EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

E. M. Cioran

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> EDEBÎYAT
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal May 05, 2009 11:14 pm    Mesaj konusu: E. M. Cioran Alıntıyla Cevap Gönder

Dr.Mustafa Yılmaz

Bir Virgül Uğruna Ölmek yada Yazmanın Karanlık Kuyusu

1934 yılında Bükreş’te ‘Ümitsizliğin Doruklarında’ adıyla yayınlanan ilk kitabı, daha sonra Romence ve Fransızca yazacağı her şeyin özünü barındırıyordu. Bu dönemde hayatın trajik boyutundan habersiz olmakla suçladığı Bergsonculuk’tan koptu. 17 yaşında Bükreş Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne girmiş ve lisans eğitimini Bergson üzerine hazırladığı bir tezle tamamlamıştı. 1937’de tartışmalar yaratan kitabı ‘Gözyaşları ve Azizler Üzerine’yi yayınlandı. Bu eser yaşadığı dini krizin bir dışa vurumuydu. Aynı yıl ‘Fransızlar’la görüşe görüşe insan nazik bir şekilde mutsuz olmayı öğrenir’ dediği Paris’e burslu olarak gitti ve oraya yerleşerek eserlerini Fransızca olarak yazmaya devam etti. ‘Yaşlandıkça, büyük korkuları alaylı sırıtmalarla değiş tokuş etmeyi öğreniriz’ diyerek 1995 yılında Alzheimer hastalığı ile hayata gözlerini yumdu. Doğumu Nisan 1911, Rasinari, Romanya. Adı E.M.Cioran.

‘Temkinli hüzünler’, ‘cömert hınçlar’, ‘kaygı ve tebessüm dolu bir şüphe’ onu, ‘sayıklamanın hegamonyası’ altında, geleceği yalanlayan bir ümitle ölümü tozpembe görmeye itti. Düşünce onun kaleminden gerçekliliğin en çıplak haline işaret eden bir aforizma olarak döküldü.

‘Kuşkuculuk, kaygının zarafetidir.’ Kayalara vurduğunda içinden şüphe fışkırtacak bir Asay-ı Musa isteyecek kadar şüpheye bağlı, kişinin kendi sınırlarının farkına varması için mutlaka bir aşağılanmaya uğraması gerektiğine inanacak kadar gerçekçi idi. Bilge olmak gerekirdi bu çağa katlanmak için. Bilgelik ise; dokuz delikli bir yara olan bedenin, insana reva gördüğü aşağılanmaya ağırbaşlılıkla katlanmaktı.

Modern zamanlar dünyası karşısında tedirgindi. ‘Bir uygarlığın incelik derecesi,’ ancak ‘içindeki karaciğer hastaları, iktidarsızlar yada sinir hastalarının sayısıyla ölçülebilirdi.’ Çünkü ‘modern olmak, devasızlık içinde şunun bunun ucundan tutmak’ demektir.

Dünyanın makul olması mutlaka bir melankoliye sahip olmasına bağlıdır. ‘Melankolisiz bir dünyada bülbüller geğirmeye başlardı.’ Oysa melankoli yerini acılara bırakıyor. Ve biz yeterince genç değiliz savaşmak için. ‘Düşmanlarımızı seçmeyi bırakıp elimizin altındakilerle yetinmeye başladığımız zaman artık genç değiliz demektir.’ Dünya akıldışılığın fezalarında gezinmektedir. Yıkıntılar artmış, kaynaklar tükenmiştir. Durumumuz trajik bir karikatürü andırmaktadır. Bu haliyle dünya, vicdanı olanların ancak utancını arttırabilir. İhtişamlı yıkımlar muhteşem bir kaos hazırlamaktadır. ‘Gelecekte insanlık, işe yeniden başlamak zorunda kalırsa, bunu atıklarıyla, her taraftaki mongollarla, kıtalardaki döküntülerle yapacaktır; karikatürü andıran öyle bir uygarlık belirecektir ki, hakikisini yaratanlar güçsüz, utanç içinde ve bitkin bir şekilde bakakalacak, yıkımlarının ihtişamını unutmak için son yer olarak da budalalığa sığınacaktır.’

İnsanlık daha fazla canavarlaşmak için yarış halinde. Köleler zulmü nasıl ortadan kaldırabilir ki? Onun da sonunda canavarlaşması gerekir. Dişlerini sivriltmeli ve açtığı yer yaradan kan emmelidir. ‘Tiranlar kana doyduklarında babacanlaşırlar; köleler kıskançlaşıp kendileri de [kana] doymaya kalkışmasalar her şey düzene girerdi. Olayların çoğuna, kuzunun kurt olma özlemi yol açar. Dişleri sivri olmayanlar, bunun hayalini kurarlar; onlar da yutmak isterler ve sayıca fazla olmanın hayvaniliğiyle bunu başarırlar.’

Hepimiz biraz psikiyatrız Cioran’a göre. Sıkıntımız, nüve halindeki bunaltımızdır; kasvet ise hülyalı bir nefret… İçimizde doğan her fikirle içimizdeki bir şeyler çürür… Her düşünce, bir tebessümün yıkıntısını andırmalıdır… Bir tek yüzeysel kafalar bir fikre incelikle yanaşırlar ve nazik cümlelerle konuşurlar. Oysa fikirler incelik ve nezaket kabul etmez. Ağırlıklarıyla ezer, peşlerine kattıkları tufanlarla yıkar, derinliklerine çekerek boğarlar.

Bunları düşündükçe yazası gelir insanın. Yazmak için görmek gerekir. Görmek için bakmak. Bakmak, duymak ve hissetmek. İnsanların arasına katılmak gerekir. ‘İnsanlarla düşüp kalktıkça’ iş tersine döner; ‘düşüncelerimiz kararır; ve bunları aydınlığa kavuşturmak için yalnızlığımıza döndüğümüzde, düşürdükleri gölgeyi buluruz.’ İnsanlarla hemhal olmak acıları arttırırken düşünceleri karartır. Sonra bir daha kurtulamazsınız bu karanlıktan. Yalnızlığınızda dahi gölge olarak sizi takip eder.

Gerçeği en yalın haliyle yazmak ruhun karanlık dehlizlerinde mayalanmış bir usareyi tecessüm ettirmek değil midir? Bu dehlizlere ışık vurmaya başlayınca mahremin esrarı kaybolur adeta. O zaman edebiyatı bırakmak gerekir. Çünkü geride sadece ‘anlaşılır iç çekişler, kendiniz olmayı reddedişinizin zavallı kırıntılarını bırakırsınız.’

‘Derin’ olmak kolaydır; kendimizi kusurlarımızın içinde boğulmaya bırakalım yeter. ‘Her şeyi yıktıktan sonra kendini de yıkmayan bir kitap, bizi beyhude yere azdırmış olur.’ Bir eser bekasını korumak istiyorsa acımasız olmak zorundadır. Nümayişler ve hamaset zamanın makberinde böceklere ziyafet olmak kaderinden kurtulamaz. ‘Ölümü solumuş kişi için, kelamın kokusu ne perişanlıktır!’ Ve bütün eserler ‘taklit parıltılarıyla, ezbere ürpertiler ve yağmalanmış vecdlerle hazırlanmıştır.’ Her eser bir evren olur. Sınırlayıcı ve zorlayıcı. Kendini bile yıkmayı öğreten esere perestiş edilmeli. Ancak bu esere tahammül edebilir ölümü solumuş kişi. ‘Özü gereği sözü uzatan edebiyat,’ ne acıdır ki ‘kelime kanseriyle geçinir.’ Fikirlerin tarihi çoğu zaman ‘yalnızların kininin tarihidir.’ Kahramanlar ayakta ölür. Yatakla bağdaşan tek kahramanlık uykusuzluğa müptela olmaktır.

‘Bir virgül için ölünen bir dünya’ hayal eddiyordu Cioran. Bütün büyük yazarlar gibi. Yani peygamberane konuşan yazarlar. Kelam acı vericidir. Kalem ise kağıtta denenen bir kılıçtır. Yaralar. Dünyada bir tek ‘kötü şairlerin özgür olduğunu’ söylerken bitip tükenmek bilmez ironisini sonsuza bir kez daha haykırıyordu Cioran. Bitip giden aşkların derin ağırlığıyla irkildi. Öyle ki; bunun zengin bir felsefi sınav olduğunu düşündü. Bir berberi Sokrates yapacak derin bir sınav.

E.M.Cioran’dan yada Emil Michel Cioran’dan kalanlar; Ümitsizliğin Doruklarında, Gözyaşları ve Azizler Üzerine, Çürümenin Kitabı, Burukluk, Varolma Eğilimi, Tarih ve Ütopya, Zamanda Düşüş, Doğmuş Olmanın Sakıncası, İtiraflar ve Aforozlar.

Hakikat arayıcısı bir modern zaman keşişi diyebilir miyiz, deneme yazarı ve ahlakçı Cioran’a?

Bir insan neden yazar? Neyi yazar? Özgür olmak için mi, kötü şair olduğu için mi yazar? Bir virgül için ölmeyi göze alabilecek kaç müptezel kaldı aramızda? Kelime kanseri büyüdükçe büyüyor. Bu satırların yazarının kaderi gibi. Kendini aşağılamanın hakikatine varmayı ümit ederek. Yıkıcı bir tebessümde bulunmak uğruna.

Haber10
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> EDEBÎYAT Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com