EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

ÇETİN ALTAN VE MAHDUMLARI

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Oca 20, 2010 1:38 am    Mesaj konusu: ÇETİN ALTAN VE MAHDUMLARI Alıntıyla Cevap Gönder

Telgrafın Telleri
29 TEMMUZ 2011

Altan ailesinin en sevdiği şeylerden biri de, geçmişte batıda teknolojik ilerlemeler olurken, bizim yöneticilerimiz nelerle uğraşıyordu diye sızlanmaktır. Sanem Altan'ın benzer bir yazısını daha önce sitemize konuk etmiştik. (Bkz. Geçmiş Zaman Olur Ki...). Aile büyüğü Çetin Altan da, bugünkü yazısında bunun başka bir örneğini vermiş:



Telgrafın icadından dört sene sonra 1843'te, Samuel Morse tarafından Osmanlı sarayına sunulmasını bir tarafa bırakacak olursak, ilk denizaltı telgraf hattı Kırım Savaşı münasebetiyle Osmanlı Devleti nezaretinde İngilizler tarafından Varna ve Kırım arasında döşenmişti. Bu hattan sonra Osmanlı Devleti ve Londra'dan Hindistan'a ulaşmak isteyen İngilizler işbirliği yaparak Çanakkale Boğazından İskenderiye'ye ulaşan denizaltı hattını hizmete sokmuş, bunun dışında Osmanlı Devleti, tek başına İstanbul'dan Beyrut ve Halep'e dek uzanan bir telgraf hattı kurmuştu. Çetin Altan'ın sözünü ettiği 1866 yılına geldiğimizde bütün kara ve deniz hatları kurulmuştu. Dolayısıyla Abdülaziz bütün bu gelişmelerden ziyadesiyle haberdardı.

Yazımızı kaynak olarak kullandığımız akademik çalışmalardan birinde geçen şu paragraf ile bitirelim.



http://muhtesip.blogspot.com/

ÇETİN ALTAN HÜKÜMETİN BASKILARINA KARŞI DARBE İSTEDİ



19.01.2010

Tarih 28 Mayıs 1960
Darbenin bir gün sonrası.

Ahmet Altan 10, Mehmet Altan 7 yaşında birer çocuk.
Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinde Çetin Altan yazıyor.
Altan 27 Mayıs Darbesi’nin gerekli olduğunu anlatıyor.
Baskıcı olduğunu söylediği hükümete karşı darbeden başka yol kalmadığından söz ediyor.
Altan yazısında hükümetin basına baskılarını şöyle anlatıyor: “Anayasayı çiğnediler. Hürriyetleri kestiler, hukuk dışı komisyonlar kurdular… Artık yazı yazmıyor, yazı taklidi yapıyorduk.”
Hükümetin Atatürk’e karşı olduğunu ise şöyle ifade ediyor: “Atatürk’ün gençliğe hitabesini, Nutuk’un tefrikası halinde yayınlamak dahi suç sayılır olmuştu. Atatürk’ten bahsedilsin istemiyorlardı.”
Altan darbenin demokrasinin teminatı olduğunu söylediği yazısında hürriyetleri kötüye kullananlara bu darbe ders olsun diyor: “Silahlı Kuvvetlerimizin Büyük Ata’nın yıllar arkasından akseden manevi direktifi ile yaptığı bu hareket, demokrasimizin en sağlam teminatı olarak tarihimize geçecek ve hürriyetlerden kendi sefil benlikleri için faydalanmak isteyen gafillere her zaman için unutulmaz bir ders olacaktır.”
Darbenin heyecanı ile olacak Altan bayağı sert ifadeler kullanıyor: “Islah olmamakta direnenler çıkarsa onlar da derslerini alacaklardır.”
Altan yazısının sonunda ise orduya defalarca teşekkür ediyor: “Bize bugünleri tattıran ve bir milletin haysiyetine konmaya çalışılan tozları bir üfleyişle temizleyiveren Türk Silahlı Kuvvetleri sağ olsunlar. Kardeş kanı dökülmeden yapılan bu hareketin aynı vakar içinde gerçek demokrasinin temellerini atmasını bekliyor, seviniyor, övünüyor; övünüyor, seviniyoruz.”

İşte Çetin Altan’ın 28 Mayıs 1960 tarihli “Bugün Canım Yazı Yazmak İstemiyor” başlıklı yazısı:

"Yıllar ve yıllar boyu aklımızın erdiği, gücümüzün yettiği, dilimizin döndüğü kadar tarihlerden örnekler verdik, hukuk prensipleri sıraladık, kinayeli fıkralar anlattık. Kafasında en ufak bir izan fırdası bulunan bir insan bile bu ihanet yolunun geçit vermeyeceğini görür ver geri dönerdi. Hayır, bunlar öyle yapmadılar. Anayasayı çiğnediler. Hürriyetleri kestiler, hukuk dışı komisyonlar kurdular…
Artık yazı yazmıyor, yazı taklidi yapıyorduk.
Atatürk’ün gençliğe hitabesini, Nutuk’un tefrikası halinde yayınlamak dahi suç sayılır olmuştu. Atatürk’ten bahsedilsin istemiyorlardı. Onun kurduğu inkılâp Türkiye’sinin Cumhuriyetine bir beyefendiler saltanatı halinde çöreklenmek ve memleketi basınsız, Üniversitesiz hatta Meclissiz idare etmek niyetine kapılmışlardı.
Silahlı Kuvvetlerimizin Büyük Ata’nın yıllar arkasından akseden manevi direktifi ile yaptığı bu hareket, demokrasimizin en sağlam teminatı olarak tarihimize geçecek ve hürriyetlerden kendi sefil benlikleri için faydalanmak isteyen gafillere her zaman için unutulmaz bir ders olacaktır.
Milli Birlik Komitesi Başkanı ve Türkiye Silahlı Kuvvetleri Başkumandanı Orgeneral Cemal Gürsel’in yayınladığı demeçte bizzat belirttiği gibi, memleket, yakın bir zamanda demokrasinin şartlarına uygun bir idareye kavuşacaktır. Kurucu Meclis gereken esasları tespit ettikten sonra hür ve endişesiz bir seçimle memleketi, memleketin sevdiği lekelenmemiş insanlara bırakacaktır.
Bugün bütün Türkler, parti çekişmelerinin çöplüğünden kurtulmuşlar ve yeni bir anlayışın dünyasına doğmuşlardır. Bütün küçük hesaplar, kinler ve nefretler tasfiye edilmiştir. İnsanca ve kardeşçe, sadece fikir tartışmalarından ibaret, herkesin eşit olduğu demokrasi rejimi, yakında bu güzel vatana layık olduğu mutluluğu getirecektir.
Kurucu meclisin faaliyete geçmesini sevinçle bekliyoruz. Silahlı Kuvvetlerimizin yaptığı hareket bir hırsın veya zümre menfaatinin dışında, sadece hukuk, insanlık ve vatan aşkının bir ifadesidir.
Bu hareketin meşruluğu ve büyüklüğü, yıkılanların gayrimeşruluğu ve küçüklüğü ile makūsen mütenasip olarak bir abide gibi ortaya çıkmaktadır.
Türkler, âlimleri dalkavuk, Üniversitelileri maktul, gazetecileri korkuluk ve bütün aydınları sürüngen hale getirererek, bir çete gibi davrananların rezaletlerini kabul etmeyi, bütün dünya önünde reddetmişlerdi.
Menfaat bağlarıyla bu cehalet ve rezalet yuvalarına uşaklık etmiş olanları vicdanlarıyla baş başa bırakıyoruz. Herhalde ıslah olacaklardır. Islah olmamakta direnenler çıkarsa onlar da derslerini alacaklardır.
Bize bugünleri tattıran ve bir milletin haysiyetine konmaya çalışılan tozları bir üfleyişle temizleyiveren Türk Silahlı Kuvvetleri sağ olsunlar. Kardeş kanı dökülmeden yapılan bu hareketin aynı vakar içinde gerçek demokrasinin temellerini atmasını bekliyor, seviniyor, övünüyor; övünüyor, seviniyoruz."

Odatv.com

Altan Kardeşlerin ABD Militarizmi ile Ensest İlişkisi
Behiç Gürcihan

27 mayıs ve 12 Mart darbelerinin şakşakcısı Çetin Altan'ın; 12 Eylül darbesi ile palazlanan iki oğlundan biri olan Mehmet Altan'ın son yazısını okumaz olaydım.

Tam yatmaya hazırlanıyordum ki; Internet'teki son dakika turlamalarım sırasında; "Kurmaylar Biraz Bakar mısınız?" başlıklı yazısı gözüme çarptı. Yine uykusuz kaldık.

Altan; bu yazısında son dönemde yaşananlar üzerinden Harp Akademilerinde kurmay eğitiminin çöktüğünü öne sürüyor ve lafı oradan West Point'e getirip, "West Point gibi bir akademiden bu zihniyette birileri çıkabileceğini düşünebiliyor musunuz" mealinde bir inci ile yazısını sonlandırıyor.

Türkiye'de ne kadar kolay kurmay olunabildiği tartışılır ama Mehmet Altan bu ülkede ne kadar kolay profesör olunabildiğinin en önemli kanıtıdır.

Bu adam yıllardır, "bilgisayar endüstrisi ile savaş endüstrisinin cepheleşmesi" klişesi ve "kum silikondan , silikon bilgisayardan daha değersizdir" denklemi üzerinden bayat küresel makro analizler yapmaktadır.

Gerçek bir profesörün analitik ve çok yönlü birikimine sahip olmadığından; dünyada bilgisayar ve savaş endüstrilerinin ne kadar içiçe geçtiğinin ve birbirini beslediğini göremeyecek kadar da cahildir.

"Bir kurşun bir bilgisayar kullanıcısını öldürüyor" şeklinde basit bir denklem üzerinden ahkam kesen bu Altan ailesi fertleri; o kurşun veya tehdidi sayesinde kontrol altına alınan ülkelerin altyapılarının nasıl ABD'ye bağımlı milyonlarca bilgisayar kullanıcısı üretecek şekilde dönüştürüldüğünü görmemektedir.

Altan'lar aynı zamanda , ABD'nin silah endüstrisi ile bilgisayar teknolojisi endüstrisinin nasıl içiçe geçtiğini ; ABD ordusunun bu endüstrilere nasıl özel araştırma fonları aracılığı ile milyar dolarlar aktaran bir yapı olduğunu bilemeyecek kadar cahildir.

Doğru denklem:

"Bir kurşun bir bilgisayar kullanıcısını öldürür, binlercesini yaratır" olmalıdır.

Geçenlerde "hiç bir ülkede askeri mahkeme var mı?" incisini sarfeden; sonra bu cahilliğini "hiç başka bir ülkede Askeri Yargıtay var mı?" incisi ile perdeleyim derken cahilliğini bir kez daha kanıtlayan Mehmet Altan'ın bu son yazısı ile West Point'ten de habersiz olduğu ortaya çıkmıştır.

Dünyada milyarlarca insanın ölümüne sebep olan ABD militarizmine döşenilen övgülerin de bir utanç sınırı olması gerekir ama ensest ilişkiyi savunan Ahmet Altan'ın mensubu olduğu bir ailenin utançla ilişkisi de ensest özelliklere sahip olsa gerek.

Hatırlarsanız; 30 Ağustos törenleri sonrasında Taraf o meşhur "çok bilmiş" manşetlerinden birini atmış ve 30 Ağustos törenleri görüntüleri ile Çin, Rus ve Kuzey Kore ordularının törenlerini yanyana koyarak şöyle demişti :

"Bazıları Gösteri Sever"

Taraf'ın Batı militarizmi ile ensest ilişkisinin kanıtı olarak, Açık İstihbarat; Taraf'ın Fransızların, İngilizlerin ve ABD'lilerin benzer ulusal kurtuluş günü törenlerini görmediğini vurgulamış ve bunların resimlerini kapak olarak Taraf'a hediye etmişti.

(Bkz: Bu Resimler Taraf'a Kapak Olsun : Bazıları Propaganda Sever )

Taraf'ın karşı kıyıdaki kardeşi Star gazetesinin baş köşesine yerleştirilen Mehmet Altan 'ın, ABD militarizmine hayranlığı bugünkü yazısında West Point akademisine döşediği övgülerle bir kez daha ortaya çıktı.

ABD militarizminin tarihi çekirdeği olan West Point'i övmek ve örnek olarak göstermek için ya midenizin büyük, ya da aklınızın küçük olması gerekir.

ABD'nin kuruluş aşamasında kanına girdiği yüzbinlerce kızılderinin katledildiği savaşların komutanlarından ; Irak'ta milyonlarca Iraklının katlinden sorumlu günümüz komutanlarına kadar bir çok ABD'li generalin, ülkelerinde terör estirmiş diktatörün ve ABD devlet sistemi içinde rol oynamış bir çok karanlık ismin mezun olduğu bir okuldur; West Point.

Siz bugüne kadar "Ermeni Soykırımı" hakkında ahkam kesenlerin, West Point mezunlarının da rol aldığı Kızılderili soykırımlarından tek satır bahsettiğini hiç duydunuz mu?

West Point'ten bizim Kenan Evren'e rahmet okutacak karakterde binlerce isim mezun olmuştur.

ABD'nin şansı; Mehmet Altan'a rahmet okutacak zekada hiç kimsenin ABD'nin saygın bir üniversitesinde öğretim üyeliği ve üstüne üstlükte ulusal bir gazetesinde "başyazar" olamayacak olmasıdır.

West Point'ten mezun olan katiller ve çapsızlarla ilgili onlarca örnek verebiliriz.

Son dönemlerde pek kimsenin bilmediği bir örneği dikkatinize sunayım :

11 Eylül saldırılarının üzerinden bir ay geçmeden Başkan Bush'a bağlı özel bir kontra-terörizm ekibin başına getirildi. Görevi; "küresel terör şebekelerini" bulmak, akamete uğratmak ve yoketmek olarak tanımlandı.
Hayatı Vietnam, Panama ve Körfez Savaşı'nda özel kuvvetler operasyonlarında geçti. Kendilerini "sessiz profesyoneller" olarak adlandıran elit bir askeri grubun üyesi.

Kartvizitinde; "Terörizmle Savaşta Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı" yazıyor. Emrinde çalışan personelin sayısı bile devlet sırrı kategorisinde.

Emrinde çalışan Andrew Levene, kendisini şöyle tanımlıyor :

"O mükemmel bir savaşcı. 'Bu insanların izini sürüp, onları öldüreceğiz' diyecek biri"

Ordudan emekli olmasına rağmen, 1996 yılından beri; terörizm bahanesi ile güvenlik seviyesinin yükseltilmesini savunan özel görev güçlerinin bünyesinde görev yapıyor.

11 Eylül 1997'de Pentagon'a özel bir savaş oyununun sonuçlarını sundu.

Bu savaş oyununda ; teröristlerin, tarım ilaçlama uçakları kullanarak ABD'ye bir kimyasal ve biyolojik saldırı planladığı öngörülmüştü.

Avustralya'lı yüksek teknoloji silah firması Metal Storm'un yönetim kurulu üyeliğini de yapıyor. Metal Storm; saniyede milyon mermi atabilen özel bir makineli tüfek üretiyor.

Panama'nın işgali sırasında Özel Kuvvetler birliği'nin başındaydı.

Irak'ta Saddam Hüseyin'i devirmek için , sürgündeki muhaliflerden oluşan "Irak Ulusal Kongresi"nin silahlandırılması için 1998 yılında Kongre'den "Irak'ı Özgürleştirme Yasası"'nın geçmesini sağladı. Bu yasa ile Downing'in eğitiminden sorumlu olduğu bu gruba 100 milyon dolarlık silah yardımı yapıldı.

Ordudayken en yakın arkadaşlarından biri olan ve şu anda işadamı olan Jim Kimsey, kendisine nasıl öğüt verdiğini şöyle anlatıyor :

"Ona söyledim. Başta olan herkese Godfather'ın bir kopyasını yollayacağım. Mafya'nın düşündüğü gibi düşünmelisin. Hayır, bu adil bir savaş olmayacak. Onları evinde vuracaksınız. Ailelerine bir şeyler yapacaksınız. Kirli oynamak zorundasınız. Kirli insanlarla yatağa gireceksiniz...O böyle düşünmeyi biliyor"

Gördüğünüz gibi Altan'ın övdüğü ABD Militarizminin örnek üyelerinden biri olan bu şahıs; ABD'nin siyasi sisteminin her noktasında aktif olarak rol alıyor.

Arkadaşının kirli düşünmesi ile övündüğü ve yukarıda anlattığım hayat hikayesinin sahibi Wayne Downing.

West Point'ten 1962 yılında mezun olmuş.

West Point'den 1830'larda mezun olup; ABD kıtasında Meksikalılara ve yerlilere karşı yürütülen kirli savaşların generalleri gibi aklı öldürmekten başka bir şeye çalışmayan bir kavanoz kafa. (Jarhead)

Onun gibilerin ABD devletinin her kademesinde görev aldığı ülkede de generaller namuslu yazarlar tarafından kıyasıya eleştiriliyor ama bu eleştirileri yapanların hiç biri kendi generallerini eleştirirken, başka ülkelerin generallerine övgü düzecek kadar cahil ve omurgasız değil.

Onlar kendi ordularına değil, prensip olarak militarizme karşılar.

Ve en önemlisi hiç biri Altan'lar kadar küstahlıkla cahilliğin nadide örneği olarak karşımızda durmuyor.

Bunları; ABD'nin televizyon kanallarında her programda demokrasi üzerine ahkam kesip, kendi ordularına küfrederken görmeniz ise mümkün değil. ABD'nin bu anti-militarist entellektüelleri ancak kendi marjinal köşelerinde çabalamakla meşgul, tanınmayan isimler.

Ahmet Altan; 1985 Eylül ayında Kadınca Dergisi'ne verdiği röportajda, bir erkek kardeşle kız kardeşin, bir anne ile oğlun, bir baba ile kızın cinsel ilişkiye girmesini normal bulduğunu söylemişti.

Ensest ilişkilerin genetik olarak bir soyu nasıl aptallaştırdığı bilimsel bir gerçek.

Altan'ların küstahlıkla perdelenmiş zeka düzeyine bakıyorum da; acaba bu ailenin ABD militarizmini ve ensesti bu kadar küstahça ve ahlaksızca savunmalarının arkasında bilmediğimiz bir aile sırrı mı var?

Kaynak: Açık İstihbarat

Darbeci ve Şakşakçısı
Açık İstihbarat
05.01.2010


Bir gün, "Asker Resssamlar" sergisi açılmış fakat Kenan Evren bu sergiye davet edilmemiş. Fikret Otyam'a bu konuyu sorduklarında en doğru soruyu sormuş ...

"Neden çağırmamışlar? Askerden mi saymamışlar, ressamdan mı?"

Gelecekte bir demokrat gazeteciler sergisi açıldığında da Çetin Altan ve oğulları çağrılmazsa soru hazır:

"Neden? Gazeteci mi saymamışlar, demokrat mı?"

Darbe şakşakcısı ve faydacısı bir ailenin en yaşlı üyesinin son bir kaç ayki yazılarından başlıkları yorumsuz dikkatinize sunuyoruz. Darbecilerin de, şakşakçılarının da beyin sağlığının aynı çizgide seyrettiği görülüyor.

Açık İstihbarat

Çetin Altan'ın Yazılarının Başlıkları

-Dün yine ‘kara kış’a teslim olduk, kah kah, kih kih...
--Hamsiyi koydum ta ta tavaya, fırladı gitti ha ha havaya...-
-Kurmak, burmak, durmak, doldurmak...
-Kambur kambur üstünde, tümü de lafazanlık üstünde...-
-Haftanın günleri 7’dir, 7; şıngır mıngır 7’dir...
-Uzaktan atarak iğne geçirmek çuvaldızın deliğinden...

-“Cigaramın dumanı, yoktur yârin imanı”
-Dünyada seks patlaması

-Sert bakışla kaş çatma, kendini ağır satma...

-Yağdı yağmur çaktı şimşek, ne yorgan kaldı ne döşek...

-Kapışanlar o yana, apışanlar bu yana

-Biri palavra sıktı, öteki şaştı şaşırdı, beriki sadece aşırdı

-Hulahup’ sallan yuvarlan, yuvarlan sallan...

-Altında şemsiyesiz yürünen ahmakıslatandan sonra, sağanak da hızlanınca...

-HAVUÇLU KEK

-Altay’dan attığım ok, Alp dağlarını aştı Balıklar buna güldü, kargalar da çok şaştı

-Gııırç güm ve korna sesleri...

-Hayal hayali besler; zurna da her fırsatta dümbeleği kafesler

-Fırçalayıcı alay, ne ok ister ne de yay...

-Bir sinek bir kartalı kaldırdı yere çaldı Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu’

-Şıktır, şıktır, şık; kafalar çok mu karışık?
-Mangal üstünde boru, kimin kiminle zoru?

Pavyon, Taraf ve Ordu
Yılmaz Dikbaş

İngiltere’de üniversite öğrencilik yıllarımdan biliyorum. İngiliz Komünist Partisi’nin günlük gazetesi ‘Morning Star’ fabrika önlerinde ve üniversitelerde bedava dağıtılırdı.

Bu gazete, diğer İngiliz gazetelerine hiç benzemezdi. Morning Star, baştan sona sadece komünizm propagandası yapan bir gazeteydi. İngiltere’nin ve dünyanın o günkü önemli sorunları bu gazetede ele alınmaz, irdelenmezdi. Morning Star’ın tüm yazarları, her Allah’ın günü hemen hemen aynı şeyleri yazar, aynı sloganları tekrarlayıp dururlardı.

Propagandada temel ilke, aynı sloganları sürekli tekrarlamaktır.

Sözünü ettiğim dönemde İngiliz Komünist Partisi’nin yirmi bin kayıtlı üyesi olduğu söylenir, ancak genel seçimlerde en çok on beş bin oy alınca da medyada alay konusu olurlardı. İşte Morning Star, böyle bir partinin propaganda aracıydı.

Şimdi ben durup dururken size, niçin Morning Star’ı anlatıyorum?

İki yıla yakındır yayımlanmakta olan günlük Taraf gazetesi, bana Morning Star’ı anımsatıyor da ondan.

Gazetenin kurucusu, Genel Yayın Yönetmeni ve köşe yazarı Ahmet Altan, bir süre önce kendi gazetesini ‘Pavyon’ olarak niteledi. Yazarlarından Oya Baydar gazeteden ayrılınca, ona kızıp, ‘Pavyon’un Namuslu Kadını’ diyerek tepki gösterdi.[1]

Namuslu kadınların terk ettiği ‘Pavyon’ Taraf gazetesi, tıpkı kırk yıl önceki İngiliz komünist gazete Morning Star gibi, bir propaganda gazetesidir.

Ve bu gazetenin yazarları, başta Ahmet Altan olmak üzere, propaganda yapmakla ‘görevlidirler’.

Peki, ‘Pavyon’ Taraf, neyin propagandasını yapmakla görevlendirilmiştir?

Bu soruya cevap vermek için, Ahmet Altan’dan başlayalım.

Ahmet Altan’ın 12 Haziran–29 Ekim 2009 tarihleri arasında, yani dört aydan fazladır yazmış olduğu köşe yazılarının hepsini dikkatle okudum, her yazısında geçen ‘ordu’ sözcüğünü saydım, Türk ordusunu aşağılayan cümlelerinin altını çizdim.

İşte sonuçlar:

12 Haziran 2009

Ahmet Altan köşe yazısında 16 kere ‘ordu’ sözcüğünü tekrar etmiş ve şunları söylemiş:

“…bu ordu bu ülkeye rahat vermeyecek.”

“…ordunun suç işleme özgürlüğü yoktur.”

“Ergenekon örgütünün bir parçası ordunun içine uzanıyor.”


18 Haziran 2009

13 kez ‘ordu’ sözcüğünü tekrarladığı yazısında Ahmet Altan şu ifadeleri kullanmış:

“Ordu, sivilleri kenara iterek şaibeden kurtulamaz.”

“…çok uzun yıllar ordu, denetim dışı kaldı…”

23 Haziran 2009

Yazıda ‘ordu’ sözcüğü 6 kere tekrarlanıyor ve şu ifadeler yer alıyor:

“Askerî yargı denilen ucubeyi, ‘cumhuriyeti koruyup kollama’ denilen tuhaflığı…”

“Başbakan Erdoğan, orduya karşı en dik duran yönetici…”

25 Haziran 2009

Yazıda ‘ordu’ sözcüğü 11 kere tekrarlanıyor ve Ahmet Altan şunları diyor:

“Türkiye’de ordu, çok hukuksuz işler yaptı.”

“Ordu, kendisinin hukuk dışı bir güç olduğuna inandı.”

26 Haziran 2009

Yazıda ‘ordu’ sözcüğü 9 kere tekrarlanıyor ve şu ifadeler yer alıyor:

“Bu ülke, ‘iyi bir paşa’ değil, ‘iyi bir ordu’ istiyor artık.”

“Mafyayla ilişkisi olduğu saptanan albayı generalliğe terfi…”

27 Haziran 2009

Ahmet Altan yazısında ‘ordu’ sözcüğünü 9 kere tekrarlamış ve şunları söylemiş:

“ …ordu içinde bir cunta ortaya çıktı.”

“Kimsenin Genelkurmay Başkanı’ndan korkmaya niyeti yok.”

“…ordu kendi halkına karşı psikolojik savaş yürütüyor.”

12 Temmuz 2009

Ahmet Altan köşe yazısında tam 19 kere ‘ordu’ demiş. Bir köşe yazısında aynı sözcük 19 kere tekrarlanır mı diye sormayınız, sabrediniz, onun iki katına da tanık olacaksınız! Bu yazısında Ahmet Altan fetva veriyor:

“Toplumun gelişebilmesi ancak ordunun baskısından kurtulmasıyla mümkündür.”

13 Temmuz 2009

9 kez ‘ordu’ sözcüğünü tekrarlayan Ahmet Altan, emir veriyor:

“Ordu kışlasına çekilecektir.”

27 Ağustos 2009

Yazısında 20 kere ‘ordu’ sözcüğünü tekrarlayan Ahmet Atan, propagandayı sürdürüyor:

“Bizim ordunun doğru söylememek gibi bir alışkanlığı var.”

“Türkiye ordusunu düzeltmek zorunda.”

“…bizimki gibi bir ordu kalmadı gelişmiş ülkelerde.”

29 Ağustos 2009

Ahmet Altan bu köşe yazısında ‘ordu’ sözcüğünü tam 38 kere tekrarlamış!

Gelişmiş ülkelerin gelişmiş gazetelerinde böyle bir yazıya da, böyle bir yazara da yer vermezler! Ama unutmayın, Taraf gazetesi sıradan bir gazete değil, Ahmet Altan da sıradan bir gazeteci!

Bakın neler söylüyor.

“Eğer Türk ordusu ‘ulus devlet’in savunucusu olmak istiyorsa yapabileceği tek şey ‘ayaklanmaktır’; çünkü Türkiye’nin resmi politikası ‘ulus-devletten’ çıkıp ‘ulus ötesi’ bir örgütleme olan Avrupa Birliği’ne girmektir.

Hem Avrupa Birliği’ne üye olup hem ulus-devleti nasıl savunacaksınız?

Eğer Avrupa üyesi olursak Avrupa’nın parasını, anayasasını, bayrağını kullanacağız.

Başka ülkelerle ortak parası, ortak anayasası, ortak bayrağı olan ulus-devlet olur mu?

Eee, ordu Avrupa Birliği’ne karşı mı?

Karşıysa ordunun dediğini mi yapacağız, halkın iradesiyle seçilen parlamentosunun dediğini mi?”

2 Eylül 2009

10 kere ‘ordu’ sözcüğünü tekrarladığı yazısında Ahmet Altan şunları söylüyor:

“Ordu bağımsız olmaz, olamaz.”

“…bu ülkenin ordusu, devletten ve devleti yöneten hükümetten bağımsızlığını ilan etmiş…”

27 Ekim 2009

16 kere ‘ordu’ sözcüğünü tekrarladığı yazısında Ahmet Altan propagandasını sürdürüyor:

“Bizim ordu disiplinden kopmuş.”

“Bizim ordunun her yanından hukuksuzluk fışkırıyor.”

28 Ekim 2009

Ahmet Altan köşe yazısında 14 kere ‘ordu’ sözcüğünü kullanıyor ve propagandanın şiddetini artırıyor:

“ordu suçüstü yakalandı.”

“…halk, generallerin saygısız ve aldırmaz tavırlarından bıktı.”

“kendi halkını fişleyen, korkutan, sürekli darbe planları yapan, siyasetçileri tehdit eden bir ordu.”

29 Ekim 2009

10 kere ‘ordu’ sözcüğünü kullandığı yazısında Ahmet Altan, üniter devlet yapısının korunmasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görev ve yetkisi olmadığını buyuruyor:

“Darbeciliğin hesabını vermek yerine biz ‘üniter devletin teminatıyız’ demek de nereden çıktı?”

“Devletin idari yapısının nasıl olacağına Parlamento karar verir. Uygun görüyorsa ‘üniter’ bir yapı sürdürür, uygun görürse federasyona geçer.”

“Gücünüz, kendi halkınızla çatışmaya yetmez…”

Eğer Ahmet Altan ezelden beri orduya ve darbelere karşı koyan bir tutum izlemiş olsaydı, bu tavrını beğenmesek de, görüşünde tutarlı olduğu için bugün kendisinin ‘görevlendirilmiş’ bir propagandacı olduğunu söyleyemezdik.

Oysa Ahmet Altan, geçmişte ordu karşıtı da değildi, darbe karşıtı da!

İşte bugün onun ‘görevlendirilmiş’ ordu karşıtı bir propagandacı olduğunun en yalın kanıtı budur.

Açıklıyorum.

12 Eylül 1980 darbesi sırasında Ahmet Altan, 30 yaşındaydı.

30 yaşında, aklı başında Ahmet Altan, 12 Eylül faşist darbesinden yanaydı!

Ahmet Altan, faşist darbeye karşı direnen Şener Yazar ve Özbil Aras gibi 18–20 yaşlarındaki gençleri ‘seksomanyak’ ilan etmişti

Ahmet Altan kalemini, 12 Eylül’e yaranmak için kullanıyordu.

Tunceli’nin Hozat ilçesi, Taşıtlı köyünde 1958 yılında doğan Hıdır Aslan, Devrimci Yol üyesi olduğu için 12 Eylül 1980 tarihinde tutuklanır. 12 Eylül mahkemelerinde yargılanır, 4 yıl hapis yattıktan sonra idama mahkûm edilir. Bu karar, TBMM’de Turgut Özal’ın emriyle ve ANAP’lı milletvekillerinin oylarıyla onaylanır.

Hiçbir şekilde adam öldürmediği ve öldürmeyle sonuçlanan bir olaya katılmadığı gerçeği yalnız mahkeme dosyalarına değil, TBMM’nin tutanaklarına da geçen Hıdır Aslan, sadece siyasi nedenlerle, 24 Ekim 1984 tarihinde asılır.

Bu idamın hemen ertesinde, tüm Altan sülalesi, Çetin Altan, Ahmet Altan, Mehmet Altan, dönemin başbakanı Turgut Özal’a, “yaşa, varol” diyerek övgüler yağdırır.

Şimdi söyler misiniz, 12 Eylül 1980 faşist darbesini alkışlayan, faşist generallere övgüler dizen, 12 Eylül darbesine karşı çıkıp direnen gençlere ‘seksomanyak’ sıfatını takan, hiç kimseyi öldürmediği ve öldürmeyle sonuçlanan bir olaya katılmadığı resmen saptanan 26 yaşındaki Hıdır Aslan’ın idamından sonra, sorumlu generalleri ve devrin başbakanını sevinç çığlıkları atarak alkışlayan Ahmet Altan’ın, bugün ordu ve darbe karşıtlığı yapmasının nedeni, böyle ‘görevlendirilmiş’ olması değildir de ya nedir?

30 yaşında, aklı başındayken faşist darbeyi öven, alkışlayan Ahmet Altan için 12 Eylül 1980 tarihi, yaşamında bir dönüm noktası olmuştur. O tarihten sonra Ahmet Altan paraya, şöhrete ve üne kavuşmuştur.

Ahmet Altan’ın velinimeti, 12 Eylül’dür!

30 yaşında, 12 Eylül faşist darbeyi alkışlayarak, överek paraya, şöhrete ve üne kavuşan Ahmet Altan, bugün 59 yaşında, orduya karşı yalana dayalı bir propaganda yürütmekte, darbelere karşıymış gibi yaparak demokrat rolü oynamaktadır..

Dün kendisine, 12 Eylül faşist darbeden yana olma ‘görevi’ verilmişti.

Bugün de orduya karşı propaganda yürütme ‘görevi’ verilmiştir.

Dün, 12 Eylül’ü övme ‘görevini’ başarıyla yerine getirme karşılığı olarak Ahmet Altan; paraya, şöhrete ve üne kavuşturulmuştur. Bakalım, bugün de orduya karşı propaganda yürütme ‘görevi’ nedeniyle Ahmet Altan nasıl ödüllendirilecek? Tabii, eğer bu ‘görev’ başarıyla sonuçlanırsa!

‘Pavyon’ Taraf gazetesinin orduya saldırmakla ‘görevlendirilmiş’ köşe yazarlarından biri de, Rasim Ozan Kütahyalı.

‘Pavyon’un bu ‘görevli’ çığırtkanı, 28.10.2009 tarihli yazısında şöyle diyor:

“27 Mayıs’ta alçak bir darbe ile indirilen Başbakan Menderes asılırken…”

‘Pavyon’un bu çaylak ‘görevlisi’, 27 Mayıs 1960 ihtilâlını, ‘alçak bir darbe’ olarak niteliyor.

Neden mi bu ‘görevli’ yazara çaylak diyorum?

Bu ‘görevli’ yazarın gazetedeki patronu kim? Ahmet Altan.

Peki, Ahmet Altan’ın babası kim? Çetin Altan.

Bugün, oğlu Ahmet Altan gibi, orduyu karalama propagandası yürüten, darbelere karşı olduğunu vurgulayan Çetin Altan’ın, 27 Mayıs 1960 ihtilalını övenlerin başında geldiğini ‘Pavyon’ ‘görevlisi’ Rasim Ozan Kütahyalı bilmiyor, yani acemi çaylak!

Çetin Altan, 27 Mayıs’ı, “Yaşasın Türk milleti, yaşasın Türk ordusu” diye biten Milliyet’teki yazısında aynen şöyle selamlamıştı

“Bütün Türk vatanperverleri bu muazzam ve şanlı günün sevinci ve heyecanı içindedirler. Çürümüş, sufli politika tertiplerinin şahsi ihtiraslarla Türkiye’yi en tehlikeli badirelere, kardeş kavgalarına sürüklemekte olduğu bir sırada, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin medeni bir şekilde devlet idaresine el koymaları ve memleketi karanlık bir akıbetten kurtarmaları milletimize hür ve İnsan Hakları’na uygun yeni ufuklar açmaktadır… Atatürk inkılâplarına bağlı olarak demokratik bir memlekette Türklüğün şerefine yakışan bir nizamın temelleri atılmaktadır.”

Öyleleri vardır ki, yüzlerine tükürseniz, ‘Oh ne güzel, Nisan yağmuru’ derler!

Yukarıdaki yazısından hemen bir gün sonra, Ahmet Altan’ın babası Çetin Altan şöyle yazıyordu:

“Bize bu güzel günleri taddıran ve bir milletin haysiyetine konmaya çalışan tozları bir üfleyişle temizleyiveren Türk Silahlı Kuvvetleri sağ olsunlar. Kardeşkanı dökülmeden yapılan bu hareketin aynı vakar içinde gerçek demokrasinin temellerini atmasını bekliyor, seviniyor, övünüyor, övünüyor, seviniyoruz.”

Yukarıda yazmış olduklarımı okuyup; Ahmet Altan’a, Çetin Altan’a ve Rasim Ozan Kütahyalı’ya sakın ola, ‘namussuz, şerefsiz, onursuz, ahlâksız, uşak, satılmış!’ demeye kalkışmayınız.

Böyle demeniz hem yersiz hem de yanlış olur, asıl fotoğrafı görmenizi engeller.

Bu kişiler, sadece ve sadece ‘görevli’ kişilerdir.

Onların görevli kişiler olduğunu bilelim ve duyuralım, şimdilik yeter.

Kemalist devrimciler hükümet olduklarında, bu görevlilerin ne sesi ne de nefesi çıkacaktır. Çoğu sus pus olup kuyruklarını kıvırıp oturacak, bazıları da herkesten önce devrimcileri övme yarışına başlayacaktır.

Böyle olacağını Kurtuluş Tarihimizden bir örnek vererek gösterelim.

Kemalist devrimcilere karşı çıkanların başında gelen mandacı yazar Ali Kemal, 25 Nisan 1920 tarihinde şöyle yazar:

“İdam, idam, idam! Mustafa Kemal cezasını bulacak!”

Kemalist devrimciler savaşı kazanır, 9 Eylül 1922 tarihinde Türk ordusu İzmir’e girer. Hemen ertesi günü, Ali Kemal şöyle yazar:

“Gayeler bir idi ve birdir.”

Kaynak: Kalinka

MEHMET ALTAN KİMİ KANDIRIYOR
19.02.2010

Bakmayınız siz bunca TV kanalına, gazeteye, ajansa; medya aslında küçücük bir "köy"dür.
Kimin ne yaptığı, kimin ne kadar para kazandığı bilinir.
Çünkü gazeteci yazamadığını konuşmaya bayılır.
Basının usta kalemi Melih Aşık, Mehmet Altan'ın hiç seyredilmeyen CINE 5 kanalından aldığı astronomik parayı köşesine taşıdı. Aslında bunu ilk yazan diğer iki usta gazeteciydi; Burhan Ayeri ve Sabahattin Önkibar.
Mehmet Altan Star'daki köşesinden Melih Aşık'ı tehdit etti. Ve bilindik herkese yaptıklarını bir kez daha tekrarladılar: "Ergenekoncusunuz" "Kullanılan gazetecisiniz" vs.
Mehmet Altan'ın bu yalanlarına artık inanan var mı bilinmez.
Ancak...
Mehmet Altan bunu yapacağına, CINE 5'ten, Star Gazetesi'nden ve en önemlisi cemaat TV’lerinden ne kazandığını niye açıklamıyor?
Aldığı paralar açıklanamayacak kadar çok mu?
Peki, bu kadar çok para 20 yıldır aynı cümleleri eden bir kişiye niye verilir?
"Kullanılmışlık" konusunu bu kadar sık telaffuz eden biri hiç mi aynaya bakmaz.
Ve sanıyor ki; hep yaptığı gibi, "Ararım genç yayın yönetmenlerini şöyle bir tehdit ederim, kimse bana dokunamaz."
Halbuki tüm bunlara ne gerek var; açıklasın aldığı paraları olsun bitsin.
Odatv.com olarak biz en çok cemaatten aldığı parayı merak ediyoruz.
Bir de...
Acaba para pazarlığını ABD'de geçen yıl görüştüğü Hocaefendi'yle mi yaptı?

NOT: "Medya" siteleri her zaman yaptığı gibi; Mehmet Altan'ın bu konuyla ilgili açıklamalarına yer verirken, polemiğin başlamasına neden olan Sabahattin Önkibar ve Melih Aşık'ın yazılarını yayınlamadı. Bu nasıl bir gazetecilik anlayışıdır, anlamak mümkün değil.

Odatv.com

İŞTE ALTAN KARDEŞLERİN PSİKANALİZİ
Yağmur Noyan
16.03.2010 14:00


Çocukluğunuza dönelim


Tarih kardeş hikayeleri ve bizzat kardeşlerin birlikte yaptıklarıyla dolu. İlk aklımıza gelen “Karamazov Kardeşler”, Dostoyevski’nin müthiş romanı. Sonra Grimm kardeşler var, Pamuk prenses, parmak çocuk ve daha bir dolu çocuk hikayesi bu iki kardeşin ortak yapıtı. Yine “Dalton Kardeşler” gerçek hikayeleri ve Maurice de Bevere tarafından oluşturulan çizgi roman kahramanı kimlikleriyle unutulmazdır. Örnekler çoğaltılabilir, Coen kardeşler, Taylan kardeşler, hatta Yurtseven kardeşler…

Yukarıdaki örneklerde bulunmayan ancak şu sıralar ön planda olan bir kardeş dayanışmasını daha gözlemliyoruz. Bu kardeşler tarihe geçer mi bilinmez, ancak onların bizzat tarihe geçmek adına freni patlamış bir kamyonun içine gönüllü bindikleri açıkça görülüyor. Ancak onların hikayeleri freni patlamış kamyonda değil, küçük bir arabada başlıyor.

Çocukluk dönemi

Psikoanaliz zihinsel yaşantılarımızın yalnız farkında olduklarımızla sınırlı olmadığını, o an farkında olmadığımız ya da hiç bir zaman farkına varamayacağımız zihinsel süreçlerin aslında daha önemli boyutlarda olduğunu ileri sürmektedir. Bu minvalde önce Ahmet Altan’ın kaleminden geçmişe bir göz atalım:

“Babamların yargılanıp asılacağına olan inanç kuvvetleniyordu, biz de inanmaya başlamıştık.
Bir sabah arabanın içinde üçümüz oturup konuşurken, “idamdan, ölümden” hiç söz etmeden “kötü bir şey olduğunda” ne yapacağımızı tartışmaya başladık.
Ben yirmi bir yaşındaydım, Mehmet on sekiz, Turhan Bey ellisine yakın olmalıydı.
“Kötü bir şey olursa” intikam almaya karar verdik, babamla İlhan Bey öldürülürse, biz de onları öldürenleri öldürecektik.
Nasıl yapacağımızı bilmiyorduk ama yapacaktık.
Bunu nasıl bir acıyla ve nasıl bir sükûnetle konuştuğumuzu tahmin edemezsiniz.
Biz o sabah o arabada üç kardeş, üç yoldaş gibiydik, en azından ben öyle hissetmiştim.”


Bugün Ahmet Altan

İsterseniz şimdi bu ruh halinin yine Ahmet Altan’ın kaleminden bugününe bir göz atalım:
“Bugün Ermeni meselesinde başımıza gelen budur.
“Ermeniler suç işledi” deyip “devletin” de suç işlemesini hoşgörmeye kalkmaktır bizi dünyada yalnızlaştıran.
Zaten bu zihniyet, Kürtlere karşı JİTEM’leri kurdu, devletin içinde çeteler oluşturdu, Kürtleri sokaklarda enselerinden vurdu.
Bu çerçeve, “biz devletiz, Kürt vatandaşlar, Ermeni vatandaşlar da bizim hasımlarımız, onlar suç işlerse biz de işleriz, devlet olduğumuz için de daha fazlasını işleriz” diyor.
Bu çerçevenin içinde meseleler çözülmez.
Akıllı adamlar, “aman çerçeveyi yırtmayalım, bu çerçevenin içinde usul usul çözüm bulalım” anlayışında.
Çerçeve yanlış, ne çözümü?
Akıllılar bu çerçeveyi değiştiremez, sorunları çözemez.
Bana bir deli lazım.
Sabah gelirken gördüm mimozalar açmış, elli yıldır açıyor, elli mimoza mevsimi “akıllıların” çözümsüzlükleriyle geçti, daha kaç kez o mimozalar aynı sorunların üstüne açacak sarı çiçeklerini?
Var mı bunun cevabını bilen bir akıllı?
Ben akıllılardan sıkıldım arkadaş, bana bir deli lazım.
Mimozaları sevecek, çerçeveleri kıracak, sorunları çözecek bir deli yok mu?
Boşverin hiç zahmete girip de cevap aramayın, bakın mimozalar açmış...
Bırakın zaman ömrünüzü eskiterek akıp gitsin.
Siz çerçevelerinizin içinde aynı ezberleri tekrarlayarak sorunların altında “akıllıca” bunalın.”

Bugün Mehmet Altan

Yazımıza kardeşler diye başladık, o halde Mehmet Altan’ın bugünkü ruh haline bakmadan geçmek olmaz. İşte onun kaleminden bugün:
“Benim amacım, HSYK’ya, eğer “hukuktan yana” olduğunu iddia ediyor ise elinde bulunan şansı hatırlatmak...
Yukarıda ne diyordum: “Zaten kamuoyu da HSYK kararının İlhan Cihaner’den ziyade Saldıray Berk’i kurtarmaya yönelik bir operasyon olduğuna inanmakta... Aslında eğer HSYK bu kanaatin doğru olmadığına inanıyor ise, elinde ciddi bir olanak var...”
O olanak ne mi?
Cevap vereyim:
Genelkurmay Başkanı ile Kara Kuvvetleri Komutanı’nın alenen suç işleyerek yargıya müdahale etmelerini açıkça kınamak.
Madem hukuktan yana olduklarını iddia ederek “sivil siyasetin” hukuka müdahalesinden şikayetçiler, askeriyenin bu açık ve ürkütücü tavrına da şiddetli tepki göstermeleri gerekmiyor mu?
Tabii gözümüzün önünde cereyan eden bu garip duruma diğer yüksek yargı kurumları da aynı şekilde tepki gösterebilirler.
***
Bunun boş bir beklenti olduğunu biliyorum...
Çünkü 12 Eylül’de anayasal düzeni lağveden Kenan Evren’in elini öpmeye giden bir Anayasa Mahkemesi anlayışından geliyoruz.
Mevcut hukuksal sisteme “askeriyenin yedeği” olarak bakılmasının nedeni de bu.
Ne ki onlar da halktaki bu yaygın kanaati boşa çıkaracak hiçbir şey yapmadılar... “
Maalesef şimdiki fırsatı da kullanacaklarını hiç sanmıyorum... Keşke kullansalar da hukukun namusu hiç olmazsa görüntüde kurtulsa.”
Sonuç olarak her iki kardeşte geçmişte yaşadıkları travmanın uzanrılarını sürdürüyor gibi görünüyor. Çocuklukta yaşanan hayalkırıklığı ve öç alma duygusu hemen hergün kardeşlerin yazılarında kendisini gösteriyor. Bugün iki kardeşin sürekli artan ve hiç dinmeyen öfkesinin arka planında belki de çocukluk döneminde yaşanan bu kırılma etkili oldu. Birilerinin Ahmet Ve Mehmet Altan kardeşlere "artık geçti, darbe olmayacak" demesi gerek.

Odatv.com

MEHMET ALTAN O ÜLKENİN ADINI ŞİMDİ NİYE HİÇ ANMIYOR
A. Metin Akpınar
13.04.2010

Sabah’ın liberal yazarlarının bir bölümünün sağlık durumu hiç iyi değil. Kim mi bunlar? Engin Ardıç, Emre Aköz, Hasan Bülent Kahraman…
Sadece Sabah’ta mı var böyle sağlıksız yazarlar?
Star’da, Hürriyet’te, Milliyet’te, Radikal’de, Zaman’da, Yeni Şafak’ta, Taraf’ta bu tür yazarlardan bol miktarda var.
Bence Sabah’taki liberal ekibin başında Mehmet Altan olmalıydı, ama ne yazık ki onu, şeker vereceğiz, pardon, bol para vereceğiz, diye kandırıp Sabah Gazetesi’nden Star Gazetesi’ne transfer etmişler.

Bu yazarların ortak bir özelliği var, o da Batılı yazarların, tarihçilerin, siyasetçilerin, ya da emekli CIA ajanlarının Türkiye hakkında yazdıkları her tezi Tanrı'nın emriymiş gibi doğru kabul edip var güçleriyle savunmak, Türkiye’nin Batı dünyası ile çelişen her politikasıyla da dalga geçmek.
Bunu yaparken de, Türkiye’nin tezini savunanları, konu tarihse, “resmi tarihçi”, konu siyasetse veya ekonomiyse, “statükocu” olmakla suçlarlar.

Emperyal ülkeler kendi çıkarlarına uygun dış politika, ekonomi politikası uygular, tarihi de kendi emperyal çıkarlarına uygun olarak yorumlarlar. Bizim liberaller bu gerçeği bir türlü göremezler, ya da görmek istemezler. Mesela Ermeni tehciri, Kıbrıs meselesi, Kürt sorunu, Irak sorunu…
Bizim liberaller bütün bu olaylara Batı’nın emperyal penceresinden bakarlar.

(..)

Şimdi de Engin Ardıç, Emre Aköz ve Hasan Bülent Kahraman hep bir ağızdan bir nakarat tutturmuşlar. Neymiş, Yunanı Ege’ye döktükten sonra İzmir’i güya Türkler yakmış. Batılı bazı siyasetçiler, tarihçiler, diplomatlar, ya da CIA ajanları öyle yazmış ya, kesin öyledir!
Eski CIA ajanı büyük düşünürler cemaatlerin denetiminde ılımlı İslam rejimini Türkiye için uygun görmüşler ya, artık bizim liberallere göre Türkiye için en uygun rejim budur.

Batı, Türkiye’yi dinlere ve ırklara göre bölmek mi istiyor, sabahtan akşama sadece dinler ve ırklar konuşulmalıdır. Sırası mıdır sömürüyü, yolsuzluğu, işsizliğe konuşmanın?!

Her olaya emperyal güçlerin gözlüğünden bakmak, son derece hastalıklı bir ruh halidir. Bu son cümleyi bu yazarlara hakaret etmek için kurmuş değilim, samimi olarak bunların ruh halini hiç iyi görmüyorum.
Mehmet Altan her zaman söyler zaten, “biz kendimiz bir şey yapamayız, bizi ancak AB adam eder” diye. Hep birlikte Türkiye kurtulsun diye gün de beş vakit küresel güçlere dua eder bunlar.

Hatırlarsınız, Mehmet Altan bir zamanlar her fırsatta AB üyesi Yunanistan’da adam başına düşen gelirin ne kadar yüksek olduğunu hatırlatırdı bize. Neymiş, AB üyeliği Yunanistan’ı abat etmiş, bizi de edecekmiş. Sadece Yunanistan değil, AB bütünüyle yerlerde sürünüyor şu günlerde.

Her şeye emperyal güçlerin gözlüğünden bakma hastalığı sadece köşe yazarlarına has değil, bazı ünlü edebiyatçılarımızda da var aynı hastalık. Mesela Orhan Pamuk Nobel ödülü alacağım diye, edebiyatı bırakıp tarihçi kesilmedi mi?
“Kar” romanının bir yerinde, romanın akışıyla hiç ilgisi olmayan bir yerde, Ermeni tehcirinden bahseder Orhan Pamuk. Bana sorarsanız o romanı, sırf bir yerine Ermeni meselesini Batı’nın görmek istediği biçimde sıkıştırmak için yazmış. Nobel ödülünü hak etmek için…

Bizim liberallerin muzdarip olduğu hastalığın bir ismi var aslında: Oryantalizm…

Oryantalizm, Batı’nın Doğu’ya sadece kendi değerleriyle bakıp, onu yeniden şekillendirme, yani sömürgeleştirme disiplinidir.
Bizim liberal aydınlarımızın yakalandığı hastalık Oryantalizm’den başka bir şey değildir. Bu hastalığın tedavisi, yağı, tuzu, şekeri azaltmak, Soros ve AB fonlarını ise tamamen kesmekten geçer. Zor bir tedavidir; her şeyden önce hastanın, hasta olduğunu kabullenmesi gerekir.

Bu arada generallerimize de bir hatırlatmada bulunalım.
NATO Oryantalizm’in silahlı gücüdür. Bu gerçeği görmeden generallerimizin başlarına gelenleri, neden aşağılandıklarını, gururlarıyla ve şerefleriyle neden oynandığını anlamaları mümkün değildir.
Ne diyelim, Tanrı'dan hastalarımız için şifa dilemekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

Odatv.com

Faili Meçhullerin Sorumlusu; Çetin Altan'ın Yanaşma Tosunu
Sabahattin Önkibar
Yeniçağ Gazetesi

Uğur Mumcu’nun Çetin Altan’ın tosunları diye tanımladığı oğullarından küçüğü olanı dün, Genelkurmay’ın Yeniçağ’ı Karargaha davet etmesinden hareketle bu kurumun entelektüel düzeyini sorguladı.

Önce tanımayanlara Altan ailesinin küçük tosunu Mehmet Altan’ı biraz tanıtalım.

Küçük oğul 12 Eylül öncesinde sıkı devrimci ve Rusçu!

Kahrolsun Türkiye, Yaşasın SSCB diyenlerden!

12 Eylül sonrasında ise sıkı bir sözde liberal ve ANAP’lı!

Babasıyla beraber Turgut Özal’a methiyeler düzüp destanlar yazdılar.

Uğur Mumcu ile kavgaları

Öyle ki bu süreçte Uğur Mumcu ile bu aile arasında günler ve haftalar süren kalem savaşları oldu.

Özal öldü, SHP-DYP hükümeti geldi derken Özal yağcısı Mehmet Altan ne mi yaptı?

Her zamanki gibi hemen bir önceki gömleğini çıkarıp iktidar ortağı olan SHP ile çalışmaya başladı!

Evet yanlış okumuyorsunuz bu Mehmet Altan, dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar’a başdanışman oldu ve birkaç ay öncesinin fikirlerinin tam tersini savunmaya başladı.

Hani bugünlerde bazılarının ve hatta Mehmet Altan’ın bizatihi kendisinin çok eleştirdiği güneydoğu kökenlilerle ilgili faili meçhul cinayetler sürecinde bu adam(Mehmet Altan) hükümete mensup bir bakanın başdanışmanıydı ve olanlara rağmen bu görevini sürdürerek, yani istifa etmeyerek de bizatihi o cinayetlerde siyasi sorumluluk taşıdı.

Ve bu Mehmet Altan, şimdi mücahit pozlarında AKP’ye silahşorluk yapıyor.

Görüyorsunuz, adam durakta beklemeyi sevmiyor ve gelen her otobüse biniyor.

İlginç olan ayrıntı, bu ilkesizliğini AB ve demokrasi gibi kavramlarla ambajlamaya çalışması ve kendisini misyon adamı gibi sunmasıdır!

Ve heyhat böyle biri bu ülkede aydın diye geçinebiliyor ve bazıları da bu adama prim verebiliyor!

TSK’yı sabote misyonu!

Yahu adam yaşam seyrinde görüldüğü gibi ya parça başı çalışıyor ya da her dönem birilerinin taşeronluğunu yapıyor.

Tabii karşılığı olarak da büyük paraları götürüyor.

Şimdi böyle biri ortaya çıkıyor ve Yeniçağ’ı alet ederek Türk Genelkurmayı’nı aşağılıyor!

Hayır, bu adamın bunu yapması normal; çünkü ağabeyi TSK’yı sabote etme misyonuyla kurulan Taraf Gazetesinin başında yani bunlar aile boyu TSK’yı yok etmeye görevli.

Bak dinciler yanaşması Mehmet Altan!

Yeniçağ karanlık odakların değil, 72 milyon bir olsun ve beraber mutlu yaşasın diyenlerin gazetesidir. Ardında da okuyucularının dışında hiç ama hiç kimse yoktur!

Peki aynı şeyi sen kendin ve gazeten ya da patronun için söyleyebilir misin?

Her yıl milyonlarca dolar zarar eden Star Gazetesini kim sübvanse ediyor ve eden niye ediyor?

Fettah Tamince’nin ardında kimler var?

Dindarlara yarasa manşeti atan yeni mücahit(!)

Gelelim başka bir tosuna ki o Altan’lardan değil.

Onun adı Ergun Babahan’dır.

O da mamaya göre fikir değiştiren sınıfından!

12 Eylül öncesinde eylemci Dev-Solcu ve sıkı ateist, okulunda oruç tutan öğrencileri aşağılayıp saldıran tiplerden, devlette kaydı bile var.

28 Şubat süreci günlerinde çalıştığı Sabah gazetesinde dindarlar için “Yarasalar” diye manşet atmak için amiri Zafer Mutlu’ya yalvaran adam!

İki küsur sene önce Aydın Doğan’a gidip

“Beni bu dincilerden kurtarın, alın beni Doğan Grubuna”

diye yakaran, ama Aydın Bey’in hayır demesiyle yandaş medyaya kapağı atmak adına Ehl-i İslam ve de mücahit kesilen Ergun Babahan!

Beni bu adamla Kenan Sönmez tanıştırdı.

O dönem ANAP mebusu olan Sevgili Kenan Sönmez,

“Sebo bu arkadaş Sabah’da bizimle çalıştı, bir buçuk senedir işsiz, ona iş bulduk. Ankara’yı bilmez, yardımcı ol ”

dedi ve olduk.

Bir gün Ergun’a Ankara’yı gezdirdim ve “Bak burası Meclis, şurası Başbakanlık” dedim ve öyle öğrendi Başkenti!

Peki Kenan Sönmez bu arkadaşa nasıl mı iş buldu?

Güneş Taner temsilci yaptırdı!

Şahitlerin hepsi yaşıyor.

Güneş Taner sayesinde!

Onun gazetesi mi vardı demeyin, Güneş Bey o dönem kankası olan Mehmet Emin Karamehmet’i aradı ve Ergun’u Akşam gazetesinin Ankara Temsilcisi yaptırdı.

Öyle ki Karamehmet’in bu atamasına, dönemin Akşam’ın Genel Yayın Yönetmeni karşı çıkmıştı ve aylarca Ankara Temsilcisi ile telefonla bile görüşmemişti. (Bunu bana Ergun söylemişti.)

Hadi bunlara yalan de ve beni mahkemeye ver Ergun, seni tanıklarla ve olaylarla rezil edeyim!

Görüyorsunuz; Ergun Babahan budur, yani gerektiğinde siyasileri devreye sokarak medyada yer arayıp bulabiliyor.

Nitekim Star gazetesinde ona iş bulanın da Abdullah Gül olduğu dillerdedir.

Ben daha önce de bu sütunda bütün bunları yazdım diye Ergun, o dönem çalıştığı Sabah’ta aleyhimde haber imal ederek çamur bile atmıştı.

Şimdi böyle biri ortaya çıkıyor ve Yeniçağ’ın askerler tarafından okunmasını dalgaya alıyor!

Ergun sen nesin ki dalgan ne olsun!

AKP lejyoneri seni, yok lejyoner fazla sen ancak yamak olabilirsin hadi git işine. Sen dün sövüp aşağıladığın AKP’ye övgüler diz de aldığın maaşı hak et!

Sevgili okurlar emin olunuz Ali Kemal bile bu iki tosundan daha adamdı!

Defne Joy'un otopsisini yapan doktor dinlendi
03 Aralık 2013



Defne Joy Foster'ın evinde hayatını kaybettiği Kerem Altan hakkında "yardım yükümlülüğünü yerine getirmemek suretiyle ölüme neden olmak" suçundan 3 yıla kadar hapis istemiyle açılan davanın 4. duruşması görüldü. Paylaş

İSTANBUL - Anadolu 36. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya tutuksuz sanık Kerem Altan katılmazken, Defne Joy Foster'ın annesi Hatice Foster ve taraf avukatları katıldı. Duruşmada Defne Joy Foster'ın otopsisini yapan doktor Mehmet Özbay tanık sıfatıyla dinlenildi. Mahkeme Hakimi Mehtap Yılmaz tanığa yönelik olarak, “Muayene sırasında 'alnında sıyrık var' demişsiniz. Bu sıyrık, yeni miydi, eski miydi?" diye sordu. Foster'ın muayene tutanağını kendisinin hazırladığını belirten doktor Özbay ise, “Yaptığım incelemede Defne Joy Foster'ın alnının sol tarafında bir sıyrık tespit ettim. Yaranın ölüm anında, ölümden hemen sonra veya ölümden çok kısa bir süre önce gerçekleşmiş olması muhtemeldir. Ölümüyle alakası olmayan bir yaradır" dedi.

“KASTEN ADAM ÖLDÜRME DAVASI DEĞİL"

Hatice Foster'ın avukatı Ersan Taştekin de var olan yaranın bir cisimle mi vurularak mı oluştuğu veya çarpmaya bağlı bir yara mı olduğunu sordu. Doktor Özbay, Foster'da bulunan yaranın bir cisim çarpmasıyla veya ölüm anında bir yere düşüp çarpmasıyla da oluşmuş olabileceğini belirtti. Bu sırada araya giren anne Foster, “Kızımın yarasını gördüm, derinceydi" diye konuştu.

Foster'in kocası İlker Yasin Solmaz'ın avukatı Ayşegül Mermer ise soruşturmanın eksik yapıldığını iddia ederek, gazeteci Fatih Altaylı'nın olaya ilişkin köşe yazısını mahkemeye delil olarak sundu ve tanık olarak dinlenilmesini talep etti. Kerem Altan'ın avukatı Veysel Ok ise dava konusunun yanlış algılatıldığını belirterek, “Bu bir kasten adam öldürme davası değildir. Olay medyatik bir konu oldu. Bu kişiler toplumun tanıdığı insanlar. Defalarca bu konu yazılıp çizildi ve komplo teorileri kuruldu. Davada herkes dinlenecek olursa yargılamanın yanlış yönlendirileceğini düşünüyoruz, tanıklar dinlenilmesin" dedi.

“HERKESİ SUSTURDULAR, YÜREĞİM KAN AĞLIYOR

Mahkeme, erken müdahale olması halinde Defne Joy Foster'ın ölümünün engellenip engellenemeyeceği konusunda Adli Tıp Kurumu'ndan geçtiğimiz celse istenilen raporun gelişinin beklenilmesine karar verirken, Altaylı'nın tanık olarak dinlenilip dinlenilmeyeceği konusu ise Adli Tıp Kurumu'ndan raporun gelmesi sonrasında karara bağlanacak. Duruşmanın ertelendiği esnada ise anne Foster ağlayarak , “Herkesi susturdular. Kızımın bağırmaması için ağzını kapattı, ölümüne sebep oldu. Yüreğim kan ağlıyor" diye konuştu.

OLAYIN GEÇMİŞİ

İstanbul Kadıköy'de Kerem Altan'a ait evde 2 Şubat 2011 de hayatını kaybeden Defne Joy Foster'ın ölümü ile ilgili Kadıköy Cumhuriyet Savcılığı Kerem Altan'ın, Foster'ın ölümünde kusurunun olmadığını belirterek "takipsizlik" kararı ile dosyayı kapatmıştı. Defne Joy Foster 'ın ailesinin avukatları takipsizlik kararına itiraz etti. Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde incelenen itiraz da red edildi. Dosya daha sonra Yargıtay 12. Ceza dairesi tarafından incelendi. Darire, soruşturmanın hukuka aykırı olarak takipsizlik kararı verildiğini belirterek, Kerem Altan hakkında delillerin toplanması ve incelenmesine karar verdi. İtirazın kabulünü Kadıköy Cumhuriyet Savcılığı'na gönderdi. Altan hakkında "yardım yükümlülüğünü yerine getirmemek suretiyle ölüme neden olmak" suçundan, 3 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.

Yurt Gazetesi
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ÇÖPLÜK Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com