme gelmiş ve diğer gazetelere haber olmuştu.
aktifhaber

Prof. Ovalı Gözaltına Alındı
01 Temmuz 2008 11:58
Ağır Ceza'nın talimatıyla yürütülen gözaltı zincirinde Ergenekon'un bütün ayakları çökertiliyor. Prof. Dr. Ercüment Ovalı gözaltına alındı.

“Ergenekon soruşturması”nı yürüten İstanbul Cumhuriyet savcılarının talimatı doğrultusunda Trabzon'da, Ati Teknoloji Özel Sağlık Hizmetleri Sanayi ve Ticaret Şirketi Genel Müdürü Prof. Dr. Ercüment Ovalı gözaltına alındı.


Prof. Dr. Ovalı, Trabzon Emniyet Müdürlüğü ekiplerince, sabah saatlerinde evinde gözaltına alınarak, Emniyet Müdürlüğüne götürüldü.

Yetkililer, Ovalı'nın halen Emniyet Müdürlüğünde tutulduğunu belirttiler. Türkiye'nin tek bağışıklık tedavi merkezi olan Ati Teknoloji'nin genel müdürlüğünü yapan Prof. Dr. Ovalı, daha önce de Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Başkanlığı yapmıştı.

aktifhaber

TGB Başkanı Da Gözaltında!
01 Temmuz 2008 12:53

Türkiye Gençlik Birliği (TGB) Kurucu Başkanı Adnan Türkkan da, Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındı.

Türkiye Gençlik Birliği (TGB) Kurucu Başkanı Adnan Türkkan da, Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındı. Gözaltını protesto eden İşçi Partili ve TGB üyesi bir grup, Türkkan'ın içinde bulunduğu polis otomobilini yumrukladı.

Edinilen bilgiye göre, Taksim Meşrutiyet Caddesi üzerindeki Attila İlhan Kültür Merkezi binasında bulunan Türkiye Gençlik Birliği'ne (TGB) sabah saat 07.30 sıralarında gelen polis, dernek binasına baskın yaptı. Binada arama yapan polis, bilgisayarlar ve birçok CD'ye el koydu. El konulan yaklaşık 6 torba malzeme, emniyete götürüldü.

Aramalarını tamamlayan polis, daha sonra TGB Kurucu Başkanı Adnan Türkkan'ı gözaltına aldı. Binadan elleri kelepçeli olarak çıkartılan Türkkan, Galatasaray Lisesi önünde bekleyen sivil polis otomobiline bindirildi. Bu sırada, İşçi Partili ve TGB üyesi bir grup da polisleri takip etti. Sık sık slogan atan grup, yolda bir aracın kalması nedeniyle hareket edemeyen ve içinde Türkkan'ın bulunduğu otomobilin etrafını sardı. Polis aracı haraket ettiği sırada da grup, otomobili yumrukladı. Polis, sık sık AK Parti ve operasyon aleyhine slogan atan grubu uzaklaştırmada zor anlar yaşadı.

Adnan Türkkan, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne götürüldü.
aktifhaber

CHP Lider Adayı Gözaltında
01 Temmuz 2008 13:32

2001 yılında CHP Genel Başkanlığı'na adaylığını koyan Birol Başaran, gözaltına alındı. Birol Başaran USİAD ve ADD bağlantılarıyla da biliniyor.

"Hukuk dışına çıkılacak günler geliyor diye düşünüyorum." diyen Atatürkçü Düşünce Derneği Kadıköy şubesi eski başkanlarından Birol Başaran'ın da gözaltına alındığı öğrenildi.

Konuyla ilgili açıklama yapan ADD de Kadıköy şube başkanı Coşkun Gürel olayı basından öğrendiğini söyleyerek 'Şu anda eski başkanlarımızdan Birol Başaran'ın gözaltında olduğunu biliyoruz başka gözaltı yok' dedi.

Birol Başaran, Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Kadıköy Şubesi tarafından 04-13 Şubat 2008 tarihleri arasında Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Yerleşkesi'nde gerçekleştirilen 'Hukuk ve Siyaset Okulu' başlıklı konferansta demokratik düzeni hedef alan korkunç açıklamalar yapmıştı.

Gözaltına alınan Birol'un konferansta "Hukuk dışına çıkılacak günler geliyor diye düşünüyorum. hukukun bazı durumlarda askıya alınabileceğini" ifade etmişti. Ulusal Sanayici ve İşadamları Derneği (USİAD) Genel Sekreteri Birol Başaran'ın aynı zamanda 2001 yılında CHP Genel Başkanlığı'na da aday olduğu biliniyordu
aktifhaber

Erol Mütercimler de Gözaltında
01 Temmuz 2008 13:39

Derin analizci olarak bilinen ve Erol Mütercimler, Ergenekon Operasyonu doğrultusunda gözaltına alındı.

Erol Mütercimler'in Özgeçmişi

1954 yılında Kars’ta doğdu, tüm öğrenim yaşamı İstanbul’da geçti. İ.Ü. Fen Fakültesi Fizik Bölümü’nden mezun oldu.

Deniz Kuvvetleri’nde bir süre Fizik öğretim üyeliği, Beşiktaş Deniz Müzesi Müdürlüğü yaptı ve bunun ardından Avustralya’ya gitti. SBS devlet radyosunda programcılık yaptı, “Çok kültürlülük” konusundaki doktora alan çalışmasını İ. Ü. Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı.

Deniz tarihi çalışmalarıyla tanınan Mütercimler, Türkiye’ye dönüşünde çeşitli gazete ve dergilerde köşe yazarlığı yaptı. TRT Radyosu ve çeşitli TV kanallarında programcı ve yönetici olarak çalıştı. Belgeseller hazırladı. Halen üç ayrı üniversitede Yeditepe Üniversitesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi, Doğuş Üniversitesi Strateji ve Devrim Tarihi dersleri vermektedir.
Şu anda Habertürk kanalında Aynanın Arkası adlı haber programı yapmaktadır.

Bugüne kadar kısa radyo oyunları, çeşitli dergilerde yazıları ve belgesel senaryoları yanı sıra on dört kitaba imza atmıştır.
aktifhaber

Polis Turan Çömez'i Arıyor
01 Temmuz 2008 14:23

Eski AKP'li milletvekili Turan Çömez'i polis Ergenekon Operasyonu kapsamında gözaltına almak için heryerde arıyor. Çömez firarda.

Turan Çömez geçtiğimiz dönem AKP'den milletvekili seçilmiş, daha sonra Başbakan Erdoğan'a karşı bayrak açmış ve AKP'den ihraç edilmişti.

Çömez son olarak Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'le yediği yemekle gündeme gelmişti. Çömez yemeğin ardından soluğu CHP Lideri Baykal'ın yanında almıştı.
aktifhaber

Ergenekon Antalya'ya Da Sıçradı
01 Temmuz 2008 15:49

Ergenekon operasyonu Antalya da sıçradı. Operasyon kapsamında Antalya'da 2 işyeri ve 1 ev olmak üzere 3 ayrı noktaya operasyon yapıldı.

Düzenlenen operasyon sonucunda 2 kişinin gözaltına alındığı öğrenildi. Gözaltına alınan şahıslardan birisinin askeriyeden emekli Osman G., diğerininse A.U. isimli sivil bir vatandaş olduğu belirlendi. Antalya Emniyeti ekiplerince düzenlenen operasyon sonucunda gözaltına alınan şahısların ev ve işyerlerinde bulunan bazı evraklarında zapt edilerek kayıtlara geçtiği öğrenildi
aktifhaber

Emekli Albayın Yazlığında Arama Yapıldı
01 Temmuz 2008 16:41'
'Ergenekon Soruşturması'' kapsamında Antalya'da gözaltına alınan emekli albay Hasan Atilla Uğur'un yazlığında arama yapıldı.

Antalya Cumhuriyet Savcılığının talimatıyla gözaltına alınan emekli Albay Hasan Atilla Uğur'un sağlık raporu alınmasının ardından işlemler için Antalya Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde bekletildiği bildirildi.

Emekli Albay Uğur'un Manavgat'ın Çolaklı beldesindeki yazlığında gözaltına alındığı, polis ekiplerinin gözaltı işlemi sırasında yazlıkta arama gerçekleştirdikleri de öğrenildi.

Uğur'un yanı sıra ''Ergenekon Soruşturması'' kapsamında Antalya'da gözaltına alınan Osman Gürbüz de Terörle Mücadele Şube Müdürlüğündeki işlemlerinin tamamlanmasıyla İstanbul'a gönderilecek.

Edinilen bilgiye göre, GÖzaltındaki Osman Gürbüz'ün Kemer bölgesinde ikamet ettiği, 2005 yılında bölgedeki yerel bir yayın organında çalışan bir gazeteciyi tehdit ettiği suçlamasıyla hakkında işlem yapıldığı, Gürbüz'ün bu suçlamayla ifadesine başvurulduğu belirlendi.

Emekli Albay Hasan Atilla Uğur ile Osman Gürbüz'ün bugün İstanbul'a gönderilmeleri bekleniyor.
aktifhaber

Tuğgeneral Ersöz De Yakalandı
01 Temmuz 2008 17:12

Hakkında yakalama emri çıkarılan Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı yapan Tuğgeneral Levent Ersöz’ün de gözaltına alındığı öğrenildi.

Ergenekon soruşturması çerçevesinde hakkında yakalama emri çıkartılanlar arasında yer alan Jandarma Genel Komutanmığı İstihbarat eski Başkanı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’ün de gözaltına alındığı öğrenildi. Emekli Jandarma Albay Erdal Sarızeybek, dönemin Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanı Tuğgeneral Levent Ersöz'ün yazılı olmayan talimatıyla bazı telefonları dinlediğini iddia etmişti.
aktifhaber

Gözaltılar Erzurum'a Uzandı
01 Temmuz 2008 20:46

Ergenekon'da gözaltılar tüm hızıyla sürüyor. Soruşturma kapsamında Erzurum'da 2 kişi gözaltına alındı..

"Ergenekon" soruşturması kapsamında Erzurum'da 2 kişi gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre, "Ergenekon" soruşturması kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Erzurum'da M.A. ile S.Y, Erzurum Emniyet Müdürlüğü ekiplerince gözaltına alındı.

Emniyet Müdürlüğüne getirilen şahıslar, daha sonra uçakla İstanbul'a gönderildi.
aktifhaber

2 emekli general daha gözaltında
01 Temmuz 2008 Salı 20:00

İSTANBUL -OZEL- Ergenekon soruşturması çerçevesinde hakkında yakalama emri çıkartılanlar arasında yer alan Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat eski Başkanı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ve emekli Tümamiral İlker Özgüven'in de gözaltına alındığı öğrenildi.

Emekli Jandarma Albay Erdal Sarızeybek, dönemin Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanı Tuğgeneral Levent Ersöz'ün yazılı olmayan talimatıyla bazı telefonları dinlediğini iddia etmişti.

GÖZALTINA ALINANLAR

İSTANBUL: Tercüman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi, Gazeteci-Yazar Erol Mütercimler, Emekli Tuğamiral İlker Güven, ADD eski Kadıköy Şube Başkanı Birol Başaran ile kardeşi Gürol Başaran, Türk Gençlik Birliği Kurucu Başkanı Adnan Türkan, İşçi Partisi Öncü Gençlik Genel Başkan Yardımcısı Tunç Akkoç, Emekli General Levent Ersöz ve üç muvazzaf subay.

TRABZON: Prof. Dr. Ercüment Ovalı.

ANTALYA: Emekli Albay Atilla Uğur, Osman Gürbüz.

ANKARA: ATO Başkanı Sinan Aygün, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi, Mustafa Balbay, ADD Genel Başkanı Şener Eruygur, Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, Kemal Aydın, Neriman Aydın, Hamza Demir

21 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI 3 KİŞİ ARANIYOR
Bu arada; "Ergenekon" soruşturması çerçevesinde, akşam saatlerine kadar ülke çapında 21 kişinin gözaltına alındığı, 3 kişinin arandığı bildirildi.
Savcılık yetkilileri, İstanbul dışında gözaltına alınan bazı kişilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getirildiğini, bazılarının ise yolda olduğunu söyledi.
Yetkililer, bu kişilerin "Ergenekon terör örgütünün yöneticisi olmak ya da bu örgüte üye olmak" iddiasıyla gözaltına alındığını, aynı soruşturma kapsamında 3 kişinin de arandığını ifade ettiler.
Öte yandan, yetkililer, "Ergenekon" soruşturmasına ilişkin iddianamenin yazılmasının tamamlandığını ancak yargı organlarının kullandığı bilgisayar sistemi olan UYAP'a aktarılma işleminin sürdüğünü belirttiler.
netgazete

Ergenekon'da Mehmet Ağar İzi
08 Temmuz 2008 09:18

Ergenekon'un Yeşil'i olarak anılan ve pekçok kez tetik çeken Osman Gürbüz ile Mehmet Ağar arasındaki ilişkiyle ilgili Mesut Yılmaz'ın iddiaları var.

Eski Başbakan Mesut Yılmaz’a ilişkin TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu tutanaklarında, Mehmet Ağar’ın, şimdi Ergenekon sanığı olan Osman Gürbüz’ün bırakılmasını istediği iddiası yer alıyor


Susurluk kazası sonrası TBMM’de kurulan araştırma komisyonunun tutanakları, bugünlerde Türkiye’nin gündemine oturan Ergenekon soruşturmasına ışık tutan ilginç ifadelerle yeniden gündeme geldi.
Komisyonun, eski Başbakan Mesut Yılmaz ve eski bakan Eyüp Aşık’a ilişkin tutanakları, Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Osman Gürbüz’ün, o yıllarda yasadışı bir sol örgüt üyesiyken emniyet ve Genelkurmay ile bağlantılı çalıştığına, gözaltına alındığında da emniyetten “dokunmayın” diye talimat geldiğine ilişkin bilgileri ortaya koydu.
Yılmaz ve Aşık’ın, soru sorulmadan Gürbüz hakkında bilgi verdiği 1996 komisyon tutanaklarından satırbaşları şöyle:

Gürbüz’deki araba Ağar’da

Yılmaz: Bu olayla (Susurluk kazasıyla ortaya çıkan ilişkiler) ne kadar bağlantılı olduğu tahkike muhtaç olan, özellikle Kocaeli’nde meydana gelmiş çok sayıda olay söz konusudur. Bunlardan bir tanesi, 1995 Ocak’ta Gebze’de yakalanan Osman Gürbüz isimli bir kişiyle ilgilidir. Bu kişinin üstünde de aynı evrak çıkmıştır, Abdullah Çatlı’da olan evrak çıkmıştır. Bu aslında sol illegal örgüte mensup bir kişidir. Ankara’dan Emniyet Genel Müdürü (Mehmet Ağar) devreye girmiş, bu şahsın serbest bırakılması sağlanmıştır. Bu şahısta bir BMW vardır. Bu BMW arabanın Genelkurmay’a ait olduğu, Ankara’ya gönderilmesi istenmiştir.
Araba Ankara’ya gönderilmiştir ama 3 ay öncesine kadar Ağar tarafından kullanılmıştır. Önce seçim sırasında Elazığ’da, bakan olduktan sonra eşi tarafından kullanılmıştır. Arabanın motor şase numarası yoktur.


“Adamımız, üzerine gitmeyin”

Aşık: ...1994 Aralık’ta Gebze’de Osman Gürbüz isminde aşırı sol örgüt THKP-C’ye mensup bir militan polisle çatışmaya giriyor ve yakalanıyor. Evinde 3.5 milyarlık çek, senet, Ahmet Tecer isminde İstanbul polisine ait bir kimlik, iki silah, cep telefonu ve bir 5.25 BMW araba yakalanıyor. Bunun üzerine gitmemesi için ‘bu bizim adamımızdır’ diye genel müdürlükten Kocaeli’ne ‘bırakın adamı’ diye talimat veriliyor. ‘Yakalanmışsa bırakın, yakalanmamışsa peşine gitmeyin, itirafçıdır’, ‘Başçavuş Ahmet’in adamıdır’ deniyor. Zannediyorum Ahmet JİTEM’in adamı olabilir. ‘Bu BMW Genelkurmay’a ait’ deniyor. Bunlar resmi kişiler arasında geçen şeyler olduğu için çok önemli. Ve bu BMW’yi almak üzere Korkut Eken Kocaeli’ne gönderiliyor. Bu arada 2 sene falan Ankara’da kullanılıyor. Genelkurmay’ın ise, Korkut Eken onu almaya gitti getirdi de, niye Genelkurmay’a vermedi?

aktifhaber


En son admin tarafından Sal Eyl 23, 2008 10:43 pm tarihinde değiştirildi, toplam 2 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Sal Tem 08, 2008 9:30 pm    Mesaj konusu: Ergenekon’da esas usulü unutturmasIn! Alıntıyla Cevap Gönder

Ergenekon’da esas usulü unutturmasın!
Mustafa ERDOĞAN
05 Temmuz 2008 08:09
Star
Kötüler’i alt etme şehvetinin çoğumuzun adalet ve hakkaniyet duygusunu tutsak aldığı bu günlerde şu yalın gerçeği söylemek zorundayım:

‘Ergenekon’cuların yapmaya çalıştıkları iddia olunan şey ne kadar vahimse, bu soruşturmanın yürütülüşündeki hoyratlık görüntüsü de o kadar vahimdir!

Bunu söylerken, elbette, Ergenekon ‘komitası’nın iddia edilen- amacının dehşet verici olduğunu ne görmezlikten geliyor ne de küçümsüyorum. Hür-demokratik düzene ve toplumsal barışa kast eden bir darbecilikten daha büyük bir siyasi kötülük olabilir mi? Bütün bir toplumu bağnaz ulusalcıların ‘kapatma’sı haline getirecek bir komploya hangi sağduyu sahibi insan kayıtsız kalabilir ki?...

Buna elbette seyirci kalınamaz. Ama eğer hürriyet ve barışı sahiden önemsiyorsanız, bu değerlerin düşmanlarıyla kötülükte yarışarak iyiliğe hizmet edemezsiniz. Meşru amacınızı meşru yollardan giderek gerçekleştirmelisiniz. Aksi halde, hem amacınıza zarar vermiş olursunuz, hem de sizin o ‘kötü’lerden bir farkınız kalmaz.

Esasen hürriyet de, başka bir çok toplumsal-siyasal ideal gibi- usulle kaimdir. Hürriyetin bekası büyük ölçüde usuli güvencelerle sağlanabilir. Hukuk devleti dediğimiz şey de aslında bu güvencelerden ibarettir.

Bu güvencelerin başında da ‘adil yargılama’ gelir. Adil yargılama açısından, davanın nasıl yürütüldüğü kadar, onu hazırlayan soruşturma aşamasının yürütülüş biçimi de önemlidir. Göz altına alma ve tutuklama, sorgulama ve savunma haklarına riayet konularındaki hoyratlıklar sadece şüphelileri ve sanıkları mağdur etmez, ma’şeri vicdanı da yaralar.

Şimdi Ergenekon soruşturması çerçevesinde olup-bitenlere bakalım: Yaklaşık bir yıldır göz altına almalar, baskınlar, sorgular yaşanıyor, ama toplum olarak gerçekte nelerin olup-bittiğine dair sağlıklı bilgilerden yoksunuz. Bu kadar zamandır ortada iddianame de yok. Şüpheli veya sanıkların haklarındaki isnatları bile doğru-dürüst bilmedikleri söyleniyor. Aylarca mahkemeye çıkarılmaksızın içerde tutulan insanlar var.

Neden insanlar sabaha karşı zorla evlerinden alınıyorlar? Bunların çoğu kim oldukları toplumca bilinen ve yeri-yurdu belli insanlar değil mi? Öyleyse bunlara neden normal yollardan ifade veya sorgu için çağrı çıkarılmıyor da evlerine baskın yapılıyor?... Yoksa bizim blmediğimiz çok vahim ve acil durumlar mı sözkonusu? Meselá ‘akşamdan sabaha’ bir darbenin gerçekleşmesi tehlikesiyle mi karşı karşıyaydık veya bu insanlar yurt dışına kaçma hazırlığındaydılar falan mı?...

Hem sonra, adli bir soruşturma hakkında Başbakan’ın ve bir valinin açıklama yapması da ne demek oluyor?

Şimdi, diyelim ki, ‘ulusalcılar’ın ve medyadaki sempatizanlarının iddia ettikleri gibi, bütün bunların sonucunda ‘hiç bir şey’ -en azından, yaratılan izlenim kadar vahim bir şey- ortaya çıkmadı. Peki o zaman ne olacak?...

Ne olacağı belli. Bir kere, usuli güvenceler, dolayısıyla hukuk devleti fikri, zayıflamış olacak. İkincisi, darbeci-komitacı girişimlere meşruluk kazandırılmış olacak. Darbecilerin kendilerine olan güvenleri artacak, buna karşılık darbe karşıtı girişimlerin inandırıcılığı azalacak. Üçüncüsü, AKP bu işten büyük bir yara almış olarak çıkacak.. Eğer o zamana kadar kapatılmamış olursa, bu sefer de hukukun suiistimali yoluyla muhalefeti sindirmeye çalışmakla -yani, baskıcılığa yönelmekle- suçlanacak.

Bugünden bunları düşünmeyenlerin, korkarım ki, yarın buna hiç fırsatları olmayacak.
star

Darbe Karşıtı İlk Savcı Konuştu
08 Temmuz 2008 12:29

Türkiye'de darbecilere karşı ilk iddianameyi hazırlayan, ancak havada parçalanıp meslekten ihraç edilen Sacid Kayasu, Ergenekon savcısını yorumladı.

Adana Cumhuriyet Savcısı iken 12 Eylül askeri darbesini gerçekleştiren Kenan Evren ile 4 kuvvet komutanının yargılanması için 28 Mart 2000 tarihinde iddianame hazırlayan ve ardından da meslekten ihraç edilen Sacid Kayasu, son gelişmelerden umutlu olduğunu söyledi. Kayasu, Ergenekon soruşturması ile 12 Eylül’ü yapan eski generallerin de yargılanabileceği ümidini taşıdığını söyledi.

Eski Adana Savcısı Sacid Kayasu, Ergenekon soruşturması ile ilgili gelişmeleri ANKA’ya değerlendirdi. Darbe yapmanın veya darbeye teşebbüs etmenin büyük suç olduğunu ifade eden Kayasu, “Türkiye’de darbe yapan kahraman, yapmayan ise vatan haini. Talat Aydemir’ler bunun örneği. Bu Türkiye’nin çifte standardı. Bu süreç beni ümitlendiriyor. 12 Eylül darbesini gerçekleştirenler de bu süre içinde eğer gerekli toplumsal baskı oluşursa haklarında dava açılabilir yargılanabilirler. Bunu ben başaramadım. Ferhat Sarıkaya başaramadı ama Savcı Öz başardı. Artık dokunulmayanlara dokunulduğuna, askerlere dokunulduğuna göre, bu bir milattır. Dolayısıyla bu süreçten çok umutluyum” diye konuştu.

-ZAMAN AŞIMININ ÖNÜ KESİLDİ

Kayasu, kendisinin 12 Eylül darbesini gerçekleştirenlerin zaman aşımına yaklaştığı sürede iddianame hazırladığını hatırlattı ve hazırladığı bu iddianame ile zaman aşımının önünü kestiğini söyledi. Kayasu, şunları söyledi :
“İddianame hazırladım ve bu reddedildi. Ancak yasaya göre, zaman aşımından önce açılan dava zaman aşımını yarı oranında artırır. Dolayısıyla 12 Eylül’ü gerçekleştirenler hakkındaki 20 yıllık zaman aşımı süresi 30 yıla çıktı. Bu da 2010 yılına tekabül eder. Önümüzde bir yıldan uzun bir süre var. Şimdi yaşadığımız süreç çok önemli. Ortaya çıkan darbe planları çok önemli. Özellikle Şener Eruygur Paşa’nın Fenerbahçe Ordevi’ndeki odasında ortaya çıkan plan. Bunu reddedemez. Ceza alır. Ancak ağır bir ceza almaz, çünkü fiil gerçekleşmemiş, darbeye teşebbüs… Gelişmelere bakıyorum, asker tutuklanır mı? Türkiye’de askere dokunuldu. Bu bir milattır. Hiçbir savcı veya hakim önemli bir delil olmadığı sürece hiç kimseyi tutuklamaz veya gözaltına almaz. Burada da çok kuvvetli deliller var. Omuzunda apolet bulunanlar yargılanamaz gözaltına alınamaz diye bir hukuk yoktur. Dolayısıyla Savcı Öz önemli bir iş başarmıştır.

-DARBEYE TEŞEBBÜS EDENLER İÇERDE, YAPANLAR DIŞARDA OLMAZ

Şimdi herhangi bir savcı bu iş yoğunluğunda 12 Eylül darbesini yapanlarla ilgili dava açamaz. Ancak toplumsal bir baskı, sivil toplum örgütlerinin bu konuyu gündeme getirmesi ile darbeye teşebbüs edenlerle birlikte, darbeyi yapanlar da ayrıca yargılanabilir. Bu süreç beni bu açıdan çok ümitlendirdi. Sonuçta, darbeye teşebbüs edenler içerde ama darbeyi yapanlar dışarıda olursa bu toplumun vicdanında adalet yerini bulmaz.”
12 Eylül darbesini yapanların tutuklanıp cezaevine atılmasının önemli olmadığını, önemli olanın ardında yüzbinlerce mağdur bırakmış olan bu darbenin de yargılanması gerektiğini belirten eski Savcı Kayasu, “Bizim savcı olarak görevimiz suçu kim işlerse işlesin bunun karşısında kayıtsız kalmamaktır. Bu dava AKP’nin kapatılması ile ilişkilendiriliyor. Son derece yanlıştır. Ergenekon soruşturması bir yıl önce başladı. Ortada dava yoktu. Şimdi çıktı. Bununla onu ilişkilendirmek son derece yanlış ve akıldışıdır. Türkiye Cumhuriyeti Savcıları siyasilerin emir eri değildir” diye konuştu
aktifhaber

Ankara Temsilcileri Panikte
08 Temmuz 2008 14:09

JİTEM'ci Tuğgeneral Ersöz, odasına gelen gazetecilerle konuşmalarını gizli kameraya kaydetmiş. İlk kurban Balbay ama Doğan Grubu'nda panik var...

Mehmet Tezkan/Vatan

Komutanın odasındaki gizli kamera

Ergenekon soruşturması vahim, ürkütücü, düşündürücü bir gelişmeyi de ortaya çıkardı.

Halen Rusya’da olduğu söylenen dönemin Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz makam odasına gizli kamera yerleştirmiş..

Görüştüğü kişileri..

Sohbet ettiklerini..

Kendisini ziyarete gelenleri gizlice kayda alıyormuş..

Vahim değil mi?

Bu nasıl bir ruh halidir böyle.. Çayını içmeye gelen kişiyi bile gizli kamerayla kaydet, at arşive..

*

Bakın olay ortaya nasıl çıktı..

Balbay gözaltına alınınca savcı kendisine kaset gösteriyor.. Kasette Balbay ile Ersöz’ün 2004 yılı başında yaptığı konuşma var..

Yer, Jandarma Komutanlığı..

Peki ikili görüşme kaseti savcının eline nasıl geçti?

Dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un özel arşivinden.. Emekli Orgeneral gözaltına alınınca evraklarına de el kondu.. İçinden bu kaset çıkmış..

Bu daha da vahim..

Jandarma Komutanlığı’nda çekilen görüntü emekli bir paşanın evinde ne arar!

*

Düşünebiliyor musunuz?

Ersöz konuştuğu kişileri gizli kamerayla kaydediyor.. Sonra kaseti komutanına veriyor.. O da evine götürüp saklıyor..

Ne için!

Bir gün lazım olur diye mi?

Neye lazım olur!

Emekli bir paşa 4 yıldır bu görüşmenin kasetini niye saklıyordu?

Belki savcı Eruygur’a bu soruyu sormuştur.. İfadesi açıklanınca öğreniriz..

*

Kim ne derse desin, bu basit bir olay değil.. Sohbet etmek, dertleşmek için görüştükleri Balbay’ı da gizli kamerayla kaydettiklerine göre gerisini düşünün..

Belki de ellerinde yüzlerce, binlerce kişinin gizli kamera ile kaydedilmiş görüntüleri vardır..

Suç değil mi?

Suç!

Suçu işleyen kişiye bakın; Jandarma İstihbarat Daire Başkanı..

Suç ortağı kim?

Kaseti dört yıldır saklayan Jandarma Genel Komutanı..

*

Jandarma Genel Komutanlığı’ndan da Genelkurmay’dan da bu konuda açıklama bekliyoruz..

Sorularım şunlar..

1) Yaptıkları bütün görüşmeler, komutanlar tarafından gizli kamera ile kayda aldırılır mı?

2) Genelkurmay bünyesinde böyle bir “gelenek” var mı?

3) Gizli kamera jandarma istihbarata özgü bir uygulama mı?

4) Genelkurmay’ın veya Jandarma Komutanlığı’nın arvişinde bu tür ikili görüşmelerin gizlice kaydını içeren kasetler var mı?

5) Ersöz’un (komutanından haberli) yaptığı gizli kamera uygulaması hâlâ sürüyor mu?

6) Makam odasındaki görüşmelerin gizli kamera ile kayda alınması yasal mı?

7) Yasal değil de o döneme ait keyfi bir uygulama ise, soruşturma açıldı mı?

Cool Emekli olan komutanlar istedikleri belgeyi, görüntü veya ses kaydını evlerine götürebilirler mi?

9) Götüremezlerse Balbay’ın Jandarma Komutanlığı’nda gizli kamera ile çekilen görüntüleri emekli Orgeneral Eruygur’un evinde ne arıyordu?
Vatan

UGUR MUMCU'YU 'DİNCİLER' ÖLDÜRMEDİ!
27 Temmuz 2008 13:17
Her ölüm yıldönümünde muhafazakar kitleye hakaretlerin yağdırıldığı Mumcu cinayetinin gerçek yüzü
Veli Küçük'ün evinde bulunan "haki" renkli ajanda da eski MİT Müsteşarı Sömmez Köksal imzalı, Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili "çok gizli" rapor çıktı.

Ergenekon soruşturması çerçevesinde tutuklu bulunan ve Ergenekon Örgütü’nün lideri olduğu iddia edilen emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün evinde bulunan bir belge gazeteci Uğur Mumcu cinayetine ilişkin tartışma yaratacak önemli bir detayı ortaya koyuyor.

13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde kabul edilen Ergenekon İddianamesi’nde, Veli Küçük’ün “Gayrettepe Mahallesi Gönenoğlu Sokak Fidan A Blok No: 14/9 BEŞİKTAŞ adresinde yapılan aramada” elde edilen dokümanlara detaylı yer verildi. Bazı bakan ve bürokratlar ile bazı iş adamlarına ilişkin detaylı raporların da yeraldığı dokümanlar arasında en ilgi çeken ise MİT tarafından yazılan ve dönemin Başbakanı’na gönderilen 2 Şubat 1993 tarihli rapor.

İddianamede, “Haki renkli ‘2005’ ibaresi bulunan ajanda”da yeraldığı belirtilen rapora ilişkin bilgi aynen şöyle yer aldı:

“Bu ajanda içerisinde bulunan doküman; 02 Şubat 1993 tarihli ve 01.789.0879/435 sayılı Milli İstihbarat Teşkilatı'dan, Sönmez KÖKSAL müsteşar imzası ile 'ÇOK GİZLİ' ibaresi ile Başbakanlık Makamına hitaben yazılmış, imzalı, Uğur Mumcu konulu resmi belgede; ABD'nin Ortadoğu'yu kontrol altına alıp Türkiye'nin dine dayalı bir yönetim altına girmesini önlemek amacıyla, ABD Haberalma Servisi CİA denetiminde, İsrail Kabine görevlisi HAİM BAR-LEV kontrolünde, İsrail 'OADNA' birliklerinde eğitim gören altı kişilik özel tim 'Hayre' deniz üssünden botla Türkiye'ye giriş yaptıkları, bahse konu timin hedefinin Gazeteci Uğur Mumcu ve Mehmet Ali Birand'ı öldürtmek olduğu, gazeteci Uğur Mumcu'yu öldüren tim elemanları ikinci görevleri Mehmet Ali Birand'ı öldürmek için ülkemizden çıkış yapmadıkları, Tim elemanlarının İsrail Hükümetinin Ankara temsilciliğinde kaldıklarının tespit edildiğine dair istihbarat raporu olduğu..”

-RAPOR MUMCU’NUN ÖLÜMÜNDEN 10 GÜN SONRA YAZILMIŞ-

Bu arada, İddianamede yeralan MİT ile ilgili bu belgenin yazıldığı raporun gazeteci Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden 10 gün sonra yazıldığı anlaşılıyor. Turgut Özal’ın MİT Müsteşarlığı'na getirdiği ilk diplomat kökenli Müsteşar olan Sönmez Köksal, o dönem iş başında bulunan DYP-SHP hükümeti sırasında da görev yaptı. Bağdat Büyükelçiliği’nden sonra 1992’de bu göreve getirilen Köksal’ın raporu dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e verdiği anlaşılıyor.

bugün

Orgeneraller "F Tipi"ne Gönderildi
08 Temmuz 2008 10:59

Org. Şener Eruygur, Org. Hurşit Tolon ve ATO Başkanı Sinan Aygün, Metris cezaevinden alınarak "F Tipi" cezaevlerine gönderildi.

Metris Cezaevi'ndeki Ergenekon sanıkları, başka cezaevlerine nakledildi. Nakil işlemi, gece saat 23:00 sularında gerçekleşti. Tutuklu sanıkların bir kısmı Tekirdağ F Tipi Cezaevi'ne gönderilirken, bir kısımnının da Kandıra F Tipi Cezaevi'ne götürüldü.


TEKİRDAĞ F TİPİ CEZAEVİ

Ergenekon Operasyonu'nda tutuklanan sanıkların bir kısmı, Tekirdağ F Tipi Cezaevi'ne getirildi. Gece 01:00 sıralarında getirilen sanıklar bir saatlik çalışmanın ardından koğuşlarına yerleştirildi.

ORGENERALLER KANDIRA'YA

Ergenekon Operasyonu sonucu tutuklanarak Metris Cezaevi'ne konulan, aralarında emekli orgeneraller Hurşit Tolon ve Şener Erguygur ve ATO Başkanı Sinan Aygün'ün de bulunduğu tutuklu sanıkların bir kısmı Kocaeli Kandıra F Tipi Cezaevi'ne nakledilirken, bir kısmı ise gece 01:00 sularında bir nakil aracı ile Tekirdağ F Tipi Cezaevi'ne getirildi.

Tek araçla getirilen sanıklar basının görüntü almasını önlemek için lojman kapısından cezaevine sokuldu. Bir süre idari binaların bulunduğu bölümde kalan tutuklu nakil aracı 20 dakika bekledikten sonra daha önce tutuklanıp cezaevine konanların bulunduğu 2 nolu kısma getirildi.

İdari bölümde bekleyen araç, 2 nolu kısmın kapının açılmasıyla buraya giriş yaptı. 20 dakika bu kısımda kalan araç tekrar çıkarak İstanbul'a dönüş yaptı. Getirilen sanıkların kim olduğu bilinmezken, Ergenekon soruşturması kapsamında daha önce tutuklanan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Ulusal Kanal Yayın Yönetmeni Ferit İlsever, Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk, gazeteci Adnan Akfırat, Muzaffer Tekin, Emekli Kurmay Albay Mehmet Fikri Karadağ, Emekli Yüzbaşı Zekeriya Öztürk, Tekirdağ F Tipi Cezaevi'nde bulunuyor. Tutukluların bazıları da Kocaeli Kandıra F Tipi Cezaevi'nde bulunuyor.


KOCAELİ KANDIRA CEZAEVİ

Ergenekon Operasyonu'nda tutuklanan sanıkların bir kısmı, Kocaeli Kandıra F Tipi Cezaevi'ne getirildi. Sanıklar 1 nakil aracı ile getirildi.

Ergenekon Operasyonu sonucu tutuklanarak Metris Cezaevi'ne konulan, aralarında ATO Başkanı Sinan Aygün ve emekli orgeneraller Hurşit Tolan ve Şener Erguygur'un da bulunduğu tutuklu sanıkların bir kısmı Tekirdağ F Tipi Cezaevi'ne nakledilirken, bir kısmı ise Kocaeli Kandıra F Tipi Cezaevi'ne getirildi. Sanıkların bir kısmı, gece 01:00 sularında bir nakil aracı ile Kandıra F Tipi Cezaevi'ne getirildi. Kandıra F Tipi 2 Nolu kısma konulan sanıkların kim olduğu bilinmezken, Ergenekon soruşturması kapsamında daha önce tutuklanan Veli Küçük ve diğer sanıklar da burada bulunuyor.

aktifhaber

'Komuta Operasyonu Destekledi'
08 Temmuz 2008 10:08Mehmet Bekaroğlu, şok bir iddiada bulundu. Ergenekon Operasyonu’nun genişletilerek görevde olan askerleri de kapsayacağı iddiasında bulundu.

Eski Fazilet Partisi Milletvekili Mehmet Bekaroğlu, Ergenekon Operasyonu’nun genişletilerek görevde olan askerleri de kapsayacağı öngörüsünde bulunarak, "Komuta kademesi bunların faaliyetlerinden ciddi bir şekilde rahatsızdı. Çünkü bunlar zaman zaman kurdukları bağlantılarla kontrolden de çıkıyorlar. Nitekim daha evvel de 2004’ten başlayarak zaten bunlar kısmen tasfiye edilmeye çalışılıyordu. Şimdi askeri savcılığın faaliyete geçmesi ve sivil savcılığın yürüttüğü faaliyetin bir benzerini muvazzaflar arasında yürütmesini bekliyorum" dedi.
Bekaroğlu, Ergenekon operasyonuyla ilgili ANKA’ya değerlendirmelerde bulundu. Hükümet ve savcılar ile asker arasında ciddi bir çatışmanın olduğu gibi bir görüntü yaratıldığını belirten Bekaroğlu, 1 Temmuz’da gerçekleşen gözaltılar ve tutuklamaların böyle bir şey olmadığını gösterdiğini söyledi. Bekaroğlu, "Komuta kademesi, Ergenekon soruşturmasını destekliyor. Zaten başka türlü de olamazdı. Yaptıkları açıklamalar da bunu gösteriyor" dedi.

-"MUVAZZAFLAR DA SORUŞTURULACAK"-

Genelkurmaydan ve soruşturmadan sızan belgelere göre 2 orgeneralin muvazzaflıkları devam ederken darbe hazırlığı içine girdiklerini, cunta gibi çalışmalar yaptıklarını fakat komuta kademesi ikna edemediklerinin ortaya çıktığını söyleyen Bekaroğlu, şöyle konuştu:
"Şimdi ise emekli olmuşlar ve değişik örgütlenmeler içine girmişler. Ciddi illegal yapıların olduğu şüpheleri var. Bu ekibin komuta kademesini darbeye zorlamak ya da Türkiye’yi darbeye açık ortam haline getirmek darbe ortamını hazırlamak için çalıştıkları çok açık. Benim kanaatim odur ki muvazzafken de şimdi de komuta kademesi bunların faaliyetlerinden ciddi bir şekilde rahatsızdı. Bunlar zaman zaman kurdukları bağlantılarla kontrolden de çıkıyorlar. Nitekim 2004’ten zaten bunlar kısmen tasfiye edilmeye çalışılıyordu. Şimdi askeri savcılığın da muvazzaf subaylar arasında bir soruşturma yürüteceğini tahmin ediyorum."
Bekaroğlu, bu tahmininin aynı zamanda bir çağrı olduğunu da ifade ederek, "Soruşturma genişletilsin. 'Kurumlar yıpratılmasın’ deniliyor, kurumların yıpratılmaması için bu yapılmak zorunda. Türkiye o zaman rahatlar. Komuta kademesi bu cuntaları ve yasadışı faaliyetler içinde kendi elemanlarının olmasını istemiyor. Şu anda susmaları sivil savcılara destek anlamına geliyor ama bu yetmez” diye konuştu.

-"SİYASETÇİLER DEKLERASYON YAYINLASIN"-

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın da iki orgeneralin tutuklanmasının ardından operasyona karşı tutumunda bir yumuşama görüldüğünü kaydeden Bekaroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:
“Baykal, mecliste bulunan diğer partilerle ve hatta meclis dışındakilerle bir araya gelip deklarasyon yayınlayarak, ‘bu tür organizasyonlara karşı siyasetin yanında duruyoruz’ desinler. O zaman Ak Parti’nin kapatılmasının ya da kapatılmamasının çok önemi olmaz. Artık hiçbir asker cunta düşünmez ve siyaset rahatlar. Bundan da en çok Baykal olmak üzere tüm muhalifler karlı çıkar” dedi.
aktifhaber

AYGÜN'ÜN "ABİ"Sİ KİM
08 Temmuz 2008
08:41

ATO Başkanı Sinan Aygün ısrarla ve özenle "Abi"sini gizlemeye çalışıyor.

Ergenekon örgütü soruşturması kapsamında "Terör örgütü üyesi olmak" ve "hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek" suçlarından tutuklanarak Metris Cezaevi'ne konulan ATO Başkanı Sinan Aygün teknik takibe takılan telefon görüşmesinde "Abi" diye hitap ettiği kişiyi polisten de savcıdan da sakladı.

Büyük Türkiye Lobi Kurucuları arasında yer aldığı ileri sürülen Aygün'ün teknik takibe 1 Mayıs 2008 tarihinde yaptığı bir görüşme takıldı. Bu görüşmede Aygün konuştuğu kişiye "abi" diye hitap etti. Gözaltına alınan Aygün'e sorgusunda önce polis "abi"nin kim olduğunu sordu. Ancak Aygün açıklamadı. Bunun üzerine çıkartıldığı Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'nde soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz, telefon konuşmasındaki "Abi"nin kimliğini sordu. Ancak Sinan Aygün hem poliste hem de savcılıkta "1 Mayıs 2008'de yaptığım görüşmede ağabey diye bahsettiğim kişiyi herhangi bir delil gizlemek kastı ile değil, devlet ile ilgili hassasiyetimden dolayı şu anda söylemek istemiyorum.

Mahkeme hakimine özel olarak söyleyebilirim" yanıtını verdi. Aygün, tutuklanma istemiyle sevk edildiği nöbetçi mahkemede de aynı sorununun yöneltilmesi üzerine "Devletin bekası için bunu söyleyemem. Kayıtlara geçmesini istemiyorum ama hakim bey isterseniz size özel olarak kulağınıza söyleyebilirim" dedi.

KİM BU AĞABEY?

Aygün’ün bu ismi hakime özel olarak söyleyip söylemediği henüz bilinmiyor. Ancak Aygün’ün “devlet ile ilgili hassasiyetini” gerekçe göstererek bu kişinin kimliğini gizlemesi dikkat çekici bulundu. Başkent kulislerinde Aygün’ün söz ettiği kişinin herhangi bir kamu kurum yada kuruluşunda üst düzey görev yapan bir isim olabileceği ihtimali üzerinde duruluyor. Ancak bir şahıstan “ağabey” diye söz ederek yaptığı konuşmanın içeriği basına yansımadığı için isim ya da görev konusunda tahmin yapılamıyor.

aktifhaber

Ahmet TAŞGETİREN
Rol kaymaları
05 Temmuz 2008
Bugün

Yıl 1990. İtalya'da Gladio soruşturmaları yürütülüyor. Tam bu sırada Türkiye'de bir milletvekili, 29 arkadaşı ile birlikte Meclis'e bir önerge veriyor ve Türkiye'deki kontr-gerilla iddialarının soruşturulması için komisyon kurulmasını istiyor.

Önerge müthiş, okuyalım: "Son 30 yılda üç askeri müdahale yaşayan, terör olayları ile istikrarsızlığa sürüklenen ülkemizde, geçmişin karanlığını aydınlatma, demokrasimizin geleceği açısından kaçınılmaz bir görevdir. Olayın ciddiyeti, konuya Meclis'in el koymasını gerekli kılmaktadır.

Bu amaçla kurulacak araştırma komisyonu, Özel Harp Dairesi'nin formel biçimini, geçmiş faaliyetlerini incelemeli, kontr-gerilla örgütü tartışmalarına açıklık getirmeli, ilgili herkesin bilgisine başvurarak, gerekli bütün belgeleri ve gizli arşiv bilgilerini araştırmalıdır.

TBMM egemenliğin halkımıza ait olduğunu, demokrasinin işlerliğini, açıklığın demokrasimiz için yegane yol olduğunu ortaya koymalıdır." Kim, bu müthiş demokratik ifadeler ihtiva eden önergenin sahibi? Hayır, Ufuk Uras değil. Ona destek veren DTP'lilerden herhangi birisi de değil. Bu önergenin altındaki imza, dönemin SHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal. Dünkü yazımın sonunda Baykal'a Ecevit'in kontr-gerilla konusundaki duyarlılığını hatırlatmıştım. Yukarıdaki bilgiye sahip değildim.

Bu bilgi, dünkü Zaman gazetesinde Ömer Şahin imzasıyla manşetten yer aldı. Zaman'ı ve Ömer Şahin'i kutluyorum. Tabii bize, o zaman "TBMM egemenliğin halkımıza ait olduğunu, demokrasinin işlerliğini, açıklığın demokrasimiz için yegane yol olduğunu ortaya koymalıdır" diyen Baykal'ın bugün tam da kontr-gerillanın benzeri, uzantısı, yol arkadaşı, türevi vs...

Ne derseniz deyin, bir olgunun, yargı alanına çekilmesi karşısında üstlendiği roldeki acayipliğe ya da tam anlamıyla rol kaymasına şaşırmak düşüyor? Ne oldu Sayın Baykal'a ki, bugün egemenliğin kime ait olduğunu unutma rollerine soyunuyor? Aslında rol kayması onunla sınırlı değil. Türkiye'de derinlerde bir veya daha çok sakat oluşum bulunduğunu bilmeyen yok ama iş, Ak Parti iktidarı dönemine rast gelince ve bir yandan Ak Parti'yi devirme operasyonu devreye girince kafalar karışıyor. Baykal ne umar bu derinliklerden anlaşılamıyor?

Şu anda Baykal'ın sergilediği imaj, kendisi farkında mı bilinmez ama bir boyutunda darbeleri içeren ve kimsenin tamı tamına çerçeveleyemediği bir yapıya kol kanat germekten ibaret. Baykal ve partisi bu oluşumun Cumhuriyet mitinglerine eklemlendi. Tuncay Özkan'a eklemlendi.

Ama o iş Cumhuriyet mitinglerinden ibaret değildi. O işin Cumhuriyet mitinglerinden ibaret olmadığını görmesi için, "iktidar yandaşı" medyanın değil, "Baykal yandaşı" medyanın tanıklığı vardı. Radikal Gazetesi'nin genel yayın yönetmeni İsmet Berkan, beni çok şaşırtacak biçimde, 7 gün süren yazı dizisinde Ergenekon'un hemen bütün serencamını ortaya koydu.

Yine Radikal'in Ankara temsilcisi Murat Yetkin bile, Eruygur'un bir generalden öte işler içinde olduğunu, o generalin Genelkurmay Başkanı'nı yargılayan tavırlar içinde olduğunu görmekteydi. Aslında bir ana muhalefet liderinin, gözlerini hepten kapamaması ya da bu gelişmelerle kendi siyasi ikbali arasında bağlantılar kurmaması halinde, bunları görmemesi ihtimali de yoktu.

Kaldı ki Murat Yetkin ve Fikret Bila'nın, CNN Türk'te sık sık yaptıkları Ankara kulislerinin birinde sayın Baykal'a bu işlerin nereye doğru gittiğini söylemeleri mümkündü. Ama olmadı. Baykal, 28 Şubat'ı, TSK'nın en büyük sivil eylemi gibi görmüştü. Anlaşılan, Ergenekon işi de onun zihninde 18 yıl içinde Cumhuriyet mitingleri ve Tuncay Özkan'ın Kanaltürk'ü ile sınırlı bir basit eylemler yumağına dönüşmüştü.

İş yargı safhasında. Baykal rahatsız. Baykal kükrüyor. Dur bir, bekle, iddianame açıklansın, belgeler ortaya çıksın. Evet, her suçlanan suçlu olmayabilir. Nice idam zanlıları ipten dönmüştür. Savcı iddia eder, delillerini ortaya koyar, davalılar kendilerini savunur ve gerçek ortaya çıkar. Ya ortaya konacak belgelerde kimsenin inkar edemeyeceği gerçekler ortaya çıkarsa...

Yani Sayın Baykal, bugünkü duruşu ile mahkeme sonucuna etki yapmayı mı hesaplıyor? Belgeler mi değişecek Sayın Baykal'ın öfkesine bakarak? Yoksa, başka gözaltı ihtimalleri var da, onların davaya dahil edilmesinin önü mü kesilmek isteniyor? Bu dava, bir "örgüt" ve "eylem" davası. Somutlaşmak zorunda. Ak Parti davası gibi, "şunu söyledin, bundan şu çıkar" gibi bir söylemin yorumlanması işi değil.

Onun için, bu davada kimseyi peşinen suçlamak doğru olmadığı gibi, sanıklara angaje olmak, çok riskli. Dünkü yazımda da söyledim: Asker işi hukuka bırakmış durumda. Diğer muhalefet partileri "gerilim"den şikayet dışında davaya taraf olmuyor.

Bir tek CHP lideri Baykal farklı. İnsan, acaba bu durum, hani şu meşhur "artı"lar hesabı ile mi ilgili diye sormaktan kendisini alamıyor. Bir siyasetçi demokrasi içinde kalmaya özen göstermeli. Ondan ötesinin tamamı bana göre rol kaymasından ibaret.

Mihri Belli: Ergenekon operasyonun ABD merkezli
5 Temmuz 2008

TÜRKİYE’de komünist hareketin önemli isimlerinden olan 92 yaşındaki Mihri Belli, Bodrum'daki evinde, merdivenlerden düşerek sağ ayağını iki yerden kırdı.

Devlet Hastanesi'nde tedavi altına alınan Belli'li Bodrumlu komünistler hastanede ziyaret etti. Belli, Ergenekon operasyonun ABD merkezli olduğunu ve derin devleti çözmek amacı bulunmadığını iddia etti. Belli, “Operasyon tamamen ABD merkezli bir operasyondur. Amaç kesinlikle derin devleti çözmek değildir. Operasyonda alınan kişiler arasında gerici unsurlar da vardır. AKP’nin muhalefeti tasfiye hareketidir. Belli bir süre içinde gerici unsurlarla AKP’nin anlaşması yüksek ihtimaldir” dedi.

Bodrum’daki evinde merdivenlerden düşerek sağ ayağı iki yerinden kırılan Mihri Belli’yi, Bodrum Türkiye Komünist Partisi (TKP) ve Yurtsever Cephe üyeleri tedavi gördüğü Bodrum Devlet Hastanesi’nde ziyaret ederek geçmiş olsun dileğinde bulundu. Bodrum TKP Başkanı Ahmet Aksüt, Muğla TKP Başkanı İskender Doğer ve Yurtsever Cephe Bodrum Sözcüsü Ayhan Karahan'ı karşısında gören Belli çok mutlu olduğunu söyledi. Ziyaretçileri Mihri Belli ve eşi Sevim Belli’ye çiçek verdi.

Mihri Belli, Ergenekon operasyonu konusunda “Operasyon tamamen ABD merkezli bir operasyondur. Amaç kesinlikle derin devleti çözmek değildir. Operasyonda alınan kişiler arasında gerici unsurlar da vardır. AKP’nin muhalefeti tasfiye hareketidir. Belli bir süre içinde gerici unsurlarla AKP’nin anlaşması yüksek ihtimaldir” dedi.

Hürriyet

Deniz Baykal'ın 6. dalga sıkıntısı
05 Temmuz 2008

CHP lideri Baykal, 6. dalga diye nitelendirilen son Ergenekon operasyonu için ortaya koyduğu tepki ile büyük şaşkınlık yarattı. Baykal'ın son gözaltılardaki aşırı gerginliği niçin?
CHP lideri Baykal, 6. dalga diye nitelendirilen son Ergenekon operasyonu için ortaya koyduğu tepki ile büyük şaşkınlık yarattı. Baykal'ın son gözaltılardaki aşırı gerginliği, Turan Çömez görüşmesinden Eruygur mitinglerine kadar bir dizi ilişkiye bağlanıyor.

CHP lideri Deniz Baykal, Ergenekon terör örgütüne yönelik 6. dalga operasyondan sonra herkesi hayrete düşürecek söylemlerde bulunmaya başladı. Bu operasyon kapsamında daha önce çeşitli operasyonlar yapıldı, yüzlerce kişi sorgulandı, 49 kişi tututlandı. Anacak Baykal, son operasyondan sonra inanılmaz tepkiler verdi, destek turlarına çıktı, sert açıklamar yaptı, soruşturmayı yürüten savcı hakkında ağır ithamlarda bulundu.

ENDİŞENİN KAYANAĞI NE

Baykal'ın, telaşlanması ise Turan Çömez'le yaptığı görüşmler ve Şener Eruygur'a mitinglerde verdiği destek ile Hurşit Tolon'un gözaltına alınmadan önce CHP'li Şahin Mengü'yü aramasına bağlandı. Baykal'ın son operasyonda gözaltına alınan kişilerle iyi ilişki içinde olduğu biliniyor. AKP'den ihraç edilen eski milletvekili Turan Çömez'in CHP lideri Deniz Baykal ile görüşmesi siyaset kulislerinde merak uyandırmıştı. Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'le yemek yedikten bir kaç gün sonra Baykal'la buluşan Çömez, bu görüşmenin nedenini “Baykal'a Ortadoğu politikaları ve özellikle Latin Amerika solu ile ilgili analizler ve değerlendirmeler sunmak” olarak açıklamıştı.

Baykal, darbe hazırlığı iddiası ile o dönemde de gündemde olan Şener Eruygur dahil üç komutanı “Köşk seçimleriyle ilgili” aynı gün peş peşe kabul etmişti. Eruygur, Baykal'dan 14 Nisan'daki miting için destek istemişti.

AVUKATLIĞA SOYUNDU

Doğan Grubu'na da mesaj gönderen Baykal, "demokratik süreçleri, hukuku beklemeyi, çekingenliği bırakın devreye girin" diye konuştu.

Baykal, operasyonda gözaltına alınan şahıslar hakkında da övgü dolu konuşmalar yaptı.

NTV televizyonunda soruları yanıtlayan CHP lideri, AK Parti'nin, “Baykal zanlıların avukatlığına mı soyundu” şeklindeki değerlendirmesinin hatırlatılması üzerine, “Savcısı Başbakan ise Baykal da avukatı olur” karşılığını verdi. Ergenekon turuna çıkarak, operasyon kapsamında gözaltına alınan şahısların kurumlarına destek ziyaretinde de bulunan Baykal, Ergenekon'a ilişkin ididaları ise “Deli saçması, Aziz Nesin'lik hikaye” olarak nitelendirdi.

Suçlamaları beğenmedi

Ergenekon'un planladığı eylemler için, “Bunlar gerizekalıların bile inanmayacağı işler” yorumunu yapan Baykal, “Muhalefet hiç kuşku yok mağdurların mazlumların avukatıdır, hakkı yenenlerin, bu benim onurumdur. Davanın savcısı Başbakan ise avukatı da Deniz Baykal olur elbette, ben de konuşurum” diye konuştu. Ergenekon hakkında ileri sürülen her iddiayı savunan CHP lideri, “7 Temmuz'da mitingler yapılacak, cinayetler işlenecekmiş. Allah Allah, bu deli saçması Aziz Nesin'lik hikaye. Abuk sabuk işler, masal bunlar” dedi.

Ya yanılıyor ya çarpıtıyor

Ümraniye'de bir gecekonduda bulunan 27 el bombasının bulunduğu günün hemen ertesinde imha edildiğini ileri süren Baykal, bu ifadeleri niçin kullandığı anlaşılamadı. Söz konusu bombalar, ele geçirildikten 5 ay sonra ilgili incelemeler ve raporlar sonucu imha edildiği, emniyetin kayıtlarında açıkça bulunuyor. Baykal, “12 Temmuzda galiba Ümraniye'de bomba bulunmuş, 13 Temmuzda imha edilmiş. Böyle bir şey olur mu? Delil, en önemli delil” değerlendirmesini yaptı. Bu konuları TBMM gündemine getirip getirmeyeceklerinin sorulması üzerine de Baykal, önce davanın iç yüzünü herkesin anlamasının sağlanması gerektiğini, Meclis'te herkesin üzerine düşen görevi yaptığını, bundan sonra da yapmaya devam edileceğini kaydetti. Baykal, “Şimdi şu anlaşılıyor ki bu olay başından beri Başbakan'ın şahsi davası haline gelmiştir. Benim samimi kanaatim bu. Başbakan, bu konulara herhangi bir başbakanın göstermesi gerekenin çok ötesinde özel ilgi göstermiştir” dedi.

Derin komplo denilmesinden rahatsız

Alparslan Arslan'ın gerçekleştirdiği ve bir üyenin ölümüne 3 üyenin de yaralanmasına yol açan Danıştay baskınına “derin komplo” denilmesinden de rahatsız olan CHP lideri şunları söyledi: "Yani şeyden önce yaşanmış olan bu Danıştay cinayetinde Başbakan çıkmıştır ve demiştir ki derin bir komplo var demiştir. Bu o yakalanın işlediği cinayet değil arkasında birileri var. Onlar bizim iktidarımızı tahrip etmek için bunu yaptırdılar ben bunu biliyorum, bunu ortaya çıkaracağım demiştir. Sen Başbakansın bırak bunu dava kendi içinde götürsün. Baktılar sonra ağır ceza mahkemesi karar verdi bu bireysel bir olaydır Danıştay'ın aldığı karara tepki gösteren birisi kendi başına harekete geçmiştir dedi ve ailesi de bunun böyle olduğunu teyit etti bir sorun yok. Ama başbakan hala bunun bir derin komployla ilgili olduğu iddiasında. Derin komployu bulamadı sonra Ümraniye'deki bu imha edilen bombalar yakalandığı zaman bunun o hale dönüştürülmesi için özel gayret gösterdi.”

TCK'yı ihlal suçu işliyor

Yargıtay eski Savcısı Ahmet Gündel, CHP lideri Deniz Baykal'ın, Ergenekon soruşturmasına yönelik sözleri ile Türk Ceza Yasası'nın 288.maddesinin ihlal ettiğini öne sürdü. Gündel, ”Sayın Baykal adil yargılamayı etkileme suçu işledi. Bir konuda bir soruşturma açılmışsa ya da o konuda yargılama sürüyorsa, o konuyla ilgili yargıyı veya soruşturmayı etkileme yönünde yayın yapılamaz. Burada iş soruşturma aşamasında olduğu için Baykal'ın açıklamaları savcıyı etkilemeye yöneliktir” dedi.

TCK'nın, “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” başlığını taşıyan 288'nci maddesi şöyle: “Bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

YENİ ŞAFAK

SİYASET'1 Temmuz çok başka bir gün olacak'
05 Temmuz 2008 02:15

Son operasyonlarla birlikte akıllara ilk o geldi. Geçtiğimiz yıl yayınladığı darbe günlükleri dolaylı yoldan karşılık bulan Alper Görmüş gündemi Haber 7'ye değerlendirdi

Ersin Çelik'in röportajı

Türkiye 13 aydır devam eden Ergenekon operasyonları doğrultusunda 1 Temmuz’da yeni bir sürece girdi. Eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur ve 1. Ordu Komutanlığı'ndan emekli Orgeneral Hurşit Tolon’un darbe girişiminde oldukları gerekçesi ile ‘Ergenekon Terör Örgütü’ operasyonu kapsamında gözaltına alınması ile iddialarda adı geçenleri yargılamanın eşiğine gelen Türkiye’de artık birçok şey değişecek gibi. Fakat tüm bu olanların en temelinde ise gazeteci Alper Görmüş’ün 2007 Nisan ayında Nokta Dergisi’nde yayınladığı Oramiral Özden Örnek’in darbe günlükleri var. Şu günlerde akıllar gelen ilk isim de; Alper Görmüş… Günlükleri yayınladıktan sonra ciddi anlamda hukuk ve demokrasi mücadelesi içine giren Görmüş, Haber7.com’a verdiği röportajda gelinen süreci değerlendirdi.

Bir türlü hukuki değerini bulmayan darbe günlüklerinin Ergenekon operasyonlarında değerlendirilmesinin 'Türkiye’yi hak ettiği gerçek demokrasiye' kavuşturacağını belirten Alper Görmüş’le medyanın anlaşılmaz tavrını, CHP lideri Baykal’ın olaylara bakış açısını ve Trükiye'nin Avrupa Birliği geleceğini konuştuk.

Nokta Dergisi’nde yayınladığınız darbe günlüklerinden sonra Türkiye yeni bir sürece girdi ve günlüklerde adı geçen komutan dahil bir çok emekli asker darbe girişiminde bulundukları gerekçesi ile gözaltına alındı. Süreç hakkında ne düşünüyorsunuz?
O günlükleri yayınladığımız andan itibaren, söylediğim şey şuydu; “Darbe girişimi anayasal suçsa, ortada bir iddia vardır. Bize iddiamızı ispat hakkı veriniz. Bunun yolu da hukuktur. Yayınladığımız şeyler ihbar kabul edilmeli ve savcılar dava açmalıdır. Hükümetin de üzerine vazife düşer. Adalet mekanizmasını harekete geçirmelidir…” Bunun gibi şeyler söyledim sürekli olarak…

Ama bu süreç hiçbir zaman işlemedi…
Evet. Maalesef işlemedi. Mesele, bir kişiye hakaret ve iftira davası olarak açıldı ve beraatla sonuçlandı. Biz o davayı da elimizden geldiği kadar darbe girişimlerinin sonuçlandırılması sonucunu doğuracak şekilde gündemde tutmaya ve genişletmeye çalıştık. Fakat o da olmadı. Genelkurmay’a suç duyuruları oldu, 8-10 tane. Bunlardan biri de, benim hakkımda hakaret ve iftira davası açan savcının bizzat kendisinin Genelkurmay’a gönderdiği dava talebidir. “Biz Alper Görmüş hakkında, müşteki Özden Örnek’in şikayeti üzerine hakaret ve iftira davası açıyoruz, fakat bu yayınlanan haber de çok önemlidir. Ciddidir. Bu da ayrıca soruşturulmalıdır. Ama sivil savcılar olarak bizim üzerimize vazife değildir. Size gönderiyoruz” diye Genelkurmay Askeri Savcılığı’na bir talep de oradan gitti. Fakat bunların hepsi buharlaştı. Orada bir türlü davaya dönüşmedi.

Deşifre ettiğiniz darbe girişimleri ile bugün gelinen noktanın bağlantısı var mıdır? Direk ilişkilendirebilir miyiz?
Gördüğüm kadarıyla “Ayışığı” kod adlı darbe girişimine karşı yapıldı bu gözaltılar. Kesin değil ama o çerçevede ele alınabilir. Savcı daha konuşmadı, iddianameyi de daha görmedik fakat bütün basın gözaltıları bu şekilde yorumladı. Bence de doğru bir yorum. Demek ki Ergenekon faaliyetleri ile o girişimler arasında belirli bir rabıta kurdu savcı Zekeriya Öz ve operasyonu yaptırdı.

İDDİANAMENİN UZAMASI DOĞASI GEREĞİ

Ümraniye’de bulunan bombalardan sonraki gelişmelere pek de duyarlılık gösterilemedi. Siyaset ikiye bölündü. Hukuk eleştirildi. Ortada bir iddianame olmaması tepki çekmeye devam ediyor…
Bu tavırları, bir yere varmadan süreci yürütenleri panikletmeye yönelik bir şey olarak görüyorum. İnsanların uzun sürelerde gözaltında tutulmaları sonuçta herkesin itiraz etmesi gereken bir şey... Fakat bazen öyle davalar vardır ki, doğaları gereği maalesef böyle sonuçlar doğurabiliyor. Bu da Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli ve en yaygın davalarından biri… Milyonlarca sayfalık iddianameden bahsediliyor. Soruşturmayı yürüten savcılar bilmiyor mu, bu iş ne kadar uzarsa yürüttükleri soruşturmaya bir sürü eleştiri gelecek tepki toplayacaklar. Niye yapsınlar. Gerektiği için herhalde bunu yapıyorlar. Eleştirilerin haklılık payı olduğunu düşünüyorum ama bu soruşturmanın doğası gereği bu kadar uzadığını düşünüyorum…

Ergenekon operasyonlarının başlatıldığı 13 aylık süreçte medyanın göstermiş olduğu tutum da çok tartışılır hale geldi. Operasyonlar ve soruşturma sürecinde, bir kısım medya demokrasi mücadelesi verirken, diğer kısım medya da durumu bir türlü kabullenmeyip, karşı durdu hep. Hatta yapılan operasyonları suçlayıcı da oldular. Bu neden kaynaklanıyor? Medya neden çekiniyor?
Basının tutumuna baktığımda eskiye kıyasla büyük farklılıklar görüyorum. 28 Şubat günlerini hatırlarsak, iki arasında ciddi bir fark var. Bugün artık ‘laik’ denilen basında bu türden hukuk dışı girişimlere kafadan karşı çıkan, çıkabilen gazeteler kümesi var. Eskiden yoktu bu. Dolayısı ile bu çok önemli. Basın artık ‘yekpare bir blok’ gibi davranmıyor. Muhafazakâr basın 28 Şubat’ta karşı yayın yapıyordu zaten. Ama bugün artık kendisine ‘dinci’ falan gibi bir takım suçlamaların yöneltilemeyeceği laik okurların da okuduğu bir takım gazetelerde bu konuda özgürlükçü ve darbeye karşı bir tutum sergiliyorlar. Bu açıdan medya desteği eski darbelerle kıyaslandığında az. Dolayısı ile darbe yapmanın başarı şansı da az.

Darbe günlüklerini yayınladıktan sonra bir hayli eleştiri de aldınız. ‘Ucuz kahramanlık yaptığınız’ ve ‘kendi ayağınıza kurşun sıktığınız’ söylendi. Ama siz hukuk ve demokrasi mücadelesi verdiniz… Gelinen nokta sizi mutlu etti mi? Alper Görmüş yarınlarından umutlu mu?
Her zaman iyimser olduğumu söyledim. En kritik en karanlık gibi görünen zamanlarda bile, iyimserliğimi samimiyetle korudum. Gelinen nokta beni tabii ki mutlu ediyor. Benim en başta söylediğim “Ortada darbe girişimi varsa ve burası bir hukuk devletiyse bu soruşturulmalıdır” sözüne başka bir noktadan geldik. Başka bir dava üzerinden gelerek orayla birleşti. Tabii ki son derece memnunum bu durumdan.

Bu saatten sonrası için konuşursak: Gözaltına alınan bu insanların dava sonucunda ‘darbe yapma girişiminden’ cezalandırılacağını düşünüyor musunuz?
Tabii… Tabii… Elbette… Bu yol açıldı bir kere. İlk kez oluyor ama ‘1 Temmuz 2008’in tarihsel önemi çok büyük. Sembolik önemi çok büyük bir gün… Yaşayanlar görecek, ileride ‘1 Temmuz’ tarihi çok başka bir şey olarak anılacak. Bu tarih; Türkiye’de özgürlükçü demokrasi adına mücadele edenlerin adına, bütün problemleri ve eksikliklerine rağmen atılmış en önemli adım olarak hafızalarda yer bulacak. Bu çok açık bence…

'Ortak Akıl Hareketi’nin öncülüğünde halk darbecilerin yargılanması için sokaklara inmeye başladı. ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras ‘darbe günlüklerini’ TBMM’ye taşımaya hazırlanıyor. Bu bir değişimin göstergesidir diyebilir miyiz?
Evet… Evet… Ben son derece umutluyum. Daha da değişecek. Politik kriz falan diyorlar. Yok öyle bir şey… Kriz falan yok. Daha doğrusu çok büyük bir değişim var. Bu türden köklü değişiklikler krizsiz olmaz. Kriz diyerek tahlil ederseniz hiçbir anlamı olmaz. Krizin nerden kaynaklandığını birlikte söylediğinizde bambaşka bir şey çıkar ortaya. Türkiye çok köklü bir değişim geçiyor. İlk kez bazı şeyleri sorguluyor ve bunun sonucunda ilke kez bazı şeyler gerçekleşiyor.

DEMOKRATİK BİR ÜLKEDE CHP’NİN YERİ YOK!

Tüm bunlarla birlikte Deniz Baykal aylardan beri bir ‘kırılmadan’ bahsediyor. Son operasyonları ise, AK Parti Hükümeti’nin, muhaliflerini bastırma ve sindirme projesi olarak yorumladı. “Türkiye’ye demokrasi devrimi yaşatacak” denilen operasyonlar böyle farklı alanlara da çekiliyor…
Ben Deniz Baykal’ın artık siyaset düzeyinde konuştuğunu falan düşünmüyorum açıkçası. O konuşmalar siyaset falan değil. CHP bir tercihte bulunmuş durumda. Adını tam olarak söylemiyorlar ama Türkiye’nin normal demokratik bir ülke olmasını kendi varlıkları açısından uygun görmüyorlar. Ki bu tespitleri de doğru. Çünkü normal demokratik bir ülkede CHP gibi bir partinin yer yoktur. Onlarda bir tür ontolojik sorun olarak görüyorlar bütün bu olan biteni. “Bu değişim sonuçlanırsa bizim hayatiyetimiz kalmayacak” duygusuna sahipler. Bu duygu da doğru... Şu anda bu şekilde “biz demokrasi istemiyoruz” diyorlar ama bunu açıkça söyleyemiyorlar… Giderek daha da açıklıkla söylemek zorunda kalıyorlar ve açık da veriyorlar.

Operasyonları Avrupa Birliği açısında değerlendirirsek; İspanya, Portekiz ve Yunanistan’a darbe tehlikesi yaşadıkları için kucak açan AB’nin Türkiye’ye karşı böyle bir yaklaşımı yok. Darbecilerin tasfiyesi Türkiye’nin AB’deki elini ne kadar güçlendirir?
Ama bir tane Avrupa yok. Böyle bir yaklaşım var. Türkiye’nin darbe heveslileriyle hesaplaşması için AB’nin ona kucak açmasını savunan bir Avrupa’da var. Ya Türkiye’yi tam tanımamaktan, ya da bu yaşanan süreci analiz etme yeteneğine sahip olamamaktan dolayı böyle çeşitli tutumlar alınabiliyor. Ama diğer taraftan Türkiye’ye destek veren olan ülkelerin İspanya, Yunanistan ve Portekiz gibi ülkeler olduğuna bakarsak o zaman anlaşılıyor. Derdi olan Türkiye’nin nasıl bir zorlukla karşı karşıya olduğunu anlayabiliyor.

Tasfiyeler AB’ye girişimizi kolaylaştırır diyebilir miyiz?
Hiç şüphesiz faydalı olacaktır ve böyle bir rotaya girecektir. Türkiye o zaman daha bir başka olacak demektir. Hızla tüm demokratik reformlarını yapacaktır. Bu durum AB’den Türkiye aleyhine yükselen sesler de kesilmek zorunda kalıp, Türkiye’ye destek verenlerin sesini yüksek seviyeden duyar olacağız. Onların eli kuvvetlenecek. Türkiye AB hedefi olmaksızın bunları başaramaz. Bunu hiçbir kompleks duymadan söylemeliyiz. Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolu, yüzünü dosdoğru AB’ye girmekten geçiyor.

“SIRADAN GAZETECİLERİ” DEŞİFRE ETTİK

Vakit ve Taraf Gazetesi’nin ortaya çıkardığı belgeler de tartışma konusu…Gazetecilik ilkesi masaya yatırılırken, daha önce ‘ele geçirildi’ denilen bilgi ve belgelere, ‘sızdırma’ muamelesi yapılmaya başlandı. Gazetecilik bu işlin neresinde duracak?
Aldığınız pozisyona bağlı. Bu tür şeylerin suçlamaların bir kaç temel nedeni var. Biri; siyasi ideolojik… Türkiye’de gazeteciliğin önemli bir bölümü -giderek kırılmakta olan bir durum olsa da- topluma değil devlete bakarlar. Devlet eksenli gazetecilik vardır. Devletin ihtiyaçları doğrultusunda gazetecilik ve habercilik yapılır. Devletin sakladığı bir sır ve haber varsa bunu ortaya çıkarmak gazetecinin en önemli göreviyken, gazeteci böyle bir şey yaparsa ‘vatana millete ihanet ediyormuş hissine kapılıp’, bu haberi vermemenin doğru olduğunu düşünmeye başlayarak, kendi kendini sakatlıyor.

“Sakatlamak” derken?
Şöyle; Bu gazeteciler, bu tarz ‘gizli’ haberleri yayınlayanları ‘vatan haini’ görme eğiliminde oluyorlar, Gerek bizim Nokta’da yaptıklarımız, gerek şimdi Taraf Gazetesi’nin yaptığı yayınlar, sıradan ‘gazeteciliğin pespayeliğini’ bir anlamda ortaya çıkartıyor.
Öyle bir gazeteciliğin ne kadar ‘tatsız tuzsuz bir gazetecilik’ olduğunu görünce de, ortaya bir tür kıskançlık ve haset çıkıyor… Kendini kötü hissediyorlar. Bu tarz gazetecilik, eski usul sipariş gazeteciliğin mesleğin özüne aykırı olduğunu da ortaya çıkarıyor… Onlarda kötü duygular yaratıyor. Bu yüzden de bizim o tür gazeteciliklere saldırarak kendilerini bir parça iyi hissediyorlar. Böyle bir psikolojik yanı da var.

NOKTA’NIN PATRONU TEHDİT ALGISI İÇİNDEYDİ

‘Darbe günlüklerini’ yayınlamanızdan sonra Nokta Dergisi’nin yayın hayatına son verildi. İmtiyaz sahibi Ayhan Durgun ‘ekonomik gerekçe’ öne sürdü ama bir baskıdan bahsedildi hep. Kapatılmaya yönelik gerçekten bir baskı oldu mu?
Derginin kapatılmasına yönelik, böyle bir talebin doğrudan geldiğini düşünmüyorum. O zamanlar dergi kapatılmadan görüşmüştük derginin patronuyla. O gün bugündür daha da görüşmedim. Gerçekten öyle bir baskı olsaydı bana da söylerdi.

Ekonomik gerekçe ne kadar geçerli bir bahane olabilir?
O görünürde olan şey. Esası şuydu bence; O günlerdeki sezgilerime ve derginin sahibin davranışların yola çıkarak, doğrudan doğruya bir tehdit gelmemesine rağmen, bir tehdit algısı içindeydi Ayhan Durgun. Her an bir bu türden bir şey gelebileceğini ve başka işlerinin bozulabileceğini düşünüyordu. Ve ürkmüştü. Yürütemedi. Diğer taraftan iktisadi güçlükler içinde olduğu da doğru… Gayet iyi biliyorum. Bizim işe gitmek için tek bir aracımız olmamıştı. Bütün arkadaşlarımız kamu ulaşım araçlarını kullandı. O kadar çok eksiğimiz vardı ki… Benim şimdiye kadar çalıştığım işyerlerinin en fakiri Nokta Dergisi’ydi.

ÇÖLAŞAN SEZER’İ TENKİT ETMİŞTİ

Taraf için de çeşitli iddialar ortaya atılıyor. Soros’tan ve cemaatlerden destek aldığı tartışma konusu oldu. Ne düşünüyorsunuz?
Bunu biliyoruz. Bu bir Türkiye gerçeği... Geçenlerde bir yazı yazmıştım; “Dünün komünisti bugün Fethullahçı” diye. Şimdi bakılınca tuhaf ve anlaşılmaz görünüyor. Ahmet Necdet Sezer ilk Cumhurbaşkanı olduğunda, onunla ilgili ciddi şaibeli yazlılar kaleme alındı. Üstelik Emin Çölaşan yazdı bu yazıları. Düşünün Ahmet Necdet Sezer için bile, ‘acaba’ dediler. Eski Genelkurmay Başkanı’nın dinci olduğuna hükmedildiği günlüklerde geçiyordu… Türkiye böyle işte… Birilerinde, bir çizgiden hoşlanılmadığı zaman, belden aşağı belli klişeler var onlar devreye sokuluyor. Taraf için de yapılanlar bu…<!--[endif]-->

(Haber 7)

"Biz Kaç Kişiyiz" Eskişehir'de
06 Temmuz 2008 18:59

Gazeteci Tuncay Özkan'ın başını çektiği "Biz Kaç Kişiyiz Derneği" tarafından Eskişehir'de düzenlenen mitinge katılım sayısı uydudan değil elle sayıldı: 250 kişi...

Tuncay Özkan'ın 'kaos' mitingi deşifre olunca kimse katılmadı

Eskişehir'de "Biz kaç kişiyiz derneği" tarafından "Hukuka ve Yargıya Saygı" mitingi gerçekleştirildi. Gazeteci Tuncay Özkan'ın organizesinde gerçekleştirilen miting beklenen ilgiyi görmedi. Halkın ve kahvehanelerin yoğun olduğu Odunpazarı meydanında düzenlenen mitinge 250 kişi katıldı.

İlginin az olması nedeniyle mitinge küçük çocukların da getirildiği görüldü. Çocuklara bedava balon dağıtıldı. Semt halkı ise organizatörlerin ısrarlarına rağmen mitinge katılmak yerine eylemin yapıldığı alanın çevresindeki kahvehane ve parklarda oturarak birbirleriyle sohbet edip dinlenmenin tadını çıkardı. Miting alanına girişte ise ilginç olaylar yaşandı. Eyleme gelenlere, çocuklar tarafından biz kaç kişiyiz derneğine yardım için 1 YTL'ye Türk bayrağı ve çakmak satıldı. Vatandaşların parayla satılan Türk bayrağına ilgi göstermemesi dikkat çekti.

Miting sırasında, "Hukuka ve Yargıya sahip çıkalım" ve "Cumhuriyet değil Ak Parti yıkılacak" şeklinde sık sık sloganlar atıldı. Yapılan konuşmalarda ise AK Parti sık sık eleştirilerek, Türkiye için tehlikeli olduğu ileri sürüldü. Mitinge ilginin az olması nedeniyle yapılan konuşma ve atılan sloganlardan sona program sona erdi. Miting sırasında polis, geniş güvenlik tedbiri aldı.
aktifhaber

6 Aydır Yazmadığı Sohbeti Yazdı
06 Temmuz 2008 09:00Can Dündar, Ergenekon savcısıyla yaptığı sohbeti 6 ay sonra yazdı: Tutuklulardan biri savcıya "Ergenekon" kitabını Dündar’a Veli Küçük'ün yazdırttığını anlatmış.

Milliyet Gazetesi Yazarı Can Dündar, Ergenekon soruşturmasını yürüten Savcı Zekeriya Öz'le 6 ay önce yaptığı sohbetin ayrıntılarını yazarken, dikkat çekici ifadelere yer verdi. Yazdığı bir yazı nedeniyle Beşiktaş Cumhuriyet Savcılığı'na çağrıldığını belirten Dündar, kendisini davet eden savcının gelmemesi nedeniyle Öz'le görüştüğünü ve 2.5 saat odasında kaldığı Öz'le ağırlıklı olarak Ergenekon soruşturmasıyla ilgili "sohbet ettiğini" kaydetti. Dündar, yazısında, "Veli Küçük’ün gözaltına alınmasından, Emniyet’in tavrına, 'AKP içine yerleştirilen casus'tan,'iddianame açıklanınca kopacak kıyamet'e kadar uzandı sohbet" ifadelerine yer verdi.

Dündar, dün gazetede yayınlanan yazısında, savcı Öz'le yaptığı dikkat çekici bir sohbeti anlattı. "Soruşturmanın selameti için yazıyı yazmak için 6 ay beklediğini" belirten Dündar, geçen süreçte, 'çetenin kanıtı bombalar'ın imha edildiğine, kimlerin ne zaman gözaltına alınacağının Hükümet yanlısı gazetelerde önceden açıklandığına, açıklanmamış iddianamenin belgelerinin kitap


En son admin tarafından Pzr Tem 27, 2008 11:43 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cum Tem 11, 2008 10:16 pm    Mesaj konusu: Ergenekon'un ArkasIndaki Mutabakatlar-Behiç Gürciha Alıntıyla Cevap Gönder

Emin Gürses 1 Numarayı Açıkladı
30 Temmuz 2008 11:44

Ergenekon Terör Örgütü üyesi olmaktan tutuklanan Doç. Emin Gürses, "bir numaranın ismini açıkladı" Manipülasyon mu gerçek mi siz karar verin. İşte isim.

Ergenekon terör örgütüne üye olduğu gerekçesiyle tutuklanan Doç. Dr. Emin Gürses'in poliste verdiği ifadede, örgütte "1 Numara" olarak adlandırılan kişinin eski Jandarma Genel Komutanı emekli orgeneral Şener Eruygur olduğunu söylediği ortaya çıktı. Gürses iddianamede yer alan ifadesinde Veli Küçük ve diğerleriyle tanışıklığının 6 yıl önce Kaymakam Kemal Bey'i anma törenleri ile başladığını, Küçük'ün ara sıra kendisini aradığını söylüyor.

Gürses'in yaptığı bir telefon konuşmasında, karşısındaki şahsa Veli Küçük'ün Sami Hoştan aracılığı ile yeğenlerinden 7 milyon dolar haraç istediğini söylediği, bu görüşme ifadesinde sorulduğunda da aynen doğruladığı belirtiliyor. Gürses, aracıyla ulaştığı Küçük'ün sorunu çözmesi üzerine teşekkür için yanına gittiğini ifade ediyor.

VELİ KÜÇÜK 10'UNCU SIRADA
İddianamede Gürses'e polisteki sorgusunda Bülent isimli bir şahısla yaptığı telefon görüşmesinin içeriğinin sorulduğu belirtiliyor. Gürses'e konuşma esnasında Bülent isimli kişinin, "Veli Küçük'ün on numaralı adam olduğundan bahsettiği, bir numaranın Şener Eruygur olduğunu, listede Abdullah Öcalan'ın da bulunduğunu, Mehmet Ağar'ın da listede üç veya dördüncü şahıs olduğunu" söylediği hatırlatılıyor. İddianamede, Gürses'in görüşme yaptığı kişinin Sakarya Otobüs Terminali'nde büfesi bulunan Bülent Akkar olduğunu söylediği belirtilirken, Akkar'ın bu bilgileri Mehmet Ağar'ın yanındaki, "Mustafa" isimli şahıstan almış olabileceğini söylediği kaydediliyor.
aktifhaber

Ergenekon'un Arkasındaki Mutabakatlar-Behiç Gürcihan

Ergenekon operasyonu, bu büyük dönüşüm projesinde “Yeni Devlet’in” müttefikleriyle birlikte kurguladığı kilit operasyonlardan biridir; bir “temizlik” yani kadro operasyonudur.

Operasyonun çekirdek-merkez dinamiğine hakim olan Devlet, o yüzden makro hedeflerine hizmet edecek şekilde kurunun yanında yaşları da yakmakta bir mahzur görmemektedir.

Ellerinde, işleri bittikten sonra kamuoyu tanrılarının önüne atılacak savcılar, bolca komiser ve medya bulunmakta nasılsa.

Toz bulutları dağıldığında, “Yeni Devlet’in müttefikleriyle ortak oyuncağı olan “Gladio-Ergenekon”kendini daha iyi perdelemiş, ayakbağlarından kurtulmuş ve kamuoyunda “Derin devlet/çeteler/ gladio artık pasifize edildi” şeklinde sahte bir güvenlik hissi yaratmış olarak yoluna devam edecektir.

2009-2012 arasında gerçekleşecek “esas darbe” ve beraberinde gelecek siyasi paradigma değişimi, kontrol dışı unsurlar temizlendiği için çok daha kontrollü gerçekleşecektir.

Bu yanıyla Ergenekon, bir bakıma “9 Mart’tan önce yapılan bir 12 Mart “operasyonudur.

Tespiti baştan yapalım, ayrıntısına sonra girelim…

“Ergenekon” bir kadro operasyonudur.

“Ergenekon” bir “Yeni Devlet” operasyonudur.

“Ergenekon” bir darbe üzerinden Türkiye’yi federalleştirecek esas darbe sürecini kolaylaştırma ve gizleme operasyonudur.

Burada, “operasyon” ile yargı sürecini değil, bu yargı süreci ile şekillendirilen kamusal siyasi alanı kastettiğimi de ayrıca vurgulamalıyım.

Hiç kimse işin sadece bir AKP operasyonu olduğunu zannetmesin. Devleti belediye zannedenlerin çapını fazlasıyla aşan bir konu bu..Bakmayın siz Tayyip Erdoğan’ın “MİT ve Emniyet bana bağlı” demesine. Bu cümleyi biraz da tersten okuyun, MİT’in kendisine her şeyi söylediğini varsayan bir başbakanın naifliğini görün o cümlede. O kadar tavize rağmen, AB tarafından her tersyüz edilişinde “ahde vefa” gibi bir kavrama sığınan bir Başbakan’dan söz ediyoruz.Uluslararası politika ve diplomaside hiç de ciddiye alınmayacak bir kavramdan medet uman Tayyip Erdoğan’ın bırakın Devlet’i, danışmanlarını bile doğru okuyabildiğini varsaymak hatadır.

O yüzden Erdoğan, “Ergenekon” operasyonunun ancak çeperinde yer alan bir isimdir.

Son günlerin moda tabirleri-merkez ve çeper-üzerinden tezimizi derinleştirelim.

“Ergenekon” operasyonu iki katmanlı bir operasyondur. Merkez ve çeper dinamiklerden oluşmaktadır.

Merkez ve çeperin bu operasyondan anladıkları da; hedefleri de, metodolojileri de farklıdır ama birbirlerini dengeleyecek ve eninde sonunda çeperin feda edileceği bir rota izlenmektedir.

Merkez, “Yeni Devlet’in kontrolünde; çeper ise “Yeni siyaset”in kontrolündedir.

“Yeni Devlet” kilit tepe noktadaki askerî, güvenlik, istihbari ve ekonomi bürokrasisinin dış müttefikleri ile kesiştiği noktada kristalize olan bir oluşum.

Telafer’de Türkmenler katledilirken seyredip Afganistan’a Taliban’la mücadele için özel kuvvet yollayan Genelkurmay da,Öcalan’dan bir akademisyen ve vizyoner çıkarmaya çalışan MİT; Alman istihbaratının 2000’lerdeki benzer operasyonunun ismini aynen benimseyerek, çeteci-darbeci-tetikçi-meczup tiplemelerle vatanseverleri aynı “Ergenekon” çuvalına dolduran Emniyet, hep aynı devletin unsurları.

Merkez; müttefikleri ile ortak hedefi çerçevesinde içeri aldırdığı isimlerle, müttefiklerinin kendi devlet içi çatışmalarına da destek atıyor. O yüzden ABD devleti içindeki çatışmalarla, Türk Devleti’nin içindeki çatışma ve ayrışmalar aynı paralellikte seyrediyor. O yüzden, CİA’den referans alacak kadar rengini belli eden Gülen’in gazetesi, siyonist neo-con Rubin’i hedef tahtasına koyuyor.

Merkez; içeri aldırdığı tetikçinin, istihbaratçının, öğretim görevlisinin-bu içeri alınanların bir çoğu farkında olmasa da-bir katman ötelerinde hangi yabancı servisin hangi kanadının yer aldığını çok iyi biliyor.Ama bunları alenen beyan etmek, “alemin raconuna” ve kurmak istedikleri yeni dengelere aykırı olduğu için, çeper’in perdeleme ve sansasyonlaştırma yeteneğini kullanıyor.

Çeper, haliyle ve rolü itibarıyla olayın “cadı avı” boyutunu aşabilmiş değil.

Önüne atılan karikatürize bir “derin devlet” öcüsü üzerinde tepinip duruyor. Kahramanmaraş’tan Susurluk’a geçmişin bütün sicili bu karikatürize derin devlete yıkılıyor.

Bir tür “liberal ve dinci” mezesi olarak servis edilen bu “Derin devlet masalları”, hem gerçek derin devleti kamufle ediyor, hem de “Yeni Devlete” toplumu müttefikleri ile üzerinde uzlaştıkları küresel plan üzerinden yeniden dizayn etme şansı tanıyor.

Merkez, çeperin siyasi hedeflerine saygı göstermiyor değil. O yüzden AKP’nin muhalifleri de, Genelkurmay’ın muhalifleri de bu operasyonda tetikçiler/darbeciler/ meczuplarla birlikte paketlenenler arasında.

Bu ‘muhalif kotası’ AKP’ye ve Genelkurmay’a, hem alt kadrolarda, hem de toplumda bilinci ve dolayısıyla iç direnci yükselten isimleri pasifize etme şansı tanırken, operasyonun çekirdeğini de bir sansasyon bulutu arkasına gizliyor.

“Darbe günlükleri” darken, darbe günlüğü tutmayacak kadar zeki, sinsi ve ketum olanları; Mustafa Balbay darken, Pentagon lahikalarında adı geçenleri göz ardı ediyoruz.

Açıkçası: 2009’la birlikte derinleşecek küresel ve ulusal kaostan Türkiye’ “yapıcı bir krizle”, yeni bir siyasi paradigma ve dönüşmüş olarak isteyenlerin “esas darbesi” mevcut darbe goygoyculuğu ile perdeleniyor.

Kendini Atatürk veya lider zanneden kıt akılların yanına 2004’ten, 2005’ten beri yerleştirdikleri meczup ve tetikçilerle tarlayı ekenler, şimdi hasadı topluyor.

Peki çeperdekiler olayın ne kadar farkında?

Geçici bir dinlenme sonucu, “küllerinden yeniden doğacak bir Anka kuşu” olarak kurgulanan Erdoğan’ın bilmesi gerektiği kadar farkında…

Bu operasyon öncesinde karşısındaki caddeye “Gladyo” isimli bir dükkan açılsa, bunu İtalyan ayakkabı markası zannedecek olanlar ise hiç farkında değil.

Süreç ilerledikçe, çekirdeği korumakla yükümlü her çeper gibi (meyve) işlevlerinin sona ereceğini ve kamuoyu tanrılarına kurban edileceklerini biliyorlar ama çok da umurlarında değilmiş gibi bir havaları var.

Mesleklerinin ilkelerini, hukukunu, etiğini bu kadar fütursuzca ayaklar altına alanların ya akıllarından şüpheleri vardır, ya da geleceklerinden emindirler. Bekleyip göreceğiz.

Merkez-çeper ilişkisisn daha netleştirmek için sorularımızı çoğaltalım.

Merkez, çeperi nasıl kontrol ediyor?

Sakka operasyonu sırasında kurulan ilişkilerin devamından söz etmiyorum.

Merkezin çeperle yüz göz olmadan, kendini çeperden bile sakınarak yaptığı müdahaleler söz konusu.

Mesela medya…

Bariz olan kısmı, “RTE Ajans Haberleri” olarak kodlanan bölümü kastetmiyoruz.

Önemli olan, görünürde bu operasyona karşı gibi görünenler üzerinden çekilen ince ayarlar.

Mesela Hürriyet ve Cumhuriyet.

Hürriyet, “Şerefsiz Ödlek” başlığıyla 3-5 bin kişinin okuduğu bir sitedeki yazar kavgasını manşetine taşıdığında tarih 30 Haziran 2007’ydi…

Ben, bu manşetten 3 gün once gözaltına alındım.

Savcı bana Hürriyet’in manşetini gösterip, “Seni gözaltına aldırma gerekçelerinden biri de bu; burada bir tehdit gördük” dediğinde ise, tarih 30 Haziran’dı, yani manşetle aynı gün…

Hürriyet’in 3 gün sonra atacağı manşet yüzünden gözaltına alınmıştık!

Aynı Hürriyet, hani şu Ergenekon’daki usulsüzlüklere tavır alan Hürriyet, geçenlerde yine bir haber yaptı.

İkinci gözaltına alınışımızda, bilgisayarımızdan “yeni darbe günlükleri” çıktığını, “darbeci olduğumuzu, hem de darbeyi MSN üzerinden ve emekli paşalarla konuşacak kadar salak olduğumuzu yine Hürriyet’ten öğrendik. Hürriyet’in bir yandan Ergenekon mağduru yaratıp, bir yandan Ergenekon mağdurlarına ağıt yakması anlamlıydı.

Cumhuriyet’e gelince…

Atılan el bombaları ile bizzat bu operasyonun nesnelerinden biri olmasına rağmen, İlhan Selçuk alınana kadar Ergenekon mağdurlarını Cumhuriyet sayfalarında ara ki bulasınız…

Selçuk alınınca “Susmayacağız” diye manşet atan Cumhuriyet’in yine o nitelikli sessizliğine dönmesi için 4-5 gün yetti.

Balbay’la birlikte yine aynı yaygara koptu. Cumhuriyet yine nitelikli bir sessizliğe bürünecek mi? Kurbanın ahlâkını değil, mağduriyetini benimseyip Brüksel sendromu sergilemeye başlayacak mı? Bekleyip göreceğiz.

Merkez’in çeperi, sınırları aştığı noktada medya ile terbiye ettiğinin örneğini hep birlikte tecrübe edeceğiz.

Merkez-çeper dinamiğini deşmeye devam…

Ergenekon operasyonunun merkez dinamikleri ile çeper dinamiklerini bir arada tutan iki temel mutabakat var.

Bu mutabakatlardan birasi, Türkiye’de “Yeni Siyaseti” şekillendiren AKP-Genelkurmay mutabakatı.

İkincisi ise, “Yeni Devleti” kurgulayan; “Devlet” ile “müttefiklerini”, hem kendi içlerindeki rakiplerini/ direnç noktalarını ortaklaşa bertaraf eden, hem de yeni küresel plan konusunda uzlaştıran mutabakat.

AKP-Genelkurmay mutabakatı, bunların içinde en berrak olanı.

İki yıl once, “Hilmi Özkök şiir gibiydi, Yaşar Büyükanıt ninni gibi olacak” diye yazdığımızda bize kızanlar, şimdi resmi daha net görüyorlar.

Topluma karşı yürütülen ve AKP’ye oy kazandırmaktan başka hiç bir işe yaramayan e-muhtıralarla renklendirilen bu kayıkçı kavgasına analitik ve tarafsız gözle bakan herkes görebilir bu mutabakatı.

2002 yılında kaleme aldığımız, “Hac yolunda değil, Haç yolunda” başlıklı rapordan beri bu tezi açıkça savunuyoruz. Bir ABD-NATO projesi olan “ılımlı İslamın” siyasi taşıyıcısı olan AKP ile, darbe yaptıktan sonra bile ilk işi NATO’ya sadakat bildirmek olan bir yapının, temelde çatışmayacağını, sorun çıkaran kadroların tasfiye edileceğini ve bu arada, “tepeyi” hâlâ kendinden bilen “tabanın” gazını almak için göstermelik sahneler kurulacağını söylüyoruz.

Bütün bunlar, “Genelkurmay AKP’ye hizmet ediyor” veya “Erdoğan askerle anlaştı” görüntüsü altında yapılamayacağı için, kabaca “ayranın köpüğünü kabart, sonra köpüğü temizle” operasyonu olarak nitelendirebileceğimiz “Ergenekon”, 2004-2005’ten beri kurgulanıyor.

Ordu içinde ve dışında yapılan yemleme operasyonları ile belli başlı tuzaklar etrafında toplanan darbe/cunta/terör heveslileri ve kendini Atatürk zanneden bazıları; ülkelerinin sömürgeleştirilmesine karşı hem AKP’ye, hem Genelkurmay’a,hem AB’ye, hem de ABD’ye karşı fikirleriyle siyaseten örgütlenmekten başka bir “suçu” olmayanlarla aynı Ergenekon çuvalı içine dolduruluyor.

Generaller orduevlerinden toplanırken, “dostlar alışverite görsün” kabilinde bir açıklama yapan Genelkurmay’ın; yargıya ve hukuka bu kadar saygılıysa, bu cuntacı eğilimleri neden daha once tespit edip, kendi askeri yargı sistemi içinde yargılayıp Türk generalinin ulusal ve uluslararası kamuoyunun gözü önünde koluna girilip götürülmesine izin verdiği, cevaplaması gereken önemli bir sorudur.

Başörtüsü bir siyasi simgedir de, “koluna girilen paşa” siyasi simge değil midir?

Acaba TSK’nın manevi şahsiyetinin alenen aşağılanmasına zemin hazırlamak da suç mudur?

AKP-Genelkurmay mutabakatını sadece bir Erdoğan-Büyükanıt veya Erdoğan-Başbuğ görüşmesine indirgemek de yanlıştır.

Neticede bütün bu buluşmalar, “önce psikolojik olarak borçlandır, sonra tavizi kopar” stratejisinin meyve toplama seanslarıdır. Kadro hareketinin ayrıntılarından, Selimiye’yi otel yapma projesine kadar pek çok meyve konulabilir o sepete…

Büyükanıt Şemdinli ile; Başbuğ “ağlama duvarıyla” borçlandırılıp sonra babalarından kızları istenmiştir “niyetimiz ciddi” taahütleri altında…

AKP-Genelkurmay mutabakatının ayrıntısını merak edenler, bu konuda kaleme aldığımız onlarca yazıya bakabilirler.

Ama şu asla unutulmamalıdır:

AKP-Genelkurmay mutabakatı, daha küresel/makro bir uzlaşma olan ve “Yeni Devleti” şekillendirecek olan “Devlet ve müttefikleri” mutabakatının sadece bir alt kümesidir.

Nedir bu makro mutabakatın özü?

“Devleté ile müttefikleri arasındaki çok ayaklı; bazen kendi içinde çekişmeli ama nihayetinde en milliyetçi geçinenlerin bile “ehven-i şer/parçalanmaktan iyidir” mantığıyla yanaştığı bir limandan söz ediyoruz…

“Devlete Mektup, Yüzde 40 Artı 7- Teslimiyet-Temsiliyet Dengesi” başlıklı yazımızda Devletimize bu mutabakatla bir hata yaptığını sesimiz çıktığınca duyurmuştuk.

Duyurmaya devam edelim….

Haritalarında farklılıklar gözlense de (Ortadoğu eksenli-Kafkasya eksenli); üniterizm/federalism kavramı henüz netleşmese de, demokrasi/otoriterizm dengesi tama olarak oturmasa da, sonuçta “Neo-Osmanlı” olarak kodlayacağımız bir formül bu.

Bu formüle biat ettiğinizi, ofisinizdeki bir tuğra ile rahatça kanıtlayabilirsiniz; aynen bir öncekinin biat sembolü Atatürk resmi olduğu gibi…

Cumhuriyeti’nin 80. yılında daha Anadolu’nun altındaki kaynakları ve üstündeki insanlarını adam gibi sayamayan, kontrol edemeyen bir devlete, “Cihan İmparatorluğu” hayalleri kurdurtan bir LSD hapı bu.

Hatırlarsanız, İstanbul’daki NATO zirvesi sırasında, Topkapı Sarayı’nda dünya liderlerine bir konser verilmişti. O konserde İngiltere Başbakanı Tony Blair “şaka yollu” Erdoğan’a “Ofisinizi buraya taşısanıza” demişti. İşte bu şakayla başlayan, Erdoğan’ın ofisini Dolmabahçe’ye taşımasıyla sembolleşen, Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması planlarıyla eko-politik bir boyut kazanan ve Boğazı da İngiliz savaş gemisinde kraliçenin yemek davetine icabet edecek kadar makro siyasetten bîhaber bir Cumhurbaşkanı ile boynumuza dolanan bir zincir bu.

Bu sahnede karizmasını kiralayan lider olarak rol alan devletin adamı, (Devlet Adamı ile aynı şey değildir. Bu konudaki tezi “Batı Bey’in Can Polat’I Erdoğan” başlıklı yazımızda bulabilirsiniz.)

Erdoğan’ın hakkını yememek adına, aşağıdaki tespiti de yapmak zorundayız.

İstanbul’a taşınma furyasını ilk kim başlattı?

Atatürk’ün kurduğu ve CHP’nin hisse sahibi olduğu İş Bankası…

Dolayısıyla, “Neo-Osmanlı Treni”, kâh Tanrı Dağı mavisi, kâh Hıra Dağı yeşili tonlarla, gidecekleri yer konusunda olmsa da, artık terketmeleri gereken yer konusunda mutabakatlara varmışların treni olarak çok önceden yola koyuldu.

Bu trenin raylarını döşeyenlerin; Türk Devleti’ne bu “Neo-Osmanlı” rüyasını gördürme karşılığında istedikleri bir bedel var elbette…

Nedir bu bedel?

Bedeli görmek istiyorsanız, ABD ile imzalanan nükler işbirliği anlaşmasına bakın…

Bedeli görmek istiyorsanız, Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelir gelmez imzaladığı ve Türkiye’yikorumak zorunluğu olduğu kilometrekare toprak başına en fazla tanker uçağına sahipülke konumuna getiren tanker uçağı anlaşmasına bakın…

Bedeli görmek istiyorsanız, Telekom’dan madenlere artık takip etmekten yorulduğunuz ihanetlere bakın.

Maddi bedellerden değil, geleceğimizin kontrolünü vermekten söz ediyorum.

“Büyümene izin veririm, sana kapıları açarım ama karşılığında bu geminin kaptan köşkünde kalıcı bir yer ve bu geminin kaptanlarının bu gemiyi özgür denizlere sürmeyecek uyumlu kadrolardan oluşacağının garantisini isterim”

şartını kastediyorum…

İşte bu şart şimdi,bir yandan “temizleme”, diğer yandan “yetiştirme” operasyonlarıyla yerine getiriliyor.

F tipi ve M tipi cemaatler o yüzden AB-D’nin “kariyer-net”i gibi çalışıyor.

O yüzden, Fethullah Gülen’in en parlak çocuklarını kapsayan “Altın nesil” projesi, Pentagon’unkiyle aynı adı taşıyor.

O yüzden, “liderlik”, “kariyer planlama”, “NLP gibi cafcaflı kavramlar üzerinden nesil istihbaratı yapılıyor; nesil filitreleri oluşturuluyor.

O yüzden Genelkurmay, “çağa ayak uydurma” adı altında, “İnsan Kaynakları Yönetimi Sistemleri” uygulamaya başlıyor; “Çavuş bile general olabilecek” manşetlerinin atıldığı dönemin hemen ertesinde generaller, çavuşlar tarafından kelepçelenip Metris’e götürülüyor.

“Görevini en iyi yapan, vatana en iyi hizmet edendir” sloganını hatırlıyor musunuz?

“Bu görevi bana kim, niçin Verdi” sorusunu sormayacak ebleh profesyoneller isteniyor.

Mevcutların ne olacağı sorusunun cevabı ise “Ergenekon” operasyonunda yatıyor. “Facebook Kriminolojisi ve 2020’lerin General Kadrosu” başlıklı yazıyı tekrar okuyun.

“Ergenekon”la içeri alınan her isimle sırf kahve içti, bayram tebriği attı, aynı toplantıda görüldü, telefonda görüştü diye kaç kişinin siciline not düşüleceğini gözardı etmeyin…

Ya da şu soruyu cevaplayın:

Sizce ABD’nin sadece birini belirleme şansı olsa, 2020 yılında TSK’nın mı, yoksa siyasetin mi üst kadrolarını belirleme şansına sahip olmak isterdi?

Birilerinin Türk Devleti’ni üzerlerine geçirilen Yeniçeri üniformasının aynı zamanda devşirilmişliğin sembolü olduğunu göremeyecek kadar kör kadroların eline teslim etme ihtiyacı daha başka sorularla da netleştirilebilir.

Sorular ne kadar çoğalırsa çoğalsın, cevabın özü değişmeyecektir.

Ergenekon operasyonu, bu büyük dönüşüm projesinde “Yeni Devlet’in” müttefikleriyle birlikte kurguladığı kilit operasyonlardan biridir; bir “temizlik” yani kadro operasyonudur.

Operasyonun çekirdek-merkez dinamiğine hakim olan Devlet, o yüzden makro hedeflerine hizmet edecek şekilde kurunun yanında yaşları da yakmakta bir mahzur görmemektedir.

Ellerinde, işleri bittikten sonra kamuoyu tanrılarının önüne atılacak savcılar, bolca komiser ve medya bulunmakta nasılsa.

Toz bulutları dağıldığında, “Yeni Devlet’in müttefikleriyle ortak oyuncağı olan “Gladio-Ergenekon”kendini daha iyi perdelemiş, ayakbağlarından kurtulmuş ve kamuoyunda “Derin devlet/çeteler/ gladio artık pasifize edildi” şeklinde sahte bir güvenlik hissi yaratmış olarak yoluna devam edecektir.

2009-2012 arasında gerçekleşecek “esas darbe” ve beraberinde gelecek siyasi paradigma değişimi, kontrol dışı unsurlar temizlendiği için çok daha kontrollü gerçekleşecektir.

Bu yanıyla Ergenekon, bir bakıma “9 Mart’tan önce yapılan bir 12 Mart “operasyonudur.

İtalya’daki “Gladio”yu araştıran savcının P2 Mason locasından Başbakan’a, NATO’dan milletvekillerine kadar onlarca gerçek iktidar odağını hedef aldığını unutturanlar, Ergenekon savcısını “Ergenekon canavarına karşı tek başına savaşan savcı” olarak kamuoyuna pazarlamaktadır. Bu savcı Türkiye’de Ergenekon/Gladio’yu araştırırken neden hiç bir siyasiye, F tipi ve M tipi cemaatlere, NATO’ya, yabancı istihbarat servislerine dokunmadı sorusu ise asla sorulmayacaktır.

Bırakın NATO’yu; bu savcı neden Özden Örnek’e dokunmadı sorusunu bile soramamaktadır bu yazar kasalar…

Darbe yapmak suçtur da, darbeye yeltenmek sevap mıdır?

Yoksa Özden Örnek, Yeni Devlet’in yeni Mahir Kaynak’ı mıdır?

Aslında burada büyük resme bakıldığında nispeten küçük kalan bir mutabakat daha var.

Çalık Holding=Berat Albayrak=Burak Örnek=Tolga Örnek=Ferit Şahenk=vs.vs.

Gördüğünüz gibi, Sinan Aygün’ü her hafta ATO’da Cuma namazını Cemil Çiçek’le beraber kılmak kurtaramamıştır ama Özden Örnek ve oğullarının başbakan ve damatlarıyla aynı kıbleden sebeplenmesinin işe yaradığı görülmektedir.

İddianamelerin boylarının değil işlevlerinin önemli olduğunun anlaşıldığı ve iddianameler cüceleşirken aklın, vicdanın ve hukukun devleştiği bir ülkeyi görmek dileğiyle.

F tipi hücremden sevgi ve saygılarımla…

B.G

Kaynak: Behiç Gürcihan-Açık İstihbarat

Ergenekon Mutabakatının 'Sivil Kanadı' Oyuna Gelmiş Olmasın?
Fatma Sibel Yüksek
19.07.2008

Dolmabahçe saraylarında, veya Başbakanlık konutlarında, veya karargâhın harita odalarında “Ergenekon mutabakatı” yapanlar, “İşin darbe kısmını bize bırakın. Siz emekli askerler ve sivil unsurlar üzerinden gidin. Paşa ve darbe boyutunu biz hallederiz” demiş olabilirler mi?

Bu arkadaşlar da bir yıldır, “Genelkurmay soruşturma başlatacak, iddianameyi eş zamanlı açıklayacağız” diyerek Kuddusi Okkır’ın ölümüne neden olmuş olabilirler mi? Ergenekon savcısının Genelkurmay’a ikide bir yazı yazdığını ve aylarca cevap beklediğini hatırlayın…

Sonra, Genelkurmay, “Biz incelemeyi sürdürüyoruz, hele siz kendi önünüzdekini bitirin” şeklinde bir ‘güvendirme ve oyalama’ taktiğine girmiş olabilir mi?

Kusursuz plan yapmak sadece Allah'a mahsustur...

El-Kadı’ya kefil olan bir başbakanın ülkesinde, terörle yıllarca boğuşmuş kahraman askerler “terörist” oldukları”gerekçesiyle tutuklanıyorsa kimsenin kafası karışmasın…

Ortalığı kasıp kavuran enformasyon kirliliğine rağmen her şey apaçık ortada demektir…

Önümüze atılan kaos tablosunda, taşlar giderek yerine oturuyor.

Bu büyük karmaşanın ortasında sorulması gereken en önemli soru, “Darbe günlüklerine, Ergenekon – pardon Agarta!- iddianamesinde neden yer verilmedi?” sorusudur. Başsavcı Engin’in açıklamasına göre, bu önemli unsur iddianamede yer almıyormuş!

Daha iki yıl önce “Türkiye’de darbeler dönemi bitmiştir” diye yazıp çizenler, şimdi kamuoyunu korkunç bir darbe girişimiyle karşı karşıya olduğumuzu iknâ etmeye çalışıyor. The Exorcist filmini aratmayacak senaryolar anlatıyorlar. Kamuoyunu iknâ edemedikçe daha da çılgınlaşıp saçmalığın batağına batıyorlar. Uydurdukları senaryolara kimse inanmayınca, kendileri inanmak zorunda kalıyorlar, çevrelerindeki güvenlik önlemlerini falan arttırıyorlar; çatılara keskin nişancı yerleştiriyorlar…

Geçen gün Başbakanlığın önünde, muhtemelen işsizlikten bağrı yanmış bir garibanın üstüne korumalar, “Ergenekon tetikçisi olmasın” diye öyle bir çullandı ki, adamcağız çareyi düşüp bayılmakta buldu. Bu trajikomik olayı televizyonlardan içimiz acıyarak izledik…

Evet, şu meşhur darbe günlükleri iddianamede neden yok?

Sözkonusu günlükleri yazmakla itham edilen fakat her nedense yargıdan muaf tutulan zat, (ki maalesef şerefli Türk Ordusu’nun eski bir üst düzey mensubudur), üzüntüsünden on altı aydır denize girmiyormuş! Eşi hanımefendi öyle söyledi..

Ne kadar büyük bir mağduriyet! İnsan on altı ay denize girmeden nasıl yaşayabilir? Yazık.

Darbe girişimi iddialarını soruşturmayan bir iddianame daha baştan çökmüştür. Suçlanan bunca insan, yazıp çizilen o korkunç eylemler ve planların sonucunda, orduyu arkalarına alamamışlarsa, çelik çomak oynadıklarıyla kalmışlar demektir. Ama siz bir yıldır öyle demiyorsunuz ki…”Devletin içine çöreklenmiş ve darbe yapmaya hazırlanan büyük bir gizli örgüt yakaladık. İddianameyi açıklayınca gözlerinize inanamayacaksınız!” diyorsunuz…

Sonra iddianameyi bir açıklıyorsunuz ki darbenin d’si yok! “Böyle tutarsızlık olur mu?” diyenleri de “bu önemli soruşturmayı sulandırmakla” suçluyorsunuz. Siz varken başka “sulandırıcıya” ihtiyaç varmış gibi…

Soru peşimizi bırakmıyor…

Darbe günlükleri iddianamede neden yok?

Ergenekon soruşturmasının, bir “büyük mutabakatın” sonucu olduğu artık sır değil..

Behiç Gürcihan’ın söylediği gibi, “Herkes kendi muhalif kotasını kullanmış”…

Muhalif kotaları kullanılırken, oğullarını AKP’li işadamlarının yanına yerleştiren ve Başbakan’a eşine ait arazinin değerini yükselltirecek kadar yakın olan Paşa’yı birileri koruyup kollamış olabilirler mi?

“Hükümetin Ofer’ini de, Amiral’in lüferini de yazarım arkadaş!” diye efelenenler neden suskun?

Bakın ben size bir şey söyleyeyim mi..Erdoğan “vefalı” bir adamdır. Bu öyle bizim bildiğimiz gibi hakkaniyetli bir ‘vefâ’ olmasa da “yakınındakileri” ne yapmış olurlarsa olsunlar, sonuna kadar koruyan, kendine has bir “vefa” anlayışına sahiptir. Ergenekon davasının en önemli çıkış noktalarından birisi olan “Günlükçü Paşa”yı” böyle bir ‘nüfuz ve vefa atmosferi’ korumuş olabilir. Ne dersiniz?

Birincisi bu…

İkincisi daha da önemli…Dolmabahçe saraylarında, veya Başbakanlık konutlarında, veya karargâhın harita odalarında “Ergenekon mutabakatı” yapanlar, “İşin darbe kısmını bize bırakın. Siz emekli askerler ve sivil unsurlar üzerinden gidin. Paşa ve darbe boyutunu biz hallederiz” demiş olabilirler mi?

Bu arkadaşlar da bir yıldır, “Genelkurmay soruşturma başlatacak, iddianameyi eş zamanlı açıklayacağız” diyerek Kuddusi Okkır’ın ölümüne neden olmuş olabilirler mi? Ergenekon savcısının Genelkurmay’a ikide bir yazı yazdığını ve aylarca cevap beklediğini hatırlayın…

Sonra, Genelkurmay, “Biz incelemeyi sürdürüyoruz, hele siz kendi önünüzdekini bitirin” şeklinde bir ‘güvendirme ve oyalama’ taktiğine girmiş olabilir mi?

Ne de olsa, kusursuz plan yapmak sadece Allah'a mahsustur.

Kamuoyunun ve siyasi muhalefetin “İddianame neden çıkmıyor?” baskısına daha fazla dayanamayan ve Kuddusi Okkır’ın ölümüyle hem bu dünyada, hem Allah’ın huzurunda suçlu düşmenin telaşıyla, on üç aydır beklenen iddianame, en önemli ayağı eksik olarak, yani “darbe günlükleri” olmaksızın açıklanmak zorunda kalınmış olabilir mi?

Bitmedi…

“Biz bu işi TSK ile işbirliği halinde yapıyoruz” havası basanlar, dayanaksız bir iddianameyle ortada kalakalınca, böyle bir işbirliğinin varlığına kamuoyunu inandırmak için, “MİT bilgi verdi, TSK soruşturma başlattı” haberini yaymış olabilirler mi?

Ve bu haber, “yandaş medya” inandırıcılığını giderek kaybettiği ve psikolojik harbin ortasına tam anlamıyla büyük abdest yaptığı için, Akşam gazetesinden İsmail Küçükkaya’ya yazdırılmış olabilir mi? (Çukurova grubu üzerindeki TMSF baskısını da aklınızın bir köşesinde tutun)

Murat Yetkin’in 5 yıl önce övüne övüne yazdığı “Askerlerin ‘çekil’ mesajını Ecevit’e ben götürdüm” haberini, hiç duyulmamış bir şeymiş gibi bugün tekrar ısıtanlar, giderek irtifa kaybeden inandırıcılık meselesinde çuvallayanlar olabilir mi?

Genelkurmay’ın bekleyip bekleyip, basının ayranını iyice kabarttıktan sonra, haberi akşam geç saatlerde yalanlamasıyla zobuduk gibi ortada kalınmış olabilir mi?

Şu soru sorulabilir: “Madem saraylarda, karargâhlarda yapılmış büyük mutabakatlar var; öyleyse mutabakatın bir tarafı refikini neden yolun ortasında tek başına bırakıversin?”

Bilemeyiz…

Siz deyin, “alt kademelerde rahatsızlık başladı”; ben diyeyim “Gül’ü cumhurbaşkanı yapmayacağına söz verdikten sonra mutabakata uyma iradesini gösteremeyen Erdoğan’dan rövanş alınıyor…”

Öyle ya…Sen, “Gül’ü aday göstermeyeceğim” diye söz verdikten sonra, “Paşa’m kusura bakma, tabana söz geçiremedim” diye mazeret bildirip çekil. Onlar da şimdi demezler mi ki, “Sayın Başbakan, kusura bakma sadece senin tabanın yok, bizim de tabanımız var. Biz de söz geçiremedik..Genç subaylar rahatsız!..”

Derler.

İnsanı böyle eli böğründe bırakıverirler. Elinde bir adet Doğu Perinçek, bir adet Veli Küçük, kırk küsur muhalif, bir ölü ve içeride kahrından siroza yakalanmış bir kadıncağızla kalakalırsın orta yerde…

Darbe günlükleri açığa kavuşturulmadıktan sonra bu iddianame dikiş tutmaz. Ölü doğmuştur.

İstediğiniz kadar şehir efsaneleri yazdırın, bu iş yü-rü-mezz! Kendi sonunuzu getirirsiniz. Siyaset kör inadı kaldırmaz, “ben yaptım oldu” mantığını Hitler olsanız götüremezsiniz. Hak ve hakkaniyet o kadar güçlü bir şeydir ki hiçbir güç onun üstüne çıkamaz.

Bu saatten sonra, “darbe günlüklerini” alelacele hazırlanacak ek iddianamelere sığdırmaya çalışmak da durumu kurtarmaz. Biz bu ülkenin akıllı ve okumuş insanları olarak, darbe günlüklerinin Genelkurmay’ın da katılacağı adil bir yargılama ile açıklığa kavuşturulmasını istiyoruz. Emekli Oramiral de, “darbe girişimlerini” askeri savcılığa bildirmeyip turşusunu kuran eski Genelkurmay Başkanları da , yetkisini kullanmak yerine ordunun peşine istihbarat örgütünü düşüren Başbakanlar da, ortalık yangın yerine dönmüşken Köşk’te futbolcu ağırlayan Cumhurbaşkanları da yargı önüne çıkmalıdır.

Yok öyle üç-beş garibanı içeri tıkıp kahrından kanser etmek, siroz etmek…

Bu perişanlığı da "Temiz eller operasyonu" diye yutturmaya kalkışmak...

SİNAN AYGÜN’ÜN DURUMUNA İLİŞKİN NOT: Sayın Aygün, serbest bırakılmanıza çok sevindik. Bu adil karar için ilgili mahkemeyi kutlar, size de geçmiş olsun deriz. Yalnız, geri kalan elli kişinin çok daha sağlam gerekçelere dayandırılmış itiraz dilekçelerine ret kararı verenlerin bir tek sizin tutukluluğa itirazınızı dikkate almaları biraz ilginç. “Devletim onbeş gün beni misafir etti, hakkını helal etsin” şeklindeki tuhaf açıklamalarınızı da ‘serbest kalmanın heyecan ve duygusallığı içinde’ sarfedilmiş sözler” sayalım…İyi ama şu “ağabey” meselesi ne oluyor Sinan Bey? Telefon dinlemesine takılan “ağabeyinizin” kim olduğunu “Bu bir devlet sırrıdır, sadece Yargıç’ın kulağına söylerim” demenize rağmen, kimsenin size böyle bir şey sormaması ve alelacele serbest bırakılmanız ne kadar da dikkate şâyan..Size, “Devlet sırrının ne olduğuna sen mi karar veriyorsun? Ne demek ‘sadece yargıca söylerim?’Kimse muhakeme usulünde yer almayan ayrıcalıklar talep edemez” diyen de olmamış anlaşılan. “Ağabeyinize dua edin” derim. İyi ki telefon dinlemesine takılmış, yoksa belki de hâlâ yatıyor olacaktınız…

Kaynak: Fatma Sibel Yüksek-Açık İstihbarat



İbrahim Karagül
Agarta, Ergenekon, Nazizm, Dabbet-ul Arz
17 Temmuz 2008 07:14
YeniŞafak

Ergenekon operasyonu, Türkiye'ye has iktidar çatışmaları, çetecilik, darbe geleneği, devlet içinde örgütlenmiş bir yapı, sistemden beslenen kontrol dışı güçler, faili meçhuller, siyasi cinayetler çerçevesinde devam etseydi kolaydı.

Bize tanıdık gelen bir konuydu, anlayabilmemiz mümkündü.

Hatta, daha ileri gidip bir sistem revizyonu olarak ele alınsaydı, 1990'larda başlayan 21. yüzyıla yönelik büyük dönüşümün Türkiye boyutu olarak ele alınsaydı, yine anlardık. Sadece “Türkiye 1990'larda yapması gerekeni on beş yıl gecikmeyle yapıyor” derdik. Daha da ileri gidip, ulus devletlerin tasfiyesi ekseninde tartışsaydık bile anlamamız mümkündü. Doğru yanlış başka bir şey, ama bu argümanlarla en azından neler olduğunu fark ederdik, en azından bir resim görürdük.

Çok tuhaf bir noktaya geldi. Türkiye boyutlarından taştı. Yüzyılları, bin yılları aştı. Geleceğe değil, bilinen tarihin daha da gerisine gitti. Böyle olunca da, olayın ürkütücü ne kadar yanı varsa kaybolup gitti. Eminim bir merak, heyecan dalgası başlattı. Hep duyduğumuz ama yakından ilgilenmediğimiz efsaneleri bugüne taşıdı. Bu yönüyle Ergenekon iddianamesi, “tarihi” bir özellik kazandı. Ergenekon az çok bilinen bir efsaneydi. Ama Agarta bilinmeyen bir tarih. Türkiye'nin tartıştığı geyrimeşru iktidar kalkışmasının böyle bir efsaneyle iddianamede yer alması, zihinleri karıştırdı.

Şimdi, Nazizmin doğuşundan kayıp kıtalara, Mu uygarlığının nasıl sona erdiğinden Ari ırkı arayışlarına, yüksek teknoloji ürünü silahlardan seçilmiş kavim hikayelerine, Hint mistizminden ezoterizme, Nazi karargahlarında bulunan Alman üniformalı Tibetliler'den Kabbala'ya, Himalayalar'da olduğu iddia edilen hayali cennet Şangri La'dan okyanus altında ya da Orta Asya'nın altında olduğu hayal edilen Agarta'ya, gizli/gizemli tarikatlerden bu tarikatlerin yönettiği devlet ve güçlere, Hitler'den sonra ABD'nin sahiplendiği tek dünya hükümranlığından Thule örgütüne, Grönland'daki Thule hava üssünden bu isimle Zülkarneyn peygamber arasında bağlantı kuranlara ve 'gamalı haç'a kadar bilinen, daha doğrusu bilinemeyen ne varsa hepsini tartışmak zorunda kalacağız. Bugünden geriye doğru birkaç bin yıla değil, tahminen on üç-on altı bin yıl öncesi olayları bilmeye uğraşacağız.

Agarta'nın efendisinin yeryüzündeki ilahi temsilci olmasından “Kutsal Dağ” ve “Dünyanın Merkezi”nin neresi olduğuna, “ataların kutsal mağaraları”ndan “gizli ülke” inanışlarına, Agarta ile Şambala çatışmasından Mu'nun dört büyük enerjisine, Hindistan'da bulunduğu söylenen nükleer saldırı kalıntılarından Mu uygarlığının nükleer silahlarla yok olduğu söylentisine, buradan kurtulan “seçilmişler”den bugünkü Uygurlar'ın söz konusu uygarlıktan kalma olduğuna ve Atatürk'ün meşhur ilgisinden Türkler'in buradan geldiğine, “Hint'teki Tevrat”tan Agartalı olmanın kurallarına, iç içe yaşadığımız ama dördüncü boyutta oldukları için göremediğimizden Dabbet'ul Arz'a, ölümsüzlük efsanesinden Hazar efsanelerine kadar ne çok bilmemiz gereken şey çıktı ortaya.

Ama gariptir, aynı efsaneler Hint'te var, Mısır'da var, Kuzey ülkelerinde var, Rusya'da var. Tıpkı Armageddon inanışı gibi. Hintliler ve Tatarlar'a göre bu yer Moğolistan'da, Mısırlılar'a göre çok çok uzak bir yerde, Ruslar'a göre Sibirya'da, bazılarına göre kutuplarda, bazılarına göre ise okyanusun altında.

Aydoğan Vatandaş (Agarta-Timaş Yayınları), bu konuları yakından izleyen bir isim. Agarta değil, özellikle Thule örgütüne dikkat çekiyor. Nazizmin, ari ırkı arayışının, siyasi ve askeri örgütlenmenin temeli bu örgüt gösteriliyor. “Agarta değil mesele. Thule örgütüyle bağlantısı önemli. Agarta çok efsanevi ve de fantastik bir konu. Dolayısıyla sıkıntılı. Ama Thule gerçek ve Agarta efsanesi yani oyuk dünya görüşünden etkilenmişler... Thule ve Nazi bağlantısı üzerinde durulmalı ve bu Agarta gerçekti demekten ziyade, bakın bu adamlar ne tür şeylere inanmışlar demek gerek” diyor. Hem Naziler hem de Ergenekoncular aynı felsefeye inanmaları çok garip!

Asıl söylemek istediğim şu: Ergenekon'u bir kenara bırakalım. 1990'dan bu yana yayınlanan fantastik kitaplara, çevrilen büyük bütçeli filmlere dikkat ederim hep. Yüzüklerin Efendisi'nden Lost dizisine, Harry Potter serisinden Matrix'e, sermaye ve gücün desteklediği filmler ve yayınlar serisine özellikle dikkat ederim. Bununla beraber ezoterizmin bu denli yaygınlaşmasına da. Hatta bir zamanlar Yeni Şafak yönetimine, konunun öneminden söz ederek, bir dizi hazırlanmasını bile teklif etmiştim.

Konu şu: 21. yüzyılda sadece dinler yeniden meydana inmiyor. Mitolojiler, efsaneler, masallar, fantastik hikayeler dikkat çekici biçimde gündelik hayatımızı yönlendirecek derecede meydana iniyor. Sanki yeni yüzyıla, geleceğe dair yeni bir düşünce biçimi, yeni bir din algısı şekillendirilmeye çalışılıyor. Bu eğilimin, 21. yüzyıla dönük hükümranlık hedefleriyle birebir örtüştüğüne inanıyorum ben.

İşte tam da bu dönemde, Türkiye'de bir operasyon, söz konusu tabloyla örtüşür vurgular içeriyor. Bu kadar önemli bir güvenlik sorunu, Türkiye'nin temel sistem sorunu, on beş bin yıl öncesinin efsaneleriyle birlikte tartışılıyor. Türkiye Cumhuriyeti yüz yaşında bile değil. Biz iddianameyi on bin yıl öncesiyle birlikte anlamaya çalışıyoruz. Peki, böyle bir zihinsel ilgi döneminde, böyle bir vurgunun Ergenekon mensuplarını efsaneye dönüştürme ihtimalini düşünen var mı?

ibrahimkaragul@gmail.com


Baran Dergisi'den darbe çağrısı

Kamuoyunda İBDA-C örgütünün yayın organı olarak tanımlanan Baran dergisi Ergenekon soruşturması sürecinde dikkat çekici bir tavır aldı.

Kamuoyunda “İBDA-C” örgütünün yayın organı olarak tanımlanan Baran dergisi Ergenekon soruşturması sürecinde dikkat çekici bir tavır aldı. Dergi, Saddam Hüseyin’i sahiplenen söyleminin yanı sıra Ulusalcı vurgularıyla da ön plana çıkıyor. Dergi her sayyısınbda özellikle ulusalcı kesimin yazarlarıyla röportajlar yapılıyor ve ergenekon soruşturması sert bir dille eleştiriliyor.




Sayı 37’nin kapak başlığı şöyle: Onlar birleşti sıra sende. Röportaj Ömer Lütfü Mete ile yapılmış.



Sayı 40 ise Türk Solu dergisinin “Ordu Göreve!” başlığını anımsatıyor: Kapakta Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın resmine “O zaman silah başına!” manşeti atılmış.

Sayı 33'te röportaj Mihri Belli ile yapılmış:



Sayı 57 röportaj konuğu Nihat Genç

http://www.timeturk.com/images_1/news/13910.jpg

Sayı 59 Röportaj konuğu Danıştay saldırısının faili Alparslan Arslan’ın babası İdris Arslan:



Röportaj'da dergi açıkça Alparslan Arslan'ı ve eylemini sahipleniyor.


Sayı 60 Röportaj konuğu İnterpol tarafından aranan Turhan Çömez



Sayı 63 ve 64’te röportaj konuğu Emekli tüm general Alaettin Parmaksız:




Sayı 65 Kapak manşeti: “AKP ile beraber mecliste bulunan CHP, MHP ve DTP de Kapatılmalı!”

Sayı 67 Röportaj konuğu Erol Manisalı

Sayı70: Kapak manşeti: “Kötü bir demokrasi İyi bir diktatörlükten tabiki Kötüdür!”

Derginin son sayısında Darbehan Göktürk müstear ismiyle yayınlanan yazıda soruşturma sürecinde darbe karşıtlığıyla gündeme gelen çevreler ve yazarlar ağır bir dille eleştiriliyor yazdıda şu ifadeşler yer veriliyor:

“Türk Devleti’nin içine çöreklenen vatansevmez liberal çapulcu eşkıyalar var güçleriyle işte bu birleşmeyi; İstiklâl/Kurtuluş/Bağımsızlık Savaşı’nın tarihi değerleri etrafında gerçekleşen bu birleşmeyi önlemeye debeleniyorlar. Yiyecekleri darbeyle şallak mallak tepe taklak gideceklerini fark eden suçluların telaş ve korkusu içindeler. Yolun sonunda iki elini açmış yakalarından kucaklayıp hesap sormak üzere onları bekleyen “bütün travmaların anası, esas travma”nın “gölgesi” üzerlerine vurdukça, muhakeme kabiliyetlerini yitirdiklerini; kapıldıkları korku ve telaşı artık saklayamadıklarını teşhis ediyoruz.

Saklayabilmiş olsalar, zihnen sömürgeciliğin kurbanı pembeli-turunculu birtakım şen sıpaları İstanbul ve Malatya sokaklarında güya “her çeşit darbeye karşıyız! Hepimiz liberaliz!” diye bağırtarak dolaştırdıkları “gezginci çadır tiyatroları” tezgahlayıp, bu rengarenk şaklabanlıklardan medet umma komikliğine düşerler miydi?..”

8sütun

Ergenekon İBDA-C'yi de böldü

Toplumda kutuplaşmalara yol açan Ergenekon operasyonu şeriatçı örgütü de ikiye böldü

Toplumun her kesimini adeta ikiye bölen Ergenekon soruşturması yasadışı İBDA-C sempatizanlarını bile birbirine düşürdü. İBDA-C’nin “Barancılar” olarak bilinen kolu Ergenekon soruşturmasına ateş püskürüp “liberal çapulcu eşkiyaların” işi olarak nitelendirirken “Furkancılar” olarak adlı kolu soruşturmayı destekliyor ve AKP’ye kapatma davasına sert eleştiriler yöneltiyor. Türkiye’de şeriata dayalı bir düzen getirmek amacıyla Salih Mirzabeyoğlu tarafından kurulan İBDA-C’nin silahlı kanadı operasyonlar sonunda ağır darbe yedi. Mirzabeyoğlu’nun da aralarında olduğu pek çok İBDA-C üyesi ya cezaevine girdi ya da yurtdışına kaçtı. Bu olayların ardından örgütün daha çok siyasal faaliyetlerine katılan sempatizanları arasında Barancılar ve Furkancılar adıyla bölünmeler yaşandı. Birbirlerini aylık çıkardıkları Baran ve Furkan adlı dergilerinde eleştiren taraflar arasındaki görüş ayrılığı Ergenekon soruşturmasıyla iyice derinleşti. Ergenekon destanını Türklüğün büyük bir değeri kabul eden Barancılar, dergilerinde soruşturmayı destekleyen çevreleri şiddetle eleştiriyor.

ERGENEKON MÜCAHİTLERİ!

Öyle ki derginin 20 Mart 2008 tarihli sayısı “Ergenekon Mücahitleri! Silahlı Mücahit Kuvvetler! Demokrasi Çetelerini Liberal Çapulculuğu Vatanın İsmet-i Hariminde Boğ!” kapağıyla çıktı. Aynı kapakta Emekli Tümgeneral Alaatttin Parmaksız’la yapılmış bir röportaj da var. Derginin 10 Temmuz sayılı son sayısında “Darbehan Göktürk” adıyla kaleme alınan Sohbet-Konferans adlı yazıda da gene soruşturmayı destekleyenlere sert eleştiriler yöneltildi. Zaman zaman ulusalcı olarak bilinen bazı tanınmış simaların Baran Dergisi’ne röportaj verdiği görülüyor. Ergenekon soruşturması kapsamında ortaya atılan Ergenekon örgütü İBDA-C’yle bağlantılı iddiasının da muhtemelen Baran Dergisi’nde çıkan eleştirel yazılardan etkilenerek ortaya atılmış olabileceği de ihtimaller arasında görülüyor.

FURKANCILAR’DAN AKP’YE SICAK MESAJLAR

Buna karşın Furkancılar ise AKP hükümetine sıcak mesajlar göndermeyi seçerek soruşturmayı destekliyor ve AKP’ye kapatma davasını eleştiren yazılara dergilerinde yer veriyor. Sonuç olarak neredeyse ailelerin içinde dahi fikir ayrılıklarına neden olan Ergenekon’un yarattığı ayrışma artık yasadışı örgüt sempatizanlarını bile sarmış durumda.

Ali Kemal Erdem / haberturk


16.07.2008
Tuncay Güney MOSSAD ajanı mı?

Kanadada hahamlık yapan Ergenekon operasyonunun kilit ismi Tuncay Güneyin, Mossad ajanı olduğu iddia ediliyor.
Mısır’ın başkenti Kahire’de devam eden bir casusluk davasında gıyabında yargılanan ve 15 yıl hapse mahkum olan ‘Tuncay Bubay’ isimli Mossad ajanının aslında Tuncay Güney olduğu öne sürülüyor.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin tarafından, tamamlandığı açıklanan 2455 sayfalık Ergenekon iddianamesinde ‘sanık’ veya ‘tanık’ olarak yer almayan Tuncay Güney’in, MOSSAD ajanı olduğu öne sürüldü. Bilindiği gibi Güney, ‘dolandırıcılık’ suçlamasıyla 2001 yılında polisin tarafından gözaltına alındığında, iş yerinde yapılan aramada bazı belgeler ele geçirilmiş ve bu belgeler altı yıl sonra başlatılan Ergenekon operasyonuna kaynak teşkil etmişti.

“Türkiye’de devşirildi”

Voice Of America, El Cezire, The Daily Star Egypt ve Daily News Egypt gibi internet sitelerinde yayınlanan haberlere göre, olay şöyle gelişti: Mısır istihbaratı 2002 yılından beri, Muhammed Essam Günam El Attar ve onu devşiren biri İsrailli, ikisi TC – İsrail çifte vatandaşı olan üç Mossad peşindeydi. Türk ajanlar, El Attar ile, El Ezher Üniversitesi’nde öğrenci iken 2001 yılında Türkiye’ye turist vizesiyle giriş yaptığı sırada temasa geçti. İsrail istihbarat teşkilatı Mossad adına çalışan Türk vatandaşları Kemal Kosba ve Tuncay Bubay, Mısır ve Türkiye’de yaşayan Araplarla ilgili bilgi sağlaması için El Attar’ı ikna ettiler. El Attar’ı önce Ankara’ya götüren Türk ajanlar, daha sonra 2003 yılında onu Kanada’ya gönderip bu ülkenin vatandaşlığına geçirdiler ve bir bankada işe yerleştirdiler. El Attar, bankanın bilgi işlem sistemini kullanarak, Mısırlı vatandaşlarının ve diğer Araplar’ın finansal işlemleri hakkında Mossad’a bilgi sızdırıyordu. Üç yıl boyunca Kanada ve Türkiye arasında mekik dokuyan El Attar, Mısırlı diplomat ve işadamlarına ‘kadın’ bularak ilişki kuruyor ve topladığı tüm bilgileri Mossad'a aktarıyordu. El Attar’ın işsiz ve eşcinsel Arap gençlerini menfaat karşılığında kullanarak İsrail için bilgi topladığı da iddialar arasındaydı.

“O bir eşcinsel ve siyonist”

Mısır Başsavcısı Hişam Bedevi önderliğinde 5 yıl süren operasyon, ailesini ziyaret etmek için ülkesine dönen El Attar’ın, 1 Ocak 2007’de Kahire’de yakalanmasıyla son buldu. Mısır medyası, İsrail hesabına çalışmakla suçladığı El Attar’ın, eşcinsel ve siyonist olduğunu ileri sürerken, 1973’te İsrail’e karşı savaşan pilot babasının oğlunu reddettiğine ilişkin haberlere de sayfalarında yer verdi. Polisteki ifadesinde, savcılığın elindeki bilgileri doğrulayan El Attar, kendisini Türkiye’de Mossad ajanı yapan kişinin ‘Daniel Levi’ olduğunu söyledi. Fakat çıkarıldığı ilk duruşmada, kendisini izleyen gazetecilere itirafının işkenceyle alındığını söyledi. Kahire Savcılığı ise bir kez daha, El Attar’a Mısır’a karşı ajanlık yaptıran kişilerin Kemal Kosba ve Tuncay Bubay adlı Türk Mossad ajanları olduğunu öne sürdü.

Mısır, ‘kırmızı bülten’ çıkardı

Mısır, El Attar’ın casusluk davasının devam ettiği günlerde, İsrail hesabına casusluk yapmakla suçladığı ikisi Türk asıllı üç İsrail vatandaşının yakalanması için İnterpol’e başvurdu. Adının açıklanmasını istemeyen bir savcılık yetkilisi Fransız haber ajansı AFP’ye, "Mısır, kayıp olan üç Mossad ajanının, aynı şebekenin daha önce ele geçirdiğimiz Mısırlı üyesi Muhammed Essam Günam el Attar ile birlikte yargılanmak üzere yakalanması için İnterpol’e resmen başvuruda bulunmuştur" diyordu. AFP’nin haberi, 6 Şubat 2007 tarihli Türk gazetelerinde de yer aldı. Kısaca Mısır, Mossad ajanı olmakla suçladığı Kemal Kosba ve Tuncay Bubay isimli iki kişinin yakalanması için ‘kırmızı bülten’ çıkardı.

İki Türk’e 15 yıl hapis cezası!

Casusluk davasının 22 Nisan 2007’de görülen karar duruşmasında El Attar’ın avukatı İbrahim el-Basyuni, müvekkilinin baskı ve işkence altında suçlamaladı kabul ettiğini bir kez daha tekrarladı. Ancak mahkeme, Muhammed El Attar'ın 15 yıl ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırılmasına karar verdi. Öte yandan, El Attar'a yardım ettikleri öne sürülen ve Mısır'ın İnterpol aracılığıyla Türkiye'den istediği hem Türk, hem İsrail vatandaşı Kemal Kosba ve Tuncay Bubay da gıyaplarında yargılandı. İki Türk, ‘Mısır aleyhine casusluk yaptıkları’ gerekçesiyle 15'er yıl hapis cezasına çarptırıldı.
İsrail ise El Attar'ın kendilerine çalıştığını reddetti. Daha önce de sahte Kanada pasaportu kullanan iki Mossad ajanının Ürdün'de suikastlara karışmasının ardından Kanada hükümeti, İsrail'e nota vererek durumu protesto etmişti. Hatta El Attar’ın yakalanmasından sonra, Kanada’da yayımlanan The Gazette isimli bir gazetedeki makalede, son 30 yıldır İsrail istihbarat örgütlerinin kendilerine sahte Kanada pasaportu yapmak gibi sağlıksız bir alışkanlıkları olduğu eleştirisine yer verildi.

“Aradıkları casus Tuncay Güney”

Çok önemli bir kaynaktan edindiğimiz bilgiye göre Tuncay Güney, Daniel Levi ve Tuncay Bubay kimliklerini kullanıyor. Bize gelen bilgiler ve eldeki bulgular birbiriyle fazlasıyla örtüşüyor. Mesela, 2001’de Tuncay Güney’in evinde yapılan aramada çok sayıda sahte kimlik bulunduğu zaten biliniyor. El Attar’ın 2001’de İstanbul’a gelmesi ve Tuncay’ın o tarihten sonra ortadan kaybolması, her ikisinin de eşcinsel olması, Kanada’da yaşamaları ve sahte isimdeki benzerlik ilginç detaylar. Daha da ilginci, Sabah gazetesine verdiği röportajda, Tuncay Güney’in Kanada’da çok sıkı şekilde korunduğu belirtiliyordu. Haham maaşıyla iki korumanın masrafını karşılaması imkansız. Kahire’deki mahkemeden ya da Interpol’den alınacak bir bilgi, bu iddia ile ilgili kuşkuları da ortadan kaldıracaktır.

8sütun



Ergenekon'un karanlık yüzüne iddialar21.07.2008


Ergenekon operasyonu'nun karanlık yüzü Tuncay Güney hakkında iddialar bitmiyor. Tuncay Güney'in Akşam Gazetesinin arşivinden fotoğraf alarak Kanal D'ye sattığı, Mesut Yılmaz ve Abdullah Çatlı'nın aynı karede fotoğraflarını montajlayarak DYP Afyon milletvekiline sattığı ileri sürülüyor


İhsan DEMİR - GAZETEPORT
İSTANBUL / Ergenekon operasyonunun karanlık yüzü Tuncay Güney hakkında ileri sürülen iddialar bitmiyor. Tuncay Güney'in Akşam Gazetesinin arşivinde bulunan ve Susurluk skandalında ölen Abdullah Çatlı ve Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim Şahin'i aynı karede gösteren fotoğrafı Kanal D'ye sattığı ileri sürülüyor. Tuncay Güney'in ayrıca 1997 yılında bir DYP Afyon Milletvekiline Abdullah Çatlı ile Mesut Yılmaz'ı aynı karede gösteren fotoğrafını 5 bin dolara sattığı ancak fotoğrafın daha sonra fotomontaj çıktığı belirtildi.

BEHİÇ KILIÇ (Gazeteci yazar) Tuncay Güney'i o dönemde Aksam gazetesine alan kişi benim. Ancak bu kişinin televizyon programında ileri sürdüğü şeyler tamamen yalandır. Bu kişiyi Akşam gazetesine alan kişi benim. Ancak yaptığı işlerden dolayı bu işin sıkıntısını çeken de benim. Suçlanan kişi de benim. İşadamlarında santaj için servis kurmuşum. Bunların yanıtları o dönem çalıştığım gazete sayfalarındadır. Bu kişi daha sonra Akşam Gazetesinin arsivinden bir fotograf çalınarak (Abdullah Çatlı'nın İbrahim Şahin ile birlikte halay çektigi fotoğraflar) Kanal D'ye satılması olayından sonra işlerine son verildiğini biliyorum.

HABER SERVİSİNE BEN ALDIM BENİ ZOR DURUMDA BIRAKTI
Ben 1995-96 yillari arasinda vekaleten Aksam gazetesinin Genel Yayin Müdürlüğü yaptığım dönemde işe aldım. Kendisini o dönemde Tercüman Gazetesinin idare müdürünün yanında tanıdım. Güneydoğu ve terörle ilgili ilginç söylemleri vardı. Daha sonra gelerek benden iş istedi. Ben de kendisini o dönemde, Mehmet Ali Ilıcak'a söyleyip, özel haber servisinde değerlendirdim. O dönemler zor dönemlerdi. Gazetenin çıkıs ve tutunma süreciydi. Ancak özel haber yoktu. Tuncay Güney'i bu sekilde özel haber servisinde değerlendirdik. Kendisi haber yapamazdı. Eğitimi yoktu. Ancak duyduğu bilgileri getirip bize anlatırdi. Biz de onları haber yapardık. Önemli olaylarda, bilgiye sıkıstığımız zamanlarda kendisinden faydalanırdık. Ancak kendisini hiç bir zaman bir gazeteci olarak kadro yapıp çalıştırmadık. Simdi olsa bize getirdigi bilgiler dolayısıyle yine çalıstırırdım. Haber değeri olan bilgiler getirirdi.
Ben bunu işe aldıgım zaman ilk olarak Talabani ve Barzani ile tanıştığını söyledi. O dönemde PKK'ya karsı olduklarını söyledikleri için söyledikleri her söz haber değerindeydi. Röportaj yapabileceğini söyledi. Ben de Mehmet Ali Ilıcak ile görüstüm. Gazetenin sıkısık bütçesinden kendisine ödenek çıkarttik. Kuzey Irak'a gitti. Ancak daha sonra tek basina gitmediği, bir gazeteci grubuyla birlikte gittiği ortaya çıktı. Ilıcak'a karsı ben de zor duruma düstüm. Ancak yan bilgilerle o röportaji özel haber gibi yayınladık.

GAZETE ARŞİVİNDEN ÇALINAN FOTOĞRAF
İkinci olarak Aksam gazetesinin arsivinden Susurluk skandalında Özel Harekatçi İbrahim Sahin'in Abdullah Çatlı ile birlikte sünnet düğününde çekilen fotoğrafların çalınarak Kanal D'ye satılma olayından sorumlu tutularak birkaç kişi ile birlikte i
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Çrş Tem 30, 2008 10:35 pm    Mesaj konusu: Hablemitoglu Öldürülmeli Çünkü.. Alıntıyla Cevap Gönder

Hablemitoğlu Öldürülmeli Çünkü..
30 Temmuz 2008 10:17Ergenekon terör örgütüne üye olmakla suçlanan Ümit Sayın'ın MSN kayıtlarında Necip Hablemitoğlu cinayeti ve neden öldürülmesi gerektiğiyle ilgili bilgiler çıktı.

Geçtiğimiz 26 Şubat'ta tutuklanarak cezaevine gönderilen İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ümit Sayın'ın, öldürülen Necip Hablemitoğlu için söylediği 'Bir yıla kadar gidici. Tamamen bizim tarihimizden silinmeli' ifadeleri, Ergenekon iddianamesinde önemli bir yer tuttu.
Ümit Sayın'ın bilgisayarındaki, silinen chat kayıtları bölümünde 18 Aralık 2002 tarihinde uğradığı suikastta öldürülen Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu'nun örgütte sevilmediği ve 'öldürülmesi gerektiğine' ilişkin ibareler bulunuyor. Savcılar, 262 üyesi bulunan ulusalcıların Yahoo mail grubu Kemalist Türk Birliği'ne (KTB) üye olan Ümit Sayın ve diğer bazı kişilerin maillerini, iddianamede Hablemitoğlu cinayetinin anlatıldığı bölüme aktardı.

ÇOK YÖNLÜ OYNUYOR

XYZ adını kullanan Ümit Sayın ile Radkem adını kullanan Yusuf Rıza Günaydın'ın 1 Nisan 2002 tarihinde yaptıkları diyalog iddianamede şu şekilde geçiyor:

XYZ: KTB'nin etkileri büyük oldu. Necip çok salyangoz ve yumuşakça konuşması yaptı.

Radkem: O halde Hablemit'le de tüm ilişkiyi kesmek gerekiyor.

XYZ: İlişkiyi kesmek akıllıca değil, adama hiç güvenemedik. Mason olma ihtimali çok yüksek. Hablemit her yana oynayan bir etki ajanı. Belki de gerçekten Fethullah'tan para sızdırmak isteyen bir palavracı. Belki de sızdırdı. Genkur (Genelkurmay) bunun mutlaka farkına vardı. Habmit tamamen bizim tarihimizden silinmek zorunda. Farklı gruplarla oynayarak farklı güçler ve çıkarlar sağlıyor. Bunun Tantan da , Kemal Alemdaroğlu da farkında. Habmit kötü durumda. Yakında içeri alınabilir. KTB'den destek kaybettiğini anladı. Ayrıca korg ve 23'e güvenemeyeceğini de anladı. Habmit korkuyor çünkü arkasında ne MİT, ne Genkur ne de Emniyet var. Şu anda listede birinci adam. Habmit gidici, bir yıla kadar. Belki de iyi olur. Radkem: Gitsin bence de.


38 yıl hapis isteniyor

İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Ümit Sayın'ın, silahı terör örgütüne üye olmak, Halkı T.C. hükümetine karşı silahlı isyana tahrik etmek ve hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek suçlarından 38 yıla kadar hapsi isteniyor. 2000 yılında Ali Rıza Günaydın tarafından kurulan ve 262 üyesi bulunan Yahoo mail grubu Kemalist Türk Birliği'nin üyeleri arasında, öldürülen Necip Hablemitoğlu ve Ümit Sayın da bulunuyordu.


'Yarın darbe olacak bizi kurtaracaklar'

İddianamenin 40 numaralı sanığı olan, Ergenekon terör örgütüne üye olmak ve Halkı T.C. hükümetine karşı silahlı isyana tahrik etmek suçlarından 30 yıla kadar hapsi istenen emekli astsubay Orhan Tunç'un, 'Ümit Sayın ile sık sık telefonda görüşen Orhan Tunç, 'Ümit Sayın sürekli içip içip beni arardı. En son gözaltına alındıktan sonra beni aradı, 'Yarın darbe olacak, bizi kurtaracaklar' dedi. Ümit Sayın emekli Tümgeneral Reha Taşkesen ile görüşürdü' ifadesi de iddianamede yer aldı.
aktifhaber

ARITMAN NELER SÖYLEDİ NELER !!
30 Temmuz 2008

Terör Örgütü Ergenekon iddianamesi özellikle CHP kanadında büyük tepkilere yolaçtı. Baykal, "Bunlar zırva.." dedi. CHP kanadından daha sert bir tepki daha geldi. CHP İzmir milletvekili Canan Arıtman, Savcı Öz için bakın neler söyledi
CHP’nin doktor kökenli milletvekili Canan Arıtman, Ergenekon iddianamesini kaleme alan savcıya ağır suçlamada bulundu..

CHP’nin aykırı sesi Canan Arıtman, Ergenekon iddianamesini hazırlayan savcıya ağır hakaretlerde bulundu...

Arıtman, Ergenekon’u çöp sepetine benzetti, iddianame için de "şizofren kaleminden çıkmış" suçlaması yaptı..

Cafe Siyaset’e konuşan Canan Arıtman, MİT’in ve Genelkurmay’ın Ergenekon konusunda bir bilgisin olmadığına dair bir yazının bulunduğunu hatırlattı.. Buna rağmen, Taraf Gazetesi’nde Baykal’la ilgili iddiaların yer aldığını vurguladı..

“Belgenin doğruluğu tartışma konusu”diyen Arıtman, şunları dile getirdi:

“Ergenekon zaten bir çöp sepeti olmuştur. Ak Parti’ye muhalefet eden herkesi bunun içerisine koymaya çalışıyor.."

“Ben bir hekim olarak şunu söylemek istiyorum. Bu Ergenekon iddianamesi, akıl hastanelerinde şizofrenler otururlar bir takım yazılar yazalarlar.Aynen bir şizofren hastanın yazılarına benziyor.."

"Bir tutarlılık yok. Bağlantı yok. Yani, kafaya ne gelirse ne hayal edilirse onlar kaleme dökülmüş durumda. Hiç sağlıklı olmayan sağlıklı beyinlerin ürünü olmayan yazılar ...”

cafesiyaset

TSK'dan Ergenekon Cevabı
01 / 08 / 2008 00:40

Genelkurmay Başkanlığı, internet sitesinden Ergenekon soruşturmasıyla ilgili çok sert açıklamalarda bulundu.
Genelkurmay Başkanlığından yapılan açıklamada, ''Şahsi çıkar sağlamak veya Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmak maksadıyla, sahte isim ve imzalarla gönderilen ihbar mektuplarına istinaden Türk Silahlı Kuvvetleri personeli veya üst düzey komutanlarının karalanmaya çalışılması, suç olduğu kadar ahlak dışı bir eylemdir'' denildi.
Genelkurmay İnternet sitesinde yapılan duyuru şöyle:
1. Haftalık bir derginin 31 Temmuz 2008 tarihli nüshasında "Karargah Evleri Tek Değil" başlığı altında, bazı muvazzaf Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının isimleri yazılmış ve bunların gündemdeki soruşturma ile irtibatlı oldukları iddia edilerek adı geçen personel hakkında adeta mahkumiyet hükmü verilmiştir.
2. Dergide ayrıca, söz konusu muvazzaf personel kimliklerinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 09 Temmuz 2008 tarihinde Genelkurmay Başkanlığına bildirildiği ifade edilmektedir. Konu hakkında yapılan incelemede;

a. Anılan personel kimliklerinin, Deniz Kuvvetleri Komutanlığında görevli olduğunu beyan eden Serdar CEM isimli bir şahıs tarafından iki sayfalık bir ihbar mektubu ve 1 adet CD ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği,

b. Ancak Deniz Kuvvetleri Komutanlığında halen görevde veya emekli statüsünde Serdar CEM isimli bir şahsın bulunmadığı,

c. Soruşturma kapsamında Genelkurmay Başkanlığına gönderilen belgelerden çoğunun, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yazışma usulleri taklit edilerek veya bilgisayar teknikleri ile kurgulanarak oluşturulduğu belirlenmiştir.

3. Diğer taraftan, yapılan adli soruşturmalarda, kendilerine rütbeli şahıs görüntüsü veren veya kendilerini Türk Silahlı Kuvvetleri ile irtibatlı olarak tanıtan kişilerin, yasa dışı yollarla menfaat temin etmeye çalıştıkları görülmektedir. Ayrıca, bazı şahısların kendilerine sahte askeri kimlik kartı düzenledikleri tespit edilmiştir.

4. Şahsi çıkar sağlamak veya Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmak maksadıyla, sahte isim ve imzalarla gönderilen ihbar mektuplarına istinaden Türk Silahlı Kuvvetleri personeli veya üst düzey komutanlarının karalanmaya çalışılması, suç olduğu kadar ahlak dışı bir eylemdir.

5. Öte yandan, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 157'nci maddesinin amir hükmüne rağmen, soruşturma konusu tüm gizli bilgi ve belgelerin, özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerini karalamaya yönelik yayın politikası izleyen basın yayın kuruluşlarına sızdırılmasının ardındaki gerçek maksat, aziz milletimiz tarafından çok iyi bilinmektedir. Soruşturma kapsamındaki bilgi ve belgelerin bazı basın yayın organlarına sızdırılması, bunların kitaplar halinde piyasada yayımlanması ve böylece ticari bir sektör yaratılmış olması son derece vahim ve düşündürücüdür.

6. Malum çevrelerce her olay, kanun ve hukuk tanımaz bir şekilde ve insafsızca Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişkilendirilmeye çalışılmakta; temel insan hakları, anayasal teminatlar, "masuniyet karinesi", "adil yargılanma hakkı" gibi en temel hukuk ilkeleri pervasızca ihlal edilmektedir. Mevcut gizlilik ve yayın yasağına ilişkin mahkeme kararları ile ülkenin kanunlarından bu denli sarfı nazar edilmesi, hukuk devleti ve haberleşme özgürlüğü ile açıklanabilecek bir durum değildir. Haklarında yeterli ve etkili bir şekilde işlem yapılmaması veya yapılan işlemlerin caydırıcı olmaması, bu çevreleri maalesef daha da cesaretlendirmektedir.

7. Bu tür sahtekarlıklar ile maksatlı ve gerçek dışı söylemler bilgi kirliliğine yol açtığından, gerektiğinde Genelkurmay Başkanlığınca kamuoyunun aydınlatılmasına devam edilecektir.

cafesiyaset.com

YANLIŞ YAPMIŞIM GİBİ ALGILANIYOR

7 Ağustos 2008 21:17
Fahri Kasırga, Ergenekon Terör Örgütü ile ilişkisinin ortaya çıkmasının ardından görevden alındığına ilişkin iddialara cevap verdi.

Adalet Bakanı Cemil Çiçek döneminde müsteşarlık görevine getirilen ve geçtiğimiz günlerde Başbakanlık başdanışmanı olan Fahri Kasırga, Ergenekon Terör Örgütü ile ilişkisinin ortaya çıkmasının ardından görevden alındığına ilişkin iddialara cevap verdi.

Kasırga, yazılı olarak yaptığı açıklada Ergenekon'la hiçbir ilişkisinin bulunmadığını savunarak iddianamenin deliller klasöründe telefon numaralarının bulunmasını kişilik haklarına saldırı olarak değerlendirdi.

Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı yaptığı dönemde Fahri Kasırga'nın Ergenekon davası tutuklularından Hurşit Tolon'la telefon görüşmesi yaptığı iddianameye yansımıştı.

Haberin ardından görevden alınan Kasırga, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, tutuklu bulunan 2 emekli generalle yaptığı telefon görüşmelerinin soruşturmayla ilgili olmadığını iddia etti. Kasırga, açıklamasında generallerle görüşmesinin kişisel olduğunu ve davayla ilgisinin bulumnadığını belirterek imha edilmesi gerektiğini savundu.

Konuşma tapelerinin deliler klasöründe yer almasının hukuki bir gerekçeye dayanmadığını iddia eden Kasırga, "Görüşmelerimin yürütülen soruşturma ile ilgisi bulunmadığı halde imha edilmesi yerine iddianamenin ekine konması hukuki bir gerekçeye dayanmamakta, basında telefon numaralarımla birlikte yer alması ise kişisel haklarıma ağır bir saldırı niteliği taşımaktadır. Beni çevremi ve ailemi üzmektedir. Yanlış bir şey yapmışım gibi bir imaj ve izlenim oluşturulmaktadır." dedi.

Veli Küçük ve Hurşit Tolon paşalarla Kocaeli'de cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığı yıllarda, birlikte çalıştıklarını dile getiren Kasırga, görev süresince medeni ilişkiler kurduklarını açıkladı.

Kasırga, yaptığı telefon görüşmelerinin zanlıların haklarında itham ve iddiaların ortaya atılmasından önceki döneme ait olduğu bilgisine de yer verdi.

samanyolu haber

JİTEMCİ ALBAY KONUŞMAYA BAŞLADI
16 Ağustos 2008 08:53
Evinde 280 el bombası bulunan ve pijamalarıyla gözaltına alınıp tutuklanan Albay konuşuyor.

Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Doğan ifadesinde “Ergenekon’la alakam yok. 21 yıl dağlarda görev yaptım. JİTEM’in dağlarda uygulayıcısıydım” dedi. Doğan, Ümraniye’deki bombaların da Ersever’e ait olduğunu belirtti

Ergenekon soruşturması kapsamında Ankara’da gözaltına alınan ve sağlık sorunları nedeniyle İstanbul’a götürülemeyen emekli Albay Arif Doğan (63), Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ifade verdikten sonra tutuklanarak cezaevine gönderildi. Kalp ve şeker hastası olan Doğan, mahkemeye oksijen tüpüyle birlikte getirildi. İfadesi sırasında insülin iğnesi de vurulan Doğan, “JİTEM’in dağlarda uygulayıcısıydım. Ergenekon’la alakam yoktur” dedi.
Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile birlikte JİTEM’in kurucusu olarak bilinen Doğan, iki gün önce Birlik Mahallesi’ndeki evinden gözaltına alınarak, Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Şube Müdürlüğü’ne götürüldü. İstanbul’a götürüldüğü belirtilen Doğan’ın, iki gündür Ankara KOM’da bekletildiği ortaya çıktı. Gözaltı süresi içinde Ankara Numune Hastanesi’ne sevk edilen Doğan’a, kalp, şeker ve solunum yetmezliği bulunduğu ve herhangi bir araçla İstanbul’a götürülmesinin hayati tehlike arzettiğine dair sağlık raporu verildiği öğrenildi.

Oksijen tüpüyle getirildi
Doğan, dün mesai saatinin bitiminin ardından terör ve organize suçlara bakmakla görevli Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne getirildi. Solunum yetmezliği bulunan Doğan’ın oksijen tüpü de beraberinde getirildi. Savcılık tarafından ifadesi alınmadan mahkemeye sevk edilen Doğan, hakkındaki yakalama kararı nedeniyle tutuklanarak, cezaevine gönderildi. Doğan hakkında, “Ergenekon terör örgütüne üye olmak, 6136 sayılı Yasa’ya muhalefet ve patlayıcı madde bulundurmak” suçlarından yakalama kararı çıkartıldığı öğrenildi.

Silahları Sayın verdi
Doğan’ın, ifadesinde, “Ergenekon’la alakam yoktur. Ergenekon’u soruşturma aşamasında duydum. 21 yıl dağlarda görev yaptım. JİTEM’in de dağlarda uygulayıcısıydım” dedi.
Evinde ele geçen kalaşnikof marka tüfek ile bir adet toplu tabancayı, emekli olduktan sonra yasadışı DEV-SOL örgütü tarafından öldürülen Korgeneral Hulusi Sayın’ın verdiğini söyleyen Doğan’ın, “3 tane av tüfeğim vardır. 3’ü de ruhsatlıdır. 3 tane de tabancam vardır. İlkini mezun olduktan sonra diğerlerini de görev icabı aldım. Bu silahlar da ruhsatlıdır” dediği bildirildi.
Ümraniye’de bir gecekonduda ele geçirilen çok sayıda bombanın kime ait olduğu konusunda da çarpıcı bilgiler veren Doğan’ın, “Daha önce ele geçen bombalar Cem Ersever’e aittir. Bu bombalar Cem Ersever öldürüldükten sonra sürekli el değiştirmiştir” dediği öğrenildi.
Mahkeme çıkışında gazetecileri karşısında gören Doğan, “Beni donumla mı çekeceksiniz? Gelin konuşalım, çekmeyin oğlum. ‘Evinde bombalar çıktı’ yazanın, o bombaları gö...ne sok..rım. Şimdi ne yazacaksınız?” diye tepki gösterdi.

Depodan gizli belgeler çıktı
Bu arada, JİTEM’in kurucusu olduğu iddia edilen Doğan’ın Beykoz Çavuşbaşı’nda kiraladığı emlak ofisi içindeki depoda 2 kalaşnikof, 1 pompalı tüfek, 1 tabanca, 1 av tüfeği, bin adet mermi ve bin adet boş kovanın yanı sıra çok sayıda “gizli” ibareli belgenin ele geçirildiği öğrenildi. Doğan’ın olası bir operasyonda ele geçmemesi için evinde bulunan askeri mühimmat ve belgeleri, 3 ay önce buraya taşıdığı iddia edildi. Ele geçen belgeler arasında Arif Doğan’ın görev yaptığı dönemde yaptığı yazışmaların fotokopileri, askerlik ve sonrasında ilişki kurduğu kişilerle ilgili tuttuğu notlar da bulundu. Emlak ofisinin sahibi 2 kişinin de sorgusunun sürdüğü belirtildi.

Operasyon bombaların bulunmasıyla başladı
Ergenekon operasyonu Haziran 2007’de Ümraniye’deki gecekonduda 27 adet el bombası bulunmasıyla başlamıştı. Bombaların sahibi olduğu iddia edilen emekli Astsubay Oktay Yıldırım ile emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin tutuklanmıştı. Operasyonun sonrasında aralarında emekli orgeneraller Şener Eruygur, Hurşit Tolon, emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile İP lideri Doğu Perinçek’in de bulunduğu 58 kişi tutuklanmıştı.
aktifhaber

Ergenekon Şeyhini Arıyor
26 Ağustos 2008 15:35

Zekeriya Öztürk, 'bizim hoca' diye andığı Ali Kalkancı'ya nasıl ulaşabileceklerini soruyor. Hakaret ederek 'gazetecileri gönderip onu becerteceğini' söylüyor..

Ergenekon tutuklusu Zekeriya Öztürk'ün, iddianame ekindeki telefon kayıtları, çete ile 28 Şubat aktörü Ali Kalkancı arasındaki bağı ortaya çıkardı.

Taraf'ın haberine göre, emekli yüzbaşı Öztürk 7 Aralık 2007'de eski bir askerle yaptığı görüşmede 28 Şubat sürecinde "sahte şeyh" olarak kasetleri ortaya saçılan Ali Kalkancı'ya ulaşmak istedi. Öztürk bu görişmede eski bir asker olan Cengiz Palacan'a "Bizim hoca" diye andığı Kalkancı'ya nasıl ulaşabileceğini sordu. Öztürk, konuşmada hakaret de ederek "Gazetecileri gönderip onu becerteceğim" dedi.

Palacan, Öztürk'le konuşmasında adı geçen "hoca"nın Ali Kalkancı olduğunu doğrularken, kenisini onunla tanıştranın da bir eski asker olduğunu söyledi: Kemal Ermutlu.

İŞTE O GÖRÜŞME

Z.Ö. Ya bu hani bizim hoca vardı ya bi tane salak

C.P. Hangisi komutanım

Neydi onun adı ya ee hocanın bu Kalkancı

Evet, evet komutanım

Ya nasıl ualşabiliriz ona?

Komutanım şimdi şeyde yerinde durmuyo da ee

Şunun için ha (ne diyecektim)

Haramidere'de

Ha orada mı hala

Hala orada komutanım

Vay orospu çocuğu orada mı

Telefonu filan değiştirmiş ama ben telefon bilgilerine ulaşırsam size iletirim

Kemal görüşüyor mu onunla hala

Ee sanırım görüşüyor komutanım

Kemal'in var mı telefonu?

Var komutanım ben size mesajla yollarım isterseniz

Tamam Kemal şey Cengiz'ciğim çok sevinirim ona ulaşmak isteyen birkaç gazeteci arkadaşım var

Tamam komutanım

O pezevengi gidip bir becersin yani

Şimdi yolluyorum komutanım
aktifhaber


En son admin tarafından Çrş Eyl 10, 2008 9:24 pm tarihinde değiştirildi, toplam 5 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cmt Ağu 02, 2008 1:08 am    Mesaj konusu: iddianamenin Çok Kritik Bölümü Alıntıyla Cevap Gönder

Cüneyt ÜLSEVER
Ergenekon davasına bakış açım
28 Ağustos 2008
Hürriyet

TÜRK aydınlarının bir kısmı, seviyesi çok düşük bir tartışmaya girdiler.

Renklerin sadece siyah ve beyaz olduğunu, rakamların 1, 2 ve çok olarak sıralandığını sanan iki boyutlu beyinliler, AKP yalakalıklarını örtbas etmek için Ergenekon davasına yakın durmayanların demokrasiye uzak durduklarını iddia ediyorlar.

Hatta bazıları, AKP yandaşlıklarını, "AKP dışında AB’yi isteyen parti olmadığı için mecburen bu partiyi destekliyoruz" diye ilave bir zırva ile pekiştirmeye çalışıyorlar.

Herhalde bu zevat, 2004 yılının sonundan beri AKP’nin dipten gelen Milli Görüş baskısı ile AB konusunda kılını kıpırdatmadığını görmek istemiyor. Basit bir örnek kullanalım.

Din ve vicdan özgürlüğüne bu kadar düşkün olduğunu söyleyen AKP, bu ülkede milyonlarla ifade edilen Alevilerin hakları uğruna ikiyüzlülük dışında 6 yılda ne yaptı?

Kılını kıpırdatmadı, zira Milli Görüş müsaade etmez!

* * *

Ben "dava" hakkında şunları düşünüyorum:

1) Ergenekon davası Veli Küçük’ler, Levent Ersöz’ler vb. üzerinden JİTEM ve Güneydoğu’da yaşanmış olan illegal faaliyetler üzerine ne kadar gidebilirse bu ülkenin demokrasisine o kadar hizmet edecek.

2) Dava doğru yönlenirse Eruygur, Tolon, Perinçek gibi darbecilik oynayanlara haddini bildirecek.

3) Ancak, bu davayı yönlendiren AKP iktidarı değildir. AKP iktidarı kapatma davasında girdiği kündeden çıkabilmek için Ergenekon’da pazarlık yapmak zorunda kaldı.

4) Dava büyük çapta dışarıdan yönlendirilmektedir.

5) Yurtdışında bazı örgütler, muhteşem bir arşiv tutmuşlar, şimdi bu arşivi taşeronlar üzerinden servis ediyorlar.

6) Sadece "Haham" Tuncay Güney’in maceralarını okumak, ne demek istediğime büyük ışık tutacaktır.

7) Ergenekon Davası (inşallah) temizlik yapacak ama korkum odur ki; amaç Ergenekon’u bertaraf etmek değil kadroları değiştirmektir!

Cool Davada esas hedef, adı geçen kişiler değil, TSK’nın denetim altına alınmasıdır.

9) Büyükanıt döneminde bu amaca oldukça yaklaşılmıştır.

10) Frankeştayn’ı Dr. Frankeştayn yaratmıştır ama canavar doktorun denetiminden çıkınca, hatta onun için tehlike oluşturmaya başlayınca canavarı bertaraf etme gerekliliği ortaya çıkmıştır.

11) Ancak, Dr. Frankeştayn’ın kendi denetleyeceği "canavarlara" ihtiyacı devam etmektedir.

12) Davanın siyasi hedefleri arasında demokrasi yoktur, yeniden kurgulanan Türkiye vardır.

* * *

Bu arada:

1) Yerli unsurlar davaya istedikleri eklemeleri yaparak muhalifleri sindirmeye çalışmaktadır.

2) Dava ile ilgili-ilgisiz, yalan-gerçek belgeleri yandaş medyaya sızdırarak savcılık makamı suç işlemektedir. Bu bilgileri kullanan hükümet yalakası medya da bu suça ortak olmaktadır. Sanırım, dava ek "tazminat davaları" da doğuracaktır.

3) Yerli unsurların yaptıkları lüzumsuz müdahaleler bu kadar ciddi bir davanın sulandırılmasına neden olmakta, halk arasında davanın ciddiyetine gölge düşürmektedir.

* * *

Ergenekon davası tarih yazacaktır ama bunun yaratıcısı AKP değildir!

culsever@hurriyet.com.tr


Ferda Paksüt: Dimdik Ayaktayım
28 Ağustos 2008 18:28

Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt, Ergenekon soruşturması kapsamında ifade verdi. İşte sorgulama sonrası yaşanalar

Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt, Ergenekon soruşturması kapsamında ifade verdi. Ferda Paksüt, eşiyle birlikte geldiği Ankara Adliyesi’nde yaklaşık 7 saat ifade verirken, Adliye’den ayrılışında “Konu yargıya intikal etti. Dimdik ayaktayım” dedi

Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt Ergenekon soruşturması kapsamında Ankara Adliyesi’ne gelerek ifade verdi. Paksüt, 7 saatlik ifadenin ardından “Konu yargıya intikal etti. Dimdik ayaktayım” diyerek Adliye'den ayrıldı.
Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt, Ergenekon soruşturması çerçevesinde İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün talimatıyla "şüpheli" sıfatıyla Ankara Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgi'ye ifade verdi. Eşi Osman Paksüt ve avukatı Bülent Acar ile birlikte Adliye’ye gelen Paksüt, öğlen yemeği için Adliye’den ayrıldı ve yemeğin ardından tekrar Adliye binasına geldi.
Paksüt, yaklaşık 7 saat süren bir sorgunun ardından eşiyle birlikte Adliye’den ayrıldı. Adliye çıkışında gazetecilerin sorularına "Olay yargıya intikal etmiştir. Dimdik ayaktayım. Avukatım konuşma yasağı getirdi. Soruşturma ile ilgili her türlü bilgiyi avukatımdan alabilirsiniz" dedi. Adliyeye giriş ve çıkışında sinirli olduğu gözlenen Paksüt, bir gazetecinin "Eşinizle gelmeniz doğru mu?" şeklindeki soruya tepki göstererek, Adliye'den ayrıldı. Paksüt çifti Adliye’ye gelirken ve ayrılırken ticari taksi kullandılar.
aktifhaber

Ergenekon'a Askeri Koruma
24 Ağustos 2008 09:30

Ergenekoncu subaylar için 10 yıl önce açılan bir faili meçhul davasında Genelkurmay'dan iki kez bilgi istenmiş. Ve bilin bakalım ne olmuş?

Ergenekon'un JİTEM'ci subayları için 10 yıl önce açılan bir faili meçhul davasında Genelkurmay'dan iki kez bilgi istenmiş. Bugün tutuklu bulunan 17 subay hakkında hiç bir bilgi verilmedi, işlem yapılamadı.

Taraf'ın haberine göre Genelkurmay, Ergenekon tutuklusu Veli Küçük ve Arif Doğan'ın da aralarında bulunduğu ve sayısız faili meçhul cinayetle suçlanan 17 asker için savcılara "Biz bakıyoruz, siz burnunuzu sokmayın" dedi. Şırnak'ın İdil ilçesinde üç köylünün öldürülmesi ve JİTEM tetikçisi İbrahim Babat'ın Susurluk Raporu'na da giren itirafları üzerine, Albay Arif Doğan'la bazı asker ve itirafçılara dava açıldı. Davanın savcısı ifadelerde adı geçen ve aralarında eski asayiş kolordu komutanları da bulunan 17 subay, astsubay ve er için Jandarma Genel Komutanlığı'na iki kez yazı yazıp haklarında bilgi istedi. İlk yazıya "İnceleme başlattık, gereğini yaparız" cevabı, ikinciye ise "Yazdık ya, neden ısrar ediyorsunuz" uyarısı geldi. Ve Arif Doğan birkaç gün önce tutuklanıncaya kadar, başka ses de çıkmadı

Ergenekon davası nedeniyle tutuklu olan emekli tuğgeneral Veli Küçük ve emekli Albay Arif Doğan hakkında ilk inceleme talebinin tam on yıl önce DGM savcılığınca yapıldığı, üstelik bu isimlerin yanısıra 15 çeşitli rütbede asker için de aynı talepte bulunulduğu ortaya çıktı.

Diyarbakır DGM savcılığının Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu ve PKK itirafçısı İbrahim Babat'ın ifadeleri doğrultusunda 1998'de Jandarma Genel Komutanlığı'ndan 17 asker şahıs hakkında iki kez inceleme istedi. Ancak her ikisinde de haklarında inceleme yapılması reddedildi.

Söz konusu 17 kişilik listede adları yer alanlardan halen ikisi Ergenekon soruşturması nedeniyle tutuklanırken, Binbaşı Nurettin Ata ise Ergenekon iddianamesinde "Dilovası" kod adıyla geçen gizli tanığın ifadesinde yer alıyor.

Listedeki isimler arasında yer alanlardan Emekli yarbay Aytekin Özen hakkında Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi Derneği'nin (KGBHD) başlattığı sokak gösterileri ile Mersin'de bayrak yakma olayını organize ettiği iddia edildi. Bir diğer isim Sinan Yaşar hakkında da Babat Arif Doğan ile birlikte Bodrum'da bulunan Sun Clup'ten 40 bin dolar haraç aldıkları iddiasında bulunmuştu.

Bölge Jandarma İstihbarat Grup Komutanı emekli albay Abdülkerim Kırca ise başka bir davadan tutuksuz yargılanıyor.

Haklarında inceleme yapılması istenenlerden beş kişi bugün hayatta değil: İsmail Selen, Hulusi Sayını, Ahmet?Cem Ersever, İsmet Yediyıldız ve İsmail Öztoprak. Yüzbaşı Öztoprak, Babat'ın ifadesine göre şüpheli bir kazaya kurban gitti.

TUTANAKLARDAKİ İSİMLER

Şırnak'ın İdil ilçesinde üç köylünün kurşuna dizilmesi ilgili Savcı İlhan Cihaner tarafından binbaşı Ahmet Cem Ersever, Albay Arif Doğan, Yüzbaşı Sinan Yaşar, Jandarma Kıdemli Başçavuş Şaban Bayram, İbrahim Babat, Faysal Şanlı ile "Açık kimlik ve sayıları tespit edilemeyen itirafçı, korucu ve kamu görevlileri" hakkında, silahlı çete oluşturmaktan dava açıldı. Ancak dosya görevsizlik kararıyla Diyarbakır DGM'ye gönderildi.

Babat'ın itirafları ve Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu doğrultusunda soruşturma yürüten Diyarbakır DGM Savcılığı, Şırnak davasını diğer davalarla birleştirerek ismi geçen askerler hakkında 13 Nisan 1998 ve 29 Nisan 1998 tarihlerinde birer yazı yazarak Jandarma Genel Komutanlığı'ndan bilgi istedi.

BU İSİMLERİ SORDU

Yazıda, Ahmet Yarbay, İsa Binbaşı, Ahmet Cem Ersever, Hulusi Sayın (Dönemin Asayiş Kolordu Komutanı), Arif Doğan (Albay), İsmail Selen (Korgeneral), Hikmet Köksal (Orgeneral), İsmail Öztoprak, Sinan Yaşar, Şaban Bayram, Erol adlı Tokatlı er, Abdülkerim Kırca, Veli Küçük (Tuğgeneral), İsmet Köksal, Aytekin Özen, İsmet Yediyıldız (Albay) ve Binbaşı Nurettin Ata adlı jandarma görevlilerinin 1984'den bu yana hangi tarihler arasında nerede görevli olduklarının, görevden herhangi bir nedenle ayrılan varsa mevcut adresinin ve kimlik bilgilerinin DGM Başsavcılığı'na gönderilmesi istendi.

İNCELEME YAPIYORUZ

Talep üzerine Jandarma Genel Komutanlığı savcılığa 30 Mayıs 1998 tarihinde, Genelkurmay Başkanlığı tarafından "gerekli incelemenin başlatıldığı ve gereğinin buna göre ifasının uygun olacağı" yanıtını verdi. Bu yanıt üzerine savcılık 15 Haziran 1998 tarihinde bu sefer Ankara DGM Savcılığı'na bir yazı gönderdi. Babat'ın iddialarına atıfta bulunan savcılık, sözkonusu rütbetliler hakkında bilgi alınmasını talep etti. Talep üzerine Ankara DGM Savcısı Dilaver Kahveci tarafından 23 Haziran 1998 ve 14 Eylül 1998 tarihlerinde Jandarma Genel Komutanlığı'na yazı yazılarak, "Ekli yazıda isimleri geçen ve bazılarının rütbeleri belirtilen şahısların" Jandarma Genel Komutanlığı'nda görevli olup olmadıkları hakkında bilgi istedi.

ISRAR KIZDIRDI

Talep üzerine 13 Ekim 1998 tarihinde Genelkurmay Adli Müşavir Hakim Tümgeneral M. Erdal Şenel imzasıyla verilen cevapta "Genelkurmay Başkanlığı'nca gerekli inceleme ve soruşturma tarafımızdan yürütülmüştür. Bu nedenle aynı konuda tekrar talepte bulunulmasının sebebi anlaşılmamıştır. Konunun bu hali ile merciine bildirilmesi uygun olacaktır" dendi.

Yazı üzerine Ankara DGM Savcılığı 21 Ekim 1998'de, 1998-24-25 nolu yazısıyla talimat evraklarını Diyarbakır DGM Savcılığı'na geri gönderdi.

aktifhaber

JİTEM'in Bulaştığı Kirli İşler
24 Ağustos 2008 13:53'
JİTEM'i kurdum Küçük'e devrettim' diyen Albay Doğan'ın ekibinde çalışan itirafçı, JİTEM'in kirli işlerini anlattı..

JİTEM'i kurarak 8 yıl başkanlığını yaptıktan sonra Veli Küçük'e devrettiğini açıklayan emekli Kıdemli Albay Arif Doğan'ın hayat hikâyesi oldukça esrarengiz...

Haftalık haber dergisi Aktüel, Arif Doğan'ın ekibinde çalışan eski PKK'lı İbrahim Babat'ın itiraflarını yayınladı. Babat itiraflarında, JİTEM'in hukuk dışı bir yapıya bürünmesine, kirli işlere bulaşmasına, rant kavgasına dönüşmesine ve sorgusuz infazlarına yer veriyor.

Aktüel Dergisi, 'İtirafçı tetikçilerin hamisi, mafya babasının reisi' başlıklı dosyada, 17 yıl hapis cezasına çarptırılan ve 2002 yılında Suriye'ye sınır dışı edilen itirafçı İbrahim Babat'ın Kırklareli Cezaevi'ndeki koğuş arkadaşına dikte ettirdiği 11 sayfalık elyazması itiraflarından çarpıcı bölümler yer alıyor.

JİTEM'in teröre karşı başarılı çalışmalar yürüttüğünü söyleyen Babat, bunun yanı sıra gizli kalmış hukuk dışı uygulamaların da gerçekleştiğini anlatıyor. Babat, bu iddialara örnek olarak, teröre karşı mücadelede istihbari bilgiler getiren Hacı Ahmet Zeyrek'in hiçbir gerekçe gösterilmeden öldürülmesini, itirafçı Mehmet Bayar'ın da bombalı çantayla şimdi DTP milletvekili olan Hasip Kaplan'a gönderilerek öldürülmesini gösteriyor. 1990 yılında JİTEM'de bazı köklü değişiklikler olduğuna değinen Babat, şu bilgilere yer veriyor: "Asayiş Bölge Komutanlığı'na Hikmet Köksal Paşa, JİTEM'in başına da Veli Küçük Paşa getirilmişti. 1990 yılında yakalanıp serbest bırakılan bazı itirafçılar, asker kimliğiyle JİTEM Grup Komutanlığı'na alınmıştı. Bütün asker itirafçıların bir araya toplanması düşünülüyordu. Bu arada JİTEM çatısı altında illegal bir oluşuma gidildi.

Diyarbakır ve çevresinde PKK'yla ilişkili olduğundan şüphelendiğimiz hemen herkesi infaz yetkimiz vardı. Bu insanları yakalayıp adalete teslim etmek yerine faili meçhul bir şekilde öldürmeyi bir yöntem olarak benimsemiştik. Bizden istenen buydu, bu tarzda talimat alıyorduk. Bu grup içerisinde eski itirafçılardan Ali Ozansoy, Hüseyin Tilki, Abdülkadir Aygan, Hayrettin Toka, Recep Tiril, Adil Timurtaş ve eski TİKKO'cu Fethi adındaki kişiler vardı. Numan kod isimli Selahattin Görgülü bizim grubumuzun istihbaratçısıydı."
aktifhaber

Taraf'tan gündemi sarsacak iddia

Taraf Gazetesi bugünkü sayısında ilginç bir iddiada bulundu... Ergenekon'un JİTEM'ci subayları için 10 yıl Genelkurmay'dan 2 kez bilgi istenmiş. Fakat şu anda tutuklu bulunan subaylar hakkında hiçbir bilgi verilmemiş.

10 yıl önce kim nasıl engellemiş
23 / 08 / 2008 18:58

Genelkurmay, Ergenekon tutuklusu Veli Küçük ve Arif Doğan'ın da aralarında bulunduğu ve sayısız faili meçhul cinayetle suçlanan 17 asker için savcılara "Biz bakıyoruz, siz burnunuzu sokmayın" dedi. Şırnak'ın İdil ilçesinde üç köylünün öldürülmesi ve JİTEM tetikçisi İbrahim Babat'ın Susurluk Raporu'na da giren itirafları üzerine, Albay Arif Doğan'la bazı asker ve itirafçılara dava açıldı. Davanın savcısı ifadelerde adı geçen ve aralarında eski asayiş kolordu komutanları da bulunan 17 subay, astsubay ve er için Jandarma Genel Komutanlığı'na iki kez yazı yazıp haklarında bilgi istedi. İlk yazıya "İnceleme başlattık, gereğini yaparız" cevabı, ikinciye ise "Yazdık ya, neden ısrar ediyorsunuz" uyarısı geldi. Ve Arif Doğan birkaç gün önce tutuklanıncaya kadar, başka ses de çıkmadı.

Ergenekon davası nedeniyle tutuklu olan emekli tuğgeneral Veli Küçük ve emekli Albay Arif Doğan hakkında ilk inceleme talebinin tam on yıl önce DGM savcılığınca yapıldığı, üstelik bu isimlerin yanısıra 15 çeşitli rütbede asker için de aynı talepte bulunulduğu ortaya çıktı.

Diyarbakır DGM savcılığının Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu ve PKK itirafçısı İbrahim Babat'ın ifadeleri doğrultusunda 1998'de Jandarma Genel Komutanlığı'ndan 17 asker şahıs hakkında iki kez inceleme istedi. Ancak her ikisinde de haklarında inceleme yapılması reddedildi.

Söz konusu 17 kişilik listede adları yer alanlardan halen ikisi Ergenekon soruşturması nedeniyle tutuklanırken, Binbaşı Nurettin Ata ise Ergenekon iddianamesinde "Dilovası" kod adıyla geçen gizli tanığın ifadesinde yer alıyor.

Listedeki isimler arasında yer alanlardan Emekli yarbay Aytekin Özen hakkında Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi Derneği'nin (KGBHD) başlattığı sokak gösterileri ile Mersin'de bayrak yakma olayını organize ettiği iddia edildi. Bir diğer isim Sinan Yaşar hakkında da Babat Arif Doğan ile birlikte Bodrum'da bulunan Sun Clup'ten 40 bin dolar haraç aldıkları iddiasında bulunmuştu.

Bölge Jandarma İstihbarat Grup Komutanı emekli albay Abdülkerim Kırca ise başka bir davadan tutuksuz yargılanıyor.

Haklarında inceleme yapılması istenenlerden beş kişi bugün hayatta değil: İsmail Selen, Hulusi Sayını, Ahmet?Cem Ersever, İsmet Yediyıldız ve İsmail Öztoprak. Yüzbaşı Öztoprak, Babat'ın ifadesine göre şüpheli bir kazaya kurban gitti.

TUTANAKLARDAKİ İSİMLER

Şırnak'ın İdil ilçesinde üç köylünün kurşuna dizilmesi ilgili Savcı İlhan Cihaner tarafından binbaşı Ahmet Cem Ersever, Albay Arif Doğan, Yüzbaşı Sinan Yaşar, Jandarma Kıdemli Başçavuş Şaban Bayram, İbrahim Babat, Faysal Şanlı ile "Açık kimlik ve sayıları tespit edilemeyen itirafçı, korucu ve kamu görevlileri" hakkında, silahlı çete oluşturmaktan dava açıldı. Ancak dosya görevsizlik kararıyla Diyarbakır DGM'ye gönderildi.

Babat'ın itirafları ve Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu doğrultusunda soruşturma yürüten Diyarbakır DGM Savcılığı, Şırnak davasını diğer davalarla birleştirerek ismi geçen askerler hakkında 13 Nisan 1998 ve 29 Nisan 1998 tarihlerinde birer yazı yazarak Jandarma Genel Komutanlığı'ndan bilgi istedi.

BU İSİMLERİ SORDU

Yazıda, Ahmet Yarbay, İsa Binbaşı, Ahmet Cem Ersever, Hulusi Sayın (Dönemin Asayiş Kolordu Komutanı), Arif Doğan (Albay), İsmail Selen (Korgeneral), Hikmet Köksal (Orgeneral), İsmail Öztoprak, Sinan Yaşar, Şaban Bayram, Erol adlı Tokatlı er, Abdülkerim Kırca, Veli Küçük (Tuğgeneral), İsmet Köksal, Aytekin Özen, İsmet Yediyıldız (Albay) ve Binbaşı Nurettin Ata adlı jandarma görevlilerinin 1984'den bu yana hangi tarihler arasında nerede görevli olduklarının, görevden herhangi bir nedenle ayrılan varsa mevcut adresinin ve kimlik bilgilerinin DGM Başsavcılığı'na gönderilmesi istendi.

İNCELEME YAPIYORUZ

Talep üzerine Jandarma Genel Komutanlığı savcılığa 30 Mayıs 1998 tarihinde, Genelkurmay Başkanlığı tarafından "gerekli incelemenin başlatıldığı ve gereğinin buna göre ifasının uygun olacağı" yanıtını verdi. Bu yanıt üzerine savcılık 15 Haziran 1998 tarihinde bu sefer Ankara DGM Savcılığı'na bir yazı gönderdi. Babat'ın iddialarına atıfta bulunan savcılık, sözkonusu rütbetliler hakkında bilgi alınmasını talep etti. Talep üzerine Ankara DGM Savcısı Dilaver Kahveci tarafından 23 Haziran 1998 ve 14 Eylül 1998 tarihlerinde Jandarma Genel Komutanlığı'na yazı yazılarak, "Ekli yazıda isimleri geçen ve bazılarının rütbeleri belirtilen şahısların" Jandarma Genel Komutanlığı'nda görevli olup olmadıkları hakkında bilgi istedi.

ISRAR KIZDIRDI

Talep üzerine 13 Ekim 1998 tarihinde Genelkurmay Adli Müşavir Hakim Tümgeneral M. Erdal Şenel imzasıyla verilen cevapta "Genelkurmay Başkanlığı'nca gerekli inceleme ve soruşturma tarafımızdan yürütülmüştür. Bu nedenle aynı konuda tekrar talepte bulunulmasının sebebi anlaşılmamıştır. Konunun bu hali ile merciine bildirilmesi uygun olacaktır" dendi.

Yazı üzerine Ankara DGM Savcılığı 21 Ekim 1998'de, 1998-24-25 nolu yazısıyla talimat evraklarını Diyarbakır DGM Savcılığı'na geri gönderdi.

TARAF




İddianamenin Çok Kritik Bölümü
01 Ağustos 2008 14:57

Ergenekon İddianamesi'nde hep olayın "kriminal" kısmı konuşuldu. Alper Görmüş usta kalemiyle kriminalin dışındaki çok çarpıcı bölümleri yakaladı.

Alper Görmüş'ün Taraf'taki Yazısının İlgili Bölümü:


“Kriminal”in dışında...

İddianamedeki “kriminal” bölümlerin gazeteciler açısından çekiciliği ortada... Fakat ben o bölümlerin cazibesine tümüyle teslim olmayıp mesaisinin bir bölümünü de “kriminal”in dışındaki konulara ayırma sabrını gösterebilecek gazeteciler için de iddianamenin çok önemli bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar iddia ya da spekülasyon düzeyinde tartışılan kimi meselelerin iddianamede yer alan “otantik” görüşme ve yazışmalar sayesinde adeta kanıtlandığını gösterebilmek, bir gazeteci için az şey mi?

Mesela “İlhan Abi”nin ve ulusalcıların, yüz bulmaları durumunda koyu anti-Amerikan konumlarından bir sıçramayla (diyalektik?) acayip bir Amerikancılığa terfi edecekleri konusunda şimdiye kadar bir sürü şey yazmış bir gazeteci olarak ben, iddianamedeki konuya ilişkin telefon görüşmelerinden çok heyecanlandım. Geçen yazım da bunun üzerineydi zaten. (Geçerken bir pişmanlığımı sizinle paylaşmak isterim: Ben, İlhan Abi ile Cumhuriyet’in genel yayın yönetmeni İbrahim Yıldız arasındaki telefon görüşmelerini Hürriyet’in haberinden aktarmakla büyük bir hata etmişim. Oysa onunla kifayet etmeyip iddianameye baksaymışım, Amerika’nın “dinciler”den elini çekip “ulusalcılar”a yönelmesi ihtimalinin İlhan Abi’de yarattığı çocuksu sevinci saptayabilecek, “çok önemli, çok önemli” derken bir el çırpmadığını da size aktarabilecektim. Bilmiyorum, belki de çırpmıştır.)

“Ordu içinde Alevi cuntası?”

Neyse... Şimdi anlatacağım taze örnekte Hürriyet’in ve öbür gazetelerin tuzağına düşmedim, açtım ilgili bölümün tümünü okudum ve neler gördüm neler...

Konumuz, yıllardır oradan buradan kulağımıza gelen “ordu içindeki Alevi cuntası” mevzuu... Gazeteler konuya, biliyorsunuz, “Geberesi kadın Sünni” suretinde girdi. Hürriyet’in aynı başlıklı haberinden aktarıyorum:

“İddianamenin 1619. sayfasında, dönemin bazı subaylarının ‘gizli bir toplantı’daki konuşma tutanaklarına yer veriliyor. Bu tutanakta, 1. Ordu Komutanlığı’ndan emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın eski Başbakanlardan Tansu Çiller için ‘Geberesi kadın’ (...) dediği öne sürülüyor. İddianameye yansıyan bu bölüm özetle şöyle:

“...Devamında ‘VE GİZLİ TOPLANTIDA KONUŞMA NOTLARI!’ başlığı altında Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Çetin Doğan ile ile K.K.K.’lığı Eğt. ve Ok. D.Bşk.Tuğg. Volkan Kaplama arasında geçen; Çetin Doğan’ın ‘Türkiye’nin idaresi ordunun kontrolünde değil, darbe yapmayacağını yemin eden bir ordunun etkisi ne kadar olabilir, Tansu Çiller şu anda dini söylemleriyle rol yapıyor da olabilir, ciddi de olabilir. Çünkü geberesi kadın Sünni, Mesut Yılmaz için de aynı şey geçerli.”

Haberde hazır sayfası da verilmiş, buldum 1619. sayfayı ve neler gördüm neler. Size tadımlık bir-iki bölüm aktarıyorum (ordu içindeki “Alevi cuntası”nın “fikirleri” hakkında daha fazla bilgi için iddianame orada duruyor):

Çetin Doğan, sözlerini “Arkadaşlar çok çalışsın. Bizim olmayan bu devlet mutlaka bizim olacaktır, biz Türkiye’de İslam ile bağlantılı görülen ama bu dini tamamen değiştirecek bir Türkiye Aleviliği yaratmak zorundayız” diye bitirdikten sonra, Tuğg. Volkan Kaplama söz alıyor ve şöyle diyor:

“Gerçek laiklik ancak alevi toplumda gerçekleşir. Aptal komutanlar, her gün güdeme gelerek ülkedeki şeriatçı birikimi azaltarak bir müdahalenin önünü kesiyorlar, Doğu Paşa da ayrı görüşte...”

Bu sözler size, gizli bir toplantıda değil, bir samimiyet krizi sırasında medya aracılığıyla yüzümüze fırlatılan “Müdahale şartlarının olgunlaşması için anarşinin biraz daha artmasını bekledik” diyen komutanları hatırlatmadı mı?

Daha neler var neler ama, kusura bakmayın burada kesmek zorundayım, siz tembellik etmeyin, pişman olmayacaksınız; tekrar hatırlatıyorum, 1619. sayfa ve devamı...
aktifhaber






Şevket Kazan'dan Flaş Suçlama
05 Ağustos 2008 08:07

Sabancı Cinayeti'yle ilgili ayrıntılar yavaş yavaş aydınlanırken, dönemin Refeh-Yol Hükümeti bakanı Şevket Kazan, MİT Müsteşarı Köksal'la ilgili flaş bir iddiada bulundu.

REFAH - YOL hükümetinin Adalet Bakanı Şevket Kazan, Ergenekon dosyasında da adı geçen Sabancı suikastı sanığı Mustafa Duyar'ın, dönemin MİT Müsteşarı Sönmez Köksal'ın ricasıyla polis tarafından sorgulanmadan mahkemeye sevkedildiğini ileri sürdü.

Kazan, Sabah Gazetesi'ne şunları söyledi: "Mustafa Duyar Suriye'de yakalanıp Türkiye'ye getirildikten sonra dönemin MİT Müsteşarı Sönmez Köksal Başbakanlık konutuna geldi. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan'ın benim ve İstanbul Emniyet Müdürü'nün de bulunduğu ortamda Köksal Bey, Duyar'ın doğrudan mahkemeye sevkedilmesini istedi. Bir sorun görmedik."

Kazan, "Gerekçe neydi" sorusuna, "Bir neden göstermedi. O dönemde özellikle polisteki sorgulamalarda Avrupa Birliği'nin işkence iddiaları gündeme geliyordu. Belki bunun içindi. Belki de kendisine yakalandığında bir söz, garanti verilmişti. Bunu bilemiyoruz" yanıtını verdi.

KÖKSAL İMZALI RAPOR ÇIKMIŞTI
Dönemin MİT Müsteşarı Sönmez Köksal'ın imzasının bulunduğu ve Sabahcı cinayetinin tüm derin ayrıntılarının yeraldığı bir rapor ortaya çıkmıştı. Rapor süikastin tüm bilinmeyenlerini açıklıyordu. Ancak geçtiğimiz günlerde rapor ortaya çıkar çıkmaz Sönmez Köksal jet hızıyla yalanlamıştı. Fakat normalde böyle raporları kurumsal olarak yalanlayan MİT bu sefer sessiz kalmıştı. MİT'in bu sessizliği anlamlı bulunmuştu.
aktifhaber

İllegal Faaliyetten Parayı Kısmayın
12 Ağustos 2008 11:22

‘Susturucu tabanca lazım. Uzaktan kumandalı patlama cihazı lazım. İllegal faaliyetlerde kullanılan orjinal malzemeye ihtiyaç var. Ödenek kısıtlanmamalı’

Küçük’ün görevli olduğu 1987 yılına ait ajandada ‘Asayiş Komutanının emirleri’ başlıklı nottaki ‘İllegal faaliyetlerde kullanılan orijinal malzemeye ihtiyaç var. Ödenek kısıtlanmamalı’ cümlesi dikkat çekiyor

Ergenekon terör örgütü operayonu kapsamında sanıkların evlerinde ve iş yerlerinde ele geçen belgeler, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından tek tek incelenerek, belgelerdeki suç unsuru içeren bölümler notlar şeklinde savcılığa bildirildi. Savcılık, söz kousu tutanakları dava dosyasına koydu. Bu belgeler arasında Veli Küçük’ün görevde olduğu yıllara ait ajandadaki ‘illegal faaliyetlerde kullanılan orjinal malzeme’ listesi dikkat çekti.

UZAKTAN KUMANDALI CİHAZ...

Ergenekon yöneticilerinden emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün evinden çıkan askeri-istihbari dökümanlarının arasında görevde olduğu yıllarda tuttuğu 1987 yılına ait siyah renkli ajandasındaki ‘’Asayiş Komutanın emirleri’’ başlıklı not dikkat çekici bulundu. Küçük’e ait 1987 yılına ait ajandadaki notta ‘Susturucu tabanca lazım. Uzaktan kumandalı patlama cihazı lazım. İllegal faaliyetlerde kullanılan orjinal malzemeye ihtiyaç var. Ödenek kısıtlanmamalı’ yazıyor. Küçük’ün hangi illegal faaliyetler için bu malzemeleri temin etmeye çalıştığı ise bilinmiyor.

ORTAK SUİKAST PLANI HAZIR

Veli Küçük’ün evinde ele geçen başka bir dökümanda yer alan not da dikkat çekti. Notta şu ifadeler yer aldı: ‘’İstanbul 17 Ağustos 2002. Toplantıya katılanlar; Çevik Bir kontrolünde Kazım Banat, İsrailli General Gabriel Libraider (MOSSAD), Ali Erten, Batmanlı Ömer ve Murat Ursavaş. Aşağıda isimleri belirtilen kişilere çeşitli yöntemlerle suikast düzenleneceği. Planın CIA-MOSSAD Türk işbirlikçileriyle müştereken yapılacağı. Ahmet Cinali (Şahin bey), emekli General Veli Küçük, Sedat Peker, Kemal Şahin (Hoca), Tacikistan Genelkurmay Başkanı, Ticaret Bakanı Mehmet Eminof.

İFADELERDE SUİKAST İTİRAFI

Dokümanın alt kısmına farklı el yazısıyla düşülen notta ise ‘Ahmet Cinali getirdi. (Giresun’dan) Bu bilgileri veren Murat Ursavaş’ın arkadaşıymış. Benimle görüşecekler. Ahmet Cinali’ye telefon edeceğim’’ deniliyor. Söz konusu notla ilgili olarak, Ergenekon üyesi Kemal Şahin iddianamede yer alan ifadesinde, Ergenekon’un Tacikistan Genelkurmay Başkanı ve Ticaret Bakanına karşı Mordzat Generali Gabriel Libraider komutasında CIA destekli suikast düzenlemeyi planladığını anlattı.


Kerinçsiz’e koruma verilmiş

Ergenekon terör örgütü üyesi avukat Kemal Kerinçsiz’e İstanbul Valiliği tarafından koruma verildiği ortaya çıktı. Kerinçsiz’in iş yerinde yapılan aramada ele geçen belgeleri inceleyen Terörle Mücadele Şubesi’nin savcılığa sunduğu tutanaklarda ilginç bir ayrıntı dikkat çekti. Hrant Dink, Orhan Pamuk ve Elif Şafak başta olmak üzere birçok yazara TCK’nın 301. maddesi kapsamında davalar açan avukat Kemal Kerinçsiz’e İstanbul Valiliği’nce koruma verildiği öğrenildi. Ergenekon dava dosyasına giren inceleme tutanağındaki ifade şöyle: ‘’7 sayfalık Vali Yardımcısı Ergun Güngör imzalı ve avukat Kemal Kerinçsiz’in talebi üzerine yakın koruma işlemine son verildiğine dair 7 Mart 2007 tarihli yazı.’’
aktifhaber

Ergenekon tutuklusu İlsever, Cerrahpaşa'da muayene oldu, ameliyat olma ihtimali belirdi

12 Ağustos 2008 Salı 16:15
Tekirdağ Cezaevi'nde tutuklu bulunan ve rahatsızlığı dolayısı ile hastaneye kaldırılan Ergenekon sanıklarından Ferit İlsever, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde tamamlanan tetkiklerinin ardından Edirne'ye götürüldü. Hastane önünde toplanan bir grup; İlsever lehine slogan atarak, serbest bırakılmasını istedi.
Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındıktan sonra 21 Mart'ta tutuklanarak Tekirdağ Cezaevi'ne konulan İşçi Partisi (İP) Genel Başkan Yardımcısı ve Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever'in tetkikleri tamamlandı. Edirne'de hastaneye kaldırılan ve her iki böbreğinde kist olduğu tespit edilen İlsever, öğle saatlerinde tetkiklerinin yapılması için Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'ne getirildi. Tetkiklerinin tamamlanmasının ardından Ferit İlsever, jandarmanın yoğun güvenlik önlemleri
altından hastaneden çıkarıldı. Ferit İlsever'in hastaneden çıktığı sırada yaklaşık 10 kişilik bir grup İlsever lehine slogan atarak serbest bırakılmasını istedi. İlsever daha sonra Trakya Üniversitesi Hastanesi ambulansına bindirilerek Edirne'ye götürüldü. İlsever'in perşembe günü belirlenecek tetkik sonuçlarına göre ameliyat edilip edilmeyeceğine karar verileceği bildirildi.
Öte yandan, Ferit İlsever'in hastane önünde bekleyen eşi Dr. Ufuk İlsever, eşinin durumunun kötü olduğunu belirterek, "Eşimin gözümün önünde eridiğini görüyorum. Ben aynı zamanda doktorum. Eşimin durumu iyi değil. Bir an önce serbest bırakılsın. Oraya sağlam olarak bende girsem hasta olurum. Böbreklerinde kis var, böbrek üstü bezlerinde tümör tespit edildi. Eşim için ameliyat düşünüyor. Ancak yapılan tetkiklerinden ardından buna karar verilecek" dedi.
Ferit İlsever'in ağzından kan geldiğini, iştahsızlık ve kilo kaybı yaşadığını belirten Ufuk İlsever, "Eşimin kaçacak, göçecek hali yok. Bir an önce serbest bırakılsın. Eşimle ilgili bütün araştırmalar ve tedaviler dışardan yapılsın. Bu şekilde zindanlarda tutularak olmaz. Eşimin psikolojisi bozuk; bana, 'Tekirdağ'da kalsaydım' dedi. Bir gazeteyi bile çok gören anlayış, düşünün nasıl bir anlayış. Eşim 21 Mart'ta tutuklandı. 2 ayda 6 kilo kaybetti. Son bir hafta içinde de 1 kilo kaybetti. Tutuklandıktan sonra eşimin ilaç kullandığı ve hasta olduğu konusunda yetkililere uyarılarda bulunmuştum. En son 16 Temmuzda tomografisi çekildi. O da bizim yoğun çabalarımız sayesinde oldu. Eşim Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'ne elleri kelepçeli girdi. Eşimin sert tutumu üzerine kelepçeyi çıkarmışlar. Şu anda eşimin psikolojisi çok bozuk, dünyayla ilişkisi kopmuş durumda" diye konuştu.
Ferit İlsever'in Avukatı Zerrin Öztürk ise müvekkilinin durumunun oldukça ciddi olduğunu belirterek, "Müvekkilim bir an önce serbest bırakılsın. İlhan Selçuk ve Kemal Alemdaroğlu gibi imza şartı ile tahliyesini talep ediyoruz. Tahliye talebinede olumlu cevap bekliyoruz. Müvekkilim kaçacağı, göçeceği yoktur. Görevi

netgazete

JİTEM'in kurucusu tutuklandı

16 Ağustos 2008 00:59
Ergenekon soruşturması kapsamında dün gözaltına alınan JİTEM'İN kurucularından Arif Doğan, Numune Hastanesi'ndeki tedavisinin ardından bugün çıkarıldığı nöbetçi mahkeme tarafından tutuklandı.
Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nce dün gözaltına alınan Arif Doğan rahatsızlanınca Ankara Numune Hastanesi'ne kaldırıldı. Yüksek tansiyon, şeker ve solunum yetmezliği olduğu tespit edilen Arif Doğan, tedavisinin ardından akşam saatlerinde Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün talimatıyla Ankara Adliyesi'ne sevkedildi. Terör ve Organize suçlara bakmakla yükümlü Cumhuriyet savcısı tarafından sorgulanan Arif Doğan, tutuklanma talebiyle mahkemeye sevkedildi.

Nöbetçi Ankara 11. Ağır Ceza mahkemesinde hakim karşısına çıkan Arif Doğan tutuklandı. Doğan'ın ifadesinde evinde bulunan iki kaleşnikof tüfek, 3 pompalı tüfek, 1 tabanca ve mermilerin kendisine ait olduğunu, ele geçirilen diğer malzemelerle ilgili bilgisinin
olmadığını söyledi.

netgazete
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Pts Eyl 01, 2008 7:47 pm    Mesaj konusu: Ergenekon ve geçmi$i temize çekmek Alıntıyla Cevap Gönder

Nuray Mert
Ergenekon ve geçmişi temize çekmek

Ne hazin bir sahne, aynı oyun yine perde aldı! Yıllar yılı memleketin türlü meselesini toplumun çeşitli taleplerini görmezden gelmenin yolu belliydi; bir sürü sorunu hasıraltı etmek için formül, bunları dış düşman, iç düşman ve bunların işbirliği çerçevesinde açıklamaktı. Soğuk Savaş döneminde, kömünizm düşmandı. Yoksulluk diyen komünistti, Sovyet ajanıydı, beşinci koldu. Kürt diyen bölücüydü, haindi, işbirlikçiydi. Din diyen irticaydı. Devletin, resmi ideolojinin mantığı buydu.

Ama o kadar değil, her çevre de, siyasetini aynı yoldan kuruyordu. Milliyetçiye, dindara göre de iç düşman komünistti, Kürttü. Solcuya göre de, irtica iç düşmandı. Hal böyle olunca, her çevre otoriter devlet mantığı ile bir noktada buluşuyor, fırsat bulduğunda veya vakti geldiğinde iş tutuyordu. Bu uzun yolun sonu geldi, nasıl geldi de ayrı bir hikâye, ama geldi. Birileri, olanlara inanmak istemeyip, hâlâ eski düşman ‘konsepti’ çevresinde dolanıp duruyor. Onla yetinmeyen, belli ki, harekete geçmiş, çete, örgüt kurup, duruma el koymaya niyetlenmiş. Bırakın, siyasal anlayış sorunlarını, gerek Türkiye’de gerek dünya sistemindeki değişimlerin farkına bile varmayan ve adı Ergenekon olan, bu eğitim zaiyatı, şimdi enselenmiş vaziyette.

Buraya kadar iyi, güzel. Bu kafa nerede yaşıyor veya yaşatılıyorsa, o bataklığın kurutulmasında yarar var. Ama hepsi bu değil. Ergenekon vakası, bir büyük yanılsamanın yeniden inşasına zemin olmaya başladı. O yanılsama; sorunlarla yüzleşmeden, ikilemlerle zorlanmadan kolayından siyaset kurmaya girişmek.

Bakın, eskiden devlet nizamı ve resmi ideolojinin tasarladığı toplumu gerçekleştirmek çabası, karşısına çıkan her sorunu, meseleyi düşman tanımı içine tıkıp, yasaklayıp, cezalandırıp yok sayma ve/vaya yok etme üzerinden sağlanır sanılırdı, gayretler bu yöndeydi.

Eskiden, her kesimden bir çoklarının aklına bu yatarken, şimdi, demoktatikleşme aynı kestirme yoldan gerçekleşir sanılıyor. Tam da bu nedenle, memleketin ne kadar meselesi varsa ucu Ergenekon’a açılıyor. Otoriter zihniyet, her sorunun kuyruğunu birbirine bağlayıp,

manipülasyon üzerinden bunlardan kurtulmaya çalışıyordu. Şimdi, her sorunun kuyruğu Ergenekon’a bağlanarak yok sayılmaya çalışılıyor. Belli ki, sağ sol çatışması içinde de, Kürt siyaseti çerçevesinde, PKK üzerinden veya irtica çerçevesinde birtakım manipülasyonlar

yapılagelmiş. İyi ama, bunların ayırdına varmak başka, bu sorunları tamamen bir

örgütün, bir yapının işi gibi görmek başka.

Bu ikinci anlayışın son örneği, 28 Şubat’ın ünlü Ali Kalkancı-Fadime Şahin skandallarını kurgu-manipülasyon zemininde açıklamak oldu. Bu türden oyunların, Kürt meselesinde ise, çok daha karanlık oyunların tezgâhlanmış olduğu belli, ama tüm bunlar bu memlekette laiklik ve Kürt meselesi konusunda tüm sorunun bu tezgâhlar olduğu anlamına gelmez. Bu kaçış sendromu ile gidilecek yol umut vaat edici olmaktan çok uzak. Bakın, sadece irtica, Kürt meselesi değil, yetmişli yılların sağ sol çatışması bile, tezgâh olarak açıklanmaya başladı.

Her kesim kendini, geçmişini, Ergenekon üzerinden ‘temize çekme’nin yolunu buluyor.

Oysa, bu ülkede gerçekten demokratikleşmenin önü açılacaksa, bu her kesimin kendini sorgulaması ile olabilecek bir şey. Bir yandan, tabii ki toplumsal dinamiklerin, ama diğer yandan, dünya sisteminin zorladığı zayıflattığı resmi ideoloji ile hesaplaşırken, arazi temizliği yapmak şart. Ama tam tersi oluyor, sanki, ülkede yaşanan bunca çatışmanın, gizli örgütler, yapılar dışında hiç sorumlusu yok. Adeta herkes kurban, tarihi gittikçe geriye çekilen Ergenekon örgütlenmesi olmasa, Kürd’ü, Türk’ü, dindarı, laiki, sağcısı, solcusu, Alevisi, Sünnisi, karınca ezmeden gül gibi yaşayıp gidecekti veya bundan sonra gidecek. Bakın, başımıza ne geliyorsa, bu kolaycılıktan geliyor. O nedenle, Ergenekon üzerinden sahne almak heveslileri bir yana, hiç değilse, demokratikleşme konusunda samimi olanlardan, bu gidişatı bir kez daha salim kafayla gözden geçirmelerini bekliyorum.

radikal

4 Teğmene Tutuklama!
20 Eylül 2008 21:15

"Ergenekon" soruşturması kapsamında gözaltına alınan 4 teğmen ve 1 askeri öğrenci tutuklanmaları istemiyle mahkemeye sevk edilirken, 1 teğmen serbest bırakıldı.

"Ergenekon" soruşturması kapsamında gözaltına alınan 4 teğmen ve 1 askeri öğrenci tutuklanmaları istemiyle nöbetçi mahkemeye sevk edilirken, 1 teğmen serbest bırakıldı.
Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne çıkarılan 5 teğmen ile 1 askeri öğrenci, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcılarına ifade verdi.

Savcılık sorgularının ardından 4 teğmen ile 1 askeri öğrenci tutuklanmaları istemiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi. 1 teğmen ise serbest bırakıldı.


O Ergenekoncu TSK'dan Atılmış
19 Eylül 2008 14:25
Ankara'da Ergenekon kapsamında gözaltına alınan D.Y. 2006 yılında Harp Okulu'ndan atılmış ve Askeri Yüksek Mahkemesi'ne şu dilekçeyi vermiş.

Ergenekon’a gözaltına alınan isimlerden D.Y. 2006 yılında Harp Okulu’nda baskıyla okuldan atıldıkları iddiasıyla Askeri Yüksek Mahkemesi’ne (AYİM) dava açan öğrencilerden biriydi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü Ergenekon soruşturması kapsamında dün gerçekleşen operasyonlarda ilk kez muvazzaf askerler de gözaltına alındı. Savcı Zekeriya Öz'ün talimatıyla gözaltına alınan 17 kişi arasında 5 teğmen ve bir askeri öğrenci de bulunuyordu.

Ankara’da gözaltına alınan isimlerden biri olan D.Y.’nin ise 2006 yılında Harp Okulu’nda baskı var iddiasıyla Askeri Yüksek Mahkemesi’ne dava açan 80 öğrenciden biri olduğu ortaya çıktı. Halen ODTÜ’de üniversite öğrencisi olan 20 yaşındaki D.Y.’nin Ergenekon soruşturmasının ikinci iddianame çalışmaları kapsamında yürütülen soruşturmaya ve Harp Okulu’nda örgütlenen bir ekibin parçası olduğu iddiasıyla gözaltına alındıkları öğrenildi.

D.Y.’nin İzmir Maltepe Askeri Lisesi’ni bitirince Kara Harp Okulu’nun kampına gittiği dönemde baskıyla istifalarının istendiğini iddia ederek açtıkları davayı kaybedip Harp Okulu’na alınmadan uzaklaştırıldğı ortaya çıktı. 2006 yılında D.Y. ile birlikte 47 öğrencinin kendi istekleriyle ayrıldıkları Genelkurmay Başkanlığı tarafından da duyurulmuştu. O dönemde D.Y. ile 6 öğrencinin daha avukatlığını yapan İlyas Aktaran, D.Y’nin Ergenekon örgütüyle bir bağının olmadığını öne sürerek, soruşturmayı da eleştirdi. D.Y’nin de aralarında bulunduğu öğrencilerin o dönem baskıyla okuldan uzaklaştırıldıklarının nedeninin anlaşılamadığını iddia eden avukat İlyas Aktara,n D.Y. ile ilgili olarak “Uzaktan yakından bu işle alakası yoktur. Daha 20 yaşında bir çocuk.” açıklamasını yaptı.

Hava Harp Okulu adına 2002-2006 yılları arasında Kuleli, Işıklar ve Maltepe Askeri Liselerinden mezun olan 6 öğrenci, Öğrenci Seçme Uçuşu (ÖSU) kampına alınmaları sonrasında kendilerine baskı ve yıldırma politikaları uygulandığını ve bu nedenle de ayrılmaya zorlandıklarını iddia ederek, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne (AYİM) başvurmuştu.

Avukat İlyas Aktaran, 2006 yılında yaptığı başvuruda ÖSU kampında öğrencileri yıldırmak için şu politikaların izlendiğini savunmuştu:

“Birinci kampta Kara Harp Okulu’na gitmeleri için dilekçe vermeye zorladıkları yaklaşık 80 öğrenciyi yemekhanede ayrı yerlere oturtmaları, ‘siz hak etmiyorsunuz’ denerek onlara marş söyletmemeleri, sivil liselerden aldıkları öğrencilere eğitim yaptırmayıp tam tersine onları gazinoda otururken Askeri Lise kaynaklı öğrencilere keyfi ve onur kırıcı sözde disiplin eğitimi (özellikle yatma ve sürünme eğitimleri) yaptırmaları, keza bu öğrencileri haysiyetlerini rencide edecek biçimde ve gereksiz yere çöplük mıntıkasında saatlerce esas duruşta bekletmeleri, ayrıca bu öğrencileri mahkemeye vermekle tehdit etmeleri, onları uydurma suç isnatları (hap kullanma, hırsızlık vs. gibi) ile 7-8 saat boyunca sorgulamaları, hatta bazı öğrencilerden saç ve kan örneği almaları vs. şeklindeki hareketler. Bütün bu hareketler; daha 18 yaşını yeni doldurmuş (bir kısmının ise henüz reşit olmadığı) genç, heyecanlı, tecrübesiz ve en önemlisi çaresizlik içinde bulunan bu kitleyi moral açısından çökertme, onlarda dışlanmışlık duygusu yaratma, kendilerine ve ailelerine ileride daha fazla maddi külfet gelmemesi için çaresizlik içinde kötünün iyisine razı etme düşüncesini doğurmuş ve böylece kanunun öngördüğü ‘ikrah’ müessesesi bu olayda tam anlamıyla gerçekleşmiştir.”

Haber: Tutkun Akbaş/Habertürk

Ergenekon'da 15 Yeni Gözaltı 5 'i Asker
18 Eylül 2008 17:28
Ergenekon davası çerçevesinde bugün 5 ilde düzenlenen operayonlarda 15 kişinin gözaltına alındığı açıklandı. Gözaltılardan 4'ü asker...

Ergenekon Operasyonu kapsamında Ankara'da gözaltına alınan 8 kişi Adli Tıp Kurumu'na çıkarıldı.

Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü tarafından sabah saatlerinde 8 kişi Ergenekon Operasyonu kapsamında gözaltına alındı Gözaltına alınan K.B, S.S, D.Y, H.D, R.Y, O.K, M.Ö ve ismi öğrenilmeyen bir kişi Adli Tıp Kurumu'na çıkarıldı. Gözaltına alınanlardan 6'sının dini motifli bir örgütle bağlantısı olduğu iddia edilirken, 1 kişinin ise askeri personel olduğu öğrenildi. Zanlıların, yapılan sağlık kontrolünün ardından İstanbul'a gönderilmesi bekleniyor

aktifhaber

REİS'e Ergenekon Gözaltısı

18 Eylül 2008 11:54
Eski Ülkü Ocakları Başkanı Avukat Levent Temiz, Ergenekon davası kapsamında Terörle Mücadele Şubesi tarafından gözaltına alındı.

Levent Temiz'in Bakırköy'deki ev ve işyerine baskın düzenleyen terörle mücadele şubesi ekipleri Temiz'i gözaltına aldı. Temiz'in Bakırköy, Ebuzziya Caddesindeki bürosu ve Florya Basın Sitesi'deki evinde başlatılan aramalar devam ediyor.


TÜRKEŞ TASFİYE ETTİ

Levent Temiz, Ülkücüler arasında çok tanınan bir isim.

Temiz, Alparslan Türkeş'in oğlu Tuğrul Türkeş'in MHP Genel Başkanlığını desteklemişti.

Ancak Türkeş'in genel başkanlık yarışını kaybetmesi ile Genel kurul salonunda çıkardığı olaylarla gündeme gelmişti. Devlet Bahçeli'nin Genel Başkanlığa gelişi ile Temiz ve ekibi MHP'den ve Ülkü Ocaklarından tasfiye edildi.


'DİNK NEFRETİMİZİN HEDEFİ' DEMİŞTİ

Levent Temi, Kemal Kerinçsiz'in başkanı olduğu 'Büyük Hukukçular Derneği'ne de üyeydi. Bu süreçte aktif olarak gösterilere katıldı.

Hrant Dink'in yazdıkları nedeniyle, hakkında Türklüğe hakaret ettiği yolunda dilekçeler veren ekip içinde yer aldı.

26 Şubat 2004’te AGOS’un kapısına gidip, “Hrant Dink, bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir” demesi tepki çekmişti.

Levent Temiz, Ergenekon tutuklusu İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in oğlu Mehmet Perinçek ile de bir araya gelmişti.

AVUKATI İLK AÇIKLAMAYI YAPTI

Temiz'in avukatı Ömer Kavili, "Müvekkilim Ergenekon terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla gözaltına alındı. Sabah saat 09.00 gibi eve gelen polisler içeride arama yaptı. Ev araması tamamlandı. Alınan belgeler hakkında soruşturmanın selameti açısından bilgi vermek istemiyorum." şeklinde konuştu.

aktifhaber

İzmir'de Bir Subay Gözaltına Alındı
18 Eylül 2008 17:22

''Ergenekon'' soruşturması kapsamında, Savcısı Zekeriya Öz'ün talimatıyla, İzmir'de bir teğmen gözaltına alınarak İstanbul'a gönderildi.

Alınan bilgiye göre, İzmir Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, ''Ergenekon'' soruşturması kapsamında, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün talimatı üzerine, İzmir'de teğmen Ş.İ'yi gözaltına aldı.

İstanbul'da görev yaptığı ve eğitim amacıyla Urla Menteş'teki askeri birliğe geldiği öğrenilen Ş.İ'nin, uçakla İstanbul'a gönderildiği bildirildi.
aktifhaber

"Ergenekon"da Suç Duyurusu
18 Eylül 2008 18:10"Ergenekon" davası dosyasında adı geçen Tuncay Güney'in ifadelerinin tahrif edildiği iddiasıyla 2 emniyet mensubu ile 3 savcı hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunuldu.

Sultanahmet'teki İstanbul Adliyesine gelen İP Genel Başkanı Doğu Perinçek'in avukatları, hazırladıkları suç duyurusu dilekçesini savcılığa verdi.

Perinçek'in 12 avukatının imzası bulunan dilekçede, Ergenekon davasının soruşturması sırasında Tuncay Güney'in "sesli ve görüntülü beyanlarını"nın, 2 emniyet mensubunca tahrif edilerek çözümlendiği öne sürüldü.

Ergenekon soruşturmasını yürüten 3 Cumhuriyet savcısının da bu çözümleri dosyaya dahil ettiği ileri sürülen dilekçede, 5 kamu görevlisi hakkında soruşturma yapılması istendi
aktifhaber

Ergenekon soruşturması kapsamında Ünlü sanatçı Nurseli İdiz ve Sisi lakaplı Seyhan Soylu gözaltına alındı..

Vatan gazetesinin iddiasına göre ünlü tiyatro sanatçısı Nurseli İdiz, Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındı.

Yaklaşık 1 saat önce Ulus'daki evinden Terörle Mücadele Şubesi Ekipleri tarafından gözaltına alınan İdiz'in avukatı haberi doğruladı ancak herhangi bir açıklamada bulunmadı..

SEYHAN SOYLU DA GÖZALTINDA

Ünlülerin menajeri olarak tanına Sisi lakaplı Seyhan Soylu da aynı soruşturma kapsamında gözaltına alındı. Seyhan Soylu bir süredir "Cumhuriyet Kadınları" adlı bir belgeselin çalışmalarını yürütüyordu. Nurseli İdiz de bu projede görev alıyordu.
aktifhaber

Umur Talu
En büyük devlet, kahrolsun çeteler!

Sabancı cinayetleri 9 Ocak 1996'da.

"Sabancı cinayetleri faili" Duyar' ın teslim oluşu 1997 Ocak ayı.

"Sabancı cinayetleri faili" Duyar'ın önce konduğu Kırklareli Cezaevi'nden nakledildiği Afyon'da baba oluşu 16 Ocak 1999.

"Sabancı cinayetleri faili" Duyar ile Parsadan' ın bulunduğu cezaevine "Ergin Kardeşler" in nakli 1999 Ocak sonu, şubat başı.

"Sabancı cinayetleri faili" nin Afyon Cezaevi'nde katledilmesi ("Çiller'in örtülü ödeneği faili" Parsadan'ın da vurulması) 15 Şubat 1999'da.

"Sabancı cinayeti failini öldüren Ergin Kardeşler'in öldürülme korkusuyla 6 kişiyi öldürdükleri isyan" 2000 yılı ekim sonu, kasım başı.

Ergenekon iddianamesine giren ve Fox TV'nin verdiği eski, gizli kalmış kayıtta, o sırada pencereden adam atmakta olan "kardeşler" ne diye bağırıyor:

"Devlet için kurşun sıktık"

Nasıl?

"Bu devlet bana Mustafa Duyar'ı öldürttü"

Yani kimi?

Sabancı cinayetleri faili (muhtemel) itirafçı"yı!

Kurşun döktürenler

"Devlet için kurşun sıktık", ne tanıdık!

Devletin, hem de "Maraş katliamı" gibi bir vahşetten sonra, "Bana sağcı ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz" diyebilen başbakanı olmuştu. Sonra yine başbakan oldu; cumhurbaşkanı da oldu.

O "Ordinaryüs" un halefi Bayan Profesör Başbakan da "Devlet için kurşun sıkan da kurşun yiyen de şereflidir" demişti...

Hem de "Sabancı cinayetleri" nin işlendiği, Susurluk'un patladığı, "Sabancı faili"nin teslim olup öldürülmeye doğru yola konduğu günlerde.

"Devlet için kurşun sıkma şerefi"ni nice çete üstlendi elbette.

Ama "Kanlı Pazar" da solcu avlayan "muhafazakar saldırganlar" da aynı fikirdeydi...

Ankara'da ev basıp İstanbul'da üniversite bombalayıp bir o kadarını daha katleden "milliyetçiler" de.

Anlaşıldı ki, "kimi solcu" da "Devlet için kurşun sıkma şerefi"ni yine mafya ve devlet derinlikleri ile paylaşıyormuş.

Tabii, kimse pek üstüne alınmıyor bunları.

Mesela, bunca çeteyle, bunca katil ve cinayetle, onca "Aliveli abi"yle yan yana düşebilmek, halvet olabilmek bugün de nice "ulusalcı"yı hala utandırmıyor, kahretmiyor!

Eski "liberal, muhafazakar" başbakanlar, cumhurbaşkanları, "liberal, sosyal demokrat, demokratik sol, milliyetçi, demokrat" başbakan yardımcıları, mirasçıları, iktidar ile muhalefet aktörleri filan hiç ama hiç sıkılmıyor!

Veli Abi nerede?

"Sabancı cinayetleri failini öldürdükten sonra yeni cezaevinde isyanda 'Bu devlet bana Mustafa Duyar'ı öldürttü' diye bağıran katiller" tanık da gösteriyorlarmış meğerse:

"Veli Abi'yi ara!"

Belli ki, "Bu devlet bana... öldürttü" derken, baş tanığı, "iyi hal kağıdı" kaynağı, referansı, "hamili kart sahibi"... "Bizi bilen Veli Abi". Emekli Tuğgeneral Veli Küçük!

1996'da, "Sabancı cinayetleri" nden bir süre sonra, "Korucu Milletvekili, Sabancı cinayetlerinde adı geçen Polis Müdürü ve nice 'Devlet için kurşun sıkma' vakasının aktörü"nün başına gelen kaza ile şöhreti açığa çıkan Küçük.

O dönemde Meclis'te ifade vermeye tenezzül etmeyen, asker ve sivil kimsenin oraya sevk edemediği "Büyük".

Şimdi Ergenekon'dan tutuklu Küçük.

"Sabancı failini öldüren kardeşler, devlet için yaptıklarını bağırırken tanık gösterdikleri Veli Abi", o 2000 yılında nerede acaba?

Büyük sermayenin, büyük burjuvazinin en önemli mensuplarından "Sabancılar"dan birini, hem de holdingin dev merkezinde öldüreni öldürenlerin "Veli Abi"ye selam çaktığı tarihlerde...

Veli Abi, kimlerle, nerede?

Veli Küçük, dünya da küçük!

Veli Abi o sırada, yine büyük sermayenin, büyük burjuvazinin çok önemli bir başka mensubunun, "Özyeğinler"in Mart 2000'de kurduğu, Gima ile de birleşen Endi mağazacılık şirketinin yönetim kurulunda istihdamda. Veli Abi'nin has adamı, "Köylülere dışkı yedirerek devleti (ve milleti) mahkum ettirmiş Albay" da aynı grubun bankasında güvenliğin başında.

Artık bu konu "liberal" TÜSİAD'ın "etik ve demokratik" ilgi alanına girer zaten!

"Serbest piyasa" ile "liberal kader" in bu olaylarla tamamen ilgisiz cilvesine bakın:

2005'te, yani "Veli Abi"nin Endi'den (Gima) ayrıldığı söylenen 2004'ten sonra, Gima ve Endi'nin çoğunluk hisseleri, "Sabancılar"la "yabancılar"ın ortak olduğu CarrefourSa'ya 132.5 milyon dolara satıldı, Veli Abi'nin o dönemdeki patronları (yönetim ortakları) tarafından.

"Bu devlet bana (Sabancı cinayetleri faili, itirafçı) Mustafa Duyar'ı öldürttü. Veli Abi'yi ara... Veli Küçük'ü... Bizi bilir" diye bağıran "Biraderler" den biri, isyandan sonra şu demeci vermişti:

"En büyük devlet, kahrolsun çeteler!"

Hakikaten öyle : Devlet büyük, çete küçük!

Nereden nereye: Cezaevi isyanlarından cezaevine, ziyaretlere, ziyaret edilmeyene...

Hafıza-i devlet, isyan ile maluldür!

sabah

O Ergenekoncu TSK'dan Atılmış
19 Eylül 2008 14:25

Ankara'da Ergenekon kapsamında gözaltına alınan D.Y. 2006 yılında Harp Okulu'ndan atılmış ve Askeri Yüksek Mahkemesi'ne şu dilekçeyi vermiş.

Ergenekon’a gözaltına alınan isimlerden D.Y. 2006 yılında Harp Okulu’nda baskıyla okuldan atıldıkları iddiasıyla Askeri Yüksek Mahkemesi’ne (AYİM) dava açan öğrencilerden biriydi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü Ergenekon soruşturması kapsamında dün gerçekleşen operasyonlarda ilk kez muvazzaf askerler de gözaltına alındı. Savcı Zekeriya Öz'ün talimatıyla gözaltına alınan 17 kişi arasında 5 teğmen ve bir askeri öğrenci de bulunuyordu.

Ankara’da gözaltına alınan isimlerden biri olan D.Y.’nin ise 2006 yılında Harp Okulu’nda baskı var iddiasıyla Askeri Yüksek Mahkemesi’ne dava açan 80 öğrenciden biri olduğu ortaya çıktı. Halen ODTÜ’de üniversite öğrencisi olan 20 yaşındaki D.Y.’nin Ergenekon soruşturmasının ikinci iddianame çalışmaları kapsamında yürütülen soruşturmaya ve Harp Okulu’nda örgütlenen bir ekibin parçası olduğu iddiasıyla gözaltına alındıkları öğrenildi.

D.Y.’nin İzmir Maltepe Askeri Lisesi’ni bitirince Kara Harp Okulu’nun kampına gittiği dönemde baskıyla istifalarının istendiğini iddia ederek açtıkları davayı kaybedip Harp Okulu’na alınmadan uzaklaştırıldğı ortaya çıktı. 2006 yılında D.Y. ile birlikte 47 öğrencinin kendi istekleriyle ayrıldıkları Genelkurmay Başkanlığı tarafından da duyurulmuştu. O dönemde D.Y. ile 6 öğrencinin daha avukatlığını yapan İlyas Aktaran, D.Y’nin Ergenekon örgütüyle bir bağının olmadığını öne sürerek, soruşturmayı da eleştirdi. D.Y’nin de aralarında bulunduğu öğrencilerin o dönem baskıyla okuldan uzaklaştırıldıklarının nedeninin anlaşılamadığını iddia eden avukat İlyas Aktara,n D.Y. ile ilgili olarak “Uzaktan yakından bu işle alakası yoktur. Daha 20 yaşında bir çocuk.” açıklamasını yaptı.

Hava Harp Okulu adına 2002-2006 yılları arasında Kuleli, Işıklar ve Maltepe Askeri Liselerinden mezun olan 6 öğrenci, Öğrenci Seçme Uçuşu (ÖSU) kampına alınmaları sonrasında kendilerine baskı ve yıldırma politikaları uygulandığını ve bu nedenle de ayrılmaya zorlandıklarını iddia ederek, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne (AYİM) başvurmuştu.

Avukat İlyas Aktaran, 2006 yılında yaptığı başvuruda ÖSU kampında öğrencileri yıldırmak için şu politikaların izlendiğini savunmuştu:

“Birinci kampta Kara Harp Okulu’na gitmeleri için dilekçe vermeye zorladıkları yaklaşık 80 öğrenciyi yemekhanede ayrı yerlere oturtmaları, ‘siz hak etmiyorsunuz’ denerek onlara marş söyletmemeleri, sivil liselerden aldıkları öğrencilere eğitim yaptırmayıp tam tersine onları gazinoda otururken Askeri Lise kaynaklı öğrencilere keyfi ve onur kırıcı sözde disiplin eğitimi (özellikle yatma ve sürünme eğitimleri) yaptırmaları, keza bu öğrencileri haysiyetlerini rencide edecek biçimde ve gereksiz yere çöplük mıntıkasında saatlerce esas duruşta bekletmeleri, ayrıca bu öğrencileri mahkemeye vermekle tehdit etmeleri, onları uydurma suç isnatları (hap kullanma, hırsızlık vs. gibi) ile 7-8 saat boyunca sorgulamaları, hatta bazı öğrencilerden saç ve kan örneği almaları vs. şeklindeki hareketler. Bütün bu hareketler; daha 18 yaşını yeni doldurmuş (bir kısmının ise henüz reşit olmadığı) genç, heyecanlı, tecrübesiz ve en önemlisi çaresizlik içinde bulunan bu kitleyi moral açısından çökertme, onlarda dışlanmışlık duygusu yaratma, kendilerine ve ailelerine ileride daha fazla maddi külfet gelmemesi için çaresizlik içinde kötünün iyisine razı etme düşüncesini doğurmuş ve böylece kanunun öngördüğü ‘ikrah’ müessesesi bu olayda tam anlamıyla gerçekleşmiştir.”

Haber: Tutkun Akbaş/Habertürk

8 YIL SONRA ÇIKAN ŞOK GÖRÜNTÜLER !

2 Eylül 2008 15:18
8 yıl önce Uşak cezaevinde isyan çıkaran Nuri Ergin ve kardeşi Vedat Ergin'in şok itiraflarının bulunduğu görüntüleri ortaya çıktı
Kanlı isyanın altından karanlık ilişkiler çıktı.. Fox'un ortaya çıkardığı haberde yayınlanan görüntüde, Çete lideri "sabancı suikastinin failini ben öldürttüm" derken kardeşi ise, "devlet için mermi sıktık" şeklinde konuşuyor. Görüntüde yer alan ifadeler Ergenekon davasının kilit ismi, emekli tuğgeneral Veli Küçük'ü gösteriyor..

İşte Fox'da yayınlanan haberin detayları;

Bu görüntüler tam 8 yıl öncesine ait.. Kanlı isyan sırasında gelen tarihi itirafları o günden bu güne kimse bilmedi, kimse görmedi.. Ta ki ergenekon iddianamesi ortaya çıkana kadar..


"SORUŞTURMA SIRASINDA C. BAŞSAVCILIĞIMIZA GELEN İHBAR MEKTUBU İÇERİSİNDEKİ CD'DEKİ GÖRÜNTÜLERDE NURİ VE VEDAT ERGİN'İN MUSTAFA DUYAR'IN ÖLDÜRÜLMESİ OLAYINI VELİ KÜÇÜK'ÜN AZMETTİRDİĞİ YÖNÜNDE İFADELERİN YER ALDIĞI GÖRÜLMÜŞTÜR... HATTA NURİ VE VEDAT ERGİN KARDEŞLERİN MUSTAFA DUYAR'IN ÖLDÜRÜLMESİ OLAYINI DEVLET ADINA GERÇEKLEŞTİRDİKLERİNİ ZANNETTİKLERİ ANLAŞILMAKTADIR"

Bu satırlar iddianamede yer aldı ama görüntüleri sadece ve sadece fox haber ele geçirdi...

Tarih 2000 yılı, ekim ayı.. Yer uşak cezaevi... Türkiye güne kanlı bir isyan haberiyle uyandı.. Çete lideri nuri ergin ve kardeşi vedat ergin, yaklaşık 200 adamıyla birlikte cezaevini kan gölüne çevirdi..

MAHKUMLARIN GÖZLERİNİ OYDULAR, DİRİ DİRİ YAKTILAR

118 kişinin rehin alındığı, insanların diri diri yakılıp, gözlerinin oyulduğu olaylarda 5 kişi öldürüldü..

İşte o dakikalar... İçerde kan gövdeyi götürürken, çete lideri Nuri Ergin önce pencereye çıkıyor.. Ve tarihi bir itirafta bulunuyor:

Nuriş lakaplı Nuri Ergin'in "devlet bana öldürttü" dediği Mustafa Duyar Sabancı suikastinin faili..

Ardından elinde bir tabanca ile kardeşi vedat ergin çıkıyor pencereye, yanında yüzlerini maskelerle kapatmış adamları var.... "devlet için kurşun sıktık" diyor ve devlet zannettiği kişinin kim olduğunu açıklıyor:

Bu sözlerin ardından katliam yeniden başlıyor.. Ergin kardeşler ve adamları iç çamaşırına kadar soydukları bir mahkumu pencereden aşağı atıyor..

Bir kaç dakika sonra pencereye çıkartılan bir mahkum daha var.. Biraz önce aşağı atılan mahkum ona göre çok şanslı.. Çünkü bu kişi aşağı atılmadan önce göğsüne 5-6 bıçak darbesi alıyor:

ŞOK GÖRÜNTÜLER 8 YIL SONRA ORTAYA ÇIKTI

Haberciler yaşanan vahşetin çok kısıtlı bir bölümünü cezaevinin dışından görüntüleyebilmişti.. Ama anlaşıldı ki olaylar sırasında içerden de görüntü alınmıştı.. 8 yıl boyunca gizli kalan gerçekler iddianamede saniye saniye anlatıldı:

Nuri Ergin'in söylediği olay gibi yıllar öncesine sabancı suikastine kadar uzanıyor.. Şimdi o süreci hatırlayalım:

"SABANCI'YI VURAN TERÖRİSTİ VELİ KÜÇÜK ÖLDÜRTTÜ" İDDİASI

Takvimler bu kez 9 ocak 1996'yı gösterirken, Sakıp Sabancı'nın kardeşi Özdemir Sabancı ve iki holding çalışanı Türkiye'nin en iyi korunan binalarından birinde sabancı center'da silahlı saldırı sonucu öldürüldü.. Olayı terör örgütü dhkp-c üstlendi..

SABANCI SUİKASTİNİN FAİLİNİ NURİŞ ÇETESİ ÖLDÜRTMÜŞTÜ

Suikastte tetiği çeken mustafa duyar, bir yıl sonra sürpriz bir şekilde teslim oldu ve Afyon cezaevine konuldu. Ergin kardeşler de bir süre sonra adamlarıyla birlikte aynı cezaevine nakledildi.. Yine bir isyan çıktı, 15 şubat 1999 günü Sabancı'nın katili Duyar öldürüldü, aynı odada kaldığı dolandırıcı Selçuk Parsadan ağır yaralandı..

TARİHİ İTİRAFLAR ÖLÜM KORKUSUYLA MI GELDİ?

Ergin kardeşler isyanın ardından önce kartal sonra da uşak cezaevine nakledildi.. o günlerde yeraltı dünyasının bir diğer ünlü ismi alaaddin çakıcı ile kavgalıydılar...Uşak cezaevine çakıcı'nın adamları gönderilince öldürülme korkusuyla bir kez daha isyan çıkarttılar...

SAVCI "TERÖRİSTLERİ VE ÇETELERİ VELİ KÜÇÜK KOORDİNE ETTİ" DİYOR

Ergin kardeşler öldürüleceklerini düşündükleri için mi bu itiraflarda bulundu bilinmez ama ergenekon savcıları bu sözleri ciddiye aldı... sabancı'yı öldüren dhkp-c terör örgütü, Tetikçiyi öldürenler ise nuriş çetesiydi... Ve savcılar iki olayı biraraya getirenin davanın kilit ismi emekli tuğgeneral Veli Küçük olduğuna kanaat getirdiler:

"NURİŞLER ÇETESİNİN MUSTAFA DUYAR'I ÖLDÜRMEK İÇİN HAKLI BİR NEDENLERİNİN OLMADIĞI, ALDIKLARI TALİMAT GEREĞİ BU EYLEMİ GERÇEKLEŞTİRDİKLERİ, CEZAEVİ İSYANINDAKİ GÖRÜNTÜLERDEN DE MUSTAFA DUYAR'IN ÖLDÜRÜLMESİ OLAYINI VELİ KÜÇÜK'ÜN TALİMATI İLE YAPTIKLARI, EYLEMİN DUYAR'IN KONUŞMASINI ÖNLEMEK İÇİN YAPILDIĞI, DOLAYISIYLA EYLEMİ PLANLAYAN VE AZMETTİRİCİ OLDUĞU ANLAŞILAN VELİ KÜÇÜK'ÜN HEM DHKP-C TERÖR ÖRGÜTÜ HEM DE NURİŞLER ÇETESİ İLE KOORDİNASYONU SAĞLADIĞI ANLAŞILMAKTADIR."

İddialar, itiraflar böyle.. ortada iki cinayet var, birbirinden karanlık ilişkiler var, son sözü yine yargı söyleyecek...

haber10

Veli Küçük Açıklama Yaptı
07 Ağustos 2008 09:59

Ergenekon Davasın'da ismi her sayfada geçen emekli General Veli Küçük, avukatı aracılığıyla hapishaneden açıklama gönderdi. İşte o açıklama..

Ergenekon davasının en önemli sanıklarından biri olan Veli Küçük, avukatı aracılığıyla bir açıklama yaptı

Küçük yaptığı açıklamada soruşturma kapsamında maksatlı olarak yapılan dezenformasyon faaliyetlerinin tahammül edilemez boyutlara geldiğini belirtti.

Açıklamada şöyle deniliyor:

"Halen tutuklu bulunduğum soruşturma kapsamında mahkemeye teslim edilen iddianame ve bu iddianameye ek olarak gösterilen belgelerin kamuoyunun bilgisine sunulmasını takiben, soruşturmanın başından itibaren maksatlı olarak yapılan dezenformasyon faaliyetleri tahammül edilemez bir boyuta ulaşmıştır.

Tamamen asılsız iddialarla kişiliğime, Türk ve Müslüman kimliğime, şeref ve haysiyetime karşı insafsız saldırılar her geçen gün artırılarak devam ettirilmektedir. Bu kapsamda kamuoyunun bilmesini isterim ki 65 yıllık ömrümün ve 35 yıllık meslek hayatımın hiç bir döneminde, hiç bir surette teröre, terör örgütlerine, yasalarımızca suç teşkil eden hiç bir oluşum, eylem veya söyleme destek vermedim.

Meslek hayatım boyunca, görevim çerçevesinde ASALA, PKK, DHKP-C, HİZBULLAH, İBDA-C v.s. terör örgütleriyle gerektiğinde hayatımı ortaya koymak suretiyle mücadele ettim. Bu mücadelemde -bazı maksatlı çevrelerin iddia ettiği gibi- yasadışı hiç bir yola yönelmediğim gibi, mensubu olmaktan her zaman onur ve şeref duyduğum Türk Silahlı Kuvvetlerimizin bir subayı olarak, iddia edildiği gibi bir hukuksuzluk içinde yer almam söz konusu dahi olamaz.

Emeklilik dönemimde de, sağduyulu bir vatandaş olarak, ülkemizin geleceğine ilişkin kaygı ve düşüncelerimi tamamen meşru zeminlerde ve demokratik haklar çerçevesinde kamuoyuyla paylaştım. Ancak, geçmişten günümüze artan şekilde, görünürde şahsım ama temelde devlet kurumları hedef alınmak suretiyle, her türlü ahlak, vicdan, iman ve izandan yoksun bir şekilde, alçakça ve kalleşçe bir suçlama ve karalama kampanyası yürütülmektedir.

Daha yargılamanın yeni başladığı kovuşturma kapsamında, şahsım en baştan suçlu ilan edilerek, iddianamede dahi yer verilmeyen her türlü iftirayla karşı karşıya bırakıldım ve bırakılıyorum. İlk inceleme ve tespitlerime göre, hukuki olmaktan ziyade, belirli çevreleri tatmin etmeye yönelik, hukuki delil yerine varsayıma, tahmine ve şüpheye dayandırılan, somut bilgi, belge ve delil içermeyen sözkonusu iddianamenin, bu soruşturmayı fırsat bilerek kendilerine çeşitli yararlar temin etmeye çalışan, birçoğuyla hayatımın hiç bir döneminde karşılaşmadığım, adını dahi bilmediğim ve muhtemelen bazılarınınkini hiç bir zaman öğrenemeyeceğim kişilerin iftiralarıyla kurulu olduğunu görmüş bulunmaktayım.

Bu belge bir iddianame olmaktan ziyade bir iftiraname olup, sözkonusu iftiraname ile ilgili gerekli savunmalarımı, ezelden beri bu ülkenin düşmanları olmuş, yurtdışından beslenen belirli güç odaklarının maşası konumundaki satılık kalemler, sözde demokratlar, ABD'nin kucağına oturmuş sözde müslümanlar, AB beslemeli sözde cumhuriyetçiler tarafından şayet fırsat verilirse, Mahkeme önünde yapacağım.

Hakkımda yürütülen bu linç girişimine karşı, yargı organları nezdinde imkanlarım dahilinde gerekli girişimi de yapmış bulunmaktayım. Belirttiğim güç odaklarının temel hedefinin, kendilerine verilen görev ve misyon çerçevesinde sahip oldukları son derece geniş imtiyaz ve imkanları kullanmak suretiyle, Türkiye Cumhuriyetini içeriden bölmek, parçalamak ve yok etmek olduğunu bu görev çerçevesinde önlerinde engel olarak gördükleri vatansever, milliyetçi, Atatürkçü unsurların hedef alındığını, böylelikle devletin ve toplumun Cumhuriyeti koruma refleksinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını kamuoyunun takdirine sunuyor

Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarını, evrensel hukuk kurallarını, aklı, vicdanı, insafı, imanı, onuru, şeref ve haysiyeti, meslek etiğini, basın ilkelerini hiçe saymak suretiyle adil yargılanma hakkımı elimden almaya çalışan, milli değerlerden yoksun, vatan ve millet düşmanı bu güç odaklarını müfteri ilan ediyor ve bunlar karşısında, en başta bağımsız yargı olmak üzere ilgili tüm devlet kurumlarımızı göreve, hak ve vicdan sahibi Yüce Türk Milletini sağduyulu olmaya davet ediyorum."

aktifhaber

Gizli Tanıklardan Biri Deşifre
08 Ağustos 2008 10:04

Ergenekon Terör Örgütü İddianamesi'nin EK Delil CD'lerinde büyük bir hataya imza atıldı. PKK'yla ilgişkilerle ilgili itiraflar yapan gizli tanık deşifre edildi.

Mahkemeye gönderilen bir klasörde Galip kod adlı tanığın açık adı yer aldı, tanık deşifre oldu. Gizli tanık, ifadelerinde PKK ve Mumcu'nun öldürülmesiyle ilgili bilgiler veriyor..

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 441 klasörlük Ergenekon Soruşturması'nda ifadesine başvurulan gizli tanığın, PKK'nın bir dönemdeki üst düzey yöneticilerinden biri olduğu ortaya çıktı. Savcılık tarafından kaldığı cezaevine gönderilen talimatın ardından aynı gün içerisinde 'gizli tanık' olarak ifadesi alınan hükümlünün isminin açıkça belirtildiği yazışmaların dosyaya girmesiyle birlikte, korkunç hata ortaya çıktı. Başsavcılık tarafından 5 Haziran 2008'de yollanan talimat yazısında, halen tanığın ifadesinin alınması istendi. İfade suretleri, katip yemin tutanağı ve gizli tanık tespit tutanağı ile birlikte evraklar, Emniyet'e gönderildi. Ancak savcılığın mahkemeye sonradan göndermiş olduğu dosyaların içinde yer alan, 'sonradan gelen1' isimli klasörün 5 ile 9'uncu sayfalarında yer alan yazışmalarda H.B.'nin ismi açıkça yer aldı.

33 ASKER NEDEN ÖLDÜ?
İfadesinde PKK'nın 12 Eylül 1980'de darbe olacağını kendilerine haber verildiğini belirten gizli tanık, Abdullah Öcalan'ın kendisine, Uğur Mumcu'nun, "Pilot Necati" ile ilişkisini ortaya çıkaracağı için öldürüldüğünü anlattığını söyledi. Devletin Öcalan'ı kontrol amacıyla Pilot Necati adlı kişiyi gönderdiğini belirten tanık, "Öcalan, kendisinin onu kullanarak bilgiler edindiğini ve devletin üzerine gelemediğini anlatıyordu" dedi. Tanık, "Özal'ın, PKK'nın dağdan inmesi için projeler üretmesinin ardından örgüt ateşkes ilan etti. 1993'te Özal'ın ölümünün ardından, Bingöl'de 33 asker PKK tarafından öldürüldü. Devletin çözüm aradığı o dönemde, PKK içinden bir grubun bunu yapmasını hiçbir zaman anlayamadım" ifadesini kullandı.

Kaynak: Sabah

Adil Serdar Saçan'ın Şahidine Bak
08 Ağustos 2008 11:57

Skandalların Emniyet Müdürü Adil Serdar Saçan, Ergenekon'la ilgili açıklamalarına bir valiyi "şahit" gösterdi ama o vali Veli Küçük'ün ortağı çıktı.

Adil Serdar Saçan’ın, Ergenekon soruşturmasının kapatılmasına ilişkin iddialarla ilgili olarak tanık gösterdiği dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır ile kilit isim Veli Küçük emekli oldukları dönemde ortak şirket kurdu


“Uyuşturucu kaçakçılığından adam öldürmeye kadar birçok konuda faaliyet gösterdiği öne sürülen Ergenekon örgütünün lideri” olduğu iddiasıyla 2001 yılında hakkında ön soruşturma izni alınan emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün dosyasının o dönem neden ve nasıl kapatıldığı tartışmaları sürüyor.
Eski İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Adil Serdar Saçan’ın dosyanın kapatılmasıyla ilgili iddialarına tanık gösterdiği dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır konuyla ilgili detaylı açıklama yapmaktan kaçınırken, Veli Küçük’le emekli olduktan sonra iş ortaklığı yapması dikkat çekiyor.

2006’da ayrıldı
İstanbul Ticaret Odası şirket sicil kayıtlarına göre, Erol Çakır, Veli Küçük ile Çakır’ın Özel Kalem Müdürü Nihat Kubuş, 29 Eylül 2004’te 50 bin YTL sermayeyle Stratejik Güvenlik Koruma Ve Eğitim Anonim Şirketi isimli özel güvenlik şirketini kurdu.
Çakır’ın, Küçük ve Kubuş’la ortaklığı 2006’da hisselerini devrederek ayrılmasına kadar sürdü. Şirketin bir şubesinin Trabzon’da olması ve Hrant Dink cinayetiyle Veli Küçük’ün adının yeniden gündeme gelmesinin bu ortaklığın bitmesinde etkili olduğu öne sürüldü.
Küçük, Ergenekon soruşturması nedeniyle verdiği ifadede de, bu ortaklığı doğrulamış ve 2006’da Çakır’ın hisselerini devrederek ayrıldığını söylemişti.

Diğer ortak Kubuş
Güvenlik şirketinin diğer ortağı İstanbul Eski Valisi Erol Çakır’ın Özel Kalem Müdürü olarak görev yapan Nihat Kubuş.
Kubuş, Çakır’ın valiliği döneminde terfi ettirilerek İstanbul Narkotik Şube Müdürü oldu.
Çakır’ın görevden ayrılmasının ardından da Narkotik Şube Müdürlüğü görevinden Büyükçekmece İlçe Emniyet Müdürlüğü görevine getirildi.

Polis izletti iddiası
Eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz’a yakın olduğu öne sürülen Çakır’ın 2001’de dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Kazım Abonoz’la arası açıldı.
Çakır, kendisini izlemeye ve dinlemeye aldıkları iddiasıyla polis teşkilatından şikayetçi oldu.
Çakır’ın, kendisini yolsuzlukla ilgili bir soruşturmaya konu eden emniyet personelini dönemin Başbakan’ı Mesut Yılmaz’ın talimatıyla görevden aldırdığı öne sürüldü.

Haber: Belma Akçura/Milliyet

Sözde Devlet Sırları Deşifre
08 Ağustos 2008 14:00

Susurluk döneminde "devlet sırrı" denilerek pekçok belge açıklanmamıştı. Ancak, Ergenekon iddianamesinin ek klasörlerinde o sırlar açıklandı.

Ergenekon iddianamesinin 441 klasörlük eklerinde yeralan belgelerdeki önemli ayrıntılar gün ışığına çıkıyor.

Dönemin Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş tarafından 14 Ağustos 1997 yılında hazırlanmasına başlanan ve kamuoyuna da açıklanan ünlü “Susurluk Raporu”nun devlet sırrı olduğu gerekçesiyle gizlenerek o dönem açıklanmayan 12 sayfası da iddianame eklerinde bulunuyor.

Ergenekon iddianamesinin 171. klasöründe Doğu Perinçek’in belgelerinin dökümünde yeralan ünlü Susurluk Raporu’nun devlet sırlarının bulunduğu bölümü de içeren tamamı yeraldı. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz tarafından 14 Ağustos 1997'de özel talimatla Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’a hazırlatılan rapor 22 ocak 1998 tarihinde başbakana sunuldu. Metin, Yılmaz’ın katıldığı bir televizyon programında kamuoyuna açıklandı. Ertesi gün yazılı ve görsel medyada kendisine yer bulan ve toplam 124 sayfa olan raporun 12 sayfalık bölümleri ise “RAPORDAKİ (.) NUMARALI SAYFALAR ‘DEVLET SIRRI’ OLDUĞU GEREKÇESİYLE AÇIKLANMAMIŞTIR” ibaresi konularak kamuoyuna açıklanmamıştı. Raporda açıklanmayan 68, 69, 70, 71 – 75 - 77, 78, 79 80- 99- 103,104 nolu sayfalar iddianamede aynen yer aldı.

Bu bölümlerde yeralan devlet sırrı niteliğindeki bilgilerin ana başlıkları zaman zaman medyaya haber olarak yansımasına karşın, raporda yeralan 12 sayfanın tamamı açık bir şekilde yayınlanmadı. Ancak gizlenen bölümlerdeki konu başlıkları "iddia" biçiminde haberlere yansımıştı.

Raporun devlet sırrı olduğu belirtilen eksik sayfalarının dökümü şöyle:

-68.-71. Sayfalar: ‘Mehmet Ali Yaprak ve Kaçırılması’ ile ‘Behçet Cantürk Cinayeti’ ve 'Azerbaycan Darbesi'

-75. Sayfa: Özgür Gündem gazetesinde çalışan ve öldürülen gazetecilerle ilgili bilgiler.

-77-80 Sayfalar: Abdullah Çatlı ve ilişkileri yeralıyor. Bu sayfalarda Abdullah Çatlı’nın gerçekleştirdiği yurtdışı eylemler yeralıyor.

99. Sayfa: Kamu bankaları yöneticileri ve verilen krediler yeralıyor. Bu arada 97 sayfada yeralan ve kamu bankalarının yönetici kadrolarının bir ekip halinde çalıştığını içeren tablo da o dönem açıklanan raporda yeralmamıştı. Bu tabloda belgeler arasında bulunuyor.

-102-103. Sayfalar: “Değerlendirme” başlığını taşıyan bölümde Jandarma İstihbaratı’nın ve faaliyetleri anlatılıyor.

Kutlu Savaş tarafından hazırlanan ve devlet sırrı olarak açıklanmayan bu bölümlerin tamamı Doğu Perincek’e ait belgeler arasında yeralıyor. Rapor üzerinde el yazısı ile yapılmış küçük notlar ve analizler de bulunuyor.

22 Ocak 1998’de açıklanan 124 sayfalık raporun devlet sırları bölümü dışında o dönem basına dağıtılan bölümlerinde yeralmayan iki tablo da dikkati çekiyor. Bunlardan biri, öldürülen Ömer Lütfü Topal’ın kumarhanelerinin gelişimi anlatılırken, çok açık ifade edilmese de bu kumarhanelerin açılmasına yardımcı olan bakan müsteşar, genel müdür ve genel müdür yardımcısını içeren tablo ve tarihler yeralıyor. Bu tablo Kumarhanelerin açılış tarihleri ile izin veren bürokratların isimlerini içeriyor.

Ayrıca kamu bankalarının yönetim kadrosundaki isimlerin de zaman içinde hangi bankalarda görev aldıklarını gözler önüne seriyor.
aktifhaber

Ergenekon gibi en az 25 gizli örgüt daha var
08 Ağustos 2008
Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu'nun başkanlığını yapan Ersönmez Yarbay, derin devlet yapılanması içinde Ergenekon'un tek örgüt olmadığını, Ergenekon gibi en az 25 gizli örgüt bulunduğunu söyledi.
Ergenekon'un, mevcut sistemin sınırlarını zorladığı için tasfiye edildiğini dile getiren Ersönmez Yarbay, gazeteci Uğur Mumcu'nun ise kendi yandaşları tarafından, laik hassasiyetleri arttırmak için öldürüldüğünü savundu.

CİHAN muhabirine Ergenekon soruşturması ve Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili açıklamalarda bulunan Ersönmez Yarbay, Türkiye'de 1991-95 tarihleri arasında birçok faili meçhul cinayet işlendiğini, bunlardan birisinin de Uğur Mumcu cinayeti olduğunu ifade etti. Bu dönemde faili meçhul cinayetlerin artmasının temel nedeninin, devletin terörle mücadelede politika değişikliği yapması olduğunu vurgulayan Yarbay, "Devlet demiştir ki 'terörle, terörün yöntemleriyle mücadele edelim.' Bu politika değişikliği nedeniyle sayıları binleri geçen faili meçhul cinayetler işlenmiştir. Bu cinayetlerin işlenmesiyle birlikte devlette suça karışanların sayısı artmıştır. Bunun bir sonucu olarak da o gün suç işletilenler, bugüne kadar suç işlemeye devam etmişlerdir" diye konuştu.

"UĞUR MUMCU LAİK KURUMLARIN HEDEFİ OLDU"

Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili olarak Ergenekon soruşturmasıyla birlikte yeniden gündeme gelen, 'İsrailli bir tim geldi öldürdü gitti' ve 'MKE'deki silahların izini sürdüğü için öldürüldü' gibi iddiaların Meclis Araştırma Komisyonu'nda da konuşulduğunu ifade eden Ersönmez Yarbay, ancak bu bilgilerin doğruluğunun teyit edilemediğini kaydetti. Komisyonda Mumcu'nun öldürülmesiyle ilgili 26-27 farklı senaryonun tartışıldığını, bunlardan birisinin de MKE'deki silahların izini sürmesiyle ilgili olduğunu dile getiren Yarbay, bu senaryoların tek tek incelendiğini ama hiçbirini destekleyecek somut delillerin bulunmadığını kaydetti. Yarbay, "Ama benim kanaatim şu. Türkiye'de o dönem laik kesimler, bizzat laik kuruluşlar tarafından hedef alınmış, onların duyarlılıkları, anti-laik kesime karşı mücadelelerinin keskinlikleri arttırılmak istenmiştir" dedi.

"Yani kendi yandaşları tarafından mı öldürül dü?" diye sorusu üzerine Ersönmez Yarbay, "Tabii. Bizzat onlar tarafından belli duyarlılıkları artırmak için..." dedi. Uğur Mumcu, Bahriye Üçok ve Muammer Aksoy cinayetleri ile Sivas olaylarının birbiriyle bağlantılı olduğunu savunan Yarbay, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra NATO'nun düşman olarak 'İslamcı tehlikeyi' belirlediğini kaydetti. Türkiye'de bu politik değişikliğin bir sonucu olarak laik kesimin özellikle uç insanlarının hedef haline geldiğini vurgulayan Yarbay, laiklik hassasiyetinin arttırılması için bu cinayetlerin işlendiğini söyledi. Yarbay, bu cinayetleri yaptıranların uzun vadede bunun faydasını gördüğünü, 28 Şubat'ın bu girişimlerin bir sonucu olduğunu ifade ederek, "1990'larda başlatılan, 'Laik kesimi duyarlı hale getirip sokağa dökme projesi, 28 Şubat ile hedefine varmıştır" diye konuştu. Yarbay, Uğur Mumcu cinayetinin de bu bütünlük içinde değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, "Daha çok iç politik hesaplarla kendi yandaşları tarafından hedef yapılmıştır" dedi.

"İSTİHBARAT BİRİMLERİNİN KARIŞTIĞI CİNAYETLER ÇÖZÜLEMİYOR"

Uğur Mumcu'nun eşi CHP milletvekili Güldal Mumcu'nun geçtiğimiz günlerde basına yansıyan, "Cinayetten 16 gün önce İsrail Büyükelçisi bizi yemeğe çağırdı ve yemekte Uğur Mumcu'ya 'Hiç öldürülmekten korkmuyor musunuz ?' dedi" şeklindeki ifadelerinin hatırlatılması üzerine Ersönmez Yarbay, Güldal Mumcu'nun bu konuyu Meclis komisyonuna söylemediğini ifade etti.

İstihbarat birimlerinin karıştığı cinayetlerin ilgili makamlarca bilindiğini, ancak yargı aşamasında bu cinayetlerin aydınlatılamadığını vurgulayan Yarbay, Uğur Mumcu davasında bir sanığın bombayı koyduğunu kabul ettiğini, bu sanığın 1985'ten sonraki tüm bombalı saldırıları üstlendiğini hatırlattı. Bu bombalı saldırıların bir kısmının yabancı diplomatlara yönelik olduğunu ifade eden Yarbay, "Uğur Mumcu'nun ailesi ve diplomatları öldürülen ülkelerin hiçbiri bu iddiaları ciddiye almadı. Hiçbir ülke diplomatlarının katili yakalandı diye Türkiye'ye teşekkür etmedi veya davaya müdahil olmadı" diye konuştu.

"SOL İKTİDARLAR DÖNEMİNDE FAİLİ MEÇHULLER ARTTI"

Ersönmez Yarbay, 1991'de bir iktidar değişikliği yaşandığını ve DYP - SHP koalisyonunun iktidara geldiğini hatırlatarak, SHP'nin iktidarda olduğu bir dönemde SHP'ye destek verenlerin hedef haline getirilip öldürüldüğünü dile getirdi. Genellikle sol iktidarların olduğu dönemlerde faili meçhul cinayetlerin sayısının arttığını savunan Yarbay, 1971 muhtırası öncesinde ve 1978-79 yıllarında CHP'nin, 1991-95 yıllarında ise SHP'nin iktidarda olduğunu hatırlattı.

"Sol iktidarda neden faili meçhuller artıyor" diye sorulması üzerine Yarbay, "Türkiye'deki sol görevini yapmadığı için veya benim bilmediğim bazı nedenlerden dolayı sol iktidarlarda faili meçhullerin sayısında artış oluyor. Bu dikkat çekicidir" dedi.

"ERGENEKON GİBİ EN AZ 25 ÖRGÜT VAR"

Derin devlet yapılanması içinde sağcının solcuyu, solcunun sağcıyı vurduğunu, ancak ipletin bir merkezin elinde olduğunu vurgulayan Ersönmez Yarbay, Ergenekon'un bu merkezin kontrolündeki örgütlerden sadece biri olduğunu söyledi.

Ergenekon'un bir bütün olmadığı, sadece bir parça olduğunu savunan Yarbay, "Ergenekon'dan daha büyük en azından 25 tane örgüt daha vardır. Onun gibi büyük büyük örgütler var. Ergenekon belki biraz mevcut sistemin kontrol edemeyeceği kadar faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. Bu yüzden tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Mevcut sistemin sınırlarını zorlamıştır. Sistemin sınırları içinde kalsaydı, bir problem olmazdı" diye konuştu.

Ergenekon'un üyelerinin yakalanması ve örgütün tasfiye edilmesinin nedenlerinden birisinin de polisin başarılı çalışması olduğunu vurgulayan Ersönmez Yarbay, polisin bu kez Ergenekon ile çalışmaması, Ergenekon'a karşı harekete gemesi sayesinde örgütün deşifre olduğunu kaydetti.


"ERGENEKON SORUŞTURMASI TARİHİ FIRSAT"

Ersönmez Yarbay, demokratik sistemin tesis edilebilmesi için bu tür gizli yapılanmaların mutlaka deşifre edilmesi ve yenilerinin kurulmasına izin verilmemesi gerektiğini ifade etti. Devlet içindeki yapılanmaların, 1974'te Başbakan Bülent Ecevit tarafından ilk kez dillendirildiğini, o günden bugüne kadar bütün başbakanların bundan söz ettiğini vurgulayan Yarbay, şöyle konuştu:

"Bu iddialarla ilgili olarak ilk kez yargılama söz konusu olmuştur. Ergenekon soruşturması bu yönüyle çok önemlidir. İlk kez bu iddialar yargı önüne taşınmıştır. Bunu büyük bir aşama olarak görüyorum. İşlenen suçların, söylenen suçların en azından birgün dava konusu olabileceği görüldü. Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından, Türkiye'nin geleceği açısından Ergenekon iddianamesinin hazırlanması ve bu iddianamenin mahkeme önüne taşınması, Türkiye için tarihi bir dönemeç noktasıdır."

haber7

Uluslararası Kriz Çıkaracak Belgeler

31 Ağustos 2008 12:15
Ergenekon tutuklusunun bilgisayarında, Genelkurmay'ın "uluslararası krize neden olabilir" dediği, askeri gizliliğe sahip belgeler ortaya çıktı.

Savcı Öz, İsmail Yıldız’ın evinde ele geçirilen askeri belgelerin ‘gizlilik derecesini’ Genelkurmay’a sordu. ‘Belgelerin yayınlanması uluslararası krize neden olabilir’ cevabı gelince klasörlere koymadı.

Ergenekon terör örgütünde Türkiye’nin ‘ilgili ülkelerle’ arasında uluslararası krize neden olabilecek askeri gizliliğe sahip belgeler olduğu ortaya çıktı. Ergenekon tutuklusu SESAR Başkanı İsmail Yıldız’ın bilgisayarında ele geçirilen ve üzerinde ‘Gizli’ damgası bulunan askeri belgeleri Genelkurmay’a gönderen Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz, dosyaların incelenerek gizlilik durumlarının devam edip etmediği konusunda ‘acil’ bilgi istedi. Genelkurmay ‘Açıklanması veya ilgili ülkelerin eline geçmesi ülkelerin ikili ilişkileri ile güvenlik politikalarını etkiler’ bilgisini verdi.

BELGE ÇALMA EKİBİ İÇİNDE

ERGENEKON Savcısı Öz, ‘askeri itaatsizliğe tahrik, hükümete isyana tahrik ve devlete ait gizli bilgileri bulundurmak ve örgüt üyeliği’ suçlarından tutuklanan İsmail Yıldız’da ele geçirilen CD’nin içindeki bilgileri görünce şaşırdı. ‘Gizli’ ibareli word belgeleri ve powerpoint sunularının bulunduğu askeri içerikli belgelerle ilgili olarak 26 Haziran 2007 tarihli ve ‘Gizli’ ibareli yazıyla Genelkurmay Askeri Savcılığı’na müracaat etti.

GÖREVİ GEREĞİ Mİ VERİLDİ?

ERGENEKON tutuklusundan ele geçirilen CD’nin bir kopyasını da Genelkurmay’a gönderen Savcı Öz, ‘CD’nin gizlilik içeren Genelkurmay Başkanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait bilgileri içerip içermediği, bilgilerin devletin güvenliğine ilişkin bilgiler ve belgeler olup olmadığı, İsmail Yıldız’ın Genelkurmay bünyesinde herhangi bir görevinin olup olmadığını’ sordu.

ÇABUK OLURSA KLASÖRE GİRMEZ

SAVCI Öz ayrıca, CD’deki bilgilerin hassasiyeti göz önüne alındığında gelecek yazının çabuk yazılması halinde bilgisayardaki tüm bu konudaki bilgilerin imha edileceğini belirtiyor. Askeri Savcılığa gönderilen suret dışında, bir suretinin de delil olarak saklanacağı, ancak muhteviyatının dosya içeriği ve iddianameye yansıtılmayacağı bilgisini veriyor.

Gizli kalmalı denince iddianameye koymadı

ASKERİ Savcılık, 28 Ağustos 2007 tarihli Genelkurmay Başkanlığı’ndan gelen yazıyı Savcı Zekeriya Öz’e göndermiş. Genelkurmay Başkanlığı’ndan gelen yazıda ‘CD’de yer alan bilgilerin, ülkelerle ilgili gizli kalması gereken bilgi ve değerlendirmeleri içermesi, bu bilgilerin açıklanması veya ilgili ülkelerin eline geçmesi halinde ülkelerin ikili ilişkileri ile güvenlik politikalarını etkileyecek olması nedeniyle, devletin güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle halen


En son admin tarafından Cmt Eyl 20, 2008 9:00 pm tarihinde değiştirildi, toplam 8 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Prş Eyl 04, 2008 12:43 am    Mesaj konusu: Cezaevinde pa$a ziyareti Alıntıyla Cevap Gönder

“Ergenekon İBDA-C'yi de böldü” mü?
Oğuz Gürses

AB-D/AKP medyası bugünlerde pek neşeli, pek şen şakrak...

3 Tane emekli paşa ile birbirleriyle ne ilgisi olduğu henüz tam olarak izah edilemeyen 50-60 kişi “Ergenekon Operasyonu” adı altında içeriye tıkıldı ya...

Bunu etrafında bir dezenformasyon furyası... Bir düğün... Bir dernek... Bir öpüşüp koklaşma... Bir kutllama... Bir kutsama... Bir yere göğe koyamama hali... Bir bol keseden atmaca furyası ki, sormayın gitsin...

Bunlara bakan da TC hükumeti bağımsız bir devletin hükûmeti gibi davranıp “toparlayın ulan şu ABD’nin ‘bizim oğlanlar’dediği 27 Mayısçıları, 12 Martçıları, 12 Eylülcüleri, 28 Şubatçıları, 27 Nisancı’ların alayını, alın ifadelerini tıkın içeri, görsünler bakalım ABD emperyalizminin emriinde halk düşmanı darbeler yapmak nasıl oluyormuş” diye ferman çıkarmış sanacak...

Halbuki yukarıda zikredilen “ABD oğlan”ı darbeci takımın asker ve siviil kanatlarına mensup kişilerden ecelleri gelip ölenler dışındakilerin hepsi halen yerli yerinde oturur vaziyette olup, TC’nin bütçesinden kendilerine sağlanan imkânları sonuna kadar kullanarak bir elleri yağda bir elleri balda ve TC’nin özel korumasında yaşayıp gidiyorlar...

Sizce Türkiye’deki bütün darbeleri içeriye tıkılan bu 50-60 kişi mi yaptı?

12 Eylül’ün, darbecileri korumak için özel hükümler taşıyan Anayasası –AKP’nin onu değiştirecek sayısal çoğunluğu olmasına rağmen- halen yürürlükteyken sen hangi, ciddi darbe soruşturmasına, derin devlet kovuşturmasına, “barsak temizliği”ne girişebilirsin ki?

“Susurluk soruşturması” ve “ Şemdinli soruşturması” nasıl sonuçlandıysa bu soruşturmanın akıbetinin de öyle olmaması için hangi geçerli sebepler var?

Anayasa aynı Anayasa, kanunlar aynı kanun, mahkemeler aynı mahkeme, hakimler aynı hakim... Ve hükûmette Şemdinli soruşturmasında olduğu gibi yine AKP var...

***

Arkasındaki iradeden, planına ve zamanlamasına kadar, buram buram AB-D kokan ve düğmesine Washington’daki Bush RTE-görüşmesinde basıldığını Fehmi Koru’nun itiraf ettiğiı bir operasyondan bu ülkenin insanları için “hangi hayırlı sonuç”u bekliyorsunuz ey “İslâmcı-milliyetçi-muhafazakâr-solcu –muhalif ve dahi Ergenekon karşıtı” gazeteci- akademisyen-politikacı-yazar-çizer-konuşurlar?

Hangi “hayırlı sonuç”u, hangi akıl-fikir-mantıkla umuyor ve bekliyorsunuz?

Emperyalist AB-D hayır kurumu mudur ki; Bu ülkenin insanına karşılıksız bir“kıyak yapmak” için böyle bir operasyona start ve geçit versin?

***

Bu operasyonun patronunun kim olduğunu anlamak için 28 şubat medyasının (Hürriyet-Milliyet-Sabah-Cumhuriyet gazeteleri ile ATV-Kanal D- Star-Show Tv’ler) ile bugünkü “Ergenekon Operasyonu” şakşakçısı medyanın (Zaman-Taraf-Sabah-Star-Bugün-Yeni Şafak-Vakit gazeteleri ile Haber-7-ATV-Kanaltürk-Haber24 vb. Tv’ler) kullandığı dezenformatif, savcılardan önce delilsiz mesnetsiz iddia ve itham edici- mahkemelerden önce yargılayıcı-mahkûm edici dil formatının tıpa tıp aynı oluşundan bile görmek kâfi iken...

(28 Şubat’ta Salih Mirzabeyoğlu, Necmettin Erbakan, Mahmud Ustaosmanoğlu, Müslüm Gündüz gibi müslüman lider/önder/şeyh ve çeşitli İslamî cemaatler/örgütler/kuruluşlar/tarikatlar için kullanılan aşağılayıcı, suçlayıcı ve peşinen mahkûm edici dezenformatif dil ile bugün “Ergenekon operasyonu”na dahil edilen ve dahil edilmesi muhtemel kişi ve kuruluşlar için kullanılan dezenformatif dilin, aynı fabrikanın mamulü olduğunu internette yapacağınız kısa bir gezinti ile kolayca görebilirsiniz...)

Dün 28 Şubat’ı kim niçin yaptırdıysa, bugün de “Ergenekon operasyonu”nu aynı odak’ın benzer enstürümanları kullanarak yaptırdığını, değişenin sadece kullanılan aktörler ve hedef alınan kişi ve kuruluşlar olduğunu bu müşterek işbirlikçi dilden dahi anlayabilmeleri mümkünken, anlamayan veya anlamamazlıktan gelenler “Ergenekon”u, 28 şubatın bir rövanşı gibi gösteriyorlar...

“Ergenekon” 28 Şubat’ın bir Rövanşı ise, 28 Şubat’ın çevik darbecilerinin hiç birinin ismi bu operasyonda niçin geçmemektedir? Bunun 28 Şubat’ın sözde patronu Çevik Bir’le sözde mağduru RTE’nin aynı siyonist örgütten, aynı ödülü, bir kaç sene arayla almaları ile bir ilgisi var mıdır? Böyle bir ilgi varsa; 28 Şubat’la Ergenekon’un aynı “odak” tarafından; aynı hedefe ulaşmak için yapılan eylem planının iki ayrı safhası/aşaması olduğunu da pekalâ düşünülebilecekken bu rövanşist tezahürat dili kimleri keklemek/kucağa oturtmak için oluşturulmaktadır...

***

Baran dergisi bunu farkettiği için bu “uydum kalabalığa” hesabı yapılan linç furyasına katılmamaktadır...

Çünkü Baran bu linç furyasının arkasındaki elin AB-D emperyalizmi olduğunu görmüştür.

Çünkü Baran, 28 Şubat’ta kendisine “laik-atatürkçü” sıfatını veren linççilerin “gericiliğe/şeriata/yobazlığa” karşı TC’yi savunmak” bahanesiyle bu ülkede yaşayan müslümanlara hangi haksız /hukusuz/seviyesiz isnat,ithamlarda bulunmuşlarsa, bugün “ülkeyi kemalist darbecilerden kurtarmak, AB standartlarında bir demokrasi kurmak, liberal ekonomi kurallkarını yerleştirmek, hukukun üstünlüğünün geçerli olacağı Batı standartlarında şeffaf bir hukuk devleti kurmak” bahanesiyle kendilerini “Atatürkçü/milliyetçi/cumhuriyetçi/vatansever” gibi sıfatlarla tanımlayan kişilere karşı da aynı tür haksız /hukusuz/seviyesiz isnat ve ithamları tıpatıp aynı dil formatıyla “Ergenekon Operasyonu” etrafında aynen tekrar ettiklerini görmüştür...

Şu habere bir bakın:


(Toplumda kutuplaşmalara yol açan Ergenekon operasyonu şeriatçı örgütü de ikiye böldü

Toplumun her kesimini adeta ikiye bölen Ergenekon soruşturması yasadışı İBDA-C sempatizanlarını bile birbirine düşürdü. İBDA-C’nin “Barancılar” olarak bilinen kolu Ergenekon soruşturmasına ateş püskürüp “liberal çapulcu eşkiyaların” işi olarak nitelendirirken “Furkancılar” olarak adlı kolu soruşturmayı destekliyor ve AKP’ye kapatma davasına sert eleştiriler yöneltiyor. Türkiye’de şeriata dayalı bir düzen getirmek amacıyla Salih Mirzabeyoğlu tarafından kurulan İBDA-C’nin silahlı kanadı operasyonlar sonunda ağır darbe yedi. Mirzabeyoğlu’nun da aralarında olduğu pek çok İBDA-C üyesi ya cezaevine girdi ya da yurtdışına kaçtı. Bu olayların ardından örgütün daha çok siyasal faaliyetlerine katılan sempatizanları arasında Barancılar ve Furkancılar adıyla bölünmeler yaşandı. Birbirlerini aylık çıkardıkları Baran ve Furkan adlı dergilerinde eleştiren taraflar arasındaki görüş ayrılığı Ergenekon soruşturmasıyla iyice derinleşti. Ergenekon destanını Türklüğün büyük bir değeri kabul eden Barancılar, dergilerinde soruşturmayı destekleyen çevreleri şiddetle eleştiriyor. )


Bu kısacık haberdeki yanlışları düzeltmek için sayfalarca yazı yazmak gerekmekmektedir.

İşte dezenformatif dil dediğimiz şey budur ve bu dil kullanılarak AB-D emperyalkizmi emrindeki gazeteler, televizyon kanalları internet siteleri ve haber ajansları eliyle 7/24 kesintisiz olarak yalan haber-ısmarlama yorum üretilmekte ve şuurlar böylece teslim alınmaktadır...

Tıpkı 28 Şubat’ta olduğu gibi...

Bu yalan haber payından sizin hissenize düşeni hangi imkân ve hangi zamanla düzeltebilirsiniz ki?

Düzeltmezseniz/düzeltemezseniz; “demek ki doğruymuş tekzip bile etmediler” denilerek uydurulan yalanlar, şuurlarda “doğru” haline dönüştürülmekte insanlar böylece yargısız infaz edilmektedir...

Dönelim yukarıdaki habere:

“Yasadışı İBDA-C Örgütü” diye bir örgüt yoktıur (niçin olmadığını defalarca izah ettik bir daha edelim: Salih Mirzabedyoğlu “Yasadışı İBDA-C Örgütü” diye bir örgüt kurmamış, yönetmemiş ve böyle bir örgüte herhangi bir sıfatla üye olmamıştır. Bunu Polisteki, savcılıktaki ve mahkemedeki ifadeleri ve savunmalarında açıkça beyan etmiştir. Avukatlarının savunmaları ve temyiz layihalarında da aynı beyan çok açık olarak belirtilmiş ve iddia makamımının iddiasını somut delillerle ispatlaması gerektiği istenmiştir. İiddia makamı ise herhangi bir delil öne sürmeden “ortada bir örgüt olduğuna göre lideri ve kurucusu da olsa olsa Salih Mirzabeyoğludur” diyerek mahkûmiyet talep etmiş, mahkememe de herhang bir somut delile dayanmadan, sırf “vicdanî kanaaiti”yle idam kararı vermiştir. Bütün bunlar mahkeme dosyasında mevcuttur, merak eden gider bakar. Böyle mahkûmiyet kararı mı olur diye düşünecek olanlara zamanın 28 Şubat darbesi dönemi olduğunu hatırlatırız. O öyle bir dönemdi ki, Uzun süre Bu yargılamayı yürüten DGM Başkanı Hakim Sedat Karagül davayı darbecilerin istediği hız ve beklentiler doğrultusunda sonuçlandırmadığı için görevinden alınıp normal bir ağır ceza mahkemesine sürgün edi,ldikten sonra kendisiyle yapılan bir röportajda “DGM’de girdiğim bütün davalarda BASKI GÖRDÜM” demiştir.)....

İBDA-C diye bir yasadışı örgüt olamadığına göre o örgütün sempatizanları da, üyeleri de, yöneticileri de tabiî olarak yoktur.

Peki olmayan bir örgüte dair bölünme haberi, “haber dili ve gazetecilik ahlâkı” açısından nasıl bir haberdir?

Olmayan bir örgütün “Barancılar/falancılar/feşmekâncılar” kolları nasıl teşekkül edebilir?...

Baran ve Aylık dergileri, yaklaşık 20 yıl önce İbda Fikriyatı etrafında biraraya gelen bir grup insanın Taraf Dergisi ile başlayan siyasî/kültürel/edebî/entellektüel bir çaba/tavır/geleneğinin son halkası halinde yayın faaliyetini sürdürmekte olup yasadışı herhangi bir oluşumun temsilcisi/sözcüsü/gözcüsü veya yayın organı değildir...

Furkan dergisi de aynı yıllarda, aynı fikriyat etrafında biraraya gelen bir başka grubun yayınladığı ayrı bir dergidir...

Yani Baran dergisini yayınlayan grupla Furkan dergisini yayınlayan grup, 20 yıl önce yayın faaaliyetine başlarken de ayrı ayrı olduklarından “Ergenekon Operasyon”u dolayısıyle “ayrıldıkları/bölündükleri” iddiaları da kuyruklu yalandır.

Baran aylık bir dergi değil haftalık bir dergidir.

Furkan dergisinde neler yazıldığı bizim bilgi/ilgi/merak sahamız haricinde olduğundan, bugüne kadar o dergi ile alakâlı olarak dergimizde herhangi bir cevap veya eleştiri yayınlanmamıştır.

***

Görüyorsunuz bir küçücük habere bile ne kadar çok yalan/yanlış sığdırıyorlar...

Ellerine geçirdikleri medya gücü ile bu dezenformasyonu haftanın yedi günü ve 24 saat kesintisiz olarak sürdürüyorlar..

Hangi birini nasıl düzelteceksiniz?

Saldırının boyutları, planlaması, önceki emperyalist saldırılarla aynı dil, üslûp ve muhtrva/içerik özellikleri taşıması, işin gerçek patronunun kim olduğunu da ele veriyor...

İşte Baran bunun için bu dolmuşa binmiyor...

Dolmuşa binmediği için oyun bozucu bir misyonu var...

Bu yüzden Baran’a çok kızıyorlar...

Bu yüzden Baran’a karşı saldırganlıklarının dozunu hergün biraz daha arttırıyorlar...

Biz –çok şükür- Allah’tan başkasından korkmuyoruz...

Allah düşmanlarına teslim olmadık, olmayacağız...

Dinimizi, milletimizi, vatanımızı ve bütün ahlâkî ve kültürel değerlerimizi hedef alan bu hain saldırıya dost ve müttefiklerimizle birlikte son nefesimize kadar göğsümüzü siper edeceğiz...

Son nefesimize kadar İyi-güzel-doğru’nun yanında olmaya; kötü-çirkin-yanlış’ın karşında durmaya devam edeceğiz...

Bu savaşın iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın güzel ile çirkinin son büyük savaşı olduğunu biliyoruz...

Bu savaşı şeytanın askerlerinin kazanması ihtimalinin sıfır olduğuna yürekten inanıyoruz...

Mutlak Galib olan Allah, mağlubiyet acısını bu mütekebbir mütecavizler ile onların işbirlikçilerine muhakkak tattıracaktır...

Biz de -her müslüman gibi- bu zaferde küçük de olsa bir emeğimiz, yerimiz, rolümüz, payımız olsun istiyoruz...

Bizim için –şayet olursa- bu dünyada ve ötesinde böyle bir emek/yer/rol/paydan daha büyük şeref yoktur...

***

Şu çağrı sadece bize değil herkese yapılmıştır:

[ işte

çekildi

isyan

bayrağı

"gemileri yakmışız isteyerek

mümkünü yok dönüşümüzün

çizgimize gelen gelsin"]
(1)

Baran bu çağrıya uyanların sesidir...

Bu çağrıya uyanlar dostumuz, uymayanlar düşmanlarımızın dostudur...


Dipnot: 1-Salih Mirzabeyoğlu, Moro Destanı, İbda Yayınevi, İstanbul

Kaynak: http://www.barandergisi.com/


Hakan AYGÜN
Ergenekon savcısı susturulacak mı?
10 09 2008 09:16
Bugün
AKP'nin kapatılmamasından sonra, muhaliflerin de arada kaynadığı Ergenekon davasının ağır ağır savsaklanacağını defalarca yazdım.

Hatta, ramazan bayramına kalmaz içerideki Eruygur ve Tolon paşaların da serbest bırakılmasını beklediğimi açık açık ifade ettim. Ağır ağır sinyalleri gelmeye başladı.

Gerçi Adalet Bakanı M. Ali Şahin, önce "inceleme var" deyip sonra "soruşturma yok" dedi ama Ergenekon savcılarının şimdiden "psikolojik baskı" altına girdiklerini söylemek çok zor değil. Şahin aslında çelişkili konuşmadı. "inceleme" ayrı "soruşturma açılması" ayrı! Ama zaten "inceleme var" duygusu bile savcıya yeter de artar.

Önceki gece Uğur Dündar'a çıkan eski polis şefi Adil Serdar Saçan'ı izlerken bir kez daha "dejavu" yaşayacağımızı anladım. Organize suçlar gibi metanetli işlerin peşine düşen polis şeflerinin-savcılarının sonu aynı oluyor. Korkarım ki, Ergenekon savcısını da 3-5 yıla kalmaz aynı durumda göreceğiz.

Adil Serdar Saçan, Ergenekon'la ilgili şu analizi yaptı: "Araya muhaliflerin de monte edildiği bir dava. Aslında Ergenekon diye bir şey yok. Sadece Susurluk'un şimdiye kadar hiç dokunulmayan asker ayağı var."

Aynen katılıyorum. Bir yığın gereksiz detayla boğulan Ergenekon iddianamesinde "savcıya inceleme de başladıysa" işin özü yine kaçacak demektir. İşin özü, Susurluk'un askeri ayağı! Geçmişte de üzerine gidilemedi, şimdi de karman çormanlık yüzünden arada yine kaynayacak.

Geçmiş olsun!

(..)
HAKAN AYGÜN - BUGÜN
haygun@bugun.com.tr

Ahmet Hakan
’Dışarıdaki bazıları’ sonunda ses verdi

ERGENEKON sanığı Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, Kandıra Cezaevi’nden gönderdiği mesajda şunları söylüyordu:

"Biz içeride huzurlu, onurlu ve alnımız açık olarak yüce Türk adaletinin tecellisini bekliyoruz... Ya dışarıdaki bazıları? Onlar ne durumda acaba?"

Hurşit Tolon’dan gelen mesajdaki bu satırları ilk okuduğumda şöyle demiştim:

"Ne isyan, ne rıza... Bu yalnızca ince bir sitem..."

Peki sitemin hedefi kimdi?

Yani "dışarıdaki bazıları" denilerek, kimlere gönderme yapılıyordu?

Kimlere olacak?

Genelkurmay Başkanlığı’nın üst düzey yönetimine...

Yaşar Büyükanıt Paşa’ya...

Kuvvet komutanlarına...

Yani "içerideki" emekli paşaların silah ve mesai arkadaşlarına...

Demek ki neymiş?

Sitemin karşılık bulması için Yaşar Büyükanıt Paşa’nın gitmesi, İlker Başbuğ Paşa’nın gelmesi gerekiyormuş...

İlker Başbuğ, göreve gelir gelmez, Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi’yi Kandıra Cezaevi’ne gönderdi ve emekli paşaların gönlünü aldı...

Böylece...

"Dışarıdaki bazıları" bir ses vermiş oldu...

Sanırım Hurşit Tolon Paşa, artık içeriden "Ya dışarıdaki bazıları?" diye ince sitemler göndermeye gerek duymayacaktır...

Paşalara ziyaret ne anlama geliyor

MUTABAKAT YOKTU Genelkurmay ile hükümet arasında Ergenekon konusunda bir mutabakat söz konusu değildi. Büyükanıt’ın "yargıya müdahale" görüntüsü vermemek amacıyla Ergenekon konusundaki mutlak sessizliği, bir mutabakat varmış izlenimini yarattı.

İKİ PAŞAYA KEFALET Ziyaretin iki emekli orgeneralle sınırlı tutulması, Genelkurmay’ın sadece iki emekli orgenerale kefil olması anlamına geliyor. Veli Küçük’ün ziyaret kapsamına alınmaması ise askerin, "Ergenekon baştan sona zırvadır" görüşünde olmadığının kanıtı.

YARGIYA GÜVEN Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan tutuklu paşalara destek açıklamasında "yargıya güven" vurgusunun yapılması, "Asker yargıya müdahale ediyor" şeklindeki yorumların önünü kesmek amacı taşıyor. Ancak bu vurguya rağmen, yorumların önünü kesmek mümkün olmayacaktır.

BÜYÜK MORAL Genelkurmay Başkanlığı’nın iki paşaya ziyaret kararı, iki paşayla sınırlı olmasına rağmen, Ergenekon sanıklarının tümü için moral verici bir gelişme olarak yorumlanacaktır. Sanırım Ergenekon sürecinin başından beri sanıkların yüzü ilk kez gülmüştür.

BAŞBUĞ PRESTİJ KAZANDI İki emekli orgeneralin tutuklanması karşısında Genelkurmay Başkanlığı’nın sessiz kalışı, ordunun her kademesinde rahatsızlık yaratıyordu. Tutuklu paşalara ziyaret atağı, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un ordu içindeki saygınlığını büyük ölçüde artıracaktır.

ZAMANLAMA İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olmasının daha haftası dolmadan gerçekleştirilen bu ziyaret atağının, Başbuğ tarafından çok önceden planlandığı anlaşılıyor. Yani Başbuğ, "Göreve gelince paşalara sahip çıkacağım" diye karar vermiş ve sahip çıkmanın şeklini belirlemiş.

Bir şeyler söyle Egemen Bağış

YOLSUZLUK iddialarının hedefi olan AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli, günler sonra partideki görevlerinden istifa etti...

Oysa...

İddialar ilk ortaya atıldığında...

Bazı AKP’liler, "Ortada hiçbir şey yok... Arkadaşımıza güvenimiz tamdır" diye açıklamalar yapmışlardı.

Bu AKP’lilerden biri de Egemen Bağış...

Egemen Bağış, işi o kadar ileri götürmüştü ki, Şaban Dişli’yi savunurken, "Siz de Kızılderilileri öldürmüştünüz" fıkrasını anımsatırcasına, "CHP’liler de Hz. Muhammed’e hakaret etmişti" demişti.

Yani, "Bizimki yolsuzluk yaptıysa, sizinki de Peygamber’e hakaret etti... Beraberiyiz" demeye getirmişti.

Ardından da cansiperane bir şekilde Şaban Dişli’yi savunmuştu...

Neyse...

Daha fazla uzatmayayım...

Demem o ki, Egemen Bağış’ın, istifaya zorlanan, "Aklan da gel" diye kapıya konan Şaban Dişli ile ilgili yeni şeyler söylemesi gerekiyor.

Bekliyoruz...

hürriyet

Behiç KILIÇ
Orgeneral Tolon Orgeneral Eruygur
04 09 2008 09:56
Tercüman

(..)
30 Ağustos akşamı oradaydık.
Gazi Orduevi’nde.
Genelkurmay, geleneksel “kabul gecesi” ile Ankara protokolünü, yabancı misyonu ve sivil konukları,Türk Silahlı Kuvvetleri adına ağırlıyordu... Ev sahipleri askerler ve eşlerinde genel havaya, dinozor bir matbuat mensubu olarak bakıldığında hissedilen hava şu idi.
“Sivile çaktırmayalım, gerilimi içimizde mahfuz tutalım!..”
Asker, tarihte emsali görülmemiz bir iç saldırı, dozu çok yüksek hakaretin hedefinde olmanın gerilimini “göğüsleme-eritme” taktiği ile sivil zevatın elini sıkıyordu ve meselenin başka da türlü bir izah tarzı bendenize göre yoktu!..
Saldırının geldiği yer belli, malum matbuat. Bu matbuatın tanımı da ortada. Yani bu noktada, ilişkileri “iyileştirme” için çaba sarf ettikleri açık seçik belli olan siyasi egemenlerin bu yolda “sırtlarına giren bıçak”ın sahiplerinin kimliklerini net olarak görmeleri gerekebilir!..
Yani bendeniz “havayı” aktarıyorum, elçiye zeval olmaz!..TSK’ya ok gibi saplanan ve “O tarafın” gazete sayfalarından fışkıran salvolar için tetiğe basan elin, malum matbuatın çevresinden dolaşarak gösterildiği adres “iyileştirme çabaları”nı takiyye diye de nitelendiriyor ve sonuç ilişkilerin bilenmesidir!..
Bu rehberlikten çıkarılacak sonuç erbabının bileceği iştir ve bizim yazımızın konusu hapisteki iki generaldir. Ve o gece orada, adları geçmese dahi varlıkları hissedilen iki eski önemli komutan olarak kafalardaydılar!.. Matluba ve hassasiyete uygun olarak hiç kimse, aslında her sivil davette olabilecek “bak yoklar” muhabbetine girmedi ama.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çok önemli köşe taşlarında görevlere başlayan değerli komutanları, yeni yerleri ile ilgili başarı dileklerimizi sunarken gördük ki, hem Hurşit Paşa’nın hem de Eruygur Paşa’nın komutasında onurla görev yapmış generallerdir.
Bu komutanların içlerindeki hüzün yadsınabilir mi?..
Ama askerin bu konudaki tavrı nettir ve “yargıya güvenimiz tamdır” sözleri ile duruşu bellidir.. Son gelişme ise işte o sözünü ettiğimiz hüznün tezahürü, bir vefa borcudur da aynı zamanda.
Televizyonda açıklamayı duyduğumda, “doğrumu duydum” diye, bir de gidip haber müdürümüz Mehmet Aydın’a da sorduğumu hatırlıyorum;
“Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi, Orgeneral Şener Eruygur ile Orgeneral Hurşit Tolon’u ziyaret etmiş ve bu durum TSK adına gerçekleştirmişti..” Deniliyordu ki; “Türk Silahlı Kuvvetleri’ne uzun süre hizmet veren iki emekli komutana yapılan bu ziyaret, Türk Silahlı Kuvvetleri adına gerçekleştirilmiştir.
Bilindiği üzere, dün olduğu gibi bugün de Türk Silahlı Kuvvetlerinin yargıya olan saygısı ve güveni tamdır.”
Şimdi göreceğiz, “onlar” yani şu malum eşkıya ve de “Sevr” beslemeleri “yargıya müdahale” teranelerine gireceklerdir!..Çünkü “yargıya saygı ve güven” bir yana, iki asker üzerine çullanıp TSK’nın derisini yüzmeye başladıklarına inanmış engizisyon çeteleri halindedirler!.. O kadar meydana sahip oldukları inancındaydılar ki; son on beş yılın görev yapmış, terörle savaşmış bütün generallerin adlarını sıralayıp “içeri alınsınlar” kampanyalarına başlamışlardı... Ve çok ilginçtir, bu ekip devletin kredileri ile finanse edilen “hortum” mühendisleridir aynı zamanda.

BEHİÇ KILIÇ - TERCÜMAN
behic.kilic@tercuman.com.tr



Mümtaz'er Türköne
Cezaevinde paşa ziyareti

Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi'nin Kandıra Cezaevi'nde tutuklu iki emekli orgenerali ziyareti, ilk bakışta çok derin anlamlar yüklenecek bir hadise gibi görünmüyor.

Bu ziyaretin Türk Silahlı Kuvvetleri adına gerçekleştirilmesi de öyle. Ben bu ziyarette öncelikle bir meslekî dayanışma niyeti görüyorum. Konu muhtemelen Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde keskin tartışmalara ve şikâyetlere konu edilmiş olmalı. Orgeneral rütbesine ulaşmış iki emekli askerin cezaevinde tutuklu bulunması, muhtemelen bazı muvazzafların askerlik mesleğinin itibarını sorgulamalarına, dolayısıyla ontolojik sorunlara yol açmıştır. Yeni göreve başlayan komuta heyeti, bu rahatsızlıkları dikkate alarak "komuta kademesinin morali"ni yükseltmek üzere bu ziyareti planlamış olabilirler..

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kurumsal itibarı meslekî dayanışmadan, hatta doğrudan askerlik mesleğinin itibarından önce gelmeli. İki orgeneralin tutuklanarak cezaevine konulması, en üst rütbeye gelmiş askerlerin bile bir suçla itham edildikleri zaman kurumsal himaye görmeyeceklerini gösterdi. Dolayısıyla iki orgeneralin hukuk karşısında diğer vatandaşlar gibi eşit muamele görmesi kamuoyu nezdinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin itibarını artırdı.

Kurumsal gücünü mensuplarına imtiyaz veya masuniyet kazandırmak için kullanmadığını kanıtlamış oldu.

Genelkurmay Başkanlığı'nın yayımladığı konuyla ilgili bildiride geçen "... bu ziyaret, Türk Silahlı Kuvvetleri adına gerçekleştirilmiştir" vurgusu, şimdi tersine TSK'nın kurumsal desteğini bu iki "zanlı"nın arkasına yerleştiren tehlikeli bir ibare. Bu ibare, TSK'nın hiyerarşik yapısı içinde bir tasarrufta bulunduğunu ve kurumsal niteliği olan bir "emir ile" bu ziyaretin yaptırıldığını gösteriyor. Amaç bir meslekî dayanışma gösterisi ise, Genelkurmay Başkanı'nın doğrudan kendisinin bir ziyarette bulunması ve bu ziyareti eski silah arkadaşlarına "kişisel bir vefa" olarak açıklaması maksada daha uygun olmaz mıydı?

Dışarıdan görünen ikinci boyut daha kritik. Doğrudan yargı bağımsızlığını ilgilendiriyor. Bildiride geçen "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yargıya olan saygı ve güveni tamdır" kaydı, bu ziyaretin sürmekte olan bir davaya müdahale olarak algılanmasına ve yorumlanmasına engel değil. Mukayese etmek için iki örnek verelim. Birincisi, benzer durumda olan emekli birinci sınıf emniyet müdürünün, cezaevinin bulunduğu ilin emniyet müdürü tarafından emniyet genel müdürü talimatıyla ziyaret edildiğini varsayalım. İkinci örneği de sağlık alanından verelim. Bu iki varsayım, devam eden bir dava ile ilgili gerçekleşseydi, tartışma hangi seyri izlerdi?

Elinde silah bulunduranların hukuka riayet mükellefiyetleri, bulundurmayan devlet görevlilerine göre kat be kat daha fazla. Ülkeyi korumak için verilen silah bulundurma gücünü, mensuplarına hukuk karşısında ayrıcalık kazandırmak için kullandığı izlenimi uyandıran bürokratik bir kurumun itibarı nasıl korunur?

Ergenekon davası devlet içinde, bilhassa da Ordu bünyesinde kendisine verilen yetkileri, araçları ve belki de en önemlisi eğitimle kazandırılan becerileri bireysel çıkarları için kullananların oluşturduğu çetelerin tasfiyesi anlamına geliyor. Dava açılır açılmaz TSK'nın üzerinden ağır bir yük kalktı. İki emekli orgeneralin tutuklanması ise, Ordu'nun çetelerin tasfiyesine desteğinin ölçüsü olarak algılandı. Şimdi emirle yaptırılan bu ziyareti davayı gören yargıçların nasıl yorumlaması gerekiyor?

TSK'nın yayımladığı bildirilerde ve TSK adına yapılan konuşmalarda orduya yönelik "hain saldırılar"dan sıkça şikâyet ediliyor. Komuta heyetine şu soruyu sormak lazım: Orduya yöneltilen eleştirilerin kaçı TSK'nın aslî görevleriyle ilgili?

Ergenekon davası devam ederken bu talimatlı ziyaret kimin itibarına ne kazandırdı? Kime ne kaybettirdi?

zaman

Hürriyet, TSK’ya ilan ettirdi: V. Küçük çeteci!
9/5/2008 Karakter Boyutu:
Ali Karahasanoglu
Kocaeli Garnizon Komutani Galip Mendi’nin, terör örgütü tutuklusu iki orgenerali cezaevinde ziyaretini, medya organlari “ahde vefa” olarak yorumluyorlar!
Ben de merak ediyorum, bu bahsi geçen “ahde vefa”daki “vefa” yi anladik da, “ahd” ne acaba?
Daha dogrusu o “ahd” hangi “ahd”?
O “ahd”; “bu ülkenin anayasal sistemi içinde, kanunlara sadik kalinarak görev ifa etmek” ise..
Bu iki tutuklu orgeneral için, mahkemenin “ahde ihanet ettikleri” karari oldugu ve bu sebeble cezaevinde olduklari açik olduguna göre..
TSK niye onlara ahde vefa gösterisinde bulunsun ki?
Orgeneraller ahde vefa etmemis ise, TSK’nin da ahde vefa etmemesinden daha dogal ne olabilir?
Yok o ahd; “bu ülkenin anayasasina, kanunlarina sadik kalarak görev ifa etmek” degil de, “sandiktan çikan hükümetlerin içinde seçim yapip, isine gelmeyeni devirme” ise, o zaman TSK böyle bir illegal faaliyetin içinde nasil olabilir ki, o “ahd”e vefa gösteriyor olsun?
Iki orgeneralin “ahd”i illegal eylemler ise, TSK niye bu illegal eylemlerle birlikte anilsin!?
Olaya bir baska açidan bakalim; ahde vefadan kasit suydu buydu, haydi kabul edelim. Iyi de, niçin sadece iki orgeneral için “ahde vefa” gösteriliyor?
Veli Küçük pasaya niye ahde vefa gösterilmiyor?
Veli Küçük pasa da, HursitTolon kadar, Sener Eruygur kadar TSK’ye hizmet etmedi mi? O hizmetin karsiligi, böyle ziyaret edilmeme, cezaevinde unutulma mi olacakti?
Eger cezaevine düsen birisine, kurumlarinin yetkililerinin yapacaklari ziyaret “ahde vefa” olarak yorumlanacak idiyse, suçuna ve konumuna bakmadan herkese ayni ziyaret gerçeklestirilmeli degil miydi?
Sadece Veli Küçük için ahde vefa istemiyorum, tabii ki..
Iki de gazi var cezaevinde.. Ümraniye bombalarinin sahibi Oktay Yildirim.. Nasil oldugu pek belli degil ama, sonuçta askeriyeden ayrilirken, gazi unvanini almis.. Simdi ise cezaevinde..
Ve Batman’da teröristlerle giristigi çatismada yaralanan binbasi Fikret Emek..
Hatta bir de Kibris gazisi var; Muzaffer Tekin..
Bunlar niçin ziyaret edilmiyor?
Birisinde 27 tane el bombasi, digerinde Kanas suikast silahindan tutun C3 patlayiciya kadar her çesit patlayici çikmisti.. Ama olsun, konu “ahde vefa” ise, bunlarin da ziyaret edilmesi gerekmez miydi?
Ama ziyaret edilmediler iste!
Demek ki, “ahde vefa”, isin sulandirilmis görüntüsü..
Baska numaralar var isin içinde..
Bunun ipuçlarini da, ben hep bir gazeteden temin ederim.
Bu gazete; yeri gelir, terör örgütü yöneticiliginden tutuklanan adamlarin mektuplarini yayinlar.. Kimi zaman onlarin “söz hakkina saygi” ayagi ile.. Kimi zaman “insanî gerekçeler” ayagi ile..
Sonra, o terör örgütü yöneticilerine ziyaretler olur.. Ona da kilif hazirlanir, “ahde vefa”, “insanî gerekçe”, “üstün hizmetlerin karsiligi”..
Peki Veli Küçük’te bu ilkeler niçin gündeme gelmiyor?
Tam aksine, Veli Küçük’e bir de “infaz” uygulaniyor..
Ne infazi diyeceksiniz? Alin iste, derin yapinin mesajlarini kamuoyuna ulastirma konumundaki gazetenin dünkü sürmansetinde yer alan ziyaretle ilgili haber: “Bir ziyaret, 5 mesaj”!..
Sanki kendileri bu mesajlari çikartmislar gibi yazmislar ama, eminim daha öncekiler gibi, bir rütbeli dikte etmistir bu mesajlari kendilerine: “Yaz kizim, yarinki mansetiniz söyle olacak: ‘Semdin Sakik dedi ki’..”
1997’de ne olmussa, bugün de aynisi oluyor..
“Bir ziyaret, 5 mesaj” diyerek, derin yapinin ulakligina soyunuyorlar.. Mesajlardan en önemlisi de su: “Daha önce tutuklanan emekli Tuggeneral Veli Küçük’ü ziyaret etmeyen TSK, çetelesmeye karisan eski mensuplarina destek olmayacagi mesaji verdi.”
Haaa simdi anladik: “Veli Küçük’ü gözden çikardik, Tolon ve Eruygur’u birakin!”
Denilmek istenen bu..
Bir de su denilmek isteniyor: “Kimin çetelestigini, kimin vazife yaptigini TSKtesbit eder!”
Onun içindir ki, Veli Küçük çetelesti, ziyaret edilmiyor. Tolon ve Eruygur çetelesmedi, onlar ziyaret ediliyor!
Affedersiniz ama, o zaman, bu adamlari Istanbul 13. Özel Yetkili Agir Ceza Mahkemesi niye yargilayacak ki? TSKtesbit etti, Hürriyet de suçlulari ve masumlari ilan etti zaten!

Mehmet ALTAN
İkinci Şemdinli mi?
04 09 2008
Star

Dün öğleye doğru telefonlarım çalmaya başladı. Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi, Kandıra Cezaevinde tutuklu bulunan emekli Orgeneral Eruygur ile Orgeneral Tolon’u ziyaret etmişti...

TSK da ziyaretin ‘kendi adlarına’ olduğuna dair resmi bir açıklama yapmıştı. Üstelik...

‘Ergenekon’un avukatı’ Deniz Baykal’ın partisi, TSK adına yapılan bu ziyareti ‘geç kalmış bir ziyaret’ olarak niteliyordu.

Doğrusu ya...

İlk aklıma, Orgeneral Büyükanıt’ın Şemdinli olayları nedeniyle gözaltına alınan astsubay için ‘tanırım, iyi çocuktur’ demesi geldi.

Acaba, Ergenekon da bir ikinci Şemdinli sürecine mi giriyordu?

* * *

Tabii bu soruya katılmayanlar, hemen Genelkurmay’ın dün yayınladığı bildirinin son cümlesini hatırlatacaklardır: ‘Bilindiği üzere, dün olduğu gibi bugün de Türk Silahlı Kuvvetlerinin yargıya olan saygısı ve güveni tamdır.’

Ama...

Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt da zanlı Ali Kaya için ‘tanırım. İyi çocuktur’ dedikten sonra bu tür bir iki kelam etmişti. Askeriye ve askeri yargı, bu topraklarda pek de hukuk olmadığından ‘iyi çocuktur’ kısmını algılamıştı.

Astsubay Ali Kaya sanık iken ‘takdirname’ almış, daha sonra da sivil mahkemede 39 yıl ceza almış olmasına rağmen dava Yargıtay tarafından bozulmuş...

Dava oradan askeri mahkemeye pas edilmiş... Bir önceki mahkemenin ağır kararına rağmen askeri mahkeme iki astsubayı da ilk celse de tahliye etmiş...

Tahliye olur olmaz da, silahları kendilerine teslim edilmiş ve Batı’ya tayinleri çıkmıştı. Hiçbir gerçek hukuk devletinde olmayan askeri mahkeme, sivil mahkeme farkı buydu herhalde.

Bu arada...

AK Parti hükümeti marifetiyle de...

İddianameyi hazırlayan sivil mahkemenin savcısı da ‘görevden men’ edilmişti.

* * *

Hálbuki...

Şemdinli olayı, aynı gün tüm haber sitelerine şöyle düşmüştü:

‘Şemdinli’de 9 Kasım 2005’te eski PKK’lı Seferi Yılmaz’a ait bir kitabevi bombalanmış, patlamada Mehmet Zahir Korkmaz adlı bir kişi hayatını kaybetmiş, beş kişi yaralanmıştı.

Kitabevine bombayı attığı öne sürülen bir kişinin sığındığı otomobil halk tarafından durdurulmuş ve içindeki üç kişi (PKK itirafçısı Veysel Ateş ile astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz) tartaklanarak polise teslim edilmişti.

Aynı gün otomobilde keşif yapan savcı ve CHP Hakkári Milletvekili Esat Canan’ın üzerine de ateş açılmış, bir kişi de burada ölmüştü. Ateş açan kişinin uzman çavuş Tanju Çavuş, olayda ölen kişinin de Ali Yılmaz olduğu belirlenmişti.

Keşif sırasında, astsubaylara ait olduğu belirtilen sivil arabanın bagajında üç kalaşnikof, el bombaları, resmi evrak ve Hakkári ile ilçelerinin haritası ve bir isim listesi bulunmuştu. Listede bombanın patladığı kitabevinin üzerinin kırmızı kalemle çizildiği belirlenmişti.

Olaydan bir gün sonra PKK itirafçısı Veysel Ateş, kitabevine bomba attığı gerekçesiyle tutuklanıp cezaevine konurken, astsubaylar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.’

* * *

Yaşanan...

Belgelenen...

Görülen bir skandal, gözlerimizin içine baka baka yok sayıldı.

Askeri bürokrasi ‘iyi çocuk’ deyince...

Adaletin de aynı şeyi tekrarlaması...

Eğer doğal hákim bunu yapmıyorsa, o zaman davaya ‘askeri mahkemenin’ bakıp aynı şeyi söylemesi...

Bizim adalet anlayışımız budur işte.

Şimdi de korkarım aynı şey olmasın.

* * *

Üstelik...

Dahası var...

Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi’nin dün Kandıra Cezaevinde ziyaret ettiği iki orgeneralden biri olan Hurşit Tolon da...

26 Aralık 2005 tarihinde, bomba atmaktan yargılanan ‘iyi çocuk’ için ‘Ali Kaya devletini sever’ demişti. O tarihteki Anka’nın haberini hatırlatmakta fayda var:

‘Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, basının Şemdinli olayları sırasında ‘yargısız infaz’ yaptığını savunarak, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt gibi kendisinin de astsubay Ali Kaya’yı tanıdığını söyledi.

Tolon, ‘ben de bu astsubayı 1997 14 Mayıs Çelik Operasyonu’nda Kuzey Irak’tan tanıyorum. Dediği gibi, aklı başında, devletine, milletine bağlıdır’ dedi. Şimdi aynı şey, sanık general için mi söylenmekte?

* * *

Bu arada...

Önceki günkü devir teslim konuşmalarını...

Kuvvet komutanlarından birinin de iki bin beş yüz sayfalık iddianameye rağmen ‘Ergenekon’un ne olduğu belli değil’ dediğini de hatırlamak gerekir.

‘İyi çocuklar’ edebiyatına geri mi dönülüyor acaba?

Dönülüyor ise ‘İkinci Şemdinli’ye mi hazırlanalım?

* * *

‘İyi çocuktur’ lafından, sivil mahkemenin kırk yıllık cezası da aşılarak ‘tahliye’ çıkmıştı...

Bakalım, TSK adına yapılan Korgeneral ziyaretinden ne çıkacak?

MEHMET ALTAN - STAR

mehmetaltan@stargazete.com

AHMET ALTAN -
Orgeneral Başbuğ'un iyi çocukları..
.04 09 2008
TARAF

Yeni genelkurmay başkanımızın ilk icraatı, “postmodernizme” savaş açmak olmuştu.

İkinci icraatı da Ergenekon sanığı iki orgenerale bir korgeneral gönderip ziyaret ettirmek oldu.

İftihar ettik.

Ordu dediğin de, genelkurmay başkanı dediğin de böyle olmalı.

Hukuka saygı, disiplin, devlet ciddiyeti...

İyi bir ordu böyle şeylere aldırmamalı.

İyi bir ordu, düşman olarak “postmodernizmi” seçip, çete sanıklarına destek olmalı.

Bir ülkenin böyle bir ordusu varsa artık herkes kendini güvende hisseder.

Çünkü bu eşsiz bir ordudur.

İngiltere’de, Fransa’da, Amerika’da, Norveç’te, İsviçre’de, Amerika’da böyle bir ordu bulamazsınız.

Herhalde onlar iyi asker değil.

Bizimkiler iyi asker.

Önceki gün, hapishanedeki bir çete reisinin Sabancı cinayetinin sanığını öldürdükten sonra “devlet öldürttü bana onu” diye bağırması yansıdı ekranlara.

Kardeşi de, “Veli Küçük’e haber verin, o bizi tanır” diyordu.

Orgeneral Başbuğ, Veli Küçük’e de bir ziyaretçi gönderecek mi?

Veli Küçük de general, ona niye göndermesin?

O koskoca bir genelkurmay başkanı, canının istediğini yapmakta özgür.

İster o tutukluya ziyaretçi gönderir, ister bu tutukluya.

Herhalde bağımsızlık bu demek.

Bağımsız bir genelkurmay başkanımız var.

Hukuktan, itaatten, disiplinden bağımsız.

Ordu bu “resmî ziyaretle” kendini Ergenekon sanıklarına bağladı.

İddianame yayınlanınca ne olacak?

Kanıtlar ortaya çıkarsa, ordu ve genelkurmay başkanı ne yapacak?

“Yargılayamazsınız” mı diyecek?

Buna mı hazırlanıyorlar?

“Generallerin suç işlemesine kimse karışamaz” mesajı mı bu?

Bir genelkurmay başkanının, bir ülkenin ordusuyla çete sanıkları arasında “resmî” bir bağ kurma yetkisi var mı?

Ordu, genelkurmay başkanına mı ait?

Bizim generallerin hukuku ciddiye almama konusunda bir eğilimleri var.

Şemdinli olayları sırasında da o zamanki kara kuvvetleri komutanı, sanıklardan biri için “iyi çocuktur, tanırım” demişti.

Sonra, o davayla ilgili kapsamlı bir iddianame hazırlayan savcıyı görevinden atmışlardı.

Hükümet de yardımcı olmuştu bu haksız işleme.

Alnından silemeyeceği bir lekedir bu.

Sivil mahkeme, Şemdinli sanıklarını 39 yıla mahkûm etmişti.

Daha sonra sanıkları askerî mahkemeye havale edip serbest bırakmışlardı.

Yeniden böyle bir “operasyon” mu hazırlanıyor?

Ordu, “Ergenekon’un iyi çocuklarına” mı sahip çıkıyor?

Bilmiyorum, yeni genelkurmay başkanı Ergenekon’un ne olduğunun farkında mı?

Danıştay baskınından, gazete bombalamaktan, adam öldürmekten sanık bu çete.

Danıştay baskını ile Ergenekon arasındaki bağ, mahkemede ortaya çıkarsa Orgeneral Başbuğ ne yapacak?

Danıştay cinayetine destek olan biri durumuna düşmekten hiç çekinmeyecek mi?

Fütursuzluğu o noktaya kadar ulaştırabilecek mi?

Bunlar çok ciddi suçlar.

Cezaları ağır.

Resmî ziyaretçilerin gönderilmesiyle, hava kuvvetleri komutanının olayları küçümseyen demeçler vermesiyle ortadan kalkabilecek suçlar değil bunlar.

Yargıyı etkilemeye çalışan davranışlar her zaman Şemdinli’deki gibi bir sonuç vermez.

Bizim genelkurmay başkanı belki farkında değil ama adına “halk” denilen yetmiş milyon insan yaşıyor bu ülkede.

Ve, o halkın büyük çoğunluğu, ordunun ve yargının siyasete müdahale etmesinden, suçluları korumasından hoşnut değil.

Ordu, siyasi partilerle anlaşabilir, hatta onları korkutabilir.

Ama halkı korkutamaz.

Bizim bir devlete, ciddiyete ve disipline ihtiyacımız var.

Anayasa Mahkemesi’nin başbakan hakkında yayınlamaya hazırlandığı gerekçe, genelkurmay başkanının ayağının tozuyla Ergenekon sanıklarına ziyaretçi göndermesi, devlet görevlilerinin bir kısmının disipline ve hukuka uymamakta ısrar edeceğini gösteriyor.

Benim fikrim hep aynı.

Süratle seçime gidilmeli.

Sonra da devlet yeniden kurulmalı.

Hukuk önemsenmeli, devlet görevlileri bir disiplin içine alınmalı, ordu ve yargı halkı bir kez daha görmeli.

Yoksa bunun sonunu alamayacağız.

Bu keyfilikle batıracak bunlar bizi.

Biz ömrümüzü bu tuhaflıklarla harcadık, bari gençleri kurtaralım.

Onlar doğru dürüst bir devletin olduğu bir ülkede yaşasınlar.

Orduyla çete sanıkları arasında resmî bağların kurulamayacağı bir ülkede.

AHMET ALTAN - TARAF

ahmetaltan111@gmail.com


04 Eylül 2008
Ahmet Taşgetiren/Bugün
“TSK adına...”

Evet, bu da oldu. Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi, Kandıra Cezaevi'nde tutuklu bulunan emekli Org. Şener Eruygur ile Hurşit Tolon'u ziyaret etti.

Ziyaret Genelkurmay'ın internet sitesinden duyuruldu. Sitede yapılan açıklamada şöyle denildi: "03 Eylül 2008 günü, saat 11:30'da Kocaeli ili Garnizon Komutanı Korgeneral Galip MENDİ, Kandıra Cezaevi'nde tutuklu olarak bulunan (E) Orgeneral Şener ERUYGUR ile (E) Orgeneral Hurşit TOLON'u ziyaret etmiştir."

Sonra "ferdi ziyaret" vs. gibi telafi mekanizmaları işletilmeden imza atıldı, "Türk Silahlı Kuvvetleri'ne uzun süre hizmet veren iki emekli komutana yapılan bu ziyaret, Türk Silahlı Kuvvetleri adına gerçekleştirilmiştir" denildi. Ve "yargıya müdahale" gibi ez kaza akla gelebilecek bir şey olursa o da izah edildi:

"Bilindiği üzere, dün olduğu gibi bugün de TSK'nın yargıya olan saygısı ve güveni tamdır." Ne denir? "Oooo!" denir. Hele CHP adına Mustafa Özyürek'in bunu "Geç kalmış bir ziyaret" diye tanımlamasına şapka çıkarmak lazım. Yargı safhasında kocaman bir dosya...

Ergenekon dosyası. Dosyadan her gün, bir ucu TSK'ya kadar uzanan dudak uçuklatıcı iddialar çıkıyor. Ve böyle bir vasatta, haklarında askeri darbe iddiası bulunan iki tutuklu komutana hem de "Türk Silahlı Kuvvetleri" adına olduğu ilan edilen bir ziyaret gerçekleşiyor. Hatırlıyorum da, Refahyol döneminde tutuklanan Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, Adalet Bakanı Şevket Kazan tarafından ziyaret edilmişti de kıyamet kopmuştu. Dava sürerken TSK adına yapılan Korgeneral ve Garnizon Komutanı seviyesinde bir ziyaret. Açıklamada "Yargıya saygı ve güven"in altı çiziliyor.

Bu ne anlama geliyor olabilir ki?

Hangi hukuk devletinde böyle bir ziyaretin anlamı "Yargıya saygı ve güven" diye tanımlanabilir? Hayır öyle bir tanımlama yapılmaz, "Biz bunu yapıyoruz, adını da böyle koyuyoruz, nasıl anlarsanız!" yorumu yapılır. Bu ziyaret planlanır ve bu açıklama yapılırken, acaba bu davanın söz konusu iki komutanın mahkumiyeti ile sonuçlanabileceği ihtimali üzerinde hiç durulmamış mıdır?

Bu ziyaretin çok açık anlamı şudur:

"Bu dava TSK'nın zihninde sonuçlanmıştır. Suçlamaları kabul etmiyoruz." Böyle bir kanaati, bir ziyaretle kamuoyuna deklare ediyor ve TSK'nın duruşunu yansıtıyorsunuz. Bundan sonra yargı ne yapsın? Şu sorular, yargı önüne dağ gibi yığılmış değil mi?

Bu ziyaret önemsensin mi, bu TSK'nın tavrı olarak mı anlaşılsın, iddiaların üstü örtülsün mü? Ne yapsın yargı?

Kamuoyunda söz konusu komutanların sahipsiz bırakıldığı izlenimi varmış. TSK'nın vefa duygusu sorgulanıyormuş. Bu ziyaret bu izlenimleri izale etme amacına yönelikmiş. Böyle bir gerekçeyi ciddiye almak mümkün mü?

TSK adına yolsuzluktan yargılanan İlhami Erdil'e tutuklu bulunduğu dönemlerde üst düzey bir ziyaret yapılsa ve bu, Genelkurmay sitesinden ilan edilseydi nasıl olurdu? Yolsuzluk suçlaması ile darbe suçlaması kıyaslandığında, darbe suçlaması, TSK tarafından daha ziyarete elverişli mi bulunuyor acaba? Türkiye, yeni Genelkurmay Başkanı ve komuta kademesinin, duruşunu merak ediyor.

Devir - teslim töreninde yapılan konuşmalar (Koşaner ve Başbuğ'un konuşmaları) yoğun tartışmalara yol açtı. Ve şimdi darbe suçlaması ile tutuklanan eski komutanlara bu ziyaret...

Bu konuda, eski genelkurmay başkanı Büyükanıt'ın yorumsuz kalışından sonra, yeni komutan döneminde bu tavır, "Başbuğ üslubu" olarak algılanacaksa ve bu, Türkiye'nin yeni Asker - Siyaset - Yargı ilişkisinin ilk örneği ise, Türkiye çok büyük tartışmalara hazır olmalıdır. AYM Başkanı Kılıç'a karşı, 30 Ağustos törenlerinde "protokol aşağılaması" diye yorumlanan bir tavır sergilendi. Acaba sebep, sayın Kılıç'ın AK Parti oylamasında verdiği oy mu idi? Ve yargıya karşı o tavırdan sonra ziyaret hamlesi mi?

Şu soruya ne dersiniz? Savcılık ve yargı, bu asker tavrına rağmen, davayı sürdürmeyi başarıp, dava sonunda söz konusu komutanlar mahkum olursa ne olacak? Bu sorunun cevabı "Bu ziyaretten sonra böyle bir yargılama mümkün mü? Şemdinli'yi ne çabuk unuttunuz!" şeklinde ise, Türkiye son derece zor bir döneme girmiş olmaktadır. Ama ben, sayın Başbuğ'un devir teslim törenindeki konuşmasında "Akıllı güç!" tanımlamasının altını çizerken, TSK'yı böyle bir irrasyonel sürece yönlendirmeyeceğini düşünürüm.

Çünkü çıkışı yok o yolun. Tüm TSK'yı, darbe sanığı komutanların konumuna angaje etmek, kolay karar verilecek bir iş olmamalı. CHP'li Özyürek "Geç kalmış bir jest" diye tanımlıyor ya bu davranışı... Eh, tam CHP'ye, ve "Komutanlar söylüyor ama..." cümlesinin sahibi Baykal'a göre bir jest bu.

Öcalan Yahudilere Yüklendi
27 Eylül 2008

PKK Lideri Abdullah Öcalan, , Ergenekoncularla kontak, Yahudilerin Güneydoğu faliyetleri dahil ilginç yorumlar yaptı.

Bölücübaşı, terör örgütüne yakınlığıyla bilinen internet sitesinde yer alan habere göre, şu açıklamalarda bulundu:

Benim gerçek İslamiyet'e çok büyük saygım vardır. Benim inançlı insanlara saygım sonsuzdur. Sasonlu Mele Abdullah ile çok görüştüm. Suriye'deydi, 80 yaşındaydı. Vefat etti, mezarı da ordadır. Mele Abdullah gibi Müslümanlar, gerçek müslümandırlar.'


İslamcı basının kendisine yönelik değerlendirmelerine dikkat çeken Öcalan, şöyle dedi: 'İslamcı basın benim hakkımda ne diyor, bu önemlidir. AKP ve Fethullah Gülen onlar. Özellikle benim dine yaklaşımım üzerinden güya değerlendiriyorlar. Bazı çevreler benimle ilgili bir site de açmışlar herhalde. Buradan bana ilişkin değerlendirmeler yapıyorlarmış. Benim din karşıtı olduğumu iddia ediyor. Bunlar doğru değil.'

‘Ergenekon’cular benimle görüştü’

Ergenekonculara da değinen Öcalan, 'Benim Ergenekonla hiçbir ilişkim yok. Atilla Uğur, Emre Taner ayrı ayrı İmralı'da ilk dönemde benimle görüşmüşlerdi. Ben Emre Taner'i tanımıyordum' diye belirtti. Öcalan, 'Çok olgun biriydi, şaşırdım. Daha önce söylemiştim bana birlikte çözelim demişlerdi, onlara 'sizin gücünüz var mı?' demiştim. Çok iddialı konuşuyorlardı. Biz bu sorunu KDP, YNK ve Amerika ile değil sizinle PKK ile çözelim diyorlardı. Bana konuşmaları olumlu geldi. Ben de onlara normal davrandım ama şimdiki durumları ortada. Güçlerinin olmadığı ortadadır. Benim sorguma katılan paşa cezaevinde ama ne için cezaevinde olduğunu bile bilmiyor' şeklinde sözlerini sürdürdü.

Öcalan, 'Ben bunların Ergenekonla olan ilişkilerini açığa çıkartmaya, kanıtlamaya çalıştığım için bunun üzerinden bana yöneliyorlar' diyerek Ergenekon'un aslında tasfiye edilmediğini iddia etti. Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü:: 'Yeni bir Ergenekon oluşturulmaya çalışılıyor. Bazıları eski Ergenekon bazıları yeni Ergenekon. Aslında bunların hepsi birbirleriyle aynıdır. Aralarında bir iktidar savaşı var. Ergenekon'la yapmak istediklerini bir dönem Veli Küçük ile JİTEM üzerinden yaptılar. Şimdi ise yeni bir Ergenekon yaratmaya çalışıyorlar. Bunu AKP üzerinden yapıyorlar. Bunların hepsi Amerika'nın izniyle yapılan şeylerdir. Bunlar PKK ve Kürtler üzerindeki oyunlarını bazı şahıslar üzerinden yapmaya çalıştılar. Şemdin Sakık'a da, benim aleyhime kitaplar yazdırdılar. Bazı şahıslara da Almanya'da benim hakkımda yayınlar yaptırıyorlar. Bunları yapan, bunları yayınlatan aynı kaynaktır. Onların Ergenekon'u bunlardır. Aynı merkezden yönlendiriliyorlar. İşte bu merkezi iyi görmek, iyi analiz etmek gerekiyor.'

‘Her şeyin sorumlusu Yahudiler’

Sık sık Musevilerin Türkiye’de çok etkin olduğunu vurgulayan Öcalan bu konuda şunları söyledi: 'Anadolu Hıristiyanlarının, Ermenilerin sürülmesi ve katliamlarının arkasında Yahudi milliyetçiliği vardır. Yahudilerin İspanya'dan sürülmelerinin intikamını böyle aldılar. Anadolu'yu Hıristiyansızlaştırdılar. İsrail, Selanik, Amsterdam ve Londra merkezli bir yapı oluşturmaya çalıştılar.

‘Mustafa Kemal'in etrafını kuşatarak hareket etmesine izin vermediler. Mustafa Kemal'in Kürtlerle kurduğu diyalogu istemeyen güçler, Mustafa Kemal'in etrafını saran güçler, ittihat terakkiciler bunu engellediler. Bu güçler, sahte Türkçülüğü de geliştirdiler. Türkiye'de geliştirilen bu milliyetçilik şimdi de Güney'de geliştirilmeye çalışılıyor. O dönem Türkiye'ye müdahale eden el şimdi de güneye müdahale ediyor. Bu eli iyi görmek gerekiyor.’



‘Barzani ve Talabani Amerika'nın denetiminde’

Öcalan sözlerini şöyle sürdürdü: 'Güneyde devlet kurduracağız diyorlar ama kuracakları devlet Kuveyt gibi olacaktır. Güneyi de Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ekonomik olarak kendilerine bağlamışlar. Diyarbakır aydınları bu konuda dikkatli olmalı, duyarlı olmalıdır. Bunları etraflıca görüp, tartışıp, halka anlatmalıdırlar. Güney'deki oluşum da bu politikaların sonucudur. Bu da tehlikelidir. Güneydeki güçler tamamıyla Amerika'nın denetimindedir dikkatli olmak gerekir. Bunlar bu tehlikenin farkında değiller mi? Mesut Barzani kötüdür demiyorum. Tutarlı, yurtsever olursa kabul ederim ama Amerika'nın kontrolündedir. Ben bunu söylerken Barzani'yle bir şey yapılmayacağı anlamında söylemiyorum. Barzani ile görüşülebilir, ortaklaşa bir şeyler yapılabilir ama bu yönü de bilinerek, gözetilerek. Biz olmazsak bunlar bir gün bile yaşayamazlar. Bunu kendileri de söylüyorlar. Talabani defalarca bana bunu söyledi. Onlar da bunun farkındalar.'
aktifhaber

AKP Sonunda Şener'e Patladı
27 Eylül 2008 09:06

Eski partisi ve Başbakan Erdoğan'a ağır bir şekilde yüklenen Abdüllatif Şener'e AKP'den sert cevap geldi..

Parti kurma çalışmalarını sürdüren Abdüllatif Şener'in eski partisi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la ilgili sözleri tepki çekti.

Bugüne kadar Şener'le ilgili konuşmayan AK Parti yönetimi, son açıklamalara kayıtsız kalmadı. AK Parti Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ, "Yıllarca AK Parti hükümetinin bakanlığını yaptı. Niye zamanında konuşmadı da şimdi bülbül kesiliyor?" dedi.

Şener, eski partisine yönelik eleştiri dozunu artırırken Başbakan Erdoğan'ı da hedef aldı. Yozgat Milletvekili Mehmet Yaşar Öztürk'ün istifasını, "Dürüst vekilin AKP'de işi ne?" diye yorumladı. Deniz Feneri ile Başbakan Erdoğan ve ekibinin iç içe olduğunu ileri sürdü. Bu sözlere cevap Bozdağ'dan geldi. Bozdağ, Şener'in 22 Temmuz seçimlerine kadar AK Parti'de üst düzey görevlerde bulunduğunu hatırlattı. 2001 yılında kurulan AK Parti'de parti örgütü, teşkilat başkanı olarak Şener'e teslim edilmişti. Şener, 3 Kasım seçimlerinden 2007'ye kadar hükümette kesintisiz bir şekilde başbakan yardımcısı olarak görev yaptı. 5 yıl boyunca ekonomi yönetiminin direksiyonunda bulundu. Bozdağ, Şener'in eleştirilerinin siyasî etiğe sığmadığını vurgulayarak, "AK Parti'nin 5 yıllık icraatlarının altında Şener'in imzası vardır. Kendi icrası da olan icraatları kötülemesi, karalaması siyasî etiğe uymaz. O zaman sormazlar mı: Madem ekonomi kötüydü niye bu yapılanlara imza attın? Senin bu gidişatta sorumluluğun yok mu? Eylem ve söylemleri siyasî etikle bağdaştırmıyoruz." şeklinde konuştu.

Kanal 7: Nezaket ziyaretini çarpıttı

Şener'e bir tepki de Kanal 7'den geldi. Şener, Kanal 7 yöneticilerinin Sermaye Piyasası Kurulu'ndaki inceleme sebebiyle kendisini ziyaret ettiğini ima etmişti. Kanal 7'den yapılan açıklamada ziyaretin nezaket çerçevesinde yapıldığı, bunun 'talep ziyareti' gibi gösterilmesinin siyasî ahlakla örtüşmediği belirtildi. Şener'in, "Kanal 7 yöneticileri Başbakanlık koridorlarında görülüyordu." iddialarına ise şu sorularla karşılık verildi: "Aydın Doğan medyası yöneticilerini Başbakanlık binasında hiç görmediniz mi? Yoksa Aydın Doğan ve adamları taleplerini, size Başbakanlık binası dışında başka yerlerde mi ilettiler? Doğan Medya Grubu bugüne kadar sizden neler istedi? Doğan için hükümette hiç ricacı oldunuz mu?"
aktifhaber


En son admin tarafından Cmt Eyl 27, 2008 8:20 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cmt Eyl 20, 2008 9:17 pm    Mesaj konusu: 761 Subaya Darbe ÇagrIsI Alıntıyla Cevap Gönder

20 Eylül 2008 Cumartesi
DHKP/C'den Ergenekon tepkisi

DHKP/C davasından yargılanan Ercan Kartal Ergenekon iddialarına tepki gösterdi Özdemir Sabancı suikastı ve 7'nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren'e suikast düzenlenmesi olayları başta olmak üzere çok sayıda eylemin talimatını verdiği verdiği ve DHKP/C terör örgütünün üst düzey yöneticilerinden olduğu gerekçesiyle yargılanmasına devam edilen Ercan Kartal, Ergenekon terör örgütüyle DHKP/C'nin ilişkilendirilmesine tepki gösterdi. Kartal, mahkemedeki ifadesinde, "DHKP/C ile Veli Küçük adı nasıl olurda biraraya gelebilir. Veli Küçük , DHKP/C tarafından cezalandırıldığında ve bu üstlenildiğinde ancak 2 isim biraraya gelebilir. Bunun koşulları da hala mevcuttur." diye konuştu. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde duruşmada tutuklu sanık Ercan Kartal ile avukatları hazır bulundu. Ercan Kartal, mahkemedeki ifadesinde DHKP/C ile Ergenekon'un ilişkilendirilmesine tepki gösterdi. DHKP/C'nin Ergenekon iddianamesi ile gündeme sokulduğunu ileri süren Kartal, "Örgütümüz ve önderimiz Dursun Karataş, kontrgerilla ile irtibatlandırılmaya çalışılmıştır. Eylemlerimizin üzeri kapatılmaya çalışılmıştır. Sabancılara karşı düzenlediğimiz eylemi karalamak için senaryolar üretilmiştir. Ancak Ergenekon savcısı başarısız olmuştur. Onun diğer savcılardan farkı AKP'nin adamı olmasıdır." dedi. Ercan Kartal, Ergenekon iddianamesinde DHKP/C'ye yönelik her türlü iftiranın bulunduğunu kaydetti.İddianamede örgütün adının 147 kez geçtiğini ifade eden Kartal, iddianamenin psikolojik savaş belgesi olduğunu savundu.Kartal, "DHKP/C'ye olan güven ve sempatiyi aşağıya çekmek istemişlerdir. Örgüt tarafından gerçekleştirilen halkın adalet özlemine cevap olan eylemler üzerinde şaibe oluşturulmak istenmiştir. Bunların başında da Sabancı eylemi gelmektedir." şeklinde konuştu.Ercan Kartal, Ergenekon iddianamesinin kontrgerillanın tasfiyesi değil, AKP karşıtı 3-5 kontrgerilla eskisinin yargılanması olduğunu iddia etti. Kartal'ın tutukluluk halinin devamına karar veren mahkeme, duruşmayı erteledi.
http://anadoluhaber.blogspot.com/2008/09/dhkpcden-ergenekon-tepkisi.html



Teğmenlerin Bağları Derin
20 Eylül 2008

Ankara'da gözaltına alınan Askeri Personelin çok çarpıcı bağlantıları ortaya çıkartıldı.

761 Subaya Darbe Çağrısı

Askerlere Hizbuttahrir Bağlantıları

Ergenekon Davası kapsamında Ankara'da gözaltına alınan Kurtcebe B., Mehmet Oğuz K., Rıfat Y., Doğukan Y., Hamza D., Rıza D., Önder K. ve Süleyman S.'nin ev ve iş yeri aramalarında Hizbuttahrir ve Hizbullah'la ilgili çok sayıda doküman ele geçirildi.

Ergenekon soruşturmasının son dalgasında teğmenlerle birlikte Ankara'da 8 kişi gözaltına alındı. Sabah saatlerinde zanlıların ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda 6 bilgisayar kasası, bir dizüstü bilgisayar ile çok sayıda CD ve belgeye el konuldu. Yapılan ilk incelemelerde Hizbullah ve Hizbuttahrir örgütlerinin propagandasını içeren belgelerin ele geçirildiği öğrenildi. Silahlı herhangi bir eylemi bulunmayan Hizbuttahrir örgütü, son yıllarda ev ve işyerlerinin posta kutularına bırakılan provokatif mektup ve bildirilerle gündeme gelmişti. Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nce örgüte üst üste operasyonlar düzenlenmişti. Yargıtay da geçtiğimiz günlerde aldığı bir kararla silahlı eylemi olmamasına rağmen Hizbuttahrir'in terör örgütleri arasında değerlendirilmesi gerektiğine hükmetmişti.

Ankara'da gözaltına alınan zanlılardan ele geçirilen belgelerden Ergenekon'un Hizbuttahrir bağlantısının da çıktığı öne sürülüyor. Soruşturmayı yürüten savcılık şimdi Ergenekon ile Hizbullah ve Hizbuttahrir arasındaki ilişki üzerinde çalışıyor. Ankara'da gözaltına alınan zanlıların, garson, telefoncu ve reklamcı gibi dikkat çekmeyen işlerde çalıştığına işaret eden polis kaynakları, zanlıların hücre yapılanması içinde olabileceğini öne sürüyor. Hizbuttahrir örgütü, 2005 yılı Eylül ayında İstanbul Fatih Camii'nde düzenlediği gösteriyle gündeme gelmişti. Hilafet talebinde bulunan ve Atatürk aleyhine sloganlar atan örgüt mensuplarına güvenlik güçlerinin gerekli müdahalede bulunmadığı ileri sürülmüştü.

Askerler Ankara hücresine bağlı

Gözaltına alınan 5 teğmen ve 1 askeri öğrencinin mülkiye baş müfettişi ve Kuvvai Milliye Derneği üyesi Kemal Aydın ile Durmuş Ali Özoğlu'ya bağlı olarak Ankara hücresinde faaliyet gösterdikleri de belirlendi. Genç teğmenlerin bu kişilerle sık sık ilişkiye geçtikleri dökümlü olarak tespit edildi.

Karargah Evleri Ekibi

Ergenekon terör örgütüne yönelik yapılan operasyonlarda, örgütün "Ergenekon dökümanları" isimli manifestosu ele geçirilmişti. Bu dökümanlarda, örgütün eleman temini için özellikle askeri okullar ve üniversitelerin birinci sınıfındaki öğrenciler hedef olarak seçilmişti. Hatta bununla yetinmeyen örgütün "Karargah evleri" kurarak askeri öğrencileri örgütlediği belirlendi.

Askeri savcılık sorguluyor
Operasyon kapsamında askerî inzibatlar tarafından gözaltına alınarak İstanbul Merkez Komutanlığı'na getirilen 5'i teğmen, biri askerî öğrenci 6 kişinin ifadesi ise askerî savcılık tarafından alınıyor. Ergenekon davası çerçevesinde şu anda aralarında Doğu Perinçek, Hurşit Tolon, Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz ve Şener Eruygur'un da bulunduğu 56 kişi tutuklu bulunuyor.


İstanbul Merkez Komutanlığı’nda işlemleri süren beş teğmen ve bir askeri öğrencinin, Hizbul Tahrir isimli dini motifli örgüte yakın oldukları ileri sürüldü.
Gözaltında bulunan Bayrak FM çalışanı bir kişinin de İstanbul ABD Başkonsolosluğu’na yapılan saldırıda öldürülen bir militanla irtibatlı olduğu iddia edildi. Radyoda çalışan bu kişinin, saldırıda öldürülen militanla telefon görüşmelerinin tespit edildiği öne sürüldü. “Sisi” lakaplı Seyhan Soylu’nun ise 28 Şubat süreci ve sonrasındaki ilişkilerinden ötürü sorgulanacağı belirtildi.
aktifhaber

Zekeriya Öz 'YEŞİL'in Peşinde
20 Eylül 2008 09:32

Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz, emekli astsubay Hüseyin Oğuz'un ifadeleri üzerine Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın peşine düştü.

Yüksekova çetesini ortaya çıkaran emekli Astsubay Hüseyin Oğuz’un Star Gazetesi'ne yaptığı ‘Yeşil Ankara’da yaşıyor’ açıklaması Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ü harekete geçirdi. Ankara’da önceki gün yapılan Ergenekon’un 7. dalga operasyonunun, emekli Tuğgeneral Veli Küçük’le irtibatlı olduğu düşünülen Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım için yapıldığı öğrenildi.

POLİS OĞUZ’A GİTTİ

İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi, önceki gece emekli astsubay Oğuz’un bilgisine başvurdu. Oğuz’un polise Yeşil’e ulaşılması için bağlantılı bazı isimleri verdiği öğrenildi. Aynı kapsamda Danıştay Sanığı ve Ergenekon davası tanıklarından Osman Yıldırım’a da Yeşil soruldu. Ergenekon soruşturmasını yürüten savcıların talimatıyla geçen hafta yeniden ifadesine başvurulan Yıldırım, Yeşil’i uzun yıllardır görmediğini kaydetti. Yıldırım, bir dönem içinde bulunduğunu itiraf ettiği Ergenekon yapılanmasından edindiği bilgilere göre Yeşil’in hala hayatta olduğunu ve estetik ameliyat geçirdikten sonra Ankara’da Jandarma mıntıkasında olan semtte ikamet ettiğini sözlerine ekledi.

DOĞAN’A YEŞİL SORGUSU

Ayrıca geçen ay gözaltına alınan JİTEM’in kurucusu emekli albay Arif Doğan’a da Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım ile ilgili sorular yöneltildiği belirtildi.
aktifhaber

Yeni Fadime Şahin Tezgahı
20 Eylül 2008 10:08

Ergenekon'da gözaltına alınan 'Sisi' ve Nurseli İdiz'in yeni bir Fadime Şahin provokasyonu için çalıştıkları ortaya çıktı. İkili Çarşamba'ya tezgah kurmuş.

Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan 'Sisi' lakaplı Seyhan Soylu ile tiyatro sanatçısı Nurseli İdiz'in, 28 Şubat sürecindeki Fadime Şahin ve Ali Kalkancı skandallarının yeni versiyonunu hazırlandığı ortaya çıktı. 'Sisi ve İdiz'in, provokasyon tezgahı için Fatih Çarşamba'yı mesken tutuğu ve bazı cemaatlerin içine sızan Ergenekon üyeleriyle birlikte çalıştığı ileri sürüldü.
TEZGAH CEP'E TAKILDI

Ergenekon soruşturmasının 7. dalga operasyonunda gözaltına alınan 'Sisi' lakaplı Seyhan Soylu ve Nurseli İdiz ile diğer 13 şüphelinin sorgusu İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde sürüyor. İdiz ve 'Sisi'nin ülkede kaos oluşturmak 28 Şubat sürecinde sahnelenen Fadime Şahin-Ali Kalkancı skandalının yeni versiyonunu tezgahlamak için Fatih Çarşamba semtinde çalışmalara başladığı ileri sürüldü. Sisi ve İdiz'in Çarşamba'da sahnelecek skandal için bulunan kişilerle cep telefonuyla yaptıkları görüşmelerin polisin dinlemesine takıldığı iddia edildi. Polis kaynakları, Sisi ve İdiz'in harekete geçeceği sırada operasyonun yapıldığını söylediler.

BÜROKRATLARIN KASETLERİ VAR

Öte yandan Sisi ile Nurseli İdiz'in elinde şantaj kasetleri bulunduğu ortaya çıktı. Fadime Şahin ile Ali Kalkancı olayını tezgahladığını itiraf eden Sisi'nin Ergenekon soruşturmasına karşı etkili olmak bazı siyasetçi ve bürokratların kasetlerini şantaj için kullanmayı planladığı tespit edildi. Sisi ve İdiz'e sorguda bu kasetler de soruldu.

Uras: Sanatçılara şantaj yapıyordu

Seyhan Soylu'nun, telefon konuşmalarını ve gizli görüntülerini kaydettiği ünlü sanatçıların büyük panik yaşadığı ileri sürüldü. Şarkıcı Fulden Uras, Seyhan Soylu'nun ofisinde bir çok ünlünün özel görüntüleri ve telefon konuşma kayıtları olduğunu iddia etti. Uras, "Sisi'nin elinde ofisine giren çıkan herkesin videosu ve telefon görüşme kayıtları var. Polisin operasyonu sonrasında birçok ünlü isim paniğe kapıldı" dedi. Uras Sisi ile arasının bir iş nedeniyle açıldığını belirterek şunları söyledi. 'Benden 50 bin YTL istedi, tehdit etti. 'Fulden iyi güzel de sen boş konuşuyorsun. Zaten senin konuşmalarının tümü bende kayıtlı' dedi. Kabul etmeyince internet sitesinde iftiralar atmaya başladı. Hakkında dava açınca iftirayı bıraktı.' Uras, Sisi'nin aralarında Kibariye, Oya Aydoğan, Esra Ceyhan, Arzu Yanardağ, Kürşat, Cengiz Küçükayvaz, Umut Akyürek, Haluk Özkan, Alpay Aydın, Ozan Orhun gibi isimlerin olduğu birçok ünlüyü ses kayıtları ve şantaj kasetleriyle tehdit ettiğini ileri sürdü.
aktifhaber

Sisi'nin Çok Gizli Kasetleri
20 Eylül 2008 09:07

Ergenekon'un bürokratlara ve siyasetçilere diz çökerttiği gizli "seks ve alem içerikli" şantaj kasetleri "Sisi" lakaplı travesti Seyhan Soylu'da.

Ergenekon operasyonunun 8'inci dalgasında gözaltına alınan Sisi lakaplı Seyhan Soylu'nun siyasetçi, işadamı ve bürokratları kadın alemlerinde gizlice kaydedip şantaj yaptığı ortaya çıktı. Polis şimdi bu kasetlerin peşinde.

Ergenekon soruşturması kapsamında önceki gün gözaltına alınan "Sisi" lakaplı Seyhan Soylu'nun, Strateji Dergisi'nde görev yaptığı yıllarda, birçok ünlü siyasetçi, işadamı ile bürokratın içki ve kadın alemlerinindeki görüntülerini gizli kamerayla kaydettiği için gözaltına alındığı öğrenildi. Daha önce gözaltına alınan 2 kişinin ifadesinde geçen bu şok iddiaya göre, Soylu elde ettiği bu şantaj kasetleri ile örgüt adına devlete ait çok gizli bilgilere ulaştı. Polis Sisi'nin evinde ve ofisinde yaptığı aramalarda bu şantaj kasetlerine ulaşamadı.

Seyhan Soylu'ya dair iddialar daha önceki operasyonlarda gözaltına alınan ve ek iddianamede ifadeleri yer alacak 2 kişiye ait. Bu kişiler, ifadesinde Seyhan Soylu'nun Ergenekon terör örgütünün en önemli istihbarat kaynağı haline geldiği belirtildi. Bunun üzerine polisin Seyhan Soylu ve son dönemlerde yanından hiç ayrılmayan oyuncu Nurseli İdiz'i takibe aldı. İdiz'in Ergenekon örgütüyle direkt bir bağlantısının olduğu belirlenemedi.

Strateji’nin gizli sahibi Küçük

İsimleri gizlenen bu 2 kişi ifadelerinde, "Seyhan Soylu, gazeteci Ümit Oğuztan ve Turgut Büyükdağ ile birlikte Strateji Dergisi'ni çıkardı. Bu derginin gizli sahibi Veli Küçük'tür. Derginin finansmanını ise JİTEM sağlıyor. Gazetecilik kisvesi altından Seyhan Soylu, ünlü siyasetçi, işadamı ve bürokratları sık sık içki ve kadın davetlerine çağırıyordu. Daha sonra kadınlarla birlikte olan bu kişilerin görüntüleri kayda alınıyordu" dedi. İddiaya göre Seyhan Soylu bu görüntüleri şantaj aracı olarak kullanarak siyasetçi, işadamı ve bürokratlardan gizliliği bulunan devlete ait bilgileri sızdırdı, bazı kanunsuz işlerin yolunu açtı. 7'nci dalga operasyonu sırasında yapılan aramalarda bu şantaj görüntüleri bulunamadı, polis soruşturmasını bu yönde sürdürüyor.

"VELİ KÜÇÜK ÇOK ÖZEL BİR İNSAN"

Seyhan Soylu, Nisan ayında son röportajını verdiği Aksiyon Dergisi'ne 28 Şubat, Ergenekon ve Veli Küçük'le ilgili açıklamalarda bulunmuştu. Soylu, Türkiye'de yaşanan son gelişmelerin nedeni için ise "Yine çıkar amaçlı tröstlerin kendi çıkarları doğrultusunda, menfaat rüzgârının onları sarmasından kaynaklanıyor" ifadesini kullandı. "28 Şubat süreci gibi mi?" sorusuna da, "28 Şubat, tröstlerin menfaat savaşı mıydı? Arka planını düşünürsek öyle de denebilir" cevabını verdi.

Soylu, Ergenekon'la irtibatı ile ilgili olarak, "Şimdi irtibatınız var mı o çevrelerle, o dergi çevresiyle?" sorusuna ise "Son Ergenekoncu olarak mı düşünüyorsunuz beni?" sorusuyla karşılık verdi. Veli Küçük'le tanışıklığı sorusuna da "Veli Küçük Paşa, aklınıza kim gelirse, sokaktaki bir tinerci de gitse kapısının açık olduğu, kapısını çaldığında kontak kurabileceği özel bir insan" diye cevap verdi.

Haber: Mehmet Köpüklü - Kamil Elibol / Bugün


21 09 2008 00:25
Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınan beş teğmenin komutanları hakkındaki istihbari bilgileri Ergenekon terör örgütüne ilettikleri ileri sürüldü.
Salih Aydın'ın haberi

Teğmenlerin bu bilgileri "teğmenler ders grubu" adını verdikleri toplantılarında Kemal-Neriman Aydın kardeşlere bildirdikleri, onlarında aldıkları bilgileri örgüte sunduğu iddia edildi. Gözaltındaki Kara Harp Okulu öğrencisinin ise örgüte genç Harbiyelileri kazandırmaya çalıştığı iddia edildi. Aydın kardeşlerin genç teğmenlerle "özel bir ders grubu" oluşturduğu ifade edildi. Kemal-Neriman Aydın kardeşler Ankara’da 1 Temmuz 2008 tarihinde düzenlen 6. dalga operasyonda gözaltına alınmış ve çıkarıldıkları İstanbul Adliyesi'nde tutuklanarak cezaevine gönderilmişti.

KOMUTANLARINI ERGEKENON'A İHBAR ETTİLER İDDİASI
Ergenekon terör örgütüne yönelik başlatılan 7. Dalga operasyonda Teğmenler Mehmet Ali Çelebi, Ankara’da görev yapan Hasan Hüseyin Uçar, Noyan Çalıkuşu, Önder Koç, Esen Mumcu ve Kara Harp Okulu öğrencisi Yaşar Tozkoparan gözaltına alındı.Teğmen Çelebi, Ankara’da, Teğmen Çalıkuşu Kırklareli’de, Teğmen Mumcu Hakkari’de, Teğmen Uçar’da Ankara’da görev yapıyor.

Gözaltındaki teğmenlerin bağlı oldukları birliklerdeki komutanları hakkındaki istihbari bilgileri Kemal Aydın ve kız kardeşi Neriman Aydın’a aktardığı onların bu bilgileri örgütün üst kademelerini ilettiği belirlendi. Teğmenlerden Mehmet Ali Çelebi’nin darbe planı yaptığı ve kamuoyuna yakında darbe olacağına dair söylentiler yaydığı ileri sürüldü.

Kara Harp Okulu öğrencisi Yaşar Tozkoparan ise Kemal ve Neriman Aydın kardeşlerin toplantıların katıldığı ve Harp Okulu’ndan örgüte eleman kazandırmaya çalıştığı ileri sürüldü. Aydın kardeşlerle toplantı yapan diğer teğmenler ise Esen Mumcu, Hasan Hüseyin Uçar, Önder Koç.

ANKARA’DA “CİHAT” BÖLGELERİ OLUŞTURMUŞLAR
Gözaltında bulunan sivil kişiler arasında yer alan Süleyman Solmaz ve Kurtçe Bektaş’ın Teğmen Mehmet Ali Çelebi grubu ile irtibatlı olduğu, Hizbut Tahrir grubu içindeki sohbetlere düzenli olarak katıldığı katıldığı ve bu sohbetlerde topladığı istihbari bilgileri örgüte verdiği iddia edildi.

Süleyman Solmaz isimli zanlının eniştesi Mehmet Oğuz Kazancı'nın ise Ankara’nın çeşitli yerlerinde kendi aralarında “Cihat Bölgesi” dedikleri birimler oluşturduğu, Hizbut Tahrir örgütünde yetiştirilen elemanları bu bölgelere yerleştirildiği ileri sürüldü.

Gözaltındaki bir diğer isim Hazma Demir’in ise 6. dalgada tutuklanan Kemal Aydın’ın arsa işlerine ve illegal işlerine baktığı, bazı kişilerin fişlenmesi için istihbarat topladığı ileri sürüldü. Rıfat Yıldırım ve Rıza Demir isimli zanlıların da Hizbul Tahrir örgütünde düzenli olarak piknik ve toplantı gibi etkinlikleri düzenlediği, topladığı bilgileri Kurtçe Bektaş ve Süleyman Solmaz’a aktardığı iddia edildi. Diğer zanlı Mahmut Oğuz’un ise Hizbul Tahrir örgütüne elaman sağlamaya çalıştığı ileri sürüldü.

KİLİT İSİMLER TUTUKLANAN AYDIN KARDEŞLER
1 Temmuz 2008’de tutuklanan Kemal Aydın ve kardeşi Neriman Aydın ile Kuvayı Milliye Derneği Başkan Yardımcısı Ali Özoğlu, Harbiyelileri darbe için örgütlemekle suçlanmıştı. Aydın kardeşlere ve Özoğlu’na gözaltıları sırasında 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Harp Okulu öğrencileri ile temasları soruldu. Silahlı Kuvvetler içinde ayrı bir örgütlenme kurmaya çalıştığına dair soruya Aydın, “Benim ordu içerisinde ayrı bir örgütlenme amacım yoktur.” diye cevap verdi. Aydın, bir başka soru üzerine Noyan Çalıkuşu isimli subayı İzmir Selçuk’taki arkadaşı Metin Çıtrak aracılığıyla tanıdığını açıkladı. Kemal Aydın’ın kız kardeşi Neriman Aydın ise Kara Harp Okulu öğrencilerinin zaman zaman evlerine geldiğini belirterek şunları anlattı:

“Evimizdeki yoğunluğun misafirperverliğimiz dışında başka bir açıklaması yoktur. Harp Okulu dışında yeğenlerimizin okuldan arkadaşları da zaman zaman gidip gelirler. İnsani dürtülerle Harp Okulu öğrencilerinin mezuniyet sonrası da problemleriyle ilgileniyorum.”

HARBİYELİLERE ÇENGEL ATILMASI İDDİALARI İDDİAANAMEDE
Öte yandan Savcı Zekeriya Öz tarafından hazırlanan iddianamenin 117. sayfasında Ergenekon terör örgütünün genç Harbiyelilere çengel atması net bir şekilde anlatılıyor. İddianamede bu konu şöyle anlatılıyor:

"Örgütsel dokümanlarda belirtildiği gibi örgütün en çok önem verdiği ve sızmaya çalıştığı kurumlardan birisinin Türk Silahlı Kuvvetleri olduğu, bu nedenle halen gizli bir şekilde bu faaliyetlerini sürdürdüğü, hatta bu faaliyetlerini Karargah Evleri şeklinde adlandırarak özellikle harp okullarında bulunan subaylar ve öğrencilerle ilgilendikleri, bunların yanı sıra halen görevde olan bazı Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ile ilişki içerisinde oldukları, bu ilişkileri sayesinde birçok kişinin askerlikle ilgili problemlerini çözdükleri ve istedikleri yerlerde askerlik yapmalarını sağladıkları, ayrıca bu ilişkileri örgütün farklı amaç ve hedefleri için kullandıkları anlaşılmıştır"

Yine iddianamenin 121. sayfasında karargah evleri yapılanması konusunda Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’nın soruşturma başlattığı şu şekilde anlatılıyor:
"İşçi Partisinden elde edilen İşçi Partisi Karargahevleri yapılanmasıyla alakalı Mit müsteşarlığınca hazırlanan çok gizli belge içeriğinde ERGENEKON terör örgütünün sivil yapılanması içinde yer alan Teori Tasarım ve Planlama Daire Başkanlığı içinde görevli bulunan İşçi Partisi genel başkanı şüpheli Doğu PERİNÇEK'in partisini de bu gizli yapılanmanın metodlarmı ve geliştirilmesini nasıl yaptığını ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Çok gizli ibareli ve Genel Kurmay Başkanlığına gönderilen karargah evleriyle alakalı MİT müsteşarlığının yazısının İşçi Partisi genel merkezinde Doğu PERİNÇEK'in odasmda bulunması da ERGENEKON terör örgütünün Türk Silahlı Kuvvetleri içinde gizli yapılanmasını sürdürdüğünü ve raporun İşçi Partisi'nden çıkması da örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri içinde çok önemli mevkilere kadar sızdığını göstermektedir. Çünkü MİT Müsteşarlığının yapmış olduğu tüm çalışmaları mahiyeti itibariyle gizli olduğu, ayrıca mevcut raporunda Çok Gizli ibaresi taşınması da bu belgenin çok önemli ve hassas olduğunu göstermekte olup, böyle bir belgenin muhatapların eline geçmesi de gizli kadrolaşma eylem ve fiillerinin boyutlarını açıkça göstermektedir.

Ayrıca bu konuda Genel Kurmay Başkanlığı savcılığından gelen 02.06.2008 tarihli cevabi yazıda, Genel Kurmay Başkanlığınca İşçi Partisi Karargah Evleriyle alakalı doküman için Hv. Kuv. As.Savcılığına soruşturma talimatının verildiği belirtilmiş olup, ERGENEKON terör örgütünün sızma süreçlerine ilişkin soruşturmanın Genel Kurmay Başkanlığı askeri savcılığınca da devam ettiği anlaşılmaktadır"

Gazeteport

Sisi, Ergenekon savcısını övdü: Cesaretini takdir ediyorum
22 Eylül 2008

Sisi lakabıyla tanınan Seyhan Soylu, gözaltına alınmadan bir gün önce Akşam Gazetesi'ne verdiği mülakatta cesareti sebebiyle Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'ü takdir ettiğini söylüyor. Soylu, "Büyük bir cesaret. Altından kimlerin çıkacağı belli olmayan bir durumun üzerine gitti, küçücük bir fenerle kara bir tünele girdi." diyor. Akşam, dünkü 'Pazar' ekinde Seyhan Soylu ile yapılan röportaja geniş bir şekilde yer verdi. 'Davayı soruşturan savcıyı takdir ediyorum' başlığıyla duyurulan haberde, Soylu'nun Ergenekon'a ilişkin ilginç açıklamaları var. 'Ergenekon soruşturmasını onaylıyor musunuz?' sorusuna 'onaylıyorum' cevabını veren Soylu, darbeye karşı olduğunu söylüyor: "Ben darbeye karşıyım, yaşam özgürlüğüne değil. Ergenekon davasını soruşturan savcıyı da takdir ediyorum. Büyük bir cesaret. Altından kimlerin çıkacağı belli olmayan bir durumun üzerine gitti, küçücük bir fenerle kara bir tünele girdi."

Seyhan Soylu, Ergenekon'un da kendi nezdinde Susuzluk gibi bir olay olduğunu anlatıyor. Ergenekon'un laik düşüncenin ve vatansever bir topluluğun hareketi olduğunu ancak kişisel çıkarlar yüzünden rayından çıktığını ifade eden Soylu, "Ergenekon dış mihraklara karşı laik Türkiye Cumhuriyeti'nin, Kemalist düşüncenin, çağdaş bir yapılanma altındaki vatansever topluluğun harekâtıydı. Ama Ergenekon'daki makam veaktifhaber hiyerarşi, insanların egolarına gitgide farklı duygular vermeye başladı. Ve pirincin içindeki taşlar çıkmaya başladı aynı Susurluk'taki gibi. Ergenekon bir destandır, bu destanın içinde 3-5 kişiden bazısı ekonomik, bazısı makam için terörizmin tetiklenmesine sebep olup bir anda yok oldular." diyor.

Asrın davasına adım adım

Mahkeme süreci 20 Ekim'de başlayacak olan yüzyılın en büyük davasına bir ay kala Ergenekon soruşturması genişliyor. Geçen hafta yapılan ve 4 teğmen ile bir askerî öğrencinin tutuklandığı 7. dalga operasyonların ardından, savcılık dün sabah yeniden harekete geçti.

Ümraniye'de 12 Haziran 2007'de 27 adet el bombasının ele geçirilmesiyle başlayan Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında İzmir, İstanbul ve Ankara'da eşzamanlı operasyonlar düzenlendi. Gazeteci Tuncay Özkan, eski Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Adil Serdar Saçan, eski Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan, emekli askerî hakim Tanju Güvendiren, Kanaltürk Televizyonu'nun eski haber müdürü gazeteci Adnan Bulut ve Doğu Perinçek'in eski avukatı ve Aydınlık dergisi yazarı Emcet Olcayto'nun da aralarında bulunduğu 16 kişi gözaltına alındı. Söz konusu isimler arasında Özkan'ın doktoru olduğu ileri sürülen kalp cerrahı Mesut Özcan'ın yanı sıra üç adlî tıp uzmanı ve bir adlî bilirkişi de yer aldı.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne bağlı ekipler ilk olarak saat 06.30 sularında Tuncay Özkan'ın Beşiktaş'taki evine geldi. Özkan'ı gözaltına alan polisler saat 14.30'a kadar evde arama yaptı. Ardından Emniyet'e götürülen Özkan'ın evden çıkarılışı sırasında yol trafiğe kapatıldı. Gürbüz Çapan'ın Esenyurt Esenkent Özdeniz Villaları'ndaki evine de yine aynı saatlerde gelen polis ve jandarma ekipleri yaklaşık 1 saat arama yaptı.

Çapan'ın yakınları, "Kitapları ve belgeleri incelediler. Ama yanlarında bir şey götürmediler." derken, gözaltına alınan Çapan, sağlık kontrolü için Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne oradan da Emniyet'e götürüldü.

Hastane çıkışında gazetecilerin sorularıyla karşılaşan Cumhuriyet Gazetesi ortaklarından Çapan, Ergenekon soruşturması nedeniyle gözaltına alındığını söyledi. Aydınlık dergisi yazarı Emcet Olcayto da soruşturma kapsamında Kadıköy'deki evinden alındı.

Evde yapılan aramalar sonrası Olcayto, gözaltına alınarak emniyete götürüldü. Evindeki bilgisayar hard diskine, yüzlerce CD ve DVD ile yazılı evraklara el konulan Olcayto'nun, bir dönem, halen aynı soruşturma kapsamında tutuklu Perinçek'in avukatlığını üstlendiği öğrenildi.

Kanaltürk televizyonunun eski haber müdürü gazeteci Adnan Bulut, İzmir'de bir otelde gözaltına alındı. Emniyetteki işlemleri tamamlanan Bulut, hastaneden doktor raporu alındıktan sonra polis eşliğinde uçakla İstanbul'a getirildi.

Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde sağlık kontrolünün ardından sorgu ve işlemlerinin yapılması amacıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün Vatan Caddesi'ndeki yerleşkesine götürüldü.

Hüseyin Nazlıkul da aynı hastanede sağlık kontrolünden geçirilerek emniyete götürüldü. Emniyete getirlen zanlıların sorguları gece geç saatlere kadar sürdü. Ankara'da da 4 kişi gözaltına alındı. Ankara Adalet Sarayı'na getirilen Dr. Mesut Özcan, Adli Tıp Kurumu'nda sağlık kontrolünden geçirildi.

Özcan, adliye çıkışında, gazetecilerin sorusu üzerine, "Neyle suçlandığımı bilmiyorum. Evimden alındım, arama yapıldı." dedi. Kalp cerrahı Özcan'ın, İstanbul'da evindeki arama devam eden gazeteci Tuncay Özkan'ın doktoru olduğu iddia edildi.

Bu arada, Ankara'da gözaltına alınan ve sağlık kontrolünden geçirilen Mahir Akkar'ın 'adli bilirkişilik' yaptığı belirtildi. Akkar, Adli Tıp'tan çıkışında gazetecilere "Ergenekon örgütü üyesiymişiz, alakamız yok. Piyango bize de vurdu.'' diye konuştu.

Tuncay Özkan'a ait Biz TV'de yapılan ve 9 saat süren aramada ele geçirilen çuvallar dolusu evrak ve belgenin yanı sıra çok sayıda bilgisayar hard diskine de incelemek üzere el konuldu. Türkiye genelinde gözaltına alınacak kişilerin sayısının 27'yi bulabileceğini ifade etti.

Genç subaylara 'karargah evleri' izni tuğgeneralden

Ergenekon soruşturmasının 7. dalgasında tutuklanan 4 muvazzaf subayın avukatı Yusuf Erikel, teğmenlerin görevde olan bir tuğgeneralin bilgisi dahilinde tutuksuz sanık Neriman Aydın'la görüştüğünü açıkladı. Radikal gazetesinin haberine göre, görüşmenin gizli olmadığını kaydeden Erikel, "Teğmenlerin Aydın ile görüştüğü iddiası üzerine bir tuğgeneralin gelip, olaylardan haberlerinin olduğunu, bu insanlarla görüşmelerinde bir sakınca olmadığını söylemiş. Tuğgeneral, 'Ne yaptığınızı görüşmelerinizi biliyoruz. Gözlerinizden öperim.' demiş." açıklamasında bulundu. Cezaevine gönderilen genç teğmenlerin, komutanlarıyla ilgili aldıkları bilgileri, Neriman ve Kemal Aydın kardeşler aracılığıyla Ergenekon terör örgütüne ilettikleri öne sürülmüştü. Teğmenlerin, Hizbuttahrir üyeleriyle yaptıkları görüşmelerde, "Büyük işlere imza atacağız. İrtibatı koparmayalım." dedikleri ortaya çıkmıştı.

Tuncay Özkan CHP'li Mengü'yü aramış: Ağabey beni gözaltına alıyorlar

Şafakta karşısında polisleri gören Tuncay Özkan'ın hemen telefonuna sarıldığı öğrenildi. Eski avukatı CHP Milletvekili Şahin Mengü'yü arayan Özkan'ın 'gözaltına alındığını' söylediği aktarıldı. Şahin Mengü, "Sabah beni aradı. Saat 06.30 gibi. 'Ağabey beni gözaltına alıyorlar. Evde arama var.' dedi. Bunun üzerine büromuzun İstanbul'daki avukatını aradım." diye konuştu.

Tuncay Özkan'ın evinde arama sürerken, ellerinde Türk bayrakları olan ve 'Bizkaçkişiyiz Sivil Toplum Platformu' üyesi oldukları belirtilen yaklaşık 20 kişilik bir grup, 'Hepimiz Tuncay'ız', 'Mustafa Kemal'in askerleriyiz' sloganları attı. Polis, 8 saat süren arama sırasında el konulan çok sayıda CD, video kaset, doküman ve evrakı koliler halinde bir polis minibüsü ve otomobiline koyarak, incelemek üzere Vatan Caddesi'ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne götürdü.

Tuncay Özkan, öğleden sonra Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde sağlık kontrolünden geçirildi. Özkan, gazetecilerin neden gözaltına alındığı yönündeki sorusuna, "Recep faşizmi" diye yanıt verdi. Özkan, kendi televizyonunda bölücü terör örgütü Abdullah Öcalan'a övgü gibi sözler sarf etmişti: "Abdullah Öcalan, Türkiye'deki barışı ve kardeşliği yüceltmek için kullanılamazsa, Abdullah Öcalan'ın bugünkü açılımını ve yaklaşımını Türkiye değerlendiremezse çok yazık eder. PKK sorunu Abdullah Öcalan ile birlikte çözüme kavuşturulabilir. Türkiye bunu çok iyi kullanmak zorunda."


Danıştay'daki koruma polisi Ergenekon'dan gözaltında

Gözaltına alınanlar arasında bulunan Ankara Emniyet Müdürlüğü Koruma Şubesi'nde görevli Adnan Kılıçarslan'ın Danıştay'da bir daire başkanının koruması olduğu ortaya çıktı. Danıştay'daki bazı davaları takip ettiği öne sürülüen Kılıçarslan'ın, Ergenekon soruşturmasına dahil edilen Danıştay saldırısı ile ilgisinin olup olmadığının da araştırılacağı iddialar arasında. Savcılığın Danıştay 2. Daire Başkanlığı'na saldırı düzenleyen Alparslan Arslan'a içeriden bilgi sızdırılıp sızdırılmadığını araştırdığı belirtiliyor. Aynı soruşturma kapsamında gözaltına alınan eski İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan'ın ifadesi, müdürlüğünü yaptığı eski şubesinde alınacak. Meslekten ihraç edilen Adil Serdar Saçan hakkında Emniyet'in Ergenekon soruşturmasını ihmal ettiği gerekçesiyle bir de idari soruşturma başlattığı ortaya çıktı. Adil Serdar Saçan'ın 2001 yılında dolandırıcılık suçlamasıyla gözaltına aldığı Tuncay Güney'in Ergenekon soruşturması hakkında verdiği bilgilerin üzerine gitmediği belirtiliyor.

Tanju Güvendiren 28 Şubat'ın ünlü hakimi

Ergenekon soruşturması kapsamında Ankara'da eski Askeri Yargıtay üyesi Tanju Güvendiren de gözaltına alındı. Güvendiren, 28 Şubat sürecinde Ankara'da cüppeleriyle gözaltına alınan Aczmendileri tutuklayan hâkimdi. Eski DGM Hakimi, 'Kudüs Gecesi'ni düzenleyen Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız ve 9 kişiyi tutuklayarak cezaevine göndermişti. Kapatılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM)'nde askerî üye sıfatıyla görev yapan Güvendiren, ilginç kimliğiyle dikkat çekiyor. Güvendiren, MİT'in suç duyurusu üzerine başlatılan soruşturmada eski Emniyet İstihbarat Başkanı Hanefi Avcı'yı tutuklayan hâkimdi. Avcı, 2 Şubat 1997 tarihinde TBMM Susurluk Komisyonu'nda yaptığı şok açıklamalarda Emniyet, MİT ve Jandarma içinde mafyayla çıkar ilişkilerine giren grupların bulunduğunu, bu grupların yargısız infazlardan sorumlu olduklarını söylemişti. Güvendiren, Tansu Çiller'in DYP genel başkanı olduğu 2002 seçimlerinde Balıkesir'den milletvekili adayı da olmuştu.

İlk duruşma 20 Ekim'de

Soruşturmanın 18 Eylül'de gerçekleştirilen 7. dalgasında 19 kişi gözaltına alınırken, şüphelilerden 4'ü teğmen, biri askerî öğrenci ve 6'sı Hizbuttahrir üyesi 11 kişi tutuklanmıştı. Şu anda soruşturma kapsamında 66 kişi tutuklu bulunuyor. Hazırlanan 2 bin 455 sayfalık iddianamede İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, emekli Tuğgeneral Veli Küçük, avukat Kemal Kerinçsiz, emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin'in de aralarında bulunduğu toplam 86 kişi 'darbeye teşebbüs etmek'le suçlanıyor. Haklarında iddianame hazırlanan sanıklar, 20 Ekim'de ilk kez hakim karşısına çıkacak.

Eruygur 7 gün sonra gözünü açtı

Kocaeli'nde tedavi gören emekli Orgeneral Şener Eruygur dün sabah gözlerini açtı. Yoğun bakımda tedavi gören Eruygur'un sağlığının iyiye gittiği, ancak hayati tehlikesinin sürdüğü aktarıldı. Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunduğu Kandıra F Tipi Cezaevi'nde merdivenden düşerek beyin kanaması geçiren Eruygur'un tedavisi Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi'nde sürüyor. 7 gündür yoğun bakımda uyutularak tedavi gören Eruygur, yavaş yavaş uyandırılıyor. Eruygur, dün sabaha karşı uzun bir aradan sonra ilk defa gözlerini açtı. Hastane başhekimi Prof. Dr. Nazım Mutlu, Eruygur'un kendisine seslenen ailesine başını çevirerek cevap verdiğini söyledi. Eruygur'un sağlığının iyiye gittiğini de belirten Mutlu, "Üçüncü kez tomografisi çekildi. Sonuçlar beyin kanamasının tamamen durduğunu gösteriyor. Durumu iyiye gidiyor fakat yoğun bakımda tutulacak." dedi. (Zaman)

Jitem Davasında Flaş Talep
24 Eylül 2008 10:52

Diyarbakır'da 3 köylünün aleni biçimde öldürülmesiyle başlayan ve büyüyerek JİTEM davasına dönüşen davanın avukatlarından flaş ERGENEKON talebi..

Ergenekon Davası'nda savcı Zekeriya Öz'ün kararlı tutumu, tüm derin davalar için umut oldu. Diyarbakır'da arpa boyu ilerlemeyen JİTEM davası için avukatlar, umudunu Zekeriya Öz'e bağladı ve davanın Ergenekon Davasıyla birleştirilmesini istediler. Çünkü yollar kesişiyor...

3 KÖYLÜ ALENİ BİÇİMDE ÖLDÜRÜLMÜŞTÜ

Diyarbakır'da görülen ve iddianamesinde Ergenekon soruşturmasında tutuklanan emekli komutanların da suçlandığı JİTEM davasının Ergenekon davasıyla birleştirilmesi istendi.

Güneydoğu’da 1988-1994 yılları arasında "bazı emekli generallerin bilgisi dahilinde adam öldürmek, araç bombalamak, suikast, adam kaçırıp infaz etmek, fidye almakla" suçlanan, JİTEM tarafından 'kullanıldıkları' ileri sürülen PKK itirafçısı ve koruculardan oluşan 11 sanıkla ilgili dava dün Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yeniden ele alındı.

Duruşmaya tümü tutuksuz olan sanıklar katılmazken, müdahil avukat Tahir Elçi hazır bulundu. Uyuşmazlık Mahkemesi'nin davanın yeniden 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmesine ilişkin verdiği karar okundu. Kararda, sanıkların işlediği suçların askeri suç olmadığı, TSK ile ilişkilerinin kesilmesi nedeniyle davanın sivil mahkemede görülmesi gerektiği ifade edildi.

'Emri Arif Doğan verdi'
Avukat Elçi, davanın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek olan Ergenekon davasıyla birleştirilmesi talebinde bulundu. Elçi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdiği dilekçeyi mahkemeye sundu. Elçi dilekçesinde 16.09.1989 tarihinde Cizre-Nusaybin karayolunda Hasan Caner, Tahsin Sevim ve Hasan Utanç adlı 3 köylünün, zamanın JİTEM Komutanı Cem Ersever ve halen Ergenekon tutuklusu sanık emekli Albay Arif Doğan tarafından öldürtüldüğünü öne sürdü. Avukat Elçi, bu iddiayı Hacı Hasan adlı PKK itirafçısının Susurluk Olayı ardından İbrahim Babat sahte ismiyle Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı’na gönderdiği 11 sayfalık mektuba dayandırdı.

Elçi, “ Ergenekon soruşturmasında adı geçen şüpheliler Arif Doğan, Sinan Yaşar, Şaban Bayram, Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Doğu Perinçek, Veli Küçük, Levent Ersöz ve diğer sanıklar hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz” dedi.

Ünal TANIK
Haber 7 Sıra
Ergenekon'un hangi ayağında?
12 Ocak 2009
Soruşturma devam ettikçe Ergenekon davasının nasıl bir şekil alacağını kestirmek giderek güçleşiyor.

Gizli yapılanmalarda neyin nereye varacağını kestirmek hiçbir zaman kestirmek mümkün değil elbet. Yeraltı örgütlenmesinde bir ipucu buluyorsunuz ve oradan ilerliyorsunuz. İpucunun sizi nereye götüreceğini bilmek imkansız.

Hatırlayın. Olayı ortaya çıkaran ilk ipucu, 13 Haziran 2007’de Ümraniye’de Güngör mahallesinde bir gecekonduda 27 el bombası bulunması idi. O zaman önde duran tek ihtimal, bu bombaların bir askeri birlikten çalınmış olacağı idi. Soruşturma başlatıldığında anlaşıldı ki Cumhuriyet gazetesine atılan el bombası, bu bombalar arasından gitmişti.

Sonrasını anlatmayacağım burada. Hepsini kamuoyu yakından takip etti. Sonra Ergenekon terör örgütü yapılanmasının silüeti belirmeye başladı. Ardından da gözaltılar başladı. Cumhuriyet gazetesinin sahibi İlhan Selçuk geçtiğimiz yıl mart ayında gözaltına alınıp serbest bırakıldıktan sonra bile Ergenekon davasının nasıl bir şekle bürüneceği hakkında bir fikre sahip değildik.

Ben dahil bir çoğumuz, bu soruşturma da ucu “tehlikeli” bir yere geldiğinde tıkanıp kalır dedik. Tıpkı bundan öncekilerde olduğu gibi. Tıpkı Susurluk soruşturmasında olduğu gibi. Unutmayın Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşı olan TBMM’nin kurduğu soruşturma komisyonuna bu isimler ifade vermeye bile gitmemişti.

Burada bir noktanın altını çizmek istiyorum.

İşte o günlerde, Ergenekon yapılanmasının içinde olanlar da benzeri pervasızlık içinde idiler. Aynı yapılanmanın bir yerinde olanlar, “bir yere varmaz” düşüncesinden hareketle İlhan Selçuk’a ziyaret turları düzenlediler.

“Geçmiş olsun İlhan Abi” diye gidenlerin listesini iyi inceleyin. Bunlara isteyen her okuyucu arşivlerden ulaşmakta zorluk çekmeyecekler. Onun için birileri “İlhan ağabeyleri” gözaltına alınınca kendilerinde “sınır aşıldı” deme cesaretini bu yüzden buldular.

Ziyarete gidenlerin bir kısmındaki temel dürtü dayanışma idi elbette. Ama bazılarının gidiş nedeninde bunun yanı sıra “Acaba sıra bana da gelirse?” düşüncesi vardı.

Susurluk soruşturmasında aslan kesilen medya, sıra Ergenekon’a gelince bambaşka bir tavıra büründüler.

O soruşturmaya “fasa fiso” diyen zihniyet ne kadar yanlış yaptı ise bugün Ergenekon’a karşı “siyasi intikam” diyenler de aynı hezeyan içindeler.

Bir kere yargı üzerinden “siyasi intikam alma” geleneğine sahip olan tek kesim, “Yassıada Mahkemeleri” yaftasını göğsünde taşıyanlardan başkası değil. Bugün de “atama ile” oluşturulan yargı mekanizmasını kanırta kanırta kullananlar aynı yolun yolcuları.

Bugünkü siyasi iktidarın yargıyı kullanabilecek ne altyapısı var ne de böyle bir şeye cesaret edebilir.

“Siyasi intikam” iddiasını savunanlar, yargı mekanizmasını ya bilmiyor ya da menfaatleri gereği bilmezden geliyorlar.

Zekeriya Öz’ün başkanlığındaki 5 savcı bilgi ve belgeleri değerlendiriyor. Bu savcı ekibi mahkemeye ifadelerini almak istedikleri kişilerin isimlerini, niçin ifadelerini almak istediklerine dair gerekçeleri ile birlikte veriyor. Ancak mahkemenin onayı ile harekete geçip gözaltılar için polis veya askere bu isimleri veriyorlar.

Bundan sonrası daha ilginç. Gözaltılar yapıldıktan sonra ifadeler alınıyor ve bu zanlılar mahkemeye sevkediliyor. 6 ayrı mahkeme var. Nöbetçi mahkeme hangisi ise bunların tutuklanıp tutuklanmayacağına onlar karar veriyor. Sıralama kuraya benzer bir sistem ile belirleniyor.

Şimdi tutuklanma kararını mahkemeler verirken, bir kısım medyanın yalnızca Savcı Zekeriya Öz’ü hedef tahtasına koymaları elbette ki manidar.

Bir kişi hedef haline ya da sembol haline getirildiğinde iş daha kolay oluyor. Bu “sembol isim” bir şekilde çürütüldüğünde onun etrafında bina edilenler de kendiliğinden yıkılmış olacak. Medyanın Savcı Öz’ü sembol yapma girişimi bundan ibaret.

Oysa Ergenekon davasını sürdüren koca bir yargı mekanizması var.

Bir başka nokta da şu. Diyelim ki bazı mihrakların dediği gibi bu gözaltılar, bir şekilde “siyasi intikam” için yapıyor.

Eğer bu gözaltı ve tutuklamalar bahsedildiği gibi oluyorsa, bundan en büyük zarar görecek olan bundan siyasi amaç güdenler olacak.

Sabah yazarı Emre Aköz, hafta sonunda İtalya’da Gladyo’nun ortaya çıkarılma sürecini anlattı. “P2” denilen Propaganda Due’nin odak ismi Licio Gelli’nin çiftlik evinin basılması ile ilgili süreci anlattı.

Ele geçirilen 932 kişilik listede kimlerin olduğu, bu tür yapılanmalarda Türkiye için bir rehber niteliğinde. Listede 30 general, 38 parlamenter, 4 bakan, eski başbakanlar, istihbarat şefleri, gazete yayın yönetmenleri, TV yöneticileri, işadamları, 19 yargıç ve 58 profesör.

Peki Türkiye’de Ergenekon sürecinde sorgulananların profiline hiç baktınız mı? Bunun medya ayağının Ufuk Büyükçelebi, Güler Kömürcü, Tunucay Özkan’dan ibaret olduğunu sanıyorsanız yanlış yerde duruyorsunuz.

Ergenekon’da giderek kilit noktaya doğru çıkan eski polis şefi Adil Serdar Saçan’ın İstanbul’da terör estirdiği günler buna ilikin önemli ipuçları veriyor. İstemediği kişilere işkence ile istediği “itirafı” yaptıran Saçan’ı dönemin Emniyet yönetimi görevden almak istemişti.

İşkenceci Saçan’a Tuncay Özkan, o zaman yazı yazdığı Milliyet’te “kefil” olduğunu yazmıştı. Ancak arka planda işleri yürüten başkaları da vardı. Yürütülen soruşturmanın bitirilmesi için soruşturma açıldı. Saçan’ın peşini bırakması için yanında çalıştırdığı bir bayan gazeteciyi kullanan şimdi “güvnelir” bir yerde bulunan ünlü televizyoncu, dönemin savcısına şantaj yaptı.

Nasıl şantaj yaptığının detaylarını önümüzdeki yazılarda paylaşacağım.

Bu anekdotu şunun için yazdım. Halen medyanın en tepe isimleri, Ergenekon yapılanması içinde değilse (ki mümkün değil) bu örgütün en önemli ayağı eksik demektir.

Sıkı durun, Ergenekon’da sıra medyanın zirvesine geliyor.

Ünal Tanık / Haber 7
tanik@haber7.com
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Çrş Eyl 24, 2008 7:41 pm    Mesaj konusu: Ek iddianame Alıntıyla Cevap Gönder

Zübeyir SOMUNCU
zemcizubeyr@yahoo.com


ERGENEKON YAŞLI KADRONUN RESEN EMEKLİ TASFİYE EDİLMESİDİR

ERGENEKON YAŞLI KADRONUN RESEN EMEKLİ TAVFİYE EDİLME OPERASYONUDUR Milliyetçilik kavramına dayılarımın vesilesi ile aşina olmuştum çocukluğumda. Sonra Müslüman ile Türk olmanın Balkanlarda aynı etnisite olarak algılandığını Sırp katliamlarına içim kan ağlarcasına şahit olarak müşühade ettim. Doğu Perinçek’in milliyetçi söylemleri bu anlamda beni, mihenk taşım dayımların milliyetçilik anlayışı olduğu için ziyadesi ile şaşırtmıştı. Türkiye’yi tanıdıkça puzlenin parçaları daha bir yerine oturur oldu. Bu kapsamda şunu rahatlıkla söyleyebilirim. ERGENEKON yaşlı kadronun resen emekli edilmesi hareketidir. Anlayacağınız ERGENEKON bir iç hesaplaşmadır. Nereden mi çıkardım bu öngörüyü ve tesbitlerimi. UZAN operasyonundan. Cem Uzan’ın ekonomi ve siyaset sahnesinden silinmesi ne ise ERGENEKON operasyonu da odur. Zira bu siliniş muhatabının ciğerini dahi bilen bir merkez tarafından yapılmıştır. Aynen ERGENEKON operasyonunda yapılmakta olduğu gibi. ERGENEKON’un bu kapsamda çok iyi tahlil edilmesi, yeni kadrolarının tesbit ve takip edilmesi gerekmektedir. Zira hadise, payitahtı bırakmak istemeyen, global akışkanlığın önünde bir baraj seti gibi duran neslin tasfiye, emekli edilmesi hadisesinden ibarettir. O kadar. Bu idrak içerisinde ERGENEKON operasyonunu dikkatle takip ediyor olmakla birlikte bazı ipuçlarını henüz çözümleyebilmiş değilim. ERGENEKON deşifre edilmemiştir. Daha da derinleşmiş, önümüzdeki tahminlerime göre en az 25 yılın yapılanmasını gerçekleştirmiş muazzam bir kadro örgüsüdür. Aslında bir açılım daha yapmam istiyorum ama…. Zihnimin bu lobunun okunmasına şimdilik müsaade yok.
netpano.com


Strateji'nin Patronu Konuştu
11 Ekim 2008 15:59

28 Şubat sürecinde irtica karşıtı yayınlar yapan ve JİTEM'in dergisi olarak bilinen Strateji'nin patronu bilinmeyenleri anlattı..

Ergenekon operasyonunun kilit ismi olan Tuncay Güney'in yazıişleri müdürü olduğu Strateji dergisinin sahibi Turgut Büyükdağ Taraf'a anlattı: Korkut Eken ve ekibi fabrikamı gasp etti.

İddia edildiği gibi 28 Şubat'ın finasörü müsünüz?

Bu millet 28 Şubat sürecini nasıl yaşadıysa bende öyle yaşadım. Çok şey bilmiyorum. Benden haraç isteyen bir bakan vardı. Benim yaptığım açıklamalar vardı. Birde bu süreçle ilgili olarak Ali Kalkancı'ya satışı kağıt üzerinde kalan iki fabrika vardı. O süreçte beni gaspetmişler ama adım kalmış finansör.

Tamam ama, sahibi olduğunuz bir Strateji Dergisi var. O dergi etrafında tanıdık isimler var?

Bu dergi 28 Şubat'tan sonra yayına başladı. Ondan önce medya grubu kurmak için yanımda Ümit Oğuztan ve çeşitli gazeteciler vardı, ama yayınımız yoktu. Tuncay Güney'le 28 Şubat olduktan sonra tanıştık. Benim 28 Şubat'la anılmam bu yüzden.

Bir de Sisi vardı yanınızda olan...

Sisi ile bizim Turgut Gıda Sanayi'nin düzenlediği Ayçiçek Festivali nedeniyle daha önce tanıştık. Bizim festivale sanatçı getirdi. Çalışmamız daha sonra da devam etti.

Peki Ümit Oğuztan'la nasıl tanıştınız?

Hatırlarsanız o dönemlerde gazete kuponlarıyla televizyon dağıtılıyordu. Bu Gürcan Dağdaş da 'Refah Partisi'nden milletvekili olacağım' diye geldi İstanbul'a. Aydın Menderes'le on senelik dostluğumuz vardı. Gürcan Dağdaş da Kars'tan hemşehrimizdi. 'Milletvekili olacağım, bize yardımcı olur musun' dedi. Ben de yardımcı oldum. Milletvekili seçildi, sonra Denizcilik'ten sorumlu devlet bakanlığı yaptı. O dönemde Türkiye'de bir buçuk milyon konut açığı vardı. 'Konut sahibi olmayan insanlara konut vereceğiz, benim böyle bir projem var, ben reklam yapıp bu konutları bedava dağıtabilirim' dedim.

Bedava derken?

Projeyi Gürcan Bey'e anlattım. O da 'Gel bunu kupon karşılığı dağıt ve basın sektörüne gir' dedi. O arada Sisi de kafamıza girdi, 'ben herkesi tanıyorum bir sürü insan getirim' dedi. Ümit Oğuztan'ı da o dönemde tanıdım. İş öyle bir noktaya geldi ki ayda 500 bin dolar maaş ödüyorum, basın sektörüne gireceğim diye. Bu arada Gürcan Bey bakan oldu ve Rahmi Koç'la Çırağan'da beni buluşturdu. Rahmi Bey bana 'basın sektörüne giriyorsun' dedi. Evet dedim ama orada anladım ki biletim kesilmiş. Ondan sonra iş yaptığımız tefeci bizden başladı para istemeye ve sıkıştırmaya.

Bu görüşme milat mı oldu sizin için?

Bu görüşmeden sonra Gürcan bey beni aradı ve 'senin etrafa 25-30 milyon dolar borcun varmış, arkadaşlar söylüyor' dedi. Arkadaşlar, dediği Semih Tufan Gülaltay'mış. Dedim senin de Semih'in de... Küfrettim. Bu saatten sonra film tersine dönmeye başladı. Milletvekili olması için yardım ettiğim kişi benden haraç istemeye başladı. Gürcan bey beni Gülaltay'la buluşturdu, 'bu adamlara 25-30 milyon dolar vereceksin' dedi.

Siz o tarihe kadar Semih Tufan Gülaltay'ı tanımıyor muydunuz?

Hemşeriliğimiz vardı ama tanışmıyorduk. O dönemde Kıbrıs'ta iki bankam var Türkiye'de TGS Finans benimdi. Bu bir bono getirdi ve değerlendirmek istediklerini söyledi. Bende baktım ve dandik dedim. Tanışıklığımız bu kadar.

Peki istedikleri parayı verdiniz mi?

Vermedim.

Siz bir bakanla kavga ediyorsunuz tam bu sıralarda Ali Kalkancı ile tanıştırılıyorsunuz. Bu nasıl oldu?

Aracı bir firma, bir şeyhin iki fabrikamızı almak istediğini söyledi. 28 Şubat süreci daha olmamış. Ali Kalkancı geldi ve iki tekstil fabrikasının satışı hususunda sözleşme yaptık. Ondan sonra Müslüm Gündüz meselesi patladı. Ali Kalkancı da aranmaya başlandı. Ben alacaklıyım ama adam aranıyor. O iş patlayınca herkes birşey söylüyor. Ümit Oğuztan geldi dedi ki 'Ali Kalkancı aranıyor ama fırsat verilirse kendisini aklar. Senin borcunu da öder televizyona çıkartalım.' Daha sonra öğreniyorum ki Kalkancı'yı Star Televizyonu'na para ile satıp çıkarmışlar.

Para ile Kalkancı'yı yayına çıkaran kim?

Ümit Oğuztan. Emire Ersoy'un çıkarılması için de Cem Uzan'dan milyon dolar istediler. O sırada ben devreye girdim Emire Ersoy'u korumaya aldım. Uğur Dündar'ı aradım. Bu meselede bir yanlışlık var dedim. Kadının ekrana çıkması için para teklif ettiler (O sırada Ali Kırca da 500 bin dolar teklif etti) Uğur Dündar kabul etti. Program rekor kırdı.

Peki Fadime Şahin ve Müslüm Gündüz ile herhangi bir temasınız olmadı mı?

Fadime'yi ve Müslüm Gündüz'ü ne gördüm ne tanıdım.

Ali Kalkancı nasıl bu kadar ünlü oldu?

Kalkancı tam bir sahtekâr. Kars'tan geliyor Fatih'te bir yerde garsonluk yapıyor. Ondan sonra Çarşamba Cemaati'ni görüyor. Birahaneyi bırakıyor, sakal uzatıyor, domates salatalık satmaya başlıyor. Yavaş yavaş cemaatin içine giriyor. Bakıyor herkes para akıtıyor, şeyhliğini ilan ediyor.

İş hayatında o dönem ne kadar büyüklükte bir ekonomik gücünüz var?

Milyar doları aşan bir ciromuz var. Ama bu kadar büyüklüğe rağmem tefecilerle de iş yapıyorsunuz?

İsmail Özmen daha zamanı gelmeden 'hesapları sıfırlayalım' dedi. Hesapları sıfırladık ve iki milyon dolar borç çıktı. Özmen 'bu parayı hemen vermezsen senden alırlar' dedi. Bu sırada fabrikaya bir sürü insan gelip gidiyor. Mehmet Ağar'ın özel kalem müdüründen tutun da emekli askerlere kadar herkes fabrikaya gelip gidiyor. Sonradan anlıyorum ki bu insanları bize gösteriyor ve alttan alta tehdit ediyor.

Gerçekten siz iki milyon doları ödeyemiyor musunuz?

İsmi iki milyon dolar. Bende dünya kadar gayrimenkul var. Gittim satışı verdim ki hammadde gemilerden insin ve çalışmaya devam edeyim. Çünkü sistemi kilitlediler. Ben satışı verdim, gemiler kayboldu, insanlar kayboldu birden. O sıralarda kimse fabrikaya gelip gitmiyor. Adamı arıyoruz bulamıyoruz. Fabrikaya devredilmesin diye ihtiyati tedbir koydurduk tapuya. Bizim avukat devreye girdi 'anlaşalım' dedi. Sonra öğrendik ki bizim avukatı da satın almışlar.

Nasıl anlaşmak istiyorlardı?

'Tapu iptal davasını kaldırın yeni bir anlaşma yapalım' dediler. 'Yüzde kırk sermayesini biz koyalım tapu bizde dursun' dediler. 'Yüzde altmışı bizim yüzde kırkı senin' dediler. Bu anlaşmayı da tehdit zoruyla yaptık. İş bitti geldik, Korkut Eken oturmuş fabrikada bizi fabrikaya koymadılar.

Korkut Eken'i fabrikada gördünüz mü ?

Gördünüz ne demek bir sene orada kaldı, 500 tane şahit var. Fabrikayı bastık, akrabası Hasan Eken o dönem fabrikada idi.

Korkut Eken'le hiç konuşmadınız mı?

Ne konuşması, fabrikanın kapısıdan giremedik. Bir gün zorla girdik çatışmayla çıktık canımızı zor kurtardık. Daha sonra 'borcuma karşılık dedim size Keşan'daki fabrikayı vereyim, tapuyu verin' dedim. Keşan'daki fabrikayı da gaspettiler. Mahkemeye gittim, ikinci defa karar aldırdım. Fabrikada Mehmet Ağar'ın özel kalem müdürü ve Korkut Eken fiili olarak var ve fabrikadalar. İkinci defa ihtiyati tedbir kararı alınca yeddiemine veriyor fabrikayı. O sırada Cumhuriyet Gazetesi'nin bir başlığından dolayı beni içeri aldılar. Teminat yatıramadığımız için karar düştü ve fabrikayı aldılar.

Gözaltındayken bırakılmanız için Genelkurmay'dan telefon geldi iddiası var?

Ben gözaltına alındıktan sonra plana göre İstanbul'a getirilip cezaevine konulacaktım ve burada işimi bitireceklerdi. Tuncay Güney'e benim bir minnet borcum var. Oradan çıkma şansım yoktu. Tuncay hakikaten Genelkurmay'dan bir binbaşıya emniyeti arattırdı ve beni bıraktılar. Şimdi diyorlar ki Veli Küçük bu işlerde. Gerçekten kafam allak bulak oldu. Anladım ki bunların hepsi tezgahmış.

Veli Küçük'e durumu anlatmadınız mı?

Tuncay Güney bana dedi ki 'Veli Paşa senin durumu Çevik Bir ile konuştu. Çevik Bir fabrikayı bu sefer geriye verelim hesabı kapatalım' dedi. 'Borcu da üzerine alsın' dedi. Bunun üzerine Veli Paşa demiş ki 'ben onun muhasebecisi değilim ne işiniz varsa halledin.'

Peki diğer fabrikalarınıza ne oldu?

İki tanesini bunlar gaspetti. Üç tanesini kardeşim aldı. Ben de İstanbul'a döndüm.

İstanbul'da ne yaptınız?

Ümit Oğuztan bana, 'bu işlerden çok zarar gördün ama biz bu paraları kazanabiliriz' dedi. Ben dergi çıkarırım dedi. O arada Ümit Oğuztan, Tuncay Güney'i getirdi haber müdürü olarak. Ondan sonra üzerimize mafya geldi. TYT Bank battı ben borcumu ödediğim halde senetler mafyanın eline geçmiş bunlar da benden parayı istiyorlar. Tucay Güney devreye girdi, Veli Küçük'ü arayalım dedi.

Tuncay Güney neden sizi Veli Küçük'le tanıştırdı?

Tuncay Güney, 'sizin başınızda bu kadar olay, Veli Küçük Paşa'yla sizi tanıştırayım yardım etsin' dedi. Paşa'yla tanıştım. Mafya Çevik Bir'in adını kullanarak üstümüze geliyor. Mehmet Ağar'ın adı kullanılıyor. İstanbul Emniyet Müdürü sıkıştırıyor. Zaten ben bir yılda yedi ev değiştirdim, evde oturamıyorum. Veli Küçük Paşa'ya bana yapılanları anlattım. İki sefer görüştüm hayatımda. Yardımcı olmaya çalıştı. Emniyetten beni bıraktıklarında biliyorum ki Veli Küçük bıraktırdı.

Derginiz Strateji o dönem JİTEM'in dergisi diye biliniyordu?

Para kazanmak için dergiyi kurdum. Herşeyi onlar hazırlayıp basıyordu. Tuncay, Genelkurmay'dan haberleri getiriyor, Ümit Oğuztan'la beraber basıyorlar. Para ve kağıt bitince dergiyi bıraktılar.

Ergenekon ile sizin malların gaspedilmesi arasında nasıl bağ kurdunuz 12 yıl sonra?

Gazetede bir haber çıktı. Turgut Büyükdağ'ın fabrikalarını, parasını gasp ettikleri, o bankalardan da 50 milyon dolar da para aldıklarına dair. Osman diye birisi kendi adamlarından, beş milyon dolar da bana versinler diye Ergenekon'da ifade vermiş. O ifadeler gazetede yayımlanınca biz tabii şok olduk. Ergenekon'la bir bağlantısı olduğunu örgendik işin. Biz sonradan anladık ilişkisi olduğunu. O günkü muhattaplar Mehmet Ağar, Çevik Bir, Korkut Eken, Hasan Eken, Abdulkadir Aksu, Hüseyin Çil onlar vardı işin içerisinde. Bizi bu hale getiren İsmail Özmen'dir. Tapularımızı aldılar, bankalara ipotek ettiler. 50 milyon dolar para çektiler. Hepsi belgeli.

Osman Yıldırım'ın ifadesini okuyunca savcıya gittiniz. Ondan önce bu işlerin

Ergenekon'la bağlantılı olabileceğini düşünmediniz mi?

Osman Yıldırım'ın ifadelerini okuyunca direkt olarak Sarıyer Cumhuriyet Savcılığı'na gittim ve 'yazılanların hepsi doğrudur, ifade vermek istiyorum' dedim. Savcı benimle ilişkiye girdi. Ondan sonra beni istanbul Emniyeti'ne aldılar, dört gün süresince ifade verdim.

Sonra Ergenekon soruşturmasını yürüten Savcı Öz'e gittiniz?

İfademizi aldılar. Mağdur olarak gittim. Fabrikası ve parası gaspedilen benim dedim ve olup biten her şeyi anlattım.

Bunu Ergenekon yaptı diyebiliyor musunuz?

Ben demiyorum. Osman Yıldırım diyor. Ben bunu bana Çevik Bir, Korkut Eken, Abdülkadir Aksu, Mehmet Ağar ve İsmail Özmen ve Eski Emniyet Müdürü Hasan Özdemir yaptı diyorum ve bunlardan şikayetçi oldum.

İfadeden sonra tehdit aldınız mı?

Ölüm tehditleri aldım. Bunu savcı da biliyor.

Siz Ergenekon'u nasıl tanımlıyorsunuz?

Devlet mafyası. Resmi devlet mafyası diyorum. Bunları ben yaşadım hepsi gerçek. Bu saatten sonra öldürseler de konuşmuş olacağım.

OSMAN YILDIRIM'IN İDDİANAMEDEKİ İFADESİ

Danıştay'a yapılan saldırının ardından tutuklanan

Osman Yıldırım verdiği ifadeler Ergenekon iddianamesine de girdi. Yıldırım'ın

Ergenekon iddianamesinde Turgut Büyükdağ ile ilgili ifadesi şöyle:

"Turgut Büyükdağ'ın Malkara'da bulunan Turgut Gıda Sanayi isimli sıvı yağ fabrikasının sahibi olduğunu ve İsmail Özmen'den faizle para aldığını, Veli Küçük'ün kendisine Bakırköy'de İstanbul Caddesi'nde bir restorantta birlikte yemek yerken İsmail Özmen'in Turgut Büyükdağ'dan genel vekaletname almasını, alırken de herhangi bi bankadan kredi çekeceğini söylemesini,

İsmail Özmen'in Turgut Büyükdağ'dan sekiz milyon dolar alacağı olduğunu, kendisinin de bu sözleri İsmail Özmen'e Mecidiyeköy'de Şişli Emniyet Müdürlüğü'nün karşısıdaki Polat Holding'in önünde arabanın içinde Veli Paşanın talimatları olarak anlattığını, onun da bir hafta sonra genel vekaletnameyi alarak geldiğini,

Veli Küçük Paşa'ya verdiğini, Veli Küçük ve beraberindekilerin de Kent Bank ve Toprak Banka fabrikayı ipotek ettiklerini, Elli milyon dolar aldığını, bu parayı kendisine İsmail Özmen'in verdiğini, kendisinin de bu işin içinde olduğu için, kendi hakkı

olarak beş milyon dolar aldığını, bu parayı kendisine

İsmail Özmen'in verdiğini, kendisinin de bu işin içinde olduğu için, kendi hakkı olarak beş milyon dolar aldığını, paranın kalan kısmının Çevik Bir, Veli Küçük, Hasan Özdemir, İsmail Özmen ve Hüseyin Çil arasında paylaşıldığını, bu parayı İsmail Özmen'in paylaştırdığını beyan etmiştir."

ERGENEKON'DA KESİŞEN YOLLAR

Turgut Büyükdağ, yağ sektöründen factoring işine, tekstilden inşaata kadar birçok alanda şirket sahibi olan bir işadamıydı. Kendi deyimiyle 1996'da işleri kazaya uğrayana kadar milyar dolarlık cirolar yapıyordu. Kıbrıs'ta iki bankası Türkiye'de bir finans kurumu başta olmak üzere yirmiye yakın şirketin sahibi olan Büyükdağ yanında üç bin kişi çalıştırıyordu. Ortadoğu ve Balkanların en büyük yağ fabrikası olan Maraton'u kurup işletti.

VE BULUŞUYORLAR

Basın sektörüne girmek için yüklü miktarda para harcayan Büyükdağ'ın yolu 28 Şubat sürecinin hemen öncesinde ve sonrasında Ergenekon soruşturmasında halen tutuklu bulunan Ümit Oğuztan ve Ergenekon hakkında ilk bilgileri veren Tuncay Güney'le çakıştı. Sisi lakaplı Seyhan Soylu'nun tanıştırdığı bu kişilerle birlikte Strateji Dergisi'ni de kuran Büyükdağ, Refah Yol Hükümeti'nin Denizcilik Bakanı Gürcan Dağdaş'ın Akın Birdal suikastının katil zanlısı Semih Tufan Gülaltay'la birlikte kendisinden 25 milyon dolar haraç istediğini ve bu haracı vermediğini öne sürdü.

28 ŞUBAT SÜRECİ

28 Şubat sürecinin aktörlerinden Ali Kalkancı'ya da iki fabrika satan Turgut Büyükdağ, Kalkancı'nın tutuklanmasından sonra eşi Emire Ersoy'u gazeteci Uğur Dündar'ın Arena Programı'na çıkarttı. 28 Şubat sürecinde fabrikaları gaspedilen ve tehditle mal varlığı elinden alınan Büyükdağ, hukuk savaşı başlattı ama Cumhuriyet Gazetesi'nin yayımladığı bir manşet yüzünden bu savaşı kaybetti ve gözaltına alındı.

Dört gün gözaltında kalan ve ölüme götürüldüğünü söyleyen Büyükdağ, Genelkurmay'dan gelen bir telefonla serbest bırakıldı. Veli Küçük'ün kendisini kurtardığını söyleyen Büyükdağ, Korkut Eken'in fabrikasını gaspettiğini ve bir yıl çalıştırdığını anlatarak o gün yapılan bu işlerin arkasında Çevik Bir, Mehmet Ağar gibi isimlerin olduğunu ama bir şey yapamadığını ileri sürdü.

İFADE VERDİ

Danıştay saldırısından tutuklu Osman Yıldırım'ın verdiği ek ifadenin basına yansıyan kısmında kendisi hakkında yazılanları okuyan Büyükdağ, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Zekeriya Öz'e giderek ifade verdi.

İfadesinde Çevik Bir (Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı), Korkut Eken, Mehmet Ağar (Dönemin İçişleri ve Adalet Bakanı), Hasan Özdemir (Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü) ve İsmail Özmen'den şikayetçi olduğunu söyledi.

Ergenekon için resmi devlet mafyası nitelendirmesinde bulunan Caferi kökenli işadamı bir çok tehdit aldığını buna karşın konuşmaktan korkmadığını belirterek, "Olanları aklım almıyor" diyor. Salat marka yağlarıyla tekrar piyasaya dönen Büyükdağ, Ergenekon'dan 16 yılın hesabını soruyor...
aktifhaber

Ergenekon’un AİHM Açısından Doğurabileceği Sonuçlar-Rıza Türmen

Ergenekon davasında AİHM açısından bu aşamada göze çarpan sorunlar, tutuklama nedeni ve süresi, telefon dinlemeleri ve gizli tanıklar.
Bunların yanında, yargılama başladıktan sonra Mahkeme’nin adil yargılamaya ilişkin AİHM ilkelerine titizlikle uyması, verilecek kararların sağlığı bakımından büyük önem taşıyacak.


-TUTUKLULUK

Bu yazı serisini kaleme almamın birkaç nedeni var. Bir kere Ergenekon davası Türk kamuoyunu çok meşgul eden bir dava. Dava, niteliği, kapsamı, sonuçları bakımından Türk toplumu açısından önemli.
İkincisi, Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf bir devlet. Sözleşme gereğince, bir yandan Sözleşme’de ön görülen hak ve özgürlükleri bütün bireylere sağlamakla, öte yandan AİHM’nin kararlarına uymak ve bu kararları uygulamakla yükümlü.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesi özgürlüğün hangi durumlarda sınırlandırabileceğini ve özgürlüğü sınırlanan kişinin sahip olduğu güvenceleri belirtiyor. Maddenin iki amacı var. Bireyin özgürlüğünün keyfi bir biçimde sınırlandırılmasını önlemek ve tutuklama durumuna bir sınır getirmek.
Unutmamak gerekir ki, tutuklanan kişi, mahkûm olana dek, masumluk karinesinden yararlanmakta. Başka bir deyişle, mahkûmiyet kararı kesinleşene kadar herkes masum sayılıyor. Gözaltı ya da tutuklamada bir insanın özgürlüğü suçlu olduğuna ilişkin bir kuşku nedeniyle geçici olarak sınırlanmakta. O nedenle AİHM, ilgili makamların bu konuda çok özenli davranmalarını istiyor.

Türkiye’nin başını ağrıtan sorun
Sözleşme, tutuklanan kişinin makul bir süre içinde yargılanmasını ya da serbest bırakılmasını öngörüyor. Esas olan, yargılamanın tutuksuz yapılması. Tutuklu olarak yargılanacaksa, tutukluluk makul bir süreyi geçmemeli.
Gözaltı ya da tutukluluk için her şeyden önce bireyin suçlu olduğuna ilişkin makul bir kuşkunun bulunması gerekiyor. Bu bir önkoşul. Ancak belirli bir süreden sonra bu yeterli değil. Tutukluluğun devamı için buna ek olarak şu nedenler aranıyor: a. Sanığın kaçma tehlikesinin bulunması. b. Kanıtların karartılması olasılığı c. Tanıklar üzerinde baskı yapılması riski. d. Aynı suçun yenilenmesi tehlikesi. Bu nedenlerin, somut unsurlara dayandırılması önemli.
Ancak, tutukluluğun devamına karar verildiğinde, yukarıdaki nedenlerin hangisinin mevcut olduğunun ayrıntılı olarak belirtilmesi gerekiyor. Türkiye’nin AİHM’deki sürekli sorunlarından biri bu. Tutukluluk süresinin uzatılmasına karar verilirken, “suçun niteliği, kanıtların durumu” gibi genel, sterotip bir ifade kullanılmakta ve AİHM bunu yeterli bulmadığından her keresinde ihlal kararı çıkmakta.
Oysa Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 101. maddesi “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda hukuki ve fiili nedenler ile gerekçelerin gösterilmesini” öngörüyor.

‘Makul kuşku’ kriteri
Ayrıca, AİHM, tutukluluğun devamı kararı verilirken kefaletle tahliye ya da yurtdışına çıkma yasağı gibi başka önlemlere neden başvurulmadığını inceliyor.
AİHM, tutukluluğun sürdürülmesini haklı göstermek için hükümetler tarafından ileri sürülen, işlenen suçun ağırlığı, tutuklu kişinin bu suçu işlediğine dair ciddi kanıtlar bulunduğu ya da soruşturmanın sağlıklı yürütülmesi gibi gerekçeleri yeterli bulmuyor.
Birinci ve ikinci aşama geçilmişse, yani makul bir kuşku varsa ve tutukluluğun devamı için yazılan gerekçe yeterli ise üçüncü aşama olarak AİHM, ilgili makamların soruşturmanın yürütülmesinde gerekli özeni gösterip göstermediklerini inceliyor. Soruşturma gereksiz yere, ilgili makamların ihmal ya da kusuru nedeniyle uzamışsa, AİHM, ihlale karar veriyor.
Ergenekon davasına gelirsek. AİHM her şeyden önce, gözaltına alınan ya da tutuklanan kişinin suçlu olduğu konusunda makul bir kuşkunun bulunup bulunmadığına bakacak. Örneğin, sadece ifadesini almak amacıyla bireyin özgürlüğü sınırlanmışsa bu bir ihlal nedeni olabilir.

Gerekli özen gösterilmek zorunda
İkinci olarak, tutukluluğun devamı kararında mahkeme, yukarıda değinilen gerekçelere yer vermiş mi, yoksa genel, sterotip bir gerekçeye mi dayanmış? AİHM bunu inceleyecek. Bu incelemesi sırasında tutukluluk süresini de göz önünde bulunduracak.
Üçüncü olarak, ilgili makamlar soruşturmanın yürütülmesinde gerekli özeni gösteriyorlar mı? AİHM buna bakacak. Tutukluluğun aylardır sürmesine rağmen henüz dava açılmamış olmasının AİHM açısından sorun yaratacağı kuşkusuz. Böyle bir davada AİHM, hükümetin tutukluluk süresinin uzamasının kendi kusurundan kaynaklanmadığını göstermesini isteyecek.
Burada önemli olan bir nokta da şu: Gözaltı ya da tutuklulukla ilgili olarak AİHM’ye başvuru yapılmak istenirse, başvuruyu en geç gözaltı ya da tutukluluk durumu sona erdikten 6 ay içinde yapmak gerekiyor. Ayrıca Sözleşme’ye aykırı olan tutuklamalar nedeniyle başvurucunun tazminat istemeye hakkı var.
Böylesine önemli davada Türkiye’nin AİHM’nin ilkelerine uymakta özel bir dikkat göstermesi beklenir.

II-TELEFON KONUŞMALARININ DİNLENMESİ

Ergenekon davası soruşturmasının AİHM açısından sorun doğurabileceği konulardan biri de iddianamede yer alan telefon konuşmaları.
Sorun hassas bir sorun. Telefon konuşmaları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinde korunan özel yaşama ve haberleşme özgürlüğüne giriyor. Anayasamızın 20 ve 27. maddeleri de özel yaşamın ve haberleşme özgürlüğünün gizliliğinin korunmasını öngörüyor.
Telefonların dinlenmesi, AİHM’ye göre, özel yaşama ve haberleşme özgürlüğüne müdahale. Ancak, bu müdahale demokratik bir toplum bakımından gerekli mi? AİHM bunu inceliyor. Bir yandan özel yaşamın korunması, öte yandan toplumun güvenlik gereksinimleri. Bu iki unsur arasında doğru dengenin kurulması önemli.

Dinleme süresi ve imhası
AİHM, telefon dinlemelerinin, bazı güvenceler sağlandığı takdirde Sözleşme’yi ihlal etmeyeceğini kabul ediyor. Bu güvenceler şunlar:
Bir kere, dinleme ulusal hukuka uygun olmalı. Ama bu yeterli değil. Bunun ötesinde, AİHM şu unsurları da dikkate alıyor: İşlendiği iddia edilen suçun niteliği, dinlemenin süresi, telefon konuşmalarını özetleyen raporun düzenlenmesi, konuşma kayıtlarının değiştirilmeden yargıca ve savunma için davalıya sunulması, bu kayıtların imhası için mevcut usuller.
Bu sonuncu husus, özellikle sanığın aleyhine dava açılmaması ya da dava açıldıktan sonra beraat etmesi durumlarında özel bir önem taşıyor. Bu durumlarda, kayıtların imha edilmesiyle ilgili olarak iç hukukta ne gibi hükümler bulunduğunu ve kayıtların imha edilip edilmediğini AİHM dikkatle inceliyor.

Dinlenen konuşmalar sızarsa
Eski İtalyan Sosyalist Partisi Başkanı Benedetto Craxi’nin, telefon tutanaklarının basında çıkması nedeniyle İtalyan hükümeti aleyhine açtığı davada, AİHM, özel yaşamın iki nedenle ihlal edildiği sonucuna vardı. (17 Temmuz 2003)
Birinci neden, devletin özel yaşamla ilgili kayıtların basına sızmamasını sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi. Basında yayımlanan tutanaklar suçla ilgisi olmayan özel konuşmalar. Kanıt niteliği taşımıyorlar. Devletin bu kayıtların gizliliğini sağlama ve imha etme yükümlülüğü var.

Sanığa verilmesi gerekiyor
İkinci neden, İtalyan savcı, iç hukukta mevcut usullere uygun hareket etmiyor. İtalyan Ceza Usul Yasası'na göre telefon kayıtlarının, mahkemede okunmadan önce, sanığa verilmesi gerekiyor. Bu yapılmıyor.
Ergenekon davasındaki telefon dinlemelerine AİHM açısından bakıldığında, şunları görüyoruz: Örneğin, sanık olmayan eski bir milletvekilinin telefonları dinlenmiş, dinleme kayıtları iddianameye eklenmiş. Bir kere bu kayıtlar davayı ilgilendirmiyor. İkincisi, bunların imha edilmesi gerekiyor. CMK’da bu tür kayıtların imhası yönünde hüküm var. Sözleşme açısından özel yaşamın açık bir ihlali.

Davayla ilgili olmalı
Davadaki diğer sanıklar bakımından ise, AİHM önce dinlemenin ulusal yasaya uygunluğunu inceleyecek. Ondan sonra, konuşmaların niteliği, dinleme süresi, dinlenen konuşmaların işlendiği iddia edilen suçla ilgisi yani kanıt niteliği taşıyıp taşımadıkları, ilgisiz özel konuşmaların da iddianamede yer alıp almadığı gibi hususları dikkate alarak bir karar verecek. Örneğin, iddianame dosyasında bulunan saygın bir köşe yazarının Rio Karnavalı hakkındaki görüşlerinin davayla ilgili olup olmadığını, kanıt niteliği taşıyıp taşımadığını inceleyecek.
Ancak, bu şikâyetlerin AİHM önüne gelebilmesi için önce başvurucunun iç hukuk yollarını tüketmesi gerekiyor. Başka bir deyişle, önce Türk mahkemelerinde özel yaşam ihlal edildiği için tazminat davası açılmalı. Bu dava olumsuz sonuçlanırsa, karar kesinleştikten sonra 6 ay içinde AİHM’ye başvurulabilir.



Totaliter rejimlere has
Bunun ötesinde kitlesel telefon dinlemelerinin (54 bin telefon dinlemesi olduğu söyleniyor) doğurduğu toplumsal tedirginlik demokratik bir toplum açısından önemli bir sorun. “Telefonum dinleniyor olabilir. Dikkatli konuşmalıyım” gibi kaygılar totaliter yönetimlere has bir durum. Burada yargıçlara büyük bir sorumluluk düşüyor.
Telefon dinlemelerine izin verirken, iznin genel değil bireysel olmasına ve her birey için yapılan izin talebinin haklı bir gerekçeye dayanıp dayanmadığını incelemeye özen göstermeleri, bireysel hak ve özgürlüklerin korunması açısından önem taşıyor.

III-Gİ ZLİ TANIK

Ergenekon davası iddianamesinde yer alan bazı iddialar kimlikleri gizli tutulan tanıkların ifadelerine dayanıyor.
Bu ifadeler delil olarak kabul ediliyorsa, duruşmada sanığın tanıkla yüzleşmesi ve ona soru sormak olanağını bulması gerekir. Bu silahların eşitliği yani savunmanın iddia makamıyla eşit olanaklara sahip olması ilkesinin bir gereği.
Tanığın kimliğinin saklı tutulmasının savunma açısından önemli sakıncaları var. Tanığın kişisel önyargılar, düşmanlık gibi duygularla hareket edip etmediği, yalan söyleyip söylemediği, sanıkla arasındaki ilişki başka bir deyişle tanığın güvenilir olup olmadığı ancak duruşmada sanıkla yüzleşmesi ve sanığın soru sorması sonucu ortaya çıkabilir.

Gizli tutma koşulu
Buna rağmen AİHM, tanığın kimliğinin açıklanmasının kendisi ya da ailesi bakımından ciddi tehlikeler doğurması durumunda kimliğin gizli tutulmasını kabul ediyor.
Ancak, tanığa yönelen bu tehdidin ciddi, nesnel verilere dayanan bir tehdit olması gerekli. Tanığın korktuğunu söylemesi yeterli değil.
Örneğin, Visser/Hollanda davasında (2002), AİHM, ulusal yargı organı tanığa yönelen tehdidin ciddiliğini araştırmadığı için Sözleşme’nin ihlal edildiğine karar verdi.
Tanığın kimliğinin saklı tutulmasının haklı bir gerekçeye dayandığı durumlarda da AİHM, bu durumun savunma açısından doğruduğu sakıncaları giderecek önlemlerin alınmasını bekliyor. Örneğin, Doorson/Hollanda (1996) davasında AİHM davalı hükümetin aldığı şu önlemleri yeterli gördü: gizli tanığın kimliğini yargıç bilmekteydi ve tanığın güvenilir olduğunu belirten bir rapor yazmıştı.

Görmeden soru soruldu
Sanığın avukatı duruşmada hazır bulunarak tanığa soru sormuştu. Tanık, sanığı fotoğraftan teşhis etmişti. Ayrıca sanık aleyhine tek kanıt tanığın ifadesi değildi. Başka kanıtlar da vardı.
Buna karşılık, Van Mechelen/Hollanda (1997) davasında, sanık ve avukatı ile tanık aralarında ses bağlantısı olan iki ayrı odaya konuldular. Böylelikle, sanık ve avukatı tanığa onu görmeden soru sorabiliyorlardı. AİHM bu önlemi yeterli bulmadı. AİHM’ye göre bu önlem, sorulan soru karşısında tanığın tepkisinin, davranışının sanık tarafından görülmesine olanak vermiyordu. Hollanda bu ihlal kararlarından sonra yasasını değiştirerek AİHM ilkeleriyle uyumlu hale getirdi.
AİHM’nin üzerinde önemle durduğu bir nokta da, kimliği gizlenen tanığın ifadesinin başska kanıtlarla desteklenip desteklenmediği. Mahkûmiyet kararı sadece gizli tanığın ifadesine dayanıyorsa, sanığın savunma hakkının sınırlanmaması büsbütün önem taşıyor.

Duruşmada anlaşılacak
Ergenekon davasında tanığın kimliğinin gizlenmesinin savunma üzerindeki olumsuz etkilerini giderici yeterli önlemler alınıp alınmadığı duruşmalarda anlaşılacak. Ceza Muhakemesi Kanunu 58. maddenin 2. ve 3. fıkralarının yukarda değinilen AİHM ilkeleri ile ne ölçüde uyumlu olduğuna bakacak olursak, ortaya şoyle bir tablo çıkıyor.
2. fıkrada kimliği gizli tutulan sanıkla ilgili olarak savunma bakımından öngörülen tek güvence tanığın “tanıklık ettiği olayları hangi sebep ve vesile ile öğrenmiş olduğunu açıklama” yükümlülüğü. AİHM bu güvenceyi yeterli görmeyebilir. 3. fıkra ise, yargıcın, sanık ve avukatı hazır bulunmadan tanığı dinlemesyle ilgili koşullardan söz ediyor.

AİHM’ye uyulmalı
Bu maddede “....ses ve görüntülü aktarma yapılır. Soru sorma hakkı saklıdır” denilmekte. Bu düzenlemenin nasıl uygulanacağı önemli. Zira, 576 sayılı Tanık Koruma Kanunu’nda “...ses veya görüntüsünün değiştirilerek özel ortamda dinlenmesi”nden söz ediliyor. Ses ya da görüntünün değiştirilmesi tanığın sorulan sorular karşısındaki tepkisinin anlaşılmasını engelleyecekse AİHM bu önlemi yeterli görmeyebilir.
Ergenekon davasında AİHM açısından bu aşamada göze çarpan sorunlar, tutuklama nedeni ve süresi, telefon dinlemeleri ve gizli tanıklar.
Bunların yanında, yargılama başladıktan sonra Mahkeme’nin adil yargılamaya ilişkin AİHM ilkelerine titizlikle uyması, verilecek kararların sağlığı bakımından büyük önem taşıyacak.

Kaynak: Rıza Türmen-Milliyet



Genelkurmay Başkanından Selam
27 Eylül 2008 10:26

Ergenekon üyesi oldukları iddiasıyla tutuklanan teğmenlerden Mehmet Ali Çelebi, kendilerine Genelkurmay Başkanı'ndan "selam" geldiğini açıkladı.

Tutuklu teğmenler, Ergenekon’dan tutuklu Aydın çifti ile yaptıkları görüşmelerin basına yansıması üzerine komutanlarının ‘Yanlış bir şey yapmadınız’ diyerek genelkurmay başkanının selamını getirdiğini iddia etti

Ergenekon terör örgütü üyesi oldukları iddiasıyla tutuklanan teğmenlerden Mehmet Ali Çelebi Ergenekon zanlıları Kemal ve Neriman Aydın’la görüştüklerine ilişkin haberlerin ardından Tuğgeneral M.B’nin kendilerini çalıştıkları birimde ziyaret ettiğini öne sürdü. Çelebi, ‘Olayla ilgili bilgisi olduğunu söyledi. Bu kişileri tanıdığını, görüşmemizin hiçbir zararının olmayacağını söyledi. Genel Kurmay Başkanımızın selamını, ‘Gözlerinden öperim’ dediğini iletti’ iddiasında bulundu.

ATATÜRK’Ü KONUŞUYORDUK

Kemal ve Neriman Aydın’ın evine hafta sonları gidip kaldıklarını söyleyen Çelebi iddiaya göre şöyle dedi: Genelde Noyan’la gidiyorduk. Eren ve Yaşar’la gittik. Hasan Hüseyin ile dışarıda görüştük. Kemal Aydın bilge bir insandır. Genelde Mustafa Kemal’i konuşuyorduk. Tarihi, dini ve milli yönlerini konuşuyorduk. Kemal ve Neriman Aydın’ın evinin karargah evi olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.’ Çelebi, evinde el konulduğu ileri sürülen CD’lerin de Aydınlar’a ait olduğunu iddia etti.

3 YILDIR GÖRÜŞÜYORDUM

Ergenekon'dan tutuklu Teğmen Noyan Çalıkuşu ise Tuğgeneral M.B.’nin kendisi ile de özel olarak Eğitim Tümen Komutanlığı’nda görüştüğünü ileri sürdü. Çalıkuşu, ‘Bu kişilerle görüşmemin hiçbir sakıncası olmadığını söyledi. Genel Kurmay Başkanı’nın selamını iletti. Ben bu şahıslarla 3 yıldır görüşüyorum. Bu şahıslar terörist olsa TSK’nın görüştüğümü bilmemesi ve engel olmaması mümkün değil’ dedi. Çalıkuşu, Aydın çifti ile aile dostu Metin Ç. aracılığı ile tanıştığını da anlattı. Çalıkuşu, ‘Gittiğimiz ev Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından bilinmektedir. Ben Kemal Aydın tutuklandıktan sonra bu şahısların terörist olmayacağına dair kanaatim olduğu için diğer arkadaşlarla kendimizi teselli etmek amacıyla aramızda yaptığımız görüşmeler olmuştur’ dedi. Aydınlar ile Çalıkuşu aracılığıyla 2006’da tanıştığını belirten Eren Mumcu ise, ‘İki kez evlerine gittim. Tarihi konuları konuştuk’ ifadesi verdi.
aktifhaber

Teğmenler İçeride Komutan Gibi!
04 Ekim 2008 08:47

Ergenekon'dan tutuklanan teğmenlerin avukatı Yusuf Erikel, teğmenlerin 'komutan' muamelesi gördüğünü söyledi.

Avukat Yusuf Erikel, Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında tutuklu bulunan teğmenlerin 'komutan' muamelesi gördüğünü söyledi.

Tutuklu teğmenler Mehmet Ali Çelebi, Eren Mumcu ve Noyan Çalıkuşu'nun avukatlığını yürüten Erikel, tutuklu teğmenlerin bayramda ziyaretçisi olmadığını bildirdi. Erikel, teğmenlerin adi suçlularla birlikte değil 'komutan koğuşunda' kaldıklarını söyleyen Erikel, rahatlarının da yerinde olduğunu anlattı. Kendisini bayramlaşmak için arayan teğmenlerin üçünün de birlikte kaldığını anlatan Erikel, "O teğmenlerin hepsi içeride komutan muamelesi görüyor, terörist muamelesi görmüyor." dedi.

Avukat Erikel, teğmenlerin iki görüşmelerinde de Hasdal Cezaevi'nde çıkan yangından ve iki kişinin ölmesinden bahsetmediğini, kendisinin de buna şaşırdığını söyledi. Bu arada, Tuğgeneral M.B.'nin tutuklu teğmenler için kullandığı 'Alnınızdan öperim. Genelkurmay başkanımızın selamını getirdim' sözlerine herhangi bir yalanlama gelmedi.
aktifhaber

Eruygur, Tolon'u Bunalıma Soktu
25 Eylül 2008 19:34

Hurşit Tolon'un avukatı İlkay Sezer, koğuş arkadaşı Şener Eruygur'un başına gelenler nedeniyle müvekkilinin psikolojinin bozulduğunu söyledi.

Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanarak Kocaeli F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'ne konulan emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un avukatı İlkay Sezer, koğuş arkadaşı emekli Orgeneral Şener Eruygur'un başına gelenler nedeniyle müvekkilinin psikolojinin bozulduğunu söyledi. Sezer, "Tolon'un kaderinin Eruygur gibi olmasını istemiyoruz." dedi.

Tolon'u Kocaeli Kandıra F Tipi Cezaevi'nde ziyaret eden Sezer, çıkışta gazetecilere açıklama yaptı. Emekli Orgeneral Şener Eruygur'un başına gelenlerden dolayı Tolon'un psikolojisinin bozulduğunu belirten Sezer, bunların bir daha tekrarlanmamasını istediklerini söyledi.

Yargılamanın müvekkilinin sağlığında yapılmasını istediklerini bir kez daha tekrarlayan Sezer, şöyle konuştu: "Dün yapılan tahlil sonuçlarının bir kısmını da teslim aldık. Bunları kendi doktorlarımıza da gösterdik. Bir ilaç tedavisi önerildi. İlaç tedavisinin sonucunda biyopsiye girme durumu olabilir. Bu da bayramdan sonraya kalacak. Kontrollerden sonra buna karar verilecek. Bizim için önemli olan nokta, uzun süredir rahatsızlığının olduğunu bildiğimiz kalp, yüksek tansiyon veya prostat gibi konuların haricinden 65 gün kadar geçen sürede 13 kilogram kaybı olmasıdır.

Biz yargılamanın müvekkilimizin sağlığında yapılmasını bekliyoruz. Bizim isteğimiz bu. Müvekkilimiz hasta olduktan sonra, kendini savunamayacak hale geldikten sonra, yapılacak yargılamanın kimse tarafından istenmeyeceğini düşünüyoruz. İşte bu geçen zamanda 13 kilogram vermiş biri var. İddianame henüz hazır değil. Henüz şüpheli. Sanık bile değil. Bu aşamada biz yargının tutuksuz yapılması şeklindeki talebimizi yenilemiştik ve onu bekliyoruz. Bu konuda da umudumuzu da devam ettiriyoruz."

Basın yargıyı etkileyecek seviyede yayınlar yapıyor

Tolon'un sanık bile olmadığını hatırlatan Sezer, basının yaptığı yayınlardan duydukları rahatsızlığı dile getirdi. Zamanı geldiğinde tüm yanlı yayın yapanlar hakkında dava açacaklarını belirten Sezer, sözlerini şöyle sürdürdü: "Teğmenlerin gözaltına alındıktan sonra savcılık sorgusuna hemen geçilmeden aralarında Tolon'un da bulunduğu bazı kişilerden yapılan toplantılarda talimat aldıkları yönde yayınlara yer verildi.

Daha sonra o teğmenlerin avukatlığını yapan meslektaşımızın yaptığı açıklamada da öğrendiğimiz üzere böyle bir konu savcılık sorgusunda hiç yer almadı. Tüm bunlar, bize müvekkilimizin aleyhinde çok ciddi bir kampanyanın yürütüldüğü, onu yargılamadan infaza yönelik, mahkûmiyete yönelik, kamuoyu yaratmaya yönelik, yargıyı etkilemeye yönelik olduğunu değerlendirdiğimiz yayınlara yer veriliyor. Biz konunun gizlilik kararı olması nedeniyle dosya üzerinde ve aslında gizlilik kararı ile birlikte yayın yasağı da bulunmasına rağmen mahkemede nasıl olsa gerçeğini ispatlarız diye biraz sessiz kalmış gibi görünüyor olabiliriz ama bu yayınları yapan kurumlar hakkında dava açacağız."
aktifhaber

Ali BAYRAMOĞLU
Derin devlet avı ve yandaşlık meselesi…
24 09 2008
YeniŞafak

Ergenekon soruşturması dalga dalga geliyor, büyüyor, kabarıyor.

Bu "derin devlet sürek avı" son günlerde yeni gözaltılarla gündeme gelirken, bu kez, yaşanan gelişmeleri "kapatma davası karşısında iktidar hamlesi" olarak değerlendirmek kimileri için pek mümkün görünmüyor. Ergenekon'u hafifseyecek, sıradanlaştıracak yayın politikalarının somut bir karşılığı artık bulunmuyor.
Bu da bir tabiileşme türüdür…

Ergenekon soruşturmasının bu koşullarda derinleşmesi sevindirici.

Operasyon genişledikçe, savcının bu kez doğrudan doğruya, darbe girişimleri üzerine gittiği anlaşılıyor…

Anlaşılan diğer husus ise darbe girişimlerinin medya kuyruğunun yakalanmış olması...

Nitekim gözaltına alınan isimler arasında Tuncay Özkan ve bir dönem sahibi olduğu Kanal Türk'ün kimi yöneticileri de var…

Herhangi bir isim değil Özkan…

Onu son olarak 2003-2004 Sarıkız, Ayışığı darbecileriyle yakın ilişkilerinden, sahibi olduğu Kanal Türk'ün militan ve militarist yayın politikalarından, Cumhuriyet Mitingleri'nden, bu mitinglerde yaptığı mütecaviz konuşmalardan hatırlıyoruz.

2004 yılından itibaren pıtrak gibi biten, hızla Digitürk gibi yaygın ağlarda yerini alan ulusalcı televizyon kanalları, radyolar ve internet siteleri Türkiye'de "değişme direnç süreci"nin tek sesle, tek şekilde, tek elden dillendirildiği yerler olmuşlardı.

Bunların "cebir yoluyla sistemi yeniden kurmak", bu yolla değişime direnmek arayışlarının, manivelaları olduğu yönündeki düşüncelerimizi pek sık yazdık bu sütunda…

Tuncay Özkan'ın Kanal Türk'ü ise bunlar içinde özel ve ayrılacalıklı bir yere sahipti.

O dönem bu kanal hem değişim sürecini, hem değişim aktörlerini vatan haini ilan ediyor, toplumu bunlara karşı kışkırtıyor, fırsat buldukça askeri, müdahaleye davet eden sesler çıkarıyordu.

Emekli Ora. Özden Örnek'in Günlükler'e düştüğü bir not şöyle:

"Tuncay Özkan (…) benden OYAK'ın kurulacak şirkete hissedar olmasını ve böylece Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a karşı bir çeşit koruma sağlamayı istedi. Ben de kendisine elimden geleni yapacağım, dedim… Medya desteği olmadan ulusalcıların Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve partisi ile başa çıkması mümkün değil. Bu nedenle Tuncay Özkan'ın desteklenmesi gerekir…"

Bizce medya kuyruğu yakalandı…

Ancak bu kuyruğa iyi "bakmak" lazım…

Yandaş medya arayanların, yandaş medya diyerek sağa sola vurup, kendilerini tartışmaya kapatmaya çalışanların merceklerini biraz da buraya çevirmeleri lazım…

Eğer fiili ve etkili bir yandaşlık aranıyorsa, Susurluk gibi, Ergenekon gibi, derin ve karanlık yapılar hukukun pençesine düştüğü sırada, bu pençeyi gevşetmeye çalışanlar açısından da bakmak gerekir bu meseleye…

Ergenekon soruşturmasına çok uzun süre kapılarını kapatanların başında Doğan Grubu gazeteleri, özellikle Hürriyet Gazetesi gelmedi mi?

Türkiye'nin en çok konuşulan Susurlukçu generalinin tutuklandığı, general tutuklanmadan önce hâkim karşısında "Ben Jandarma İstihbarat Gruplar Komutanlığı'nı kurdum, halk arasında bu JİTEM olarak bilinir…" dediği, o günlerde, bu gazetede tek haber, ses çıktı mı?

Kendi patronunun deyişiyle bir devlet gazetesi Hürriyet…

Geçenlerde de vurgulamıştık: Andıç meselesi ile 28 Şubat döneminin, 22 Nisan'da başlayan krizle birlikte Hürriyet gazetelerinin gösterdikleri "performans"ın işaret ettiği "devlet" bu…

Yandaşlık aynı zamanda böyle bir şey…

Ergenekon davası ilerledikçe medya tartışılacak…

Bu hem bir umut hem bir temenni…


İŞTE İDDİANAMENİN 1 NUMARASI
24 Eylül 2008 08:24

Ergenekon Davası'nda örgütün üst düzeyini gösterecek ek iddianame hazır.

Ergenekon Savcısı Öz ek iddianameyi Ramazan Bayramı sonrasına yetiştirecek. Şener Eruygur 20 Ekim’deki duruşmada hakim karşısına terör örgütünün en üst düzey yöneticisi olarak çıkacak

Cumhuriyet tarihinin en büyük davası Ergenekon’un iddianamesinde son noktaya gelindi. Yaklaşık 15 aydır süren soruşturma sonrasında emekli Orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon’un da aralarında bulunduğu sanıklar için hazırlanan ek iddianame Ramazan Bayramı sonrasında tamamlanacak. İddianamede eldeki bilgiler ışığındaki en üst düzey örgüt yöneticisi Şener Eruygur olarak gösterilecek.

Ergenekon iddianamesi tamamlanma aşamasına gelirken, bir haftada iki farklı dalga operasyonla gözaltı ve tutuklamaların hızlanması da dikkat çekti. Ek delillerle birlikte iddianameye son şeklini vermek için haftasonları da adliyeden ayrılmayan Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’ün, bu nedenle büyük isimler dışında Ergenekon gözaltılarına ve ifadelerine katılmadığı, ifadeleri savcı Mehmet Ali Pekgüzel’ün aldığı öğrenildi. Savcı Öz’ün Bayram sonrasına iddianameye tamamlayacağı ifade edildi.

EN ÜST ERUYGUR SONRAKİ TOLON

İDDİANAMEDE, mevcut bilgiler doğrultusunda örgütün en üst düzey yöneticisi emekli Jandarma Genel Komutanı ve ADD Başkanı Şener Eruygur olarak gösterilecek. Hurşit Tolon da Eruygur’dan sonraki üst düzey yönetici olarak gösterilecek. Mahkeme sürecenin başlamasına neden olan iddianamede emekli Tuğgeneral Veli Küçük, İP lideri Doğu Perinçek, İ.Ü. eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu, Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İlhan Selçuk, Sevgi Erenerol, Kuvvayi Milliye Başkanı Fikri Karadağ ve Muzzaffer Tekin Ergenekon örgütünün kurucusu ve yöneticisi olmakla suçlanmıştı.

EN TEPEDEKİ İSMİN DOSYASI AYRILIYOR

İDDİANAMEDE örgütün gerçek ‘1 Numara’sıyla ilgili dosyanın ayrılacağı ve ayrı bir soruşturmanın sürdürüleceği vurgulanacak. Savcıların 1 Numara’nın kimliğiyle ilgili önemli bilgilere sahip oldukları ancak kesin delillendirmeler yapmadan harekete geçmek istemedikleri ve iddianamede ellerindeki bu bilgilere yer vermeyecekleri öğrenildi.

Gözlerini açtı

ERGENEKON terör örgütü soruşturması kapsamında tutuklu bulunduğu Kandıra F Tipi Cezaevi’nde düşerek beyin kanaması geçiren ve boyun kemiği kırılan emekli Orgeneral Şener Eruygur’un sağlık durumu iyiye gidiyor. Eruygur’un 7 günlük tedavi sürecinin ardından gözlerini açtığı belirtildi. Dün sabaha doğru gözlerini açan Eruygur, yakınlarını da tanıdı.

Kaynak: Star

Özkan'ın Evinde Fiş Belgeleri
26 Eylül 2008 08:48

Çok sayıda siyasi, devlet görevlisi, savcı, hakim gibi önemli insanlara ait "Fiş Dosyaları" Tuncay Özkan'ın evinde bulundu. Adil Serdar Saçan'da ise orjinal belgeler.

Tuncay Özkan’da siyasiler ve yargı mensuplarına ait en mahrem fişleme dosyaları bulundu. Eski Polis Müdürü Saçan’da da Ergenekon anayasasının orijinali çıktı

Ergenekon terör örgütüne yönelik soruşturmanın 8. dalgasında yakalanan 14 kişinin resmi ifade alma işlemleri dün akşam başladı. İfade alımına geçmeden önce gözaltında bulunan zanlıların ev ve işyerlerinde ele geçirilen dokümanları inceleyen polisler, birbirinden ilginç belgelere ulaştı. Gazeteci Tuncay Özkan’ın evinde ve Özkan’a ait Biz TV’de çok ilginç fişleme dosyaları ele geçirildiği öğrenildi. Eski Organize Suçlar Şube Müdürü Adil Serdar Saçan’ın evinde de ‘Ergenekon dokümanları’nın orijinal nüshalarının ele geçirildiği ifade ediliyor.

EN MAHREM FİŞLER ÖZKAN’DA

Ergenekon içerisinde örgütün bilinen en üst yöneticisi olarak iddianameye gireceği belirtilen Şener Eruygur’a bağlı olarak lobi faaliyetlerinden sorumlu olan Tuncay Özkan’ın evinde ve Kanaltürk’ü sattıktan sonra gelen tepkileri azaltmak için kurduğu Biz TV’de çok ünlü siyasetçiler ile ünlü birçok hakim ve savcıya ait fiş dosyaları bulunduğu belirtildi. Siyasetçiler ve yargı mensuplarına ait fiş dosyalarının kişilerin en mahrem yönleriyle ilgili olduğu de ifade ediliyor. Özkan’a sorgusunda bu gizli ve özel bilgileri hangi amaçla elinde tuttuğu da sorulacak

ERGENEKON’UN ORİJİNALİ ÇIKTI

Ergenekon soruşturmasının ilk başladığı dönemde neredeyse tüm zanlıların evinden çıkan örgütün anayasası olarak kabul edilen ‘Ergenekon dokümanları’ isimli belgenin orijinali de eski Polis Müdürü Adil Serdar Saçan’dan elde edilen belgelerin arasında bulundu. Ergenekon soruşturmasını ilk başlatan ve bir yıl sonra da kapatan kişi olarak gösterilen Saçan’ın, hukuk bürosunda da Ergenekon’a ait şemaların bulunduğunu avukatı ve kardeşi Serkan Saçan açıkladı.

aaktifhaber

BİR ZAMANLAR FAKİRDİ
27 Eylül 2008 09:42

Gürbüz Çapan'ın fakirlikten, Ergenekon finansörlüğüne yükseliş hikayesi...

Eski Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan, Ergenekon terör örgütünün finansörlerinden biri olmakla suçlanıyor. Belediye başkanı olduğu ilk yıl 'yoksulluğuyla' övünen Çapan'ın, daha sonra Cumhuriyet Gazetesi'ne ortak olabilecek kadar parayı bir anda nasıl kazandığı merak konusu.

Gürbüz Çapan, 1954 senesinde Kars'ın Çıldır ilçesinin Kakaç köyünde yoksul bir ailenin 8 çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Diyarbakır Tıp Fakültesi'nden mezun oldu ve 1983'te Giresun'da pratisyen hekim olarak çalıştı.

Sakıncalı olduğu için ihtisas yapamadı. Askerliğin ardından Giresun'da doktorluğa devam etti ancak daha sonra İstanbul'a zorunlu ikamete yollandı. Büyükçekmece'de hekimlik yaptı. Bu sırada seçimler için hazırlık vardı. Esenyurt'ta Karslıların sayısı çok fazlaydı. Hemşehrilerinin ortak adayı olarak 1989'da seçimlere girdi ve başkanlık koltuğuna oturdu.

Bir konuşmasında, "Esenyurtlular beni yoksul halimle başlarına taç ettiler." diyen Çapan, belediye başkanı olduktan sonra 'yoksulluktan' kurtuldu. Esenyurt Belediyesi'ne 2001 yılında jandarma tarafından 'yolsuzluk' operasyonu düzenlendi. DGM tarafından tutuklanan Çapan, Kartal Cezaevi'ne, kardeşleri Çetin ve Zeki Çapan da Bayrampaşa'ya konuldu.

Haklarında dava açıldı. Suçlamalardan biri, kardeşlerinin ortak olduğu Doğa Holding AŞ ve Erdem İnşaat'ın belediye ihalelerine usulsüz olarak girdiği şeklindeydi. Tutuklanmadan önce verdiği bir röportajda, "(Nereden buldular?) diyorlar. Benim kardeşimin servetini nereden bulduğu bilinmiyor mu? Ucuz arsa edinip kooperatiflere peşkeş çekmişiz diye suçlanıyoruz. Kötü mü ettik? Bacasız kent kurdum, bu mu ödülü bana?" diyordu. Jandarmanın hazırladığı ve bir bölümü Ergenekon iddianamesine de giren rapordaki ifadeler dikkat çekiciydi: "Başkan seçilmesinden önceki İstanbul Ticaret Odası kayıtlarını incelediğimizde, herhangi bir kayıtlı ticari yatırımı olmamasına rağmen Çapanlar bu tarihten itibaren atılım yapmışlardı."

Raporda, Çapan'ın kendisi ve kardeşleri üzerine görünen tüm şirketler sıralanıyor. Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde yaptığı savunmasına en geniş yer veren gazete, ortağı olduğu Cumhuriyet'ti. 26 Ekim 2001 tarihli Cumhuriyet'te geniş yer alan haberin başlığı, "Çete değil çağdaş kent kurduk." şeklindeydi. 2004 yılında DGM'lerin kapanmasının ardından dava İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi'ne geçti. 'Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, zimmet ve ihaleye fesat karıştırmak' gibi suçlardan yargılanan Çapan, 2006 yılında beraat etti.

Çapan'ın oğlu Ali Erdem Çapan, geçtiğimiz yıl Ferrari otomobiliyle Mecidiyeköy'de kaza yapmış ve yanında oturan kız arkadaşı hayatını kaybetmişti.
aktifhaber

Saçan'ı İç Çamaşırı Bile Ele Verdi
11 Ekim 2008 09:50

Ergenekon tutuklusu Adil Serdar Saçan, Gürbüz Çapan bağlantılarını reddetti ama iç çamaşırı bile bağlantıya delil oldu.

Ergenekon terör örgütü üyesi olmak ve terör örgütü lehine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanarak cezaevine konulan eski Organize Suçlarla Şube Müdürü Adil Serdar Saçan, savcılıktaki ifadesinde eski Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan'ı tanımadığını söyleyince eşinin dükkanından Çapan'ın aldığı iç çamaşırları hatırlatıldı.
Ergenekon soruşturmasında tutuklanan Saçan, savcı Mehmet Ali Pekgüzel tarafından 62 sayfalık soru soruldu. Milliyet gazetesinin haberine göre Ergenekon'da adı geçenlerle ilişkisi sorulan Saçan, gazeteci Tuncay Özkan'la olan ilişkilerini doğruladı. Saçan, eski Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan'ı ise tanımadığını iddia etti. Bunun üzerine Saçan'a, eşinin dükkanından Çapan'ın iki iç çamaşırı aldığı hatırlatıldı.

ÇAPAN GEÇERKEN UĞRAMIŞ

Saçan, eşinin işyerini açtığı gün önünden geçen Çapan'ın 'hayırlı ols
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Pts Ekm 20, 2008 8:48 pm    Mesaj konusu: AKP, SavcIlarI Satar MI? Alıntıyla Cevap Gönder

25 Ekim 2008
İşte Gürbüz Çapan'ın Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazısı:

Merhaba Cümleten...

Ekim 21. Hücreme güneş vuruyor. Saat 15.00. Buraları planlayanlar güzel planlamış! Güneşe de hasret hücreler...

Bir bir geliyor dostlar, mektuplarla, kitaplarla...

Görüşmek yasak, ağır terör suçlusuyuz ne de olsa. Ama istenince ulaşmanın binbir yolu varmış... Derlerdi inanmazdım.

Kelebek gibi avucuma geliyor sevdiklerim.

Dokunamıyorum, yanağım yanaklarına dokunamıyor, sesimi seslerine katamıyorum...

Ama onlar geliyorlar hücreme, kimisi anam gibi, battaniyemi üstüme örtüyorlar: "Aman üşüme ha!" "Aç mısın?" gözleri buğulu anam gibi bakıyorlar... O sisten dumandan nasıl gözüküyorum bilemem, ama kuşkuyla endişeyle baktıklarını görüyorum.

Tutukluyuz, biraz esir, daha çok eksikli... Yemek içmek gırla, patatesin bin bir halini tanıdık bir ayda... Bu patates ne mahir bir şeymiş a canım, ne katsan yemek oluveriyor. Hatta doğranma şekli bile farklı isimle süslüyor soframızı. Hele bir de pilav takıntıları var, bulgur akraba gibi, haftada iki sefer yerini pirince bırakıyor, ama en sadık dostumuz bulgur ve patates!

Kahvaltı için verilenler, her gün esir düştüğümüzün ifşası gibi. Birer adet sallama çay, adam başı üçte ikisi çekirdek olan 15 adet zeytin (çocukken elime geçseydi, mahallede cam komazdım, iyi sapan mermisi olurlardı...)

Kantinde de aynısını bulmuşlar onu satıveriyorlar. Zeytin ülkesi yurdumda zeytine hasretiz anlayacağınız...

Yumurta yasak buralarda. Bari kantinde satın, o da yok...

Avrupa'da her ülkenin sevindirik olduğu bir fabrika, sanat, kültür var. Bizim böbürlendiğimiz, Avrupa'nın en büyük hapishanesini Silivri'ye yapmış olmamız. Çünkü böyle kalkınıyor bizde ufak kasabalar.

Ya askeri birlik gönderiyoruz. Ya yatılı mektep şimdilerde üniversite açmak moda oldu. Bakkal, berber, fırıncı böyle kalkınıyor. Bakın dün gazeteler yazmış Ergenekon bereketi "Bir köfteci tam 700 porsiyon köfte satmış!" Çaktık işte, kalkınma dediğin böyle olur!

Laf Ergenekon'dan açılmışken size bir fıkra anlatayım gülüverin.

Bundan 30 yıl önce, açık hava sinemaları olurdu Anadolu illerinde.

Bir gün Antep'te benim gibi yaşını almış biri de sinemaya gider. Sinemada heyecanlı bir kovboy filmi oynamakta.

Malum açık hava sinemalarında tahta sandalyeler olurdu. Oturuyor amcam sırasına (sandalyesine), arkadan 4-5 yeni yetme... Film heyecanlandıkça, gencin teki ayağını amcamın sandalyesinde oynatmaya, kanırtmaya başlıyor. Yaşlı amca kendini kurtaramıyor bir türlü. Neyse ara olunca dönüyor azgın gençlere: "Yorum senin ayak kaç numara?"

- Niye sordun amca, 42 numara!

- Zorlama yorum, benim gö(z) 40 numara girmez, girdiremezsin! Diye tatlı sert uyarıda bulunuyor.

- Şimdi beni de Ergenekon'a sokmaya çalışıyorlar, vallahi şaşkınım ne diyeceğimi de bilmiyorum.

Neyse geç bunları, dönüyorum hücreme, eskiden mahpushanede çeşme olurdu, şimdi ne gezer... Şimdi mahpushaneye yerleşke diyorlar, zira 1000 dönüm alanda, lojmanı bile var. Mahkemesi eksikti, onu da çakıverdiler, gerçi içi "asrın davasına" uygun değil, ama olsun biz idare etmesini biliriz.

Biz kanaatkâr insanlarız baksana derin devletimizin düzeysiz belgeleri ne menem bir şey olduğu bilinmeyen birinden çıktı. Heyhaaat!.. Devlete bak, derinliğine bak! İslamcı geçinen basın gurubuna bak! Ne yaman düşmanlaşmışlar. Meğer hepsinin derin duygularında savcılık varmış! Apo için çıkarılan ‘hır'ı bile Ergenekon'a yazdılar. Bu kadar zekiydiniz de şimdiye kadar nerdeydiniz birader?

Yoğurttan cacık yapma sizin marifetinizdir, kontrayı da aklamak için elinizdeki meyveyi, sütü üzerine boca edin ki temizleyesiniz. Siz "asrın çamaşırcısı" olacaksınız... Haydi az kaldı, bravo!

Gelin sevdiklerim, fısır fısır konuşalım, mektuplar, şiirler, kitaplarla gelin...

Dokunun bana, kendimi yalnız hissediyorum... Kimsem olun...

Bir harf, bir hece, bir tümceyle alın beni bu kör hücreden, aranıza katılmak istiyorum...

Merhaba dostlar, merhaba çocuklar demek, dokunmak, sevmek, sevilmek için merhaba cümleten....

Gözlerinize taht kurmuş gibi oturup, bağıraraktan cümleten merhabalar...
cumhuriyet

Eski Sarıyer Savcısı, Ergenekon'dan gözaltında! Sorgulanmak için İstanbul Emniyeti'ne götürüldü


21 Ekim 2008 Ergenekon soruşturması kapsamında korumasıyla birlikte gözaltına alınan Sarıyer eski Cumhuriyet savcısı E.G, Şişli'deki evinden çıkartıldı. E.G'nin, Ergenekon terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla gözaltına alındığı bildirildi.
E.G'nin Şişli'deki evine sabah saatlerinde operasyon düzenleyen polisin, Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel eşliğindeki incelemeleri tamamlandı. E.G ve koruması H.K, polis eşliğinde binadan çıkartıldı. Güvenlik önlemleri altında araca bindirilen zanlılar, sorgulanmak üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Şahıslarla birlikte, evde ele geçirilen çok sayıda belge de inceleme altına alındı.

netgazete


Ergenekonca öldürüldüğü iddia edilen Uğur Mumcu'nun ağabeyi, Ergenekoncuların avukatı oldu. Üstüne bir de şahit çağırdı ki işler iyice karıştı.

Asrın davasının ilk duruşmasında Ergenekon örgütü tarafından öldürüldüğü iddia edilen gazeteci Uğur Mumcu'nun ağabeyi Ceyhan Mumcu, İP lideri Doğu Perinçek'in avukatı sıfatıyla savunma sıralarında yer aldı. Şahit olarak ta Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'yı çağırdı.

Ergenekon sanıklarından emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün evinde ve İşçi Partisi'nde yapılan aramada bulunan bir belge, Uğur Mumcu cinayetine ilişkin önemli bir detayı ortaya koyuyordu. Bu belgeler nedeniyle iddianamede örgütün 1999 yılından sonraki eylemleri arasında Mumcu cinayeti de gösterildi. Örgütün tepe yöneticilerinden biri olarak gösterilen İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor.

“Bütün İP’lilerin avukatıyım”

İddianamede terör örgütünün kurbanı olarak gösterilen gazeteci yazar Uğur Mumcu'nun ağabeyi Ceyhan Mumcu ise dün başlayan duruşmada başta örgütün tepe yöneticilerinden biri olarak gösterilen İP lideri Doğu Perinçek olmak üzere İşçi Partili bütün sanıkların avukatı olduğunu açıkladı. "Bu tabloya göre ben Ergenekoncular'dan yana bir durumdayım" diyen Mumcu, "Bizimkilere iftira atılıyor. Hiçkimse benim kadar ağır bir baskı altında değil" dedi. Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Ceyhan Mumcu, Ergenekon davasında yapacakları savunmanın detaylarını da açıkladı.

Tanık olarak Yalçınkaya’yı gösterdi

Davada ilginç bir ismi tanık olarak kullanacaklarını söyleyen Ceyhan Mumcu'nun tanık olarak göstereceği isim ise Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya oldu. Mumcu'ya göre Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın İşçi Partisi için ihtar vermemesi davanın en önemli kanıtlarından biri. Mumcu, Yalçınkaya'nın bir çok partiyi uyardığı iki parti hakkında kapatma davası açtığı halde İşçi Parti hakkında işlem yapmaması çok önemli. Davanın ilk duruşmasında yargılama yeri olarak da itirazlarının olacağını açıklayan Mumcu, yetki itirazında bulunacaklarını söyledi.

CUMHURİYET HEM SANIK HEM DE MÜDAHİŞ OLDU

İki yöneticisi Ergenekon sanığı olan Cumhuriyet gazetesi, Ergenekon davasında müdahil olmak istemişti. Mahkeme gazetenin bu talebini kabul etti. Cumhuriyet Vakfı ile Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayın A.Ş avukatı Bülent Utku, Cumhuriyet Gazetesi'nin bazı sanıklar tarafından 3 kez bombalanması eyleminin iddianamede yer aldığını hatırlatarak, bu saldırılardan zarar gördükleri için davaya müdahil olmak istediklerini kaydetti.

Mahkeme heyeti, taleplere ilişkin Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel'in görüşünü aldıktan sonra Cumhuriyet Vakfı ile Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayın A.Ş.'nin müdahilliğinin kabulüne, diğer taleplerin ise gerekli incelemeler yapıldıktan sonra karara bağlanmasına hükmetti.

NOTLAR

Davasının görüleceği Silivi Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesi'ne alınan basın mensupları, avukatlar ve sanık yakınları 2'si detaylı olmak üzere 3 arama noktasından geçerek adliye binasına giriş yaptı.

Basın mensupları, üzerlerinde cihazın sinyal vereceği herhangi bir eşya olmaması konusunda uyarılarak detaylı bir arama sonrası güvenlik kapısından geçişleri sağlandı.

ÖZBİLGİN GELDİ

Cep telefonu, ses kayıt cihazı gibi elektronik eşyaların görevlilerce emanete alındığı bu bölümde, bazı kişiler ayakkabıları çıkartıldıktan sonra terlikle x-ray cihazından geçirilerek yerleşkeye giriş yaptı.

Danıştay’a yapılan saldırı sonrası hayatını kaybeden Danıştay 2. Daire Üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’in oğulları Serkan ve Gökhan Özbilgin de Ergenekon duruşmasını izlemek üzere duruşma salonuna geldi. Danıştay davasında hem müdahil hem de avukat olarak yer alan Gökhan Özbilgin, Ergenekon duruşmasında "izleyici" olacaklarını söyledi.

MAZERETLİLER

Cumhuriyet Gazetesi imtiyaz sahibi ve başyazarı İlhan Selçuk ve İP Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever’in sağlık durumlarını gerekçe göstererek, duruşmaya katılmadı.

Her dönem kendinden bir şekilde söz ettirmeyi başaran,Yaşar Okuyan, Ergenekon sanıkları yakınlarına destek için Silivri'ye geldi

Danıştay hükümlüsü Alparslan Aslan'ın babası İdris Aslan da Silivri'ye gelenler arasındaydı.

İLGİNÇ DİYALOG

Duruşma salonu kapısında bekleyen tutuklu sanıklardan Drej Ali lakaplı Ali Yasak, DTP Milletvekili Sırrı Sakık'a yönelerek, "Siz niye buradasınız?" dedi.

Bunun üzerine Sakık, "Asrın davası diye geldik" ifadelerini kullandı.

SALON DAR GELDi

Ergenekon davası salon skandalıyla başladı. Soruşturma kapsamında haklarında dava açılan ve emekli Tuğgeneral Veli Küçük, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk ve İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Kemal Yalçın Alemdaroğlu'nun da aralarında bulunduğu 46'sı tutuklu 86 sanığın yargılanmasına saat 10.25'te başlandı. Mazaret bildirenler dışında tüm sanıklar salonun ortasında kendilerine ayrılan bölümde yerini aldı.

Arka bölümde ise sanık yakınları yerini aldı. Ancak gazeteciler, sanık yakınları da eklenince 280 kişi için hazırlanan salonu yaklaşık 400 kişi doldurdu. Kalabalık, salonda karmaşa yaratınca İstanbul 13'üncü Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün müdahale ederek duruşmaya ara verdi. Yaklaşık 4.5 saatlik aradan sonra Şengün, duruşmayı ertelemedi ve Silivri Cezaevi'nde devam etmesine karar verdi. Saat 16.30'da verilen ikinci aranın ardından Şengün, davayı 23 Ekim'e erteledi.
Aktifhaber


AKP, Savcıları Satar Mı?
20 Ekim 2008 11:45
"Hükümetin yargının arkasında duracağından endişe ediyorum. AKP'nin pragmatik davrandığını görüyoruz. Köşeye sıkıştırıldığında birtakım uzlaşmalara giriyor..."

Zaman'dan Nuriye Akman'ın emekli hakim albay Ümit Kaşdaş'la yaptığı röportajın ilgili bölümü:

Sizce yargılama aşamasında bizi neler bekliyor?

Bazı yayınlarla dava sabote edilmeye devam edilecek. Bunun dışında ben hükümetin, yargının arkasında duracağından endişe ediyorum. Çünkü AKP'nin gayet pragmatik davrandığını görüyoruz birçok olayda. Siyaseten alanı daraltıldığı ve köşeye sıkıştırıldığında birtakım uzlaşmalara gidiyor. Bu çerçevede bu davanın sulandırılabileceğini düşünüyorum.

Hükümet ne yaparsa sizi haklı çıkarmış olur?

Mesela savcılarla ilgili bir sürü iddialar geldi. Bu, sulandırmanın bir parçasıydı.

Adalet Bakanlığı savcılara bir koruma yapabildi. Ama gün gelir bunu yapmayabilir. Şemdinli örneğini gördük biz. Hükümet, Şemdinli'de savcıyı çarmıha gerdi. Orada askerî bürokrasiye müthiş bir taviz verdi. Şimdi de bu davanın savcısını, hâkimini değiştirmesinden korkuyorum. Bir de şu var. Yarın öyle olaylar olur ki, iktidarı değiştirir. Diyelim ki bir CHP-MHP koalisyonu oldu. Artık Ergenekon davasından bir şey beklemek mümkün mü? Ergenekon, her tarafı ahtapot gibi sarmış bir örgüt. Hükümetiyle, muhalefetiyle biz hiç korkmadan, hiç taviz vermeden topyekûn bu beladan arındıracağız Türkiye'yi diye bir irade yok ortada.

Dava sürecinde askerin nasıl davranacağını tahmin ediyorsunuz?

Bu kadar sınırlı bir davaya askerin ses çıkaracağını zannetmiyorum. Çünkü muvazzaflara dokunulmadı. Evet birkaç teğmeni aldılar ama onlar her zaman feda edilir. Yani bunları al, o üst tepedeki kesime dokunma diyor asker. Zaten Şener Eruygur bir rahatsızlık geçirdi. Tahliye oldu. Yarın öbür gün Hurşit Paşa da bir rahatsızlıkla tahliye olur.
aktifhaber

Ergenekon'da 2. cinayet bağlantısı
22 Ekim 2008 17:08
Emekli Binbaşı İhsan Güven ile eşinin evlerinde öldürülmesine ilişkin davanın, Ergenekon davası ile birleştirilmesi için muvafakat istenmesine karar verildi.
Emekli Binbaşı İhsan Güven ile eşi Sibel Güven'in Tuzla'daki evlerinde öldürülmesine ilişkin 7 sanığın yargılandığı davanın, ''Ergenekon'' davası ile birleştirilmesi için muvafakat istenmesine karar verildi.

Davaya bakan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, ''Ergenekon'' davasının iddianamesinde, İhsan Güven ile Sibel Güven'in öldürülmesinden bahsedildiğine dikkati çekerek, ''Ergenekon'' davasının soruşturmasına esas olan İhsan Güven ve Sibel Güven'in öldürülmesiyle ilgili tüm bilgi, belge ve dokümanın mahkemeye gönderilmesi için soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcı Zekeriya Öz'e yazı gönderilmesine hükmetti.

Mahkeme heyeti ayrıca, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinden ''Ernegekon'' davası ile görülmekte olan dava arasında fiili ve hukuki irtibat bulunduğu göz önüne alınarak, dosyaların birleştirilmesi için muvafakat verilmesi istendi.
aktifhaber

Muzaffer Tekin'den İlginç Açıklama
20 Ekim 2008 17:25

Ergenekon tutuklusu Muzaffer Tekin: "Kimse beni Danıştay saldırısıyla ilişkilendiremez."

Ergenekon tutuklusu Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin, Ergenekon iddianamesinde kendisine yöneltilen suçlamaları reddetti. Tekin, "Kimse beni Danıştay saldırısıyla ilişkilendiremez." dedi.

Silivri Cezaevi'nde başlayan Ergenekon davasının ilk duruşmasında söz alan Muzaffer Tekin, hakkındaki suçlamaları reddetti. Basında yazılan Muzaffer Tekin'in kendisi olmadığını savunan Muzaffer Tekin, "Kimse beni Danıştay saldırısıyla ilişkilendiremez. O davadan ben; hem Muzaffer hem de Tekin çıktım. Cumhuriyet'e atılan el bombalarıyla da ilgim yok. 'Terör örgütü' deniliyor. Biz terör örgütü değiliz. Bu dava tepeden inme oldu ve bir anda burada toplandık." şeklinde konuştu.
aktifhaber

Ergenekon Davası Ertelendi
20 Ekim 2008 17:15

Ergenekon Davası 23 Ekim 2008 tarihine ertelendi. İkinci duruşma bu tarihte yapılacak. Mahkeme sanık avukatlarının taleplerini de reddetti...

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, "Ergenekon" davasının duruşmasını 23 Ekim Perşembe gününe ertelendi.
Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesi'ndeki adliyede gerçekleştirilen duruşmada mahkeme heyeti, sanıklar ve avukatlarının, üye hakim ve mahkemenin tamamının reddedilmesiyle ilgili taleplerinin incelenmesini, diğer taleplerin de bu inceleme tamamlandıktan sonra değerlendirilmesini kararlaştırarak duruşmayı 23 Ekim Perşembe gününe erteledi.
aktifhaber

Özkök'ü şaşırtan Ergenekon şeması
21 Ekim 2008 07:27
Adını, Dinç Bilgin, Enis Berberoğlu, Bekir Coşkun, Hüseyin Gülerce, Selahattin Sadıkoğlu ile birlikte "örgüt planı"nda gören Ertuğrul Özkök'ün yazı iştahı kaçtı!
Medya çetesinin son ismi

"BELGEYİ" gözünüzün önüne getirin.Beş ayrı sütuna bölünmüş, beyaz A 4 ebadında bir káğıt.

Her sütuna elyazısı ile birtakım isimler yazılmış.

İlk sütunda "işadamları" var.

Başına Şevket Sabancı’nın ismi yazılmış.

Altında Hüsnü Özyeğin gibi ünlü bir bankacı.

Bir başka işadamı daha...

Başbakan Erdoğan’a hayranlığını, ideolojik biat haline getirmiş, onu "idolü" olarak gören Star Gazetesi’nin sahibi Ethem Sancak.

İkinci sütun birtakım mafya babaları.

Üçüncü sütun "medya mensupları"na ayrılmış..

En başta Dinç Bilgin’in ismi.

Onun altında, "Sabah Gazetesi"nde çalıştığı yazılan iki isim.

Enis Berberoğlu ve Bekir Coşkun.

Altında Fethullah Gülen’in en yakınındakilerden biri.

Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce.

Altında Yeni Şafak ve Bugün gazetelerinin eski genel yayın yönetmeni Selahattin Sadıkoğlu.

Altında da naçizane, bendenizin adı.

* * *

Herhalde "Bu neyin listesi" diye merak ettiniz.

Bu "Ergenekon çetesi örgüt planı".

Bir ruh hastasının çiziktirdiği deli saçması.

Bu insanları hangi mantıkla yan yana getirebildiğini anlamak mümkün değil.

Enis Berberoğlu ve Bekir Coşkun’un Sabah’ta değil, Hürriyet’te çalıştığını bilemeyecek kadar cahil biri kaleme almış.

Siz de benim gibi "Deli saçması" deyip geçersiniz değil mi?

Ama geçmeyenler var.

Ülkenin istihbarat örgütü, bu deli saçmasını alıp Başbakanlığa ve Genelkurmay’a gönderiyor.

Ergenekon Savcısı, bunu Başbakanlık’tan istiyor ve dosyaya koyuyor.

Yıllarca MİT’in, polisin böyle deli saçması raporları yüzünden babasının hayatı kaymış bir arkadaşımız da, bunu alıp gazetesinin manşetine koyuyor.

Hakkını yemeyelim.

Adımızı açıkça yazmıyor.

Anlayacağınız, elyazısı ile yazılmış ve dosyaya konulmuş bu sözde belgeye göre biz "Ergenekon çetesi"nin azılı üyeleriyiz.

Ama Ergenekon’dan içeri alınan bazı emekli subayların tuttuğu notlara bakarsanız, "Güvenilmez, hükümet yanlısı, asker düşmanı" insanlarız.

Devletin istihbarat örgütü, hakkımızdaki bu deli saçmasını Başbakanlığa gönderiyor.

Ama onu izleyen yıllarda bizi 4 kere Marmara Köşkü’ne davet edip, "devletimizin zor sorunlarının çözümü için" yardım istiyor.

İstediği yardımlardan biri de ne biliyor musunuz?

"Öcalan’ın idam edilmesine yol açacak bir infialin uyandırılmaması için yardımcı olmamız."

Yani "Aman Öcalan asılmasın, yoksa çok kötü olur" diyorlar.

Bunu isteyenler, hakkımızda "Ergenekon çetesinin üyesidir" diyen deli saçması sözde ihbar mektubunu servise koyanlar.

* * *

Dün Ergenekon davası başlarken kendi kendime şunu sordum:

Ergenekon davası hakkında samimi düşüncem nedir?

Susurluk olayı sırasında Hürriyet, bu işin tam peşine düşmüştü.

Şimdi, Ergenekon davasının peşine düşenlerin bir bölümü o günlerde, Susurluk olayına "gulu gulu dansı" diyenlerle aynı saftaydı.

"Gulu gulu dansı" diyenlere, itiraz ettiklerini de hatırlamıyorum.

İtiraf edeyim, Ergenekon incelemesi sırasında, aynı heyecanı hissedemedik.

Çünkü, aklımıza takılan çok sayıda soru vardı.

Bu konudaki görüşüm şudur:

Evet, bu davada açığa çıkarılması gereken çok ciddi ilişkiler var.

"Ulusalcı" denilen çarpıtılmış bir ideal etrafında ciddi mafyalaşma girişimleri oluşmuş.

Bu ilişkiler, hepimizin hayatına kastedebilecek cürete ve niyete de sahip olabilirler.

Ama bir yanıyla da bu davaya kadar geçen sürede, rahatlıkla "cadı avı" olarak nitelenebilecek yanlışlar yapıldı.

Bu inceleme süreci, keyfi telefon dinlemeleriyle, muhalif insanları sindirmeye yönelik bir "McCarthyizme" görüntüsü verdi.

Yine de bu yanlışlıkların, davanın önemini azaltmadığına inanıyorum.

Evet, Ergenekon davası konusundaki samimi görüşlerim budur.

O yüzden de üzerinde yazı yazmak içimden gelmiyor.

ERTUĞRUL ÖZKÖK - HÜRRİYET
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Cum Ekm 24, 2008 12:08 am    Mesaj konusu: "Dar Salonda Uzun Pasla$malar”- Alıntıyla Cevap Gönder

Muzaffer Tekin'in sözleri hakimi kızdırdı
31 Ekim 2008 19:40

Ergenekon davası sanıklarından Muzaffer Tekin, " Savcılardan çok daha dürüstüm, çok daha şerefliyim" sözlerine mahkeme başkanı sert tepki gösterdi.

Ergenekon davasında okunan iddianamede 443'üncü sayfaya gelindi. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün okumaya sonraki oturumda devam edilmesini istedi. Şengün, tutuklu ve tutuksuz sanıkların sözlü taleplerinin dinlenmesine karar verdi. Duruşmanın bu günkü oturumunda sanık avukatlarının Türklük ve Ergenekon destanı hakkında açıklama yapmaları dikkat çekti. Sanık Muzaffer Tekin, " Savcılardan çok daha dürüstüm, çok daha şerefliyim" sözlerine mahkeme başkanı tepki gösterdi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam eden duruşmada, 237'inci sayfadan okunmaya başlanan iddianamede 443'üncü sayfaya ulaşıldıktan sonra sözlü taleplere geçildi. İlk olarak tutuklu sanık Kemal Kerinçsiz söz aldı.Kerinçsiz iddianameyi "siyasi roman türünün bir örneği" olarak niteledikten sonra bu iddianamenin kabul edilmesinden duyduğu hayal kırıklığından bahsetti. Kerinçsiz hakkında verilecek en doğru kararın tahliye olduğunu söyledi.

Ardından Semih Tufan Gülaltay konuşarak hakkındaki iddiaların komplo olduğunu ve tertipten ibaret olduğunu öne sürdü.

Ölme ve öldürme ile ilgili yaptıkları yemin ile gündeme gelen Kuvvayi Milliye Derneği üyesi Hüseyin Görüm ise yaptığı konuşmada, "Bana sürekli arkamdakiler, 'Sen konuşma, seni tahliye edeceğiz' diyorlar." diyerek üzerinde kurulan bir baskı olduğunu ifade etti. Bugünün tarihin 31 Ekim olduğunu belirten Hüseyin Görüm, bu davanın da Nur Suresi'nin 31'inci ayetinden dolayı gerçekleştiğini, bu ayette başörtüsü ile ilgili ifadeler bulunduğunu, davanın bundan kaynaklandığını öne sürdü. Bu davanın özünün Danıştay saldırısı olduğunu söyleyen Hüseyin Görüm, "Herşeyi anlatacağım." dedi. Mahkeme Başkanı da "Zamanı gelince anlatırsın" diyerek sözü başka bir sanığa verdi.

Tutuklu sanık Hayrettin Ertekin, iddianamede geçen Lobi isimli belgenin 1985 yılında bir yüzbaşı tarafından Pentagon kaynaklı bir NATO belgesinden yapılan çeviri olduğunu söyledi. Ertekin bu metnin İngilizce orijinalinin Harp Akademileri Komutanlığı kütüphanesinde bulunduğunu dile getirdi.

Oktay Yıldırım'ın müdafi avukatı ise örgüte Ergenekon denmesinden duyduğu rahatsızlığa dikkat çekti. Ergenekon ile terör kelimelerinin yanyana kullanılmasına tepki gösteren Yıldırım'ın avukatı bu ismin iddianameden çıkarılmasını istedi.

Sami Hoştan'ın avukatı ise müvekkilinin 60 yaşında, torun sahibi bir işadamı olduğunu belirterek tahliyesini talep etti.

Mehmet Demirtaş'ın avukatı ise dün bir özel kanalda yayınlanan programa katılan Tuncay Güney'in beyanlarına dikkat çekerek bu programın kasetinin dosyaya eklenmesini talep etti.

Tutuklu sanık Muzaffer Tekin'in soruşturma savcıları hakkında sarfettiği sözler Mahkeme Başkanı'nın sert tepkisine yol açtı. Muzaffer Tekin, kendisi hakkındaki söz konusu iddiaları "hayretle ve dehşetle" izlediğini belirtti. Danıştay'a saldırısı için kendisinin talimat verdiği iddialarını reddettiğini belirten Tekin, "Kalpak alamayan örgüt nasıl 500 bin dolar verebilir?" diye sordu. Savcılara dönerek konuşmasına devam eden Tekin, "Kendilerinden çok daha dürüstüm, çok daha şerefliyim" dedi.

Bu sözler üzerine Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, "Bir daha sakın ola ki böyle bir konuşma yapmayın" şeklinde uyarmak durumunda kaldı. Tekin ise, "Dayanamıyorum" diyince Şengün, "Dayanacaksın. Bu mahkemede belirli kurallar içerisinde hareket edeceğiz." dedi. Tekin'in ardından söz alan avukatı ise müvekkilinin tahliyesini talep etti.

Sanık Mehmet Zekeriya Öztürk Avukatı Yaşar Ağsu, "Biraz önce avukat arkadaşım Ergenekon Destanı'nı anlatıp Türklerin bir Börteçina'nın arkasından Ergenekon'dan çıktığını söyledi. Aslında Ergenekon Destanı üç tanedir. Ergenekon destanının geçtiği Alatav dağlarından Türkler bir bozkurtun ardı sıra çıktı. O Bozkurt'un adı Börteçine'ydi. Daha sonra yedi düvel bir oldu. Anadoluyu, tersanelerimiz, fabrikalarımız işgal etti, buradan da bir bozkurtun ardından çıktılar, o bozkurtun adı da Mustafa Kemal'di, şimdi ise emperyalistlerle Mustafa Kemal'in Gençliğe Hitabe'de bahsettiği dahili bedhahtların işbirliği ile hazırlanmış bu Ergenekon cenderesinden de bir bozkurtun ardından çıkarız. Bu bozkurtun adı da Köksal olur." diyerek mahkeme başkanı Köksal Şengün'e atıfta bulundu.

Sanık Kemal Kerinçsiz'in Avukatı Recep Yenişen, "örgüt yöneticiliği ile suçlanan kişilerin adli kontrollerini dahi kaldırıldığı bir davada örgüte üye olmakla suçlanan müvekkilimin tutuklu bulunması adil yargılama ve hukukuta eşitlik ilkesine uygun değildir. Bu nedenle tahlilyesinin tekrar değerlendirilmesini talep ediyorum." dedi.

Mahkeme başkanını Şengün, daha önceki oturumda Veli Küçük'ün avukatı tarafından yapılan Kocaeli İl Jandarma Alay Komutanlığı'na müvekkilinin çalıştığı dönemle ilgili bilgi verilmesi konusundaki talebin hangi gerekçe ile ilgili olduğunu sordu. Bunun üzerine Veli Küçük'ün aynı zamanda kızı olan avukatı Zeynep Küçük, "İddianamede müvekkilimin Kocaeli'nde görev yaptığı sürede faili meçhul cinayetlerin arttığı iddia ediliyor. Bu konunun sorulmasını istiyoruz." diye cevap verdi.

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, mütealasında Danıştay Saldırısı konusunda kısmi yetkisizlik iddiasıyla avukatların her duruşmada talepte bulunduğunu ancak bu konuyla ilgili daha önceden karar verildiği için bu taleplerin reddine karar verilmesini istedi. Reddi Hakim talebi konusunda daha önceden karar verildiği için avukatların bu talebinin de reddine karar verilmesini talep etti. Pekgüzel, davada Ergenekon isminin kaldırılmasına ilişkin talepler konusunda da, daha önceden karar verildiği için reddine karar verilmesini mütaala eti.

haber7

VATAN GAZETESİ'NDEKİ HABER

28 Ekim 2008
Rusya’da yayın yapan Kommersant gazetesinin ’Ergenekon’un beyni ve fikir babası’ olarak gösterdiği ünlü Rus siyaset bilimcisi Prof. Aleksander Dugin, Ergenekon mahkemelerinin düzmece olduğunu ve ABD eliyle yürütüldüğünü düşündüğünü söyledi. Davanın, Amerikan yanlısı ’Atlantikçilerin’ eylemi olduğunu düşündüğünü söyleyen Dugin’e göre ABD, “Türkiye’nin önceliklerini değiştirmeye ve Kemalizm’den uzaklaştırmaya” çalışıyor: “Ergenekon soruşturmasının siyasetçi ve akademisyen sanıklarının çoğunu tanıyorum. Türkiye’de katıldığım toplantılarda tanıştığım bu arkadaşlarımdan bazıları solcu bazıları sağcı ancak hepsi benim gibi ulusalcı. Prof. Kemal Alemdaroğlu, Doğu Perinçek, Veli Küçük gibi önemli isimleri yakından tanıyorum. Katıldığım Avrasya konulu toplantılarda Rauf Denktaş ve Süleyman Demirel gibi siyasetçilerle de tanıştım. Veli Küçük’le ABD ve denetimindeki Atlantikçiler tarafından başta Rusya ve Türkiye olmak üzere tüm Avrasya ülkelerinde kurulmuş gizli örgütler ve bu örgütlerin yasa dışı silahlı eylemleri hakkında uzun uzun konuştuk. Küçük bana Atlantikçilerin Türkiye’deki yapılanması ve tehlikelerinden bahsetmiş, eylemlerini detaylarıyla anlatmıştı.”

Sanıklar Cephesinden Duruşmaların Perde Arkası
Behiç Gürcihan
25.10.2008

Medyanın, duruşma salonundaki karmaşanın da etkisiyle yanlış ve eksik aktardığı noktaları tamamlamak adına “Ergenekon” çuvalının bizzat içinde yer alan bir sanık olarak duruşma salonundaki ve arka plandaki gözlemlerimi huzurunuzda tarihe not düşüyorum.

-Duruşma salonuna sanıklar ring aracıyla değil, jandarmalarla takviye edilmiş ve perdeleri kapatılmış bir servis minibüsü ile, kelepçesiz olarak getirildiler ve duruşma salonunun arka kapısından binaya sokuldular.

-Bir çok sanık, sözde “örgütdaşları” ile duruşma salonuna nakledilirken tanıştı.Duruşma Salonu’na kadar karşılıklı esprilerle geçen kısa yolculuk sırasında, duruşmanın ünlü sanıklarından birinin “Nasılsınız?” sorusuna, “Bomba gibiyim” yanıtını vermesi üzerine bir diğer sanık, “Aman abi, bu sözünü savcı duymasın; bombaları buldum diye sevinir, başımıza yeni iş açma” esprisiyle karşılık verdi. Moralli ve neşeli görünen Doğu Perinçek ise ortamı “Ne demişler, hapishane alma komşu al” sözleriyle renklendirdi.

-Duruşma öncesinde ayrı bir salona alınan sanıklar, kendi aralarında öbekleşerek sohbet etmeye başladılar. Herkesin kendi hikayesini ve başından geçen saçmalıkları anlattığı sohbetlerde sanıklar, Savcı Zekeriya Öz’ü bol bol “sevgi ve saygıyla” andılar…

“PKK hakkında kitap yazıyorum, o kitapta kullanacağım fotoğrafları alıp PKK-Ergenekon bağlantısı” diye iddianameye koyuyor” diyen de;

“Benim arkadaşın inşaatını basıyorlar, suç unsuru bulamayınca suç aleti olarak bir çekiç, bir kutu da çivi almışlar” diyen de;

“Savcı benden belli isimleri suçlayıcı ifade vermemi, bunu yaptığım takdirde tahliye edileceğimi söyledi” diyen de vardı..

Dışarıdan bakan bir gözlemci ise çok rahatlıkla, “Bu nasıl örgüt ki herkes birbirine mesafeli, kuşkulu gözlerle bakıyor” tespitini yapabilirdi.

-Bekleme salonunda sigara içilmesine izin verilmesine rağmen daha sonra binanın alarm sistemini harekete geçireceği ikazı ile bu izin kaldırıldı ve sigara içmek isteyenlere adres olarak yandaki oda gösterildi.

-Sanıklardan Fikret Emek’in aşırı kilo verdiği gözlenirken, Ümit Sayın tek başına oturdu.

-Tek bayan tutuklu Sevgi Erenerol, diğer tutuklu sanıklardan ayrı bir odada tutularak doğrudan duruşma salonuna getirildi.

-Bir çoğu birbiriyle ilk kez tanışan ve aynı örgütün üyesi olmakla suçlananlar birbirleriyle sohbet ederken, Veli Küçük ile Doğu Perinçek birbirlerinden uzak durmaya özen gösterdi.

-Kararın açıklanmasından sonra verilen arada, duruşma salonunda bulunan sivil giyimli bir polis nedeniyle gerginlik yaşandı. Ergun Poyraz, mahkeme kürsüsünün yanında duran siyah takım elbiseli kişiye, “Sen kimsin, senin burada ne işin var? Ben seni tanıyorum, sen Terörle Mücadele’densin” şeklinde itirazda bulununca, savcılardan Pekgüzel araya girdi ve söz konusu kişinin güvenlik şubeden kendisine tahsis edilen koruma polisi olduğunu söyledi. Polisin güvenlik şubeden olduğuna inanmadığında ısrar eden Poyraz, “Seni burada kimden koruyorlar ki?” sözleri ile itirazını sürdürdü. Olay üzerine sivil giyimli polis salonu terk etti.

-Duruşmanın başlamasıyla birlikte, bir kanattan salonun yetersizliği, diğer kanattan ise mahkemenin yetkisizliği tartışmaları üzerinden dava sürecini erteletmeye yönelik girişimler baş gösterdi.

Duruşmanın ilk yarısında bazı avukatlar salonun yetersizliğini gerekçe göstererek (ki kimse salonun yeterli olduğunu savunmuyor) davanın bir başka salona alınması yönünde yoğun girişimlerde bulundular. Duruşmaya ara verildiği noktada, mahkeme heyetine bir dilekçe vererek bu itirazlara itiraz ettim. Davanın her türlü şarta rağmen bir an önce başlamasının herkesin yararına olacağını savunduğum dilekçede, hakimin CMK’da kendisine tanınan yetkileri kullanarak mahkemeyi daha sağlıklı kılacak tedbirler alabileceğinin altını çizdim.

Duruşmanın ikinci yarısında, salon değişimi yolundaki talepleri reddettiğini açıklayan mahkeme, bu kez bazı avukatların “mahkemenin yetkisiz olduğu” yolundaki itirazları ile karşılaştı. Avukatlar buna gerekçe olarak CMK 12. maddeyi gösterdi.Yetkili mahkemeye tanımlayan CMK 12’nin ilgili fıkrası şöyle:

“(2) Teşebbüste son icra hareketinin yapıldığı; kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği ve zincirleme suçlarda son suçun işlendiği yer mahkemesi yeterlidir.”

Bazı avukatlar, iddianameye konu olan suçun ‘teşebbüs suç’ olduğunu ve iddianameye göre de örgütün son icraatının Danıştay eylemi olduğunu öne sürerek davanın Ankara’da görülmesini istediler.

Bunun üzerine, bu davayı ertelemenin bizzat bu sürecin arkasında duran güçlerin işine yarayacağını ve her şart altında bir an önce başlayıp sonuçlanması gerektiğini savunan biri olarak söz aldım ve avukatların yetersizlik talebine şu sözlerle itiraz ettim:

“İddianameye konu olan suçun teşebbüs suç olduğu ve en son icrai faaliyetin olduğu yerin mahkemesinde görülmesi gerektiği doğrudur; fakat:

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 9/24-310 sayılı kararına göre propaganda suçu da icrai bir faaliyettir. Bu durumda, iddianame olma iddiasındaki bu metne göre, bu örgütün son icrai eylemi Danıştay değil, bir çoğu İstanbul’da olan sözde üyelerinin ‘propaganda’ faaliyetleri dir. Dolayısıyla, son icrai faaliyetlerin olduğu İstanbul’da mukim mahkemeniz yetkili mahkemedir. Avukatların taleplerine itiraz ediyorum”

-Gazetelerde yer alan haberlerde, gazetelerin ister doğan karmaşadan kaynaklanan nedenlerle, ister taraf oldukları ideolojiler veya cemaatlar gereği bazı ayrıntılara yer vermediklerini gördüm. Gazetelerde yer almadığını gördüğüm fakat kesinlikle bilinmesi gereken beyanlar ve anektodlardan derleyebildiklerim aşağıdadır:

-Cumhuriyet gazetesinin müdahil olma talebine sanıklardan sadece Kemal Kerinçsiz itiraz etti. Kerinçsiz, olayın faillerinin yargılanmış olmasını gerekçe gösterdi.

-Zekeriya Öztürk’ün avukatı Yaşar Aksu, “Savcısının Başbakan, müdahilin DTP olduğu bir davada sanık olmak, müvekkilim açısından onur vericidir” dedi.

-Sanık avukat Kemal Kerinçsiz, hakimlerden Sedat Sami Haşıloğlu’nun reddini isterken, buna gerekçe olarak Haşıloğlu’nun kendisine sorgusu sırasında hiçbir soru sormayıp, “Buyrun anlatın bakalım, siz ne anlatacaksınız” ve siyasi rengini belli etmesini gerekçe olarak gösterdi. Kerinçsiz, tutuklamalardan yüzde 40’ının bu hakimin nöbetçi hakim olduğu günlere denk getirildiğini söyledi.

-Sanıklar arasında söz alan Semih Tufan Gülaltay; kendi sorgusu sırasında savcıların kendi aralarında “Yüzde 47 oy almış bir partiye nasıl kapatma davası açılır” şeklinde konuştuklarını söyledi.

-Sevgi Erenerol’un avukatı Nevzat Erdemir, bu davanın Bush-Erdoğan görüşmesinde kararlaştırıldığı söyleyen Fehmi Koru’nun bu sözlerinin tekzip edilmediğini hatırlatarak, Savcı Zekeriya Öz’ün yandaş medyaya bizzat servis yaptığını belirtti.

-Sanıklar arasında söz alan SESAR Başkanı İsmail Yıldız, kendisine AKP ve Başbakan Erdoğan tarafından 60’a yakın açıldığını hatırlatarak ilginç bir iddiada bulundu. Yıldız, Tayyip Erdoğan’ın avukatının kendisine, “o kadar dava açıyoruz sizi susturamıyoruz, sizi susturmanın bir yolunu bulmalıyız” şeklinde tehdit ettiğini belirtti.

-Avukatlardan biri, Savcı Zekeriya Öz’ün iddianamenin bir bölümünü doğrudan “Agarta’dan Ergenekon’a” adlı kitaptan aldığını ortaya koyması üzerine sanıklar arasında, “Bizimkinin suç listesi kabarıyor, şimdi intihalci olduğu da ortaya çıktı” yorumu yapıldı.

-İlk günkü duruşmalar sonrasında, sanıklar arasında yapılan yorumlarda mahkeme başkanının ‘ciddi ve güvenilir’ bir görüntü verdiği yönündeki görüş hakimdi.

-Sanıklar, yine jandarmalarla takviye edilmiş servis araçlarıyla cezaevine kelepçesiz nakledildiler.

Kaynak: Behiç Gürcihan-Açık İstihbarat

Ergenekon Duruşmasından İzlenimler…”Dar Salonda Uzun Paslaşmalar”-
Fatma Sibel Yüksek

Efendim, siz Açık İstihbarat okuyucuları için üşenmedim, Ankara’dan İstanbul’a, İstanbul’dan sabahın köründe Silivri’ye gidip “Ergenekon” duruşmasını izledim. Biz, Açık İstihbarat olarak bu davanın tabii ki tarafıyız. Site yöneticimiz, bir yazarımız ve bir de eski yazarımız davanın tutuklu sanıkları arasında bulunuyor ama ben yine de izlenimlerimi sizlere objektif bir biçimde aktarmaya çalışacağım.

(..)

Adalet Bakanlığı ve Cezaevi yönetimi tam anlamıyla sınıfta kaldı. Daha birinci kapıda bir hengâme, bir karmaşa… Bütün yapılması gereken tutuksuz sanıklar, sanık yakınları, gazeteciler ve avukatlar için 4 ayrı giriş ayarlamaktı oysa. Herkes aynı cam bölmeden giriş kartı almaya kalkışınca ortalık karıştı, insanlar birbirini ezdi. Dış güvenlikten sorumlu jandarmanın beceriksizliği inanılır gibi değildi. Tam anlamıyla çuvalladılar. Kavgalar çıktı, ayaklar ezildi, aslında aynı amaçlar için orada bulunan insanlar, izdihamdan dolayı birbirlerine gıcık oldular.

Tutuksuz sanıklardan Hayrullah Mahmut, “Komutan, tam iki saat önce kimlik verdim, hâlâ giriş kartı alamadım” diye çırpındıysa da sesini duyuramadı. Sanık Hayrullah Mahmut salona giremezken, “Ben dinleyiciyim kardeşim, dinlemeye geldim” diyen kim oldukları belirsiz insanlar, hiçbir engelle karşılaşmadan salonun baş köşesine kuruldular.

Olabildiğince anlayışlı, hoşgörülü ve savunma hakkını sonuna kadar kullandırmaya niyetli görünmeye çalışan Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, yoğun izdihamdan dolayı bir ara kontrolü kaybeder gibi oldu. Gazetecilerin jandarmayla, sanıkların avukatlar ve birbirleriyle, avukatların avukatlarla, müdahil olmak isteyenlerin “olamazsınız” diyenlerle giriştiği sonuçsuz ağız dalaşını bir süre seyrettikten sonra Jandarma yüzbaşısıyla didişmekte olan Sevilay Yükselir’e yüksek sesle bağırdı.

Bu bağırış iyi oldu; herkes biraz kendini toparladı. Aslında Sevilay Yükselir de haklıydı ;çünkü Beşiktaş Adliyesi’ne akredite otuz gazetecinin yanı sıra, yaklaşık yirmi gazeteciye daha ek giriş kartı dağıtan cezaevi yönetimi, nedense birden bire bu kartları geri almaya kalkıştı; kimse de vermek istemedi haliyle…

Sorun, iki yüz seksen kişilik salona bin 500 kişi akın edince, kimin dışarı çıkarılacağını belirleme sorunuydu. Basın, avukatlar, bir de Sırrı Sakık ve saz arkadaşları yerlerinden bile kımıldamayınca, olan tutuklu sanık yakınlarına oldu ve hepsi salondan çıkarıldı.

Muhakeme usûlü konusunda çok ciddi sorunlarla baş başa olduğu bir bakışta anlaşılan Mahkeme Başkanı Şengün, çareyi tutuksuz sanıkları ve avukatlarını evlerine göndermekte buldu. Tutuksuz sanıklardan birisi, “Başkanım, şimdi ben gideyim mi diyorsunuz; Ankara’dan geldim de..” şeklinde karara inanamadığını belirten bir mütalaada bulununca, Şengün “Gidin, gidin…biz sizi tebligatla çağıracağız” dedi. Tutuksuz sanık yine emin olamadı: “Yani başkanım, ev adreslerimize mi göndereceksiniz tebligatı?..”

Tutuksuz sanıkları duruşmalardan ayırma kararı “mahkemenin bütünlüğü” ilkesini biraz zedelediyse de “tek zedelenen ilkemiz bu olsun” deyip bu faslı geçelim…

Sanık avukatların itirazları salonun elverişsizliği ve mahkeme heyetinin ‘güvenilirliği’ üzerinde yoğunlaştı. Mahkeme salonu gerçekten elverişsizdi; zaten bazı sanık ve sanık avukatının sadece salona değil, duruşmanın “cezaevi kampusünde” yapılmasına da karşıydılar. Örneğin, Doğu Perinçek’in avukatları çok çarpıcı bir olayı anlattılar mahkemeye: Kampuse giren bir grup sanık yakını ve avukat, arabaları ile duruşma salonunu ararken yollarını kaybetmiş, olmadık bir yere girince de cezaevinin dış güvenliğinden sorumlu jandarma arkalarından ateş açmıştı! Allah korusun, ya can kaybı olsaydı? Kemal Kerinçsiz, “infaz ve yargılama mekânlarının” birbirine karıştırılmasından doğabilecek sakıncaları uzun uzun anlattı.

(..)

Sanıklardan Doğu Perinçek, Kemal Kerinçsiz, Muzaffer Tekin, Hayrettin Ertekin, Behiç Gürcihan, İsmail Yıldız, Semih Tufan Gülaltay söz aldılar. “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmaktan suçlu bulunmuş AKP’ye tek bir ceza davası açılmamışken, bir siyasi parti başkanı olan beni siz değil, Anayasa Mahkemesi yargılamalı” diyen Perinçek, “Erdoğan’ın savcı, DTP’nin müdahil olduğu bir davada sanık olmak onurdur” diye konuştu..

(..)

Muzaffer Tekin, “Ben bu örgütün yöneticisiymişim; ancak böyle bir örgütten haberim yok!” diyerek herkesi güldürdü. İsmail Yıldız, can alıcı bir hatırlatmada bulundu. Başbakan’ın “Ben bu davanın savcısıyım” şeklindeki veciz sözü konusunda hafızaları tazeleyen Yıldız, “Bir başbakanın böyle bir ağırlık koyduğu bir davada mahkeme üyeleri olarak siz ne derece vicdanlarınızla hareket edebileceksiniz?” sorusunu yöneltti. Yıldız’ın bu sorusuna Başkan Şengün’ün cevabı sert oldu..Bu mahkemenin asla ve asla böyle bir sorunu yoktu, herkesin içi rahat olsundu!


Semih Tufan Gülaltay, mart ayında kendisini ek ifadeye çağıran Ergenekon savcılarının kendi aralarında “Yüzde 47 oy almış bir partiyi nasıl kapatmaya kalkarlar” diye konuştuklarını ve Doğu Perinçek’leri tutuklama hazırlığı yaptıklarını söyledi. Gülaltay’ın konuşmasını daha fazla uzatmasına Mahkeme Başkanı Şengün izin vermedi. İlk kez bir sanığa “sen” diye hitap etti ve bu tür iddiaları savunma sırasında gündeme getirebileceğini söyledi.

(..)

Behiç Gürcihan, duruşmaların şu veya bu nedenden dolayı daha fazla gecikmesine karşıydı. Salonun elverişsizliği, mahkeme heyetinin çekilmesi gerektiği, görevsizlik veya mahkemenin Ankara’da görülmesi gibi taleplerin yargılamayı geciktirdiğini savunan Gürcihan, “Üzerimize aylardır terörist yaftası yapıştırıldı, ben bir an önce kendimi savunmak istiyorum” dedi. Gürcihan’ın bu talebi, bazı sanıklar ve sanık avukatları tarafından “gereksiz bir acelecilik” olarak değerlendirildi. (..)

Böyle kapsamlı davalarda olur böyle şeyler. Bu insanların pek çoğu birbirini hiç tanımıyor, tanıyanların önemli bir kısmı birbirinden hazzetmiyor..İtişme yaşanması normaldir.

(..)

Mahkemeye müdahil olarak katılmak isteyenlerin durumu ise tam bir alemdi. Çağdaş Hukukçular Derneği, “böyle önemli bir davada” kamunun yeterince temsil edildiği, buna karşılık “toplumun” temsil edilemediği gerekçesiyle müdahil olmak istiyordu. “Toplum” kendileri oluyordu yani…”Ergenekon’un kanlı bir terör örgütü olduğunu” söyleyen ÇHD temsilcisi, bu tespiti ile ne mahkeme heyetine, ne iddia makamına, ne de sanıklara söyleyecek söz bırakmadı. Hükmü kendi çapında kestirip attı…

(..)

Herkes kendi canını sıkan bir olayın failini orada aramaya gelmiş gibiydi. Bit pazarı gibi bir yerdi yani Silivri’deki duruşma salonu…Keçisi çalınan, “Bunlar çalmıştır” diye müdahil olmaya koşmuştu…
(..)
Yazının fazla uzadığının farkındayım. Mahkeme heyeti ve sanıklar hakkındaki genel gözlemlerimi de kısaca aktarıp bugünlük bitirmek isterim.

Dediğim gibi, Mahkeme Başkanı Şengün “adil yargılamanın zarar görmemesi için” her türlü tedbiri almaya kararlı göründü. Ancak, bu kadar karmaşık ve usûl hatalarıyla dolu bir davanın altından nasıl kalkılabileceği konusunda net bir fikri yok gibi. Biraz, “Kervan yolda düzelir” havası var. Karşısındaki deve dişi gibi adamlar, daha ilk günden iddianameyi yerden yere vurmaya başladılar. İtirazların tümünü reddetmek mümkün değil. Bir tek itirazın bile haklı bulunması ise, iddianameyi iskâmbil kâğıdı kulesi gibi yerle bir edebilir..Açıkçası, bütün cafcafına ve aşırı misyon yüklemelere rağmen, “sürdürülebilir” görmedim ben bu davayı. Savcıların aşırı zorlamaları, inandırıcılığı bir hayli hırpalamış…


Aylardır sorgusuz sualsiz yatan sanıklar ise haliyle çok dolular, çok sabırsızlar ve hayli öfkeliler. Bu durum, savunmalara gereğinden fazla siyasi bir doz yükleyecek gibi görünüyor. Herkes “Dreyfus” havasında. Umarım öfkeleri onları savunmanın esasından uzaklaşma tuzağına düşürmez…

Kaynak: Fatma Sibel Yüksek-Açık İstihbarat

Ergenekon'da Yeni Gözaltılar
26 Ekim 2008 12:09

Ergenekon Soruşturması kapsamında İstanbul ve Ankara'da 4 kişi gözaltına alındı. Gazeteci Merdan Yanardağ da gözaltına alınanlar arasında.

Emniyet yetkililerinden alınan bilgiye göre, Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün talimatıyla Ankara'da 1, İstanbul'da 3 olmak üzere toplam 4 kişi gözaltına alındı.

Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, Organize Suçlar Büro Amirliği ekipleri sabah erken saatlerde, KanalBiz'de program yapımcısı olduğu öğrenilen Merdan Yanardağ'ı evinde gözaltına aldı.

PKK'nın yayın organı olduğu iddia edilen Özgür Gündem'de yazı işleri müdürlüğü yapan Merdan Yanardağ, daha sonraları Tuncay Özkan'ın ekibinde yer almış, Kanaltürk'te program yapmıştı.

Merdan Yanardağ, Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne getirildikten sonra İstanbul'dan gelen polis ekibine teslim edilerek, İstanbul'a gönderildi.

Operasyon kapsamında yine aynı televizyon kanalında bilgi işlem görevlisi Fuat Karip, şoför Şener Öztürk ile sekreter Anet Şahapyan'ın da İstanbul'da gözaltına alındığı öğrenildi. Zanlıların savcılığa sevk edileceği bildirildi.
aktifhaber

DOĞU PERİNÇEK'TEN

28 Ekim 2008 18:10
Silivri Cezaevi'nde görülen Ergenekon duruşmasında iddianamenin okunmasını istemediklerini belirten Doğu Perinçek ile İlhan Selçuk'un avukatı Uğur Alakaptan arasında tartışma yaşandı.
İddianamenin uzunluğundan şikayetçi olan Perinçek, "Avukat Uğur Alakaptan savcının koltuğuna oturtulmalıdır." dedi. Perinçek'in, "Türkiye'de ne zaman darbe olsa yargılanırım." sözleri dikkatlerden kaçmadı. Müdahillik taleplerinde bulunanların dilekçeleri arasında en ilgi çekeni, mahallesindeki kaçak inşaatlarla ilgili aradığı haklarını bulamadığını belirten Haldun Çelebi'nin Ergenekon örgütü tarafından yasal haklarının kısıtlanması iddiasıyla davaya müdahil olmak için verdiği dilekçe oldu. Sanık Mehmet Demirtaş, "Bu davanın açılmasına sebep olan tutuksuz sanık Ali Yiğit'in her duruşmada hazır bulundurulmasını talep ediyorum." dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam eden duruşmada söz alan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, "Sayın başkan" diyerek başladığı cümlesinde, "Yassıada duruşmasında ülkeyi 10 yıl yönetmiş olan aralarında generellarin ve milletvekillerinin de bulunduğu 400'ün üzerinde sanık yargılandı. İddianame 312 sayfadan ibaretti. Bu Türkiye'deki ilk gladyo yargılamasıdır. 10 yıllık bir araştırmayı kapsar. MHP davasında 12 Eylül'de 800 sanıklı davada, iddianame 600 sayfayı geçmemiştir. Türkiye'de ne zaman darbe olsa yargılanırım. Beni darbeciler yargılar. Ben de burada onlarla savaşıyorum. İddianamenin bir amacı vardır. Aylarca iddianame okunacak, tutukluların, tutukluluk süreleri uzatılacak. Hurşit Tolon'ların iddianamesi hazırlanacak. Bir de onların iddianamesi okunacak. Sonra Adil Serdar Saçan'ların iddianamesi hazırlanacak ve o okunacak. Böyle hukuk olmaz. İddianamenin 2455 sayfa olması ben hemen kısaltayım; iddianamede bir telefon tapesi 16 yerde geçiyor. Başka bir iddia 9 yerde geçiyor. Mahkemeniz böyle bir iddianameyi kabul ederek hukuksuzluk yapmıştır. Deliller dosyaya sahtekarlıkla konulmuştur. Bizim özgürlüğümüzü kısıtlayamazsınız. Perinçek, biz iddianamenin okunmasını istemiyoruz. Ancak avuakt Uğur Alacakaptan, iddianamenin okunmasında bir savcıymış gibi ısrar ediyor. Alacakaptan savcının koltuğuna oturtulmalıdır." şeklinde konuştu.

Uğur Alacakaptan ise, "Doğu Perinçek'in psikolojisini kendime de cezaevinde yatmış birisi olarak anlıyorum. Cumhuriyet savcısı makamının yanına beni tayin ederek ne kadar haksızlık ettiğinin de farkında değil. İddianamede sanıkların açık olarak neyle suçlandığı belirtilmemiştir. Bu yasal düzenlemede, itiraz hakkı verilmemiştir. Ancak bu durum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırıdır. Biz en azından iddiaların özetlenerek kime hangi suçlamanın yapıldığının söylenmesini istiyoruz. Bilmiyorum sanık Perinçek beni hala savcının yanında görmek istiyor mu?" diye cevap verdi.

Sanık Bekir Öztürk de, iddinamede bahsedilen suikast planının gerçekte olmadığını ileri sürdü. Mahkeme başkanı da, "Savunmanızda bunları söyleyeceksiniz. 20 defa da söylersiniz." şeklinde konuştu.

Sanık Zekeriya Öztürk ise, "Cumhuriyet savcısının iddianameyi okurken 83. sayfadan 85. sayfaya atladığını ileri sürdü. Öztürk, "Okunmama sebebi nedir? "Burada örgüt şeması ile anlatımlar arasında aykırılıklar vardır. Terörist ilan edilmek istenen benim. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görevli olduğum sürede yaptığım çalışmalardır." diye konuştu.

Bu arada, tutuksuz sanık Fuat Ermiş ile tutuklu sanık Muhammed Yüce ve Ali Kutlu yargılamada 4. oturuma gelinmesine rağmen henüz avukatları bulunmadığını belirterek kendilerine avukat tayin edilmesini istedi.

Sanık Muzaffer Tekin'in avukatı Engin Çelikkadıgil, "İddia makamına güvenimiz yok. Devletin parası ile hazırlanan Power Point sunumundan bir kopya da bize verilmesini istioyorum." dedi. Sanık Gazi Güder'in avukatı da, "Burada yargılama durmuştur. Hukuk durmuştur. Şu salonda bulunanlar 2455 sayfalık bir romanın okunmasını bekliyorlar. Burada tutuklu sanıkların iddianamenin okunmasını beklemek için vakit kaybettirilmesin. Adli kontrol hükümleri uygulansın. " dedi.

Sanık Veli Küçük'ün avukatı olan kızı Zeynep Küçük ise, savcı tarafından okunan iddianamede telefon tapelerinden bazılarının okunduğunu bazılarının da okunmadığını ileri sürdü. Savcının insiyatifine bırakılmaması gerektiğini belirten Küçük, "Bu tapelerin ya tamamı okunmalı yada hiçbirisi okunmasın. Bize göre tamamının çıkarılmasını istiyoruz." diye konuştu.

Rahatsızlanarak sağlık kontrolünden geçirilen sanık Hayrettin Ertekin'in avukatı Taner Uzun, müvekkili tarafından kendisine bir kağıt yollandığını, kağıtta tansiyonunun 19-20 ye çıktığını, bunu da mahkemeye izah etmesini istediğini söyledi.

Daha sonra Cumhuriyet Savcısı Nihat Taşkın, üçüncü oturumda yapılan taleplerle ilgili mütala sundu. Mütelasında cezaevi koşullarının iyi olmadığından şikayet eden sanık Oktay Yıldırım ile ilgili , banyo ve diğer ihtiyaçları ile ilgili taleplerinin değerlendirilmesi için cezaevine yazı yazılmasına, bazı sanık ve avukatlar tarafından yapılan televizyon ya da internetten naklen yayın yapılması , Cumhuriyet savcılarınn bilgisayarlarının internete bağlı olup olmadığnıın tespit edilmesi yönündeki taleplerin de reddini talep etti.

Başka suçtan Kandıra Cezaevi'nde tutuklu bulunan ve duruşmalara gelmek istemediği belirtilen sanık Sedat Peker'in duruşmalarda hazır bulundurulması için Kandıra Cezaevi'ne yazı yazılmasını istedi. 20 Ekim 2008 tarihinde başlayan davadan bu yana, iddia makamına ve heyete yönelik iftira ve haksız suçlamaların tespit edilerek bu konuyla ilgili Silivri Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmesi talep edildi. Tutuksuz sanık İlhan Selçuk'un resmi bir sağlık kuruluşundan rapor alındıktan sonra duruşmalara katılmama talebinin değerlendirilmesi talep edildi. Savcının mütalasının ardından mahkeme heyeti ara kararı vermek için oturuma ara verdi.
haber10

Abdurrahman DİLİPAK

Bir başka açıdan Ergenekon olayı!
27 Ekim 2008 09:03
Vakit

Aslında daha önce de yazdım. Bu bir iç hesaplaşma olayı.. Yoksa bu işler bir anda durup dururken olmadı. Susurluk, Çiller’i iktidara taşıyanlara karşı derin bir müdahaleydi aslında. Bu günkü Ergenekon da Susurluk’un intikamı.. Evet “Ergenekon davası, Susurlukçuların, Susurluk'u ortaya çıkaranlardan intikamıdır.”
Bu “Ergenekoncuların masum olduğu” ya da “Ergenekonculara yapılan operasyonun yanlış olduğu” anlamına gelmiyor.. Bu durum derin devletin kendi iç hesaplaşması, bir grup ötekileri tasfiye ederek bu yapıyı yeniden dizayn etmek istiyor.. Bu fraksiyonları destekleyen dış unsurlar da var.. Yani bunun anlamı şu: Türk derin devletini ele geçirmek ve karşı kanatları tasfiye etmek için Türkiye üzerinde ciddi bir operasyon sürüyor.. Bu tartışmada ben nerede duruyorum: Ben bu kanlı ve kirli örgütün, tümü ile tasfiye edilmesinden yanayım..
Bu yapıyı ABD kurdu. NATO yönetiyordu. NATO çözülünce, batıdaki bu yapılar tasfiye edildi. Türkiye’deki ise kontrol dışı kaldı.. Kontrol dışı unsurlar kendi içinde çatışmaya başladı.. Sistemin içinde media, mafia, sermaye, siyaset, bürokrasi, STK, DTÖ, asker, sivil herkes var.. Kadrolu şeyhler, hocalar, müftüler, ilahiyatçı proflar.. Olmayanı yok ki!
Bu yapı dünya derin devletinin bir uzantısı. 1950 sonrası NATO yapılanması içinde reorganize edilmiş olsa da, Osmanlı İttihat Terakkisi’nden Cumhuriyet elitlerine, Beyaz Türklerle, Masonik örgütlere kadar herkesin işin içinde olduğu bir yapı vardı. O zaman da bu yapı, dünya sistemi ile temas içindeydi.. İngiliz, Fransız, Amerikan unsurları ağırlıktaydı.. Siyonist ve Masonik örgütler üzerinden, Tapınakçılara kadar uzanan bir tarihi derinliğe sahipti..
Lozan bu sistemin ürünü idi aslında.. Tek Parti rejimi de, çok parti rejimi de, darbeler de aynı merkezin bilgisi altında gerçekleştirildi. AB süreci de böyle başlatıldı..
Ergenekon hesaplaşmasının derinlerinde bu olayların izlerini görebilirsiniz.
Yakın tarihe gelelim.. Gelinen noktada Apo ile Yeşil’in sistem içindeki sadece rolleri farklı.. Apo’nun rolü kötü adamı oynamak.. Daha doğrusu Komkar ve Rızgari’yi tasfiye için örgütlenmiş bir antikürt hareketi, Kürt milliyetçiliğinin lideri oldu.. Bu Moiz Kohen’in, Tekinalp adı ile Türk milliyetçiliğinin fikir babası olması gibi bir şey. Ya da Ziya Gökalp gibi bir Kürdün, Türk milliyetçiliğinin esasları(?!)nı yazıyor olmasından farklı değil..
Ama “tabi”ler bazı gerçekleri görmek istemiyorlar. Bizde bazen örgüt, lider, aile, ırk, tarikat, şeyh bağlılığı o hale geliyor ki, insanlar herkesin gördüğü gerçekleri görmek istemiyorlar.. Tabiî o zaman da görmek istemeyenden daha kör kim olabilir.. Görmeleri şöyle dursun en küçük eleştiriye ya da lider ve örgütlerine karşı saygı ifade eden sıfatları kullanmasanız bile tepki gösteriyorlar..
Hani bir zamanlar PKK'nın haraç aldığı Kürt işadamlarının listesi vardı. Bu liste MİT raporuna da yansımıştı.. Tansu Çiller elindeki bu listeyi sallayarak: "Liste elimizde, hapsini biliyoruz, gereğini yapacağız" demişti ya. “Ölen de, öldüren de, öldürülen de bizim adamımızdı”.. Öyle diyordu Çiller ve bu kadroları selamlıyordu.. Ve gereği yapıldı: Listede adı bulunan Kürt işadamları teker teker öldürülüp Hendek-Düzce civarındaki "Şeytan Üçgeni"nde yol kenarlarına bırakıldılar. İddiaya göre sağ kalan Kürt işadamlarından haracı bu katiller almaya başladı. O zamanlar Perinçek “Çiller Özel Örgütü” diye bu yapıdan sözetti.. Bu kanat o kanada savaş açmıştı. Susurluk’taki kaza, sıradan bir kaza değildi.. Ucu Ergenekon’a uzanan bir hesaplaşmaydı sanki.. Susurluk'taki kaza bu örgütü ortaya çıkardı. Şimdi Ergenekoncular soruyor: “Madem Ergenekon "derin devlet", sanıkların içinde Susurlukçular niye yok? Bu cinayetlerden sorumlu olmaları gereken sorumlu mevkilerdeki kişiler neden yok? Tansu Çiller neden yok? Mehmet Ağar neden yok? Korkut Eken neden yok? Mehmet Eymür neden yok? Sedat Bucak neden yok? Meral Akşener neden yok? Dr. Orhan Özcanlı neden yok? Susurluk'u ortaya çıkaranlar neden Ergenekon'dan tutuklu? Doğu Perinçek, Ferit İlsever, Hikmet Çiçek, Adnan Akfırat neden tutuklu?”
Sahi, Ergenekon davasında Susurlukçular neden yok? 1993 yılında MİT hükümete bir rapor sunmuştu hani. Peki sonra ne oldu?. Şu sorunun da cevabını düşünün: Susurluk’ta sokağa dökülenler, Ergenekon konusunda neden seslerini kısıyorlar?
Bakın bir de işin Amerika boyutu var. Amerika artık yoluna ılımlı İslâmcılarla devam etmek istiyor.. Sarışın ya da Beyaz Türkler kıskançlık histerisine kapıldılar.. Hadise bu..
Bu gün “Demokrat(mış)” gibi yapanlar, yarın ipler eline geçince siyasi rakiplerine karşı dişlerini gösterirlerse şaşmamak gerek..
Ergenekoncular operasyonun sadece kendilerine karşı yapılmasından rahatsız. Onun için ötekiler hakkında bilgi sızdırmaya başladılar.. Karşı taraf da Ergenekoncular hakkında veryansın ediyor.. Gerçekse ikisinin de açıkladıklarının toplamından çok daha vahim!
Oysa bunlar, daha düne kadar ABD’nin örgütlediği bir çatı altında birlikte çalışıyorlardı.. Şimdi 40 parçaya bölündüler ve kendi aralarında hesaplaşıyorlar.. ABD derin devleti de Türkiye’de “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” mantığı ile, kontrol dışı unsurları tasfiye ederek “sadıklar”dan oluşan, bu defa daha küçük, kontrol edilebilir, denetlenebilir, yönetilebilir, işin içinde ılımlı İslâmcıların da olduğu yeni karma bir yapı oluşturmaya çalışıyor bu arada..
Bir Ergenekoncu mail atmış, diyor ki: “Şimdi diyeceksiniz ki, Ergenekon’da Veli Küçük niçin var? Cevabı çok basit. Diğerleri gibi Amerikancı değil de ondan! Eşref Bitlis suikastından sonra muvazzaf bir general, muvazzaf albayların önünde açıkladı: "Eşref Bitlis'i Amerika öldürdü" diye. Bu haber, generalin ismi verilmeden yayımlandı. Veli Küçük Ergenekondan tutuklandığı zaman, Doğu Perinçek açıkladı, “O general Veli Küçük idi” diye. Org. Karadayı, Susurluk olayını açığa çıkarmak için uğraştı. Bunun için Veli Küçük ile işbirliği yapıldı. Veli Küçük sayesinde çete açığa çıkarıldı. Onun için Veli Küçük tutuklu. Çiller, Ağar, Eken ve diğer tescilli Amerikancılar onun için tutuklu değil. Gladyo'nun, Susurlukçuların suçları, Gladyo'ya, Susurluk'a karşı mücadele edenlerin üzerine yıkılmak isteniyor” diyor.
Al birini vur ötekine!. “Tencere dinin kara, seninki benden kara” hesabı. Eski ortaklar, şimdi suçu birbirinin üzerine atıyorlar, sonuçta!
Şu iddiayı da yabana tatmayın! Ergenekon davası, Susurlukçuların, Gladyo'nun açığa çıkarılması için değil, bu ekibin rakip takımı tasfiyesi ve kendi ellerini güçlendirmek adına ve kendilerini gizlemek için yapılıyor olmasın sakın! Tek başına sınırlı bir Ergenekon soruşturması bu dev yapıyı anlamak ve tasfiye etmek için yeterli değil. Birileri Ergenekon davası üzerinden “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle” kabilinden karşı tarafa mesaj vererek, onları kontrol altına almak istiyor.. (..) Bana göre önümüzdeki günlerde çeteler arası sıcak bir savaş başlarsa şaşmamak gerek.. Selam ve dua ile..
ABDURRAHMAN DİLİPAK - VAKİT
adilipak@vakit.com.tr

HSYK Savcı Öz'e Operasyon Yaptı

29 Ekim 2008 09:56
Şemdinli Savcısı'nın meslek hayatını bitiren HSYK, aynısını yapamasa da Ergenekon Savcısı'na yaptırım yaptı. İşte HSYK'nın o yaptırımı..

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün terfisini hakkındaki iddialar nedeniyle durdurdu. Birinci sınıfa ayrılacak hakim ve savcıları belirleyen Kurul, gerekli süreleri tamamlayan Savcı Öz’ün terfisine karar verilseydi, maaşı artacak ve Yargıtay üyeliğine atanabilme şansı olacaktı.

Bakan Şahin katılmadı

HSYK, Öz’ün “birinci sınıfa ayrılmış ve üç yılını tamamlamış” savcı statüsüne alınıp alınmayacağını görüştü. Kurul, birinci sınıfa ayrıldıktan sonra kanunen gerekli 3 yıl görev yapma şartını da tamamlayan Savcı Öz’ün bu statüye alınmamasına karar verdi.

Kurul, Öz hakkında Aydın’ın Çine ilçesinde görev yaptığı döneme ilişkin çok sayıda suç duyurusunun HSYK’ya ve Adalet Bakanlığı’na gönderildiğini ve HSYK’nın bu suç duyurularını inceleme yapılabilmesi için Bakanlığa gönderdiğini dikkate alarak öncelikle bu incelemenin tamamlanması gerektiğine karar verdi.

Kurul ayrıca, Öz’ün Ergenekon soruşturmasını yürütürken görevini kötüye kullandığı iddialarıyla ilgili olarak yapılan suç duyuruları üzerine Adalet Bakanlığı’nın verdiği soruşturma açılmasına gerek olmadığına ilişkin karara yapılan itirazların da sonucunun beklenmesi gerektiğine hükmetti. Kurul, bu gerekçelerle Öz’ün terfisinin iki konudaki sürecin tamamlanmasının ardından görüşülmesine karar verdi. Kurulun bu kararı aldığı toplantıya Adalet Bakanı M. Ali Şahin katılmadı.

Şemdinli Savcısı'na Yapılanlar Unutulmadı

HSYK'nın Şemdinli Savcısı'na yaptığı hukuk dışı uygulama hala unutulmadı. HSYK, "mahkemenin kabul ettiği bir iddianameyi" suç gibi saymış ve Şemdinli Savcısı Ferhat Sarıkaya'yı meslekten men ettişti.

aktifhaber

HUKUK DIŞI HİÇBİRŞEY YOK

02 Kasım 2008 09:38
Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz, baştan aşağı incelendi ve çıkan sonuç bu...

*Adalet Bakanlığı, Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz hakkında soruşturma açılması talebiyle Ankara 4. İdare Mahkemesi’ne açılan davaya savunma gönderdi.

*Bakanlık, gönderdiği yazıda, "Savcı Öz’ün gözaltına alma, tutuklama, arama, el koyma, teknik takip işlemlerinin alınan mahkeme kararlarına istinaden yerine getirdiğini bildirdi. Bakanlık, yazısında Savcı Öz'ün hak ve yetkilerini kötüye kullandığı, objektif davranmadığına ve hukuk dışı uygulamalar yaparak soruşturmayı kasıtlı olarak geciktirdiğine dair herhangi bir delil bulunmadığını belirtti.

*Bakanlık yazısında, "Soruşturma aşamasında soruşturma ile ilgili birçok kişinin bilgisinin basın yayın organlarında yer aldığı tesbit edilmişse de, bu bilgilerin adı geçen Cumhuriyet savcısı tarafından basına verildiğine ya da ondan elde edildiğine dair herhangi bir delil gösterilmediği ve bu hususta emareye de rastlanmadığı" görüşüne yer verildi.


Adalet Bakanlığı, Ergenekon soruşturmasını yürüten Savcı Zekeriya Öz hakkında soruşturma izni verilmesi amacıyla Ankara 4. İdare Mahkemesi’ne açılan davaya 4 sayfalık bir savunma gönderdi.

Bakanlık, Mahkeme’ye gönderdiği savunma yazısında, Savcı Öz’ün gözaltına alma, tutuklama, arama, el koyma, teknik takip işlemlerini alınan mahkeme kararlarına istinaden yerine getirdiği bildirildi. Yazıda, Savcı Öz'ün hak ve yetkilerini kötüye kullandığına, objektif davranmadığına ve hukuk dışı uygulamalar yaparak soruşturmayı kasıtlı olarak geciktirdiğine dair herhangi bir delil bulunmadığını da belirtti.
Avukat Turgut Kazan, bir yurttaş olarak Adalet Bakanlığı’na başvurarak Ergenekon Savcısı; ‘ucu açık’ bir soruşturma yürüttüğünü ve bu uygulamayla, “Geceleyin kapı çalınınca sütçü gelmiştir diye uyanma hakkımızın öldürüldüğünü”, insanların korku içinde olduğunu ve yaşananlardan dehşete kapılmış insanlar için Savcı Öz hakkında soruşturma açılmasını talep etti.

Bakanlık, Savcı Öz hakkında soruşturma izni istenmesine ilişkin talebi reddetti. Avukat Kazan’da bunun üzerine kararın iptali istemiyle İdare Mahkemesi’ne dava açtı. Bu Mahkeme de, Bakanlık’dan savunma istedi.

-"MAHKEME KARARLARI DOĞRULTUSUNDA HAREKET ETTİ"-

Bakanlık, Ankara 4. İdare Mahkemesi’nde görülen dava için yazdığı 4 sayfalık savunma yazısında, davanın ‘ehliyet’ yönünden reddini istedi. Bakanlık, davanın neden geç açıldığı şeklindeki soruya da şu yanıtı verdi:

“Sözde yasal dernek ve kuruluşlar aracılığıyla, yaygın şiddet hareketlerine başvurmak suretiyle Hükümeti devirmeye, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü hür demokrasi düzenini ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetler yürüten, ‘Egenekon’ isimli yapılanmanın üyesi olduğu iddiasıyla Muzaffer Tekin ve arkadaşları hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın dosyasında başlatılan hazırlık soruşturmasında; gerek delillerin toplanması, gerek şüphelilerin gözaltına alınması ve gerek sorguları sırasında, arama, el koyma, yakalama, gözaltına alma, teknik takip ve soruşturmanın gizliliğine ilişkin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile ilgili yönetmelikte yer alan hükümlere aykırı davrandığı, tahkikatı kısa süre içerisinde sonuçlandırmayarak mağduriyete neden olduğu iddia edilmiş ise de; adı geçen Cumhuriyet Savcısının kamu adına yürüttüğü hazırlık soruşturmasında, gerek delillerin toplanması, gerekse şüphelilerin gözaltına alınması ve gerek sorguları sırasında CMUK ile ilgili yönetmelik hükümlerine göre yetkili mahkemeden aldığı arama, yakalama ve gözaltı kararları doğrultusunda hareket ettiği, bu kararların yerine getirilmesi sırasında ortaya çıkan hukuka aykırılıkların giderilmesi için ilgililerin yerine idari mercilere şikayet yöntemine başvurduğu anlaşılmıştır.”

-“BASINA SIZDIRMA EMARESİNE RASTLANMADI”-

Bakanlık, Mahkeme’ye gönderdiği savunma yazısında, Ergenekon soruşturması çerçevesinde ele geçirilen belgelerin sayısının fazla olmasının, tutuklu, şüpheli ve sanıkların da aynı şekilde fazla olmasının davanın açılmasını geciktiren etkenler olduğuna dikkat çekerek şu görüşleri dile getirdi:

“Soruşturmada isnat edilen suçların niteliği, kapsamı ve şüpheli ve tanık sayısının fazla olması, ev ve iş yerlerinde yapılan aramalarda ele geçirilen şüphelilere ait çok sayıdaki belgenin ve bilgisayar kaydının incelenmesinin uzun zaman alması, birçok şüphelinin soruşturmaya dahil edilmesi ve bunlarla ilgili teknik takip yapılmasına ihtiyaç duyulması nedeniyle kısa sürede sonuçlandırılamadığı, adı geçen Cumhuriyet savcısının, delil toplama, değerlendirme ve suçu vasıflandırma yetkisine istinaden yaptığı işlemlerde, taraflı davranarak bu hak ve yetkilerini kötüye kullandığına, objektif davranmayıp, hukuk dışı uygulamalar yaparak, soruşturmayı kasıtlı olarak geciktirdiğine dair herhangi bir delil de bulunmadığı, yine soruşturma aşamasında soruşturma ile ilgili birçok kişinin bilgisinin basın yayın organlarında yer aldığı tesbit edilmişse de, bu bilgilerin adı geçen Cumhuriyet savcısı tarafından basına verildiğine ya da ondan elde edildiğine dair herhangi bir delil gösterilmediği ve bu hususta emareye de rastlanmadığı, bir kısım şikayetçilerin de soruşturma dosyasında soruşturulan kişi ya da yakını gibi herhangi bir sıfatlarının bulunmadığndan yakınmalarında hukuki yararları da olmadığı, bu bakımdan; İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz hakkında işlem yapılmasına yer olmadığına 21 Ağustos 2008 tarihli olurla karar verilmiştir”

Mahkeme, savunmaların tamamlanmasının ardından duruşma tarihi belirleyecek. Duruşma sonrası, SavcI Öz hakkında soruşturma izni verilmemesine ilişkin Bakanlık kararının iptal edilip edilmeyeceğine karar verilecek.

aktifhaber
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Ksm 02, 2008 7:43 pm    Mesaj konusu: Veli Küçük'ün kIzI ilginç hamleler yapIyor Alıntıyla Cevap Gönder

Serdar Akinan
Ört ki ölem

Cumhuriyet tarihinin en büyük operasyonu ne?

Ergenekon...

Davanın kilit ismi kim?

Tuncay Güney

Kim bu adam?

Son derece karanlık bir tip...

Fethullah Gülen’in de yanında da olmuş, devletin istihbarat örgütlerinin de, medyanın da içinde... Hep birileri kollamış...

Aylardır bu adamla ilgili haberleri okuyoruz... Ancak medyada çok ilginç bir tartışma başladı.

Sedat Ergin, Tuncay Güney’le ilgili yaptıkları haberden ötürü kendilerini eleştirenlere iki gündür köşesinden yanıt veriyor.

Ben, Milliyet okulundan mezun olmakla övünen bir gazeteciyim.

Sedat Ergin ve arkadaşları, bir gazetecinin geçmişte çalışmış olmakla hâlâ övünebileceği referans bir gazete yapıyorlar.

Bunu Tuncay Güney tartışmasında da, Ergenekon haberlerinde de görmek mümkün.

Bu soruşturmanın giderek bir muhalefeti susturma bohçasına döndüğü de artık bilinen bir gerçek...

Bu soruşturmanın, zaman içinde, özellikle emniyet ve medya uzantılarıyla, yurtdışı bağlantılı bir psikolojik harekat olduğunun da ortaya çıkacağına inanıyorum.

Fakat bu süreci izlerken, özellikle son yıllarda etkisini muazzam şekilde arttıran cemaat yapılanmasının bir başka şeyi de derinden zedelediği kanaatindeyim.

Gözden kaçan ve asıl tehlikeli olan olgu şu:

Cemaat Nurcu çizgiyi terk etti.

Uhrevi bir İslam anlayışından dünyevi bir kudret tutkusuna evrildiler.

Çeşitli alanlarda içlerine girdikleri gövdeleri tıpkı fantastik filmlerdeki zombiler gibi ele geçiri-yorlar.

Mesela sadece medyadaki yapıya bakarak bunu görmek mümkün...

Haberciliğin altı temel sorusu dışında bir refe-ransla gazetecilik yapan insanlara nasıl meslektaş diyebilirsiniz?

Temel soru ve sorun bu bence...

Sedat Ergin, mesleğe kaç yılında nerede başlamış? Mesleki yaşamı boyunca nasıl bir iz bırakmış?

Veya Milliyet’te çalışan diğer gazetecilere bakın...Temel mesleki güdüleri ne?

Profesyonel gazeteci... Bir maaş alıyorlar ve evrensel normlarda bu işi yapmaya çalışıyorlar...

Muhatap aldığınız “gazeteci”lerin geçmişleri ne? Temel referansları gazetecilik mi? Yoksa hepimizin bildiği bir başka şey mi?

Elbette bu mesleki kalıbın gereklerini yapıyorlar. Ortada bir medya var... Haberler aynı haberler... Fotoğraf diğer gazetelerdeki fotoğraflar...

Ama, hepimiz biliyoruz ki, ayaklarını bastıkları yer ve yüzlerini döndükleri kerteriz farklı...

Ve, farkında olmadan uzunca bir süredir aynı elbiseyi giymeye başladık.

Her yerde “gazeteci” sıfatıyla yan yana duruyoruz...

Oysa özünde gazeteci değiller.

Gazetecilik önemli bir meslek... Kamu adına iş yapıyor... Yığınları sadece bilgilendirmiyor aynı zamanda yönlendiriyorsunuz da...

Gazetecilik 4. Kuvvet...

Bizim mesleğe dair gözlemden yola çıkarak algıladığım bu kalıbın diğer ve asıl üç kuvvette de güçlü bir şekilde yerleştiğini düşünürseniz...

Meselenin vahametini sanırım daha iyi anlarsınız...

Yanınızdaki odada oturan hakim biliyorsunuz ki o yapılanmadan...

Sizi dinleyen polis biliyorsunuz ki bir başka yere, aslen, bağlı...

Bu nedenle iki gündür Sedat Ergin’in yazdıklarını okurken yazdıklarından çok neden yazmak durumunda kaldığı beni dehşete düşürdü.

Koskoca Milliyet Ergenekon gibi bir meselede haberciliği nasıl yaptığını iki gündür kime karşı savunuyor?

Ört ki ölem...

Akşam

Örgüt, İBDA-C’yi yönlendirdi mi?
15-08-2008 01:06
İBDA-C terör Örgütünün yayın organı olan Baran dergisinde Ergenekon operasyonunu savunan yazılar örnek gösterilerek örgütün Ergenekon yapılanması tarafından yönlendirildiği öne sürüldü. Ancak İBDA-C’nin herhangi bir eylemi ile Ergenekon örgütü arasında bağlantı kurulmadı.

İBDA-C terör örgütüne yönelik farklı illerde yapılan operasyonlarda ele geçirilen örgütsel dokümanlar, resmi evraklar gizli ibareli bilgi notu ile iddianamenin deliller bölümünde yer aldı. Bilgi notunda, İBDA-C’nin çıkardığı Baran isimli haftalık siyasi dergide Ergenekon yapılanmasını savunan yazılar yayımlandığı belirtildi. 31 Ocak 2008 tarihli 56. sayının kapağında “Antep, Türban, Ergenekon: Ortak Düşmandan Ortak Operasyon” manşetinin kullanıldığı, Oğuz Gürses imzalı “El Kaide ve Ergenekon Operasyonları: İstihbarat Paylaşımı Tam Gaz Sürüyor” başlıklı yazısının yayımlandığı kaydedildi.

Soruşturma kapsamında tutuklu bulunan Behiç Gürcihan’a ait www.acikistihbarat.com adresinde 30.11.2007 tarihinde yayımlanan yazının söz konusu sayıda kullanıldığı belirtildi. Baran dergisinin 20 Mart 2008, 8 Mayıs 2008, 12 Haziran 2008 tarihli sayılarında Ergenekon’u ve Behiç Gürcihan’ı savunan yazılar yayımlandığı ifade edilerek, İBDA-C’nin Ergenekon yapılanması tarafından yönlendirilmeye açık olduğu savunuldu. Bilgi notuna göre 12 Eylül 1980 darbesiyle faaliyetlerine son verilen “Akıncı Gençlik” içerisinde “Gölge” isimli dergiyi çıkartarak faaliyete başlayan bir grup 1978 yılında “Akıncı Güç” dergisi etrafından toplanmaya başladı. Bu grup içinde yer alan Salih İzzet Erdiş, 1978’de “Gönüldaş” adıyla kurduğu yayınevinin adını 1980 yılında “İBDA” olarak değiştirdi ve yazdığı kitapları yayınlayarak kendi radikal fikirleri etrafında bir grup oluşturdu.

ÖRGÜTÜN AMACI İSLAM DEVLETİ KURMAK

Örgütün amacı, bağımsız cephelerde gerçekleştirdiği eylemlerle devlet otoritesini zayıflatıp kargaşa ortamından yararlanarak Ortadoğu’da “Başyücelik Devleti” adında başkenti İstanbul olan bir İslam devleti kurmaktı. Örgütün liderliğini Salih Mirzabeyoğlu adı ile tanınan, örgüt mensuplarınca “kumandan” olarak isimlendirilen Salih İzzet Erdiş yapmakta. İBDA-C’nin; lideri tarafından yazılan kitaplardan, legal yayımlardan etkilenen şahısların bir araya gelerek aralarında herhangi bir ilişki bulunmayan legal ve illegal cephelerin oluşturulmasıyla meydana geldiği anlatıldı.

Bu örgütlenme içinde her cephenin eylem kararını, örgüt liderinin dergiler ve internet sitelerindeki mesajları aracılığıyla veya cezaevi görüşmelerindeki yönlendirmeler sonucunda kendilerinin aldığı belirtilerek, örgütün buna gereken yerde gerekeni yapma anlamına gelen “kendinden zuhur” diyalektiği adını verdiği kaydedildi.

Örgüt felsefesini benimseyen şahısların bulunduğu yerleşim birimlerinde İslami Kısas Kıtaları, Ülkücü Kısas Kıtaları, Necip Fazıl İntikam Tugayı, Halid Bin Velid İnfaz Kıtası gibi çok sayıda illegal cephe oluşturduğu vurgulandı. Örgütün legal faaliyetlerinin ise Taraf, Ak-Doğuş, Tahkim, Ak-Zuhur, Genç Adam, Akademya, Bediat, Furkan, Baran dergileri, Kıvam Hukuk Bürosu, Ref Ref ve İBDA kitapevleri aracılığıyla yürüttüğü ifade edildi. Günümüzde Aylık, İki Deniz, Yeni Furkan, Baran ve İlma isimli dergilerin aynı çizgide yayınlarını sürdürdüğü belirtildi.

255 EYLEM

Örgütün içkili lokanta, gazinolar, bar, birahane, tekel büfeleri, karşıt düşünceye sahip öğrenci yurtları, ADD, azınlıklara ait mekânlar, kiliseler, bankalar, sinemalar ve fuarları hedef gösterdiği, son dönemde de internet siteleri aracılığıyla bazı tanınmış kişileri ve devlet büyüklerini de hedef aldığı anlatıldı. İBDA-C’nin günümüze kadar yazılama, kanunsuz gösteri yürüyüşü, pankart asma, molotof kokteyli atma, Atatürk büstünü tahrip etme, bombalama, silahlı saldırı ve ideolojik amaçlı adam öldürme eylemleri gerçekleştirdiği kaydedildi.
http://www.haberinyeri.net/Guncel/Orgut,-IBDA-C%E2%80%99yi-yonlendirdi_27624.html


Ergenekon Savcılarının Bittiği Gün…(Davayı Kim Sulandırıyor?)
Fatma Sibel Yüksek

Dünkü, yani 06.11.2008 tarihli Ergenekon davası duruşmasında çok önemli sahneler yaşandı. Henüz savunmalara geçilmediği halde, dar biçilen elbisenin dikişleri daha şimdiden öyle bir patlamaya çatlamaya başladı ki, Türk hukuk sisteminin bu skandalı nasıl toparlayacağını merak etmeye başlamakta fayda var


Gazeteci Vedat Yenerer'in avukatı Vural Ergül, iddianameyi son derece teatral bir tarzda, ses vurgularını abartarak ve keyifle okuyan Savcı Mehmet Ali Pekgüzel'in tabiri yerindeyse, fiyakasını çok fena bozdu..

Şöyle ki:

Sayın Savcı, kendisini kaptırmış bir şekilde bin 763. sayfayı falan okuyordu ki, Vural Avukat söz aldı ve "Sayın Hakim, izninizle sayın savcılara sıcağı sıcağına bir şey sormak istiyorum. Yazılı veya sözlü olarak verecekleri her cevap peşinen kabulümdür. İddianamenin bazı bölümlerinde neden mavi, kırmızı renkler, boldlanmış büyük harfler falan kullandılar? Neyi vurgulamak istediler? Böyle bir yazış tarzına kim karar verdi?" diye sordu…

Savcılar şaşkın…

Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, iddia iddia makamının soruya verecek cevabı olup olmadığını sordu. Mehmet Ali Savcı ile Nihat Savcı birbirlerini baktılar; sonra Mehmet Ali Savcı duyulur duyulmaz bir sesle, "Cevabımız yok" dedi..

Başkan Şengün, Avukat Ergül'e dönüp "Cevap yok" diye tekrarladı. İşin peşini bırakmaya niyetli görünmeyen genç avukat ısrar etti: "Kim yapıyor iddianamedeki bu renklendirmeleri?"

Bu arada, kendisini toparlama fırsatı bulan Pekgüzel, "İddianameyi biz de kâğıt üzerinde siyah-beyaz görüyoruz, renk falan yok" karşılığını verdi.

Bunun üzerine Vural Ergül, önündeki bilgisayarı kucaklayıp (aynı bilgisayar savcılarının önünde de var) "Bakın, görüyor musunuz şu mavileri, kırmızıları… Kim ve neden yapıyor bunu?" diyerek savcılara doğru döndürdü.

Savcılar yine birbirlerine baktılar. Pekgüzel, dijital ortamda tutanak tutmakta olan katiplere bakarak, yine duyulur duyulmaz bir sesle, "Herhalde arkadaşlar yapıyorlar, bilemiyorum" gibi bir şey mırıldandı. Aniden böyle bir suçlamanın altında kalan zabıt kâtibi çocuğun gözleri faldaşı gibi açıldı, o da yanındaki arkadaşına baktı şaşkın şaşkın…

Avukat Vural Ergül'ün bu garabet durumu gündeme getirmesinin bir nedeni var. Bazı avukatların iddiasına göre-ki bunu duruşmada da gündeme getirdiler-Ergenekon iddianamesini savcılar yazmadı! Evet, çok önemli bir iddia bu…Peki kim yazdı? Yine avukatların iddiasına göre, "Emniyet'te yazıldı…"

Savcıların iddianamedeki renklendirmelerden habersiz olduğu ortaya çıkınca, Avukat Ergül, "Savcılar iddianameden habersiz!" diye bağırdı. Ergül'ün kayıtlara geçen bu sözlerine Savcılar, "Bu bize hakarettir, ne demek iddianameden habersizler" falan diye kıyameti koparmadan yine birbirlerine baktıktan sonra iddianameyi kaldığı yerden okumaya devam ettiler…

Bir diğer şaşırtıcı itiraz da sanık Mehmet Murat Yücel'in avukatından geldi. İddianamede, "eski özel harekâtçı" olduğu belirtilen ve "örgütün" polis ve istihbarat içindeki bağlantısı olarak uzun uzun anlatılan Mehmet Murat Yücel, bırakın özel harekâtçı olmayı, Özel Harekat Birimi'nin önünden bile geçmemiş…

Peki neymiş mesleği sanığın?

Bunu da avukatı ve duruşma salonunda bulunan yakınları açıkladı:

Beden eğitimi öğretmeni!

Evet, "Ergenekon terör örgütünün polis içindeki bağlantısı, eski özel harekâtçı" olarak sayfalarca anlatılan sanık aslında beden eğitimi öğretmeniymiş!

Savcılar buna da sessiz kaldılar. Başkan Şengür de ne diyeceğini bilemedi…

Daha neler olmadı ki...

Sanıklar ve müdafileri tarafından daha sorgulara geçilmeden ortaya atılmaya başlanan somut çelişkiler, aslında davayı başlamadan bitirdi. Bu dava artık hukuken değil, tamamen siyaseten sürüyor…

Dünkü duruşmadan tarihe geçecek anektodları aktarmaya devam edelim:

Sanık Nusret Senem: "Bilgisayar ortamında tutulan tutanaklarda üçüncü kişinin anlatım ifadesi kullanılıyor. Bu kesinlikle yasalara aykırı; tutanaklar hakimin dilinden yazılmalıdır. Bütün detaylar kelimesi kelimesine kaydedilmelidir. Özetleme dili kullanılıyor. Ayrıca, tutanaklar savunma tarafına verilmiyor, bu tutanaklara anında sahip olmak bizim savunma hakkımızdır.Ses ve görüntü kayıtları aynı gün bize verilsin"

Sanık Kemal Kerinçsiz: "9 no'lu gizli tanık Osman Yıldırım'ın gizli tanık ifadelerini istemiştim, savcı gönderdi.. Ancak, bana verilen yazı, gizli tanığın detaylı ifadeleri değil, sadece bir üst yazı. Zekeriya Öz'ün imzasını taşıyan bu üst yazıda, 'ifadenin kayda alınmış halinin çözümlerinden elde edilen metinler, soruşturma sürdüğü için gizlilik nedeniyle sunulamaz' deniliyor. Savcı Öz, kendisini mahkemenin üstünde mi görüyor. Yıldırım'ın ifadelerini mahkemenize göndersin, mahkemeniz gerekli görürse bazı bölümlere gizlilik tedbiri uygulayabilir. Savcı Öz mahkemeden delil mi saklıyor?

Ayrıca, burada sayın savcılar, Tuncay Güney için "şüpheli firari" sıfatını kullandılar. Demek ki hakkında açılmış bir kamu davası yok..İşin merkezinde yer alan bu kişi için 'yeterli şüphe yoktur' zannıyla mı dava açılmıyor? İddia makamı bu soruşturmayı neden özenle Tuncay Güney'den uzak tutuyor? Aralarında gizli bir anlaşma mı var?"

Sanık Hayrettin Ertekin: "Cezaevi yönetimi beni zorla psikiyatri servisine götürmek istiyor. Gece uyurken elimi kolumu bağlayıp götürmeye kalkışıyorlar. Benim psikolojik sorunum yok, kalp ve tansiyon sorunum var. Beni neden zorla Silivri'de bir bayan psikiyatriste götürüyorlar? İfadem sırasında bana zorla bir belge imzalatmak istediler, sol kulak zarımı patlattılar, bana imzalatmak istedikleri belge, Susurluk raporunun bir bölümüydü…"

Sami Hoştan'ın avukatı: "Sayın Başkan, müvekkilim hakkında dosyada 4 adet silah bulunduğuna dair zabıt var…Zabıt var da Sayın Hakim'im, silahların kendisi yok! Acaba bu silahlar nerede? Silahların bulunmasını talep ediyoruz…"

Muzaffer Tekin'in avukatı: "İddianamede, Muzaffer Tekin'in örgüt içinde 'Zafer' kod adını kullandığı öne sürülüyor. Muzaffer Tekin'in 25 yıl önceki düğün davetiyesini dosyaya sunduk. Burada damadın ismi Zafer Tekin olarak geçmektedir. İnsanın aile içinde kullanılan isminden kod isim olur mu?

Sanık Kemal Kerinçsiz: "İddianamede, hükümeti yıkmak adına katıldığım ileri sürülen hangi izinli gösteriler hakkında soruşturma açıldığını sormuştum,bu konudaki resmi yazı Emniyet'ten geldi. Bu yazıya göre, burada hükümeti yıkmaya çalışmakla suçlanan 86 kişiden sadece 3 kişi yani,Doğu Perinçek, Kemal Kerinçsiz, Sevgi Erenerol hakkında toplam 5 soruşturma açılmış. Bunların hepsi de takipsizlik veya beraatle sonuçlanmış..Bu nasıl hükümet yıkmak?"

Duruşmaya ara verildiği sırada, tutuklu sanıklar arasındaki en renkli simalardan biri olan Doç. Dr. Emin Gürses, kendine özgü laz şivesiyle yaptığı konuşmalarla jandarmaları bile güldürdü. Avukatlara, "Ne tahliye talep edip duraysunuz uşağım, savunma yapulmadan tahliye mi olur da? Burada 9 ay tutmişlar benu..öyle kolay pırakurlar mu?" dedi…Ev sahibinin cezaevi adresine "tahliye ihtarı" çektiğini söyleyen Gürses,"Pen senun evunde oturmayrum ki, cezaevunde yatayrum da..Bana ne diye tahliye ihtarı çekeysun" diye yakındı.

Gürses'in yakınlarıyla sohbeti sırasında, tutuklu Emekli Orgeneral Hurşit Tolon hakkında söylediği bazı sözler de basına eksik ve yanlış yansıdı. Benim tanık olduğum bölümde Gürses aynen şöyle söyledi: (İzninizle bu kısımda laz şivesi kullanmayacağım):

"İnsanların hayatlarını mahfettiler. Şener Eruygur canıyla uğraşıyor, bilinci yerinde değil. Kuddusi Okkır hayatını kaybetti. Tolon Paşa Kandıra'dan buraya getirildiğinde psikolojik olarak büyük bir yıkımın içindeydi.. Sürekli "Ben neden buradayım" diye soruyordu. Allah korusun, intihar psikolojisi içindeydi. Koğuş arkadaşı Veli Küçük Paşa'nın destekleriyle kendini toparladı…"

Evet, Gürses aynen böyle konuştu. Bazı internet siteleri ve gazetelere yansıdığı gibi, "somut bir intihar olayından" değil, bir "intihar psikolojisinden" söz etti..

6 Kasım 2008 tarihli duruşmada olanlar özetle böyle.

Şamil Tayyar,yine "Ergenekon davasının sulandırılmak istendiğini" yazmış. İddianameye ve duruşma salonunda olanlara bakıp böyle bir 'sulandırmayı' esas kimin yaptığını, elini vicdanına koyarak cevaplasın. Bir zahmet gelip duruşmaları da izlesin. İyi alıştı belge ve bilgi servisiyle köşe yazmaya…

Kaynak: Fatma Sibel Yüksek-Açık İstihbarat

03.11.2008

“Ergenekon”un Masumiyet Müzesi’nden Notlara Devam
Behiç Gürcihan

“Ergenekon”un Masumiyet Müzesi’nde bir obje olarak gözlemlerimizi sürdürürken, Ergenekon operasyonunun köklerine dair önemli ipuçları elde etme fırsatı da doğuyor.

Bir çok gazetecinin oturmak için can atacağı bir koltukta; duruşmada ön sırada, sanık bekleme odasında ise herkesin ortasında, hepimizi özgürleştirecek olan gerçek adına oturuyorum.

Herkesin birbirinden şüphelendiği bir ortam burası. Herkesin, “Aramızdaki ‘soruşturmacı’ kim?” sorusuyla ilgili bin bir teorisi var.

“Soruşturmacı” kulağa bir Arnold Schwarzenegger filmi gibi gelse de aslında CMK 139’da tanımlanan bir özel görevli. Kısacası, bir örgüte sızdırılan ve örgütle ilgili araştırma yapan bir veya birkaç isim.

Bu soruşturmayı yönetenler ne örgüt tanımını, ne de “örgüt” diye aynı çuvala soktukları insanları bilmedikleri için (Operasyonu yönetenler ise biliyor. Bkz: Ergenekon Operasyonunun Arkasındaki Mutabakatlar) bu birbirine gıcık kapan insanlar topluluğunun arasına “soruşturmacı” soktukları konusunda herkes hemfikir.

Kafka’nın romanında gibiyiz. Herkes birbirine ‘güz peşrevi’ çekmekte; herkes temkinli sohbetler içinde. “Bizi dinliyorlar mı acaba?” diye komik sorular dillendirenler de var; ortamda hoşluk yarışına girip bir sanığın doğumgünü pastası mumu yerine, yakılan bir peçeteyi üfleyerek kutlamaya çalışanı da.

Bağrışmalar, çağrışmalar eksik değil.

Birisi, Salı günkü duruşma sonrasında, “Cumhuriyet savcısına laf ettirmem kardeşim; küfür edeceksen ismine et ama makama değil!” diyerek ortalığı yaygaraya verdi.

Herkes garipsedi bu çıkışı..Çünkü, bu “örgütün” üzerinde mutabakata vardığı tek şey varsa, o da savcıların niteliği.

Başka birisi, bir baktık duruşma sonrasında “Arkadaşlar, birileri benim hakkımda dezenformasyon yayıyor, banka hesabımda hareketlilik var diye. Bunların hepsi yalan; o para benim emeklilik param, bir bankadan diğerine transfer ettirdim o kadar” diye veryansın etmekte.

Bir komedi dükkanı aynı zamanda. Hayatınız boyunca antipatik bulduğunuz, hoşlanmadığınız insanları gözünüzde sempatikleştiren bir dükkân. Sanıklardan biri sormakta: “Efendim nasılsınız?”…
El-cevap: “Nasıl olalım, Paşa Paşa yatıyoruz!”

Bu arada, hangi sanığın kimlerle, ne zaman tuvalete gittiğinin çetelesini tutmaktayım. Taraf gazetesine yollayacağım. İddianameden ümidi kestiği için haberlerine, “Sanıklardan A ile B’nin tuvalete aynı anda gitmesi dikkat çekti” şeklinde cümleler sarfetmeye başlayan Taraf”çıların bu “çeteden” birden fazla örgüt çıkaracağına eminim. “Ergenekon’un Kenef Şifreleri” manşeti de Taraf’a ne güzel yakışır.

Gelelim meselenin ciddi kısmına…

Bu dava sürecini uzatmak isteyenler var. Daha ortaya tutarlı bir örgüt şeması koyamayıp, birbirlerini tanımayan ve hatta açıkça ihtilaflı olanları, “örgütün” aynı departmanına “üye” yapanların süreye ihtiyacı var. Yeni gözaltılarla yaratacakları yeni sansasyonlarla beraber, dikişleri tutmayan bu çuvalı ayakta tutmaya; “saygılarımla ibaresi, ast-üst ilişkisinin kanıtıdır” gibi inciler dökmeye devam edecekler.

Hal böyleyken, sanıklar bir an önce yargılanma ve bu davayı çürütme peşinde. 28 Ekim Salı günkü duruşma öncesinde, tutuklu sanıklar arasında iddianamenin okunmaması konusunda mutabakata varıldı.

Herkes bir an önce savunmalara geçileceği ve aylarca maruz kaldıkları linç kampanyasına cevap verebileceklerinin sevincini yaşarken, duruşma sırasında iki avukat pişmiş aşa su kattı.

Biri, İlhan Selçuk’un avukatı Uğur Alacakaptan, diğer Oktay Yıldırım’ın avukatı Ahmet Ülger.

Bu iki avukat iddianamenin okunması yönünde tavır koyunca, savcılar takdiri mahkeme başkanına bırakıp bu konuda nötr tavır takındığı halde, mahkemenin teknik olarak bir seçeneği kalmadı.

İlhan Selçuk ve Uğur Alacakaptan’ın tuzu kuru. Onlar dışarıda. 17 aydır içeride olan müvekkili ve diğer iki avukatının bu yönde bir beyanı olmadığı halde, “okunsun” diyenlerin gerekçesi ise ilginç: “Okunsun ki rezil olsunlar”

Böyle bir mantığın herkese faturası ise fazladan en az 1 ay. Getirisi ise, iddianame olma iddiasındaki bu sayfa yığınının teatral bir ses tonu ile tekrar canlandırılması ve bu arada medyada, iddianamenin içeriğinin değil, duruşmadaki davranışların afişe edilmesi

“OktayYıldırım duş hakkı istedi”

“Binbaşı kaos peşinde”

“Doğu Perinçek yine yaygara kopardı”

Neymiş efendim, iddianame okunursa rezil olurlarmış. Rezil olan biri varsa, o da sonuç ne olursa olsun, içeride ve dışarıda en az 1 ay daha beklemek ve o yolları tepmek zorunda kalmış olanlar. Soğuyacak olan medya ilgisi ve gittikçe karışan bir gündem içerisinde unutturulma riski de cabası.

“Ergenekon Operasyonunun Arkasındaki Mutabakatlar” yazısında da belirttiğimiz gibi, soruşturmanın sonucu ne olursa olsun, operasyon başarıya ulaştı bile. Bizi bu çuvala sokanlar da sürecin uzamasını istiyor zaten.

Böyle “dostlarımız” oldukça, düşmana pek ihtiyacımızın olmayacağı da her geçen gün daha fazla sırıtan bir gerçek.


Kaynak: Behiç Gürcihan-Açık İstihbarat

02 Kasım 2008 09
Veli Küçük'ın kızı Ergenekon Davası'nda ilginç hamleler yapıyor

Ergenekon davasının önceki gün yapılan 6. duruşmasında ilginç bir gelişme yaşandı. Örgütün üst düzey yöneticisi olmakla suçlanan emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün kızı ve aynı zamanda avukatı Zeynep Küçük, kamuoyunda, müvekkilinin Kocaeli'nde görev yaptığı sürede faili meçhul cinayetlerin arttığından bahsedildiğini hatırlattı.

vukat Küçük, söz konusu dönemde Adapazarı-Bolu-İstanbul hattında işlenen faili meçhul cinayet olup olmadığının savcılıktan sorulmasını istedi. Bunun üzerine Mahkeme, Kocaeli Cumhuriyet Savcılığı'ndan bilgi istenmesine karar verdi. Ancak, talebin Veli Küçük'ün kızından gelmesi kafalarda soru işaretlerine sebep oldu. Zaman'a açıklama yapan Zeynep Küçük, 'suçlamaların tamamının dedikodudan ibaret' olduğunu ileri sürdü.

Müvekkilinin görev yaptığı dönemde Kocaeli Jandarma Bölgesi'nde faili meçhul kalmış hiçbir cinayetin olmadığını savunan avukat Küçük, "Yargılamanın konusu bunlar değil. Hukukî hiçbir değeri yok. Ama Hendek'te işlenen cinayetle bile müvekkilim ilişkilendiriliyor." diyor. Zeynep Küçük, yapılacak araştırma sonrası müvekkili olan babasının aklanacağını düşünüyor. Ancak, Ergenekon iddianamesinde Veli Küçük'le ilgili suçlama sadece Kocaeli bölgesinde işlenen faili meçhullerle sınırlı değil. İlk olarak Küçük 'silahlı terör örgütü kurma, yönetme, TC hükümetine karşı silahlı isyana tahrik, zorla hükümeti ıskata teşebbüs' kısaca 'darbeye teşebbüs' suçlamalarının muhatabı. Ayrıca Küçük, Danıştay saldırısında da azmettirici olmakla (kasten öldürmeye azmettirme) suçlanıyor.

Faili meçhullerde JİTEM imzası

Eski Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu üyesi Hüsamettin Korkutata ise Veli Küçük'ün 'şeytan üçgeni' olarak da bilinen bölgede gerçekleştirilen faili meçhul cinayetlerden sıyrılmasının o kadar kolay olmayacağını anlatıyor. Korkutata, "Veli Küçük gibi adamlar bu tür işlerde endirekt olarak vardırlar. Maşaları vardır, onları kullanırlar. Nasıl olsa benim üzerimde bir şey ispatlanamaz diye düşünebilirler. Ama bu cinayetler JİTEM'in işiydi. Veli Küçük de JİTEM'in kurucusu ve başı olduğunu itiraf etmiştir." dedi. Komisyon bünyesinde 'şeytan üçgeni'nde Behçet Cantürk ve Savaş Buldan cinayetlerini araştırdıklarını ifade eden Korkutata, "İkisinin de izlerinin JİTEM Komutanlığı'nın kapısında kaybolduğunu gördük. JİTEM'e gidilmiş ve kaybedilmiş. Hatta, bir bekçi ile konuşmuştuk, o da anlattı. Sonra bekçi de kayboldu. O faili meçhuller JİTEM tarafından işlendi. Veli Küçük'ün adı o zaman da vardı. Küçük hakkında şikâyet dilekçesi verdik. O dönemde JİTEM yok diyorlardı." şeklinde konuşuyor.

'Soruşturma yapılmaması çetenin varlığının delili'

Veli Küçük 19 Ağustos 1993 ile 15 Ağustos 1996 tarihleri arasında Kocaeli İl Jandarma Komutanı olarak görev yapmıştı. 'Şeytan üçgeni' olarak da adlandırılan Adapazarı-Bolu-İstanbul hattında işlenen cinayetler serisi 14 Ocak 1994'te işadamı Behçet Cantürk ve şoförü Recep Kuzucu'nun polis kimliği taşıyan kişilerce öldürülmesiyle başladı. 25 Şubat 1994 tarihinde Cantürk'le ilişkisi olduğu öne sürülen avukat Yusuf Ekinci, Ankara çıkışında ölü olarak bulundu. 28 Mart 1994'te malum üçgen içerisinde iki yeni ceset daha görüldü. İstanbul Aksaray'da, oto galerisi sahibi olan Liceli Fevzi Aslan ve yeğeni Salih Aslan, yazıhanelerinde, yine polis olduklarını söyleyen kişilerce gözaltına alındı. Bir gün sonra cesetleri, Kınalı-Sakarya TEM Otoyolu'nun Hendek gişelerine yakın bölgeye atıldı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün yapmış olduğu balistik inceleme sonucu, Cantürk cinayetinde kullanılan silahla Fevzi ve Salih Aslan'ı öldüren silahın aynı olduğu ortaya çıktı. 3 Haziran 1994 tarihinde, Cantürk'e yakınlığı ile bilinen ve Cantürk'ün kimler tarafından öldürüldüğünü bilen Savaş Buldan, yakın arkadaşı Adnan Yıldırım ve Hacı Karay, Düzce Yığılca yakınlarında ölü olarak bulundu. 2 Mart 1995'te kaçırılan MİT elemanı Tarık Ümit de bu bölgede infaz edildi.

Eski Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk raporundaki şu ifadeler dikkat çekici: "Uyuşturucu trafiğinde geçiş noktası olan Kocaeli'de çetelerin ortaya çıkışı, Jandarma Alay Komutanı Veli Küçük, Emniyet Müdürü Nihat Camadan ve Affan Keçeci'nin adlarının çeşitli olaylara karıştırılmış olması, yorum ve spekülasyonları artırmış, bölgenin 'şeytan üçgeni' olarak adlandırılmasına sebep olmuştur. Bölgeyle ilgili olarak kapsamlı değerlendirmelere başvurulmaması, adı çeşitli iddialara karıştırılmış görevliler hakkında tatminkâr açıklamaların ve soruşturmaların yapılmaması, çetenin varlığının en büyük delili olarak algılanmasına yol açmıştır."
aktifhaber

Türk Metal'e Ergenekon Kıskacı
05 Kasım 2008 13:00

33 yıldır Mustafa Özbek'in yönettiği Ergenekon'un finansörü Türk Metal Sendikası hakkında savcılık harekete geçti. İki kişi saatlerce ifade verdi.

Ergenekon’a finansörlük yaptığı iddia edilen Türk-Metal Sendikası hakkında savcılık harekete geçti. Saatlerce ifade veren iki eski yönetici tüm ilişkileri anlattı. Savcılık 5 yıllık defterleri incelemeye aldı.

33 yıldır Mustafa Özbek tarafından yönetilen Türk Metal Sendikası’nın Ergenekon terör örgütüne finansörlük yaptığı iddiaları, Ergenekon savcılarını harekete geçirdi. İddiaları gündeme getiren Türk Metal yöneticileri bulundukları ilin terörle mücadele şube müdürlüklerinde saatlerce ifade verdi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da Türk-Metal’in geriye dönük 5 yıllık defterlerini incelemeye aldı.

SAVCI ÖZ DEVREYE GİRDİ

Ergenekon terör örgütü davasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, Türk Metal Sendikası’nın eski yöneticilerini sorguya aldı. Sendikanın, Ergenekon örgütüyle ilgili kişiler ile toplantıları finanse ettiğine yönelik iddiaları gündeme getiren Manisa Şube Başkanı Mahmet Ali Özaltın, iki hafta önce Manisa Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde ifade verdi. Ergenekon savcısının talebiyle alınan ifade doğrultusunda Özaltın’a açıklamalarına yönelik gazete kupürleri gösterilerek bildiklerini anlatması istendi.

ÖZALTIN’A 5 SAAT SORGU

Özaltın'a yaklaşık 5 saat süren sorguda, Türkiyem topluluğu, otellerdeki toplantılar, Ergenekon örgüt üyesi sanıkların katıldığı eylemlere sağlanan finansal ve katılımcı desteği başta olmak üzere çok sayıda soru yöneltildi. Özaltın’ın ifadesinin Savcı Zekeriya Öz’e ulaştırıldığı belirtildi. Özaltın, sendikanın Ergenekon terör örgütüyle finansal bağlantısına ilişkin iddialarda bulunmuş ve Savcı Öz’ü ifadesini almaya çağırmıştı.

TÜRK Metal eski Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Taşdemir de Ergenekon savcısının ifadesine başvurmak istediği isimler arasında yer aldı. Türk Metal yönetiminin Aralık 2005’te zorla görevden aldığı iddia edilen Taşdemir, Kocaeli Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne 11 sayfalık ifade verdi. Taşdemir, Türkiyem topluluğu, Avrasya Metal Sendikası, Türk Metal’in KKTC ile diyaloğu, ART televizyonunu ile Sinan Aygün, İlhan Selçuk ve Hurşit Tolon gibi isimlerin toplantılarının finanse edilmesi konularında bildiklerini anlattı.

SENDİKA-CHP İLİŞKİSİ

Taşdemir'in CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Anıtkabir yürüyüşü ve Tolon’un konuşmacı olduğu Bursa’daki miting için araç tutulması ve buralara katılımcı sağlanması, Türk Metal’in Cumhuriyet gazetesiyle ilişkisi, Ergün Poyraz ile bazı emekli askerlerin kitaplarına sponsor olunması başta olmak üzere bir çok konuda bilgi verdiği bildirildi.

DEFTERLER SAVCIDA

Mehmet Ali Özaltın, Türk Metal’de yolsuzluk yapıldığı iddialarıyla ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunup ifade verdi. Ankara Başsavcılığı, Türk Metal’in son 5 yıllık kayıtlarını da istedi. Bir oda dolusu evrağın dün itibariyle savcılığa ulaştığı ve incelenmeye başladığı bildirildi.


İŞÇi PARASIYLA SERVET YAPMIŞ

TÜRK-METAL Başkanı Özbek’in Rauf Denktaş’ın cumhurbaşkanlığı döneminde KKTC’nin emekli sandığı olan ‘İhtiyat Sandığı’nın mallarını komik bedellerle satın aldığı belirtildi. atv haberinde komik rakamlarla alınan gayrimenkullere ilişkin örnekler verdi. Kıbrıs’ın en pahalı yeri Ozanköy’de 4 milyon dolarlık villa 677 bin dolara, 70 milyon dolarlık zeytinlik ise 2 milyon dolara Özbek’e verilmiş. Denktaş ise, bu konunun kendisini ilgilendirmediğini söyledi. ‘Dönemin başbakanının sorumluluğu’ dedi.

KKTC’DEKİ MAL VARLIĞI

Kıbrıs-Girne Çatalköy’de 15 dönüm arazi üzerinde 2 villa
Kıbrıs-Girne Karaoğlu Mahallesi’nde daire
Kıbrıs Ozanköy’de 15 dönüm arazi
Yukarı Girne’de 1 daire Küçükkaymaklı’da 1 daire
Kızılbaş Organize Sanayi’de Tekstil fabrikası
Kıbrıs’ın en lüks semtinde 15 daire
Tarla, arsa, bahçeli bir ev ve değerli ağaçlar.

TÜRKİYE’DEKİ MAL VARLIĞI

Kırıkkale-Samsun yolunda HABAŞ Gaz Dolum Tesisleri
Ankara Çankaya’da 2 apartman l Kuşadası’nda villa
Ankara’da 12 dönümlük arazi üzerinde havuzlu villa
Ankara Çubuk yolunda Metal Kooperatifi’nde bulunan dubleks villa
Ankara Keçiören’de 2 daire
Ankara Bahçelievler’de 2 daire
Ankara Bilkent’te villa
Ankara ODTÜ Kooperatifi’nde hisse
Ankara Gazi Üniversitesi Kooperatifi’nde dubleks villa
Bursa’da ultla lüks bir daire
Kırıkkale’de 5 katlı, 10 daireli apartman, (Burada, Orman İşletme Müdürlüğü kiracı olarak oturuyor)
İzmir’de kooperatif hissesi
Kırıkkale’de 40 dönüm arazi
Ankara OSTİM’de tüp gaz dolum tesisi
Kendisine ait bir jeep, eşi ve çocuklarına ait 4 otomobil
Ankara Beysukent’te 4 katlı villa
Ankara Beysukent’te villa
Ankara Çayyolu’nda kooperatif hissesi
Çubuk’ta havuzlu çiftlik.

Bir suç duyurusu daha

Türk-Metal Sendikası Denetleme Kurulu Başkanı Muharrem Kalkavan da İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. 1,5 yıl önce sendikanın usulsüz uygulamaları nedeniyle İzmir Şube Başkanlığı görevinden istifa ettiğini anlatan Kalkavan ‘Denetleme Kurulu Başkanlığı görevim sürüyor. Ama benim yerime başkalarını denetime çağırıyorlar. Bu nedenle suç duyurusunda bulundum’ dedi.
aktifhaber


11 Kasım 2008 18:51
Ergenekon Davası'nda sanıklar dinlenmeye başlanmasıyla birlikte savcılık harekete geçti. Perşembe'ye ertelenen davada çok ilgiç savunmalar yapıldı.

Silivri Ceza İnfaz Kurumu Yerleşkesi'nde kurulan mahkemede İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamanın bugün görülen 12'nci duruşmasında, tutuklu sanık Oktay Yıldırım'ın sorgusu yapıldı.

Mahkeme heyeti, Yıldırım'ın sorgusunun ardından bazı sanıklar ile avukatların talep ve beyanlarını aldı.

Daha sonra görüşü sorulan Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, bir kısım sanık ve avukatlarına istedikleri belgelerin verilmesine, tutuksuz sanıklardan mazeretsiz halde gelmeyenler hakkında ''yakalama emri'' çıkarılmasına ve tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesini talep etti.

Mahkeme heyeti de taleplerle ilgili değerlendirme yapmak amacıyla duruşmaya ara verdi.

Bugünkü oturuma tutuklu sanıklardan Adnan Akfırat haricindeki diğer sanıklar katıldı. Tutuksuz sanıklardan Kemal Alemdaroğlu, Güler Kömürcü'nün de aralarında bulunduğu bazı isimler salondaki yerlerini aldı. İddianamede ilk sırada yer alan Oktay Yıldırım'ın savunmasıyla oturuma devam edilecekti. ancak Yıldırım'ın avukatı salonda bulunmadığı için ikinci sırada bulunan Mehmet Demirtaş'ın savunmasıyla oturum başladı.

Ümraniye'de patlayıcı maddelerin ele geçirildiği gecekondunun sahibi olan Mehmet Demiştaş, 12 Haziran 2007 günü gözaltına alındı ve 16 Haziran 2007 tarihinde tutuklandı. Demirtaş sorgusunda evinde ele geçirilen bombaları Oktay Yıldırım'ın getirdiğini savundu. Yıldırım ile sık sık görüştüğü öne sürülen Demirtaş, "Silahlı terör örgütüne üye olma, silahlı terör örgütüne silah sağlama" suçlamasıyla yargılanıyor.

ERGENEKON DAVASI'NDA, OKTAY YILDIRIM'IN SAVUNMASINA GEÇİLDİ

Ergenekon Davası'nda "İddianame okunsun" diye ısrar eden sanık Oktay Yıldırım'ın avukatı Ahmet Ülger müvekkilinin savunmasının yapılacağı gün duruşmaya gelmedi. Yıldırım, savunmasının hazır olduğunu söylemesine rağmen Mahkeme Başkanı Köksal Şengün, avukatının hazır bulunması gerektiğini belirterek savunmasını erteledi.

Mahkeme Heyeti, iddianamedeki sıralamada ikinci sırada bulunan Mehmet Demirtaş'a savunmasının hazır olup olmadığını sordu. Demirtaş, savunmasının duruşmalar başladığı ikinci günden itibaren hazır olduğunu belirterek, "Ancak ben daha önceden Ali Yiğit'in duruşmada hazır bulunmasını istemiştim. Mahkeme'nin bu konuda bir ara kararı da vardı. Önce hakkımdaki suçlamaları dinlemek istiyorum. Benim doğru verilecek cevaplarım var." dedi. Bunun üzerine Mahkeme Başkanı, Demirtaş'ın yerine oturmasını istedi.

Daha sonra Kemal Kerinçsiz'in avukatı Tolga Akalın söz alarak usule ilişkin talepleri olduğunu söyledi. Somut iddiaların her sanığa savunma sırasında hatırlatılıp bu şekilde sorguya geçilmesini isteyen Akalın, "Ayrıca yasak delilleri tespit etmezsek, yasak delillere dayalı bir sorgu ile ileride hukuki bir karmaşaya neden oluruz" şeklinde konuştu.

Duruşmaya 5 dakika ara verildi. Aranın ardından Mahkeme Başkanı Şengün, vukat Tolga Akalın'ın taleplerini yerinde bulmadıkları için reddettiklerini açıkladı.

Bu sırada tutuklu sanık Oktay Yıldırım'ın avukatlarından Yıldırım Çavuşovalı duruşma salonuna geldi. Avukatın gelişi ile birlikte Oktay Yıldırım'ın savunmasına geçildi.

YILDIRIM: EL BOMBALARINI GÖRMEDİK

''Engenekon'' davasının tutuklu sanığı Oktay Yıldırım, Ümraniye'de bir gecekonduda ele geçirilen el bombaları ile bir bağlantısının bulunmadığını ileri sürerek, ''Ne avukatım ne ben o bombaları gördük. O bombaları imha kararı veren mahkeme de o bombaları görmedi'' iddiasında bulundu.

Silivri Ceza İnfaz Kurumu Yerleşkesi'ndeki duruşma salonunda İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan bugünkü duruşmada, tutuklu sanıklardan Oktay Yıldırım'ın sorgusunun yapılmasına başlandı.

Mahkeme heyeti önünde hazırlanan kürsüye gelerek savunmasını yapan ve malulen astsubay emeklisi olduğunu ifade eden Yıldırım, iddiaların ''mesnetsiz ve siyasi amaçlı'' olduğunu ileri sürerek, ''Burada olduğum için gurur duyuyorum'' dedi.

Yıldırım, diğer sanıklardan Mahmut Öztürk ile daha önce birlikte çalıştıklarını, Muzaffer Tekin'le ise Öztürk ile Kadıköy'de gezerken tesadüfen tanıştığını anlatarak, ''Bugüne kadar ikisinden de zarar görmedim. Onlar da benden görmemiştir'' diye konuştu.

Emekli olduktan sonra bazı internet sitelerinde yazılar yazmaya başladığını kaydeden Yıldırım, ''mücadelesini kalemiyle yazarak sürdürdüğünü'' belirterek, ''İddia edildiği gibi yasa dışı yollarla çeteler kurarak değil'' dedi.

Oktay Yıldırım, yazılarından bazı kesimlerin rahatsız olduğunu ileri sürerek, ''Biz susturulmalıydık'' görüşünü dile getirdi.

ÜMRANİYE'DE ELE GEÇİRİLEN PATLAYICILAR

Ümraniye'de bir gecekonduda ele geçirilen el bombaları ile ilgili olarak, ''bunların kendisine ya da evin sahibi olduğu iddia edilen Mehmet Demirtaş'a da ait olmayan bir evde bulunduğunu'' ifade eden Yıldırım, ''Demirtaş eskiden askerimdi. Bu kişiye ait LPG istasyonuna yolum düştükçe gider ve otomobilim için LPG alırdım. Bunun dışında herhangi bir örgütsel bağımız bulunmuyor'' dedi.

Yıldırım, Demirtaş'ın yeğeni olduğunu sonradan öğrendiği tutuklu sanık Ali Yiğit'i ise ''göz aşinalığı'' dışında tanımadığını öne sürdü.

Demirtaş'ın, el bombaları ve patlayıcıların ele geçirildiği evde daha önce kiracı olduğunu, kendisinin de Demirtaş'ı ziyarete gittiğini anlatan Yıldırım, Demirtaş'ın gözaltına alınmadan 1,5 yıl önce bu evden taşındığını iddia etti.

Oktay Yıldırım, gözaltına alınırken kendi evindeki aramada ''hizmet anısı'' ve arkadaşlarınca verilen ya da satın aldığı bıçakların bir kısmına da el konulduğunu, ayrıca o an için ruhsatını bulamadığı beylik tabancasının da alınarak ruhsatsız kabul edildiğini öne sürerek, emniyete götürüldüğünde ruhsatın nerede olduğunu hatırladığını söylediğinde kendisine ''Artık çok geç'' yanıtının verildiğini anlattı.

''BOMBALARI GÖRMEDİM''

Emniyete getirildiğinde bombalardan sorumlu tutulduğundan bahsedildiğini anlatan Yıldırım, ''Ne daha önce ne emniyet müdürlüğünde ne avukatım ne ben o bombaları gördük. O bombaları imha kararı veren mahkeme de o bombaları görmedi'' görüşünü savundu.

Yıldırım, tutuklandığı sırada mahkemenin 2 dakika kadar sürdüğünü, burada önce kendisine bombaların sorulmadığını, sadece evindeki bıçakların sorulduğunu öne sürerek, daha sonra avukatının ''sormayı unuttunuz'' diyerek hatırlatması üzerine mahkemenin el bombaları konusunu da sorduğunu iddia etti.

El bombaları ile kendisiyle ilişkilendiren tek iddianın ''ihbarcının ve polise göre bir başka sanığın ifadesi'' olduğunu savunan Yıldırım, sorgulamasında ayrıca kendisine Danıştay saldırısı ve sanık Muzaffer Tekin ile ilgili sorular sorulduğunu kaydetti.

ERGENEKON DAVASI PERŞEMBEYE ERTELENDİ

''Ergenekon'' davasının 13'üncü duruşması 13 Kasım perşembe günü yapılacak.


Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'ndeki salonda İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince görülen davanın bugünkü duruşması tamamlandı.

Mahkeme heyeti, bir sonraki duruşmayı 13 Kasım perşembe günü saat 09.30'a bıraktı.

"Ergenekon"da tutuklu sanıkların tutukluluk halleri devam edecek

"Ergenekon" davasının bugünkü duruşmasında mahkeme heyeti, tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına, tutuksuz sanıkların da bir sonraki duruşmada hazır edilmesi için yazı yazılmasına karar verdi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Silivri Ceza İnfaz Kurumu Yerleşkesi'nde görülen davanın bugünkü duruşmasında, bazı sanık ve avukatlarının beyanları ile Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel'in görüşünü aldıktan sonra kararlarını açıkladı.

Mahkeme heyeti, sanık Kemal Kerinçsiz'in toplatmak istediği ve daha önce mahkemeye verdiği yazılı savunma dilekçesinde beyan ettiği delillerle ilgili önümüzdeki oturumlarda karar verilmesini hükme bağladı.

Bir sanık avukatının talebi üzerine, iddianamenin ek klasörü ile ilgili DVD'nin kendisine verilmesine ve tutuksuz sanıkların duruşmada hazır edilmesi için yeniden yazı yazılmasına karar veren mahkeme heyeti, bir sanık avukatı tarafından sunulan sanık listesiyle ilgili ise savunmalar tespit edildikten sonra karar verileceğini belirtti.

Başka suçtan tutuklu sanık Semih Tufan Gülaltay'ın duruşmada hazır edilmesi için yazı yazılmasını kararlaştıran heyet, daha önceki gerekçeler ve sanıklarla ilgili sevk maddeleri dikkate alınarak tutuklu sanıkların mevcut hallerinin sürdürülmesine karar verdi.
aktifhaber


En son Ekim tarafından Prş Arl 11, 2008 11:55 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Ksm 12, 2008 6:24 pm    Mesaj konusu: DOGAN ERGENEKON'UN NERESiNDE Alıntıyla Cevap Gönder

Mahir KAYNAK

Ergenekon
15 Kasım 2008 07:13
Star

Bombanın kime ait olduğu, hangi eylemin kim tarafından yapıldığı, nelerin planlandığı, konuşmaların içeriği tartışılıyor. Bir taraf ne kadar tehlikeli bir oluşumla karşı karşıya olduğumuzu söylerken diğer taraf normal bir yaşantı içinde ne varsa onun ötesinde bir şey bulunmadığını söylüyor.

Bir olayı doğru değerlendirmek için elimizdeki verilerin çelişkili olup olmadığının araştırılması gerekir.Eğer bir çelişki varsa değerlendirmemizin, en azından, saptırılmış olduğu ortaya çıkar. Bu olaydaki çelişkiler şöyle sıralanabilir: Örgütün Gladyo’nun devamı olduğu ve günümüzde adı değişerek devam ettiği söyleniyor. Eğer böyleyse geçmişte Gladyo tarafından gözaltına alındıklarını ve kötü muameleye maruz kaldıklarını söyleyen Doğu Perinçek ve İlhan Selçuk gibi kişilerin bugün Ergenekon’un düşünce üreten kişileri olması nasıl açıklanabilir? Bu durum söz konusu kişilerin taraf değiştirdiği mi yoksa örgütün karşı tarafın eline geçtiği anlamını mı taşır?

ABD tarafından kurulduğu söylenen Gladyo’nun bugün ABD karşıtı olması ve Avrasyacı politikalar izlemesi örgütün ele geçirildiğini gösterir. Ele geçiren güç kimdir? Bu gücün uluslararası bir desteği var mıdır?

Ayrıntılarda herkes kendi görüşlerini destekleyen unsurlar bulabilir ama yukarıdan bakınca tam bir çelişki yumağıyla karşı karşıya kalırız.

Bu örgütü Susurluk çetesinin bir devamı olarak gören ve eğer bu çete gerektiği biçimde değerlendirilse ve tasfiye edilseydi bugünkü sorunların ortaya çıkmayacağını söyleyenler de var. Oysa bu iki örgüt birbirinin devamı değil zıddıydı. Ergenekon örgütü daha ziyade asker kökenli kişilerin kontrolünde iken Susurluk çetesinde asker karşıtı bir yapılanma söz konusuydu. Örgüt içindeki birkaç asker kökenli kişi bu vasfı değiştirecek boyutta değildi. Susurluk çetesi bir konum değişikliğinden çok egemen gücü değiştirmeyi amaçlıyordu. Siyasi iktidar tarafından destekleniyor ve mensupları devletin imkanlarını kullanıyordu. Susurluk kazası olmadan önce yazdığım bir yazıda oluşturulmak istenen güç odağının şu unsurlardan oluştuğunu yazmıştım: Siyasi iktidar, silahlı güç olarak Emniyet ve korucular, istihbarat Emniyet içinde oluşturulacak ya da o zaman kurulması planlanan yeni istihbarat örgütü olacaktı. Ülkeye egemen olan güç, durumu fark etti ve belki kaderin yardımıyla, belki de birilerinin desteğiyle, meşhur kaza oldu ve örgüt etkisiz hale getirildi. Örgütte yer alan kişiler konumlarını kaybetmediler, ölenler kahraman sayıldı. Yani Susurluk Çetesi olarak adlandırılan örgüt küçümsenecek bir oluşum değildi. Zaten sıkıştıkları zaman kendilerini devletin bir uzantısı olarak gösteriyorlardı. Bu örgütün şifresini çözmek için birçok metot bulunabilir ama bir tanesi basit ve kolay sonuç verecek cinstendir. Asala örgütü çökertildi mi yoksa görevi bittiği için tasfiye mi edildi? Çökertme efsanesi hangi amaçla uyduruldu ve rol aldığı söylenen kişiler, sanık durumunda olanlar da dahil, nasıl itibar kazandılar?

Ayrıntılardan birçok film senaryosu çıkartılabilir ama siyasi analiz çok önemli gelişmelerin açığa çıkarılmasını sağlar.
Mahir Kaynak - Star
mkaynak@stargazete.com

Gazi Güder'in Çapraz Sorgusu
20 Kasım 2008 17:4
9Ergenekon davasında çapraz sorgusu yapılan tutuklu sanıklardan Gazi Güder'in sorgusuna dair ayrıntılar...

Ergenekon davası kapsamında ifadesi alınarak çapraz sorgusu yapılan tutuklu sanıklardan Gazi Güder'e, özellikle bilgisayarlara sonradan belge konulup konulmayacağı soruldu.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde görülen davanın öğleden önceki oturumunda sorgusu yapılan tutuklu sanık Gazi Güder, tanıdıkları tarafından kendisine "Adam gibi adam", "Paraya değer vermeyen adam" ve "Cesur yürek" gibi lakaplar takıldığını belirterek, "Benim bunları kod isim olarak kullandığım iddiası var. Bu doğru değil. Ayrıca kimseye kod ismi vermedim, kimseye emir de vermedim. Yaradılana saygım vardır, yaradandan ötürü" dedi.

Hiçbir şekilde suç unsuru taşıyan yazısı bulunmadığını öne süren Güder, ayrıca herhangi bir güvenlik şirketiyle de ilgisi bulunmadığını kaydetti.

"Ulusal Köy Kütüphaneleri Projesi"nden de bahseden Güder, "Birtakım rahatsızlıklar, sanıyorum Ulusal Köy Kütüphaneleri Projesi'nden kaynaklandı" dedi.

Yaklaşık 10 yıl önce SSK'dan emekli olduğunu ancak emekli maaşını harcamayıp burs olarak dağıttığını anlatan Güder, "Ulusal Köy Kütüphaneleri Projesi"ni hazırladığını, hatta Mersin'deki evini 50 bin YTL'ye satıp burada kullandığını dile getirdi.

Güder'in avukatı Özbay Demirer bu davada örgütten kesinlikle bahsedilemeyeceğini savunarek, müvekkilinin bilgisayarında suç unsuru hiçbir şey çıkmadığını, ayrıca el koyma sırasında bilgisayarın imajının (image) kendilerine verilmediğini, bu nedenle zaten CMK gereği delil olarak kabul edilemeyeceğini ileri sürdü.

Müvekkiline ilişkin dosyada hiçbir telefon görüşme tapesi bulunmadığına dikkati çeken Demirer, "Bu nasıl örgüt? Hiç görüşmüyorlar mı?" diye konuştu.

Gazi Güder'in Kuddusi Okkır ve Ayşe Asuman Özdemir'i "Ulusal Köy Kütüphaneleri" projesi kapsamında tanıdığını belirten Demirer, müvekkiline gönderilen elektronik postalardan sohbet amaçlı veya projeyle ilgili olanların da bulunduğunu ifade etti.

Müvekkilinin evinde bulunan tabancanın ruhsatlı olduğunu ileri süren Demirer, Gazi Güder'in tahliyesini ve beraatını istedi.

Duruşmada daha sonra, Gazi Güder'in çapraz sorgusuna geçildi.

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, Kuddusi Okkır'a gönderdiği e-mailler arasında Türkan Saylan'ın cinsel hayatı ile ilgili mail bulunduğunu belirterek, Güder'den Saylan'ı tanıyıp tanımadığını sordu.

Bunun üzerine Güder'in avukatı Özbay Demirer, Savcı Pekgüzel'den bahsettiği maili okumasını istedi. Savcı Pekgüzel ise okuyamayacaklarını söyledi.

Sanık Gazi Güder, "Bahsedilen kişiyi tanımıyorum. Ayşe Asuman Özdemir, bu maili tatilden dönüşünde yazmıştır. Gittiği tatili anlatan bir yazıdır" dedi.

Savcı Pekgüzel'in, "Özdemir'in gönderdiği her maili Kuddusi Okkır'a göndermek zorunda mısınız?" sorusuna Güder "Hayır" yanıtını verdi.

Savcı Pekgüzel'in, Ayşe Asuman Özdemir'in gönderdiği mailler arasında "Atabeyler" konusu ile ilgili mailler bulunduğunu da ifade etmesi üzerine Güder, o maillerin olaydan çok sonra geldiğini öne sürdü.

Cumhuriyet Savcısı Taşkın'ın bir mailde geçen "örgüt", "planlama" ve "eğitmen" gibi ifadeleri açıklamasını istediği Güder "Örgüt kelimesi çete anlamına gelmiyor. Organizasyon anlamına geliyor. 'Git şurayı örgütle' diye kimseye bir şey söylediğim yok zaten" diye konuştu.

Savcının "Kuddusi Okkır neden Ayşe Asuman Özdemir'e mailleri sizin aracılığınızla gönderiyordu?" sorusu üzerine de Güder, "Aralarında sürtüşme vardı. Kuddusi'nin dominant bir üslubu vardı" dedi.

Tutuksuz sanıklardan Kemal Alemdaroğlu söz alarak, bilgisayar yüksek mühendisi olduğu için Gazi Güder'e bilgisayarlara sonradan belge koymanın mümkün olup olmadığını sordu.

Güder de, "Son derece basit" diye yanıtladı.

Alemdaroğlu, bunun üzerine bilgisayarı alınırken bir kopyasının kendisine verilmediğini dile getirdi.

Gazi Güder'in avukatı Özbay Demirer, "Nasıl değiştirme, ekleme yapılabiliyor?" diye sordu.

Gazi Güder, "Biraz bilgisayardan anlıyorsanız bunu rahatlıkla yaparsınız" dedi.

Sanıklardan Behiç Gürcihan, kendisinin evinden bilgisayarının alındığı saat ile işleme konulduğu saat arasında fark olduğunu anlatarak, bu süre içinde oynama olmadığının garanti edilemeyeceğini savundu.

Gazi Güder'in avukatı Özbay Demirer, Güder'in bilgisayarının 27 Haziran 2007 tarihinde incelemeye alındığını fakat imajının hemen kendilerine verilmediğini, 8-9 ay sonra aldıklarını söyledi.

Demirer, bu 8-9 ay içinde bilgisayar içine "TIR bile sokulabileceğini" ifade etti.

Duruşmaya, verilen aranın ardından öğleden sonraki oturumla devam ediliyor.

aktifhaber

Tahliye Edilen Ergenekon Sanığı Konuştu

19 Kasım 2008 12:41
Ergenekon davasının ilk tahliye edilen sanığı Mahmut Öztürk: "Gerçek hukukçular varmış"..

Ergenekon davasının bugünkü oturumunda bir tahliye kararı çıktı. Mahkeme heyeti, savunmasını yapan emekli Astsubay Mahmut Öztürk'ün tahliyesine karar verdi. Mahmut Öztürk, mahkeme çıkışı açıklama yaptı.

Ergenekon davasının ilk tahliye edilen sanığı Mahmut Öztürk, Silivri Cezaevi'nin önünde yaptığı basın açıklamasında, "Gerçek hukukçular varmış ki tahliye oldum." dedi.

18 aydır tutuklu bulunduğunu belirten Mahmut Öztürk, "Bir numaralı sanık Oktay Yıldırım'ın kapı komşusu olduğum ve bir kişinin yalan beyanı sonucu bu davaya dahil edildim. Asker olduğum için buradayım. Tapu memuru olsam burada olmazdım." dedi.

İlk kez hakim karşısına çıktığını belirten Öztürk, "Bütün içtenliğimle her şeyi anlattım. Demek ki inandırıcı bulunmuş ve gerçek hukukçular varmış. Bu oyun bozuldu. Oyunun bir vidası gevsedi. Oyun geri döndü. Sırf bir insana yalan ifade verdirdiler diye ben buradaydım." diye konuştu.

Muzaffer Tekin'in kendisine ait evde intihat girişiminde bulunduğunu hatırlatan Öztürk, "Danıştay'dan arandığında benim evimde misafirken intahara teşebbüs etti. Eğer ölseydi 30-40 sene yemiştim. Allah'tan ölmedi. Onu hastaneye götürenlerden biri de benim." dedi.

Öztürk, ayrılırken gazetecilere, "Lütfen Allah rızası için yalan yazmayın!" dedi.

Basın açıklamasının ardından Öztürk, eşi Nuriye Öztürk ile birlikte cezaevi önünde yürürken, "Şöyle biraz gezeyim. Temiz hava alayım. Ağaçlar nasılmış bir bakayım." şeklinde konuştu.

Eşi Nuriye Öztürk ise, "Çok sevinçliyim. İnşallah Allah içeride olanları da kurtarsın." dedi.

Öztürk çifti, daha sonra avukatlarıyla birlikte cezaevinden ayrıldı.

aktifhaber

Perinçek'in Talepleri

20 Kasım 2008 19:13
"Ergenekon" davasının bugün yapılan 16'ncı duruşmasında, bazı sanıklar ile sanık avukatlarının talepleri dinlenildi. İşte ayrıntılar...

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, sanık Behiç Gürcihan'ın savunmasına ara verilmesinin ardından söz alan tutuklu sanıklardan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, gazeteci-yazar Fehmi Koru'nun 30 Nisan ve 1 Mayıs 2001 tarihli Yenişafak gazetesindeki köşesinde, "Ergenekon'un yeniden yapılanması belgesi"ni uzun uzun alıntılar yaparak anlattığını ve bu belgenin altında imzanın açık olduğunu savundu.

Perinçek, bu belgenin ilk örneğinin, tutuklu sanıklardan emekli Tuğgeneral Veli Küçük'te olduğunun ve belgenin altındaki imzanın karalandığının iddia edildiğini ifade ederek, Koru'nun 7 yıl önce, bu belgedeki imzanın karalanmadığını açıkça ifade ettiğini dile getirdi.

Yine Mayıs 2001 tarihli Aksiyon dergisinde de "Ergenekon Lobi Belgesi'nin tamamına yakınının yayımlandığını ileri süren Perinçek, bu derginin mahkemeye getirilmesini istedi.

Perinçek, Sabah gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş'ın da Mayıs 2006'da "Ergenekon'un yeniden yapılanması belgesi"ni kendisine gösterdiğini ve bilgisayarına yolladığını anlatarak, belgenin altındaki imzanın karalanıp karalanmadığının tespiti için bu belgenin de mahkemeye getirtilmesini talep etti. Perinçek, söz konusu belgelerin, 2001 yılında ortalıkta dolaşan belgeler olduğunu kaydetti.

Duruşmada söz alan tutuklu sanık Mehmet Demirtaş, tahliye talebinde bulundu.

Tutuklu sanıklardan Kemal Kerinçsiz de yasalara ve usule aykırı el konulan bilgisayar kayıtları ve CD'lerin mahkemece değerlendirilmemesini istedi.

Tutuksuz sanıklardan eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Yalçın Alemdaroğlu da gözaltına alınırken el konulan harddiskinin kendisine verilmesini talep etti.

Tutuklu sanıklardan emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin'in avukatı Engin Çelik Kadıgil ise müvekkilinin tutuklu kalması için bir neden olmadığını ifade ederek, tahliyesini istedi.

-Savcının görüşü

Mahkeme heyetince söz verilen Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, bilgisayar kayıtları ve CD'lerin yasalara uygun olarak alındığını, Kerinçsiz'in, bunların mahkemece değerlendirilmemesi yönündeki isteminin reddini talep etti.

Perinçek'in taleplerini ise "delil toplama" olarak kabul eden savcı Pekgüzel, Perinçek'in bahsettiği yazıların ilgili yerlerden istenmesi talebinde bulundu.

Pekgüzel, bugünkü duruşmada savcılarla ilgili beyanları nedeniyle avukat Özbay Demirel ile sanık Behiç Gürcihan hakkında yasal işlem yapılmasını talep etti.

Avukat Vural Ergül'ün, Tuncay Güney'in 3 farklı isimle Türkiye'ye giriş çıkışının bulunup bulunmadığı, Güney'in MİT'de görevli olup olmadığı ve Emekli Sandığı'ndan para alıp almadığı yönündeki talebini de değerlendiren savcı Pekgüzel, Güney'in, bu dava kapsamında sanık olmaması ve devam eden başka bir soruşturmada "şüpheli" olarak yer alması dolayısıyla bu istemlerin reddini talep etti.
aktifhaber

Türkan Saylan'ın Cinsel Hayatı

20 Kasım 2008
Ergenekon Davası'nın bugünkü duruşmasına çapraz sorgularla devam edildi. Türkan Saylan'ın cinsel hayatına ilişkin mailler duruşma salonunu gerdi..

Ergenekon davasında savunmasını yapan tutuklu sanıklardan Gazi Güder’e duruşma savcısı Pekgüzel, Türkan Saylan’ın cinsel hayatına ilişkin mailleri “Kuddusi Okkır’a neden gönderdiniz?” diye sordu.

Ergenekon davasının 16’ncı duruşmasında sözlü savunmasını yapan 6’ncı tutuklu sanık Gazi Güder, sözlü savunmasının ardından çapraz savunmaya alındı. Güder’e duruşma savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan Saylan’ın cinsel hayatına ilişkin mailleri, cezaevindeyken hayatını kaybeden Kuddusi Okkır’a neden gönderdiğini sordu. Bu soruya Güder’in avukatı Özbay Demirel itiraz ederek, “İnsanlar kendilerine gelen her maili okur mu?” dedi.

Güder, Saylan’a ait bilgilerin yer aldığı mailin kendisine Ergenekon sanıklarından Ayşe Asuman Özdemir’e gönderdiğini ve mailde Saylan’ın tatildeki cinsel hayatına ilişkin bir ifadenin de yer aldığını söyledi. Savcı Pekgüzel bunun üzerine “Size gelen her maili Asuman hanıma gönderir misiniz?” diye sordu.

Savcı Pekgüzel, Güder’e "Ağabeyler Operasyonu'yla ilgili Asuman hanımın gönderdiği mailleri başkalarına neden gönderdiğini" de sordu. Güder, bu mailleri göndermekte herhangi bir amacının olmadığını ve kendisine gelen pek çok maili de okumadığını söyledi. Savcı Pekgüzel, “Doğruluğunu teyit etmediğiniz mailleri neden forwardlıyorsunuz?” sorusunu yöneltti. Güder, bunda herhangi bir kastının olmadığını vurguladı.

Savcı Pekgüzel, Ergenekon sanıklarından Halil Behiç Gürcihan’ı tanıyıp tanımadığını da Güder’e sordu. Güder, tanışıklığının olmadığını ve internet sitesinden tanıdığını söyledi.
Savcı Pekgüzel, Güder’e “Kadınlara yönelik master planı” ve “Ayrık otu” projelerinin bulunduğunu ve “Kuvayı Milliye” olarak kadınların teşkilatlanmasından söz eden dokümanların bilgisayarında ele geçirildiğini ve bunların ne anlama geldiğini sordu. Güder, Ayrık Otu gibi bir proje görmediğini, bir çoğunu ciddiye almadığını, "lay lay lom" okuduğunu söyledi.

Duruşma savcılarından Nihat Taşkın, Güder’e Kuddusi Okkır’dan hangi konularda danışmanlık aldığını ve ücret ödeyip ödemediğini sordu. KOSGEB projeleri konusunda danışmanlık aldığını ve ücret ödediğini söyleyerek, dokümanları sunabileceğini kaydetti.
Savcı Taşkın Güder’e “Tanımadığınız kişiler kısaltılmış adlarıyla size neden mail gönderiyor. Maillerin içeriğinden konuyla ilişkili olduğunuz anlaşılıyor?” diye sordu. Güder bu soruya tepki göstererek, “Birine ‘bana mail göndermeyi kes’ mi diyeceğim” dedi. Savcı Taşkın, Güder’e gönderilen maillerde Zekeriya Öztürk ve Muzaffer Tekin’in Danıştay saldırısından söz edildiğini, bu kişilerin isimlerinin kısaltıldığını belirterek, “İlişkisi olmayan birine bu mailler gönderilebilir mi?” diye sordu. Güder, “Bana lüzumsuz dedikodu, sohbet babında çok sayıda mail gelmiştir. Bu mailleri Kuddisi Okkır’a göndermemin özel bir nedeni yok. İstihbarat toplasak, 3-5 maille mi olur? bunu anlamakta zorlanıyorum." yanıtını verdi.

-"ASUMAN ÖZDEMİR YALAN MI SÖYLÜYOR?"-

Tutuklu sanıklardan Kemal Kerinçsiz, Güder’e Ergenekon sanıklarından Asuman Özdemir’in kişiliğinin nasıl olduğunu sordu. Güder de, “Sert ve konuşmayı seven bir kişiliği var. Hükümeti kastetmiyorum, sert eleştirilerde bulunduğu yazılar yazıyor. Ama genelde çok konuşan insanın ekleme yapmadan konuşması da beklenemez” diye yanıt verdi. Güder’in avukatı Demirel, “Ben de size mail atarım. Filtreleme şansımız yok. Mail adresinizi bilen herkes size mail gönderebilir. Ben Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a 'merhaba' diye bir mail gönderebilirim. Bu da mı suç?” diye konuştu. Tutuklu sanıklardan Muzaffer Tekin de, Güder’e “Bir konuşmasında Kuddisi’ye, ‘benimle tanıştırmak istemiş’ beni bu adamla mı tanıştıracaksın, dedin mi” diye sordu. Güder, “İsmi olaylara karışmış insanlarla mı tanıştırmak istiyorsun anlamında bu konuşmayı yaptım” yanıtını verdi. Güder, kendisine Asuman Özdemir’in gönderdiği hiçbir maile yanıt vermediğini ekledi.

Güder’in çapraz sorgusunun ardından Halil Behiç Gürcihan’ın sorgusuna başlandı.
aktifhaber

DOĞAN ERGENEKON'UN NERESİNDE

12 Kasım 2008 07:26
Ergenekon Davası'nda gelip dayandığımız nokta tam da burası...

Şamil Tayyar/Star

Aydın Doğan Ergenekon’dan nasıl sıyırdı?

Ergenekon’un kara kutusu olarak görülen Tuncay Güney’in 2001 yılında tutuklandığında emniyete verdiği ifadelerin bir bölümü kayıp. Güney de katıldığı 32. Programı’nda bu iddiayı teyit etti.

Haliyle cevabı merak edilen soru şu: O kayıp bölümde ne vardı?

İşçi Partisi yöneticileri ve kimi Ergenekon sanıkları, kayıp bölümde Fethullah Gülen’le ilgili iddialar olduğunu öne sürdü.

Bu tez tutmadı.

Sonra ‘Ethem Sancak’ ismini ortaya attılar. Ergenekon sanığı Adnan Akfırat, kayıp bölümde Ethem Sancak’la ilgili iddialar olduğunu gündeme getirdi.

Doğan Grubu’na ait gazeteler, bu iddiaya balıklamasına atladı.

Öyle ya, Ethem Sancak, Ergenekon ve karanlık ilişkilerin üzerine giden star Gazetesi ve Kanal 24’ün patronuydu. Ayrıca, bu yayın kuruluşları, Aydın Doğan ve bazı şirketlerinin akçalı mevzuunun haber değeri görüldüğünde yer verildiği platformdu.

O ana kadar Ergenekon’u sulandırmaya çalışan ve vahim iddiaları görmezlikten gelen Doğan Grubu gazeteleri, laf Ethem Sancak’a dönünce Tuncay Güney’in de erdemini fark ettiler. Düne kadar Güney’e söylemediklerini bırakmayanlar, bu şahsın Ethem Bey’le ilgili iddialarına yer ayırmaya başladılar.

Ethem Bey, benim patronum. Hakkında yazacaklarım ‘subjektif’ görülebilir. O nedenle Tuncay Güney’in Ethem Sancak’la ilgili iddialarına değinmeyeceğim. Kaldı ki, kendisi bu konuda savcılara ifade vermiştir.

star çalışanı olarak beni ilgilendiren tarafı, bu konuda baskı yapıp yapmadığıdır. İfadesi 391 numaralı ek klasörde yer alan Ethem Bey, orada şöyle diyor: ‘Benim kanalımda ve yayın organında sürekli Ergenekon üzerine gidilen yayınlar yapılmaktadır. Bu tür yardımlar yapmış biri olsam yayın yaptırmam.’

Evet, ‘Operasyon Ergenekon’ ve ‘Gölge İktidar’ kitaplarının yazarı, bu konudaki sayısız makalenin sahibi olarak Ethem Bey’in bu iddiasının somut göstergesi benim. Şahsıma en ufak baskı olmamıştır.

Eğer baskı olursa, burada bir gün dahi durmayacağımı herkes bilmelidir.

İşte o sorular

Neyse, patron-çalışan ilişkisini bir tarafa bırakalım. Tuncay Güney’in Ethem Sancak’la ilgili ifadelerine balıklama atlayan Doğan Grubu gazetelerine diyorum ki, ‘Ben yanılmışım, siz doğru yoldasınız!’

Sizin yolunuzda ilerleyelim. Tuncay Güney’in şu ifadelerine birlikte göz atalım: ‘Susurluk olayından sonra Radikal’de çıkan ‘Nerede faili meçhul orada Veli Küçük’ şeklinde atılan manşet üzerine Veli Küçük, Doğu Perinçek’e ‘Git Aydın Doğan’la görüş’ dedi.’

Soru 1: Aydın Doğan, Susurluk sürecinde Veli Küçük’ün talimatıyla kapısını çalan Doğu Perinçek’le Radikal’deki manşeti görüştü mü?

Devam edelim: ‘Perinçek bunun üzerine Doğan’la görüştü. Doğan, ‘Milliyet Gazetesi’nde artık bu tür haberler yapılmayacak, Radikal’i de damadıma söylerim’ diye cevap verdi.’

Soru 2: Aydın Bey, Perinçek’le görüşmesinde Susurluk sözü verdi mi?

Bıkmak yok: ‘Doğan ayrıca Perinçek’e ‘Veli Paşa’ya söyleyin Hürriyet Gazetesi her ne kadar bende görünse de benim değil Koç’undur’ dedi.’

Soru 3: Hürriyet’in gerçek sahibi Koç mu?

Cevabınızı çok merak etmiyorum, çünkü ‘yalan’ diyeceksiniz. Ama ben, bu iddialarla ilgili bilgi sahibi olmadığım için ‘yalan’ ya da ‘doğru’ diyemem.

Doğan’ın ifadesi neden alınmadı?

Soruşturmayı yürüten savcıların da kafası karışık olmalı ki, iddianın taraflarından biri olan Perinçek’i gözaltına aldıklarında sormuşlar: ‘Veli Küçük’ün talimatı ile Aydın Doğan’la görüştünüz mü? Görüştüyseniz neler konuştunuz?’

Bize inanmayan, Aydınlık Dergisi’nin 27 Nisan 2008 tarihli nüshasına bakabilir. Yukarıdaki tüm diyaloglar ve Tuncay Güney’in ifadeleri, orada yazılıdır.

Doğan Grubu gazeteleri, Tuncay Güney’e atfen ‘Neden Ethem Sancak iddianamede yok?’ diye soruyorlar ya, isterim ki, devamını getirsinler. Desinler ki: ‘Neden Aydın Doğan iddianamede yok? Mesela sanık olarak...’

Bir soru daha ilave etsinler: ‘Savcılar, Tuncay Güney’in iddiaları üzerine Ethem Sancak’ın ifadesine başvururken Aydın Doğan’ın ifadesi için zahmette bile bulunmadılar, neden?’

Perinçek’e Küçük’ün talimat verip vermediğini sorarken Doğan’ın kapısını çalmak gerekmez miydi? Aydın Bey’e ‘Perinçek, Küçük’ten size herhangi bir talep getirdi mi getirmedi mi?’ diye sormak caiz değil miydi?

Ama olmadı. Soruşturmayı yürüten savcı Zekeriya Öz’den şu sorulara cevap vermesini bekliyorum:

1-Tuncay Güney’in iddiaları üzerine Ethem Sancak’ın bilgisine başvururken aynı ifadelerde adı geçen Aydın Doğan’ı neden çağırmadınız?

2- Aydın Doğan’ın ifadeye çağrılmaması için size herhangi bir baskı yapıldı mı?

3-Ek iddianamede Aydın Doğan’a yer vermeyi düşünüyor musunuz?

Perinçek, Doğan’ı bu pragrafla teslim aldı

Bir küçük sorum da Adnan Akfırat’a: ‘Acaba, Tuncay Güney’in Aydın Doğan’la ilgili iddialarını da gündeme getirmeyi düşünüyor musunuz?’

Sanmıyorum.

Çünkü; 27 Nisan 2008 tarihli Aydınlık Dergisi’ne kapak yaptığınız ‘Aydın Doğan Ergenekon’a nasıl teslim alındı’ haberiyle cevap verdiniz.

Derginin yorumu aynen şöyle: ‘Acaba Aydın Doğan medyasının yöneticileri, kıdemli yazar ve yorumcuları, çalışanları için sorulan soru mu, yoksa verilen cevap mı gerçeğe ya da mantığa uygun görünüyor. Sanırım ‘soru gerçeğe veya mantığa uygun görünüyor’ diyen çıkmayacak. Niçin? Aydın Doğan onların patronu olduğu için mi?.. İddialar Aydın Doğan için inandırıcı bulunmuyor ise suçlanan başkası olunca nasıl oluyor da gazetelerin manşetlerinde... yer bulabiliyor.’

Verilmek istenen mesaj açıktı: Aydın Bey sen de soruşturmanın içindesin. Bize sahip çıkmazsan yanabilirsin!

Sonunda başardılar.

Ama bizi teslim alamayacaklar.

Aydın Doğan ve 1 Numara
12 Kasım 2008 11:02

Ergenekon İddianamesi'nde 1 Numara'nın adı 17 defa, Aydın Doğan'ın adı 92 defa geçiyor. Kayıtlarda ise inanılmaz diyaloglar var..

Ergenekon iddianamesinde ‘yönetici’ olarak gösterilen ‘1 Numara’nın adı 17 kez geçerken, Aydın Doğan adı 92 kez kullanılıyor. Birçok önemli bağlantı ve konuşmada Doğan adı var.

Ergenekon kayıtlarında inanılmaz diyaloglar

İddianameye giren Ergenekon sanıklarına ait telefon dinleme tutanraklarında Aydın Doğan ile Ergenekon terör örgütü yöneticilerinin ilişkileri de gözler önüne serildi. Konuşmalarda Radikal gazetesinde Veli Küçük hakkında ‘Nerede Faili Meçhul Orada Veli Küçük’ başlığıyla çıkan haberden sonra Küçük’ün ‘Doğu Perinçek gitsin Aydın Doğan ile görüşsün’ dediği, Perinçek’in Aydın Doğan ile bu konuda görüştüğü anlatılıyor. Aydın Doğan da ‘Veli Paşa’ya söyleyin Hürriyet her ne kadar bende görünse de Hürriyet Gazetesi benim değil Koç’un’ diye mesaj gönderdiği ayrıntılarıyla anlatılıyor.

Veli Küçük anlatıyor

Aydın Doğan görevini yapıyor

Aydın Doğan’ın Ergenekon terör örgütü yöneticilerinden Veli Küçük ile ilişkisini ortaya koyan telefon kayıtları iddianameye girdi. Veli Küçük, bir telefon görüşmesinde Aydın Doğan’dan kukla olarak bahseden ergenekon zanlısına ‘Hayır hayır o kukla değil, görevini yapıyor’ diyor. 8 Ocak 2008 günü Veli Küçük ile Vedat Yenerer arasında gerçekleşen görüşmede Vedet Yenerer’in ‘Aydın Doğan bunlara hizmet ediyor olamaz bu kadar yani bu kadar olamaz yani Aydın Doğan Kukla gibi ya kukla bütün gazeteleri ve televizyonları ... vaziyette’ dediği bunun üzerine Veli Küçük’ün ‘Hayır hayır kukla hayır kukla değil o da görevini yapıyor’ dediği tespit edildi. Bunun üzerine Vedat Yenerer’in ‘Yani hayır hiç bir gücü filan yok onun yani o kadar güçsüz ki onlann karşısında onu anlıyoruz yani’ dediği, Küçük’ün de ‘O da görevini yapıyor Onun görevi de öyle bir şey ya maalesef’ ifadelerini kullandığına dair telefon kayıtlar iddianamede yer aldı.

Doğu Perinçek anlatıyor

Doğan bizim tarafa geçti

İddianameye giren Doğu Perinçek ile Bedri isimli şahıs arasında 5 Şubat 2008 günü saat 16.27’de yapılan telefon görüşmesinde ise iddianamede savcılarca şu şekilde yer verildi: ‘...İlerleyen görüşmede kendisinin ‘Baksana Ertuğrul Özkök bey bizim tarafa geçti’, ‘Aydın Doğanlar bizim tarafa geçti’ dediği, Bedri’nin ‘Evet abi TÜSİAD abi TÜSİAD bu tarafa geçti yani’ dediği tespit edilmiştir.

Değişime övgü yağdırmıştı

Kendisi değişebilen insanlar dünyayı da değiştirebilir

Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, 23 Şubat 2006’da ‘Maocular en çok ne olur’ başlıklı yazısında, Doğan Grubu’na bağlı Ekonomist dergisince Hedef Alliance Başkanı olarak ‘Yılın Girişimcisi’ seçilen Ethem Sancak’ı anlatmıştı. 70’lerden bir ‘arkadaş grubu’ndan söz eden Özkök, çoğunun Doğan Yayın Holding’de üst düzey yönetici veya usta gazetecilerden oluştuğunu vurgularken, ‘bir isimle yakın zamanda tanıştığını’ belirterek, ‘Yılın Girişimcisi’ ödülü alan Ethem Sancak’ı şöyle tanıtmıştı: ‘Ethem Sancak’ın patronu olduğu Hedef Alliance, Türkiye’de ilaç dağıtımının yüzde 40’ını kontrol ediyor. Son bir yıl içinde Ethem Sancak’la Anadolu’da bazı şehirleri birlikte gezdik. Uzun sohbetler yaptık.

Bana göre içindeki ‘devrimci’ aynı heyecanıyla yaşıyor. Ülkesinin sosyal sorunlarına hala aynı ölçüde hassas. Törende ben de bir konuşma yaptım. Konuşurken gözüm bir ara Ethem Sancak’a takıldı. Orada bir daha anladım ki, bu dünyayı, ancak kendisi de değişebilen insanlar değiştirebilir.’
aktifhaber

9 Nolu Gizli Tanığın İfadeleri
12 Kasım 2008 14:02

Ergenekon davasının 9 numaralı gizli tanığı Danıştay Baskını'yla ilgili çok çarpıcı ifadeler verdi. İşte 9 Numaranın ağzından Danıştay ve Cumhuriyet baskınları..

Ergenekon’un kilit ifadesi: Cumhuriyet’e attığımız bombaları Oktay Yıldırım’dan aldık. Vaadedilen para için Alparslan’la Ankara’ya gittik. Arslan, Danıştay’ı tek başına bastı. Davanın ancak dokuzuncu duruşmasında avukatlara dağıtılan 9 numaralı gizli tanığın ifadesinde Cumhuriyet ve Danıştay saldırılarının ayrıntıları var.

İfadeden: Arslan “Cumhuriyet’le ilgili konuşalım” dedi. Muzaffer Tekin ve Oktay Yıldırım da vardı. Yıldırım bana iki, Arslan’a da bir adet bomba verdi. “Tekin bize 500 bin dolar verecekti. Para için Ankara’ya gittik. Arslan ‘Benim Danıştay’la bir işim var’ diyordu. Saldırıyı televizyondan gördüm”

Avukatlara verilen 137 sayfalık gizli tanığın anlatımları, Danıştay baskınıyla ilgili bilinmeyen önemli bilgileri içeriyor. Gizli tanık ifadesinde, Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik bombalı saldırıyı gerçekleştiren ve azmettiren ekip ile Danıştay’a yönelik olayın ‘kahraman’larının aynı olduğunu söyledi.

BOMBAYI YILDIRIM VERDİ • Gizli tanık, Alparslan Arslan’ın kendisine “Cumhuriyet Gazetesi ile sorunum var. Gel görüşelim” dediğini, Bahçeşehir ve Ataşehir’de görüştüklerini, toplantıda Muzaffer Tekin, Oktay Yıldırım ve başka kişilerin de bulunduğunu söyledi. İfadesinde gizli tanık, Yıldırım tarafından iki bombanın kendisine, üçüncüsünün de Arslan’a verildiğini söyledi.

500 BİN DOLAR VERİLECEKTİ • Cumhuriyet Gazetesi’nin bombalanması için kendisine Muzaffer Tekin tarafından 500 bin dolar verileceğini söyleyen gizli tanık işi kendisinin yapmadığını ama İsmail, Erhan ve Tekin adlı üç kişiyi bu iş için bulduğunu söyledi. İki bombanın da pimi çekilmediği için patlamadığını, bombalarla birlikte başörtüsü de atıldığını söyleyen gizli tanık, Cumhuriyet’e yönelik iki bombalama olayının gece yapıldığını, Arslan’ın üçüncü bombada da ısrar etmesi sonucu bu işten uzak durduğunu, üçüncü bombanın ise Arslan tarafından gündüz atıldığını ifade etti.

DANIŞTAY’DA MESELEM VAR • Gizli tanık iki görevli ve savcı eşliğinde verdiği gizli ifadede Danıştay saldırısında kendisine vaat edilen 500 bin dolarla ilgili Arslan’ın “Ankara’ya gideceğim, Danıştay’da bir meselem var. Gidelim Ankara’da konuşalım. Orada paranızı veririm” dediğini, kendisinin uzun zaman Ankara’ya gitmediğini ve daha önce öldürdüğü ablasının çocuklarını görmek hem de parasını almak için Ankara’ya gittiğini belirtti.

ANKARA’YA BİRLİKTE GİTTİK • Arslan’ın arabasıyla dört kişi, Ankara’ya gittiklerini söyleyen gizli tanık Ulus’ta Sevgi Oteli’nde kaldıklarını ve Arslan’la aynı odada yattıklarını anlattı. Kendisinin Arslan’a sürekli parayı sorduklarını ancak onun “Bir görüşmem var, para işini de çözerim” dediğini, gece saat 24.00 civarında Arslan’ın otelden ayrıldığını, kendisine “Ülkü Ocakları’ndan etkin bir arkadaşla görüşeceğim” dediğini anlattı. Gizli tanık, otele kayıt yaparken Cumhuriyet’in bombalanması olayından dolayı tedirgin olduğunu ancak Arslan’ın “İstersen emniyete gidelim tespit mespit olmamıştır” dediğini anlattı. Ertesi gece Arslan’ın “Ben yarın para sorununu çözeceğim” dediğini, kendisinin de Arslan’a “Danıştay meselesi nedir, anlat” dediğini, Arslan’ın da çantasından gazete kupüründeki resimleri çıkarıp göstererek “Benim işim bu şahıslarla” dediğini anlattı. “Bu talimatı Veli Küçük ile Muzaffer Tekin mi verdi” diye sorduğunu, ancak Arslan’ın buna cevap vermediğini söyledi.

BU İŞİ BİTİR TALİMATI • Daha sonra birlikte Ankara’ya geldikleri Erhan’dan öğrendiğine göre Arslan’ın “Beni üç- beş gün sonra çıkartacaklar” şeklinde konuştuğunu iddia eden gizli tanığa göre Alparslan’a gelen bir telefonda “Bu işi bitir, bitiremiyorsan avukatlığı bırak” demiş. Gizli tanık, Arslan’ın kendisine gazete kupürünü gösterdikten sonra uyuduğunu ve sabah saat 11.00 gibi uyandığını, ancak Arslan’ın hangi saatte otelden ayrıldığını bilmediğini, kahvaltı ettiği esnada TV’de Arslan’ın Danıştay saldırısını gerçekleştirdiğini gördüğünü ve telaşlandığını söyledi. Erhan ve İsmail’i otogardan İstanbul’a gönderdiğini anlatan gizli tanık, Sinan isimli bir avukatla buluştuktan sonra rahatsız olan kız kardeşini görmek için Nevşehir’e gittiğini ve onun evinde yakalandığını anlattı.

İKİNCİ 28 ŞUBAT OLACAKTI • Gizli tanık, Alparslan Arslan’ı azmettiren kişilerin Veli Küçük, Muzaffer Tekin ve Alparslan Türkeş’in eski koruması Ziya Arpacık olduğunu, Atabeyler çetesinin de bir hafta sonra ortaya çıktığını iddia etti. Başbakan’a Atabeyler tarafından yapılacak suikastın başarılı olması durumunda emekli askerlerin öncülüğünde ikinci bir 28 Şubat yaşanacağını da sözlerine ekledi. Gizli tanık, Alparslan Arslan’ı azmettirenleri söylemek için mahkemeye dilekçe verdiğini ancak mahkeme heyetinin bunu kendisine sormadığını anlattı.

GİZLİ TANIKLAR ARTIK DEVLET KORUMASINDA • Tanık Koruma Yönetmeliği, Ergenekon davasında gizli tanıkların dinlenmesine ramak kala çıktı. Tanık Koruma Kanunu’ndan yaklaşık 11 ay sonra yürürlüğe giren yönetmelik, kod adı verilecek gizli tanıkların özel bölmelerde ya da makyaj ve maskeyle yüzlerini gizleyerek duruşma salonunda ifade vermelerine olanak sağlıyor.

TERÖR VE ÇETE SUÇU • TBMM’de 27 Aralık 2007’de kabul edilen Tanık Koruma Kanunu’na işlerlik kazandıracak Cumhuriyet Başsavcılık ve Mahkemelerce Alınacak Tanık Koruma Tedbirlerine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik, Resmi Gazete’de yayınlandı. Yönetmeliğe göre; terör ve çete suçları ile ağırlaştırılmış müebbet, müebbet ve en az yıl ve üzeri hapis cezası gerektiren suçlarda tanıklık yapacak olanlar tanık koruma programından yararlanabilecek.

KOD İSİM VE ÖZEL BÖLME • Tanık koruma programına alınanların kimlik ve adres bilgileri kayda alınarak gizlenecek. Gizli tanıklara kod isim verilecek. Tanıklara yapılacak tebligatlar için ayrı bir adres belirlenecek. Gizli tanıklar, duruşma salonunda makyaj, maske, özel kabin veya benzeri yöntemlerden yararlanılarak ses ve dış görünüş bakımından tanınmasını ya da görülmesini engelleyecek şekilde de dinlenebilecek.

SÜPER KORUMA • Gizli tanıklar, gerektiğinde her türlü teknik cihaz ve donanımla 24 saat esasına göre kesintisiz olarak her türlü tehlikeden korunacak. Tanıklara, tehlikenin boyutuna göre yakın koruma, konutta koruma, işyerinde koruma, motorize veya yaya koruma ile çağrılı koruma verilecek. Bir davada gizli tanıklık yapan tutuklu ve hükümlüler, durumlarına uygun bir cezaevine nakledilecek.

Haber: Nevzat Çiçek/Taraf Gazetesi

Ergenekon Düğün Dayanışması
04 Ocak 2009 07:50

Ergenekon'un tutuklu sanığı Sami Hoştan, bir gazetenin genel yayın yönetmeninin düğün masraflarını ödediğini söyledi. O yayın yönetmeni kim mi...

Ergenekon davasına yılbaşı tatili nedeniyle verilen ara yarın bitiyor. Doç. Dr. Emin Gürses'in çapraz sorgusunun ardından salı günü İşçi Partililerin savunması alınacak. Duruşmalarda sanık ifadeleri ise ilginç tartışmalara yol açıyor.

Sanık Sami Hoştan, geçen haftaki çapraz sorguda, Tercüman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi'nin düğün masraflarını karşıladığını ileri sürmüştü. Büyükçelebi, soruşturma kapsamında gözaltına alınmış ancak tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Zaman'ın sorularını cevaplayan Büyükçelebi, iddialara tepki gösterdi: "Sami Hoştan, Yeşilyurt'ta bir dönem iki apartman ileride komşumdu. Oradan tanırım. Sadece merhabam var."

Ergenekon terör örgütü operasyonu kapsamında gözaltına alınan isimlerden biri de Tercüman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi'ydi. Savcılık sorgusunun ardından 'Ergenekon terör örgütüne üye olmak' suçlamasıyla çıkarıldığı mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Büyükçelebi'nin ismi Ergenekon davasının 25 Aralık'ta görülen 32. duruşmasında yeniden gündeme geldi. Sanık kürsüsünde bulunan Susurluk hükümlüsü Sami Hoştan, çapraz sorgusu sırasında Büyükçelebi'nin düğün masraflarını karşıladığını öne sürdü. İlişkinin ipuçları Ergenekon iddianamesinde de yer alıyor. Büyükçelebi'ye verildiği iddia edilen para, Hoştan'ın Sözcü Gazetesi yazarı Mehmet Şehirli ile 16 Kasım 2007'de yaptığı telefon görüşmesinde de geçiyor.

Hoştan, muhatabına, "Bundan aldık mı biz o verdiğimiz parayı?" diyor. Şehirli ise almadığını anlatıyor. Büyükçelebi, bugüne kadar 3 kez evlilik masasına oturdu. İddiaya konu olan ikinci evliliğini Rahmi Turan yönetimindeki Gözcü Gazetesi'ndeki çalışma arkadaşı editör Burcu Örnek ile 17 Haziran 2001 tarihinde gerçekleştirdi.

Düğünde şahitlikleri CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır yaptı. Nikahı da Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül kıydı. Zaman'ın sorularını cevaplayan Ufuk Büyükçelebi, Hoştan'ın iddialarını yalanladı: "Ben Hürriyet grubunda çalışırken Mehmet Şehirli zaman zaman gazeteye gelir giderdi. Samimiyetim yoktu. Sami Hoştan, iki apartman ileride komşumdu. Sadece merhabam var. Bazen gazetede Mehmet Şehirli'nin yanına uğrardı. Şehirli de o dönemde gazetede çalışıyordu. Ancak düğün masraflarının karşılanması mümkün değil. Şaka gibi."

(Zaman)


En son Ekim tarafından Pzr Oca 04, 2009 8:59 pm tarihinde değiştirildi, toplam 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pts Ksm 24, 2008 6:47 pm    Mesaj konusu: Ergenekon'da Son Durum Alıntıyla Cevap Gönder

25 Kasım 2008
Ali Bayramoğlu/Yenişafak

Ergenekon'un “askeri derinliği” ve infazlar...

İlk tanışmamız Susurluk kazasının sonrasına denk gelmişti. O günlerde verdiği ifadelerle karanlığın önemli bir kısmının ortaya çıkmasını sağlamıştı.

Bir ara anılarını yazmaya karar verdi. Ama o anılar ya bitmedi ya da o yayınlanmasını erken buldu.

Zaman zaman buluşurduk, sohbet ederdik. O günlerde bana yazılmamak kaydıyla anlattıkları anılarında yer alır mıydı bilmiyorum, ama anlatılanları, Okay Gönensin'e aktardığımda -bunları unut, kimseye de anlatma- dedirtecek kadar dudak uçuklatacak cinstendi…

Altını çizdiği özellikle JİTEM'di…

Cem Ersever'in infaz kararını kimlerin verdiği, nasıl infaz edildiği, Ersever'le yakın ilişkisi bulunan bir itirafcının emniyet müdürlüğünde nasıl koruma altına alınarak infazdan kurtarıldığı, Ersever'in şehirlerde eylem yapmadan, örneğin belli yerlere bomba atmadan önce emniyetten o yerdeki istihbaratçıların geri çekilmesini talep etmesi, anlattıklarından aklıma en çok yer edenler olmuş…

Binbaşı Cem Ersever'in JİTEM'deki komutanları Arif Doğan ve Veli Küçük bugün Ergenekon davasında yargılanıyorlar…

Ergenekon'un ucu Susurluk'a her geçen gün biraz daha uzanıyor…

Dahası Ergenekon davası Susurluk davalarının yapmadığına, yapamadığına soyunuyor. Eylemlerin ve çetelerin askeri kanadına el uzatıyor…

Gerçekte değmeye çalıştığı bu kanadın kuşattığı "gerçek ve zihniyet"tir…

1997'de ordunun düzenlediği bir gezide "Gürvil tepesi"nde askeri bir birlikte karşılaştığımız, "Diyarbakır'a gitmekten çekinirim, orada Cem Ersever'le JİTEM'de çalıştım" diyen, "Susurluk'u orduya bulaştırmaya çalışan vatan hainidir" sözlerinin sahibi general Özkasnak'ın yüzünün kızarmasına neden olan itirafçının işaret ettiği "gerçek ve zihniyet"…

Susurluk ve Ergenekon'un "askeri derinliği" sadece dışa dönük infaz ve eylemlerden oluşmuyor.

Eylemler içeriye de dönüktü.

Cem Ersever böyle öldürüldü. Orgeneral Eşref Bitlis'in ölümü hala bir muamma. Tuğgeneral Bahtiyar Aydın ölümü tartışmalı. Albay Rıdvan Özden ise bir kaç suikast atlattıktan sonra 1995'te iki koruması ile birlikte öldürüldü. Dönemin Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nu Kıbrıs'ta ıska geçen kurşunu hiç saymayalım…

Susurluk davası bunlara ve JİTEM'e el atamadığı, askeri kanada ulaşmadığı için ortada kaldı…

Ergenekon'un önündeki temel meselelerden birisi "asker infazları meselesi"dir…

Bu infazlar, derin devlet yapılanmasında ve eylemlerinde, resmi politikaların aldığı yönde, gerek emir veren gerek emir alanlar açısından üstü örtülü operasyonların devlet içi yansımalarında anahtar rol oynuyorlar…

Dün gazetelerde yer alan bir haber Ergenekon savcısının Rıdvan Özden'in eşi Tomris Özden'i dinlediğini vurguluyordu.

Tomris Özden'in şu sözlerini siz değerlendirin:

"Bir PKK itirafçısı, eşimin JİTEM tarafından öldürüldüğünü açıkladı. Yanında askerlik yapan erlerden biri de çatışmada ölmediğini söyledi. Eşimin ölümüyle ilgili belgeleri Tuncay Güney ve Ümit Oğuztan benden 1996'da haber yapacağız diye aldılar. Sonra ne haber yaptılar ne de ilgilendiler. Tuncay Güney, benim yanımda Veli Küçük'le de telefonla görüştü. Ona da bilgiler verip 'ilgileniyoruz' dedi…

Ergenekon mu? Susurluk mu?

Her neyse! Yaranın merkezi orada duruyor…



DERİN ASKER İNFAZLARININ LİSTESİ

Ergenekon şüphelisi subay suikastleri

Ergenekon davası, birçok faili meçhul cinayetin ve mağdurunun da gün yüzüne çıkmasında etkili oluyor. Tomris Özden'in eşinin ölümü üzerindeki şüphelerle ilgili olarak Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz'le görüşmesi, Albay Rıdvan Özden gibi PKK ya da Dev-Sol öldürdü denilen bazı general ve subayların ölümüyle ilgili şüpheleri tekrar gündeme getirdi. İşte o subaylar ve iddialar:

Tuğgeneral Tuğgeneral Bahtiyar Aydın: 1993’te Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanlığı’na atandı. Aynı yılın 22 Ekim günü Diyarbakır Lice Asayiş Bölük Komutanlığı binası önünde suikasta uğradı. Aydın, Kanas marka keskin nişancı tüfeği ile başından vurulmuştu. Ergenekon kapsamında ifade veren PKK itirafçısı olduğu iddia edilen "gizli tanık Deniz", Aydın'ın PKK tarafından vurulmadığını, Paşayı bir askerin vurduğunu askeri de bir başka askerin öldürüldüğünü iddia etti.

Tümgeneral Memduh Ünlütürk: Ergenekon ismini ilk açıklayan kiyşi olarak gösterilen Ünlütürk, 7 Nisan 1991’de İstanbul-Üsküdar’da evinde üç kişi tarafından öldürüldü. Katillerin aşırı sol terör örgütleri olduğu iddia edildi. Ancak, Ergenekon davasının tutuksuz sanıklarından araştırmacı-yazar Erol Mütercimler, Ergenekon örgütünün adını ilk açıklayan kişinin Ünlütürk olduğunu iddia ediyor.

Tuğgeneral Temel Cingöz: Batman, Mardin, Hakkâri, Elazığ ve Bitlis’te uzun yıllar görev yaptı. Güneydoğu sorununa yaklaşımı sertti. Cingöz, 23 Mayıs 1991 günü Adana Bölge Jandarma Komutanı iken suikasta uğradı. Cinayeti planlayan Adnan Temiz, Dev-Sol örgütüne ihanet ettiği gerekçesi ile cezaevindeyken öldürüldü. Ergenekon soruşturması kapsamında tanık olarak ifadesi alınan Emekli İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu, Cingöz'le aynı yemek masasında Hizbullah Lideri Hüseyin Velioğlu'nu gördüğünü anlattı.

Korgeneral İsmail Selen: Emekli olduktan sonra 23 Mayıs 1991 günü Ankara’da suikasta kurban gitti. OHAL Bölge Komutanlığı görevinde bulunan Selen Paşa, PKK ile mlücadele konusunda dönemin yöneticileriyle ters düştü, görevden alınmak istendi. Emekli olduktan sonra ise suikaste kurban gitti. Paşa'yı PKK ya da herhangi bir sol terör örgütünün katlettiği düşünülüyor. Bu olay kapatıldı.

Oramiral Kemal Kayacan 1974’te Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak emekli oldu. 29 Temmuz 1992’de Göztepe’deki evinde silahlı saldırıya uğradı. Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınıp serbest bırakılan eski asker Erol Mütercimler, Ergenekon'u ilk kez Tümgeneral Memduh Ünlütürk'ten duyduğunu ancak inanmadığını, Oramiral Kemal Kayacan'ın ise kendisine 'ciddiye almamakla salaklık yaparsın' dediğini aktarmıştı. Mütercimler "Kemal Kayacan'ın öldürülme nedeni bana göre Ergenekon konusunda bilgileri yavaş yavaş kamuoyuna açmaya başlamasıdır" demişti.

Gaffar Okan'ı JİTEM öldürdü

JİTEM ve PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan'ı JİTEM'in öldürdüğünü iddia etti. Aygan "Okkan'ı JİTEM öldürdü. Çünkü Okkan, Diyarbakır'a atanmadan önce JİTEM, Diyarbakır'da istediğini yapabiliyordu. Tim Komutanı Zahit Engin istediği gibi davranıyordu. JİTEM'in çalıştığı adamlar vardı lümpen takımından. Bunlar adam öldürüyor ve yaralıyorlardı, Emniyet bunların peşine düşünce JİTEM'e sığınıyorlardı. Abdulkerim Kırca ve Zahit Engin'in Gaffar Okkan'a küfür ettiklerine kaç kere şahit oldum. "Rahat çalışamıyoruz" diyorlardı. Okkan olayı JİTEM'in işiydi" dedi. Aygan Orgeneral Eşref Bitlis, JİTEM kurucularından Ahmet Cem Ersever cinayetlerinin de Ergenekon işi olduğunu iddia etmişti.
aktifhaber

SAVAŞ ÇIKARACAK BELGELER
25 Kasım 2008 08:08
Ergenekon sanığından ülkeler arasında savaş çıkarabilecek belgeler çıktı.

Ergenekon terör örgütü soruşturmasında sanıklardan SESAR Başkanı İsmail Yıldız'ın evinde İran ve Irak askerî istihbaratıyla ilgili 'çok gizli' belgelerin bulunduğu ortaya çıktı.

Savcı Nihat Taşkın, gizli belgelerin açıklanması halinde bu ülkelerle Türkiye arasında savaş çıkabileceğini belirtti. Savcı Taşkın, çapraz sorguda Yıldız'a "Bu belgeler sende ne arıyor?" diye sordu. Gizli belgeleri varlığını inkâr eden Yıldız, firarî sanıklardan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ü makamında ziyaret ettiğini bildirdi. SESAR Başkanı, ofisinde ele geçirilen milletvekilleriyle ilgili bilgileri AKP'li yetkililerden aldığını savundu. Hastalığı sebebiyle tutuksuz yargılanan Ayşe Asuman Özdemir ise bilgisayarında bulunan fotoğrafların Dağlıca değil Çukurca'ya ait olduğunu söyledi. Özdemir, "Fotoğrafları dostumuz Yarbay Onur gönderdi." dedi.

Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında haklarında dava açılan 45'i tutuklu 86 sanığın yargılandığı davanın 18'inci duruşması dün Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde yapıldı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nce görülen davanın duruşmasına, tutuklu sanık Siyasi Ekonomik Sosyal Araştırmalar ve Strateji Geliştirme Merkezi (SESAR) Başkanı İsmail Yıldız'ın çapraz sorgusuyla başlandı. Yıldız'a ofisinde ayrıca İran ve Irak askerî istihbaratlarına ait çok gizli belgeler bulunduğu ve açıklandığı zaman devletin aleyhine olacak bu belgeleri nereden aldığı sorusu da yöneltildi. Yıldız, belgelerden haberi olmadığını söyledi. Davanın bir diğer savcısı Nihat Taşkın da, Yıldız'ın ofisinde ele geçirilen belgelerin iki devlet arasında savaş nedeni olacak belgeler olduğunu aktararak, "Sizde ne arıyor?" dedi. Ofisinde gizli ibareli belgelerin olmadığını iddia eden Yıldız, ele geçirilen dokümanların 'Akbil' davası ile ilgili soruşturmanın belgeleri olduğunu ileri sürdü. Bürosundan alınan CD'leri ve harddisklerin delil olarak sayılmasını istemediğini aktardı.

Levent Ersöz'le ofisinde görüştük

Duruşma savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, Yıldız'a Ergenekon davası firari sanıklarından emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ü ve Atilla Uğur'u tanıyıp tanımadığını sordu. Yıldız, Ersöz'ün kendisini makamına çağırarak SESAR'ı tanımak istediğini belirttiğini söyledi.

Siroz hastalığı sebebiyle tutuksuz yargılanan Ayşe Asuman Özdemir, Yıldız'ın savunmasının ardından ifade verdi. Savunmasının ardından çapraz sorgu sırasında fenalaşınca, duruşma salonundan çıkarıldı. Savcı Pekgüzel, Özdemir'e bilgisayarında bulunan Dağlıca kırsalına ait kritik askerî bölgelerin fotoğraflarını sordu. Özdemir, "Orası Dağlıca değil Çukurca'dır. Aile dostumuz Yarbay Onur vardır. O çok eski fotoğrafları da Onur (Dirik) yollamıştır." şeklinde cevap verdi. Onur Dirik, 21 Ekim 2007'de teröristlerce gerçekleştirilen Dağlıca baskınında, 12 şehit veren taburun komutanıydı. Dirik, bu olaydan sonra görevden alınmıştı.
aktifhaber

Ergun Poyraz Çapraza Alındı

25 Kasım 2008 16:10

Ergenekon Terör Örgütü'nün kalemi olan ve çok sayıda güdümlü kitap yazan Ergun Poyraz, bugün çapraz sorguda Üzeyir Garih&Erdoğan'ı anlattı.

Ergenekon davasının 19. duruşması bugün yapılıyor. Tutuklu sanıklardan yazar Ergün Poyraz'ın ifadesi tamamlandı.

Poyraz, bir kitap hazırlığı içinde olduğunu belirterek Başbakanın kendisini şikayet etmesinin ardından tutuklandığını söyledi.

Ergün Poyraz'ın ayrıca çok çarpıcı ifadeleri mahkeme salonunda yankılandı. Poyraz, Başbakan Erdoğan'a muhalif olanların ya kazaya kurban gittiğini ya da öldürüldüğü ya da cezaevine konulduğunu öne sürdü

Savunmasında Üzeyir Garih'e de değininen Poyraz, Garih'in Başbakan Erdoğan'a karşı olduğunu, Erbakan ve Türkeş'e yakın bir isim olduğunu söyledi.

Poyraz, "Erdoğan'a karşı olan tek yahudiydi, o yaşasaydı Erdoğan milletvekili olamazdı" dedi. Poyraz'ın ardından söz alan avukatı Hüseyin Buzoğlu, sanıkların tahliye edilmemesinin kovuşturmada siyasi bir gölgeye dönüştüğü yönünde şüphe uyandırdığını söyledi.

Buzoğlu, ayrıcı kendisinde lobi belgesi çıkan kişilerin örgüt yönetici olarak suçlandıklarını hatırlatarak rahatsızlık duyduğu bir konuya açıklık getirmek istediğini belirtti. Müvekkili Ergün Poyraz'ın tutuklanmasının ardından sanıklardan Sevgi Erenerol'un kendisiyle görüşmek istediğini belirten Buzoğlu, "Erenerol bana neden tutuklandığını sordu. Ben de Kendisinden lobi belgesinin çıktığını söyledim ve fotokopisini ona verdim. Yani Erenerol benim kendisine verdiğim belgeden dolayı üst düzey yönetici olduğu gerekçesiyle huzurunuzdadır. Ben de bu belgeyi internette buldum" diye konuştu.

-"BU İDDİALAR BİR SONRAKİ İDDİANAMEDE VAR"-

Poyraz’ın avukatı Hüseyin Buzoğlu, iddianamede yer almayan iddialara ilişkin müvekkiline soru sorulamayacağını belirtince, duruşma savcısı Pekgüzel, bir sonraki iddianamede bunların yer alacağını belirtti. Mahkeme Başkanı Şengün, bunun üzerine savcı Pekgüzel’e, “Savcı bey doğru. Lütfen bu iddianameyle ilgili soru sorun” dedi. Savcı Pekgüzel de bu yanıt üzerine, “Tamam ben soru sormuyorum” diyerek tepki gösterdi.
Duruşma savcılarından Nihat Taşkın, Poyraz’ın eğitim durumunun ne olduğunu sordu. Poyraz, Yıldız Üniversitesi İnşaat Fakültesi ikinci sınıftan terk ve Açık Öğretim Fakültesi üçüncü sınıftan terk olduğunu söyledi. Savcı Taşkın Poyraz’ın askerliğini nerede ve hangi rütbeyle yaptığını da sordu. Poyraz, Girne’de çavuş olarak yaptığını söyledi.

-KİTAP YAZANLARIN ADRESİ POYRAZ-

Poyraz’a çapraz sorguda şu sorular yöneltildi:
“Nihat Taşkın: Hikmet Çiçek’i tanıyor musun, nereden tanıyorsun?
Ergün Poyraz: Bir kez beni ziyarete geldi. Cüneyt Zapsu ile ilgili kitap yazıyordu. Görüştük.
NT: Hikmet Çiçek’ten elde edilen notlarda Jandarma İstihbarattan para aldığınız yazıyor. Jandarma istihbarat elemanı olmak suç değil, buradan para aldığınıza dair elde edilen tutanaklarda imzanız olsaydı kabul eder miydiniz?
Köksal Şengün: Savcı bey bu yorum, soru değil.
NT: Levent Ersöz’ü tanıyor musunuz, ilişkinizin derecesi ne?
EP: Bu konuda, ifademde gerekli açıklamaları yaptım. Söyleyeceğim başka bir şey yok.
NT. Sizde neredeyse arşiv oluşturacak derecede gizli askeri belge elde edildi. Bunları kimden aldınız?
EP: Kimseden gizli belge almadım.

-"NANE LİMON HAKKINDA KİTAP YAZSAM DA HERKESLE GÖRÜŞÜRÜM"-

NT: Kitap yazmayı düşünenlerin size başvurmasını gerekecek bilgiler mi var?
EP: AKP ile ilgili kitap yazacak olsam bu konuda bilgisi olan ve belgesi olan herkesi araştırırım ve görüşürüm. Nane limon hakkında kitap da yazacak olsam bu konuda da herkesle görüşüp bilgi ve belge alırım. Herkes de aynı şeyi düşünür. Ben terör örgütü üyesi olmakla yargılanıyorum. Bana bu konuda soru sorun.
NT: Eren Erol’la nerede ve ne zaman tanıştınız?
EP: Ayasofya Derneği’ne üye oldum. Ayasofya’nın cami olması için ilk kez bir derneğe üye oldum. Allah rızası için bana terör örgütü üyesi olduğumla ilgili soru sorun. Ben de nasıl olduğumu öğrenirim.
Avukat Hasan Gürbüz: Emniyetteki görevliler “Sen şuranın adamı mısın? Bunları söyle seni bırakalım” dedi mi?
EP: Rütbeli bir emniyet yetkilisi, “Genelkurmay istihbaratında mısın, jandarma istihbaratında mısın? Seni davul zurnayla uğurlayalım” dedi. Ben de Atatürk’ün, Mustafa Kemal'in askeri olduğumu söyledim. İkisine de çalışmadığımı belirttim.
Avukat Hüseyin Gökçeaslan: Ergün Poyraz’ın jandarma istihbarattan maaş aldığına dair belgenin İşçi Parti’sinde ele geçirildiği söyleniyor. İP’te böyle bir belge bulunmamıştır. “

-EMİNAĞAOĞLU’NA TERTİP BELGESİ-

Tutuklu sanıklardan Nusret Senem, Poyraz’a AKP hakkında açılan kapatma davasının hazırlığını yapan YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’na bir tertip belgesinin hazırlanıp basına sızdırıldığını, bu tertip belgesinde yapılmayan bir görüşmeden söz edildiğini belirtti.
Poyraz’ın çapraz sorgusu tamamlandı. Mahkeme heyeti tutuklu sanıkların taleplerini dinliyor.
aktifhaber

Ergenekon'da Son Durum
24 Kasım 2008 19:10

Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'ndeki duruşma salonunda görülen Ergenekon davasının bugünkü duruşmasında neler oldu...

"Ergenekon" Davasında mahkeme heyeti, Ayşe Hatun Özdemir'in duruşmalardan vareste tutulmasına karar verdi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti, Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'ndeki duruşma salonunda görülen davanın bugünkü duruşmasında, sanık ve sanık avukatlarının taleplerini aldıktan sonra verilen aranın ardından ara kararları açıkladı.

Mahkeme heyeti, sanıklardan Hikmet Çiçek'in verdiği dilekçedeki bazı isimlerin asker olup olmadığını, haklarında soruşturma yürütülüp yürütülmediğini, o soruşturmanın "Ergenekon" soruşturması kapsamında olup olmadığını, aynı dilekçedeki isimler ve Hikmet Çiçek'ten elde edilen ve dosyada bulunan 'Karargah evleri' dokümanında geçen isimlerle ilgili Genelkurmay Başkanlığına yazı yazılmasına karar verdi.

Halil Behiç Gürcihan'a ait olan 'acıkistihbarat.org' internet sitesi hakkında herhangi bir inceleme yapılıp yapılmadığının MASAK'tan sorulmasını hükme bağlayan mahkeme heyeti, Veli Küçük'ün avukatının talebini kabul ederek, "Ergenekon" isimli dokümanın aslının emanetten alınarak incelemesi amacıyla kendisine iletilmesi kararı aldı.

Mahkeme heyeti, Ergün Poyraz'ın bu oturumda verdiği belge örneklerini ekleyerek Jandarma Genel Komutanlığına yazı yazılmasını, bu belgelerin gerçek olup olmadığının, belgelerde belirtilen tarihlerdeki ödemelerin yapılıp yapılmadığının sorulmasını kararlaştırdı.

Bunun dışında Poyraz'a Jandarma Genel Komutanlığının tüm açık ve örtülü bütçesinden herhangi bir biçimde ödeme yapılıp yapılmadığının sorulmasını hükme bağlayan mahkeme heyeti, iddia makamı ile ilgili Adalet Bakanlığına suç duyurusunda bulunulması taleplerini ise bizzat talep sahipleri tarafından ilgili yerlere yapılabileceğini gerekçesiyle reddetti.

Sanık Kemal Kerinçsiz'in talebini kabul eden mahkeme heyeti, sanıkların emniyetteki ifadelerinin kayda alınıp alınmadığının İstanbul Emniyet Müdürlüğünden öğrenilmesini hükme bağlayarak, "Ergenekon" örgütü ve bu örgütle bağlantılı diğer örgütler hakkında 12 Haziran 2007 tarihinden önce kendilerine herhangi bir suçun intikal edip etmediğinin, bu örgüt tarafından söz konusu tarihten önce işlenmiş herhangi bir suç olup olmadığının Emniyet Genel Müdürlüğünden ve Jandarma Genel Komutanlığından sorulmasına karar verdi.

Mahkeme heyeti, sanıklardan Ayşe Asuman Özdemir'in rahatsızlığı nedeniyle savunmasının yarıda kaldığını, kalan bölümün tamamlanabilmesinin sağlığının düzelmesiyle mümkün olacağından savunmasının ileri bir tarihte tamamlanmasına, o tarihe kadar da duruşmalardan vareste tutulmasını kararlaştırdı.

Sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar veren mahkeme heyeti duruşmayı yarın saat 09.30'a erteledi.
aktifhaber

ERGENEKON'DA SAHTE BELGE İDDİASI

24 Kasım 2008 21:33
"Ergenekon" Davası'nda yargılanan tutuklu sanıklardan Ergün Poyraz, dosyada yer alan ve delil olarak gösterilen bir belgenin sahte olduğunu ileri sürdü
"Ergenekon" Davası'nda yargılanan tutuklu sanıklardan Ergün Poyraz, dosyada yer alan ve delil olarak gösterilen bir belgenin sahte olduğunu ileri sürerek, "Hakkımdaki iftiraları sabaha kadar anlatsam bitmez" dedi.

Duruşmada savunmasını yapan yazar Ergün Poyraz, davanın iddianamesinden "2 bin 500 sayfa karşı devrim iftiranamesi" olarak bahsetti. Terör örgütü üyeliği ile suçlandığını hatırlatan Poyraz, 2002 yılından bu yana Ankara Emniyet Müdürlüğü ve jandarma tarafından korunduğunu, korumalarından habersiz hiçbir şey yapamadığını bu şartlar altında bu suçu nasıl işlediğini anlayamadığını söyledi.

Poyraz, 2008 yılı Ocak ayında cezaevinde olmasına rağmen, korunması yönündeki kararın 2009 yılı Ocak ayına kadar uzatıldığını kaydetti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bazı sözlerinden alıntılar yapan Poyraz, bu sözlere ilişkin eleştirilerde bulundu. Poyraz, "Yazdığım kitaplardan çok, hapse girmeme neden olduğunu düşündüğüm, Recep Tayyip Erdoğan'ın önünü açan olaylara ilişkin yeni araştırmalarımdır" diye konuştu. "Hasan Yeşildağ'ın Başbakan'ın gizli kasası olduğundan" bahsedildiğini söyleyen Poyraz, Yeşildağ'ın Başbakan Erdoğan Pınarhisar Cezaevine gitmeden önce basit bir çek suçundan aynı cezaevine girdiğini ve Erdoğan gelmeden önce çeşitli hazırlıklarda bulunduğunu öne sürdü.

Yeşildağ'ın daha önce de kısa bir süre Abdullah Çatlı'nın grubunda yer aldığını, uyuşturucu sattığı için kovulduğunu, Mehmet Ali Ağca ile adının geçtiğini ileri süren Poyraz, aynı kişinin kardeşine de Engin Civan'ın kız kardeşinin istenmesi konusunda Recep Tayyip Erdoğan'ın aracılık yaptığını iddia etti.

İsmail Yıldız ile yaptığı bir telefon görüşmesinin terör örgütü üyesi olduğu iddiasına dayanak yapıldığını kaydeden Poyraz, Yıldız'ı Başbakan Erdoğan ile ilgili bir yazısına ilişkin aradığını, bu yazı konusunda dava açılıp açılmadığını öğrenmeye çalıştığını anlattı.

Aynı yazıyı kitabında kullanmayı düşündüğü için böyle bir araştırma yaptığını kaydeden Poyraz, "Yargıtay'ın bir dava açıldığında aradığı gerçeklik kriterlerine uyduğum için terör örgütü üyesi oldum" dedi. Oktay Yıldırım ile de yazacağı bir kitap nedeniyle bir kez görüştüğünü ifade eden Poyraz, "(Hiçbir şey karanlık bir odada siyah bir kediyi aramak kadar zor değildir. Hele de odada siyah bir kedi yoksa) şeklindeki Konfüçyus'un sözü, bu iddianamede, daha doğrusu iddiasıznamede ortaya çıkmaktadır" diye konuştu. Bir kitaptan çeşitli bölümler okuyan ve bu okuduğu bölümlerdeki Ergenekon soruşturmasıyla benzerlik taşıyan noktalara dikkati çeken Poyraz, bu kitabın 2004 yılında yayınlanan "Mafya İmparatorluğu" adındaki kitap olduğunu kaydetti. Kitabın 141. sayfasında, "Ergenekon Analiz Yeni Yapılanma Yönetim ve Geliştirme 1999" adlı belgenin yer aldığını söyleyen Poyraz, "2004 yılında 1 milyon basılan bu kitapta o ünlü 'Ergenekon' belgesi çok açık şekilde görülüyor" dedi.

TÜRKİYE'DEN YURT DIŞINA KAÇIRILAN PARALAR

Poyraz, bu kitaptan anlaşıldığı kadarıyla, bu çalışmanın, Türkiye'den yurt dışına kaçırılan paraların geri getirilmesi konusunda yapılan bir çalışma olduğunu savunarak, yine aynı kitaba göre bu çalışmada Sadettin Tantan ile dönemin Organize Suçlar ve Kaçakçılık Dairesi Başkanı Emin Aslan'ın da yer aldığını ifade etti.

Türkiye'den para kaçıran kişilerden birinin Sudi Özkan olduğunu öne süren Poyraz, "Bugün Özkan'ın yanında, onu 'Ergenekon' denilen sanal örgütten korumak için Mehmet Eymür'ün bulunduğu düşünüldüğünde, olayın çetrefili biraz olsun aydınlanır" dedi.

Kitapta yer alan bu çalışmayı savcıların örgüt manifestosuna dönüştürmek için bazı değişiklikler yaptığını öne süren Poyraz, bu belgenin bir rapor olduğunun ve ekip çalışması sonucu hazırlandığının, Sadettin Tantan ile yapılan bir röportajda da ortaya çıktığını öne sürdü.

Bu röportajda Tantan'a "yurt dışındaki paraların bilgisayar korsanları kullanılarak getirtilmesinin söz konusu olup olmadığının" sorulduğunu söyleyen Poyraz, Tantan'ın da "bu işin bilgisayar korsanlarıyla yapılacak iş olmadığını, çok çaba sarf edildiğini, çok değişik şeylerin araştırıldığını, ancak ekiplerin harekete geçmeden dağıtıldığını" söylediğini anlattı. Abdülkadir Aksu'nun İçişleri Bakanlığı yaptığı dönemlerde meydana gelen suikastlar ve bazı olaylardan bahseden Poyraz, Aksu'yu suçlayıcı ifadelerde bulundu.

CİNAYETLERLE İLGİLİ BAĞLANTI

İddianamede 2003 yılında yaptığı görüşmelerden ya da yargı mensuplarıyla yaptığı görüşmelerden bahsedilerek, bunların 2007 yılında işlenecek cinayetlerle bağlantılarının kurulduğunu öne süren Poyraz, "Ben size gelsem ve 5 yıl sonra işlenecek bir cinayetle ilgili görüşmek istesem ne yaparsınız? Herhalde beni Mazhar Osman'a gönderirsiniz" dedi.

Çeşitli konularda araştırmalar yaptığını bu çerçevede aralarında

Necmettin Erbakan ve Bülent Arınç'ın da bulunduğu pek çok kişiyle görüştüğünü anlatan Poyraz, bunlardan sadece asker ya da hukukçularla yaptığı görüşmelerin incelenmesini eleştirdi. Poyraz, şunları söyledi:

"Eskiden polisler hayatlarını söndürmek istedikleri kişilerin cebine, arabasına uyuşturucu, silah gibi suç unsurları bırakıp sonra ihbar ettirirlerdi. Bu şekilde yakalatıp insanların hayatlarını söndürürlerdi. Bu müfterilerin mercimek kadar da olsa beyinleri vardı. Kolay kolay hata yapmazlardı. Benim evimden ele geçirilen CD'lerin arasına bir tane 1 no'lu CD koymuşlar. Ancak, bana ait olan 1 no'lu CD'yi yok etmeyi akıl edememişler. Sonra da bana ait olan 1 no'lu CD'yi toplam 63 CD ile birlikte içinde suç unsuru tespit edilemediğinden avukatıma teslim etmişler. Ben aylardan beri CD'lerimin arasına konulan 1 no'lu CD'de çıkan fişleme gibi belgelerle besleme basın tarafından linç edildim."

TSK'YA AİT BELGELER

Kendisinde ele geçirilen TSK'ya ait belgelere ilişkin, TSK tarafından bu belgelerin güncelliğinin kalmadığının bildirilmesine rağmen, suç unsuru olarak algılandığını savunan Poyraz, "Hakkımdaki iftiraları sabaha kadar anlatsam bitmez. Ruhsatsız silah taşıdığım iddiası vardır. Hatta bu nedenle örgütün silahlı elemanı olarak bizden bahsediliyor. Bunu savcılar bile bile yapmışlardır. Yalan ve iftiradır. Yakalandığım zaman üst arama tutanağında da yer aldığı gibi, üzerimden 1 adet silah ruhsatı çıkmıştır" dedi.

Poyraz, silah ruhsatının örneğini ve üst arama tutanağını mahkemeye sundu.

Dosyada yer alan ve JİTEM'den para aldığına ilişkin delil olarak gösterilen belgenin Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz ve emniyet görevlilerince sahte olarak düzenlendiğini öne süren Poyraz, aynı zamanda bu sahte belgenin bir gazetede de yayınlatıldığını savundu.

Söz konusu belgedeki ismin bile yanlış olduğunu, ne kendisinin ne de parayı verdiği iddia edilen kişilerin imzasının bulunduğunu söyleyen Poyraz, avukatının yazışmasında Jandarma Genel Komutanlığının, iddia edilen belgelere rastlanmadığını bildirdiğini anlattı.

Poyraz, buna rağmen bu belgenin iddianamede yer almasını eleştirdi. Başbakan Erdoğan'dan zaman zaman "çakma savcı" diye bahseden Poyraz, savunmasında "iddianame" yerine, "karşı devrim iftiranamesi, karşı devrim iddianamesi, iftiraname ve iddiasızname" sözlerini kullandı. Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, Poyraz'a ifadesinin daha uzun sürüp sürmeyeceğini sordu. Poyraz'ın "devam edeceğini" belirtmesi üzerine, ifadesinin alınmasına ara verildi.

TALEPLER

Duruşmada söz alan tutuklu sanık Muzaffer Tekin de şunları kaydetti:

"Cumhuriyet Gazetesi avukatı Bülent Utku'nun Danıştay saldırısı davasında şüpheli olmam gerektiği yönünde dilekçe verdiğini yeni öğrenmiş bulunuyorum. Avukat Bülent Utku'nun duruşmada Cumhuriyeti değil irticacıları aklama konusundaki gayretinden anlamalıydım. İçi boşaltılmış 2 süs eşyasına sarılmasının başka bir anlamı olamaz. Dinci basın da kendisini alkışlıyor." Kendisinde ele geçirildiği öne sürülen el bombalarının 1971 ve 1977 yıllarında imal edildiğini, eğitimde kullanılan tipte olduklarını ve bunların birlikten dışarıya çıkarılmasının imkansız olduğunu söyleyen Tekin, bu bombaların Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bombalarla uzaktan yakından alakasının olamayacağını söyledi.

Tutuklu sanık Hikmet Çiçek, "karargah evleri" adlı belgede adı geçen kişilerin TSK üyesi olup olmadıklarının, haklarında soruşturma yapılıp yapılmadığının ve İşçi Partisi ile bir ilişkileri olup olmadığının Genelkurmay Başkanlığından sorulmasını istedi.

Tutuklu sanıklardan Kemal Kerinçsiz, İstanbul Emniyet Müdürlüğünde kendisi ve diğer sanıklarla ilgili yapılan mülakatların kayda alınıp alınmadığının, savcılığa iletilip iletilmediğinin ve delil olarak kullanılıp kullanılmadığının sorulmasını istedi.

Kerinçsiz ayrıca, Emniyet Genel Müdürlüğünden, Ergenekon terör örgütünün bir suç kaydı olup olmadığının sorulmasını istedi.

Bu arada, duruşmada ifade verdiği sırada fenalaşarak salondan ayrılan Ayşe Asuman Özdemir'in, Silivri Devlet Hastanesine kaldırıldığı öğrenildi. Burada bir süre tedavi gören Özdemir'in tedavisinin evinde sürdürüleceği belirtildi.

yeni şafak

KERİNÇSİZ'DEN İLGİNÇ SAVUNMA

24 Kasım 2008
Kemal Kerinçsiz: Osmanım'a soruşturma yok, Hakkıcığım'a soruşturma var.
Ergenekon tutuklu sanıklarından Kemal Kerinçsiz, Ankara Hakimlerinden Hakkı Yalçınkaya’ya “Hatkkıcığım” dediği için ve hakimin de kendisine “Abi” dediği için Adalet Bakanlığı’nın inceleme başlattığını belirterek, Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcılarını, Danıştay saldırısından dolayı tutuklanan Osman Yıldırım’a “Osmanım” demelerine ilişkin inceleme başlatmadıklarını söyledi

Ergenkon tutuklu sanıklarından Kemal Kerinçsiz, “30 yıllık hakim arkadaşıma ‘Hakkıcığım’ demem onun da bana ‘Abi’ demesi üzerine bakanlık soruşturma açıyor. Ama iddia makamı Danıştay saldırısını düzenleyen 9 numaralı gizli tanık Osman Yıldırım’a ‘Osmanım’ diye hitap ediyor. Ancak bu konuda soruşturma açılmıyor” diye konuştu. Kerinçsiz Ankara Hakimi Yalçınkaya ile aynı yurtta altlı üstlü yattıklarını da söyledi.
aktifhaber
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Ksm 26, 2008 6:29 pm    Mesaj konusu: Tuncay Güney Alıntıyla Cevap Gönder

ERGENEKON'A 'SIZMA' YAPMIŞ
26 Kasım 2008 10:05

Tuncay Güney'in "İpek" kod adlı MİT mensubu olduğu ve Ergenekon'a sızdırıldığı ortaya çıktı.

Ergenekon örgütünün ortaya çıkmasına neden olan Tuncay Güney'in 'İPEK' kod adlı MİT elemanı olduğu ortaya çıktı. Güney, Türkiye-İran Masası'nda çalışıyordu..



2001 yılında poliste verdiği ifadelerle ilk kez Ergenekon terör örgütünün ortaya çıkmasına neden olan Tuncay Güney'in MİT elemanı olduğu, üstelik MİT'teki kod adının da "İPEK" olduğu ortaya çıktı.

Sabah Gazetesi'nin elde ettiği çok gizli bilgiye göre Tuncay Güney, İPEK kod adıyla MİT'in Türkiye-İran Masası'na bağlı olarak görev yapıyordu. Ancak sonradan MİT, Tuncay Güney'i JİTEM ve Ergenekon'un içine sızdırdı. Güney polisteki sorgusunda deşifre olunca, dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun tarafından ABD'ye gönderildi. Tuncay Güney'in MİT elemanı olduğunu eski MİT Kontrterör Daire Başkan Yardımcısı Mehmet Eymür de üstü örtülü biçimde yazmıştı. Eymür, Atin.org adlı sitede Aydınlık dergisi ve avukat Ceyhan Mumcu'ya yazdığı yanıtta "Tuncay Güney'den bahsetmişsin. Bir istihbarat elemanı. Yetenekli birisi. Sizin ekibe başarılı bir şekilde sızmış. İpliğinizi pazara çıkarmış. Zokayı fena yemişsiniz" demişti.



TUĞCU MİT'E SOKTU
Güney MİT'e çok genç yaşlarda, MİT İstanbul Bölge Başkanı Galip Tuğcu tarafından kazandırıldı. 1990'lı yıllarda önce "Gerici Faaliyetler Şubesi" sonra da İran Masası'na bağlı çalışan Güney, bu amaçla genç bir gazeteci kimliğiyle, Ortadoğu'daki liderlerle yüzyüze görüşmeler yaptı. Ancak 1992 yılında MİT Güney'in görevini değiştirdi. JİTEM ve Ergenekon'a sızma görevi verilen Güney, ilk kez bu tarihte albay rütbesiyle Ağrı'da görev yapan Veli Küçük ile tanıştı. 1996-97 yıllarında Susurluk skandalı sırasında MİT için önemli bir bilgi kaynağı olan Güney, hem Susurluk hem de 28 Şubat sürecinde elde ettiği bilgileri, MİT'in çalışma merkezi olarak kullandığı İstanbul Dolmabahçe Sarayı Harem Dairesi'ne götürüyordu. Ancak Güney'in kimliği 2001 yılında dönemin İstanbul Organize Suçlar Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan tarafından yapılan sorguda deşifre edildi. İddiaya göre Güney'in JİTEM kimliğinin deşifre olmasını istemeyen Veli Küçük, Güney'in serbest kalmasını sağladı. Tam bu noktada MİT de devreye girdi.

ABD'YE BÖYLE KAÇIRILDI
Bizzat MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, CİA ile temas kurarak Güney'e 10 yıllık ABD vizesi aldı. Güney kendi adına pasaport ile MİT İstanbul Bölge Başkanı Kubilay Günay'ın ekibi eşliğinde THY'nin New York tarifeli uçağıyla ABD'ye gönderildi. New York'ta Güney'i karşılayanlar, Güney'i Manhattan 301 East 94 Street adresindeki The Marmara Oteli'ne yerleştirdi. Bir hafta sonra Manhattan Postanesi'nin yanındaki gökdelende, Türk istihbaratının kullandığı bir daireye geçti ve 1 yıl boyunca burada yaşadı. Elemanı Güney vasıtasıyla Ergenekon'u bildiği halde yetkili mercileri haberdar etmeme suçlamasıyla karşı karşıya kalmamak için MİT tam da bu tarihten bir yıl sonra ilk kez resmi bir rapor hazırladı. MİT'in 2003'te Başbakanlık'a gönderdiği yazıda, "2002'de postayla ulaşan 6 adet CD ve 2 sayfalık isimsiz mektupta Ergenekon ile ilgili istihbarat alındığı" belirtildi. MİT'in Güney'le ilgili ilk kez Tuncay Güney İPEK olarak bahsetmesi savcı Zekeriya Öz'ün de dikkatinden kaçmadı. Savcı Öz, Tuncay Güney'den elde edilen, "MİT Müsteşarlığı" başlıklı gizli ibareli 1996/114 sayı numaralı Yusuf Balbay ve Dinçer Bozak imzalı belge nedeniyle, MİT'ten Güney'le ilgili bilgiyi resmi olarak istemişti.

BELGEDE KOD İSMİ GEÇİYOR
MİT'in 07.02.1997 tarih ve 10.251.01.011(IST00736) sayılı belgesinde Tuncay Güney'in kimliği ortaya çıkıyor. Belgede "AOM (Ait Olduğu Masa) : Türkiye İran" "Konu: Tuncay Güney (İPEK)" "HAT (Haberin Alınış tarihi): 07.02.1997" "VOT (Vakanın Oluş Tarihi): Metnin içinde" "KYN (Kaynak): 610/264 (MİT'in illegal dinleme kodu)" ve "T/K (Tali Kaynak): (Tali kaynak yok)" ibareleri görülüyor. Son geçilen mesajın içeriğinde ise Tuncay Güney'in başka bir gazeteciyle konuşmasından bahsediliyor. Konuşmada Güney, kendisinin de komutanı olan tuğgeneral Veli Küçük hakkında, Abdullah Çatlı ile bağlantılı olduğu yolunda birçok haberin kamuoyunda yer aldığını, Hanefi Avcı'nın ifadesi ile de Veli Küçük'ün zor durumda kaldığını, adı geçen generalin yaptıklarının ortaya çıkması halinde kendisinin de bu durumdan etkileneceğini, zira Cem Ersever'in öldürülmesi olayının da 'vuzuha kavuşacağını' anlatıyor.

GAZETECİ KİMLİĞİYLE GİTTİ
Veli Küçük, MİT elemanı olduğundan habersiz Tuncay Güney'i gazeteci kimliği adı altında Mesud Barzani, Celal Talabani ve Hizbullah lideri Fadlallah ve Hasan Nasrallah'a istihbarat edinmesi için ve JİTEM'in imkânlarıyla göndermişti. Ancak Tuncay Güney, Kuzey Irak ve Lübnan'da JİTEM adına yaptığı tüm istihbaratı önce MİT'e gönderiyor, daha sonra MİT'in bilgisi dahilinde JİTEM'e istihbarat bilgisi veriyordu.


GÜNEY'İN GÖRÜŞME KASEDİ İSTENDİ

Ergenekon davasının dünkü duruşmasında, Tuncay Güney ile ilgili görüşme kasetinin Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan istenmesine karar verildi. Başsavcılığa yazılan yazıda bu kişiye ait olduğu bildirilen ve başsavcılık emanetinde olduğu anlaşılan görüşme VHS kasetinin bir örneğinin dijital ortamda çıkartılarak, mühürlü zarf içinde mahkemeye gönderilmesinin istenmesine karar verdi. Yazar Ergun Poyraz ise savunmasında "Bütün senaryolar Ümraniye üzerine yazıldı. Onların haberi olmadan Ümraniye'ye oyuncak bomba bile sokulmaz" dedi.

aktifhaber

MİT'ten T. Güney Açıklaması
26 Kasım 2008 15:12

Milli İstihbarat Teşkilatı, Tuncay Güney'in MİT elemanı olduğu ve Ergenekon'un içerisine sızdırıldığı iddialarıyla ilgili bir açıklama yaptı..


Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığından (MİT) yapılan açıklamada, "Tuncay Güney, o dönem itibarıyla şüpheli faaliyetlerinden dolayı dikkatimizi çeken ve üzerinde çalışma yapılan bir şahıstır. Tuncay Güney kayıtlı bir haber kaynağımız değildir" denildi.

MİT'ten yapılan yazılı açıklamada, şunlar kaydedildi:

"Sabah gazetesinin 26 Kasım 2008 tarihli nüshasında 'Kod Adı İpek' başlığı altında Tuncay Güney ile ilgili belgeyi konu alan bir manşet haber yayımlanmıştır.

Haberde yer alan belge, Teşkilatımıza aittir. Söz konusu belgenin dışarıya yansıtılması ile ilgili idari soruşturma açılmıştır.

Tuncay Güney o dönem itibarıyla şüpheli faaliyetlerinden dolayı dikkatimizi çeken ve üzerinde çalışma yapılan bir şahıstır.

Bu bağlamda, Tuncay Güney kayıtlı bir haber kaynağımız değildir.

Kuruluş ve işleyişi tartışmalı olan Kontr Terör Merkezi, sorumluları ile birlikte 1997 yılında kuruluş şemasından çıkarılmıştır.

Milli İstihbarat Teşkilatına yönelik asılsız iddiaları, belirlenmiş senaryolara göre çeşitli dönemlerde ortaya atanların amacı kamuoyu tarafından bilinmektedir.

Milli İstihbarat Teşkilatı ile doğrudan veya dolaylı şekilde bağlantı kurulmasına çalışılan söz konusu yayınla ilgili yasal yollara başvurulacaktır."
aktifhaber

MİT'ten Ergenekon Şeması !

27 Kasım 2008 18:45
"Ergenekon" davasının bugünkü duruşmasında, MİT tarafından gönderilen "Ergenekon konulu şemanın" açık şeklinin savcılıkça mahkemeye ulaştırıldığı bildirildi.

"Ergenekon" davasının bugünkü duruşmasında, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından gönderilen "Ergenekon konulu şemanın" açık şeklinin savcılıkça mahkemeye ulaştırıldığı bildirildi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmanın öğleden sonraki bölümünde savunmasına devam eden tutuklu sanıklardan Kuvva-i Milliye Derneği Genel Başkanı Bekir Öztürk, kendi çizdiği, çok kafası olan bir canavar karikatürünü de göstererek, "Bunun kopmayan kafasının birinin TSK, diğerinin de Türk hukuk sistemi olduğunu düşünüyorum" dedi.

Tutuklu bulunduğu 17 aylık süreçte, kendisini ziyaret için cezaevine bir arkadaşının geldiğini belirten Öztürk, bu arkadaşına bir daha gelmemesi yönünde uyarıda bulunduğunu anlatarak, "Bazı sanıkların ziyaret listesinde bulunan kişiler soruşturma kapsamında tutuklandı ya da tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı" dedi.

Öztürk, "Ergenekon"a ilişkin devam eden soruşturma kapsamında tutuklanan eski İstanbul Organize Şuçlarla Mücadele Şube Müdürü Adil Serdar Saçan'ın, 2001'de Tuncay Güney'in ilk ifadesini alan ve "Ergenekon" soruşturmasını başlatan kişi olduğunu belirterek, Saçan'ın, süren soruşturmanın iddianamesinin hazırlanması beklenmeden tanık olarak dinlenmesini talep etti.

"Komedi iddiaları manzumesi" olarak gördüğünü söylediği iddianamede kendisiyle irtibatlandırılan 12 kişi olduğunu, ancak bunlardan 10'unun hukuki durumlarının anlatıldığı bölümlerde kendisinden söz edilmediğini belirten Öztürk, "Burada bana 'kiminle ilişkiniz var?' diye sorsanız, Oktay Yıldırım diye bağırırım" dedi.

Öztürk, çok kez telefonla görüştüğü Yıldırım ile iddianameye göre bir ilişkisinin belirtilmediğini de kaydetti.

Tutuklu sanık Bekir Öztürk, daha sonra cezaevinde yazmaya devam ettiği "Ergenekon Şiirleri" isimli kitabında yer alan "Ergenekon Destanı" adlı şiirinin bir bölümünü okuyarak, savunmasını tamamladı.

Ardından çapraz sorgusuna geçilen Öztürk, bir soru üzerine, Kuvva-i Milliye Derneğinin, Büyük Hukukçular Birliğiyle bir bağlantısı olmadığını savundu.

Bu arada, Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, bir sanık avukatının "mahkemenin reddine" yönelik talebine istinaden, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin ret kararı verdiğinin görüldüğünü belirtti.

Başkan Şengün, MİT tarafından gönderilen "Ergenekon konulu şemanın" açık şeklinin Cumhuriyet Savcılığınca mahkemeye ulaştırıldığını kaydetti. Başkan Şengün, bu evrakın mahkemece incelemeye alındığını bildirdi.

Şengün, sanıklara ait ses dosyalarının bir kısmının DVD ortamına aktarıldığını ve talepte bulunanlara verilmekte olduğunu kaydetti.
aktifhaber

Abdüllatif Şener, Ergenekon'da!!

27 Kasım 2008 17:06
Ergenekon davasında Bekir Öztürk'ün sorgusu yapıldı. Öztürk, "Ergenekon terör örgütü" diye bir örgüt olmadığını iddia etti ve Şener'le arasındaki bağı açıkladı


Ergenekon" davasının bugünkü duruşmasında ifade veren Kuvvai Milliye Derneği Genel Başkanı tutuklu sanık Bekir Öztürk, "Yargılama sonunda burada bulunan insanların kurgulanan terör örgütüyle bir ilgi ve irtibatlarının olmadığının anlaşılacağına eminim" dedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti Başkanı Köksal Şengün, sorgusu öncesi tutuklu sanıklardan Bekir Öztürk'e haklarını hatırlattı.

Haklarını bildiğini belirten Öztürk, "Ergenekon terör örgütü" diye bir örgüt olmadığını iddia etti. Öztürk, şöyle konuştu:

"Daha önceden bilinen terör örgütleriyle hiçbir benzerliği olmayan, adalet mekanizmasının içinde, polis teşkilatının içinde, hatta devletin en önemli noktalarında üye ve yöneticileri olan ahlaksız, vicdansız, ufuksuz, beceriksiz, çapsız bir terör örgütü vardır. Ancak burada yargılanan insanlardan, TCK'nın 221'inci maddesi ile kandırılmış, devşirilmiş birkaç zavallı dışında hiç biri, gerilimden beslenen Ergenekon terör örgütünün üyesi ya da yöneticisi değildir."

Öztürk, Savcı Zekeriya Öz'e yönelik olarak "Beşiktaş'taki makamında senaryo yazmaya devam eden Öz, bazı sanık ve sanık yakınlarının mektuplarını basına servis etmiştir. Benim kendisine gönderdiğim savunmaları da basına servis edebilirdi ama etmedi" dedi.

Bekir Öztürk Savcı Öz'e ve soruşturma savcılarına hitaben yazdığı okudu.

"Her türlü engele rağmen Türkler Ergenekon'dan çıkacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın" diye konuşan Öztürk, Kuvvai Milliye Derneği'nin kurucusu ve genel başkanı olduğunu belirterek, "Dernek kurmak anayasal bir haktır" dedi.

'Öztürk, "Bekir Öztürk'ü bu davanın dışına çıkarttığınızda İsmail Yıldız'a ulaşamazsınız. Yıldız'a ulaşmak için Öztürk alınmıştır. Oradan Ergün Poyraz'a ulaşılmıştır" diye konuştu.

"Kuvvaimilliye.net" sitesinde 4 yılda 21 bin adet yazının yayımlandığını söyleyen Öztürk, bu yazılardan hiçbirine herhangi bir suçlama ya da dava açılmadığını anlattı.

Öztürk, ne ile suçlandığını tutuklandıktan 3 ay sonra cezaevindeyken öğrendiğini anlatarak "Anayasal düzene karşı suçlar işlediğim iddiasıyla tutuklanmışım" dedi.

Hakkındaki birçok kararın altında aynı hakim ve savcının imzasının olduğunu ifade eden Öztürk, "örgüt üyeliği" suçundan tutuklandığını hatırlatarak, "Savcı beni Roma'yı yakma suçundan da sevk etseydi, yine tutuklanacaktım" dedi.

Öztürk, cumhuriyet savcılarının devam eden soruşturmaya malzeme toplamak için mahkemede olduklarını, sorularıyla da bu amaçlarını ifşa ettiklerini öne sürdü.

Heyet Başkanı'ndan uyarı

Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, yüksek sesle konuşan Öztürk'ü ses tonuna dikkat etmesi konusunda uyararak, kendisini duyduklarını söyledi.

Öztürk, HSYK'ya hakim Metin Özçelik'in "Ergenekon" soruşturmasını yürütenlerle arkadaşlık, dostluk, hemşehrilik ilişkisi olup olmadığı konusunda soru sorduğunu ancak cevap gelmediğini söyledi.

Tutuklu sanıklardan Gazi Güder'in tahliye edilmemesini de eleştiren Öztürk, "(Bu adamlar ne yaptı) diye vicdanınıza sordunuz mu? Vicdanınız rahat mı?" dedi.

Öztürk, "Biz 18 aydır Türk hukuk sistemine isyana tahrik edildik" diye konuştu.

İddianameyi hazırlayan 3 savcıdan biri olan Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ü tekrar eleştiren Öztürk, "Savcı Öz, istifa gibi onurlu bir davranış sergilerse yapabileceği en iyi iş Kurtlar Vadisi dizisine senaryo yazmaktır" diye konuştu.
Ergenekon'un bugünkü duruşmasında yine ilginç gelişmeler vardı. Sorgu ve ifadelerde adı sıkça zikredilen bir isim vardı: Abdüllatif Şener...
Kuvva-i Milliye Derneği Genel Başkanı Bekir Öztürk, Ergenekon iddianamesinde yer alan ve kendisinin tayin işini ayarladığı iddia edilen kişinin AK Parti'den istifa eden Abdüllatif Şener olduğunu söyledi. Öztürk, derneği kurma aşamasında Güler Kömürcü'nün yardım almasını tavsiye ettiği kişinin de Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün olduğunu açıkladı. Öztürk, "Kömürcü Aygün'den aidat ödenmesi konusunda da yardım alabileceğimizi söylemişti." ifadesini kullandı.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam eden Ergenekon duruşmasının öğleden sonraki oturumuna tutuklu sanık Bekir Öztürk'ün savunmasıyla devam edildi. 10 sayfalık yazılı savunmasını okuyan Bekir Öztürk, ardından 19 dizeden oluşan "Ergenekon Destanı" isimli kendi yazdığı şiiri okudu.
Daha sonra Öztürk'ün çapraz sorgusuna geçildi. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'ün Öztürk'ün gözaltında, savcılıkta ve mahkemede verdiği ifadeleri okumasının ardından Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel sorularını iletti. Savcı Pekgüzel'in soruları üzerine Öztürk, 'Boğazlıyan Kaymakamı'nı Anma' konulu toplantıya 2006 yılında katıldığını belirterek, "Hukukçular Birliği'nin internet sitesi ile ilgili bir yardımım oldu. Bu vesile ile kendileriyle tanıştım. Daha önceden bilsem bu toplantılara yine katılırdım." cevabını verdi.
Sanık Güler Kömürcü'nün kurulma aşamasında derneğe yer tahsisi için görüşmesini tavsiye ettiği Sinan isimli kişinin, Sinan Aygün olduğunu açıklayan Öztürk, "Aidat ödenmesi konusunda da yardım alabileceğimizi söylemişti." diye konuştu.
Savcı'nın "Tayininiz konusunda Abdüllatif Bey'in ismi geçiyor. Kimdir bu kişi cevap vermek istiyor musunuz?" sorusuna Öztürk, "Açıklayayım; muhtemelen AKP sormanızı istiyordur. Bu kişi Abdüllatif Şener'dir ve benim hemşerimdir." cevabını verdi.
Cumhuriyet Savcısı Nihat Taşkın da, derneğe ait www.kuvva-imilliye.net adresli internet sitesine gönderilen yurt dışı kaynaklı maillerden örnek verdi. Bir mailde yer alan 'Nasıl yardımcı olabiliriz, yapabileceğimiz bir yardım var mı? Gerekirse bu mücadele uğruna canımı verebilirim. Saha adamıyım.' Sözlerini okuyan Taşkın, yine aynı şahsın gençlerden oluşan bir hücre evinin kurulması konusunda destek verebileceğini söylediğini hatırlattı. Bu mailden haberinin olup olmadığı sorulan Öztürk, "Derneğe 20 binin üzerinde başvuru yapıldı. 'Dernek felsefesine uymayan mailleri asla okumayın ve cevap vermeyin' diye talimat verdim. Bizim gibi bakmayanlarla çalışmayız." şeklinde cevap verdi.
Savcı Taşkın, Tuğrul Dernek isimli mail sahibinin dernek toplantısına çağrılıp çağrılmadığını sorduğunda Öztürk, "Belki bakışını değiştirip, topluma kazandırabilir miyiz? diye çağırdık." açıklamasını yaptı.
Üye hâkim Hasan Hüseyin Öz ise, digital inceleme sırasında Alparslan Aslan'a cevabi bir mail yazıldığının tespit edildiğini belirterek bu konuyla ilgili açıklama yapmasını istedi. Öztürk ise, "O mailin gönderildiği tarihte bahsettiğiniz Alparslan Aslan cezaevindeydi. Bu sadece bir isim benzerliği." diye konuştu
aktifhaber
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Pzr Ksm 30, 2008 8:41 pm    Mesaj konusu: TUNCAY GÜNEY Alıntıyla Cevap Gönder

Sami Hoştan Suçlamaları Reddetti
25 Aralık 2008 20:47

Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Sami Hoştan, savunmasında hakkındaki suçlamaları reddetti.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, mahkeme heyetinin yanında bir yedek üyenin daha yer aldığı görüldü.

Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, bu konuya ilişkin olarak esprili bir şekilde, "Sayımız artıyor. Biz de silahlarımızı artırıyoruz. Yeni üyemiz ihtiyaç oldukça yer alacak" şeklinde konuştu.

Duruşmada savunması alınan Sami Hoştan, polisler tarafından gözaltına alınana kadar "Ergenekon" diye bir örgütün ismini hiç duymadığını iddia etti.

Beşiktaş'taki adliyede, sorgu hakimliğinde ifadesi alınırken, şu an mahkeme heyetinde de bulunan üye hakimin, "JİTEM diye birileriyle eroin işi yaptığını" iddia ettiğini belirten Hoştan, şöyle devam etti:

"Ben de ne olduğunu bilmediğim JİTEM'in askeri bir birim olduğunu orada kendisinden öğrendim. JİTEM diye bir şahıs veya kuruluşun varlığından hala haberim yok. O nedenle burada birkaç kez sordum. Savcı ile beni sorgulayan heyetin üyesi, bu JİTEM'i biliyor ki soruyorlar. İddianameye de yazdılar. Ben de ısrar ediyorum, suç ortağım olan JİTEM'i getirsinler artık buraya. Ya da açıklasınlar, kim bunlar... Ama hiç ses çıkmadı. Yoksa hayali suç ortağım mı var? Ben kimlerle beraber bu işi yapmışım, çıkarsınlar huzurumuza."

İddianamede kendisine ait olduğu belirtilen eroinin de ortada bulunmadığını ifade eden Hoştan, "Ümraniye'deki görünmeyen bombalar var ya... Onlarla beraber imha edilmesin sakın" diye konuştu.

Hoştan, haksız, çirkin ve iğrenç iftiralarla suçlandıklarını savunarak, bir gizli tanığın beyanına göre de Necip Hablemitoğlu'nun öldürülmesi için İbrahim Çiftçi'ye 2 milyon dolar verdiği iddiasının tamamen gerçek dışı olduğunu söyledi.

Hoştan, "yakın arkadaşı ve aile dostu olan İbrahim Çiftçi'nin öldürülmesiyle de kendisinin ilişkilendirilmek istendiğini" dile getirerek, yine bir gizli tanığın beyanına göre Çiftçi'ye 1 milyon dolar borcu olduğu ve 100 bin YTL'lik taksitler halinde kredi kartıyla ödeme yaptığından dolayı Çiftçi'ye husumet beslediği iddialarının da doğru olmadığını söyledi.
aktifhaber

Ergenekon'da MİT Krizi !
25 Aralık 2008 18:35

Ergenekon duruşmasında bugün bir ilk daha yaşandı. MİT, mahkeme heyetinin isteğine öyle bir cevap verdi ki akıllara zarar...
İlgili Haberler
Ergenekon'da Flaş Gelişme Sami Hoştan Suçlamaları Reddetti

Tuncay Güney'in firari suçlu olduğu daha önce açıklanmıştı. Mahkeme daha önce Savcılıktan Tuncay Güney'in dosyasını istemişti. Savcılık "soruşturma gizlidir" diyerek Tuncay Güney'in dosyasını mahkemeye göndermedi.

Mahkemenin istediği ikinci belge ise Ergenekon şemasıydı. Bu şemada 1 numaranın ismi de vardı. Bu isteğe yanıt veren MİT oldu ama yanıtı olumsuzdu. "Ergenekon şeması devlet sırrıdır. Açıklanamaz" dendi ve şema da mahkemeye gönderilmedi.

Ergenekon davasına bakan Mahkeme Heyeti, İstanbul Cumhuriyet Savcılığının, Tuncay Güney'le ilgili evrakı, hakkındaki soruşturmanın gizliliği dolayısıyla mahkemeye göndermediğini bildirdi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki davanın bugünkü duruşmasında, taleplerin alınmasının ardından Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, dosyaya gelen evrakları okudu.

Şengün, "Ergenekon Şeması"yla ilgili MİT'ten gelen cevap yazısında, mahkemeye gönderilen belgelerin "gizli" niteliği taşıdığının bildirildiğini kaydetti.

Yine Tuncay Güney'le ilgili projeli çalışma evraklarının da gönderildiğini belirten Şengün, İstihbarat Şube'den gelen yazıda da Güney'le ilgili ellerinde herhangi bir sorgulama kaydı bulunmadığının bildirildiğini ifade etti.

İstanbul Cumhuriyet Savcılığından gönderilen başka bir yazıda ise Güney hakkında yürütülen soruşturmanın gizliliği dolayısıyla, Güney'le ilgili evrakın gönderilmediğinin bildirildiğini anlatan Şengün, mahkemenin daha sonra detaylı yazı yazarak, soruşturma evrakını istediğini kaydetti.
aktifhaber

Eski Polisin Çapraz Sorgusu Yapıldı
04 Aralık 2008 18:02

"Ergenekon" davasının 24. duruşmasında, tutuklu sanıklardan eski polis memuru Aydın Yüksek'in çapraz sorgusu yapıldı.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, Yüksek'e, üzerinde kendi fotoğrafı olan, "Mehmet Çetin" adına düzenlenmiş nüfus cüzdanı ve sürücü belgesi bulunduğunu hatırlatarak, bu belgeleri kendisinin düzenleyip düzenlemediğini sordu.

Yüksek de söz konusu nüfus cüzdanı ile sürücü belgesinin, husumetli olduğu Muzaffer Şenocak ile arasındaki davada, kendi lehine delillerden olduğunu söyleyerek, bu konuda daha fazla açıklama yapmadı.

Cumhuriyet Savcısı Pekgüzel'in, soruşturma sürecinde, tutuklanabileceğini söyleyerek bir kişiye çanta bırakıp bırakmadığını sorduğu Yüksek, tutuklandıktan 2 ay sonra ev sahibinin evi tahliye ettiğini anlattı.

Pekgüzel'in, çantada silah ele geçirildiğini hatırlatarak, bunu kendisinin bırakıp bırakmadığını sorması üzerine Yüksek, "Ablamın evine o çantayı bir vatandaş bırakmış" dedi.

Savcı Pekgüzel'in, ele geçirilen ve bazı askeri bilgilerin yer aldığı CD'nin içeriğini görüp görmediğini sorduğu Yüksek, Muzaffer Şenocak'tan kalan eşyayı çöpe atarken bazı disketlerin eline geçtiğini, daha sonra bu disketleri CD'ye yüklettiğini, içindeki bilgileri de gördüğünü, ancak bununla pek ilgilenmediğini dile getirdi.

Savcının "Bunu ne zaman Mete Yalazangil'e verdiniz?' sorusuna karşılık da Yüksek, Yalazangil'in ofisinde CD'yi bir dizüstü bilgisayara taktıklarını, oradan çıkarken de bilgisayarda unuttuğunu kaydetti.

CD'nin kendisi için bir anlamı ya da değeri olmadığını söyleyen Aydın Yüksek, savcının "(Bunu Muzaffer Tekin'e ver) demediniz mi?" diye sorması üzerine, "Kimseye böyle bir talimatım yok. Verildiğinden de bilgim yok" dedi.

Yüksek, bir başka soru üzerine, CD'yi Kemal Kerinçsiz'in bürosunda da bir bilgisayara taktığını dile getirdi.

Tekin'in bu CD yüzünden tutuklanmasından rahatsız olduğunu anlatan Yüksek'e savcı Pekgüzel, Kerinçsiz'in CD'nin içeriğinin gizli olmadığı yönünde kendisine bir şey söyleyip söylemediğini de sordu.

Yüksek, "Genelkurmay mı, MGK mı tam olarak bilemiyorum. Bir açıklama yapıldı. Gizli belge değil, suç unsuru olmadığı söylendi" şeklinde konuştu.

Pekgüzel'in, bu CD'leri disketlerden hazırladığını söylediğini hatırlatarak, bu disketlerin nerede olduğunu sorması üzerine de Yüksek, "Sanırım çöpe atmış olmam gerekir. Muzaffer Şenocak ile aramızda tartışma geçti, çöpe atmış olabilirim" diye konuştu.

Diğer savcı Nihat Taşkın'ın, üzerinde kendi fotoğrafı bulunan ve başka isme düzenlenmiş nüfus cüzdanı ve sürücü belgesine ilişkin sorusunu da yanıtlayan Yüksek, "İyi niyetli olarak bir iş yapmaya çalıştım. Hayatımın hatalarını yaptım üst üste. 18 aydır tutukluyum. Bu, benim ve ailem için işkence" dedi.

Bunun üzerine Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, sanık Yüksek'e "Sorulara cevap vermek zorunda değilsiniz. Ama cevap verecekseniz, sorulan soruya karşılık verin" diye uyarıda bulundu.


Kerinçsiz'in soruları


Tutuklu sanıklardan avukat Kemal Kerinçsiz de Aydın Yüksek'e, "Söz konusu CD'yi bilgisayarda baktıktan sonra aldın mı?" diye sordu. Yüksek, "Aldım, yanımda götürdüm" dedi.

Kerinçsiz'in, "Ben 'CD'yi gidin savcılığa teslim edin' dedim mi?" diye sorması üzerine Yüksek, "Dediniz" şeklinde yanıt verdi.

Yüksek, Kerinçsiz'in, "Dışarıda sivil polislerin gezdiğini söyledim mi size?" şeklindeki sorusu üzerine de "Evet, öyle bir konuşma geçti" dedi.

Kerinçsiz'in, "kendisini televizyondan tanıdığı için mi yanına geldiğini" sorması üzerine Yüksek, "Doğrudur" yanıtını verdi.

CD'nin içeriğindeki askeri bilgilerin aslında gizli belge olmadığını savunan Kerinçsiz, Yüksek'e bunların üzerinde imza ve kaşe bulunup bulunmadığını sordu. Yüksek de yazının üzerinde imza ve kaşe olmadığını söyledi.


Tekin'in soruları


Tutuklu sanıklardan emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin de Aydın Yüksek'e, kendi yanına geldiğinde, Muzaffer Şenocak'ın asker olup olmadığını öğrenmek amacını taşıyıp taşımadığını sordu. Yüksek de "Evet" yanıtını verdi.

Bunun üzerine söz alan Muzaffer Şenocak, Yüksek'e "Beni mermer ocakları olan emekli bir albayla tanıştırdınız mı?" diye sordu. Yüksek de "Yanımda bulunurken gayri ihtiyarı tanıştı" dedi.

Şenocak'ın, "Bu oluşturduğunuz CD'yi Mete Yalazangil aracılığıyla Muzaffer Tekin'e götürme amacınız neydi?" sorusuna Yüksek, "Ben kimseye CD götürmedim" yanıtını verdi.

Şenocak, Yüksek'e, tanıdığı emekli bir albay varken neden Muzaffer Tekin'e gittiğini, kendisiyle arasındaki husumeti neden mahkemeye taşımadığını ve tutuklanmasının ardından kendisine ait delilleri yok edip etmediğini sordu. Yüksek de böyle bir şey olmadığını savundu.

Müdahil Şebnem Korur Fincancı'nın avukatı Özkan Yücel'in başkasının adına düzenlenmiş nüfus cüzdanı ve ehliyete ilişkin sorusu üzerine Aydın Yüksek, bunun aynısının Muzaffer Şenocak'ta da ele geçirildiğini söyledi.

Şenocak da belgenin fotokopisini Cumhuriyet savcısına sorgu sırasında kendisinin verdiğini kaydetti.

Bunun üzerine Yüksek, bu ifadenin doğru olmadığını, çünkü savcı huzuruna gitmeden önce polis tarafından arama yapıldığını anlattı.


Pardon göreviniz neydi?

Bazen tekrar gibi oluyor ama araya değişik bir şeyler de koymaya çalışırım.

Çok uzak tarihlere gitmeyelim.

Bildiğiniz gibi, memlekette "Susurlukçu" nam kadrolara arka ve sahip çıkan da olmuştu...

"Ergenekon" nam kadro ve zanlılara da.

Daha tuhafı da olmuştu...

"İdeolojik öncelikler" farklı gibi görünse de, aslında birbirinin uzantısı olan bu yapılanmalardan "Susurluk"a sahip çıkıp "Ergenekon" karşısında "muhalif, demokrat, derin devlet karşıtı" olan da var...

"Ergenekon" un duygusal ve fikri yakınına düşmüş "Susurluk karşıtı" da.

Her ikisine karşı olanlar da var mutlaka, ama bu zaten dümdüz bir çizgi. Renksiz!

Bu yazı itibariyle size aktaracağım esas şaşkınlığım şu:

Zaten savunanlar, sahip çıkanlar bir yana da...

Eleştirirken, hatta deşerken bir yandan, bir yandan da "siyasi sorumluluklar"ı unutan, unutturan bir "hafıza canlandırma faaliyeti" inanılmaz.

"Karanlık dönemler" in kapkara cinayetleri üstünde dururken dahi, o dönemlere "hükümet" edenlerin kulağını çınlatmayan bir "demokratlık" türü inanılmaz ötesi.

Elden ele

Çok basit bir şey yapacağım, hatıraları hatırlatacağım:

Zaten "adam ve çocuk asma, siyaseti gebertme, vatandaşı bağlama, cezaevlerini işkence cehennemi kılma, hakkı hukuku kazıma" ameliyesi olan 12 Eylül askeri darbesinin "Ekonomiden sorumlu bakanı" "liberal" Turgut Özal'dı.

Özal, "Evren'e rağmen" deniyor ya, "dört eğilim"le sonradan seçim kazanıp başbakan olduğunda "derin devlet kadroları"nı 12 Eylül'den devraldı.

"Susurluk kadroları" oluşurken...

İki dönem Özal başbakan, o cumhurbaşkanı olunca da, Akbulut ve Yılmaz başbakandı.

Sonra... Demirel başbakan oldu. Bugün CHP kadrolarının önemli bölümü o dönem SHP olarak koalisyon ortağıydı.

Sonra... Çiller başbakan oldu. "Susurluk cinayetleri, suikastları, faili meçhulleri" gemi azıya aldı. İktidarda "liberal" DYP vardı. Ve şimdi CHP adayı olan Karayalçın' ın liderliğinde yine (CHP'li) SHP'liler o irinli dönemin siyasi ortaklarıydı. "Çiller'in kadroları"nın çoğu "Özal'dan (ve 12 Eylül karanlıklarından) miras"tı.

Tam üç tane "Çiller Hükümeti" kuruldu.

Sonuncusunda, koalisyon ortağı Deniz Baykal'dı.

Araya "12 Eylül ve Susurluk kadroları"nın dağıldığı iki partinin, tekelci büyük medya ile tekelci büyük sermaye tarafından montajlanmış nafile koalisyonu girdi ve çöktü.

Sonra "Erbakan Hükümeti" kuruldu.

Ortağı, tüm "Susurluk ekibi"yle Çiller ve DYP idi.

Unutmuşuz değil mi?

"Erbakan'ın kadroları"nın bir bölümü de, sonra "AKP kadroları"nı oluşturanlardı.

Mesela, 28 Şubat'ta dönemin Genelkurmay'ı "kızım sana irtica diyorum, gelinim sen Susurluk'un daha fazla deşilmemesi anla" diyerek iktidar devirene kadar...

"Susurluklu Çiller"in ortak olduğu hükümetin sözcüsü bugünün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'dü.

Bugünün başbakanı o gün henüz "İstanbullu" idi; lakin bugün hükümetinde olan kimi isimler o günlerde kimlerdi?

"AKP'li" Abdülkadir Aksu, Cemil Çiçek 12 Eylül sonrasının ANAP hükümetlerinin de demirbaşlarıydı. "Çiller'e miras" kalmadan önce "kimi Susurluk ismi" nin de amiri. Aksu, zaten Emniyet'ten ve valilikten geliyordu. ANAP'tan "Susurluklu DYP" nin ortağı Refah Partisi'ne geçmişti,

Bugünün Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, 12 Eylül öncesi en kanlı yıllarda Emniyet Genel Müdürü, Ankara Valisi idi. 1988'de ise İçişleri Müsteşarı.

Yolcu yolunda

"Derin devlet" adı ile anılan yapılar, "devlet içinde"dir.

"Yoldan çıkan" olabilir ama onları "yola çıkaran" siyasi, askeri, bürokratik sorumlular vardır. Bir de onlara göz yuman veyahut dokunmamış olanlar.

Ve yukarıda hatırladığımız gibi, hükümetler bir yana, "devlette devamlılık" vardır.

"Siyasi sorumlular"ın kulağını hiç çınlatmadan "derin devlet sorgulaması" biraz şaşı bir bakıştır, tuhaf iştir!

SABAH

GÖRÜNMEZ AJAN MEHMET ÖZBAY
12 Aralık 2008 10:41

Çatlı onun kimliğini kullanıyordu. Tuncay Güney'i ABD'de o karşılamıştı. Kim bu adam?

Mehmet Özbay, Abdullah Çatlı’ya sahte kimlik sağlayan kişi olarak Susurluk skandalında gündeme gelmişti. Şimdi Tuncay Güney’i Amerika’da karşılayan isim olarak gündeme geldi. Ancak ne hakkında arama var ne de nüfus kaydı.

“Susurluk” olayının kilit ismi Abdullah Çatlı’ya kimliğini veren Mehmet Özbay, Ergenekon olayıyla yeniden sahneye çıktı. Ergenekon soruşturmasının kilit ismi Tuncay Güney’in, Amerika’da kendisini Mehmet Özbay’ın karşıladığını öne sürmesi, 12 yıl sonra, yeniden “Mehmet Özbay kimdir?” sorusunu gündeme getirdi.

Susurluk soruşturması sırasında “maliye müfettişi” ve “emniyet uzmanı” belgelerinden, Chicago ve Londra’dan alınan sahte pasaportlara kadar her türlü “kimlik” bilgileriyle gündeme gelen Susurluk’un “görünmez” adamı Mehmet Özbay’a 12 yıldır ulaşılamıyor.

Özbay hakkında bugüne kadar hiç arama kararının çıkarılmamış olduğu da anlaşıldı.

Nüfus kaydı kayıp
3 Kasım 1996’daki Susurluk kazasında ölen ve İnterpol tarafından aranan Abdullah Çatlı’nın yıllarca “Mehmet Özbay” sahte kimliğini kullandığı ve kimlik bilgilerinin de o tarihlerde Londra’da yaşadığı iddia edilen Urfalı Mehmet Özbay’a ait olduğu belirlendi. Susurluk kazası sonrası 1996’da Özbay’ın kendisine değil ama Suruç nüfusuna kayıtlı olduğuna ilişkin bütün kimlik bilgilerine ulaşıldı. Ancak Özbay’ın şimdi ne Suruç’ta ne de daha sonra nüfus kaydını aldırdığı Birecik’te kaydı var.

Michal Bay mı oldu?
Mehmet Özbay adında bir kişinin 2006’da Jackson County’nin Jefferson şehrinde mahkemeye başvurarak kimliğini “Michal Bay” olarak değiştirdiği, Ocak 2007’de bu kimlikle Türkiye’ye giriş yaptığı ve Ceylan Intercontinental Otel’de kaldığı öne sürüldü.

Drej Ali tanıştırdı
Mehmet Özbay, Susurluk davasında yargılanan Korkut Eken’in bir dönem MİT’e çalıştığını iddia ettiği, bugün Ergenekon davasının sanıklarından Urfalı “Drej Ali” lakaplı Ali Yasak’ın yakın arkadaşı. Abdullah Çatlı ile Özbay’ı, Susurluk davacısının sanıklarından Yaşar Öz ile Ali Yasak’ın tanıştırdığı öne sürüldü. Özbay, Çatlı ile ilişkilerini sadece kimliği vererek değil, iş ortaklığı yaparak da sürdürdü.

Güney’i karşıladı iddiası
Mehmet Özbay, 12 yıl sonra Ergenekon davasının önemli ismi olan ve bir dönem MİT’teki Kontr Terör Merkezi’nce kadrosuz eleman olarak çalıştığı öne sürülen Tuncay Güney’in açıklamalarıyla yeniden gündeme geldi.
Güney, Özbay’ın yakın arkadaşı olduğu öne sürülen Drej Ali’yi, Amerika’ya giderken “cebine para koyan kişi” olarak açıklamıştı. Güney, 2001 Temmuz’unda gittiği New York’ta önce Manhattan, 301 East, 94 Street adresindeki The Marmara Oteli’ne yerleştirildiğini, İngiliz vatandaşı Urfalı işadamı Mehmet Özbay’ın kendisini karşıladığını ve otelde hiç para ödemediklerini söylemişti. Otel yetkilileri iddiayı yalanlarken Özbay’ın izine yine rastlanamamıştı.

İsmindeki ‘a’ harfi ‘e’ye döndü
Susurluk kazasında ölen Çatlı’nın üzerinden 22.11.1994 tarihinde Chicago Başkonsolosluğu’nca verilmiş 775552 sayılı nüfus cüzdanının örneği çıktı. Mehmet Özbay’ın “kayıp beyanıyla yurtdışında emniyet yazışması olmaksızın daha önce üç kez pasaport aldığı anlaşıldı.

16 Ekim 1961 Şanlıurfa Suruç doğumlu olan Özbay, ABD’deki yazışmalarında soyadındaki “a” harfini, birçok kez “e” diye değiştirdi. Resmi belgelerde ABD vatandaşı Mary Jane Ripp ile evlilik yaparak “Green Card” sahibi olduğunu beyan etti. Özbay dördüncü pasaportu için yaptığı başvuru sırasında adındaki ve imzasındaki “a” harfini, “e” olarak değiştirdi.

Mehmet Özbay ile Abdullah Çatlı iş ortaklığı
Mehmet Özbay’la ilgili olarak geçmişte birçok iddia gündeme geldi. Özbay’ın 1980 sonrası Londra’da yaşadığı öne sürülse de Susurluk’ta adı sıkça geçen Turgay Maraşlı ile “Pizzadays” adında bir pizza dükkânı açtığı ama asıl ortağının Maraşlı değil, Abdullah Çatlı olduğu gündeme geldi.
1994’te de İstanbul Bahçeşehir’de, Mehmet Özbay’ın Ali Yasak ve akrabası Nihat Yasak’la “Cafe Citron” adında bir işyeri açtığı ve hemen sonrasında burayı devrettiği de biliniyor.

Susurluk kazası sonrası Mehmet Özbay, Soli Ovadya adlı Musevi bir kadınla JAPET adlı bir şirketin ortağı olarak da gündeme geldi.

Çatlı, 26 Nisan - 1 Mayıs 1996 arasında KKTC’de dört kişilik yer ayırtmış, ödeme yapmak için de Mehmet Özbay’ın iş ortağı ve sevgilisi olduğu öne sürülen Soli Ovadia’nın oturduğu evi vermişti.

(Milliyet)


TUNCAY GÜNEY KİMİN ADAMI?

30 Kasım 2008 09:48
Mahir Kaynak'tan, Tuncay Güney'in MİT bağlantısı ve Ergenekon'la çarpıcı açıklamlar...


"Türkiye'yi sarsan Ergenekon davasının içinde MİT'in bulunmaması düşünülemez. Bu payı ihmal edip, Güney'i MİT'in adamı gibi lanse eden güç, demek ki onun verdiği bilgileri öne çıkarmak istiyor. O yüzden Güney ve Mehmet Eymür'ün arkasında hangi gücün olduğu araştırılmalı"..

- SABAH'ın gündemi belirlediği haberde Tuncay Güney'in MİT için çalıştığı ortaya çıktı. MİT de belgeyi doğruladı ancak 'kayıtlı elemanımız değildir' notunu düştü. Bu cümle ne anlama geliyor?
- MİT herhangi bir alanda bilgi toplamak istiyorsa o alana kolay nüfuz edebilecek ya da o alanda bulunan insanlarla ilişki kurar. Bu ilişki aslında bir kurul tarafından değerlendirilir; yani bu kişinin kullanılması gerekli midir, doğru mudur, değil midir diye... Ve hakkında tahkikat yapılır. Uygun görüldüğü zaman da görevlendirilir.

- Yani bu teşkilatta hem kayıtlı hem kayıtlı olmayan elemanlar bulunuyor, öyle mi?
- Haber toplayanlar kayıtlı elemanlardır. Onun dışında tesadüfi olarak ya da şahsi dostlukları olduğu için MİT elemanlarına bilgi verenler vardır. Yani bir MİT mensubu görüştüğü her insandan bir şeyler elde edebilir.

- Peki Ergenekon sürecinde en tartışmalı isim haline gelen Tuncay Güney aslında kim?
- MİT içerisinde kontr terör dairesi diye bir birim kuruldu, bu birim birtakım eylemler yaptı, faaliyetlerde bulundu. Bu eylemler de hiçbir zaman hiyerarşik düzen içinde yapılmadı.

- Yani size göre Güney, Mehmet Eymür'ün başında bulunduğu bu birimin elemanı mıydı?
- Evet, öyle görünüyor.

- 'MİT'in elemanı değil,' demek mi bu?
- Onu da söyleyemeyiz. Ama MİT diyor ki; benim elemanlarımın bir alınış biçimi vardır, bu kişi bu biçime uymamaktadır. Ötekiler de diyor ki; bizimle irtibat kuran, bizim haber verdiğimiz kişiler MİT'in elemanlarıdır, o bakımdan da MİT mensubu sayılmalıdır.

- Tuncay Güney'in 'İpek' diye bir kod ismi de var. Bu neyi gösteriyor peki?
- Kod adı varsa teşkilatta istihdam edildiği anlamına gelir. Fakat teşkilat 'Böyle bir elemanım yoktur,' diyor.
Burada çelişki var. Problem MİT içindeki yapılanmadan kaynaklanıyor. Yani MİT yönetimi kontr terör dairesi üzerindeki denetimini kaybetmiş! Zaten bunları tasfiye etmelerinin nedeni, bu dairenin kendi başına bir birim gibi hareket etmesi...

- Kim yönlendiriyordu peki bu ekibi?
- Çiller döneminde MİT'in devre dışında tutulması için çalışmalar olduğu biliniyor. Çiller MİT'in çalışmasından memnun değildi; Silahlı Kuvvetler yönetiminde ve etkisinde olduğunu düşündüğü için farklı bir yönetim kurmak istedi, hatta adı da KGB'ydi.
Yani Kamu Güvenlik Birimi. Sonra bu resmi hale gelemedi ve dağıldı. Şu önemli; Başbakan MİT dışında bir kuruma dayanmak istiyor! Garip bir durum... Ve bu birim, kendi başına birtakım eylemler yapıyor. 97'de Şenkal Atasagun'un teşkilatın başına gelmesiyle de tasfiye ediliyor. Yani bu karmaşık yapıyı Tuncay Güney'in kimliğinde değil, teşkilatta arayın.

- Ne demek istiyorsunuz tam olarak?
- Teşkilat içerisinde, aktif faaliyetlerde bulunmayı, tıpkı MOSSAD gibi birtakım eylemler yapılmasını isteyen gruplar var. Oysa istihbaratın hem görevi o değildir, hem böyle bir kullanış yanlıştır. İstihbarat bir projektör gibidir, sahayı aydınlatmalıdır sadece. Bu aydınlıkta hareket edecek olanlar da emniyettir, hukuktur, devlettir. Mesela CIA birini bertaraf etmek istiyorsa, hiçbir zaman CIA elemanı kullanmaz, aracı kullanır. Mafya elemanı ya da tetikçi kullanır. Bizde bu işi karıştırıyorlar, o zaman da devlet sorumlu hale geliyor.

- MİT SABAH'ın haberinin ardından 'Kuruluş ve çalışmaları tartışmalı kontrterör birimi 1997 yılında teşkilatımız şemasından çıkartılmıştır,' dedi. Bu açıklamayla Tuncay Güney'le araya mesafe mi konuluyor?
- Tuncay Güney şu anda neredeyse MİT'i temsil eden bir adam konumunda ve onun bütün eylemleri MİT'e fatura edilecek. MİT diyor ki; 'Hayır ben onun sorumlusu değilim, o geçmişte benim tasfiye ettiğim ve dışladığım bir birimin içerisindeydi.' Hepsi bu!

'Güney her şeyi biliyor' havası özellikle yaratılıyor

- Tuncay Güney kullanılıyor mu?
- Şöyle yapılmak isteniyor; Tuncay Güney ilk önce Türk kamuoyuna kabul ettirildi. Yani 'Tuncay Güney her şeyi bilmektedir' havası yaratıldı. Bu imajdan sonra da 'Bundan sonra her söyleyeceği doğrudur' denilecek. Şimdi kamuoyu onun gözlerinin içine bakıyor. Onun söylediği sözler bir gerçek olarak kabul ettirilecek, böylece yargı sürecine müdahale edilecek.

- Bugüne dek pek itibar görmüyordu Güney; ancak kayıtlı olmasa da MİT mensubu olduğu ortaya çıktı. Ergenekon davası yeni dönemece girebilir mi şimdi?
- Bu son derece önemli çünkü Tuncay Güney'in arkasındaki güç Ergenekon davasına müdahale ediyor, yönlendirmeye çalışıyor! Bu meselenin yön değiştirmesini ve kendi istedikleri gibi şekillenmesini istiyorlar esas itibarıyla. Ben bütün bu olaylara baktığım zaman 'Acaba Tuncay Güney veya benzerleri kanalıyla bir başka gizli servis, Türk gizli servisinin içine mi sızıyor?' sorusunu soruyorum.

- Olabilir mi bu?
- Bakınız, MİT'in aktif faaliyetlerde bulunması kanun dışıdır, yani hiçbir yetkisi yoktur. Ama bizde herkes kendine uygun şekilde örtülü bir faaliyet yürütüyor; kanun yok, kural yok! Devlet içindeki bu bölünmüşlük Tuncay Güney hadisesinde çok açık biçimde kendisini gösteriyor ama bu alttaki bir çatlak.
Yukarılarda daha büyük çatlaklar olduğunu görebilirsiniz...

- Nasıl çatlaklardan söz ediyorsunuz?
- Susurluk'u herkes Ergenekon'la benzeştiriyor, halbuki hiç alakası yok! Susurluk örgütü esas itibariyle iktidarın el değiştirmesini, askerin egemenliğini ortadan kaldırmayı amaçlamaktaydı; farklı bir egemen zümre oluşturmak isteniyordu.
Bunlar ordunun alternatifi olacaktı. Yani ülke içerisinde bir iktidar mücadelesi.

- Ya Ergenekon?
- Tamamen farklı bir yapılanma. Bakın, Susurluk içinde pek askere rastlamazsınız.
Burada da ise pek az sivil kadro vardır; askerlerin içindeki bir grubun egemen olma çabası var. Demek ki bu iki oluşumu birbirine benzetmek yanlış olur.

Dava açılmasına neden olan, çuvallarla bilgi ve belge bulundu. Buna yorumunuz?
- Bu altı çuval belgenin Tuncay Güney tarafından elde edildiğine emin misiniz? Onun kanalıyla gelmiştir ama onun sahip olduğu bilgi ve belgeler değildir belki de!

- Bu kadar konuşmadan sonra bir kez daha sorabilir miyim; Tuncay Güney kim aslında?
- Bakıyorsunuz, birçok yere yönelik faaliyetleri var; yani belli bir grubun adamı değil. Fetullahçı değil, Ergenekoncu değil, MİT'in adamı değil, hiçbir şey değil. Hiçbir şeyin adamı olmadığı zaman bir gücün adamı demektir. Bir istihbarat servisi tarafından yönlendiriliyor. Nerede bilgi varsa oraya gidiyor. İstihbaratçıların tipik özelliğidir bu, herhangi bir ideolojik bağlantıları olmaz. Görev icabı her yerde olabilir.

- Birilerine göre çapsız ve sıradan bir adam, birilerine göre de örgütün beyni ve çok zeki. Bu ilişkiler ağını yürütürken iddia edildiği kadar önemsiz biri olabilir mi Tuncay Güney?
- Bu kadar şeyi yönlendiren kişi dâhidir, yani süpermendir! Böyle biriyle karşılaşmışsanız, bu süpermeni kimin yarattığını da aramalısınız bence. Kendisi direkt ortaya çıkmaz çünkü, bir süpermen üzerinden ortaya çıkar.

Ergenekon soruşturmasının arkasında Mehmet Eymür var, bir şekilde Gül'e de örgütle ilgili bilgi verdi. Sizce Eymür'ün rolü nedir bu oluşumda?
- Eymür'e de Güney'e de çok büyük roller atfediliyor! Bunların üstüne çıkmamız; bunları yönlendiren, Türkiye'nin siyasetini etkileyecek güçler aramamız lazım. Bu kişiler olsa olsa kullanılan birtakım kişilerdir.

- Yani Eymür o kadar etkili bir isim değil, Tuncay Güney'i de etkilememiş olabilir mi?
- Tuncay Güney'i yönlendirebilir ama Tuncay Güney ne ki? Ona bir değer atfedilemez. Yapılmak istenen şey bu iki kişiyi ön plana çıkarmak. Ön plana çıkardığınız zaman gerçeğin üstünü örtmüş oluyorsunuz. Yani kimse oturup da şu örgüt bu örgüt, şu devlet bu devlet demiyor. Eymür'ün sözlerinden hareket ederek bir yere varmayacaksınız, bütün bunları devletin resmi organı MİT değerlendirecek. Fakat 'Ben MİT'e güvenmem,' derseniz o zaman devlet ciddi bir zaaf içindedir.


MİT, davalara taraf olmaz!

Tuncay Güney'in Ergenekon davasını dinamitlemek için kullanıldığını söylediniz. Neden?
- Bakın; Türkiye'yi sarsan, siyasi niteliği olan Ergenekon davasının içerisinde MİT'in bulunmaması düşünülemez. Bu payı ihmal edip, MİT temsilcisi gibi Tuncay Güney'i lanse eden güç, demek ki onun verdiği bilgileri öne çıkarmak istiyor. Yoksa Tuncay Güney bir biliyorsa, MİT bin bilir! Bu bini de söyler. 'Tuncay Güney'le ilgimiz yok' diyorlar ama bu soruşturma MİT'in bilgisi dışında zor yapılabilir.

- Yani Tuncay Güney'i öne sürenler bazı bilgilerin ortaya çıkmasına engel mi olunuyor?
- MİT'in bilgilerinin Tuncay Güney'in bilgileri olduğu şeklinde bir intiba yaratmak isteniyor...

- Neden o zaman MİT müdahale etmiyor bu sürece?
- Bunu yapmaz! Çünkü MİT, bu davalarda taraf değildir.
Bu suçlu veya suçsuz demez. 'Şöyle bir faaliyet olduğunu gördüm, bilgilerinize sunarım' der Başbakanlığa sadece.

CHP'nin çarşaf açılımıyla ilgisi

Ergenekon'da bir sona varılır mı üzeri kapatılır mı?
- Ergenekon'u herkes biliyormuş ama birden bire ortaya çıktı! Bu olayı, bir darbe teşebbüsü olarak algılamayın, bir siyasi kadro yani Ergenekon kadrosu tasfiye edilmektedir, etkisizleştirilmektedir.
Bir örnek vereyim size; eğer Ergenekoncular hâlâ dışarıda olsalardı ve Cumhuriyet mitinglerini yapan güç olarak var olsalardı, CHP çarşaf açılımını yapabilir miydi?

- İkisi bağlantılı mı?
- Hemen harekete geçerdi tabanı, kıyamet kopardı, CHP sarsılırdı. Onun rakibiydi çünkü Ergenekon! Bakın, bir rakip bertaraf edildi. Zaten böyle bir partileşme eğilimi yok muydu, Tolonlar falan? Ben olaya biraz siyasi açıdan bakıyorum. Susurluk da siyasi bir olaydı, bu da.


(Şirin Sever / Sabah)

"YAHUDİYİZ DİYORSA YAHUDİYİZ"
12 Aralık 2008 10:45

Tuncay Güney'in annesi: "Oğlum Yahudiyiz diyorsa Yahudiyiz... Yahudi olmak suç mu?"

İstanbul Emniyeti’nde, 2001’de verdiği ifadelerle Ergenekon soruşturmasının en önemli dayanaklarından birini oluşturan ve halen Kanada’da hahamlık yaptığını iddia eden Tuncay Güney’in 72 yaşındaki annesi Ayşe Güney, Milliyet’in soruilardını yanıtladı.

Ayşe Güney, “Oğlumun ne suçu var bilmiyorum, hahamsa da benim oğlum imamsa da benim oğlum, ben onunla gurur duyuyorum... Oğlum Yahudiyiz diyorsa Yahudiyiz... Yahudi olmak suç mu? Ben onu hak yolunda yetiştirdim. Ona Zebur’u, Tevrat’ı, İncil’i ve Kuran’ı da okuttum” dedi.

‘Gelenleri şikâyet edeceğim’
Tuncay Güney’in adının Ergenekon davasında geçmesinin ardından İstanbul’dan memleketleri Çorum’a giden Ayşe Güney, iki hafta önce İstanbul’a döndü. Anne Güney, Gültepe’nin gecekondu mahallelerinden birinde küçük bir binanın 3. katında yaşıyor.

Kapının girişinde Ayşe Güney’in bastonu duruyor. Yorgun ve bitkin olduğu gözlenen Ayşe Güney, tepkili ve sinirli bir şekilde konuşuyor. Gazetecilere kızgın. “Bundan sonra gelenleri polise şikâyet edeceğim” diyor. Oğlundan bahsederken heyecanlanıyor.

Kınalı saçlarını bir örtüyle kapatmış. Şalvarı ve renkli hırkasıyla tipik bir Anadolu kadını görüntüsü çizen anne Güney, mantıklı konuşuyor ve etkili cümleler kuruyor. Anne Güney Milliyet’in sorularını şöyle yanıtladı:

‘Ben harçlık veriyordum’

Oğlunuzla en son ne zaman görüştünüz?
Bilmiyorum inan ki... Sekiz sene oldu.

Hiç arayıp soruyor mu sizi?
Sordu, ben köydeydim, kafam allak bullak olduğu için ne zaman olduğunu hatırlamıyorum. Evvel ki akşam televizyonda geçici olarak resmini gördüm, kameraya çekmişler, nerede çekmişlerse, o günden bu güne hâlâ şokum, bittim.

Sizinle yaşarken askerlerle, polislerle ilişkisi var mıydı?
Hiçbir ilişkisi yoktu, bir işi yoktu.

Eve para getiriyor muydu?
Benim emekli maaşım var, ben ona harçlık veriyordum, ondan para istemiyordum.

Babasının maaşını alıyor muydu?
Babasının maaşını almıyordu, 18 yaşında bitti. O zaman Sabah gazetesinde çalışıyordu.

‘Onunla gurur duyuyorum’

Haham olduğunu söylüyor, Türkiye’deyken Musevilerle bir bağlantısı var mıydı?
Okur imam olur, okur haham olur, kimseyi ilgilendirmez, beni de ilgilendirmez, seni de ilgilendirmez... Ben onun annesiyim, onunla gurur duyuyorum, haham olduysa da benim oğlum, imam olduysa da benim oğlum. Artık beni kimse rahatsız etmesin...

Oğlunuz “Anneannem gerçek bir Yahudidir” demiş, siz bu konuda ne diyorsunuz?
Oğlum Yahudiyiz diyorsa Yahudiyiz... Yahudi olmak suç mu? Günah mı? Ben onu hak yolunda yetiştirdim. Ona Zebur’u, Tevrat’ı, İncil’i ve Kuran’ı da okuttum. “Anne bana bunları niye okutuyorsun?” diye sorduğunda, “Oğlum, her şeyi bil, ilerde lazım olur, yabancı bir çocukla karşılaşırsın, bir şey duyarsan bilmiyorum deme” dedim. Ben bu mahallede besmele bile bilmeyen nice çocukları okuttum, yetiştirdim.

Gazeteleri okuyor musunuz?
Okuyorum, hep yalan yanlış şeyleri yazıyorlar.

‘Git yavrum’ dedim

Amerika’ya giderken görüştünüz mü, size veda etti mi?
“Anne ben Amerika’ya gidiyorum” dedi. “Git yavrum, Allah yardımcın olsun” dedim. Cenab-ı Allah’tan niyaz ettim, oğlumu Amerika’ya gönderdim, kurtardım. Şimdi yine dua ediyorum, Allah benim oğlumu gökteki güneş gibi yeniden doğdurup bana geri göndersin.

Oğlunuz kullanıldı mı sizce?
Mehmet Ali Birand televizyonda “O çocuk kullanıldı” dedi. Niye dedi? Çünkü biliyor, herkes biliyor, devlet de biliyor. Sizin gibi nice genç gazetecileri yuttular, toprağa gömdüler. Sen de dikkat et, kullanmasınlar, benim oğlumun durumuna düşmeyin.

Eğer oğlumun suçu vardıysa niye buradayken tutuklamadılar? Öcalan’ı koyun gibi besliyorlar, benim oğluma bunu yapıyorlar, bu ayrımcılık niye?

(Milliyet)


Tuncay Güney'in Kaseti İzlenecek
01 Aralık 2008 22:11

"Ergenekon" Davası'nda, İstanbul Emniyeti'nden 2001 yılında sorgulanan Tuncay Güney ile ilgili video kasetin aslının istenilmesi kararı alındı.

"Ergenekon" Davası'nın görüldüğü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi'ne yazı yazılarak, 2001 yılında sorgulanan Tuncay Güney ile ilgili video kasetin sorulması ve aslının incelenmek üzere gönderilmesinin istenilmesini kararlaştırdı.

Mahkeme Heyeti, sanıklardan Bekir Öztürk'ün, Adil Serdar Saçan ve Ahmet İhtiyaroğlu'nun dinlenmesi konusundaki taleplerinin, sanıkların savunması alındıktan sonra değerlendirilmesine hükmetti.

Mahkeme Heyeti, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılarak, Tuncay Güney'in ifadeleri üzerine 2002 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ile İstihbarat Şubesine hazırlatılan ve Cumhuriyet Savcısı Muzaffer Yalçın'a sunulan projeli çalışmanın istenilmesini hükme bağladı.

Mahkeme, İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesine yazı yazılarak, 2001 yılında sorgulanan Tuncay Güney ile ilgili kayıt yapılan ve 3 kopyası olduğu söylenen video kasetinin aslının olup olmadığının sorulmasına, bu kaset kendilerinde ise incelenmek üzere mahkemeye gönderilmesinin istenilmesine karar verdi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 28 Ekim 2008 tarihinde sunulduğu söylenen Ahmet İhtiyaroğlu'na ait dilekçenin varsa onaylı suretinin mahkemeye gönderilmesini kararlaştıran Mahkeme Heyeti, Aksiyon Dergisi yazarlarından Harun Odabaşı ve Fehmi Koru'nun 2001 yılında yazdıkları "Ergenekon ve Lobi Belgeleri" ile ilgili yazıların dayanağı ve kaynağının istenmesi konusunda sanık Kemal Kerinçsiz'in avukatlarının talebini de kabul etti.

Mahkeme Heyeti bu konuda Aksiyon Dergisi'ne Basın Kanunu'nun 12. maddesi hükmünce yazı yazılmasını kararlaştırdı.

Sanıkların tutukluluk halinin devamına karar veren Mahkeme Heyeti duruşmayı yarına bıraktı.

aktifhaber

Şenocak'tan Depremli Savunma

01 Aralık 2008 15:37
Ergenekon'un bugünkü duruşmasında Şenocak savunmasını yaptı. Şenocak suç delili olarak gösterilen madde ile ilgili olarak deprem savunması yaptı..

''Ergenekon'' davasının bugünkü duruşmasında, tutuklu sanıklarından Muzaffer Şenocak savunmasını yaptı.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada savunmasını yapan Şenocak, iş adamı olduğunu ve yurt dışında tekstil, inşaat ve makineyle ilgili iş yaptığını söyledi.

Şenocak, tutuklu sanıklardan emekli binbaşı Fikret Emek ile 2004 yılında tanıştığını belirterek, birlikte Ankara'da inşaat alanında iş yaptıklarını, ancak kendisinin bunun dışında 2 büyük proje üzerinde çalıştığını kaydetti.

Emek'in asker kökenli olması nedeniyle iş görüşmelerinde sorunlar yaşandığını, yetki belgesi ve lisans şartları oluşmadığı için de Emek ile aralarında anlaşmazlık oluştuğunu dile getiren Şenocak, Emek'in düğününün ardından 2004 yılından sonra bir daha görüşmediklerini ve kendisinin yurt dışına çıktığını anlattı.

Şenocak, 2006 yılında Türkiye'ye geldiğinde, kendisini Kanal 6'nın sahibi olarak tanıtan tutuklu sanıklardan Aydın Yüksek ile tanıştığını ve birlikte iş yapmaya başladıklarını ifade ederek, Yüksek'in bir iş nedeniyle kendisini Ahmet Özal ile görüştürdüğünü, ancak bu görüşmenin olumsuz geçtiğini söyledi. Şenocak, 2006 yılı ortalarında yeniden yurt dışına çıktığını belirterek, Yüksek'in kendisinin ortağı ile aynı evde kalmaya başladığını, ortağına baskı yapan Yüksek'in, bu kişinin pasaportuna da el koyduğunu ileri sürdü.

Aydın Yüksek'in, bu kişinin telefonundan numaraları kopyalayarak yurt dışındaki tüm iş bağlantılarını engellediğini ileri süren Şenocak, ''Türkiye'ye döndükten sonra Yüksek'ten ortağıma ve bana ait belgeleri geri almak istedim, ancak alamadım. Benim aileme ait olan ve kişisel bilgilerimi izinsiz şekilde elde etmiş, ailemi arayarak 250 bin YTL para istemiş. Benim bilgilerimden oluşan CD'yi hakkımda araştırma yapması için Muzaffer Tekin'e vermiş'' dedi.

Şenocak, bu CD içerisinde kendisine ve iş ortaklarına ait bilgilerin, adreslerin, iş kontratları gibi özel bilgilerin yer aldığını, bu CD'nin internet ortamında yayımlanmasından endişelendiğini söyledi.

''DÜZCE DEPREMİNDEN KALAN MALZEME''

Suç delili olarak gösterilen bir maddenin, altının ayarını ölçen bir asit ve kuyumculuk malzemesi olduğunu, Kapalıçarşı'da da satıldığını öne süren Şenocak, çantasından çıkan kask, tepe lambası, amonyum nitrat, konserve yiyecek ve gaz maskesinin üzerinde 12 Kasım 1999 Düzce Kaynaşlı depreminin tozu olduğunu savundu. Bu depremden sonra gönüllü olarak Kaynaşlı'ya giden ilk ekibin içinde yer aldığını ve ilk 11 kişiyi kurtardıklarını ifade eden Şenocak, amonyum nitratın da deprem bölgesindeki iş makinesinin paletlerinin arasından çıktığını kaydetti.

Şenocak, depremde bulunan bu malzemeleri delil torbasına koyduktan sonra afet merkezine teslim ettiklerini, söz konusu amonyum nitratın da o dönemden kaldığını öne sürdü.

FREKANS KESİCİ CİHAZ

Tutuklu sanık Muzaffer Şenocak, yurt dışına frekans kesici cihaz pazarladığını, yurt dışından da bomba imha robotu getirdiğini anlattı.

Kendisinde ele geçirilen frekans kesici aletin bu olduğunu ileri süren Şenocak, bomba imha robotu ile ilgili olarak da jandarmanın bu konuda güzel çalıştığını vurguladı. Şenocak, ''Jandarma son teknolojiyi kullanıyor. Ancak emniyet için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Emniyetin bombaları nasıl patlattığını herkes biliyor'' diye konuştu.

MAHKEME HEYETİ BAŞKANI'NIN SORULARI

Şenocak, savunmasının ardından Mahkeme Heyeti Başkanı Hasan Hüseyin Özese'nin sorularını cevaplandırdı.

Kendisinde çıkan, petrol ile ilgili bir yazıya ilişkin Şenocak, Afrika'da iken bulunduğu bölgede petrol çıktığını, bu konuya Türk firmalarının sıcak bakmadığını, söz konusu yazının bununla ilgili olduğunu dile getirdi.

Başkan Özese'nin, ele geçirilen bir mektubu sorduğu Şenocak, yurt dışına gidiş-gelişlerinde tedarikçi insanlarla tanıştığını, bu kişilerin kendisinden yaşça büyük ve deneyimli olduklarını ifade ederek, ''Bana savaştan çıkan ülkelerde yatırımın en sıcak para olduğunu söylüyorlardı. Bu gibi ülkelerde altyapı ve gıda sektörüne yatırım yapılması gerektiğini söylüyorlardı. Daha sonra bu kişiler, tedariklerini benim üzerimden yapmaya başladılar'' dedi.

Trabzon silah fabrikasının satışı ihalesine ilişkin araştırma yaptıklarını anlatan Şenocak, silah alabilecek kişilere broşür dağıttıklarını, köy muhtarlarına gidip silah ruhsatı olan kişilerle görüştüklerini, ancak yurt dışına çıktığı için bu konuyla ilgilenemediğini söyledi.

Bilgisayarında çıkan silinmiş bir dosyayla ilgili olarak da Şenocak, yurt dışında ilgilendikleri şirketlerle ilgili olarak konsoloslukların kendilerine bilgi verdiğini, ancak dikkatli olmaları konusunda uyardığını, kendisinin de kirli bir şeye bulaşmak istememesinden dolayı bu firmaları internet üzerinden araştırdığını, silinmiş belgenin bu konuyla ilgili olduğunu anlattı.

CD KONUSU

Devletin yeniden yapılanmasına ilişkin belge hakkında hiçbir bilgisinin olmadığını ifade eden Şenocak, Muzaffer Tekin'de bulunan CD'nin içerisindeki 5 dosyadan 4'ünün kendisine ait olduğunu dile getirdi.

Şenocak, bu CD'nin Aydın Yüksek tarafından 28 Aralık 2006 tarihinde oluşturulduğunu, kendisinin bu tarihte yurt dışında bulunduğunu, 18 Ocak 2007'de Türkiye'ye geldiğini belirtti.

CD içindeki kendisine ait dosyalarda, Ankara'da yaptığı işlerle ilgili bilgilerin de yer aldığını ifade eden Şenocak, gizli olarak nitelendirilen dosyanın da emniyette kendisine sadece başlıklar halinde gösterildiğini ve içeriğini bilmediğini dile getirdi.

Tutuklu sanık Muzaffer Şenocak, ''İçeriğini bilmediğim konu hakkında yorum yapamam. Gizli bilgileri içeren bir CD olduğunu bilsem Aydın Yüksek'e neden vereyim? Ya imha ederdim ya da geri verirdim'' diye konuştu.
aktifhaber


En son Ekim tarafından Prş Arl 25, 2008 9:00 pm tarihinde değiştirildi, toplam 4 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> HUKUKÎ HABERLER Tüm zamanlar GMT
Sayfaya git 1, 2, 3, 4, 5  Sonraki
1. sayfa (Toplam 5 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com