EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

SÖĞÜTTE 400 ÇADIR

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> OSMANLI TARİHİ
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Cmt Ekm 10, 2009 12:45 am    Mesaj konusu: SÖĞÜTTE 400 ÇADIR Alıntıyla Cevap Gönder



SÖĞÜTTE 400 ÇADIR
A.HAMİT ÖZYAYLA

Gece ibadeti ve yolculuğu gibi gece kaleme alınan yazılar da önemlidir. İsra ve Miraç gecesinde yazılan bu risalemizde bir vesile ile gezdiğimiz Bilecik’in Söğüt ilçesini anlatacağız.

Söğüt ki, kabuğundan aspirin icat edilmiş gölgesi en hoş olan bir ağaçtır. Söğüdün yaprağı ağrı kesici olarak kullanılır. Kökü kansere devadır. Sarılık, siğil, uyuz ve ekzama, mide rahatsızlığı, sinir bozukluğu, uykusuzluk, yorgunluk, kulak ağrısı, yağlı deri ve yaraların iyileştirilmesinde tarifeye uygun olarak kullanılır. Söğüdün Arapçası safsaftır ki, çay ve piknik safası söğüdün gölgesi altında bir başka olur.(1)

En ufak bir rüzgar esintisi onun yaprak hışıltısı ile belli olur.

Söğüt, 1299’da dünyaya gelen Osmanlı Devleti’nin doğum yeridir.

Kelimenin aslı söğüktür ki Oğuz boylarının şölen denilen ziyafetlerinde yiyecekleri etin belirli parçalarının adıdır. Oğuz menkıbelerinde Kaan veya Han’ın ‘söğük’ü baş ve uca denilen sırt eti, yan filotadır. Mensup olduğu boyun indinde mukaddes sayılan hayvana ongun denirdi.Oğuzların Kayı aşiretinin ongunu Şahin olup damgası lYl şeklinde iki ok ile bir yaylı oktur ki, Orhan Gazi’nin darp ettirdiği ilk sikkelerde bu şekilleri görmek mümkündür.

Osmanlıların kök ağacı olan KAYI’nın manası muhkem, kuvvet ve kudret sahibi demektir. Bozokların Ayhan kolunun ongunu kartal, Yıldızhan kolunun ongunu tavşandır.

HAYME ANA

Bugün Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı TSK’nin Osmanlı ordusunun bir devamı olduğu girişindeki kartal arması ve tasvîrî heykelinden bellidir. AB yıldızlarının arasında yer almayı düşünen bozoklar, TSK’nın ongununu tavşan olarak tayin edebilir. Kartal, yırtıcılığın; tavşan ise korkaklığın remzidir. Korkaklığından şikayetle intihara kalkışan tavşan, güneşin altında çamur banyosuyla bronzlaşmaya çalışan kurbağanın kendisini görünce korkup cumburlop suya atmasıyla bu işten vazgeçmiştir.

Kayı aşireti miladî 9. asırdan sonra Ceyhun’u geçerek Horasan’a, oradan Azerbaycan ve Ahlat’a, Hasankeyf ve Harput derken bir kısmı I. Alaüddin Keykubad (1219-1236) zamanında Ankara’nın batısındaki Karacadağ bölgesine yerleşmişlerdir. Söğüt ve Domaniç bölgesine iskan edilen Kayılar 400 çadır halkı olup 13. yüzyılın ikinci yarısında reisleri Gündüz Alp’in oğlu Ertuğrul Bey’dir. (1188-1281) Babası Gündüz Alp’in kabri Ankara taraflarındaki Kızılca Sarayözü civarında, Kırka köyündedir.

Ertuğrul Gazi’nin annesi Hayme Ana’dır ki Ankara’nın bir ilçesine Haymana olarak ismi verilmiştir.

III. Gıyaseddin Keyhüsrev (1264-1283) Cimri vakasından sonra hududa geldiği zaman Kayı aşiretinin beyi olan Ertuğrul Gazi, sultanın hizmetine girip, kendisini selamlayarak hediyelerini takdim etmiştir. Selçuklu sultanı da mülk olarak Söğüt’ü Ertuğrul Bey’e vermiştir(1279). Ertuğrul Gazi’nin 90 yaşını geçmiş olduğu halde 1281 yılında Söğüt’te vefat etmesi üzerine kardeşi Dündar Bey aşiret reisi olmak istediyse de Kayı aşireti son demlerinde zaten babasına vekalet eden Osman Bey’i intihap etti.

Moğol hükümdarı Hülagu’nun Bağdat’ı istila etmesinden iki yıl sonra 1258’de Söğüt’te dünyaya gelen Osman Bey’le birlikte 1299 yılında da Osmanlı Devleti doğmuştur. Osman Gazi aşiret beyi olduğunda 23 yaşında idi. Babası Ertuğrul Gazi’nin türbesi Söğüt’tedir. Ertuğrul Gazi’nin eşi Halime Hatun’dan Savcı Bey, Gündüzalp ve Osman Bey olmak üzere üç oğlu vardır.(2) Allah mekanlarını cennet eyleye.

YÖRÜK POŞUSU

Babası Gündüzalp vefat edince bir Türkmen boyu olan Kayı aşiretinin başına geçen Ertuğrul Gazi’nin Sungur, Gündoğdu isimlerinde iki ağabeyi Dündar isminde bir de kardeşi vardı. Şeceresi Hz. Nuh’a kadar dayanır ki, gemiye binenlerin neslindendir.

Anadolu’nun ilk fethi sırasında Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey ve oğlu Alparslan’ın emirlerinin maiyetinde Ahlat Bölgesine yerleşen ve oradan Söğüt’e geçen Ertuğrul Gazi’nin soyu Mikail’in oğlu Selçuk’a kadar dayanır.

Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucularından Çağrı ve Tuğrul Bey ile Ertuğrul Gazi birbirine karıştırılmamalıdır. Çağrı Bey’in Süleyman, İlyas, Argun, Yakuti, Kavurd ve Alparslan isimlerinde oğulları vardı. Çağrı Bey adaletli, faziletli, dindar ve merhametli bir hükümdar idi. Küçük kardeşi Tuğrul Bey’in devlet reisliğine rıza gösterecek kadar fedâkâr ve mütevazı bir insandı. 1059’da Serahs’te vefat etti.(3)

Ertuğrul Gazi’yi anmak için her yıl Eylül ayının ikinci haftası Söğüt’te Karakeçili Türkmen aşireti ve yöre halkı tarafından mevlit, hatim, cirit ve güreş gibi millî oyunlar düzenlenerek şenlikler yapılmaktadır.(4)

Bilecik merkezine 29 km olan, 1926 yılında ilçe kararı verilen Söğüt’te bu yıl düzenlenen 723. Ertuğrul Gazi’yi anma ve Söğüt şenliklerine katılan başbakan ve beraberindeki bakanlar ve devlet erkanı önemli mesajlar vermiş ve Genel Kurmay Başkanlığına ait mehter takımı “Ceddin deden, Neslin baban” diyerek coşkulu ve duygulu anlar yaşatan önemli bir konser sunmuştur. Başbakana Safsaf’ın altında kurulan kara çadır içinde ve kara keçe üzerinde yörük poşusu giydirilmiştir.

KIZIL ELMA ve ALMAN HIZARI

1299’da Anadolu Selçukluları İlhanlılara karşı başlattığı Sulamış isyanından sonra ortadan kaybolan III. Alaüddin Keykubat’dan sonra Osman Gazi’nin önü açılmıştır. Osman Bey ipek böcekçiliği, dokuma ve demir işletmeciliği ile meşhur Bilecik’i, uç beyliğinin merkezi yaptı. Yenişehir’de bir ordu karargahı kuruldu. (1301) Ertuğrul Gazi, Gazan Mahmud Han’a, Suriye’ye karşı yaptığı savaşta oğlu Savcı Bey’i (!) takviye kuvvet olarak gönderdi. Osman Gazi’nin Şeyh Edebali’nin kızı Malhun Hatun’dan olma Alaüddin Bey’i Yenişehir’e getirerek yanında bulundurdu. (1302)

Osman Gazi’nin sadık dostu Bilecik Tekfuruna bağlı Harmankaya hakimi Köse Mihal Bey müslüman oldu. (1313)

İnegöl Rum beyi ile yapılan çarpışmada biraderi Sarubatı’nın oğlu/yeğeni Bay Hoca şehit düştü. Karacahisar Beyi ile yapılan çarpışmada ise biraderi Sarubatı ve kardeşi Gündüzalp’i kaybetti.

Ertuğrul Gazi’nin üç oğlundan biri olan Osman Gazi’nin lakabı Fahreddin’dir.

Gerçekten Osman Gazi, İslam dünyasının övgüsünü kazanmış bir hakandır. Zira ila-yı kelimetullahı tüm cihana yayma ve hakim kılma anlamına gelen kızıl elmayı tahta, kılıcı ile diken Osman Gazi’nin kurduğu Osmanlı Devleti’nin armasındaki güneş halifeliği, ay padişahlığı, silahlar devletin gücünü, çiçekler sevgi ve muhabbeti, terazi adaleti, kitap hukuku ve Allah’ın kanunlarına bağlılığı, en alttaki şekiller, başarılı kimselere verilen devlet nişanlarını temsil ve ifade eder. En üstteki yuvarlak içindeki tuğra devrin padişahının tuğrasıdır. Ay içindeki yazının anlamı ise Osmanlı Devletinin padişahları Allah Teala’nın tevfikine dayanırlar anlamındadır.(5)

Genelkurmay’ın Çakmak salonundaki sancak da Osmanlı’dan devralınan manevî emanetlerin sembolüdür. T.C. devleti, kulaç gelişmez bedeni Alman hızarı ile kesilmiş Osmanlı çınarından filizlenmiş bir fidandır.

Osman Gazi, babasından kalan 4800 kilometrekare araziyi 16000 kilometrekareye çıkarmıştır. Osman Gazi’nin Ömer Bey’in kızı Bala ile Şeyh Edebali’nin kızı Malhun Hatundan altı oğlu ve üç kızı olmuştur. Bunlar Melik Bey, Hamid Bey, Çoban Bey, Pazarlı Bey, Alaüddin Bey ve Orhan Bey ile Melek, Fatma ve bir diğer kızıdır. Orhan Gazi, Şeyh Edebali’nin değil Ömer Bey’in torunudur.

GÜMÜŞLÜ KÜMBET

1324’te tahta geçen Orhan Gazi, 1326’da Söğüt’te vefat eden babası Osman Gazi’nin vasiyeti üzerine cesedini Bursa’ya nakletmiştir. Osman Gazi’nin –cennet mekan- türbesi Bursa Gümüşlü Kümbet’tedir. “İsmi üzerine kurulan Osmanlı Devleti neden altı buçuk asır yaşamıştır?” sorusunun cevabı gayet açık ve nettir. Allah kendi dininin yücelmesine, bütün cihana yayılıp hakim kılınmasına yardım edene sebepler halk ederek yardım etmiştir. Allahu Teala’nın yardım eli, Osmanlı’nın kılıcının kabzasını kavrayan eli üzerinde olmuştur. Onlar Allah’ı sevmiş, Allah da onları sevmiş ve göktekilere ve yerdekilere de sevdirmiştir… O kadar…

Osmanlı Söğüt’te doğmuş ama uzun ömürlü bir cihan devleti olması hep ulu bir çınara teşbih edilmiştir. Neden? Çünkü babası Ertuğrul Gazi hayatı boyunca hocası ve mürşidi Şeyh Edebali hazretlerini kendine rehber edinmişti. Onun manevî terbiyesiyle kemâl sahibi bir aşiret reisi olmuştur. Bu sebeple de Osman Gazi’nin onun terbiyesi altında yetişmesini arzu ediyordu. Osman Gazi’de sık sık Edebali hazretlerini ziyaret ediyor, duasını alıyordu.

ULU BİR ÇINAR

Şeyh Edebali’nin evinde misafir kaldığı bir gece Osman Bey ruhuna sükunet veren, nefsinin çırpınışlarını dindiren sohbetin huzuru içinde heyecan dolu anlar yaşamıştı. Kendisine yatması için gösterilen odanın duvarında asılı bir Kur'an-ı Kerim olduğu için ayağını uzatmayıp kıvrılarak oturduğu yerde tatlı bir uykuya dalmıştı. Rüyasında Şeyh Edebali’nin göğsünden çıkan ve giderek hilal şeklini alan ayın bir ucunun kendi göğsüne girdiğini ve kendisi ile Şeyh Edebali arasında çıkan bir fidanın giderek ÇINAR haline geldiğini ve bu çınarın dallarının üç kıtaya yayıldığını ve birçok milleti gölgesi altına aldığını görmüştü. Bu topraklarda haşmetli kule ve kubbeler üzerinde Ezan-ı Muhammedî okunuyor, bülbüller Kur'an tilavet ediyordu. Semanın görülen her yeri gülşen olmuştu. Osman Bey rüyasında bu güzel manzaraları büyük bir hayranlıkla seyrederken aniden bir ceylanın ortaya çıktığını görmüş, batıya doğru kaçmaya çalışan ceylana ok atmak üzere nişan alırken uyanmıştı.

Abdest alarak müsaade isteyerek Şeyh Edebali’nin huzuruna girdi. Rüyasını anlatmaya başladı. Anlattıkça şeyhin yüzünde tatlı tebessümler beliriyor, nuranî bir ışık ile parıldıyordu. Zira Edebali kalp gözüyle bu rüyanın sırrını çözmüştü. Osman Bey susunca Şeyh başını kaldırdı, gözlerinin içine bakarak yumuşak ahenkli sesi ile rüyayı yorumlamaya başladı: “Oğlum! Gaibi ancak Allah bilir. Lakin bu gördüğün rüyada dolu dolu hayır vardır. Cenab-ı Hak sana ve soyuna saltanat nasip edecektir. Dünya oğullarının himayesine girecektir. Benim zürriyetimden biz kız ile evleneceksin. Bu izdivaçtan doğanlar, senin kuracağın ve giderek büyüyecek olan büyük bir devletin başına geçeceklerdir. Bu devlet de batıya doğru genişleyecektir. Aşıkpaşazâde bu sözleri şöyle şiire dökmüştür:

Hidayet menzili nimet senindir.

Ezeli ta ebed devlet senindir.

Döşene sofralar, devlet senindir.

Nesep ve nesil bürhan senindir.

Cihanda olan devran senindir.

Ki insü cine hem ferman senindir.(6)



TERAZİSİ DİRHEM ŞAŞMAZ

Evet her şey bir rüya ile başlamıştı. Fe etbea sebeba. Bu koca çınar 623 yıl yaşamış. 36 padişahtan ve Osmanlı hanedanından, 1922’deki saltanatın ilgasından sonra Amerika’da kimliksiz dolaşırken R. Tayip ERDOĞAN’ın himmetiyle 2004 yılında T.C. vatandaşlığına kabul edilen Osman Bey ve dünyanın değişik yerlerindeki hanedan üyeleri kalmıştır.

Osman Bey öldüğünde şahsına ait mal olarak kılıcından, mühründen ve elbiselerinden başka bir miras bırakmamıştı. Ama büyük bir devlete dönüşecek bir devletçik bırakmıştı. Evlatları ise, NATO üyesi 26 ülkenin devlet erkanını ağırladığımız Topkapı Sarayı’ndan düğün törenleriyle gözleri kamaştıran Çırağan Sarayı’na kadar, Ulu Cami’den, Selimiye Sultanahmet’e büyük mimarî eserler ile büyük bir medeniyet ve muazzam bir tarih bıraktılar.

120’LİK İHTİYAR DELİKANLI

Ertuğrul Gazi, oğlu Osman Gazi’ye şöyle vasiyet etmişti:

“Bak oğul… Beni kır (ama) Şeyh Edebali’yi kırma. O bizim boynumuzun ışığıdır. Terazisi dirhem şaşmaz. Bana karşı gel ama O’na karşı gelme. Bana karşı gelirsen üzülür incinirim. O’na karşı gelirsen gözlerim sana bakmaz olur. Baksa da görmez olur. Sözümüz Edebali için değil, senceğiz içindir. Bu dediklerimi vasiyetim say.”

İşte Osmanlı Devleti’ni cihan devleti yapan ruh budur. Bu sözler karşısında Osmanlı Devleti’nin manevi kurucusu, ilk Osmanlı kadısı, müftü ve mutasavvıfı, Horasan erlerinden İlyas Baba’nın müridi, Mevlid-i Şerif’in müellifi Süleyman Çelebi’nin dedesi, Nevşehirli Hacı Bektaş-ı Veli ile Kırşehirli Ahi Evren’in muasırı, ahi teşkilatının dönem reisi Osman Gazi ve bacanağı Dursun Fakih’in kayınpederi, zaviyesinde fakihler için koyun sürüsü besleyen 120’lik bu ihtiyar delikanlı Bilecik’te dar-ı bekaya irtihal etmeden nasıl nasihat ediyor damadı Osman Bey’e:

“Oğul! İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezânında ölürler. Avun oğlum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın. Ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen, sabah rüzgarlarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını yene. Daima sabırlı, sebatlı, iradene sahip olasın. Dünyâ, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazîlet ve adâletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyâda inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin, deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir. Şu üç kişiye; yâni câhiller arasındaki âlime, zenginken fakir düşene ve hatırlı iken itibarını kaybedene acı!.. Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücâdeleden korkma! Bilesin ki, atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervâsız, kahraman, gözü pek) derler.
Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana... Güceniklik bize, gönül almak sana... Suçlamak bize, katlanmak sana... Âcizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana... Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adâlet sana... Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Ey Oğul! Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana... Ey Oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma, insanı yaşat ki, devlet yaşasın. Ey oğul, işin ağır ve çetin, gücün kıla bağlı. Allah yardımcın olsun.”


KILIÇLARI BİLECİK(!)

Değerli kardeşlerim,

Tarih bir millete ait tüm değerlerin arşividir. Arşivde geçmiş hadiselerin zamanı, zemini, olayların kahraman isimleri, sebep ve sonuçları önemlidir. Nuh tufanında gemiye binenlerden Yafes’in oğlu olan Türk, necip milletimizi temsil eden özel bir isimdir. Ulu bir Çınar’a benzetilen Osmanlı’nın kucak gelişmez kesilen gövdesinde filizlenen taze bir fidan olan Türkiye kendisini Türk olarak kabul eden herkesin vatanıdır. Bu risalemizde cennet vatanımızın Marmara Bölgesi’nde 295 m. rakımlı bir tepede kurulmuş bir şehrimizden bahisle tarihimizin kırk ambar kapısını çalacağız. Evet… 11 trafik il koduyla Bilecik ilimizden bahsediyoruz…

Arapça bir terkipten oluşan “Bilâ-cukka”dan esinlenerek bu isim verilmiş olabilir… ‘Cukka’sız bir şehir… Zaten de öyle. Osmanlı bedel istediğine göre öyle yağma yok…

Gerçi Yunanlılar şehri kurtuluş savaşı yıllarında üç defa işgal ve yağma etmişler amma 5 Eylül 1922’de şehir düşman elinden kurtulmuştur.

1299’da Osmanlı Devletinin doğum yeri olan Bilecik’e bu ismin veriliş sebeplerinden birisi de Osman Bey’i bir düğüne davet eden Yarhisar Rum Beyinin suikast ve ihanet haberini Osman Gazi’ye bildiren can dostu Mihal Gazi (ki 1313 yılında müslüman olarak Abdullah ismini almıştır) ve düğüne kırk katır üstünde çatılmış küfeler/seleler içinde gelen 80 kadar mücahidin “Arkadaşlar kılıçları biledik. Haydi Ya Allah!” deyip cenk meydanına atıldıkları anda söyledikleri biledik kelimesinden esinlenerek anonim halk dilinde BİLECİK olarak yer almasıdır.

HERŞEY ASLINA DÖNER

Eski ismi ile Prminios olan bugünkü Harmankaya/ Harmanköy’de Rum Beyi olan Köse Mihal’in türbesi Söğüt ilçesine bağlı mezkur köyde ziyarete açıktır. Muharebede esir düşen Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer’i Osman Gazi, oğlu Orhan’a nikahlamış ve bu evlilikten Şehzade Süleyman Paşa ve Murad Hüdavendigar doğmuştur. Fahreddin Cüreklibatur ismiyle Yeşilçam’ın namı diğer Cüneyt’in oynadığı Kara Murad’ı bu evliliğin neticesidir. Seyyah İbn-i Batuta İznik’te Nilüfer Hatun ile görüşmüştür. Osman Gazi’nin kendisi de Şeyh Edebali’nin kızı Malhun Hatun ile Bilecik’te evlenmiştir.

Orhan Gazi’nin asker için ilk defa Akbörk yaptığı bir mekandır Bilecik. 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında 3581 kişiyi sinesinde barındıran Bilecik’te 1990 yılında yapılan sayıma göre 23.237 kişi (son sayımda bu 35 000 civarındadır) şehir merkezinde yaşarken il genelinde 175.526 kişi bulunmaktadır. Nüfus yoğunluğunun %41 olduğu Bilecik, Sakarya, Konya, Bolu, Eskişehir, Kütahya ve Bursa ile komşudur. Bilecik’in merkez ilçe dahil Bozöyük, Gözpazarı, İnhisar, Pazaryeri, Yenipazar ve Söğüt ilçeleri vardır. Her karış toprağı tarih ve şehit kanı kokmaktadır. Biz bu toprakları gezdik gördük. Elhamdülillah. Siz de görün Abbasilerin baskısına dayanamayıp Ümeyye oğullarının Hz. Osman’ın ismiyle tekrar devlet oluşlarını... Miras bıraktıkları devletin imkanlarından istifade etmeyi bırakın birçok batı illeri karşısında Bilecik’in neden ihmal edildiğini…

Siz de anlayın tarihi ile kavga eden milletlerin nasıl geri kaldıklarını. Atasından intizar alan evlatların iki yakasının bir araya gelmeyeceğini.

İLKADIM DERGİSİ

OSMANLI'YI CİHAN DEVLETİ YAPAN 150 SIR
28 Kasım 2009

Osmanlı'nın üç kıtaya yayılarak güçlü bir devlet olmasındaki en önemli sır neydi? İşte eğitimci-yazar Ali Karaçam son kitabında Osmanlı'yı Osmanlı yapan 150 sırrı anlattı.
Eğitimci-yazar Ali Karaçam, siyasi, ekonomik, toplumsal, kültürel ve dini alanlarda yaptığı araştırmalar sonucu ortaya çıkardığı, Osmanlı Devleti'nin, üç kıtaya yayılarak güçlü bir devlet olmasındaki sırlarını, 'Osmanlı'yı Cihan Devleti Yapan 150 Sır' kitabında topladı.

Tarih eğitimi de alan Karaçam, AA muhabirine yaptığı açıklamada, toplum olarak Osmanlı tarihinin genel olarak siyasi, kültür, toplumsal yapısının ve medeniyet yönlerinin bilinmediğini belirtti.

Okullarda daha çok savaşların veya antlaşmaların öğretildiğini dile getiren Karaçam, Osmanlı'nın 60 farklı etnik grubu hoşgörü çerçevesinde yüzyıllarca bünyesinde barındırdığını, bunun doğru bir şekilde anlaşılması gerektiğini anlattı.

Karaçam, bu amaçla, tarih alanında önemli çalışmalar yapan Halil İnalcık, Yusuf Halaçoğlu, İlber Ortaylı ve birçok tarihçinin kitabını okuduğunu ve harmanladığı bilgiyle böyle bir kitap yazmaya karar verdiğini ifade ederek, kitaptaki daha çok Osmanlı'nın büyük bir devlet olmasındaki sosyal, siyasal, dini ve kültürel sırları, açıklamalar ve anekdotlarla vermeye çalıştığını bildirdi.

Ali Karaçam, 'Osmanlının üç kıtaya yayılarak güçlü bir devlet olmasındaki en önemli sır, himayesi altındaki etnik unsurlara hoşgörü çerçevesinde davranması ve onların dini özgürlüklerini kısıtlamamasıdır' dedi.

Karaçam, kitapta, 'Osmanlı devlet yönetimi', 'Osmanlı toplumu', 'Osmanlı ekonomisi', 'Osmanlı'da kültür ve sanat' ile 'Osmanlı'da eğitim ve öğretim' bölümlerinin yer aldığını kaydetti.

-PADİŞAH İSTEDİĞİNİ YAPAMAZDI-

Osmanlı'nın, klasik döneminde çeşitli soylardan gelen ve farklı inanç sistemlerine mensup insanların, barış içinde bir arada yaşamasının başarıldığı ve bu toplum düzenine ve barışına, 'Nizam-ı Alem' adının verildiği anımsatılan kitapta, bütün Osmanlı yöneticilerinin bu ideal uğrunda fetihler yaptığı, zaferler kazandığı, Müslim ve gayrimüslim ayrımı yapmadan insanların uzun süre huzur içinde yaşadığı anlatılıyor.

Osmanlı yöneticilerinde, 'Ölürsem şehit, kalırsam gaziyim' düşüncesinin hakim olduğu, 'İlayı Kelimetullah' yani 'Allah'ın adını yeryüzüne yayma davası' uğruna üç kıtaya yayılma mücadelesi verildiği aktarılan kitapta, 'ufuk gibi, yaklaştıkça uzaklaşan mekanın söz konusu olmadığı', bir ideal olan 'Kızıl Elma'nın Osmanlı'nın 'motor gücünü' oluşturduğu kaydediliyor.

Kitapta, padişahların günlük faaliyetlerinin programlı olduğu, genellikle üç saatin ibadet ve Kur'an-ı Kerim, iki saatin tarih ve benzeri kitaplar okumaya, altı saatin ülke sorunlarını yardımcı ve danışmanlarla görüşmeye, dört saatin gezmeye ve avlanmaya, dokuz saatin ise ailesiyle beraber olmaya ve dinlenmeye ayrıldığı ifade ediliyor.

Vatandaşın, padişahın yersiz bulduğu iradesine karşı çıkabildiği, padişahın hukuku çiğneyemediği, hiç kimsenin görevine müdahale edemediği belirtilen kitapta, şöyle bir anektoda yer veriliyor:

'1812'de 2. Mahmud, bir ramazan gecesi sesini çok beğendiği bir imamın, Beylerbeyi Camisi'nde teravih namazını kıldırmasını ister. Bu durum sarayın yüksek dereceli memuru olan silahtar ağa tarafından caminin imamına iletilir. Cami imamı, 'Buranın imamlığı görevinde bulunduğum sürece, benden başka kimse namaz kıldıramaz' diyerek padişahın isteğini reddeder.'

Padişahların sanatta halka örnek olmasının, tarihe önem vermesinin, kibirli olmamasının, devletin işleyişinin bir disiplin çerçevesinde yürümesinin, bürokratların seçiminde hassas davranılmasının, devlet kadrolarının uzmanlardan oluşmasının, padişahların ordunun başında bulunmasının, emeklilikte de hizmete devam edilmesinin, padişahların tebdil-i kıyafetle denetim yapmasının, Osmanlı'nın yönetim sırları arasında olduğu anlatılan kitapta, Osmanlı'nın çok geniş bir alana yayılması nedeniyle, idari yönden bazı ayrıcalıklara sahip bulunan sancak ve eyaletler bulunduğuna yer veriliyor.

Kitapta, sadrazamlarla vezirlerin, devlet işleriyle ilgili padişahlarla görüştükleri hususların gizli kalması için saraya zeki ancak 'Bizeban' adı verilen işitme engellilerin alındığı belirtiliyor.

-BEKARLAR İÇİN VAKIFLAR KURULURDU

Osmanlı'nın toplumsal yaşamında, düzeni ve yönetim felsefesini, 'Daire-i adliye'yi (adalet dairesi) hakkaniyet çemberinin oluşturduğu ifade edilen kitapta, sivil toplum kuruluşlarının toplumsal yaşama katkısının büyük olduğu, sorunlu ailelerin pozitif düşüncelere yönlendirildiği, günlük yaşamda kibarlığın önemli bir değer olduğu, komşuların aileden biri olarak görüldüğü, toplumda inanç özgürlüğünün bulunduğu, hayvanları korumak için vakıfların kurulduğuna dikkat çekiliyor.

'Bekarları Evlendirme Vakıfları' aracılığıyla maddi durumu iyi olmayan bekar gençlere destek verildiği, bu şekilde toplumsal bir ihtiyacın giderilmeye çalışıldığı anlatılan kitapta, Osmanlı'nın toplumsal düzeni hakkında şu bilgilere yer veriliyor:

'Osmanlı'da yalancı şahitliği önlemek için çeşitli tedbirler alınmıştı. Yalancı şahitliği belirlenen kişi, kadının (hakim) emriyle muhzırlar (adli polis) tarafından uyuz bir eşeğe bindirilerek suçunu bağıran tellalın eşliğinde, caddelerde dolaştırılıp teşhir edildikten sonra serbest bırakılmaktaydı. Yalancı şahitliği tespit edilen, hayatının sonuna kadar şahitlik etme hakkını kaybederdi. Yalancı şahitlere, yapılan iş devlet güvenliğini sıkıntıya sokacaksa, hapis, padişahın şahsına zarar verecekse idam cezası verilmekteydi. Osmanlı'da ekonomik yaşamın kalbi olan çarşılar, esnafın çarşıda toplanmasının ardından dua okunarak açılırdı. Köylülerin, 'avarız akçası vakfı' adı verilen ortak bir fonu vardı. Fonda biriken paradan, borç verilmesi sebebiyle bir ölçüde sosyal yakınlaşma sağlanıyordu. Osmanlı'da toplum hayatında kitabın önemli bir yeri vardı. Öyle ki hediyeleşme geleneğe dönüşmüştü. Padişah 4. Mehmed, Edirne'de oğlunun evlenmesi dolayısıyla yapılan düğünde, hediye olarak oğluna yüklü miktarda kitap vermişti.'

Fatih Sultan Mehmed, Eyüp ve Ayasofya medreselerinde öğretmenlik okuyanlar için genel medreselerden farklı program öngörüldüğü, öğretmen adaylarına Arapça, edebiyat, dil bilgisi, matematik derslerinin yanı sıra tartışma kurallarının öğretildiği, adab-ı muhasebe ve usul-ü tedris dersleri de verildiğine dikkat çekilen kitapta, kahvehanelerin ise birer eğitim yuvası olduğu, vatandaşların kahvehanelerde, kitap okuduğu, satranç oynadığı, gazeller okuduğu, eğitim konularında sohbetler yapıldığı ifade ediliyor.
haber10

Osmanlı Türklüğüyle gurur duyardı
9 Ocak 2011
Erhan AFYONCU
eafyoncu@bugun.com.tr

Sayın Kılıçdaroğlu "Osmanlı'da Türk olmak ayıptı" diye konuştu.

Ancak bu iddianın tam tersine Osmanlı Türklüğüyle gurur duyar, hanedan kendisini Oğuz Han'a bağlardı

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz günlerde "Osmanlı Devleti'nde Türk olmak ayıptı. O dönem ümmet toplumu vardı" diye konuştu. Bu sözler bundan 80-85 sene önce, Cumhuriyet'in ilk kuruluş yıllarındaki iddialardı. Yapılan akademik araştırmalar bu iddianın doğru olmadığını ortaya çıkarmıştır.

TÜRKLÜK DEĞİL HAYAT TARZI

Bazı Osmanlı tarihçilerinin eserlerinde Türkler için etrâk-ı bî-idrâk, yani idrâksiz Türkler denilmesinden hareket eden bir kısım araştırmacılar Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk devleti olmadığını iddia ederler. Bu tutarsız bir yaklaşımdır. Osmanlı tarihçilerinin eserleri incelendiğinde Türkler'le ilgili bu tür ifadelerin etnik kimliği değil sosyolojik ve siyasi bir durumu belirtmek için kullanıldığı görülür. Ayrıca bu ifade ile kötülenenler, genellikle devlete karşı çeşitli hadiselere karışmış veya Şah İsmail'e katılmış Türkmenler'dir. Düşman olarak görülen bir devlete yapılan bu katılımları aşağılamak için Osmanlı tarihçileri bu tür ifadeler kullanmışlardır.

Türk ve Türkmen isimlerinin olumsuz ifadelerle anılması sadece Osmanlı dönemi tarihçilerine özgü bir davranış değildir. Selçuklu tarihçilerinin de Türkmenler hakkında bu şekilde olumsuz sözleri vardır.

Osmanlı döneminin bazı tarihçileri bu olumsuz ifadeleri Türk kimliğini değil köylü ve göçebeleri kötülemek için kullanırlar. Özellikle yarı göçebe hayat yaşayan Türkmenler devlet düzenine ayak uyduramamaları ve yerleşik hayata zarar vermeleri sebebiyle eleştirilmektedir. Osmanlı tarih yazarlarının eserlerinde bu tür ifadeleri başka milletler için de görmek mümkündür. Örneğin, göçebe Araplar'a, Arab-ı bed-fial (kötü işler yapan Arap), Arab-ı bed-rey (düşüncesi kötü Arap), Arab-ı Şekavet-şiar (eşkıyalığı adet hâline getirmiş Arap) denilirdi.

Buradaki millet isimleri etnik bir mana ifade etmekten ziyade bu toplulukların yaşam tarzını gösterir. Nitekim Fatih Kanunnâmesi'nin bir ceza bahsinde geçen "Türk veya şehirli olsa" ifadesi Türk kelimesinin göçebe Türkmenler ve köylüler için kullanıldığını açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

TÜRKLÜĞÜ ÖVEN TARİHÇİLER

Osmanlı tarihçilerinin eserlerindeki Türkler'le ilgili olumsuz ifadeleri gündeme getirenler, aynı kitaplardaki olumlu sözleri görmezden gelmektedirler. En önemli Osmanlı tarihçilerinden olan ve uzun süre şeyhülislâmlık yapan Hoca Sadeddin, "Tacü't-Tevârih" isimli, kendisinden sonraki tarihçilere büyük tesirlerde bulunmuş eserinde Osmanlı fetihlerini anlatırken "Türk yiğitleri", "Zaferleri gölge edinmiş Türk askerleri" gibi ifadelerle Osmanlı ordusunu över. 17. yüzyıl tarihçilerinden Solakzâde Mehmed Hemdemi de tarihinin birçok yerinde Türk ismini olumlu olarak kullanır ve Cem olayını anlatırken Fatih'i "Kostantiniyye'yi fetheden Türk'ün oğlu" diye anar. 16. yüzyılın en büyük tarihçilerinden Gelibolulu Mustafa Âli ise "Künhü'l-Ahbâr" isimli dünya tarihinde Türk boylarını anlatırken bunları "seçkin millet, güzel ümmet" olarak zikreder. Bunlardan başka pek çok Osmanlı tarihçisinin eserlerinde de bu tür ifadelere rastlanılır.

OSMANLI HANEDANI VE TÜRKLÜK

Osmanlı tarihleri incelendiğinde Orta Asya'dan geldiklerinin ve Türklüklerinin fazlasıyla farkında oldukları görülür. Bu kitaplarda Osmanlı hanedanı Oğuz Han'a bağlanır. Osmanlılar Oğuz neslinden ve Kayı boyundandır. Osmanlı tarihi Türk tarihinin bir parçası olarak ele alınır. Nitekim Şehzâde Cem'in oğluna Oğuz Han, İkinci Bâyezid'in oğluna ise Korkud isimlerinin verilmesi tesadüf değil dönemin siyasi yapısı içerisinde bilinçli bir tercihtir.

Osmanlı bir millet ismi değildir. Osmanlı adı Selçuklu, Karahanlı, Gazneli isimleri gibi bir hanedanın adıdır. Selçuklular, Karahanlılar, Gazneliler gibi Osmanlılar da bir Türk devletidir. Ancak hiç unutulmaması gereken husus Osmanlılar'ın bir imparatorluk olduğudur.

Mozole gibi Süleyman Şah Türbesi!
13 Şubat 2011



Uğruna Suriye'yi verdiğimiz türbe, Menbic kasabasına bağlı Karakoz köyüne taşınıyor (1975) Burası bir ada, takriben 10 dönüm civarında... İnce bir asfalt ile bağlanıyor karaya. Ardından Teşrin barajı tamamlanıyor, ortalık denize dönüyor âdetâ. Türbe yine Fırat'ın tehdidi altında...

Süleyman Şah Türbesi, fâtiha okumak için değil saygı duruşu için dizayn edilmiş. Mozole gibi diyeceğim dilim varmıyor.. Topukları birleştir, eller yana... Çelenk bırak, şeref defterini karala... Ne cüz kesesi, ne mushaf... Ne seccade, ne rahle...

Suriye ile Türkiye arasında sınırlar kalktı ama Suriyelilerin türbeye girmeleri hâlâ yasak. Benim bildiğım türbenin komutanı değil, türbedarı olur, geleni gideni ağırlar.

İSTANBUL - - Türkiye Gazetesi yazarı İrfan Özfatura, "İz Bırakanlar" yazısında Süleyman Şah'ın hayatını anlattı. Özfatura, "Süleyman Şah ve arkadaşları sadece Urfa'da değil Rakka ve Halep'te de çok seviliyor, kabri “Türk mezarı diye” tanınıyor, fatihalarla yad ediliyor. Büyük komutanımız Fırat'ta boğularak şehid düşüyor ama nehir peşini bırakmıyor, türbesi Tabka Barajı altında kalıyor" diyor.

İRFAN ÖZFATURA'NIN TÜRKİYE GAZETESİ'NDE YAYINLANAN HABERİ ŞÖYLE:
-----------------------------------------
Ne yalan söyliyeyim bütün Anadolu'yu severim ama Urfa'ya karşı bir muhabbetim vardır ayrıca... Eğer bir Urfa haberi yapılacaksa seve seve talip olurum, sağolsun amirlerim de kırmazlar...

Geçen hafta Urfa valiliğinin düzenlediği “Süleyman Şah Buluşmalarına” da gittim koşa koşa... Birbirinden değerli akademisyenler, gazeteciler, yazarlar... Çok istifade ettim kendi adıma...

Dilerseniz çıkardığım dersleri üç beş cümle ile aktarayım da zayii olmasınlar.
Haritaya bakın, eğer cetvelle çizilmiş sınırlar görürseniz, bilin ki iki tarafın insanı da aynı kumaşın topundan. Osmanlı yıkılınca Batılılar Orta Doğuyu dilimlemiş suni hudutlar koymuşlar. Kim benimle iyi geçinir şunlar, şunlar, şunlar.... Al bu tarafı sen yönet, al bu taraf da senin olsun, bozdur bozdur harca...

Bakıyorsunuz hududun iki yanında da aynı dine inanan, aynı dili konuşan, aynı şeylere gülen ağlayan insanlar... Şimdi bir Arabistanlının Kuveytliden ne farkı var? Bir Iraklıyı alıp Ürdün'e götürsen üç günde düzenini kurar, bir Filistinli Lübnan'da, bir Cezayirli, Fas'ta, Tunus'ta, bir Türk Balkanlarda, Ortaasya'da beyler gibi yaşar.

Geçen yıl yine bir haber için Türkiye Suriye hududuna gitmiştim. Akçakale'ye. Hemen karşıda şirin bir kasaba... Tel Ebyad.(Akça tepe)
Ortaya bir halk oyunu ekibi çıktı, keyfiye, maşlah, cübbe, cellabiye kuşanmışlar, Arap ezgileriyle oynadılar... Bir nevi halay...

Ben onları Suriyeli sanmıştım meğer bizimkilermiş, döndüler geldiler Urfa'ya.
İki tarafın erkekleri de kebap baklava ustası, onların da kadınları kadife giyiyor, hızma, halhal takıyor. İki taraf da at ve “gögercin” besliyor, ceylana beyit yazıyor, şahine bayılıyorlar. Harran'da üç beş tane Harran evi kalmış Tel Ebyad köylerinde istemediğin kadar.

Bir zamanlar bütün bu bölge Harran'a bağlıymış (son Emevi merkezi ), Harran Üniversitesisi bir numaraymış dünyada... 1200'lerde göz ameliyatı... Seviyeye bak!

Efendim Urfa'da Oxford vardı da... Vardı ya!

GEREKSİZ KORKULAR

Rakka eyalet iken Urfa merkezmiş, sonra Halep vilayet olmuş, Urfa liva (kaza).
Osmanlı yıkılınca sınırlar girmiş araya. Ama dostlar akrabalar sokuluyor konuşuyorlarmış hat boyunca.

Şimdi diyelim Suriye tarafında cenazeniz var, Ankara'ya gidip vize alacak, tayyare ile Şam'a uçacaksınız. Üç bin km gidip, varacaksınız evinizin karşısına...

Hani elini ensesinden dolandırıp kulağını gösterenler vardır ya...
Sonra ne olduysa olmuş, dikenli teller yükselmiş, mayınlar döşenmiş, kardeş kardeşe namlu çevirmiş.

Yok su meselesi, yok Bekaa vadisi... ABD bize gaz vermiş, SSCB onlara...
Hısımlar hasım olmuş, parmaklar sallanmış, başlamış mı dişler gıcırdamaya...
Mekteplerde bebelere masal anlatmışız. Üç tarafımız denizle çevrili, dört tarafımız düşmanla...

Tayyib Erdoğan'ın tek faydası bu olsa yeter, sağolsun güven verdi dostlara. Neticede bohça fırlatma, açık bayramlaşma derken vizeler kalktı rafa.
Bugün geldiğimiz noktayı anlatmak için Urfa Valisi Nuri Okutan'dan bir kaç cümle aktarayım: “Akçakale Hastanesine 50 yatak yeterdi ama biz 100 yataklı yaptık, zira Suriye tarafındaki kardeşlerimize de bigane kalamazdık. Acil bir vaka olur, buyursunlar. Onlar da alışverişlerini Urfa'da yapıyor, Urfa Havaalanını kullanıyorlar. Ben iki tarafın insanlarına bakınca pist başında fırlamaya hazır bir tayyare görüyorum. Güçler birleşince güzel şeyler oluyor.”

DOSTLAR ARASINDA

Hasılı “kazan kazan formulü”, hem Halep'e yaramış, hem Urfa'ya...
Halep dediğin Suriye'nin İstanbul'u. Sanayi onda, ticaret onda, turizm onda...
Halep'te Gaziantep Bulvarı, Urfa Caddesi var. Urfa'lılar Haleplibahçe'ye çok emek veriyorlar.

Halepliler Zekeriya Aleyhisselam'ın bulunduğu camiyi çok güzel restore etmişler, kale de elden geçmiş göz kamaştırıyor.

Urfalılar ise Halilurrahman'ın, Ayn-ı Zeliha'nın üstüne titriyor. Seneye kaleye teleferikle çıkılacak, Haleplibahçe'de havuz fıskiye şelale keyfi sunulacak. Briket evler yıkılıyor, mağaralar temizleniyor, konaklar otel oluyor. Her taraf şantiye, şehir şekle şemale giriyor.

Bu iki belde öyle iç içe ki Urfa hakkında araştırma yapmak isteyen gidip Halep kütüphanesinde çalışmak zorunda.

Bu kardeşlik üzerine sayfalarca yazabiliriz ama mevzu dağılacak.
Halbuki ben size Urfa ile Halep arasında yatan bir “ortak” büyüğümüzü anlatmak istemiştim. “Süleyman Şah!”

OMUZ OMUZA

Efendim Kaya Alp oğlu Süleyman Şah Horasan da doğuyor.
Oğuz soyundan... Kayı boyundan...

50 bin civarında tebası var. Evleri tekerlek üstünde, göçebe yaşıyor, yeşil sulak bir yurt arıyorlar.

Azerbaycan üzerinden Ahlat'a geliyorlar. Sonra bir süre Erzincan civarına ilişiyorlar...

Hatta iyice batıya uzanıyor İznik'i fethediyorlar. İznik dediğin sıradan bir şehir değil, İstanbul'un kapısı. Bizans sallanıyor adeta.

Moğol tehdidi büyüyünce güneye iniyor Urfa, Mardin havalisinde eyleşiyorlar.
Derken haçlı baskısı artıyor. Eyyubi asıllı Halep emiri zorda kalınca Süleyman Şah'ı imdada çağırıyor. Düşünmüyor bile, derhal çıkıyor yola. Yetişebilecek mi acaba?

Koştur atını koştur... Fırat çıkıyor karşısına... Geçit yerini arayıp bulabilir ama vakit daralmasa... Süleyman Şah kim bilir kaç nehir geçti. Lügatında korku diye bir kelime bulunmuyor, atını sürüyor suya

İyi de Fırat şakaya gelmiyor. Akıntı beklemediği kadar sert, atın gücü tâkadı kesiliyor. O hengamede ayakları da üzengiye dolanınca...

Muhafızları tereddütsüz yardıma koşsa da milyonlarca ton su üstlerine geliyor. Onları saman çöpü gibi döndürüp, dibe çekiyor.

Ecel gelmiş cihane... Başağrısı bahane...

TÜRK MEZARI

Fırat, Caber kalesi önlerinde (Rakka) hız kesiyor, duruluyor. Mübareğin cesedini buluyor, oracığa defnediyorlar.

“İnna lillahi ve innâ ileyhi raciûn...”

Bizans tekfurları Süleyman Şahın öldüğünü duyunca İznik'i zorlayıp geri alıyor.
Başbuğumuzun oğullarından Sungur Tigin ve Gündoğdu Bey Asya'ya dönüyor. Dündar Bey ve Ertuğrul Gazi, 400 çadırla Söğüt'e yürüyor.

Kabir halk arasında “Türk mezarı” diye anılıyor, yöre insanı hayli hürmet ediyor buraya.

Nitekim Rakka Valisi Kadızade Hüseyin Paşa bir türbe yaptırıyor (1700).
Abdülhamid Han-ı Sani viranlayan türbeyi silbaştan onartıyor (1882)
Havali 1918 yılında İngilizler tarafından işgal ediliyor, Cemiyet-i Akvam ise Fransız Mandasına bırakıyor.

Ankara ve Lozan Antlaşması'nda Türk tarafı ısrarla bastırıyor, kabrin bulunduğu alan (600 metrekare) TC. toprağı kabul ediliyor. Türbe 1939 yılında sıkı bir tamir görüyor.

AH FIRAT

Aradan uzuuun yıllar geçiyor Süleyman Şahın dirisini boğan Fırat, na'şına da musallat oluyor.

İnşaasına 1973'te başlanan Tabka Barajı su tutunca ortalık göle kesiyor.

Suriye'den mesaj geliyor, “demedi demeyin. Türk mezarı sular altında kalacak, haberiniz ola!”

Hani burası Türk toprağıydı, “bize sormadan baraja nasıl başlarsınız” diye çıkışan olmuyor.

Uğruna Suriye'yi verdiğimiz türbe, Menbic kasabasına bağlı Karakoz köyüne taşınıyor (1975) Burası bir ada, takriben 10 dönüm civarında... İnce bir asfalt ile bağlanıyor karaya.

Ardından Teşrin barajı tamamlanıyor, ortalık denize dönüyor âdetâ. Türbe yine Fırat'ın tehdidi altında...

Neyse mühendislerimiz gidiyor, türbe etrafına setler yapıyor, zemini güçlendiriyorlar da problem çözülüyor.

AMA... ANCAK...

Suriye ile Türkiye arasında sınırlar kalktı ama Suriyelilerin türbeye girmeleri hâlâ yasak. Benim bildiğım türbenin komutanı değil, türbedarı olur, geleni gideni ağırlar.

Yani n'apacaklar? Türbeyi çalıp götürecek halleri yok ya.

Evet, mekân bakımlı etrafı çam çim.

Giriyorsunuz içeri, sağ kolda bir Süleyman Şah kabartması. Eğer mübareğin fikrini alma gibi bir şansımız olsaydı, izin verir miydi acaba?

Burası fatiha okumak için değil saygı duruşu için dizayn edilmiş. Mozole gibi diyeceğim dilim varmıyor..

Topukları birleştir, eller yana... Çelenk bırak, şeref defterini karala...

Ne cüz kesesi, ne mushaf... Ne seccade, ne rahle...

Duvarlarda bir âyet-i kerime, bir hadis-i şerif göremiyoruz, ne de ölümü hatırlatan bir vecize.

Büyük bir seki üzerine M. Kemal büstü, altında tunçtan harflerle “Ne mutlu Türküm diyene!”

Sandukalar düz bezle kaplanmış, halbuki Hayat Tarih Mecmuasının 1970 yılında yayınladığı fotoğraflarda sırma işlemeli bir örtü görülüyor. Kelime-i tevhid ve “Elâ inne evliyaallahi lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn” ayet-i kerimesi net bir şekilde okunuyor. Birkaç yıl evvel çekilen resimler de ona keza.
Ne yazık ki bir mescidi yok, namaz kılmak isteyen montunu seriyor yere.
Büyüklerimizin affına sığınarak talep ediyorum: Şu kutlu türbemize bir küçük hasır serilse, birkaç hat levha çakılsa, üçbeş Amme cüzü konuverse... Yöre halkı da rahatça girip ziyaret etse... Mümkünse...

netgazete

Karacahisar Kalesi

Osman Bey tarafından 1289'da Bizanslılardan fethedilen, 1299'da Osman Bey adına ilk hutbe okunarak Osmanlı Beyliği'nin kurulduğu Karacahisar Kalesi'ndeki kazı çalışmalarında Bizanslıların, Türk akınlarından korunmak için ikinci suru ördükleri tespit edildi.

30 Austos 2011
Anadolu Haber

Kazı Başkanı ve Anadolu Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Erol Altınsapan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Karacahisar Kalesi’nin ve yerleşiminin araştırılması düşüncesinin 1999’da Prof.

Dr. Halil İnalcık tarafından ortaya konulduğunu belirterek, kaledeki kazı çalışmalarının 2002-2004’te Prof. Dr. İnalcık ve dönemin AÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ebru Parman tarafından yapıldığını kaydetti.

Önceki yıl da kendisinin bilimsel danışmanlığında, Eskişehir Arkeoloji Müzesi Müdürü Dursun Çağlar’ın başkanlığında kazı yapıldığını hatırlatan Prof.

Dr. Altınsapan, "2010’da Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yaptığımız yazışmalar sonrasında 2011’de Bakanlık ve AÜ adına kazılara başladık. Kazılar benim başkanlığımda Sanat Tarihi, Arkeoloji ve Mimarlık Bölümü öğrencileri tarafından sürülüyor. Kazılar eylül ayının sonuna kadar devam edecek" dedi.

"İÇ SURUN DUVAR KALINLIĞI 3 METRE"

Prof. Dr. Altınsapan, Selçuklular tarafından İç Anadolu Bölgesi’nin kuzeyine yerleştirilen Ertuğrul Gazi’nin yönettiği Kayı Boyunun zamanla kendi adına Bizanslılara karşı akınlara başladığını belirterek, geç Bizans döneminde inşa edilen Karacahisar Kalesi’nin Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman Gazi tarafından Bizanslıların elinden fethedildiğini ifade etti.

Osman bey tarafından 1289’da fethedilen, 1299’da da ilk hutbenin okunduğu kalenin, Osmanlı Beyliğinin ilk kurulduğu yer olduğunu anlatan Prof. Dr.

Altınsapan, şöyle devam etti: "Kalede yaptığımız kazılarda ön cephe daha önce kazılmıştı. Bu kazılarda içeride güvenlik kademesi olan bir surun varlığını ortaya çıkarttık. Daha sonra ortaya zaviye olduğunu düşündüren bir yapı ortaya çıktı. Bu yıl ki kazıda iç suru ve zaviyeyi ortaya çıkartacağız. Öncelikli hedefimiz kale içindeki yerleşim dokusunu ortaya çıkartmak. İkinci surun varlığı bilinmiyordu. Bizim kazımızın ardından ortaya çıktı. İkinci surun kuleleri de gün yüzüne çıktı. Bizanslılar, ikinci suru Türk akınlarından korunmak için inşa etmiş. İlk sur Türkler tarafından aşıldığı takdirde ikinci surla karşılaşılsın diye yapılmış. İç surun duvar kalınlığı yaklaşık 3 metreden oluşuyor. İç surun giriş kapısında bir kontrol noktası daha var. Fethedildiği günden bugüne kadar kale içinde bir yapılaşma bulunuyor. Kalenin iç suruna dayalı iş atölyelerini de gün yüzüne çıkarttık. Kale Türklerin fethinin ardından yerleşime devam etmiş. Kalenin doğusunda askeri alan var. Onun oturduğu arazide de bir yerleşim var. Buradaki yerleşim Fatih Sultan Mehmet döneminde kadar devam etti." Prof. Dr. Altınsapan, kazı çalışmasında çıkan malzemeyi değerlendirip, yapıyı restore edeceklerini belirterek, Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli merkezlerinden olan kaleyi eski görünümüne dönüştürmek istediklerini sözlerine ekledi.
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> OSMANLI TARİHİ Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com