EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

İdris Küçükömer'i doğru okumak

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FELSEF'Î DÜŞÜNCELER
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Prş Ksm 19, 2009 1:43 am    Mesaj konusu: İdris Küçükömer'i doğru okumak Alıntıyla Cevap Gönder

Peren Birsaygılı
İdris Küçükömer'i doğru okumak

Yaşadığı dönemde koyu bir yalnızlıkla cezalandırılmış olan Prof. İdris Küçükömer’in son zamanlarda bu denli gündeme gelir olması elbette çok güzel bir gelişme.

Zira düşünceleri birilerinin işine gelmediği için adeta varlığı yok sayılan, hatta edindiği profesörlük ünvanı dahi üniversite senatosunun engellemeleri yüzünden ancak 10 sene sonra yürürlüğe giren İdris Hoca’nın geride bıraktığı mirasa gösterilecek en ufak bir tecessüs dahi gecikmiş bir hakkın teslimi yönünde atılan bir adım anlamına gelecektir.

İşte bu yüzden de, isminin sıkça zikredilir olması bizler için çok mutluluk verici…

Darısı tüm anlaşılamamış, bu zamana kadar hak ettiği değer ve saygıyı görememiş düşünürlerimizin, yazarlarımızın, şairlerimizin başına…

Ancak yine de tedbiri elden bırakmayıp, şu soruyu sormamız gerekiyor kendimize;

Son zamanlarda “İdris Küçükömer” ve “Düzenin Yabancılaşması” eseri referans alınarak ortaya atılan lafların çoğunun ana fikrinde ne yatıyor?

Yani İdris Küçükömer üzerinden nasıl bir mesaj verilmek isteniyor bizlere?

Sağcı partiler aslında solcudur, Demokrat Parti’den bu yana da solun gerçek tabanının oylarını temsil ederler falan filan…

Peki İdris Küçükömer bugün yaşasaydı mevcut iktidarı desteklerdi tarzı üstü kapalı söylemler ve argümanlar aslında iktidardan nemalanma çabasının birer tezahürü değil mi?

Hem de İdris Hoca üzerinden…

Oysa bilinmeli ki; Geride onca eser bırakmış İdris Küçükömer’e dair yapılabilecek en sığ yorum, onun fikirlerini “ sağ aslında soldur, sol da aslında sağdır” şeklinde basite indirgeyerek ele almaktır. Yazdıklarıyla bir biçimde hemhal olduğunu iddia eden bir kimseye, İdris Küçükömer’den ne anladığını soracak olduğunuzda, eğer size “Sağ aslında solmuş, sol da sağ” diye bir şeyler geveliyor ve devamını getiremiyorsa, anlayın ki bu kimse İdris Hoca’nın düşüncelerine nüfuz edememiş, gerçekte ne anlatmak istediğini maalesef kavramamıştır ve İdris Hoca’yı kulaktan dolma bilgilerle yorumlamaya çalışıyordur.

Zira “Düzenin Yabancılaşması”ndan adeta cımbızlanarak çıkarılan bu sözlerin bir başı sonu vardır ve derin bir analizin ürünüdürler.

Öyleyse önce eseri biraz tanıyalım…

Eser, ilk olarak yakın tarihimiz açısından fevkalade önemi haiz olan bir dönemde yani 1969 senesinde, FKF [Fikir Klüpleri Federasyonu; Dev-Genç hareketinin temelini teşkil eder ve 6.Filo protestolarının öncü grubudur], İktisat Fakültesi Talebe Cemiyeti ve İtü Öğrenci Birliği’nin ortak yayını olarak bastırılır. Ve İdris Hoca’nın Akşam gazetesinde yayınlamış dört makalesinin genişletilmiş halinden oluşmaktadır.

Eserin yayınlanmasını sağlayan gruplara dikkat! Çünkü bu gruplar üzerine biraz düşünürseniz, bunun dahi İdris Küçükömer’in “Düzenin Yabancılaşması”nda yapmak istediğinin Türkiye sağını yüceltmek değil, Türkiye solunun yapısal sorunlarına eleştiri getirmek olduğunun bir ispatı olduğunu göreceksinizdir.

Peki Düzenin Yabancılaşması’nda neden bahsediliyor?

İdris Hoca, “Osmanlı ve Cumhuriyet düzeninin nasıl yabancılaştırılmış bir düzen olduğunu ve bunun sonuçlarını açıklamak istedim. Bana göre, düzenin yabancılaştırılması ile bugüne kadar gözlediğimiz batılılaşmak özdeş görünmektedir."sözleriyle önsöz düştüğü eserde, öncelikle Osmanlı’da ilk batılılaşma hareketlerinin başladığı dönemlerden itibaren oluşan üst yapı kurumlarının imparatorluk bünyesine neden uymadığını analiz eder. Ve Osmanlı toplumsal düzeninin Batı’daki gibi bir burjuva sınıfı oluşmasına olanak tanımamasından dolayı, Batı rasyonalizmin ve finansının Osmanlı’ya bürokratlar aracılığı ile girdiğini, bunun da kendi bürokrasisini yarattığını söyler. Ardından ise 2.Meşrutiyet’ten yani 1908’den bu yana bir partileşme dönemine girmiş olan Türkiye siyasi tarihindeki ikiliği, kendi tarihi süreçlerinden bu yana ele alır. Ve eleştirilerini Türkiye’de sol adı altında çıkan hareketlerin devletçi ve bürokratik yapısı üzerine yoğunlaştırır.

Bunu yaparken de maksadı, sağ olarak adlandırdığı kanadı yani İttihat Terakki’nin Batıcı kanadından Cumhuriyet Halk Partisine uzanan kadroları tabir-i caizse yerden yere vurmak değil, geçtiğimiz 100 senelik siyasi tarihi tüm unsurlarıyla bir bütün olarak masaya yatırarak, analiz etmektir.

Analizlerin en temel unsuru ise birbirine karşıt duran sağcılık ve solculuğu tabanlarına göre sınıflandırıyor oluşudur. Ve bu sağ ve sol düşüncenin temel prensiplerinden yola çıkarak yapılmış bir sınıflandırmadır. Bir nevi özü kurcalama gayretidir. Öz kurcalandıkça da kavramlar yavaş yavaş tersyüz edilmeye başlanır. İdris Hoca, sağ olarak adlandırdığı laik ve batıcı statüko taraftarlarının karşısında duran tabanın kökenlerinin yeniçeri-esnaf-ulema birliğine dayanan dinamik bir yapıya sahip olduğunu anlatır. Bu, sistem karşısında ayakta durmaya çalışan halk kitlelerinden oluşan bir cemaat yapısını, görünmez bir bağı da simgelemektedir aslına bakarsanız. Ve üst yapıda kurulu sistem mekanizması ile alt yapıda yer alan cemaatin kavgasının sağ-sol taban kavramları üzerinden anlatımını ifade eder.

Peki tüm bu anlatımlardan, İdris Hoca’nın bugün yaşasaydı mevcut iktidarı destekleyeceği gibi bir sonuca varılabilir mi?

Elbette hayır!

İdris Hoca’nın düşüncelerini mal bulmuş mağribi gibi sahiplenerek, bu düşüncelerden mevcut iktidarı destekleyecek söylemler devşirebilir miyiz?

Elbette hayır!

Zira tek gayesi kendi bürokrasisini, kendi hakimiyetini güçlendirmek olan ve en nihayetinde aslında sadece üst yapının deri değiştirmiş halini temsil eden sistem evladı bir iktidara İdris Küçükömer’in tezlerinden en ufak bir destek çıkmaz.

İktidardan nemalanmak için zorla destek çıkaranlara da; Atma Müslüman din kardeşiyiz denilebilir ancak!
haber10

Düzenin Normalleşmesi: Küçükömer’i Yeniden Okumak
Mücahit Küçükyılmaz
1 Ekim 2011



İdris Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması eserine kaynaklık eden makalelerin yayımlanmasının üzerinden tam 43 yıl geçti.

Türkiye’de en sağlam ve yapıcı sistem eleştirisini dile getiren aydınların başında gelen Küçükömer, Ekim 1968’de Akşam gazetesinde, dönemin moda akımı “Ortanın Solu”nu konu alan dört eleştirel makale kaleme alarak sadece sol ve sağ entelektüellerin değil, devlet ricalinin de ezberini bozmuştu. Ertesi yıl kitap olarak basılan Düzenin Yabancılaşması, kabaca “Türkiye’de sol sağ, sağ da soldur” şeklinde özetlenen görüşler nedeniyle, hem sağcıların hem de solcuların pek hoşuna gitmedi; Küçükömer, 1987 yılındaki ölümüne kadar yok sayıldı.

Kitap 1994’te ikinci kez basıldığında ise, Türkiye kamuoyu, yerel yönetimlerde hızla yükselen Refah Partisi’nin ve İslamcıların sosyalizm ile ilişkisini tartışmakta; başta CHP olmak üzere, sol partilerin de solculuğunu sorgulamaktaydı. Küçükömer’in sağ-sol kavramlarının Türk siyasal tarihindeki konumlanma ve temsil biçimlerine ilişkin ufuk açıcı yaklaşımı, zamanla, aydın zümrede yok sayıldığı ölçüde siyasal pratikte berraklaşan bir gerçeğe dönüştü.

Sol siyasetin parlak günlerini yaşadığı 1960’larda, 27 Mayıs 1960 darbesinden bir yıl sonra yapılan seçimleri, Demokrat Parti’nin devamı olarak görülen Adalet Partisi’nin kazanınca, “Ordu-gençlik el ele” sloganıyla Sosyalistler ile Kemalistler yakınlaştı. İlhan Selçuk ve Doğan Avcıoğlu önderliğindeki Yön Hareketi ile Mihri Belli’nin Milli Demokratik Devrim Hareketi, ümitlerini Kemalist subaylara ve onların gerçekleştireceği bir devrime bağladı. Solun siyasal bakımdan cuntacılık ve jakobenizme kayan bu cephesi, Türkiye tarihini değerlendirirken, Feodal Üretim Tarzı’nı (FÜT) öne çıkararak üretim ilişkilerinin feodal niteliğine gönderme yapmaktaydı. Onların karşısında yer alan Sencer Divitçioğlu, Mehmet Ali Aybar ve İdris Küçükömer ise daha halkçı, sivil toplumcu ve Anadolu topraklarının yerel dinamiklerine uyarlanmış Asya Tipi Üretim Tarzı’na (ATÜT) dayanan bir Sosyalizmi savunmaktaydı.

Türkiye İşçi Partisi içerisinde, militarist sol ile sivil sol arasındaki mücadeleyi ikinciler, yani Aybar ve Küçükömer’in bulunduğu grup kaybetti. Ancak o gün TİP içinde kazanan görüşün temsilcileri, bugün sadece kendi adlarını değil, Türkiye’deki sol düşünceyi de tarihe darbecilikle yan yana yazdırdılar ve mahkemelik oldular. Küçükömer, o gün, Osmanlı-Türk tarihi ve Türkiye toplumunda var olan üretim ilişkilerini hâlâ Avrupa’ya özgü Marksist kalıplarla açıklamaya çalışan ve halk desteği bulamadığı için militarist jakobenizme başvuran solu yerden yere vuruyordu. Avrupa Marksizm’i bile sosyal demokrat çizgiyi benimseyerek kendini yeniledi, fakat bizde aynı dar ve katı sol yaklaşım, henüz 15 yıl öncesinde, 28 Şubat sürecinde devlet pratiğini bile belirler hale geldi.

Peki, Küçükömer tam olarak ne demişti de, böylesine haklı çıktı?

Ona göre, Osmanlıda üretici sınıfı oluşturan reaya/teba ile onun emeğini ve ürettiğini sömüren sultan, ulema, kapıkulları ve sarayda yerleşik sınıf arasındaki zıtlık, 18. yüzyıldan itibaren, Lale Devri’nde başlayan Batılaşma ile birlikte, yerini, Batıcı-laik-bürokrat-asker sınıf ile yine teba arasındaki zıtlığa bıraktı. Böylece, modernleşmeyi yürüten ve zamanla gücü elde eden emperyalist karakterli bürokrat-asker sınıf kendisini “ilerici” diye nitelerken, hem “gerici” saydığı halkı sömürmeye devam etti, hem de tarihsel olarak burjuva sınıfının oluşum sürecinin Batı’daki gibi seyretmesine engel oldu. Bu yüzden yazar, “Türkiye’nin ‘sağ’ güçleri, batıcı-laik-bürokratik güçleri temsil eden Jön Türklerin İttihat ve Terakki kanadı, Birinci Meclis’teki Birinci Grup, CHF, CHP, MBK, Ortanın Solu’dur. ‘Sol’ güçleri ise Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Birinci Meclis’teki İkinci Grup ile TCF, SCF, DP ve AP’dir” der. “Batıcı-laik-bürokratik” kesim üretim güçlerinin gelişmesinden yana değil; tek merkezli, yukarıdan aşağı otoriter bir örgütlenmenin savunucusudur. Geniş İslamcı halk kitlelerine “ilerici” niteliğini kazandıran, onların değişmeye, gelişmeye, dönüşmeye açık olan sosyo-ekonomik istekleridir.

Küçükömer, Türkiye’de sivil toplum yapısının ortaya çıkmasının önündeki engelleri “ilerici” olduğunu iddia eden yapının koyduğunu; bu bağlamda gerici, antidemokratik bir anayasa olan 1960 Anayasası ile onun getirdiği Milli Güvenlik Kurulu gibi kurumların sivil iradeyi, “askerî, monolitik, antidemokratik, topak bir güce mecbur edici” olduğunu savundu. O güne kadar dogma derecesinde layüs’el bir nitelik atfedilen görüşlerin, bir anda ters yüz edilmesi karşısında şaşkınlığa düşmemek kolay değildir. Asıl şaşırtıcı olan ise, Türkiye’de solu temsil ettiği iddiasını halen taşıyan siyasal pratiklerin yok saydığı ve anonimleştirdiği Küçükömer’i teyit etmeyi ısrarla sürdürmesidir.

Zihin konforu Düzenin Yabancılaşması tarafından tehdit edilen ve “Küçükömer sağıyla solunu karıştırıyor, onun için sağına sarımsak, soluna soğan bağlasın” diyen entelektüeller, şimdi “Küçükömer büyük adammış” derken, yeni Anayasa ve Düzenin Normalleşmesi sürecinde bir kez daha sınavdan geçiyor.

sabah-perspektif
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> FELSEF'Î DÜŞÜNCELER Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com