EntellektuelForum Forum Ana Sayfa EntellektuelForum

 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Cihad, Şehidlik ve Gazilik

 
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ŞERİAT
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
admin
Site Admin


Kayıt: 31 Arl 2006
Mesajlar: 831
Konum: Belarus

MesajTarih: Çrş Tem 11, 2007 6:28 am    Mesaj konusu: Cihad, Şehidlik ve Gazilik Alıntıyla Cevap Gönder

Şehid Saahabe Saad Hazretleri
ENDER TEKİN

Yüzü simsiyahtı. Ama kendisi boyamamıştı ki!
Kaldı ki, kalbi bembeyazdı.
Buna rağmen onu basite alanlar vardı.
Dedi ki:

– Ya Resûlallah, yüzümün siyahlığı cennete girmeme mani midir?
– Asla!
– O halde beni niçin insanlar hor görüyorlar, kimse bana niçin kızını vermiyor?
– Amir bin Veheb’in evine git ve “Resûlullah selamı var, kerimeni bana nikahlamanı emretti” de.
Siyah yüzlü genç hemen adrestedir. Kızın yanında babaya selamı aynen tebliğ eder ve teklifi de açıkça anlatır.
Baba kızgın, hemen reddeder. Ancak, teklifi dinleyen kızcağız babasını ikaz eder:
– Babacığım, vahiy gelir de sonra seni mahcup eder. Ne biliyorsun bu olayı Rabbimin emretmediğini? Efendimiz (sav)’in o emri tebliğ buyurmadığını? Hemen git, Resûlullah’tan özür dile ve beni o gence nikâhla. Resûlullah’ın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum.
kızının ikazıyla mescide koşan baba özür diler:
– Söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Demek ki doğruymuş. Kızımı verdim. Şu anda nikahlısıdır.

Efendimizin gence emri:
– Git, evini hazırla, aile oturacak şekilde döşe.
– Benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok!..
– Öyle ise Ali’ye, Osman’a, Abdurrahman bin Avf’a git. Onlar sana ikişer yüz dirhem versinler.
Uçarcasına gider. Onların her biri, emredilenden fazla yardımda bulunurlar ve sıra çarşının yolunu tutmaya gelmiştir. Bir ev hazırlamak için gerekli para elde mevcut. Hele zevcesi, ümidinin de üstünde bir azizedir âdeta…

Çarşı yolunda hızla giderken kulağına bir ses gelir. Önce anlayamaz, duraklar ve nefesi kesilircesine dinler. Evet, evet yanlış anlamamıştır, doğrudur. Ses herkese ilan etmektedir:
– Ey kendini Allah’a asker bilen Müslümanlar!
Derhal atınıza binin, cihada yönelin. Ordu mescidin dışında beklemektedir. Siz böyle gün için varsınız dünyada! Düşman ani baskın yapacak!

Şimdi ne olacak?.. Cihada mı gitsin, evlenmeye mi?.. Yönünü hemen değiştirir, demirciler çarşısına gider. İlk işi bir kılıç, sonra bir zırh, daha sonra da bir at almak olur. Elindeki paranın hepsini de harcamıştır. Ama cihad için lazım olan silahını da tamamlamıştır…
Sıçradığı atının üzerinde kuş gibi uçar, bekleyen orduya toz duman içinde karışır.
– Bu genç, herhalde Bahreyn’den gelen biridir, derler. Ancak onun siyahlığını fark eden Resûlullah Aleyhisselam:

– Sen Saad mısın? buyurur.

– Evet, deyince de dua eder:

– Ceddine saadetler!

Kumlu çöllerden geçilir, tozlu yollardan gidilir ve nihayet düşmanla müthiş bir savaş başlar… Herkes cesaretle ileri atılır. Ama içlerinden biri herkesten de cesaretle atılır; saldırdığı tarafın adamlarını sağa sola püskürtür. Neden sonra meydan sakinleşir, düşman kaçmış, müşrikler yok olmuşlardır. Şehitler tespit edilirken, bir ses:
– Allahü Ekber! Evlenmek üzere olan Saad da şehit!
Efendimiz onun cesedi başına gelir, mahzun şekilde bakar:
– Seni Havz-ı Kevserimin başında bekleyeceğim!
Bir hayret nidası daha:
– Allahü Ekber!
Sonra döner, oradakilere hitap eder:
– Kılıcını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü
olarak isteyen kızcağıza verin. Babasına da deyin ki:
– Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence Allahü Teâla cennet hurilerini lâyık gördü!
Ve hayret nidaları birbirini takip eder:
– Allahü Ekber! Allahü Ekber!



TEMEL ÖLÇÜ-ŞEHİTLİK ŞUURU
Salih MİRZABEYOĞLU (*)

İmanın hakikatinin, iman tazelemenin, kesiksiz ve duraksız oluş sırrının ve bütün İbda cephelerinde çırpınmanın kıvılcım kapılacak ölçüsünü, batın yolu hakikatinde ifade eden bir İslam büyüğünden öğrenelim:

-- "Bu yolda göze alınacak en adi tehlike, ölümü göze almaktır"!

Nasıl, muazzam mı?.. Adiden tüymek için tertipten kaçmaya ve ulviyi kendi adiliğine indirmeye yol var mı?.. İman, işlerin en ucuzu mu?.. Ve bu olmadan şehitliğin hakikati görünür mü?.. Bütün sahtelikleri söz konusu hikmette görünüz.

İman, Allah'a, Rasulü'nün gösterdiği yoldan bağlanmak... Bunun hakikati, "Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmak"... Bunun hakikati, Allah'ta fani olmak, ölme sırrına ermek, yani velayet, yani can vermek!.. Zahir gözüyle "ruh kabzı" ve "can verme"nin aynı manada kullanılıyor olmasına nazaran bildirelim ki, "can verme" ve "ruh kabzı", birbirinden ayrıdır; nefsin tezkiyesi ile ruhun safiyet kazanarak arş üstü emirler alemindeki yerini alması ve KÜLLİ olması manasına "can verme", bu terki dünya işinin terkibi ifadesi, "ölmeden ölme sırrı"dır... İmanın hakikati budur!..

İmanın hakikatinin "Allah'ın rızası için can verme"den ibaret olması, "müslümanım!" diyen bir insanın kazanması ve benimsemesi gerekenin ne olduğunu da açıklar; imanın derecesi, bu sırra riayet kadardır... Ve hangi iş üzerinde olursan ol, davanın "öleceksin!"dediği yerde bunu göze alabilme istidadın, iman keyfiyetine alamettir!..

İş "Allah'ın rızası için can verme" olunca, bunun diğer yolu da, Allah ve Resulü'nün emirleri dairesinde bulunan cihad bahsidir ki, "şehitlik şuuru"dur; Allah ve Resulü davasında ölenler, bizzat ölçüyle bildirildiği üzere "ölüp de ölmeyenler"dir ve başka bir hayatla diri olan şehitlerdir... Kalanlar, "şehitlik şuuru" tescilli gaziler!..

Şehitlik dereceleri, şu, bu, bahsimizin dışında... Bizim uyarmak istediğimiz nokta, zahir ve batını ile "can verme"den ibaret imanın bu hakikatini gözardı eden bir takım budalaların, hala İman ve İslam'dan bahsedebilmelerindeki yüzsüzlüktür!..

"Terk-i dünya; can verme" rejiminden ibaret batın yolu, sözkonusu sahtekarlar için tam tersi, cihat farzından kurtulmak için "canını kurtarma" yolu zannedilmektedir; "dünyaya kazık kakma" muradındaki sürüyle sahtekar, bu niyetle hemen "intisap edilecek şeyh" arar ve işin aslında "bu yolda göze alınacak en adi tehlike, ölümü göze almaktır" hakikati bulunduğundan gafil, canını tehlikeye atmamanın keyfinde nefslerini yellerler!..

İmanın hakikatinin can verme ve davanın "öleceksin" dediği yerde bunu göze alma şuurundan ibaret olduğunu söylemiştik... Zannedilenin aksine bu işin "halim, selim" mizaçlı olmayla da bir ilgisi yoktur... Bunun en güzel misallerinden biri, Fatih Sultan Mehmet Han'ın nasihat etmek üzere Kazıklı Voyvoda'ya yolladığı ulema heyetinin takındığı tavır ve neticede kahramanca şehit olmaları hadisesidir: Kazıklı Voyvoda'nın kafalarından sarığı çıkarmaları ihtarına karşı "red" cevabı veren bu hetey üyeleri, sarıkları kafalarına çivilenerek şehit edilmişlerdir... Bu müslümanlar, muharip sınıfından değildi; ama ilim haysiyeti adına, -bugünkü haysiyetsiz, şerefsiz, mamacı tiplerin aksine-, gerektiği yerde gereken tavrı takınmayı can pahası bilmişlerdir!..

"Savaşacak gücün yoksa, savaşana dua et!" şuurundan bile yoksun ve eşi, işi, dişi arasında -mideyle tenasül aletini işletmekten ibaret- sefil hayat meftununun, öbür dünyadaki halinin ne olacağını, yolumuzun büyüğü Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin ifadelerinden gösterelim:

-- "Dini işlerde bid'atlerin (uydurma yeniliklerin) türemesi öyle bir fitnedir ki, zararı bütün mahlukları sarar. Bunlardan biri de CİHAD VE GAZADA GEVŞEKLİK VE TEMBELLİK'tir. Burada bir nükte vardır ki, MÜNAFIKLIĞIN ALAMETİ olmaya kadar gider. O da ŞEHİTLİK NİMETİNDEN KAÇINMAK... Şehitlik, İslam'ın kuvvet bulması yolunda can vermektir. Her mümin fert bu yüksek makamı kalb ve zevk yoluyla benimsemeye, istemeye memurdur. Bu sır icabı olarak Resül ve Nebilerin birçoğu, sahabilerin ekserisi ve Peygamber evladının hepsi, şehadet arzularına ulaşmış ve bu yolda ruhlarını teslim etmişlerdir... Bir kişinin bile sebep olduğu fitne dolayısıyla bütün mahlukların zarar görmesi karşısında kalblere bir vehim düşebilir. Bu hususta Allah, İlahi ukubetinin pek şiddetli olduğunu bildiriyor. Çünkü ilahi rızasına aykırı bir şeyin zuhurunda cezanın nasıl geliceğini takdir, ancak kendi zatına aittir. İlahi adet gereğindendir ki, ceza umumi olarak gelir. Sebep olanlara, başlangıcı dünyada olarak ceza, sebep olmayarak mazur görülecek olanlara da, fitnenin doğuş ve yayılışına mani olamayarak yalnız kalbe karşı durdukları için şehitlik nasip eder."
Anlayan anladı!..

Allah'ın laneti, İslam'ın cihat emrini reddedenlerin, cihadı baltalamaya çalışanların, İslam'ı küfür düzeninin çeşnisi bir acube haline sokmaya çalışanların ve bütün bunları İslam'ın hoşgörüsü olarak sunmaya yeltenenlerin üstüne olsun!..

Bu duaya "amin!" demeyeceklerin toplamı, sözkonusu sınıftan olarak İBDA bağlılarının imha hedefidir!...

*İbda Diyalektiği -Kurtuluş Yolu-


İmam Rabbanî Hazretlerinin Mektubat'ından

163. MEKTUP

MEVZUU: a) İslâm ve küfür birbirinin zıddı olmuştur. İkisinin biraraya gelmesi muhaldir. Birini ağırlamak, öbürünü küçük düşürmek...

NOT: İmam-ı Rabbanî Hz. bu mektubu, Seyyid Nakib Şeyh Ferid’e yazmıştır.

Bize nimetler veren ve İslâm’a hidayet eden Allah’a hamd olsun. Ve... bizi Muhammed ümmetinden eyledi... Ona salât ve selâm...

ooo

Bilesin ki,

İki cihanın saadetini kazanmak; ancak Seyyid’ül-kevneyn Resulüllah’a tabi olmaya bağlıdır. O’na tabi olmak ise, şu şekilde olur: İnsanlar arasında İslâmî hükümleri yerine getirip icra etmek; havastan ve avamdan, küfür âdetlerini kaldırıp iptal etmek...

İslâm ve küfür birbirinin zıddıdır; birarada olamazlar. Taa, kıyamete kadar; hatta kıyamette dahi... Bunlardan birini isbat etmek, diğerini kaldırmaktır. Birini ağırlamak, diğerini küçük düşürmektir.

Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, peygamberine hitaben şöyle buyurdu:

- “Ey Nebi, küffar ve münafıklarla cihad eyle; onlara sert çık.” (9/73)

Sübhan Allah, en güzel huyla sıfat alan Resulüne:

- “Küffarla cihad ve onlara sert çıkmak.” (9/73)

Emrini verdiğine göre, onlara sert çıkmak en güzel huylar arasındadır.

İslâm dininin izzet bulması, küfrün ve küfür ehlinin zelil düşmesindedir.

Buna göre, bir kimse, küfür ehlini ağırlarsa... İslâm ehlini zelil düşürmüş olur.

Kâfirleri ağırlamak yalnız onlara tazim edip baş köşeye oturtmak değildir. Onları meclislere almak, onlarla sohbet etmek, onların dili ile konuşmak gibi hareketler dahi onları ağırlamaktır. Asıl uygun olanı: Köpekleri uzaklaştırır gibi onları uzaklaştırmaktır.

Eğer onlarla alâka peydah etmek, dünya işlerine ait zaruretler icabı ise... başka türlü de olmuyorsa...

O zaman uygun olan, ancak zaruret mikdarı onlarla olmak vardır. Bu arada onları bir şey yerine koymamaya ve kendilerine lüzumsuz yere iltifatta bulunmamaya riayet etmelidir.

Ama, İslâm’ın kemali, böyle bir garazı dahi tamamen terk edip onlara iltifat etmemek ve onlarla karışıp durmamaktır. Zira, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, onları, yani: Küfür ehlini, Kelâm-ı Mecid’inde zatının düşmanı ve Resulünün düşmanı olarak tanıttı:

- “Ey iman sahipleri, düşmanım ve düşmanınız olan kimseleri; kendilerine sevgi yüzü göstererek dost edinmeyin. Onlar, Hak tarafından size gelene küfretmişlerdir.” (60/1)

- “Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e, Mikâil’e düşman olursa... şüphesiz Allah bu gibi kâfirlerin düşmanıdır.” (2/98)

ooo

Allah’ın ve Allah’ın Resulünün düşmanı olan kimselerle karışık durmak; cinayetlerin en büyüklerindendir.

Bu düşmanlarla karışık durmanın, onlarla arkadaşlık etmenin en azından zararı: Şer’î hükümlerin icrasındaki kuvvette zaaf ve gevşeklik hâsıl olmasıdır.

Bundan başka, seni küfür merasimini kaldırmaya, onlarla ünsiyet dolayısı ile haya mani olur. Böyle bir zarar, cidden büyüktür.

Kaldı ki, Allah’ın düşmanlarına karşı sevgi gösterisi ile ülfette bulunmak Allah’ın düşmanlığını, Resulünün düşmanlığını çeker. Allah-ü Teâlâ ona salât ve selâm eylesin.

Böyle bir uygunsuz insan sanır ki, kendisi Müslümanlardandır; Allah’a ve Resulüne imanı vardır. Ama bilmez ki, bu gibi kötü ameller kendisinden İslâm devletini giderir.

Nefislerimizin ve kötü amellerimizin şerrinden Allah’a sığınırız.

Bir şiir:
Düşmanımı seversin, sonra sanarsın, hale bak;
Seni sevdiğimi, akıl senden ne kadar uzak

ooo

Bu din düşmanı mel’unların işi, İslâm’ı istihzaya ve Müslümanları maskaralığa almaktır.

Aynı zamanda onlar, eğer bir fırsatını bulsalar bizi İslâm dininden çıkaracaklar ve hepimizi öldüreceklerdir.

Müslümanlara yakışan utanıp hamiyet sahibi olmaktır. Zira Resulüllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu:

- “Haya imandandır.”

Hamiyet-i İslâmiye zarurîdir. Baştaki emir sahiplerine düşer ki: Daima bu hizlana düşen kimselerin baş kaldırmalarına fırsat vermeyeler...

ooo

Hindistan’da re’sen ve bizzat haraç almak (cizye) küfür ehlinden kaldırıldı. Bu dahi, bu ülkenin sultanları ile, küfür ehlinin sohbet etmesinin şumluğundan oldu.

Onlardan haraç almaktan asıl maksad, kendilerini izlâl etmektir. Onları bu izlâl, o hadde gelmeli ki: Haraç vermek korkusundan, güzel elbise giyme imkânı bulamasınlar... Hatta devamlı surette mallarının alınacağı korkusu onlarda bulunmalıdır.

Bu sultanlar, o küfür ehlinden cizye almayı men etmeye nasıl cesaret ediyorlar.

Halbuki, Sübhan Hak, onların zilleti için cizye emrini koydu. Bundan gaye, Onların düşük olması, mezelletidir; Müslümanların ise... üstünlüğü ve izzetidir...

Bir mısra :

Küfrün zilletindendir İslâm’ın izzeti...
ooo

İslâm devletinin husulünün alâmeti: Küfür ehline buğzedip onları kerih görmektir.

Allah-ü Taâlâ Kelâm-ı Mecid’inin bir yerinde onları:

- “Necis...” (9/28)

Diye isimlendirdi... Bir başka âyette ise onlara:

-“Murdar...” (9/195)

İsmini verdi. Eğer o kâfirleri böyle görmüş olsalardı; hiç şüphe yok ki: Onlarla arkadaşlık etmekten kaçınır ve onlarla oturmayı kerih görürlerdi...

Herhangi bir şeyde bu düşmanlara müracaat etmek, onların reyi ve hükmü ile iş tutmak kendilerini tam manası ile ağırlamaktır. Bunlardan himmet talep edip onları bir vesile bilenin hali n’olur ki?

Allah-ü Taâlâ bu manada şöyle buyurdu:

- “Kafirlerin duâsı, ancak sapıklıkta kalmaktır.” (13/14)

Bu kâfirlerin duâsı batıldır; bir hâsılattan yana boştur. Onda nereden icabet (kabul) ihtimali bulunsun!.. Hatta bu kilabı ağırlamaktan, çok büyük fesatların meydana gelmesi beklenir.

Bu hizlana düşenler, duâya başladıkları zaman, putlarını vesile ederler. Hal böyle olunca, işin nereye varacağı düşünülmelidir. Böyle bir şeyde, İslâm’ın kokusu bile bulunmaz.

ooo

Büyük zatlardan biri şöyle dedi:

- Sizden biriniz, cinnet sınırına ulaşmadıkça, İslâm’a ulaşamaz...

Burada anlatılmak istenen cinnet şu manadan ibarettir: İslâm kelimesinin ve Müslümanların yükselmesi uğrunda nefsine ve zararına iltifat etmemek, bir şeyin husulüne ve elden gitmesine aldırış etmemek...

İslâmiyet hâsıl olduktan sonra, Hakkın rızası ve Resulünün rızası hâsıl olur. Ona salât ve selâm... Sübhan Mevlâ’nın rızasından daha büyük devlet ne olabilir?

Allah’ı Rabb, İslâm’ı din, Muhammed’i S.A. nebi ve resul olarak kabul edip razı olduk. Ya Rabbi, bunun üzerine bizi yaşat... Seyyid’ül-mürselin hürmetine...
Ona ve âline salâtların en faziletlisi, selâmların ekmeli...

Evvelen ve âhiren selâm...

ooo

Zarurî olanları yazdım. Vakit dar olduğundan, icmal yollu mutlak gerekli olanları yazıp yolladım. Eğer tevfik refik olursa... bundan sonra, tafsilatlı olarak yazıp yollayacağım.

ooo

İslâm küfrün nasıl zıddı ise, âhiret dahi dünyanın zıddıdır. Bunların biri diğeri ile biraraya gelmez.

Dünyayı terk etmek iki kısımdır:

a) Zarurî mikdar hariç, onu bütün mübahları ile bırakmak... Ki bu, dünyayı terk etmenin iki şeklinden en alâsıdır.

b) Dünyanın mübahları ile nimetlenip haramlarından ve şüpheli olan şeylerden kaçınmak. Böyle bir şeyi yapmak dahi, cidden bulunmaz bir iştir. Bilhassa bu zamanda...

Bir şiir :
Düşer kıyaslarsak sema ile arşı;
Yerle kıyaslarsak ne var ona karşı...

ooo

Zaruretle ve mutlaka altın, gümüş istimalinden (kullanmaktan) ve ipekli giymekten sakınmak gerekir. Ayrıca.bunlar misali, Şeriat-ı Mustafaviye’de haram olan şeylerden de... O şeriatın zuhur makamına salât, selâm ve tahiyyet...

Altın ve gümüş kapları süs eşyası ve evin zineti olarak saklarsan bir mahzuru yoktur. Umumî manada, bunun için cevaz dahi vardır. Amma, onları kullanmak her ne suretle olursa olsun; meselâ: Su içmek, yemek yemek, koku koymak, sürmedanlık yapmak ve daha başka işlerde kullanmak haramdır.

ooo

Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, mubah çerçevesini geniş kılmıştır. Hatta mubahlarla nimetlenip geçinmek yolları haram işlerden daha fazladır.

Hal böyle iken, mubah işlerde Allah’ın rızası; haram işlerde ise... Allah’ın dargınlığı vardır.

Akl-ı selim sahibi olan bir kimse, Mevlâsının rızası olmayan bir fani lezzete dalmayı uygun bulmaz. Kaldı ki haram lezzetlerin yerine, Mevlâsı mübahların yolunu da göstermiştir.

ooo

Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah bize ve size Şeriat Sahibi Resülüllah’a tabi olma yolunda istikamet versin... Ona ve âline salât ve tahiyyet...

ooo

Uygun düşer ki, muamelelerde, vera’ haline sahib olan ulemaya müracaat edile... Durum onlardan sorula ve onların fetvasına göre amel edile...

Çünkü: Necat yolu şeriattır; şeriatın dışındakilerin hepsi batıl olup onlara itibar yoktur.

Bu manada şu âyet-i kerime nekadar güzeldir:

- “Hakktan sonrasında sapıklıktan baska ne kalır...” (10/32)

Evvel âhir selâm...


Prof. Dr. Hacı Duran
Şehâdetin Sembolü Olarak Doğu Türkistan

Uygur kardeşlerimizin Çin işkencesi altındaki katliamı gündeme gelir gelmez, katliam üzerinde stratejik yorumlar ve siyasi senaryolar yoğun bir şekilde yazıldı, konuşuldu. Çin’in, Amerika’nın ve Rusya’nın hesapları yeniden güncellendi. Küresel iletişim ağları bir güç olarak, bir iktidar biçimi olarak, bu katliamı yeni bir tüketim malzemesi olarak kullanıma soktu. Bu hesaplar ve değerlendirme biçimleri, aslında her ne kadar 38 milyonu aşan Uygurların sorunlarını dile getirme adına yapıldıysa da, onların acılarını, ölümlerini ve kıyımlarını medyatik bir malzemeye de dönüştürdü.

Ben bu mü’min kardeşlerimin acılarını, zamana yayılan ve beklenen ölümlerini ve şehâdetlerini bir başka açıdan değerlendireceğim. Çünkü medyada gösterime konan senaryoların ve konuşulan küresel hesapların, onların acılarını ve ölümlerini azaltmayacağını biliyorum. Bundan dolayı, onların acılarını, ızdıraplarını ve kitlesel şehâdetlerini bir başka açıdan değerlendireceğim. Her hangi bir küresel gücün hesaplarına ve senaryolarına göre değerlendirmeyeceğim. Onların hesabı olabilir. Ancak tarihten biliyoruz. Kitlesel kıyım yapanlar direnen bir halk karşısında her zaman mağlup olmuşlardır. Uygurlar da bunu yapıyor. Bundan dolayı Uygur direnişi örnek bir direniştir ve varolma mücadelesidir.

İnsanlar ahlaklarıyla, ilimleriyle, siyasi duruşlarıyla, cesaretleriyle, kahramanlıklarıyla, direnme biçimleriyle örnek olmuşlardır. Tarih ve edebiyat kitapları bu tür örnekleri anlatırlar, yeni nesillere aktarırlar. Ancak öldürülme sürecini yani şehâdeti; bir varoluş biçimi olarak destanlaştırmaya dair örnekler çok azdır. Bu örnekler de daha çok ferdidir, kişiseldir. Hallac’ın kendi idamını, bir sembole dönüştürmesi, şehâdeti dirilişe dönüştürmesi buna örnektir. Hz. Sümeyye’nin kendi şehâdetini, bir varoluş biçimi olarak göstermesi ve yaşaması da ferdi bir misaldir.

Çanakkale savaşındaki Türk askerinin şehâdeti de benzer bir misaldir. Ancak Çanakkale Savaşlarının şehitleri ve askerleri emir ve komuta zinciri içinde usta bir uygulamanın parçası olarak bu mahşeri yaşamışlardı. Bilinçlerini şehâdetle bütünleştirmişlerdi. Kendilerini Allah için kurban etmeyi, asker olarak, özümsemişlerdi.

Doğu Türkistan’da ve Gazze’de yaşanan şehâdetler ferdi değildir. Örgütlenmiş, programlanmış ve disiplinle kurgulanmış şehâdetler de değildir. Bir halkın bütün varlığı ile birlikte, şehâdeti bir varolma biçimi olarak yaşamasının örnekleridir. Bu bakımdan Doğu Türkistan ve Gazze halkının şehâdeti, varolma mücadelesinin, iki önemli örneğidir. Bu makalede Doğu Türkistanlıların yani mü’min Uygur kardeşlerimin, şehâdeti, bir ifade biçimi olarak seçmesi ve direnişi kendi kıyımlarıyla ebedileştirmesini anlatmaya çalışacağım.

Türkistanlı kardeşlerimizin yaklaşık bir buçuk asırdır verdikleri mücadele, bir halkın varolma mücadelesidir. Bu mücadele örgütlü değildir. Her hangi bir kuruluş tarafından yönetilmiyor. Çünkü bu halkın karşısındaki güç, yani Çin devleti, örgütlenmeye dahi tahammülü olmayan gaddar ve zalim bir güçtür. Bu gücün siyasi düzeni, rejimi değişse de sonuç hep aynı kalmaktadır. Bu gücün Kralları, Komünistleri ve liberalleri konu Müslümanlar ve Türkler olunca farklı davranmıyorlar, aynı şiddeti mazlum halka uyguluyorlar. Uygurlar da bu durumu bildikleri için, toplu ve tabii direnişi ölümleri pahasına sürdürüyorlar. Bunu kendileri için bir varolma biçimine dönüştürüyorlar.

Bir buçuk asırdır, onlar çocuklarına ve torunlarına miras olarak; ev, araba, mal, mülk, mevki ve makam bırakmadılar. Kendi ölümlerini, direnişlerini, kıyımlarını ve şehâdetlerini miras olarak bırakıyorlar. Dünya’ya seslerini duyurmak için, küresel güçlerin de maşası olmayı denemiyorlar. İnançlarına, ihlâslarına, samimi duruşlarına ve Yüce Allah’ a güveniyorlar. Her şeyin bittiği bir zamanda “Hasbüna Allah ve Ni’mel Vekil” diyorlar. Söylenmesi ve yapılması gereken tek şey de budur. Sapanla, ölüm makinesi uçaklara, taş attılar. Buzlu dağları yalın ayak yürüyerek aştılar. Ölülerini bilmedikleri tanımadıkları topraklara defnettiler. Ka’beye sığınmaya koştular. Mevlânâ’nın ülkesine geldiler. Uygurlar, bu duruşları ile şehadeti tarihin ve hayatın kalbine oturtuyorlar. Onlar Yusuf Has Hacib’in, Kaşgarlı Mahmud’un torunlarıdır. Onların kadınları Zeynep olmuştur, erkekleri ise Hüseyin.

Uygur halkının ölümü, bir ordu şehâdeti, bir kişi şehâdeti değildir; bir halkın şehâdetidir. Çocuklarıyla, kadınlarıyla, özürlü ve yetimleriyle bütün bir halkın şehâdeti. Üstelik bu bir günde veya bir iki düşman saldırısı ile vuku bulan bir halk şehâdeti de değildir. Nesillerin, bir buçuk asırdır günbegün yaşadığı, bir sürecin şehâdetidir. Uygurların toplu kıyımı, bu özelliği ile yaşanan bir süreç olmaktadır. Bir halkın toplu kıyımı, bir anda değil, sürece bağlı olarak yaşaması, çok ürkütücü bir işkence sahnesi gibi karşımızda durmaktadır. Çin işkencesi denilen işkence de tam bu türden bir işkence biçimini anlatmaktadır. Ancak her işkence ölümle sonuçlanmaz. Fakat Uygurların tabi tutulduğu işkence, toplu kıyımlarla, öldürmelerle sonuçlanmaktadır.

Onların bu şehâdeti, üstelik gizli kapaklı savaş oyunları ile, gece baskınları ile, eşkıya ve terör tarzı saldırılarla gerçekleşmiyor. Mevzilerine çekilmiş düşman bekleyen bir halk değiller. Caddelerde, şehir meydanlarında bütün açıklığı ile yaşanan bir toplu kıyımın kurbanı olmaktadırlar. Uygurların kıyımı Gazze halkının kıyımı gibi, görsel imajlara ve ikonalara soykırımcılar tarafından da dönüştürülmüyor. Bu kurbanı gerçekleştirenler “Başını kaldıran Türkü öldürün” diyorlar. Onları görünmezliğe, tükenmişliğe ve kendini saklamaya mahkum ediyorlar. Uygurlar işte bu görünmezlikten kurtulmayı ölümleriyle, biz buradayız demekle ancak anlatabiliyorlar. Gaflet ve delalete katlanamıyorlar. Bunun için hiçbir küresel gücün hesaplarını öğrenme gereği de duymuyorlar.

Onlar Hallac gibi, vücudundan akan kanları yüzlerine sürerek, yüzlerinin solgunluğunu kanlarıyla kapatıyorlar. Hz. Sümeyye aleni bir şekilde her kes görsün ve korksun diye şehid edilmişti. O da bunu bilerek korkmadı. Şehâdet getirerek şehâdeti yaşadı, direnişini ölümsüzleştirdi. Bize örnek bir davranış olarak bıraktı. Hallac bir mahkeme kararı ile şehid edildi. Onun da şehâdeti aleni bir şekilde başka insanlar korksun diye örgütlü, disiplinli ve planlı bir şekilde iktidar güçleri tarafından gerçekleştirildi. Ancak Uygurlar, çok vahşi bir tarzda ne bir mahkeme, ne de görselleştirme uygulaması olmadan öldürülüyorlar. Onlara dünyanın en büyük ordusu, en kalabalık halkı ve sermaye güçleri, bulundukları her yerde saldırıyor. Ölüm Uygurlar için, varolma ve bir ifade biçimi olmuştur. Umarım onların bu duruşu ve ifade biçimi, benzeri zulümleri yaşayan bütün kardeşlerimize örnek olur. Umut olur. Çünkü görünmezliğe katlanmak gaflettir. Kendi dışındaki bir gücün parçası olmak delalettir.

duranhaci@gmail.com
haber10


Cihad,Şehitlik ve Gazilik

Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın ! Bilakis onlar diridirler Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiç bir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.
(Al-i İmran 169)

"Allah yolunda öldürülenlere (şehidlere) "Ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız."
(Bakara: 154)

''Cennete giren hiç bir kimse yoktur ki, bütün dünyaya mâlik olacak olsa dahi tekrar dünyaya dönmeyi arzu etsin. Yalnız şehitlerdir ki, kendilerine yapılan hürmet ve kerameti yahud şehitliğin faziletini gördüklerinden dünyaya dönüp de tekrar on defa şehid olmayı arzu ederler'
(Buhâri ve Müslim)


İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın; benden korkun.
(Al-İmrân: 169-175)

Ey müminler! Toplu halde kafirlerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönmeyin. (Korkup kaçmayın.)
(Enfal: 15)

[img]"Ey iman edenler! Sabredin; (düşman karşısında) sebat gösterin; (cihad için) hazırlıklı ve uyanık bulunun (cihad için gerekli hazırlığı yapıp tedbirli olun) ve Allah'dan korkun ki başarıya erişebilesiniz."[/img]
(Al-i İmrân: 200)

Ey mü'minler! verdikleri sözü bozan, Peygamber'i (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız, yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) mü'minler iseniz, korkmanız gereken yalnızca Allah'tır.
Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezil etsin, sizi onlara galip kılsın ve mü'min toplumun kalblerini ferahlatsın.

Ve onların (mü'minlerin) kalblerinden öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Çünkü Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir.

Yoksa siz, Allah sizden cihad edenlerle Allah, Peygamber ve mü'minlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri bilmedene (siz böyle bir imtihan geçirip, iyiler ve kötüler müstehakını almadan başı boş) bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
(Tevbe: 13-16)


Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et, çünkü O, çok iyi işiten,pek iyi bilendir.
(Enfal: 60-61)

Ey Peygamber! Sana ve sana tabi olan mü'minlere Allah yeter.
Ey Peygamber! Mü'minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi (kişi) bulunursa, (onlar) ikiyüz kâfire galip gelirler. Eğer sizden yüz (kişi) olursa, kâfir olanlardan bine galip gelirler. Çünkü onlar, kavraması olmayan bir millettir.
Şimdi sizde (savaşa karşı) bir zaaf olduğunu bildiği için Allah sizden (yükü) hafifletti. O halde sizden sabırlı yüz (kişi) bulunursa, (onlardan) ikiyüzüne galip gelir. Ve eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah'ın izniyle (onlardan) iki bin (kişiye) gâlip gelirler. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

(Enfal: 64-66)

"Sîz bütün müşriklerle savaşınız. Nasıl ki, onlar sîzin hepinizle harp ediyorlar. Şunu de bilin ki, Allah kendisinden korkanlar (günahtan çekinenler) le beraberdir."

"Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin hoş görmediğiniz bir şey hakkınızda hayırlı ve sevdiğiniz bir şey de hakkınızda fena olabilir. (Fayda ve zararı) Allah bilir, siz bilemezsiniz."

(Bakara; 216)

"Mü'minler için özürlülerden başka oturup kalanlarla Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaş edenler müsâvî olamazlar. Allâhu Teâlâ mallarıyla canlarıyla cihâd edenlerin derecelerini evde oturup kalanlardan yüce kıldı. Bununla beraber Allâhu Teâlâ hepsine iyilikler va'detti. Mücâhitlerin ecir ve savâbını savaşa iştirak etmiyenlerden üstün kıldı. Onlara Allah tarafından dereceler, mağfiret ve rahmetler vardır. Allah Gafur ve Rahîm'dir."
(Nisa: 95-96)

"Ey Mü'minler! Sizi çetin azaptan kurtaracak bir ticarete kılavuzluk edeyim mi? O da şudur: Allah'a ve Resûlü'ne İmân eder ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşırsınız. Bir bilseniz bu iş sizin için ne kadar hayırlıdır. Bu takdirde Allah sizin günahlarınızı mağfiret eder, altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki çok güzel evlere koyar. İşte büyük kurtuluş budur. Hoşunuza giden diğer bir nimet daha vardır ki, o da Allah tarafından yardım ve yakında vukua gelecek fütuhattır. Bunları mü'minlere müjdele."
(Saf: 10-13)

Allah'a ve âhiret gününe iman edenler, mallarıyla canlarıyla savaşmaktan (geri kalmak için) senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini pek iyi bilir.
Ancak Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp, kuşkular içinde bocalayanlar savaştan geri kalmak için senden izin isterler.
Eğer onlar (savaşa) çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların davranışlarını çirkin gördü ve onları böyle cihad gibi güzel bir amelden geri koydu, onlara, "Oturanlarla kadın ve çocuklarla beraber oturun!" denildi.

(Tevbe: 44-46)

Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!
(Tevbe: 73}

"Bir gün bir gece hudud boyunda nöbet tutmak, gündüzleri oruçla, geceleri de ibâdetle geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Vazife başında da ölürse, yapmakta olduğu amelinin sevabı ve (şehidlere olduğu gibi) rızkı devam eder ve kabir fitnesinden kurtulur."
(Müslim )

"Her ölenin amel defteri kapanır. Yalnız Allah rızâsı için yurd sınırında nöbet bekleyenler müstesnadır. Bunların amel defteri kapanmaz; Kıyamete kadar amellerinin sevabı yazılır ve kabir fitnesinden emin olur."
(Ebû Dâvud ve Tirmizî)

"Bir kimse Allah'a inanır, Peygamberlerini tasdik eder ve ancak Allah yolunda cihâd ederse, Allah o kimseyi şehid olursa Cennet'e koymak, gâzî olursa ecir ve sevaba ve ganimete nail olarak evine döndürmeye kefildir.
( Buharı ve Müslim )

Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve selleme:

- "Hangi amel daha efdaldir?" diye soruldu:
- "Allah'a ve Peygamber'e imân etmektir." dedi.
- "Sonra hangisi efdaldir?" denildi.
- "Allah yolunda cihâddır." cevabını verdi.
- "Sonra hangisidir?" suâline karşı:
- "Makbul olan hac'tır." buyurdu.
(Buharı ve Müslim )

- Ebû Zer radiya'llahu anh'den: "Yâ Resûlallah! Hangi amel daha faziletlidir?" dedim:
"Al'ah'a imân etmek ve onun yolunda savaşmaktır." buyurdu.

(Buhari ve Müslim)

"Allah rızâsı için sınırda bir gece nöbet beklemek dünya ve dünyadakilerden hayırlıdır. Sizden birinizin kamçısının Cennet'te işgal ettiği yer, dünya ve dünyadaki eşyadan hayırlıdır. Bir kulun Allah yolunda sabah veya akşam üstü geçirdiği bir saat vakit dünyâdan ve üzerindekilerden hayırlıdır."
(Buharı ve Müslim )

- Ebû Bekr b. Ebû Mûsâ el-Eş'ari radiya'llâhu anh'den:
Babamdan işittim. Düşman karşısında duruyor ye şöyle diyordu:
- Rasûlullâh salla'llâhualeyhi ve sellem, "Cennet kapıları kılınçların gölgeleri altındadır." buyurdu."
Perîşân halde birisi:
"Ey Ebû! Musâ Peygamber aleyhi'sselâm'ın böyle dediğini sen mi işittin?" dedi. Ebû Musâ:
"Evet" cevâbını verdi. Bunun üzerine o adam arkadaşlarının yanına döndü,
"Sizi selâmlarım." dedi ve kılıcının kınını kırıp attı. Elinde yalın kılınç olduğu halde düşmana doğru yürüdü; ölünceye kadar onlarla savaştı.


"Allah yolunda ayağı tozlanan kimseye Cehennem ateşi dokunmaz."

"Sağılan süt nasıl tekrar memeye girmezse,, Allah korkusundan ağlayan bir kimse de Cehennem'e girmez, bir kimsenin üzerinde, Allah yolundaki cihâdın tozu ile Cehennem dumanı birleşmez."

- İbn-î Abbâs radiya'llâhu anhumâ'dan: Peygamber salla'llâhu aleyhi ve sellem:

[img]"Biri Allah, korkusundan ağlayan, diğeri Allah rızâsı için gece nöbet bekleyen iki gözü, Cehennem ateşi yakmaz." buyurmuştur.[/img]
(Tirmizî)

"İnsanların maişetçe en hayırlısı, Allah yolunda atının yularına yapışıp da harp haberini işittiğinde yâhud korkunç bir hal duyduğunda öldürmeyi veya ölmeyi göze alarak bunların bulunması muhtemel yerlere, at üzerinde uçarcasına saldırmaya hazır duran, yâhud dağ tepelerinde veya derelerde koyuncağızlarının peşinde koşup namaz kılan, zekâtını veren, ölünceye kadar Rabbine ibâdet eden kimsedir. Her iki surette de insan hayırdan hâli değildir."

"Allah yolunda savaşanlar için Allahu Teâlâ, Cen-. nette yüz derece hazırlamıştır ki, her derecenin arası yerle gök arası kadardır.''

- Ebû Said el-Hudrî radiyallâhu anh'den: Resûl-îEkrem salla'llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:

"Allah'ı Rab, ve İslâm'ı hak din ve Muhammedi Peygamber olarak kabul eden ve buna razı olan, Cennet'i hak eder." buyurdu.
Bu söz Ebû Said'in hoşuna gitti ve:
"Yâ Resûla'llâh? Bu sözü bana tekrarlayınız.'' diye rica etti. Resûl-i Ekrem de tekrarladı ve:
"İyi amellerden birisi daha var ki, Allah o amel yüzünden Cennette kulunu yüz derece yükseltir. Her derece yerle gök arası kadardır." buyurdu. Ebû Saîd:
"O hangi ameldir yâ Resûlallâh diye sordu. Peygamber aleyhi'sselâm:

"Allah yolunda savaş etmektir." diye iki defa tekrarladı.

(Muslim)

- Câbir radiya'llâhu anh'den:
Bir adam:
"Yâ Resûla'llâh! Allah yolunda katl olunursam, yerim neresidir?" diye sordu. Resûl-i Ekrem:
"Cennet'dedir" buyurdu. Bunun üzerine o kimse elindeki hurmaları bırakıp savaştı ve nihayet şehid oldu.

(Müslim )

- Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den: Resûl-i Ekrem salla'llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:
"Sizden biriniz karınca ısırdığı zaman ne kadar acı duyarsa, şehid olan kimse de ölüm acısını ancak o kadar duyar." buyurdu.
(Tirmizî)

-Sehl b. Sa'd radiya'llâhu anh'den: Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem:
"İki duâ reddolunmaz yâhud pek nâdir olarak reddolunur. (Bu iki duânın biri) Ezân okunurken yapılan duâ, diğeri de savaş şiddetlendiği zamanda harp esnasında süngü süngüye, yapılan duâdır." buyurdu.
(Ebû Dâvud)

- Enes radiya'llâhu anh'den:
Resûl-i Ekrem salla'llâhu aleyhi ve sellem gazâya çıktığında şöyle duâ ederdi:
"İlâhî! Bana yardımcı ancak Sen'sin. Sayende hareket ediyorum. Sen'in yardımınla düşmana saldırıyor ve Sen'in verdiğin kuvvetle savaş ediyorum."

(Ebû Dâvud ve Tirmizî)

Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den: Resûl-i Ekrem salla'llâhu aleyhi ve sellem: "Bir kimse Allah'a inanarak ve O'ndan ecir bekliyerek O'nun rızâsı için at beslerse, onun yediği, içtiği, tersi, bevli kıyamet gününde o kimsenin mizanına konur." buyurmuştur.
(Buhâri)

Bir adam yularlı bir deve ile Resûlullâh'ın yanına geldi ve:
"İşte bunu Allah yoluna vakfettim." dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem salla'llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:
"Bunun karşılığı olarak kıyamet gününde sana yularlı yediyüz deve verilecektir." buyurdu.

(Müslim)

"Allahu Teâlâ, bir ok yüzünden üç kimseyi Cennetlik eder:
Allah rızâsı için o oku yapan, Allah yolunda onu kullanan ve atan, Ok vermek suretiyle yardım eden.
Atıcılık ve binicilik öğreniniz. Binicilik öğrenmenizden ziyâde atıcılık öğrenmeniz benim hoşuma gider.
Bir kimse, (dînin ve yurdun muhafazasına yarar büyük) bir nimet olan atıcılığı öğrenir de onu hiçe sayarak bırakırsa, o nimeti elden kaçırmış veyâhud nankörlük etmiş olur."

( Ebû Dâvud)

"Allah yolunda cihâd edecek olanı techîz eden kimse, bizzat gazâ etmiş gibidir. gazâya giden kimsenin ailesini görüp gözeten kimse de bizzat gazâ etmiş gibi ecre mazhar olur."
(Buharı ve Müslim )

-Birâ' radiya'llâhu anh'den:
Tepeden tırnağa kadar silâhlı bir adam Resûlul-lâh'a geldi:
"Ya Resûla'llâh! Size yardımcı olarak muharebe mi edeyim? Yoksa müslüman mı olayım?" dedi. Resûl-i Ekrem salla'llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:
"Müslüman ol da sonra savaş." buyurdu. O adam müslüman oldu, sonra savaştı ve şehîd oldu. Bunun üzerine Nebiyy-i Muhterem salla'llâhu aleyhi ve sellem:
"Az iş yaptı, çok ecir kazandı." buyurdu.
(Buharı ve Müslim )

- Enes radiya'llâhu anh'den: Nebiyy-i Muhterem salla'llâhu aleyhi ve sellem:

"Cennet'e giren hiç bir kimse yoktur ki, bütün dünyaya mâlik olacak olsa dahi tekrar dünyaya dönmeyi arzu etsin. Yalnız şehitlerdir ki, kendilerine yapılan hürmet ve kerameti yâhud şehitliğin faziletini gördüklerinden dünyaya dönüp de tekrar on defa şehid olmayı arzu ederler." buyurmuştur.
(Buharı ve Müslim )

"Bütün kalbiyle şehid olmayı isteyen kişiyi Allah, yatağında ölse bile, şehidler mertebesine ulaştırır."
(Kaynak: Riyâzü’s Sâlihîn: Müslim, İmâre 157. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cihâd 15)

Abdullah b. Cahş

İşte Abdullah b. Cahş da bunlardan biridir. Uhud’da İslâm saflarında dağılma ve çözülmeler olunca düşman saflarına dalmış ve kıyasıya savaşmıştır. İbn-i Cahş ile Sa’d b. Ebî Vakkas, dayı-hala çocuklarıdır. Harbin alabildiğine kızıştığı bir sırada, ikisi bir aralık karşı karşıya geliverir. Hadisenin bundan sonrasını Sa’d b. Ebî Vakkas bize şöyle nakleder:

“Abdullah b. Cahş, beni elimden tuttu ve hızla bir yere doğru sürükledi... Büyükçe bir taşın altına gelmiştik. Bana, ’Sen dua et, ben amin diyeyim; ben dua edeyim, sen amin de’ dedi. Önce ben dua ettim ve duamda şunları söyledim:

“Allah’ım, benim karşıma güçlü bir kâfir çıkar. Onunla kıyasıya savaşayım. Sonra onu mağlup edip selebini (ganimetini) alayım ve Rasûlullah’ın karşısına gazilik şerefiyle çıkayım..” O, benim bu duama derinden “amin” dedi. Ancak onun bakışları, daha başka bir buuda kaymıştı. Ve zaten az gören gözleri âdeta etrafında olup bitenleri görmüyordu. Dua etti ve duasında şunları söyledi:

“Allah’ım, benim karşıma da güçlü bir kâfir çıkar. Onunla kıyasıya savaşayım ve önce gazilik ünvanını alayım. Ardından, o beni şehid etsin. Ağzımı, burnumu, gözümü, kulağımı kessin ve Sen’in huzuruna öyle geleyim. Sen bana sor: ’Abdullah, ağzını, burnunu, gözünü, kulağını ne yaptın?’ Ben de Sana cevaben diyeyim ki: ’Allah’ım, ben onlarla dünyada iken çok günah işledim. Huzuruna öyle günahkâr azalarla gelmek istemedim ve onları dünyada bırakıp öyle geldim.”

Sa’d b. Ebi Vakkas: “Ben de” diyor “beynimi donduran bu duaya “amin” dedim. Sonra her ikimiz de düşman saflarına dalıverdik. Allah’a kasem ederim, ben ne için dua etmişsem, onu aynen gördüm. Savaş bitince de Abdullah b. Cahş’ı aradım. Baktım o da duasından istediklerini aynen elde etmişti.” Abdullah b. Cahş, hayat şiirini şehâdet kafiyesiyle bitirmiş ve bu dünyadan öyle göçmüştü.[1]

[1] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-⁄âbe, 3/195; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9/301
İ'lâ-yı Kelimetullah veya Cihad MFG

Serdar Akinan
Haysiyetsizleştirilmek

Ülkemiz, demokratikleşme ve serbest pazar ekonomisi gibi konularda küresel vahşi kapitalizm tarafından kontrol altına alınmak, eşzamanlı olarak ise İslam dünyasına bir model olarak sunulmak istenmektedir.

Bu bir projedir.

Bu projenin kullandığı dildeki liberalizm, demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi temel kavramlar kuşatmanın yapı taşlarıdır.

Mesele sadece İslam coğrafyasındaki enerji havzalarının bu eli kanlı çete tarafından kontrolü müdür?

Elbette değil. Bin yıllık bu savaşın günümüzdeki yeni evresinde temel hedefler değişmemiştir.

Meseleye vahyi ölçülerde bir anlayışla, aracısız, baktığınızda egemenlerin ne düzeyde bir kuşatma ile bir kez daha Müslümanların karşısına dikildiğini görebilirsiniz.

Bu kuşatmaya hangi enstümanla direneceğimize dair bir ipucu tespitte saklıdır.

Fethullah Gülen cemaati 80'li yıllarda ve özellikle 2001'den sonra bu projeye, gönüllü, eklemlenmiştir.

Tehvid sosuna bulanmış şirk bir haysiyet intiharı değil midir?

Kulu bir başka dünyevi iktidara mahkum kılan bu anlayışın küreselleşme adındaki gözü dönmüş canavarla yan yana durmadığını kim nasıl savunabilir?

Biriniz kalkın köşelerinizde Filistin'i açıkça savunun.

Savunduğunuzu mu savunuyorsunuz?

O halde Fatih Üniversitesi'nde başörtülü bir kız neden Filistin'de bebekleri katleden İsrail'in Başkonsolosu'nun önünde eğilip ona çiçek sunmak zorunda bırakılıyor?

Bunu biz Müslümanlara nasıl izah

edeceksiniz?

Haysiyetsizleştirilmek budur...

Elbette o başörtülü o kıza tepki duymuyorum.

Emir ve komuta...

Oysa Müslümanlık bireysel özgürlük değil midir?

İslam bir gizli devrim değil kişisel bir

isyandır.

İslam köleleştirmez özgürleştirir.

Amerika Irak'ta bir milyondan fazla Müslüman'ı katletti.

Telafer'de ramazan ayında iftar sofrasından kaldırılıp topluca tecavüz edilen o çocuklar ve anneleri için bu gözü dönmüş katillere lanet okumak gerekmez mi?

'Dick Cheney'nin ayağına

gittiniz' dedim.

Giden isim kendisinin olmadığını iddia etti. Bu köşede derhal düzeltmesini yayınladım.

Peki cemaatten hiç kimsenin eli kanlı Müslüman katili Cheney'nin başdanışmanlarına ve diğer adamlarının ayağına gitmediğini savunabilir misiniz?

Bu dünyada özgürlük adına, bedenine bomba bağlayıp şehadete eren adlarını bile bilmediğimiz binlerce Müslüman var.

Haysiyet budur. O kişisel bir isyandır. Gücünü de Kuran'dan alır. Hesabını da sadece Allah(c.c.)'a verir.

Siz ne yapıyorsunuz? Bu egemen yapıya biat eden; sessiz kalan başta kendisine samimiyetsiz bir anlayış inşa ediyorsunuz.

Burada inanan Müslümanları değil, siz tepedeki kanaat önderlerini itham ediyorum.

Benim bu ülkeye dair onulmaz aşkım özgürlük türküsünü söyleyebilmiş olmasıdır. Akif bunu anlatır.

O nedenle sadece Kur'an-ı Kerim'i okuyarak, sadece Allah'a(c.c.) hesap vererek tevhide ulaşılabileceğine inanıyorum.

İslam'ın bir isyan olduğunu ruhumda hissedip eli kanlı katillere; Amerika'ya ve İsrail'e kelimelerle saldırabiliyorum.

Bu vatanı gerçek İslam adına değil, küresel bir ihalenin müteahhidleri olarak parçalamaya soyunmanıza ise katlanamıyorum.

İntifadayı açıkça ve dürüstçe sahiplenemeyen bir Müslüman'ın önce haysiyetsiz olduğunu düşünüyorum.

Lafım bu size..

Ki yeter...

http://www.aksam.com.tr/2010/07/03/yazar/8601/aksam/yazi.html

Gemi şehidi Furkan'ın kabri başında Müslüman oldu

Mavi Marmara gemisine İsrail askerlerinin silâhlı saldırısında Furkan Doğan'ın şehid olmasından etkilenen İrlandalı 31 yaşındaki Cueeva Butterly, Kayseri'de Müslüman oldu, "Furkan'ın bir amacı vardı ve onun uğruna şehit oldu. Filistin'de daha çok küçük olan çocuklar şehid ediliyor. Furkan'ın yerinde olmak isterdim" diye konuştu. 30.07.2010 KAYSERİ netgazete

Savaş Peygamberi(*)
Richard A. Gabriel
Tercüme: Taha Yasin



Takdim

“Ben rahmet ve savaş peygamberiyim” diyen bir Resûlün ümmetiyiz ama, bu “ümmet”e son asırlarda bir şeyler oldu. O’nun “Alemlere rahmet olarak” gönderildiği gerçeğini çok sık hatırlayıp, elinin silahlı oluşundan çok utananlar veya bu gerçeği unutanlar, “rahmetle savaşın” aynı Hadisin aynı cümlesinde yeralmasının hikmetleri üzerinde hiç kafa yormayanlar türedi aramızda...

Sosyalizmin çöküşünden sonra, emperyalist Batının, tüm dünyayı ele geçirme ve tüm dünya halklarını topyekûn köleleştirme hamlesinin önündeki tek direniş odağı/son kale mücahid müslümanlar kaldı. Sayıları az ve fakat savaş kaabiliyet ve motivasyonları çok yüksek, taktik ve stratejik hedeflendirmeleri çok isabetli, yeni teknikler geiştirme kapasiteleri çok geniş olan bu savaşçı/direnişçi müslümanları cephede yenemeyeceğini anlayan emperyalizm, onları üstün savaşma azmiyle donatan “cihad” emrini ve bu emrin mutlak tatbikini bizzat savaş meydanlarında savaşarak gösteren “Beli de, eli de Silahlı Peygamber” gerçeğininin üstünü örterek, elsiz, dilsiz, zulme ve her türden kötülüğe karşı öfkesiz, zulüm ve kötülük odaklarına isyan etmek yerine onlara boyun eğmeyi, bir köle gibi itaat etmeyi, teslim olmayı dinin vazgeçilmez unsurlarından biri gibi gösteren, savaşılması gereken yerde boynunu bükerek ağlayıp sızlayan, yalvarıp yakaran, düşmanından merhamet dilenen ve “cihad” etmeyi kulun değil de Allah’ın “görevi”ymiş gibi gösteren sapkın uydurma, muharref bir din/ “protestan İslâm” inşa etmeye girişti. Ülkemizde de “barış, hoşgörü, diyalog” adı altında bu işin taşeronluğunu yapan kişi ve kurumlar herkesin malûmu...

İşte bir Batılı’nın yazdığı bu makale, emperyalizmin yüz milyonlarca dolar harcayarak yürüttüğü “ılımlı, yumuşak, köşesiz, yüreksiz,dilsiz, elsiz, işbirlikçi, itaatkâr İslâm” projesinin nasıl alçakça bir tahriften ibaret olduğunu bu dilden anlayan herkese bütün açıklığıyla haykırıyor. Allah’ın Resulü’nün “savaş peygamberi” özelliğinin yalnızca “savaşçı insan” yanını mercek altına alıyor. Savaş felsefesi, ilmi ve teknikleri konusunda uzman bir kalemden “Allah’ın kulu ve Resulü”nün “Savaşçı kul”un nasıl olması gerektiğini bizzat tatbik ederek/yaparak/komuta edererk gösterdiği yanını derinlemesine inceliyor....

Gürültü de tam bu noktada kopuyor, planları bozulan, tekerlerine çomak sokulan “ılımlı İslâm” projesinin yapımcı, taşeron ve ameleleri aynı anda ayaklanıyor ve “yetişin Richard A. Gabriel peygamberimize hakaret ediyor” diye feryad ediyorlar... Emperyalizmin “cihad”a “terör”, “mücahid”e “terörist” demesinden hiç rahatsız olmayanlar, hatta rahatsız olmak bir yana aynı tabirleri kullanmaktan utanmayan, gocunmayan, çekinmeyenler; son yıllarda İslâm hakkında bir Batılının kaleminden görmeye alışık olmadığımız kadar ciddi ve derli toplu olan bu makalenin okunmaması için psikolojik duvarlar inşa etmeye kalkıyorlar...

Bu makalede eksiklikler, yanlışlıklar elbette var.. Ama tek başına başlığı bile Allah’ın Resûlü’nün kendisi hakkında ifade ettiği ve bugün unutturulmaya çalışılan temel bir özelliğini ve güzelliğini yeniden gündeme getiriyor: Savaş Peygamberi...

Bir komutan olarak Allah Resulü...

Biz de bu makaleyi O’nun bu özelliğine nasıl bakılması gerektiğine iyi bir misal teşkil ettiği için aynen yayınlıyoruz.

Gerisi Peygamberlerini tam/doğru/eksiksiz/fazlasız anlama ve anlatma mükellefiyetinde olan müslüman tefekkür, ilim ve teknik ve tahkik ehline kalmış...

Taha Yasin




Eğer son Peygamber (1) yenilikçi ve başarılı bir askeri lider olmasaydı İslâm yedinci yüzyılın ötesine geçemezdi.

Son Peygamber'in uzun gölgesi yüzyıllardan günümüze kadar uzanıyor. Bugün sayıları 1,4 milyarı bulan müslümanlar onun öğretilerini -Allah'ın peygambere vahiy ettiği ve Kuran olarak yazıya geçirilmiş- takip ediyor. Ama Peygamber’in olağanüstü başarılarına rağmen, onu İslâm'ın ilk büyük kumandanı ve başarılı bir direniş lideri olarak inceleyen güncel bir belge bulunmuyor. Peygamber bir komutan olarak başarılı olmasaydı, İslam bir bölgede sınırlı kalacak ve Arap ordularının Bizans ve İran'ı ele geçirmesi aslı gerçekleşmeyecekti.

Peygamber’in bir savaş adamı olması düşüncesi bir çok insan için yeni bir şey. Ama o büyük bir komutandı. Bir yüzyılın içerisinde sekiz büyük savaş ve onsekiz akın yapmış, otuzsekiz tane de kendi emir ve direktiflerine göre hareket etmesi için tayin ettiği komutanlarının yürüttüğü operasyonlar planlamıştı. İki kere yaralanmış, iki kere de kendinden daha büyük ordular tarafından yenilecek gibiyken ordusunu toparlayıp savaşın gidişatını değiştirirek zafer kazanmıştı. Bir komutan ve taktisyenden olması dışında, askeri teorisyen, örgütlenme reformcusu, stratejik düşünür, operasyon komutanı, siyasi-askeri lider, kahraman asker ve devrimciydi. Direniş savaşının mucidi ve tarihteki ilk uygulayıcısı olan Peygamber'in ordularının başına geçmeden önce hiçbir askeri eğitimi yoktu.

Peygamber'in istihbarat servisi zamanla Bizans ve İran'la; özellikle siyasi istihbarat konusunda yarışır hale gelmişti. Söylendiğine göre, taktik ve politik stratejiler kurmaya saatler harcardı ve bir keresinde "Harp hiledir", demişti; bu modern analistlere Sun Tzu'nun "Savaş aldatmacadan ibarettir" sözünü hatırlatıyordu. Düşünme ve uygulama gücü konusunda Karl von Clausewitz ve Niccolo Machiavelli'nin bir karışımı gibiydi; yani siyasi amaçlar için her zaman güç kullanırdı. Kurnaz bir büyük stratejist olarak askeri olmayan yöntemleri (ittifak, siyasi suikast, rüşvet, dine davet, af ve sınırlı tenkil) uzan vadede pozisyonunu güçlendirmek için -bazen kısa vadeli askeri amaçlardan vazgeçerek- kullanırdı.

Peygamberin Allah'ın Elçisi rolü ve İslâm inancı, Arap savaş şeklinde devrim meydana getirmiş ve dünyanın tutarlı bir ideolojik inanç tarafından motive edilmiş ilk ordusununun kurulmasını sağlamıştı.

Kutsal savaş (cihad) ve şehitlik düşüncesi, Müslüman ve Hristiyanların İspanya ve Fransa'da savaşları yoluyla batıya geçmiş, savaşçı Hristiyan azizleri ortaya çıkmış ve Katolik Kilisesi'ne Haçlı Seferleri için ideolojik gerekçe vermişti. Bundan beri ideoloji -dini yada seküler olsun- askeri maceraların en önemli unsuru olmuştur.

Peygamber Arabistan'da daha önce kimsenin görmediği tamamen yeni bir tür ordu oluşturarak onun ölümünden iki sene sonra başlayan Arap fetihlerinin askeri kısmının temelini attı. Arabistan'da orduları ve savaş idaresini değiştiren en az sekiz büyük askeri reform yaptı. Nasıl Makedonyalı Philip Yunan ordularını dönüştürüp halefi Büyük İskender'in fetihler yapıp imparatorluk kurmasını sağlamışsa, Son Peygamber de Arap ordularını haleflerinin Pers ve Bizans ordularını yenip İslam İmparatorluğunu kurmalarını sağlamıştı.

Son Peygamber herşeyden önce bir devrimciydi, günümüzde bilinen, eski zamanlardaki ilk milli direnişi kuran ve yöneten, ateşli ve dindar gerilla lideriydi; ki bu gerçeği Kuran'dan ve Peygamber'in şiddet kullanmasından alıntı yapıp bunu kendi direnişlerinin doğruluğunu savunmakta kullanan günümüzün mücahitleri hala unutmamışlardır. Geleneksel komutanların aksine, Peygamber yabancı bir düşmanı yada istilacıyı yenmeyi değil; o sıradaki Arabistan sosyal ve siyasî düzeninini değiştirip yerine tamamen farklı bir ideolojik görüşe dayanan yeni bir düzen getirmeyi amaçlıyordu. Bu devrimci amaçlarına ulaşmak için her yolu kullandı; bu da modern analistler tarafından günümüzün dünyasında başarılı bir direnişin özelliği sayılıyor.

Son Peygamber yeni bir düzen mücadelesine sadece sınırlı vur-kaç operasyonları yapabilen küçük bir gerilla grubuyla başlamıştı, ama on sene sonra Mekke'yi fethe hazır hale geldiğinde bu gerilla grubu sayıca artmış, atlı ve piyadelere sahip, büyük harekatlar yapabilen düzenli bir orduya dönüşmüştü. Batı hep Peygamber'den Arap fetihlerini geleneksel askeri terimlerle düşündü. Ama Son Peygamber'den önce Arabistan'da bunları başaran ordular görülmemişti. Bu orduları meydana getiren şey Son Peygamber’in geleneksel olmayan gerilla operasyonları ve başarılı direnişiydi. Sonraki Arap fetihleri, hem stratejik konsept hem de askeri metodun aracı olan yeni ordular, Peygamber'in direniş lideri olarak başarısının sonucuydu. (2)

Peygamberin askerî hayatının direnişçi gerilla kısmı okuyucuya ilginç gelebilir. Ama modern analistlerin direnişi karakterize etmede kullandığı yöntemler kullanılırsa, Son Peygamber'in İslâm'ı yayma savaşında direnişin bütün kriterlerini sağladığı görülebilir. Direniş savaşı için gereken bir şey de; takipçileri için bir şekilde özel ve izinden gitmeye değer görülen kararlı bir liderdir. Bu bahsedilen durumda da Peygamber'in karizmatik kişiliği, Allah'ın elçisi olması ve ona uymanın Allah'ın emirlerine uymak demek olması inancıyla kuvvetleniyordu.

Direnişler bir "kurtarıcı ideoloji"ye, yani mevcut sosyal, siyasî ve iktisadî düzeni daha iyi, daha adil, tarih, yada bizzat Tanrı'nın kendisi tarafından buyurulmuş bir düzenle değiştirmek için tutarlı bir inanç veya plana ihtiyaç duyar. Son Peygamber, İslâm inancı ile, zalim, kafirce ve değiştirilmesi şart olarak gördüğü mevcut temel Arap kurumlarına meydan okudu. Bu gaye ile "ümmetini", yani inananlar topluluğunu, Allah'ın dünyadaki halkını; o sıradaki Arap klan ve kabilelerinin yerine geçecek şekilde oluşturdu. Peygamberin en büyük başarılarından biri eskilerini değiştiren yada tamamen yerini alan yeni sosyal kurumlar kurmasıydı.
(Devam Edecek)

Dipnotlar:
(*)Richard A. Gabriel’in MHQ dergisinde yayınlalan “Muhammad: The Warrior Prophet” başlıklı makalesidir. Makalenin orijinaline şu internet adresinden ulaşılabilir: http://www.historynet.com/magazines/mhq/75...?page=1&c=y

1-Metinde Peygamberimizin has isminin geçtiği yerlerde, onun yerine “Peygamber” veya “Son Peygamber” demeyi tercih ettik. (TY)
2-Bu paragrafta, İslâmın en hayatî ve kritik ilk savaşlarını “canım onlar küçük çaplı aşiret kavgalarıydı, savaş bile sayılmazlar” diyerek küçümsemeye, yok saymaya ve yok etmeye çalışarak “Savaş Peygamberi” gerçeğini kendi güdük ve küçük akıllarınca örtebileceklerini sanan hödük/alçak takımını hatırlayarak; hadiseye uzman bakışıyla öküz bakışı arasındaki farkı görebiliriz. (TY)

Bu makalenin diğer bölümleri için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?t=2289

FBI: “KUR’AN DEĞİŞTİRİLMEDİKÇE MÜSLÜMANLAR ILIMLAŞTIRILAMAZ”
15 Eylül 2011



Müslümanlara yönelik dünyanın farklı bölgelerinde operasyon yürüten ABD’nin ajanlarına verdiği eğitimde, ‘cihad’ ve ‘ılımlılaştırma' kavramları dikkat çekiyor!

Son günlerde ABD yönetimi tarafından FBI, CIA ve diğer silahlı kuvvetlere, İslam dini ve Müslümanlara karşı mücadele etmek için verilen eğitim programları ile ilgili dikkat çeken belgeler yayınlanıyor.

Yayınlanan belgelerden birinde, Müslümanlara karşı operasyon düzenleyen FBI ajanlarına verilen eğitimin niteliği dikkat çekiyor. FBI ajanlarına verilen eğitimde 'cihad' ve Müslümanların ‘ılımlaştırılması’ ile ilgili çarpıcı detaylar var

“KUR’AN ALLAH’IN SÖZÜ OLDUĞU MÜDDETÇE MÜSLÜMANLAR ILIMLAŞTIRILAMAZ”

Belgede “Kur’an Kerim’in Allah’ın sözü olduğu müddetçe İslam dininin ve Müslümanların ‘ılımlaştırılamayacağı’” ifade ediliyor.

FBI ajanlarına verilen eğitimlerde İslam’ın, Kur’an ve Sünnet üzerine kurulduğu ile ilgili genel bilgiler verilirken; Şiî ve Sünnî mezheplerin bazı noktalarda ayrıldığı ifade ediliyor.

FBI ajanlarına İslam dini ile ilgili verilen eğitimde, İslam’ın temel inançları ile ilgili detaylı bir eğitimin verildiği göze çarpıyor.

Belgelerde zekat ile ilgili ayrıntılı bilgi verilirken; zekat ile Müslümanların İslam’ın güçlenmesine katkı sağladığı ifade edilmekte ve bu yolla ‘İslam ordusu’nu destekledikleri belirtilmekte.

'DAR’UL HARP - DAR’UL İSLAM'

FBI ajanlarına verilen eğitimde ‘Dar’ul Harb’ ve ‘Dar’ul İslam’ gibi kavramlar ile ilgili bilgi verilmesi de dikkat çekiyor. Verilen eğitimde İslam inancının inananlar ile inanmayanlar arasında bir ayrıma gittiği ve bu topluluklar arasında ‘sürekli bir savaş halinin’ olduğu ifade ediliyor.

“İNTİHAR YASAK; ANCAK İNTİHAR SALDIRILARI SERBEST”

ABD’nin FBI ajanlarına verdikleri eğitimlerde İslam’da intiharın yaksa olduğunu; ancak İslam için ‘intihar eylemlerinin’ yasaklanmadığı ifade ediliyor.

Belgede cihad kavramı ile ilgili de bilgiler veriliyor. Cihad’ın inanmayanlara karşı bir ‘din savaşı’ olduğu ifade edilirken; Hz Muhammed’in cihad stratejisinin dört ana kolda yürütüldüğü ifade edilmekte:

İlk olarak, İslam’a inanmayanları önceki günahları için af dilemeye ve İslam inancını seçmeye sözlü olarak davet. İkinci olarak, Müslümanlara yönelik saldırılara karşı savunmaya izin verilmesi. Üçüncü olarak, Müslüman olmayanlara karşı kutsal aylar haricinde saldırılmasına izin verilmesi ve son olarak da, her yerde ve her zaman Müslüman olmayanlara karşı saldırı…

“CİHAD İNANMAYANLAR İLE SAVAŞTIR”

Belgelerde ‘cihad’ kavramının İslam dinindeki mezheplere göre ayrıntılı açıklamalarının yapılması dikkat çekiyor.

FBI ajanlarına Müslüman kadınlar ile ilgili de bilgilendirme yapılıyor. Müslüman kadınların cihad kavramı içerisindeki yeri ise şöyle açıklanıyor: “Eğer bir İslam ülkesi yabancılar tarafından işgal edilirse; ülkedeki Müslüman kadınlar da savaşa destek verebilir.”

Ayrıca, İslam bölgelerinin işgal edilmesi halinde Müslüman kadınların da savaşa destek vermesi gerektiği ifade ediliyor.

Dünya Bülteni

Sünnî Alim Muhammed Ramazan El Buti: Her Müslüman “satılmış kuklalar”ı bertaraf etmek için Suriye Ordusuna yardım etmekle mükelleftir
12 Mart 2013



Tanınmıış ehl-i sünnet alimlerinden şeyh Muhammed Ramazan El Buti, Şam Emevi Camisinde verdiği hutbesinde şunları söyledi: “Suriye’nin içinde bulunduğu bu şartlar altında cihat artık “kifayi cihat” değildir. Artık Suriye’deki cihat “Farz-ı Ayn’dır” ve her kimin gücü yetiyorsa “satılmış kuklalar” karşısında orduya yardım etmesi farzdır.

Suriyeli tanınmış ehl-i sünnet alimlerinden şeyh Muhammed Ramazan Said el Buti, Dimeşk Emevi Camisinde, cihadın önemi ve İslam topraklarının savunulması konusunda uyarılarda bulunarak müslümanları cihada çağırdı. Şeyh Ramazan El Buti şunları söyledi: “İçinde bulunduğumuz şartlar; şehir, ev ve barınağımıza kadar varan saldırılar karşısında cihat ve savunma farz-ı ayndır.Her Müslüman kendi gücü oranında “satılmış kuklalar”ı bertaraf etmek için Suriye Ordusuna yardım etmekle mükelleftir.

Ramazan el Buti, “Suriye’nin bulunduğu bu koşullar altında cihat artık “kifayi cihat” değildir. Artık Suriye’deki cihat “Farz-ı Ayn’dır” ve her kimin gücü yetiyorsa “satılmış kuklalar” karşısında orduya yardım etmesi farzdır” dedi. haber1001
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Çrş Eyl 09, 2009 11:08 pm    Mesaj konusu: Şehit olmak yürek ister Alıntıyla Cevap Gönder

“Suriye İşi” Hem Çok Karışık, Hem De Çok Riskli -5-
Murad Salih
08.09.2011



“En geniş anlamıyla BİLGİ, , en geniş anlamıyla NAKİL yoluyla alınır.
Bu nakil davası içine, madde ve tabiattan topluma, madde üstü olanına, hem varlık ve hem de bilg,i niteliğine kadar hepsini katıyorum”
(16)

***

Haçlı taşeronu olarak birilerinin girmeye niyetlendiği yer Suriye...

Yani Şam’dır...

Şam ise...

İnsanoğlunun ilk kurduğu şehirlerden biridir...

Tarihi insanlık tarihiyle denk bir şehirden bahsediyoruz...

Kimler geldi kimler geçti bu Şam’dan ama...

Gelip gidenlere inat Şam halâ ayakta...

Böyle bir şehir ne köksüz New York’a benzer, ne tarihsiz Washington’a...

Bugünkü Batı, Batı’nın herhangi bir şehri yokken...

İnsanoğlu’nun ayakları Batı topraklarına henüz ayak basmamışken Şam vardı...

Bu yüzden de...

Şam öyle her kafasına esen kötü niyetlinin rahatça girebileceği...

Girse bile girdiği haliyle yekpare/tek parça olarak çıkabileceği bir yer değildir...

Sırlar şehri Şam-ı Şerif...

Şerefli Şam...

Şerefli çünkü...

Hz. İbrahim, Hz. Hud, Hz. Lut, Hz. Davut, Hz. Nuh, Hz. Eyyûb, Hz. İsa ve Kâinatın Efendisi'nin mübarek ayakları şereflendirmiş Şam coğrafyasını...

Sahabeler, Allah dostları, şehidler, halifeler, sultanlar, Şam topraklarında ya muhtelif zamanlarda bulunmuşlar veya kıyamete kadar kabirlerine mekân kılmışlar Şam’ı... (17)

Şam’ın şerefini ayaklar altına almaya kalkan eninde sonunda Şam’ın ayakları altında kalır...

Niçin mi?

[Zeyd İbnu Sabit radıyallahu anh anlatıyor: "Biz bir gün Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında idik. Parçalar üzerinde Kur'ân (ayetlerini) tanzim ediyorduk. Aleyhissalatu vesselam: "Şam'a ne mutlu!" buyurdular. Ben: "Bu mutluluk nereden geliyor ey Allah'ın Resûlü?" diye sordum. "Çünkü, buyurdular, (Rahman'ın) melekleri onun üzerine kanatlarını geriyorlar!"(Tirmizi, Menakıb)] (18)

Muaz b. Cebel r.a. rivayet ediyor: Allah Rasulü s.a.v. söyle buyurdu:

[“Ey Muaz, Allah benden sonra Aris’ten Fırat’a kadar Şam bölgesini size nasib edecek. Oranın erkekleri, kadınları ve dulları kıyamete kadar sınır bekçisidirler (murabit). Herhangi biriniz Şam sahillerinden birini yahut Beyt-i Makdis’i (Kudüs) seçerse kıyamete dek cihad halindedir.” ] (19)

Lügatta Şam kelimesi:

[Akşam. akşam yemeği."Şe'm, şâm" Arapçada "sol" mânâsına gelir. "Yemen" sağ demek olduğundan Hicaz'a nisbetle sol taraftaki memleketlere Şam, sağ tarafdaki beldeye de Yemen ismi verilmiştir. * Suriye ve Lübnan memleketlerine de Şam denilmiştir. * Arabların Dımışk dedikleri şehrin adı. * Nuh'un (A.S.) oğullarından "Şam"ın nesli tarafından bu memleket mâmur edildiği için Şam denildiğini söyleyenler de vardır. (Kamus)] (20)

[Şam adının kökeni
Arapça'da tam olarak Dimeşk eş-Şām (دمشق الشام) denir. Genelde Dimeşk kısaltmasıyla hitap edilir fakat Şamlılar başta olmak üzere Araplar eş-Şam tercih ederler. Eş-Şam Arapça'nın Kuzey kelimesinden gelir. Büyük Suriye'ye Bilād eş-Şam (بلاد الشام) demişlerdir. Avrupa dillerine (Damas, Damascus, Damasco gibi) Yunanca Damaskos (Δαμασκός)'dan geçmiştir. Eski Aremice (Eski Ahit İbrani harfiyle)'de Darmeśeq (דרמשק) = İyi sulanmış yer'den gelmektedir. M.Ö 14 yüzyıla ait Amarna yazılarında Akkad dilinde Dimašqa olarak geçmektedir.Çok sayıdaki ilçelerinin adları hala Aramicedir.]
(21)

İşte Şam böyle bir yerdir...

Bu Şam, sadece bugünkü Suriye’nin başkenti Şam’dan ibaret de değildir...

Bilad-ı Şam (Şam beldeleri) denilen yer...

Bugünkü Suriye’nin tamamı, bugünkü Ürdün’ün tamamı, Bugünkü Lübnan’ın tamamı, Bugünkü Filistin’in (Siyonistlerin işgali altındaki bütün beldeler de dahil) tamamı...

Kısaca Arabistan yarımadasının üst kısmıyla Anadolu’nun güneydoğusu ve Bugün kü Mısır ile Akdeniz arasında kalan bölgenin tamamını kapsamaktadır. Ve “kıyamete kadar” Cihad ehlinin faaliyet alanıdır...

Bu Şam’ın ilk fatihi ise Amr bin Âs hazretleridir...

Amr bin Âs hazretleri dahi bir komutan olduğu kadar “Arab’ın dört siyasî dehası”ndan biriydi..

Diğerleri ise...

Hz.Muaviye b. Ebi Süfyan (Radyallahu anh):

Ağırbaşlılıkta, işleri teenniyle takip etmede ün yapmıştır. O siyasî dehası ile hilafeti sırasında devlet yönetiminde saltanat usulünü kabul ederek, sınırları genişleyen İslâm ülkesinin her halife değişiminde ortaya çıkması muhtemel kanlı iç kargaşalıklarını önlemiş ve iç istkrarı sağladıktan sonra bütün gücünü dışa yöneltmiş ve Bilad-ı Şam Merkezli Emevî devletinin bir ucu Kuzey afrika da öbür ucu İspanya’da, bir başka ucu Anadolu’da, diğer bir ucu Kafkaslarda büyük bir İslâm imparatorluğu haline gelmesinin yolunu açmıştır. O’nu sultanlık kurmakla itham edenler o günden Osmanlı’nın sonuna kadar bir başka siyasî model geliştirilemediği gerçeğini niçin ısrarla gözden kaçırırlar?

Kötü olan saltanat değil, saltanatın kötüye kullanılmasıdır.

Hz. Muaviye’den bu yana İslâm devletleri hep sultanlar tarafından yönetilmiş İyi sultanlarla iyiye, kötü sultanlarla kötüye doğru gitmiştir.

Ehl-i Sünnet’in İslâm’ı defalarca dünya İmparatorluğu yapmasını bir türlü içlerine simdiremeyen kötülük İmparatorluğu Bizans’ın haçlı dölleri ile Şia. Saltatın bilinen hiçbir mahzurunu taşımayan Başyücelik Devleti modeli karşısında niçin üç maymunu oynamaktadır?

Saltanatın bütün mahzurları Velayet-i Fahih modeli denilen bugünkü İran modelinde fazlasıyla yok mudur? O'nu Ahmedinejad'a sormak lâzım. (22)

Hz. Muğire b. Şu’be: Büyük işler adamı olarak meşhurdur.

Ziyad b. Ebih (Bazılarına göre, Muaviye b. Ebih’in kardeşi). Küçük-büyük her problemi kolaylıkla çözebilme maharetiyle ünlüdür.

İslam çok kısa sürede bu askerî ve asiyasî liderlerin önderliğinde Bir dünya devleti haline gelmiş ve o günün kötülük İmparatorluğu Bizans, Bilad-ı Şam (ortadoğu) 'dan sürülerek, Diyar-ı Bekrr’den daha Batı’ya çekilmek zorunda kalmıştı.

Dipnotlar:
16- Salih Mirzabeyoğlu, ÖLÜM ODASI B- YEDİ, 65. Bölüm.

17- [ŞAM… Tarihin önemli ilim, kültür, sanat ve irfan merkezlerinden bir yer. Kimlere uğrak olmamış ki? Peygamberlere, sahabîlere, tabiîlere, kelamcılara, fakihlere, dilcilere, şairlere, muhaddislere, müfessirlere…
Zeyd İbnu Sabit radıyallahu anh anlatıyor: "Biz bir gün Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında idik. Parçalar üzerinde Kur'ân (ayetlerini) tanzim ediyorduk. Aleyhissalatu vesselam: "Şam'a ne mutlu!" buyurdular. Ben: "Bu mutluluk nereden geliyor ey Allah'ın Resûlü?" diye sordum. "Çünkü, buyurdular, (Rahman'ın) melekleri onun üzerine kanatlarını geriyorlar!"(Tirmizi, Menakıb)
Hz. İbrahim, Hz. Hud, Hz. Lut, Hz. Davut, Hz. Nuh, Hz. Eyyûb, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in (sas) belli dönemlerde Şam'da bulunması da Suriye'yi Müslüman âlemi için cazibe merkezi haline getiriyor. Hz. İbrahim'in Nemrud'un ateşinden çıktıktan sonra hicret ettiği yer olan Şam, ayrıca şehit edilen Hz. Yahya'nın mübarek başını da bağrında taşıyor. Şam'daki Emeviye Camii'nde yer alan türbe, ziyaretçi akınına uğruyor. Kerbela hadisesinde vefat eden Hz. Hüseyin'in mübarek başı da Emeviye Camii avlusunda. Ünlü İslam komutanlarından Selahaddin-i Eyyûbi'nin kabri de Emeviye Camii'nin hemen yanı başında. Bilal-i Habeşi Hazretleri, Medine'de ezan okumayı bırakınca, Hz. Ebu Bekir döneminde Şam'a geliyor ve burada vefat ediyor. Cafer bin Ebu Talip, Dihyetü'l Kelbi, Abdullah ibn-i Ümmü Mektum ve Ebu Derda gibi binlerce sahabenin kabri de Şam'da. Muhyiddin-i Arabi Hazretleri, Halid-i Bağdadi, Mevlânâ, İmam-ı Gazali ve Üstad Bediüzzaman Said Nursi gibi zadlar, bu topraklarda tarihin yönünü değiştiren eserleri hazırlamışlar. İmam-ı Gazali, İhya-yı Ulumiddin'i Emeviye Camii'nde yazıyor. Üstad Bediüzzaman Hazretleri meşhur hutbesini Emeviye Camii'nde okuyor. İbn-i Arabi'nin ve Bağdadi'nin türbesi de Şam'da. Sürgünde vefat eden Sultan Vahdettin'in kabri de Şam'da. Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Süleymaniye Camii gezilmeyi bekleyen yerlerden biri. Osmanlı zamanından kalan meşhur Hamidiye Çarşısı, alışveriş yapılabilecek bir mekan.
Köklü bir tarihi olan Suriye'de İbranilerden Bizanslılara, Selçuklulardan Osmanlı'ya kadar birçok medeniyet hüküm sürmüş. Emevi İmparatorluğu'nun, Memlûk Devleti'nin merkezi olan Suriye, 1400 yılında, Timur tarafından saldırıya uğrayıp yok edilmiş. 1517'de Osmanlı egemenliğine girmiş ve tam 403 sene boyunca Osmanlı tarafından yönetilmiş. I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı yönetiminden çıkan bölge, 1946'ya kadar Fransa yönetiminde kalmış. Suriye 1946'da bağımsız olmuş. ]
Talha İmamoğlu, Mübarek Şehir Şam (Suriye -1), 24 11 2010 http://www.tarihvebugun.org/2010/11/mubarek-sehir-sam-suriye-1.html

18- Agm.

19- Ahmet Miroglu, “KUDÜS'ÜN FETHI: KUDÜS KİMLERE AĞLIYOR”, Semerkand dergisi, 06/2002

20- http://www.osmanlicasozluk.net/

21- Vikipedi: Özgür Ansiklopedi tr.wikipedia.org/

22- Bu yetkiler hangi sultanda vardı:
[VELAYETİ FAKİH:
Velayete Fakih kuramı 1960’larda Humeyni tarafından ortaya atıldı.Kuram Şia mezhebinin ideolojik temelleri üzerine kurulmuştur.Humeyni Velayete Fakih kuramı vasıtasıyla Şia mezhebinin siyasal sistem örneğini gerçekleştirmiştir.Bu kuram Şia mezhebinin “imamet” kuramının devamı olarak belirtilmiştir. (..) Velayete Fakih kuramını 1960 yıllarında Irak’ın önemli kentlerinden Necef kentinde Humeyni,din derslerinde ortaya koymuştur.Peygamberler ve imamlara özgü “velayet” (Mutlak otorite) fakihler için de geçerlidir.1979’da İran devrimi gerçekleştiğinde Humeyni Velayete Fakihi İran Anayasası’na aldırdı.
İran Anayasasının 5. Maddesine göre “12. İmam gaybeti nedeniyle iktidar ve imamet adil,takva sahibi,zamanın icaplarını bilen,gözüpek,becerikli,tedbirli fakihin ühdesindedir.” (..) .57. maddeye göre “İran İslam Cumhuriyeti’nde egemenlik güçleri:yasama gücü,yürütme gücü,yargı gücü Velayete Fakih denetimindedir.Velayete Fakih’in görev ve yetkileri:
*İslam Cumhuriyeti’nin genel politikalarını belirlemek (..)
*Alınan genel kararların yürürlüğe girmesini denetlemek.
* Referandum ilan etmek.
* Silahlı kuvvetlerin genel komutanı.
* Savaş ve barış ilan etmek ve güçlerin seferberliği.
* Gözetici Konsey’in Fakih üyelerini atamak.
* Ülkenin en yüksek yargı makamını atamak.
* Genelkurmay başkanın atanması ve azli.
* Devrim Muhafızları Genel Komutanını ataması ve azli.
* Milli Savunma Yüksek Konsey kurulması.
* Silahlı Kuvvetlerin en üst düzey komutanlarını belirlemek.
* Milli Savunma Yüksek Konseyi önerisi
*Seçilmiş ve henüz göreve başlamamış cumhurbaşkanının onaylanması.
* Meclisin siyasi yetersizlik vermesindeen sonra cumhurbaşkanını azletmek.
* Radyo-Televizyon kurumu Velayete Fakih’e bağlıdır.
* Yasama,yürütme ve yargı güçleri arasındaki sorunları çözmek.
* Maslahat Konsey üyelerini belirlemek.
Cuma Namazı İmamı kurumu da Velayete Fakih’e bağlıdır.Cuma Namazı İmamları kentin idari ve siyasi sorumluluklarından fazla güce sahiptir.Velayete Fakih’e bağlı olan kurumlar:
1 – Yoksullar ve Gaziler Vakfı(Bonyade Canbazan ve Mostezefin)
2 – Şehitler Vakfı(BonaydE Şehid)
3 – İmdad Komitesi(Komiteye Emdad)
4 – 15 Hurdad Vakfı(Bonyade Panezdehe Gordad
Devrimden sonra 1989’a kadar Humeyni Velayete Fakih görevini üstlenmiştir. Velayeti fakih bir kurum değil bir kavramdır. türkçe çevirisi fakih'in (fıkıh adamının, ulemanın) önderliği şeklinde yapılabilir. humeyni'ye gelene kadar bu kavram genellikle ulemanın kendi malları üzerinde tasarrufu olmayan çocuklar, akıl hastaları gibi, kişilere vasilik yapması şeklinde algılanmıştır. humeyni ise velayeti fakih kavramını tamamen siyasallaştırmıştır. ona göre ancak çok iyi yetişmiş ve kendini geliştirmiş en üst seviyedeki ulemalar, ayetullahlar, gerçeği kavrayabilir ve dünyayı algılayabilirdi. bu bakımdan halkın esaretten kurtulması için gerçeği gören ve onu yönlendirecek ulemanın önderlik yapmasından daha doğal bir şey olamazdı. bu şekliyle velayeti fakih kavramı humeyni'nin 1970'lerin başında yazdığı "velayeti fakih: islam devleti" adlı kitabında ortaya çıkmış, islam devleti kurulduktan sonra humeyni velayeti fakih olmuştur. ]
Emre Bayır, Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 4. Sınıf Çağdaş Devlet Sistemleri Dersi Notu, (21.12.2001)

(devam edecek)
Bu yazı dizisinin diğer bölümleri için: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopic.php?p=5679#5679

Nakşibendi Tarikatı Bağlıları Ordusu



Nakşibendi Tarikatı Bağlıları Ordusu Irak’ta Amerikan işgaline direnen bir grup… Grup, savaşın başından beri operasyon yapmasına rağmen ismini ve operasyonlarını 2006’ın sonuna, yani Saddam Hüseyin’in idamına kadar sakladı. Yayınladıkları videolardan da anlaşılacağı üzere grup, tasavvufi bir cemaat olmasına rağmen askerî stratejileri olan yerli bir cihad cemaati…

Ortaya çıkışından bu yana 13 adet CD yayınlayan grup, “Irak Sniperi” adlı videosuyla keskin nişancı operasyonları konusundaki gücünü gösterdi.

SÜTUN HABER / Sabri Kara

Genel Hatlarıyla Irak Direnişçileri

İşgalin ilk yılından beri Irak’taki yerel direnişçiler ciddi bir direniş sergilediler. Bunun yanında Iraklı olmayan ve genelde komşu ülkelerden gelen gönüllü savaşçıların da ayrı bir yeri olmuştur. Uzmanlar 2006’dan sonra Sünni direnişin kemikleşmiş bir yapıya kavuştuğunu söylüyorlar. Artık Sünni grupların ciddi anlamda operasyonel güçleri arttı, medya birimleri daha faal ve profesyonel duruma geldi.

2007 yılından itibaren fikrî ve siyasi yapıları birbiriyle uyumlu olan gruplar birleşerek daha büyük cepheler oluşturdular. Özetlemek gerekirse eski Baasçılar İzzet ed-Dûrî’ye tabi olarak Cihad ve Özgürlük Yüksek Komutanlığı adını aldılar. Irak İslam Ordusu, Mücahidler Ordusu gibi büyük gruplar da birleşerek Islah ve Cihad Cephesi’ni oluşturdular. 1920 Devrim Tugayları’nın öncülüğünde ise Cihad ve Değişim Cephesi kuruldu. Islah ve Cihad Cephesi, Selahaddin Eyyubi Tugayları ve Irak’ın Hamas’ıyla da birleşerek Irak Direniş Konseyi’ni oluşturdular. Bu konsey Irak’taki en büyük müttefik güç olma özelliğini sürdürüyor.

Irak İslam Devleti, Ensar el-İslam, Ebubekir Sıddık es-Selefî Ordusu, Saad bin Ebi Vakkas Ordusu, İslam Kalkanı Tugayı, Mustafa Ordusu gibi gruplar ise bu üç büyük oluşumun içersinde yer almayarak bağımsız kalmayı tercih ettiler.

Nakşibendi Ordusu’nun askeri gücü ve stratejisi

Nakşibendi Ordusu’nun askeri gücünü eski Irak ordusunun subay ve askerleri oluşturuyor. Şu ana kadar Irak’ta bilinen cihadi gruplar arasında yaşanan tartışmalarda taraf olmaması ve birlik mesajları vermesi grubun Irak’ta daha da kökleşmesini sağladı. Öte taraftan grup stratejik olarak Irak ordu ve polisinin vurulmasından yana değil. Yalnız Amerikalıların ve beraberinde gelenlerin vurulmasının daha etkili olacağını düşünüyorlar. İlginç olan diğer bir nokta da grubun Şiilere saldırmaması ve onları İran’ın tuzağına düşmedikleri müddetçe “aynı ülkede yaşayan kardeş ve ortaklar” olarak görmesi…

Nakşibendi Ordusu’nun operasyon videolarında dikkati en çok çeken husus sivillerin olduğu yerlerde operasyon yapmamaları… Gerek keskin nişancı operasyonlarında olsun, gerekse askeri araçlara yönelik tuzaklarında olsun hep tenha yerleri seçiyorlar ve böylece sivillere zarar gelmesine engel oluyorlar. Seyredeceğiniz videonun giriş kısmında da keskin nişancılarının Iraklı olan hiç kimseye yönelik operasyon yapmadıklarına vurgu yapıyorlar.

Nakşibendi Ordusu’nun şeyhinin kim olduğu tam olarak belli değil. Grup da şeyhlerinin ismini güvenlik gerekçesiyle vermiyor. Fakat askeri güçleri nizami bir orduyu anımsatıyor ve büyük çoğunluğu eski Irak ordusunun subay ve askerlerinden oluşuyor. Zaten resmi dergileri olan “en-Nakşibendiyye” dergisi de incelendiğinde yazarları içinde albay, tuğgeneral gibi rütbelere sahip imzalar görülecektir.

“Biz Nakşi Tarikatı Ordusu’yuz”

Grup dergilerinde her sayıda farklı konularla ilgili yazılar yayınlamakta ve kendi direnişçileriyle röportajlar yayınlamaktadır. Mesela dergilerinin birinci sayısında Faruk adlı bir direnişçileriyle yaptıkları röportaj şu şekildedir:

- Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekatuhu

- Ve aleykum selam Rahmetullahi ve Berekatuhu

- Kendinizi tanıtır mısınız?

- Ben, Nakşi Tarikatı Bağlıları Ordusu’ndan bir askerim. Allah yolunda cihad ederim.

- Niçin cihad ediyorsun? Kim cihad eder? Bu kritik zamanda insanların bazıları bu işi anlamıyor, bize izah eder misin?

- Sevgili kardeşim, ben cihad ederim; çünkü cihad, beldelerimizi kâfir işgal ettiğinden beri bütün Iraklılar gibi üzerimize farzdır. Aynı şekilde bütün Müslümanlara da… Çünkü Irak, İslâm beldelerinden bir parçadır. Aynı şekilde işgalcinin kalplerimizden silmek istediği “Lâ ilâhe illâllah” kelimesinin yücelmesi için cihad ederim. Meşrû olan bütün hakkımı gâsıbtan korurum. Şerefime, dinime ve ülkeme saldıran herkesle savaşırım. Ve biz bütün ilmî, kültürel, maddî ve mânevî imkânlarımızı bu yolda harcarız.

Nakşi kadınlar grup içinde tıbbi çalışmalar yapıyorlar

- Hangi vesilerle ve nasıl cihad ediyorsun?

- Bana bahşedilen bütün şer’î vesilerle savaşırım. Bütün vakitlerimi bu yola harcarım. Cihadımızın ulaştığı her yerde düşmanın bütün maslahatlarına zarar veririm. Herhangi bir mekânda, bütün vakitlerimde, bütün imkânlarımla, lisânımla, irademle, kalbimle, malımla ve silâhımla düşmana saldırırım. Böylece bütün basın araçlarıyla hakkı açıklar, bâtılın sesini ve suretini yok ederim. Çünkü basın, şeyhimiz ve üstadımızın öğrettiği gibi Irak harbi hakkında yalanlarla ve bâtıllarla bütün âlemi ve bütün halkları kandıran düşmanlarımızın hakikatta en büyük silahıdır. Bütün âleme bu yalanı ortaya çıkarmak üzerime vacipdir. Çünkü biz Nakşi Tarikatı Ordusu’yuz. Allah’ın izniyle habis işgalcinin içyüzünü, zaafiyetini, yenilgisini ortaya çıkarmaya kâdiriz. Çünkü o bâtıldır ve bâtıl daim değildir. “Deki: Hak geldi bâtıl zâil oldu. Şüphesiz bâtıl zâil olmaya mahkûmdur.”

- Sen ve kardeşlerin ne zamana kadar cihadı sürdüreceksiniz?

- Allah yolunda cihadımız bâkidir. Şehadet veya zafer gelinceye dek işgalci kâfirle savaşacağız. Ümmetimizdeki annelerin rahimlerinden cihadı sürdürecek yüksek şahsiyetler çıkmaya devam edecek.

- Ölümden korkmuyor musun? Büyük güç sahibi devletlerden korkmuyor musun?

- Nasıl korkayım onlardan? Rabbim Azze ve Celle, “Artık onlardan korkmayınız. Ve benden korkunuz.” diye bana hitap ediyor. Nasıl korkayım onlardan; bütün kuvvet Allah’ındır! Nasıl korkayım onlardan; ben hak üzereyim onlar ise bâtıl! Nasıl korkayım onlardan; onlar sırf ben Müslüman Muhammedi olduğumdan toprağıma ve ırzıma kast etmek için savaş açmışlar… Onlardan korkmuyorum. Bilakis onları zillet içerisinde ülkemden çıkarıncaya kadar, onurlu kahramanların savaştığı gibi savaşacağım. Bütün hallerde onlar hüsrandalar. Önümde iki yol var; zafer ve şehadet yolu. Bu iki yolun sonu da cennet ve Rabbimin rızası. Onların da önlerinde iki yolu var; yenilgi ve ölüm yolu. Bu iki yolun sonu ise cehennem ateşi. Allah Azze ve Celle onların ateşini kızdırsın. Allah bizim Mevlâmızdır. Onların Mevlası yoktur. Bizim ölülerimiz cennette, onların ölüleri ise ateştedir. Cennet bizi bekliyor. Onları ise cehennem. “Zulmedenler nasıl bir inkılâpla düşeceğini bilecek.”

“Irak’da Cihad Farz-ı Ayn’dır”

Yine dergilerinde Şer’i heyetlerine yöneltilen soruların cevaplarını yayınlayan grup Irak’ta cihadın hükmüyle ilgili Dr. Nureddin en-Nakşibendî’nin cevabını veriyor:

Soru: Şu an Irak’ta Allah yolunda cihad etmek farz-ı ayn mıdır, farz-ı kifâye midir? Eğer farz-ı ayn ise cihadın şartları nedir?

Cevap: Şu an Irak’ta cihad farz-ı ayn’dir. Çünkü o müdafaa cihadıdır. Şeyh İbn-i Hacer el Heytemi -Allah rahmet etsin- Tuhfetü’l Muhtaç’da şöyle demiştir: “… İkincisi, kâfirler İslâm topraklarına, dağlarına ve harabelerine girdiği zamandır. Sonra oraya yakın olanlarla uzak olanlar ayrılır. Eğer bizim beldemize girerlerse veya onlar ile belde ahalisi arasında kısa bir mesafe varsa oranın ehline müdafaa yapması için, mümkün olan her şey farz-ı ayn’dır.”

Bu sebeble Irak’ta cihadın farz-ı ayn olduğu açıktır. Müdafaa cihadı için herkese Allah yolunda cihad etmek, yapabildiği oranda farzdır. Kadın cihada çıkmak için kocasından, çocuk babasından, köle efendisinden izin almaz. Allah en doğrusunu bilir.

Soru: Ben Iraklı bir Müslümanım, Allah yolunda cihad ediyorum. Fakat annem ve babam razı değiller. Beni bu işimden dolayı anne ve baba hukukuna aykırı davranmakla suçluyorlar. Allah sizi üstün kılsın, bana fayda verecek ne yapayım?

Cevap: Irak’taki mücahidlerin saflarına katılman farz-ı ayn’dır. Çünkü bu cihad müdafaa cihadıdır. İkisinin iznine ihtiyacın yoktur; istediklerini terk etmekle itaatsiz olmazsın. Eğer cihadında niyetin Allah içinse o Allah katında makbuldur ve amelin sahihtir. Yaratıcıya isyan hususunda yaratılana itaat edilmez. Allah en doğrusunu bilir.

Osmanlı Vurgusu

Grubun resmi dergisi Nakşibendiyye’nin son sayısında yayınlanan Dr. Alâ en-Nakşibendî imzalı “İstanbul’un Fethi ve Sufi Şeyhleri Dersler ve İbretler” başlıklı yazıda Irak’ın ancak Osmanlı modeliyle eski günlerine geri döneceği vurgulandı.

Yazıda “cihadsız tasavvufun düşünülemeyeceği” ifade edilirken, tasavvufun Osmanlı Devleti’ne olan etkisinden bahsediliyor. Osman Bey’den Hilafetin sonuna kadar padişahların ve ordunun tasavvuf terbiyesinden geçtiği, tasavvuf terbiyesinin bozulmasıyla ordu ve devletin de bozulduğunu ifade eden dergi, Irak’taki direniş gruplarına tasavvufi metodu takip etmelerini öneriyor.

İstanbul’u fethetmekle Hz. Peygamber’in müjdesine nail olduğu bildirilen Fatih Sultan Mehmed’in esas mimarının Akşemseddin Efendi olduğu, dolayısıyla tasavvuf şeyhlerinin imani ve İslami terbiyede tarih boyunca büyük görevler yaptığı ifade edilen yazının sonunda, “bugün tasavvufi cihad terbiyesini Nakşibendi Tarikatı Bağlıları Ordusu yürütüyor” deniliyor.

Cihaderi

07 Eylül 2009 Pazartesi
Şehit olmak yürek ister



İsmailağa Camii içerisinde şehit edilen Bayram Ali Öztürk Hocanın oğlu Mahmut Öztürk, babasını ve son anlarını anlattı. Babasının son zamanlarında ve şehit olduğu sohbet esnasında da son cümlelerinin şehadet olduğunu dile getiren Öztürk, “O hep şehadeti arzuladı ve gitti. Gece 3 gibi eve geldi ve mutfakta ahireti özlediğini söyledi. Sabah herkesle vedalaştı ama hiçbir şey söylemeyerek evden çıktı ve sonra şehit oldu” dedi. Babasının büyük bir kitap sevdalısı olduğunu ve 20.000 civarında kitabının olduğunu söyleyen Öztürk; “Onun için kitapları öz evlatları gibiydi. Çok farklı okumaları vardı. Her gün saatlerce kitap okurdu. Kitapları eli ile sever, okşardı” diye konuştu.

6 dil bilen ve 20.000 civarında kitaba sahip olan Bayram Ali Öztürk Hoca, büyük bir İslam âlimiydi.

Mahmut Öztürk; “Günde 1.000 sayfadan aşağı kitap okumazdı. Sabah namazından sonra en az 1 cüz Kur’an-ı Kerim okur, tesbihatını yapar ve kütüphanesine geçerdi. Günün %90’ı çoğu zaman kütüphanesinde ve camide geçerdi” diye konuştu.

Âlimin ölümü alemin ölümüdür. Hain ve karanlık bir saldırı neticesinde şehit edilen Bayram Ali Öztürk Hoca, 6 dil bilen büyük bir İslam âlimiydi. Fransızca, İngilizce, Arapça, Farsça, Türkçe ve Osmanlıca’yı iyi biliyordu. Büyük İslam âlimlerinden İmam Rabbani'nin mektuplarından oluşan 'Mektubat-ı Rabbani' kitabını ezbere biliyor ve her pazar sabahı İsmailağa Camii'nde sohbet veriyor olmasından dolayı ona “Mektubatçı Bayram Hoca” diyorlardı. Yıllarca büyük İslam âlimlerinin ilim halkalarında bulundu ve 3 Eylül 2006 yılında gerçekten çok kirli bir cinayetle bu dünyaya veda etti. Oğlu Mahmut Öztürk, başta şehadet öncesi evde yaşadıkları ve kitap sevdası olmak üzere Bayram Hocayı anlattı. Buyurun:

20.000 CİVARINDA KİTABI VARDI, DÜNYA’NIN HER TARAFINDAN KİTAP GELİRDİ

*Babanız büyük bir İslam âlimiydi ve muhakkak onunla geçirdiğiniz sürede birçok yönüne şahit oldunuz. Ben öncelikle Bayram Ali Öztürk Hocanın kitabi manada kendini nasıl yetiştirdiğini öğrenmek istiyorum. Bir günü nasıldı, neler yapardı?

*Babam, kitapları ile bilinirdi. Günde 1.000 sayfadan aşağı kitap okumazdı ve onun okuması da farklıydı. Sabah namazından sonra en az 1 cüz Kur’an-ı Kerim okur, tesbihatını yapar ve kütüphanesine geçerdi. Günün %90’ı çoğu zaman kütüphanesinde ve camide geçerdi. Günün kalan kısımlarında Sultanahmet’e gider ve kitapçıları gezerdi. Birçok kitapçının satılacak kitaplar listesini o hazırlardı.

*Babanız ve kitap bu noktada tam olarak birbiri ile örtüşüyor zihni planda da.

*Evet. Babam ömrünü kitaplara vakfetmişti. Devlet kütüphanelerinin birçoğundan daha büyük bir kütüphaneye sahipti. 20.000 civarında kitabı vardı. Düzenli bir şekilde başta Süleymaniye olmak üzere birçok kütüphaneyi özellikle takip ediyordu. İslam ülkelerinin neresinde bir kitap basılsa mutlaka babam o kitabı edinirdi. Nasıl gelirdi, nasıl irtibat kurardı bilmezdik. Şehadetinden sonra dahi çevresini kitapla teşvik etti. Mesela Fas’tan bir kitap getirtecekti ama şehadetinden önce ona ulaşmadı. Şehadetinden sonra onu getirecek arkadaşına rüyasında kızmış ve “Orhan, hala kitabımı getirmedin” demiş. “Benim öz evlatlarım kitaplarım” derdi. Onları severdi, ciltlerini yağlardı.

*Kitaplara nasıl davranırdı?

*Kitaplarını sürekli temizlerdi, tam açmazdı mesela. Kitabı tam açmanın kitaba saygısızlık olduğunu söylerdi. 90 derece açar ve tam açılmasına da kızardı. Babamdan yediğim tek tokat kitap nedeniyleydi. Kitabı tam açtığım için bir tokat atmıştı, hala hatırımdadır. Kitaplar onun her şeyiydi. Konevi Tefsiri’nin gayet eskimiş cildinin yerine yeni bir cilt yaptırmıştı ama o eski cildi de atmadı. Sayfaları arasına yerleştirdi.

İSTİKLAL CADDESİNDEKİ BİR KİTAPÇIYI ÇOK ŞAŞIRTMIŞ

*Ne tür kitaplar okurdu?

*Sonuçta kendisi birçok dili biliyordu ve o dillerdeki tüm kaliteli kitapları okurdu. İlmi manada kendisini geliştirecek her türlü kitabı okurdu. İlginç bir olay yaşamıştı mesela. İstiklal Caddesinde sol görüşlü bir kitapçıya girer ve sahibi olan bayan girişte babamı sarıkla, cübbe ile görünce; “Sizin aradığınız türden kitaplar burada yok” diyor. Babam tebessüm ederek aradığı kitapları söylüyor ve kitapçı ağzı açık bir şekilde hayretini dile getiriyor. Afallıyor. Bu anlamda dehşet bir ilme ve ilgiye sahipti. 6 dil bilen, entelektüel bir kişiliği vardı.

*Özel ilgi alanları var mıydı?

*Son dönemlerde sosyal psikolojiye ağırlık vermişti. Psikoloji ile çok ilgilenirdi. Sorulduğunda; “Bunları okumazsan Çanakkale savaşını ve İstiklal Marşını bugünkü insanlara nasıl anlatacaksın?” derdi. “O günkü insanların psikolojilerini anlayacağız ve bileceğiz ki bugüne anlatalım” derdi. “Çanakkale, Sarıkamış ve Medine Müdafaasını okumayan tarih okudum demesin” derdi. Medine’yi savunan Fahrettin Paşaya karşı özellikle bir sevgisi vardı. Sürekli onu anlatırdı. Babam her zaman Fahrettin Paşa’nın kılıcına sahip çıkacak yiğitlerin arayışındaydı. Osmanlı’ya asla dil uzattırmazdı.

*Özellikle bağlı olduğu kitaplar var mıydı?

*Konevi Tefsiri’ne özellikle bağlıydı. 27 Temmuz 2006 gecesinde bana vasiyet etti. Vasiyetinde; “Oğlum beni buralardan göndermeye çalışıyorlar. Ben ölünce sizi burada hiç rahat bırakmazlar, gönderirler. Bu nedenle kitaplarımın bir kısmını hatıra diye tut, diğerlerini dağıt istersen” dedi. “O bir kısmını da tutamıyorsan, sadece şu Konevi Tefsiri’ni asla kaybetme” dedi. O kitabı çok seviyordu.

FATİH’İN TÜRBESİNE GİDER VE “DEDECİĞİNE” SESLENİRDİ

*Babanız Mektubatçı olarak biliniyordu. Neden?

*Babam, büyük İslam âlimlerinden İmam Rabbani'nin mektuplarından oluşan 'Mektubat-ı Rabbani' kitabını ezbere biliyor ve her pazar sabahı İsmailağa Camii'nde sohbet veriyordu. Çünkü Mahmut Efendi Hazretleri, öğrencileri arasında babama ayrı bir alaka gösterirdi. Yıllarca ders olarak okuttuğu “Mektubat”ını okuyup, şerh etme görevini babama vermişti. Efendi hazretleri, ayrıca kendisine de babamın mektubat okumasını istiyordu. Bu nedenle babam, İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin Mektubat derslerinde zamanla o derece uzmanlaştı ki birçok hocanın okumaya dahi cesaret edemediği mektupları kürsüde şerh etti. İşte bu yönü babamın “Mektubatçı Bayram Hoca” diye tanımasına yol açtı.

*Elbette sadece Mektubat okutmuyordu?

*Tabii. Babam, “Mektubat” dışındaki kitapları okutma noktasında da parmakla gösterilen bir ilim adamıydı. Yavuz’un divanı gibi kitapları özellikle okuturdu. İstanbul medreselerinde takip edilen klasik eserlerin yanı sıra doğu-batı medreselerinde okutulan birçok kitabı da okutmaktaydı.

*Osmanlı ile alakası nasıldı?

*Osmanlı’ya olan hayranlığı ile biliniyordu. Fatih, Yavuz ve Abdulhamit Han’ın hayranıydı. Kitaplarda tam vakıf olamadığı bir konu olursa, okuduğu kitabı alıp Fatih Sultan Muhammed Han’ın türbesine gider ve “Dedeciğim anlayamıyorum” dermiş. Öğrencilerine bunu eski bir âlimden bahseder gibi anlatırmış ama sonra kendisi olduğunu öğrencileri anlamış.

IRAKLI NUR BACININ MEKTUBU ONU DERİNDEN YARALAMIŞTI

*İslam Coğrafyası?

*Daima Müslümanların dertleri ile dertlenirdi. Nerede bir Müslüman acı çekse onlarlaydı. Bosna, Çeçenistan, Filistin, Afganistan, Moro ve Filipinler dahil birçok İslam yurdu onun gündemindeydi. Irak zulmü ondan derin izler bırakmıştı. Her an, her vesile ile onu hatırlatırdı. Iraklı Nur Bacının mektubunu sürekli anlatırdı. Her zaman bunu vurgulardı. Nur bacımızın haykırışını sürekli sürekli sürekli cemaate anlatırdı. Her vesile ile ümmetin o utancını dile getirirdi. Babamı sürekli bir yerlere davet ederlerdi ama o “kardeşlerim ağlıyor, gülemem” diyordu. Ben babamın kahkaha ile güldüğünü hiç görmedim. Tebessüm ederdi sık sık fakat asla yüksek sesle gülmezdi. Müslümanların acıları ile acılanırdı ve bu nedenle; “Kanlar akarken bana gülmek yakışmaz” derdi.

ŞEHİT OLMADAN BİR İKİ SAAT ÖNCE: “AHİRETİ ÖZLEDİM”

*Şehadetinden önce neler yaşandı? En son ne zaman görüştünüz mesela?

*Son gece birlikteydik. Gece 3 gibi kütüphaneden çıkarak odasına geldi. Mutfakta masanın üstüne yumruk vurarak özledim dedi. Kardeşim; “Hayırdır baba neyi özledin?” deyince “Ahireti özledim” dedi. Kardeşim; “Baba, 1 ay sonra kardeşimin düğünü var şimdi sırası mı?” deyince babam da; “Kızım sen oranın tadını bilsen böyle düşünmez ve söylemezsin” dedi. Sonra yemeğini yedi ve 1.5 saat kadar sürecek dünyadaki son istirahatına çekildi.

*Son yemeği?

*Bir elma ile bir bardak süt idi.

*Peki, normalde yapmadığı ama o sabah yaptığı şeyler oldu mu?

*Elbette. Her sabah tüm aileyi namaza kaldıran babam o sabah kimseyi kaldırmadı. Herkesin başına gidip başını okşadı ve sevdi. Giderken ablam babama; “Baba hayırdır. Benim evden ayrılamama daha 1 ay var, buradayım ben. Sanki bir yere hemen gidecekmişim gibi davranıyorsun” dedi. Babam hiçbir şey söylemedi ve ablama el sallayarak salondan çıktı. Gitti. Hiçbir şey söylemedi ama tam dış kapıdan çıkarken annemle göz göze gelmiş ve bu defa annem babama; “Hocaefendi bizi neden kaldırmadın?” demiş. Babam, anneme de tebessüm etmiş ve daha önce hiç yapmadığı o el sallama hareketi ile onunla da vedalaşmış.

*O şehit olarak gitti, peki son dönemlerinde şehadeti vurguluyor muydu?

*Babamın halka açık sohbetlerinden de son dönemlerinde sürekli şehadeti anlattığını anlıyoruz. Son sözleri de şehit olmak üzerineydi. Bunlar kayıtlarda var. “Şehit olmak yürek ister, şehit olmak şahsiyet ister” derken şehit oldu. O, bu şehadeti bekliyordu açık açık. Bu dünyadan zevk almadığını söylüyordu. Son dönemlerinde farklı bir koku vardı üstünde, bunu hissediyorduk. Takkesinde o koku hala duruyor. O hayatının her döneminde peygamberimizi örnek alıyordu ve kendisi de o şekilde yaşadı ve o şekilde gitti. Aynı peygamberimiz gibi daha yaşını doldurmadan öksüz kaldı ve amcasının himayesinde büyüdü. Amcası Hacı Bilal Öztürk ona sahip çıktı ve çocuklarından ayırmadı. Üzerinde büyük emeği oldu. Şehit olduktan 2 gün sonra Efendi hazretlerinin durgunlaştığını söylüyorlar. Çevresindekiler bu durumdan rahatsız olup, efendi hazretlerinin sağlık durumundan endişe etmişler. Hastaneye götürmek istediklerinde o itiraz ediyor ve “Susun, susun, Bayram hocam Mektubat okuyor, onu dinliyorum” demiş.

GECE NAMAZLARINA ÖNEMLİ BİR DAVETE GİDER GİBİ HAZIRLANIRDI

*Babanızı zihni planda nasıl hatırlıyorsunuz?

*Benim için o, gece namazına kalkmış ve namaz kılan bir insandı. Şöyle ki, o gece namazlarına kalktığı zaman asla o giysiler içerisinde namaz kılmazdı. Önemli bir davete gider gibi hazırlanırdı. Kalkar, üstünü giyer, saçlarını sakallarını tarar ve sonra namazını kılardı. Bendeki baba imajını bu resim güçlendirmiştir.

*Kaç yaşındaydı şehit olduğunda?

*54 yaşında şehit oldu. İsmailağa’nın sütunları arşa değiyor diyordu. Efendi hazretlerine ve kitaplarına sonsuz bir sevgi beslerdi. En zorlandığım anlarda Efendi Hazretlerini gözünün önüne getirmemi isterdi. “Git, gör, gözün onun fotoğrafını çeksin, bu sana fayda olarak yeter” derdi.

*Peki, böyle bir cinayet işlendi. Tüm kamuoyu buna şahit oldu. Çok gizli ve kirli ilişkiler söz konusu. Siz davayı da takip ediyorsunuz. Nedir son durum?

*Soruşturmayı zaman aşımına sokmak istiyorlar. Bir arpa boyu kadar dahi ilerleme yok. Unutturmak istiyorlar. bir şeyleri gizliyorlar. Kamuoyunu bu konuda duyarsızlaştırdılar.

M.MUSTAFA UZUN/Anadolu Gündem
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Ekim



Kayıt: 21 Arl 2007
Mesajlar: 2634
Konum: Kanada

MesajTarih: Sal Mar 23, 2010 12:57 am    Mesaj konusu: AKP-FTÖ İKİLİSİ ALLAH'IN 'CİHAD' EMRİNİ 'TARİHE GÖMECEK'MİŞ Alıntıyla Cevap Gönder

AKP-FTÖ İKİLİSİ ALLAH'IN "CİHAD" EMRİNİ “TARİHE GÖMECEK”MİŞ

Ertuğrul Horasanlı



AB-D Emperyalizminin içimizdeki truva atları AKP ve FTÖ ikilisinin Allah'ın hükümlerini ve Resulullah’ın sünnetlerini birer ikişer ortadan kaldırmaya çalıştıkları biliyoruz...

Hatırlayın ...

"Ilımlı İslâm" adı altında Pentagon-İsrail hattında Fetullah Gülen'in katkıları ve Tayyip Erdoğan'ın eşbaşkanlığında bütün İslâm alemine dayatılan “gerçek İslâm'ı tahrif pojesi" milyarlarca dolarlık kaynaklar tahsis edilerek yürürlüğe konmuş ve bunun ilk pilot uygulaması AKP ve Fetullah medyası eliyle ülkemizde başlatılmıştı...

Bu proje çerçevesinde önce kelime-i şahadetteki "M......d'in resulullah" kısmının gereksiz olduğunu ilan eden bu ikili...

Daha sonra AB'nin emri ile "Allah katında tek din İslâmdır" ayetinin camilerde okunmasını DİB’e yasaklatmış...

Bütün ilk ve orta dereceli okul kitaplarındaki "cihad, şahadet, şehidlik, mücahid, hilafet, halife, ehl-i sünet” gibi bu ülke insanlarının yüzde 95'inin inançlarının ve ortak hafızalarının temel parçaları olan bir çok kelimeyi, MEB emriyle kitaplardan çıkartarak okullarda bu kelimelerin kullanılmasını da yasaklatmıştı....

Yine "Hepimiz ibrahimîyiz Müslüman Hıristiyan Yahudi farksızdır. Hepsi cennete gidecek" yalanıyla sürdürülmüş ve hatta bu yalana hizmet eden Ankara’daki ilahiyat profesörlerinden birinin kızının “madem öyle ben Hristiyan oldum baba; çünkü hristiyanlık daha kolay ne örtü var, ne içki yasağı ne namaz, ne de oruç” dediği medyada üçüncü sayfa haberi olarak yeralmıştı...

Doğrudan doğruya insanımızın çoğunluğunun iman ve itikad esaslarını sinsice törpülüyerek yoketmeyi amaçlayan bu proje; şimdi 1400 küsur yıldır İslâm topraklarını İslâm toprağı yapmış ve İslâm toprağı olarak muhafaza edilmesini sağlamış olan “Cihad” emrini yok etme, geçersizleştirme ve hafızalarımızdan silme hamlesi yapıyor...

Şu haberi o gözle dikkatlice okuyun:

["ÖLÜM FETVASI" TARİH OLUYOR

El Kaide’nin kanlı eylemlerine meşruiyet kazandırmak için kullandığı ‘cihad’ fetvası kalkıyor.

El Kaide’nin kanlı eylemlerine meşruiyet kazandırmak için kullandığı ‘cihad’ fetvası 700 yıl sonra ortadan kalkıyor. Hoşgörü kenti Mardin’de bir araya gelecek olan İslam aleminin önderleri, barışçı söylemle yorumladıkları fetvayı dünyaya ilan edecek
Moğol istilası altındaki Mardinliler’in isteği üzerine İslam dünyasının önde gelen alimlerinden İbn Teymiyye tarafından 1300’lü yılların başında verilen ‘cihat’ fetvası 700 yıl sonra ortaya çıktığı Mardin’de tarih olacak. Mardin Artuklu Üniversitesi’nde 27-28 Mart tarihlerinde ‘Barış Diyarı Mardin’ başlığıyla düzenlenecek toplantıya Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve diğer İslam ülkelerinden yirmiye yakın tanınmış din adamı katılacak. Barışçı söylemle hazırlanacak ortak deklarasyon daha sonra dünyaya ilan edilecek.
BATI ALEMİ TARTIŞIYOR
Toplantıyı düzenleyen İngiltere merkezli Küresel Yenilenme ve Rehberlik Merkezi (GCRG) isimli düşünce kuruluşunun yöneticisi Aftab Malik, kardeşlik ve hoşgörü kentindeki buluşmayla ilgili şu bilgileri verdi:
EL KAİDE EN TEHLİKELİ OLANI: “Başta El Kaide olmak üzere radikal dinci terör örgütlerinin eylemlerini meşrulaştırmak için kullandıkları dini argümanların başında ‘Mardin Fetva’sı olarak bilinen ve Müslümanları, Müslüman olmayan yönetimlerle savaşmaya çağıran fetva gelir. Mısır’daki cihatçı hareket bu fetvayı kullanarak ayaklandı. Bunun en son ve en tehlikeli örneği ise El Kaide’dir. İslam dünyasının yanı sıra ve İslam ile ilgili çalışmalar yapan Batılı bilim adamları uzun sürüder bu fetvayı tartışıyor.”
DÜNYAYA İLAN EDİLECEK
ORTAK YORUM, BARIŞÇI SÖYLEM: “Mardin buluşmasının amacı İslam dünyasının önde gelen din adamlarına o fetvanın bugünün koşullarında geçerli olup olmadığını tartıştırmak. Bu kişilerin hepsi İslam dünyasında milyonları etkileme gücüne sahip şahsiyetler. İki gün sürecek tartışmalar sonunda İbn Teymiye’nin fetvası konusunda yeni bir ortak yoruma ulaşılacak ve bu dünyaya açıklanacak. Böylece El Kaide’nin terör eylemlerine meşruiyet kazandıran dini argüman ortadan kalkmış olacak.”
TERÖR DEĞİL HOŞGÖRÜ
Toplantının organizasyonunda katkıda bulunan Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın ‘kamu diplomasisi’nden sorumlu Başdanışmanı İbrahim Kalın da, Mardin buluşmasının “İslam dininin terör değil barış ve hoşgörü dini olduğu mesajının dünyaya verilebilmesi açısından önemli bir imkan olduğunu ifade etti.]
(22 Mart 2010 aktifhaber)

Haberin redaksiyonundaki sinsi/hilekâr/tahrif ediciliğin dozunun ne kadar yüksek tutulduğuna dikkat etttiniz mi?

Daha öncekiler gibi kullandıkları bir haberdeki, yirmi cümle içine sokuşturdukları bir iki dezenformasyon cümlesiyle yetinmiyorlar...

Artık insanımızı belli bir kıvama getirdiklerine inanıyor olmalılar ki...

Haber baştan başa ve açık açık tahrifatçı/dezenformatif bir dille hazırlanmış...

Hazırlanışındaki ustalık bu haberin sıradan gazeteciler tarafından değil, kesinlikle psikolojik savaş uzmanlarının elinden çıktığını ayan beyan gösteriyor...

Bu haberi okuyan dinî bilgisi zayıf biri “Cihad”ı ALLAH’ın apaçık bir emri ve Peygamber’in kesin bir sünneti olarak değil de...

“Moğol istilası altındaki Mardinliler’in isteği üzerine İbn Teymiyye tarafından 1300’lü yılların başında verilen” bir “fetva” olarak algılayacaktır.

Koskoca İslâm aleminin 1400 küsur yıllık tarihi boyunca sadece İbni Teymiyye mi cihad fetvası vermiştir?

Ehli sünnet’in kütüphaneler dolusu referans kitaplarında onbinlerce alimin “cihad”ın Allah’ın apaçık bir emri ve peygamberin en kesin sünnetlerinden biri olduğuna ve bu emre uyan müslümanların faziletine ve uymayanların rezilliğine dair yüzbinlerce sayfayı ne yapacaksınız?

Moğollar gibi bütün bu kitapları da ateşe mi vereceksiniz?

***

Haberdeki başlığa ve ara başlıklara dikkat:

("ÖLÜM FETVASI" TARİH OLUYOR)...

"ÖLÜM FETVASI"= CİHAD EMRİ

Yani:

ALLAH'IN CİHAD EMRİ TARİH OLUYOR...

Peki onun yerine ne gelior:

(ORTAK YORUM, BARIŞÇI SÖYLEM...)

(DÜNYAYA İLAN EDİLECEK...)

Ne ilan edilecek:

(TERÖR DEĞİL HOŞGÖRÜ ...)

"TERÖR" derken başkanım?

TERÖR=CİHAD

"CİHAD" neydi başkanım?

"İBNİ TEYMİYYE'NİN FETVASI...

HAAA?

YAAA?

İşte böyle adım adım "Allah'ın indirdikleri, Resulıllah'ın bildirdikleri" hafızalarımızdan silinip "tarihe gömülürken"...

Yerine gelen ne?

DEMOKRASİ...

Irak'a Afganistana tankla topla seyreltilmiş uranyumlu, misketli, fosforlu bombalarla kan ve ateş içinde getirilen demokrasi...

Türkiye'ye usul usul, sinsice hafızalar silinip yerine yeni kayıtlar düşürülerek kitlesel hipnoz/zihin kontrolü yolula getririliyor...

Demokrasi tam olarak geldiğimde ne olacak başkanım?

Allah'ın emirleri ve Resullah'ın sünnetlernden "demokrasiye uygun olayan"larının tamamı hafızalarımızdan barış ve hoşgörü mavallarıyla silinmiş olacak?

***

“Mardin Artuklu Üniversitesi’nde 27-28 Mart tarihlerinde ‘Barış Diyarı Mardin’ başlığıyla düzenlenecek toplantıya Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve diğer İslam ülkelerinden yirmiye yakın tanınmış din adamı katılacak.”

Kimse artık bu “yirmiye yakın tanınmış din adamı”?

Onlar hangi dinin adamıysalar artık...

Ve onları kimler tanıyor ve tanıtıyorsa...

Bir buçuk milyarlık İslâm aleninde bula bula bunları bulmuşlar demekki "fedai" olarak...

Peki ne yapacakmış bu “ılımlı islâm fedaisi” ilim(!) adamları?

“İki gün sürecek tartışmalar sonunda İbn Teymiye’nin fetvası konusunda yeni bir ortak yoruma ulaşılacak ve bu dünyaya açıklanacak. Böylece El Kaide’nin terör eylemlerine meşruiyet kazandıran dini argüman ortadan kalkmış olacak.”mış..

İlmî toplantı(!)nın kalitesini görüyor musunuz?

Bu fedai ilim adamları tam iki gün boyunca, Teymiyye'nin fetvasını nasıl etsek de ortadan kaldırsak diye kan ter içinde tartışacaklarmış...

Eeee...

İkinci günün sonunda her bir fedai ilimn adamı yorgunluktan bitap düşmek üzereyken...

“İbn Teymiye’nin fetvası konusunda yeni bir ortak yoruma ulaşılacak ve bu dünyaya açıklanacak” ve “Böylece El Kaide’nin terör eylemlerine meşruiyet kazandıran dini argüman ortadan kalkmış olacak”mış..

İyi de...

Madem bu toplantının sonunda ne olacağı başlamadan önce belli...

Tayyip Erdoğan'ın sponsorluğunda bu toplantıyı düzenleyen Mardin Artuklu Üniversitesi niçin bunca masrafı ve zanam kaybını göze alarak kendini komik duruma düşürüp elegüne rezil ediyor?

Böyle İlmî toplantı/tartışma mı olur?

Baştan sonuç belliyse...

Siz neyi “tartışmak için” toplanıyorsunuz?

Baştan sonuç belliyse...

O toplantıda hangi “allame”nin ne diyeceği de noktasına virgülüne varıncaya kadar bellidir...

Herkes eline tutuşturulan bildirileri okuduktan sonra, o bildirileri hazırlayan el tarafından, o bildirilerle birlikte önceden hazırlanmış “ortak yorum” metni okunacak ve onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine...

Böyle “ilmî toplantı” mı olur?

Böyle bir müsamereye “ilmî toplantı” adı veren üniversiteye “üniversite”, o toplantıya figüran olarak katılacak kişilere “ilim adamı” denir mi?

Koca bir ülkenin başbakanı böyle bir kepazeliğe nasıl sponsorluk yapar?

Böyle bir başbakana kendi dinî inançları tahrif edilmeye çalışılan bu ülkenin Sünnî müslümanları nasıl oy verir ve umut bağlar?

En iyisi biz CD sürücüsüne Ahmet Kaya’yı koyalım da bu saçma sapan işler konusunda bu yazıya noktayı o koysun:

“Nerden baksan tutarsızlık/Nerden baksan tutarsızlık/ Nerden baksan Ahmakçaaaaaaaaaa”

Sıradışı

Ilımlı İslam ve Mardin fetvası
31 Mart 2010
Ahmet TAKAN

Geçtiğimiz hafta sonu , 700 sene önceki "Mardin Fetvası"nı tartışmak üzere Artuklu Üniversitesi'nin ev sahipliğinde, Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi (GCRG) ile Canopus Consulting düşünce kuruluşlarının desteğiyle 'Barış Diyarı Mardin' başlığıyla bir sempozyum düzenlendi.

İngilizler, programı Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortak yapmak istediler.

Ama Diyanet İşleri Başkanlığı, yedi asır öncesinde kalmış, Mardin'de bile hiç kimsenin bilmediği fetvayı, Müslüman teröristler için dayanak noktası kabul etmenin yanlışlığına dikkat çekerek toplantıya ev sahipliği yapmayı reddetti. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Görmez'in açıklaması da ilginç:

"11 Eylül'den sonraki şiddet ve terör olaylarının onlarca sebebi ortada dururken, yedi asır önce Mardin'de verilmiş bir fetvayı ve bu fetvanın sahibi İbn-i Teymiyye'yi sorumlu tutmak doğru değil. Anadolu'da kimsenin bilmediği bir fetvaya şöhret kazandırmak da yanlış."

Toplantı medyaya "Mardin Fetvası kaldırılıyor “ diye yansıdı.

Türkiye medyasında "Mardin Fetvası kaldırılıyor" diye sunulan toplantı gün boyunca BBC ekranından yayınlandı.

AKP iktidarının YÖK vasıtasıyla yol verdiği İngiliz sponsorluğundaki toplantı gerçekten çok önemli ama tartışma kamuoyunda gereğince yer bulmadı.

Bu toplantının hemen ardından Moskova metrosunda meydana gelen kanlı patlamaları dış basın, Rus Kommersant gazetesine referans göstererek Türkiye'ye dayandırdı.

”Çeçen intihar komandoları hepsi Türkiye'de medreselerde eğitiliyormuş”.

Bakın hele!

Kanlı eylemler, Müslüman Çeçenler ve Batıl zihniyetin yüzyıllarca çanına ot tıkayan medreseler…

Ve Ilımlı İslam Projelerinin uygulama sahası haline getirilen Türkiye.

Moskova metrosunda bombalar hemen patladıktan sonra Prof Dr.Mahir Kaynak bunun bir İngiliz provokasyonu olabileceğine dikkat çekmişti.

Birde Mardin Fetvası’nın içeriğini hatırlayalım:

“Tarihler Miladi 1300’ün başlarını gösterirken Moğollar Mardin’i işgal eder. Bunun üzerine ahali, dönemin ünlü İslam bilgini İbn-i Teymiyye’ye gidip Moğollara başkaldırı ya da mücadele etmenin caiz olup olmadığını sorar.

İbn-i Teymiyye’nin bu soru karşısında İslam adına verdiği karşılık ya da fetva şudur:“Mardin için iki durum söz konusu; İslam hukuku ile yönetilmediği için Darü’l-İslam denemez ama yaşayanların tamamına yakını Müslüman olduğu için Darü’l-Harp de değil. Buradan hareketle istilaya direnmek caiz ve hatta cihattır.”

Bir hatırlatmada büyük yankılar yapan The Wall Street Journal gazetesinde yayımlanan, "Türkiye'nin Siyasi Devrimi" başlıklı, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz ve Lehigh Üniversitesi Profesörü Henri Barkey imzalarını taşıyan makaleden:

"....Türkiye'de görülmemiş ve ordunun ülkenin siyasi yaşamı üzerindeki vesayetinin kaldırılmasına doğru götüren siyasi bir drama göz önüne seriliyor. Eğer iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi(AKP), önemsiz dini konulardan kaçınarak ve kendi demokrasisini güçlendirerek Türkiye'nin tırmanan kutuplaşmayı azaltmada başarılı olursa İslam dünyası üzerindeki etkisi, dokunulur olmasa da, çok büyük olabilir."

Türkiye uzmanları(!) acil uyarı yapıp yine ordu sopasını kullanıyorlar” elinizi çabuk tutun yoksa ordu dikeni ayağınıza batar ha!”

Avazturk sütunlarında dile getirmiştik, Afganistan’ da iş yapan bazı Türklere ABD'lilerin “2012'de oradayız” dediklerini.

Bizimki komplo senaryoları yazmak değil. Amacımız, parça parça gibi gözüken gelişmeleri ve tezgahları art arda sıralayıp fotoğraf bütünlüğünü sağlamak.

Konunun ehli değiliz ama Mardin Fetvası Müslümanların cihat etmesinin meşru dayanağını sağlayan ve bu güne kadarda yürürlükte olan bir fetva……

1.Dünya harbinin emperyal gücü İngiltere’ye karşı Anadolu işgaline karşı Atatürk ve arkadaşlarının başlattığı Kuvay-i Milliye hareketi bu fetva nedeniyle de meşru idi ve Müslüman ahali tarafından da önemli destek ve katkı verilmişti.

Bu toplantı, BOP' un Orta Doğu'da yaratmak istediği “kapitalist Müslüman” tipinin (Calvinist İslam)gerçekleştirilebilmesi için önemli engellerden birinin kaldırılması için düzenlenmiştir.Ilımlı İslam projesinin müçtehitliğine soyunan Prof.Hayrettin KARAMAN “Afgan halkının Sovyetlerle savaşı cihaddır, Amerikaya başkaldırısı ise cihad istismarıdır.”sözleriyle Tayyip Erdoğan’ın eşbaşkanlık sözüyle kastettiklerinin içini doldurmaktadır.

Kurtuluş savaşında da Anadolu halkının milli mücadeleden koparmak adına İngiliz kökenli düzmece fetvalar veriliyor. Mustafa Kemal ve arkadaşları “ dinden çıkan hainler “ olarak ilan ediliyordu. Niye dinden çıkan hainlerdi? Tek suçları işgalci İngilizlere ve onların yardakçılarına karşı vatan için mücadele etmekti.

Ama o zaman da bugün hesaplayamadıkları bir şeyi hesaplayamıyorlardı. Türk Milletinin Mustafa Kemalleri ve Rıfat Börekçileri vardı.

Biz de bu son olarak Mardin'de gerçekleştirilen İngiliz tezgâhına, İlk Diyanet İşleri Başkanımız Rıfat Börekçi'nin Kurtuluş savaşını şahlandıran fetvasını hatırlatarak cevap verelim:

“ANKARA MÜFTÜSÜ RIFAT EFENDİ’NİN KARŞI FETVASI

Dünyanın düzeninin sebebi olan Müslümanların Halifesi (Allah onun azametini ve hilafetini kıyamet gününe kadar uzatsın) hazretlerinin hilafet makamı ve saltanat merkezi olan İstanbul, Halife’nin rızası hilafına olarak, Müslümanların düşmanları olan devletler tarafından fiilen işgal edilerek İslam askerleri silahlarından soyulup bazıları haksız yere öldürülerek, Hilafet merkezinin korunmasını üstlenen, bütün istihkâmlar, kaleler diğer harp vasıtalarını zapt ve resmi muameleleri yürütme ve Müslüman askerleri teçhize memur olan Bab-ı Ali ve Harbiye Nezaretine el konularak, halifeyi, milletin hakiki faydalarını temin edecek tedbirler almasından fiilen yasaklama, sıkı yönetim ilanı, Divan-ı Harpler teşkil ederek İngiliz kanunlarına uygun olarak muhakeme ve cezalandırma suretiyle Halife’nin hükmetme hakkına müdahale ve yine Halife’nin arzusu hilafına olarak Osmanlı memleketinin bir parçası olan İzmir, Adana, Maraş, Antep ve Urfa havalisine düşmanlar tarafından tecavüz edilerek, gayrimüslim vatandaşlar ile işbirliği halinde Müslümanları öldürüp, mallarını soygun ve yağma edip, namuslarına tecavüz ederek mukaddesatlarını tahkir ettikleri takdirde yukarıda açıklandığı gibi harekete maruz kalan ve esir olan gayretlerini sarfetmek bütün Müslümanlara farz olur mu?

Cevabı budur : Allah en iyisini bilir , OLUR (Düşman saldırdığı zaman onunla savaşmak herkese farzdır.Bu durumda kadının kocasının izniyle , kölenin de efendisinin izniyle savaşması gerekir. “ Kenz ve Bezzaziye adlı eserlerde “ . Eğer bir Müslüman kadın doğuda baskına uğrarsa batıdakilerin onu esaretten kurtarmaları gerekir.” (Bahru’r Raik adlı eserde)

Bu şekilde hilafetin meşru haklarını , gasbedilen gücünü geri almak ve tecavüze maruz kalan memleketleri düşmandan temizlemek için cihat edip savaşan Müslümanlar dinen baği (devlete isyan etmiş) olurlar mı?

Cevabı budur : Alah en iyisini bilir. OLMAZLAR ( isyancı diye gerçek imama itaati haksız olarak tanımayan müslüman gruba denir. “Mecmeu’l-Enhur adlı eserde”

Yukarıda yazıldığı şekilde Hilafetin gasbedilen haklarını geri almak için düşmanlara karşı açılan savaşta vefat edenler şehit, hayatta kalanlar gazi olurlar mı?

Cevabı budur : Allah en iyisini bilir. OLURLAR (Şehit şunlardır : Düşman, isyancılar ve yol kesiciler tarafından öldürülenler veya ellerinde belirli bir işaretle savaş meydanında bulunanlar, bir Müslüman’ın bir başka Müslüman’ı dinen öldürmesi gerekmeyen bir konu dolayısıyla zulmen öldürdüğü taktirde öldürülen, aynı şekilde zimminin yine dinen öldürülmesi gerekmeyen bir konu sebebiyle bir başkasını öldürdüğü taktirde öldürülen şehittir. (“Zeylei adlı eserde”)

Bu şekilde cihat edip dini görevlerini yerine getiren Müslümanlara karşı düşman tarafından Müslümanlar arasında silah kullanıp adam öldüren kişiler en büyük günahı işlemiş ve fesat çıkarmış olurlar mı?

Cevabı Budur : Allah en iyisini bilir. OLURLAR. (Allahü taala şöyle buyurmuştur : “Fitne adam öldürmeden daha kötüdür. Bundan dolayı da fesatçılar fitneye başvurur” “ Fethül Kadir adlı eserde”)

Düşman devletlerin zorlaması ve kandırması sonucu verilen hak ve hakikat ile bağdaşmayan fetvalara Müslümanların bağlanmaları ve dinen ona göre hareket etmeleri doğru olur mu?

Cevabı budur : Allah en iyisini bilir. OLMAZ. (Zorlama rızayı yok eder! “Velvaliceyh adlı eserde”)


16 Nisan 1336 (1920)
Mehmet Rıfat (BÖREKÇİ)
Ankara Müftüsü


Biz bu fetvayı alalı çok olmadı, yalnızca 90 yıl geçti.Emperyalist tezgahçılar iyi bilsin ne 700 yıllık Mardin Fetvasını nede 90 yıllık Ankara fetvasını unuturuz!

Ha! birde Ilımlı İslamcılar, emperyalistler ve yardakçıları unutmasınlar:İslam sancaktarlığı şerefine erişmiş bu millet Cihad'ın Kur'andan kaynaklandığını çok iyi bilir.Bunu İngilizler de iyi bilirler esasında.Kur'an'dan cihad ayetlerini (tövbe-haşa) kaldırmak mümkün mü? Tabii ki böyle bir şeyi tartışmak düşünmek bile cehalettir. Aksi halde başlarına ne geleceğini de iyi bilirler.

Her ne kadar kişiler üzerinden tartışma açıp da tezgahlarını ilizyonlarla bize yutturmaya kalksalar da nafile.Türk milleti gücünü Allah'a olan inancından ve yüce Kur'an-ı Kerim Azimüşşan'dan alır.

Kaynak: avaztürk

ÇOK ŞÜKÜR ARTIK BAYRAĞIMIZI YAKIYORLAR! YAŞASIN HZ. DONANMA ve ISLIK ÇALAN OKLARIMIZ…
Bülent Akyürek
7 Haziran 2010
“Bilginin gücü” diye kandırdılar bizi oysa birkaç kişi “Bilginin Güçsüzlüğünü” yaşıyoruz hep. Bilen adamlardan bıktım usandım. “Canım sıkılıyor” diyen birine kahveden, komşulardan binlerce amatör psikolog yardıma koşuyor. Bugünlerde de her yanımız stratejist kaynıyor. Gazi Hakan Albayrak ve arkadaşlarının Hz. Donanması İsrail’in ağzına tükürünce etrafımız bilen adam kaynadı.

Bilen cahillerin yanında susmayı başararak nefsimizle savaşıyoruz. On bin kitap okuduktan sonra facebook’a bir cümle yazarak gelen yorumlara bile katlanmak insanı cennetlik yapabilir. Her sözün kıçından anlaşıldığı enteresan bir ülkede yaşıyoruz.

Geçen günlerde birçok insan hararetle “Fetullah Gülen bu konuda niçin konuşmuyor?” diye sızlanıyordu. Bizler ise “Yahu kardeşim bundan büyük nimet var mı, iyi ki konuşmuyor…” diyorduk. Neyse, Hoca Efendi “Otoriteyi tanımadılar” cümlesini kurunca herkes ayaklandı. Ben, Hoca Efendi’nin Amerika’da esir olduğunu düşünüyorum. Kurduğu cümleleri özgür bir Müslüman canı pahasına kurmazdı… Keşke Hz. Donanma yola koyulduğunda yalancıktan bilinç kaybı yaşasaydı, hastalansaydı, sahte komalara girseydi de bir açıklama yapmak zorunda kalmasaydı ama akledemedi.

Eğer İHH, Gazze’ye ikinci kez bir yardım filosu çıkarırsa lütfen otoriteden izin alsınlar. Ben de aynı kanaatteyim, Ahmedi Nejat’a sormadan gitmemek gerekiyor:)

Hz. İbrahim, putları kırmaya giderken putperestlere mi sordu? Peygamber efendimiz de Kâbe’deki putları indirirken kimseye sormadı… Bu memleketin mümin insanları çoluk çocuklarını, eşlerini, ana ve babalarını ayak bağı etmeden Allah’a sığınarak kâğıttan bir gemiye binip Gazze’deki ablukaya gedik açmaya gittiler. Size bir şey söyleyeyim mi? O gemiye binen yirmi insanı tanıyorum, inanır mısınız yüzme bilenlerin sayısı iki :) İman, takva böyle bir şeydir işte… Silaha gerek yoktu. Gemiden atıldıklarında bile boğularak şehit olacaklardı… Takva sahibi mümin arkadaşlarımız, gazilerimiz hesabın, kitabın, matematiğin içine böyle tükürdüler… T Cetveli kullanmadan sandalyeye bile oturamayan teknolojik İsrail’e bundan daha büyük bir cevap verilebilir miydi? Hayır…

Yıllardır, tasavvuftan nefret eden insanlar bu ümmetin çocuklarını “Tedbir, tevekkül” diyerek pasifist ettiler. “İçinizdeki Öküze Oha Deyin ve Öğlen Namazına Nasıl Kalkılır” kitaplarımda hep şunu dedim: Biz yalnızca Allah’a ve O’nun ordusuna güvenmeliyiz. İmanla yerden alıp attığımız bir taşla uçak düşürürüz böylece… Bana deli dediler. Oysa Hz. Donanma Gazileri, viledanın sapıyla helikopter dövdü biliyorsunuz…

Büyük bir gücü, daha büyük bir güçle yenmek olağandır, matematikseldir ama espri çok büyük bir gücü topal bir sinek olarak yenmektedir. İmparatorluklar böyle çöker, ordular bununla depresyona girer, bizimkiler bunu başardı.

Tam donanımlı, eli silahlı, uçaklı, teçhizatlı, maskeli, sadece gözleri görünen korkak İsrail askerlerine karşı yüzme bilmeyen ve kuru soğan fırlatan mübarekler karşı koydu. Göğüslerini siper ettiler… Şehitlerimizin anaları bir damla gözyaşı dökmedi… Bu ümmet affa uğradı… Allah, bu kavmi affetti… “Gazze’ye Yol Açık” parolasıyla gittiğimiz yerden “İslâm İmparatorluğu’na Yol Açık” müjdesiyle geri döndük…

Gazze’ye giden Mavi Marmara’nın mübarek savaşçıları bizlere yeniden bir şeyler hatırlattı… Şiir gecelerinde ağlayan bıyıklı adamlara erkek olmayı öğrettiler. Savaşlar küfürle başlar. Ben, kendi adıma insanlara küfretmesini öğrettim, bunun için hep eleştiri aldım ama en azından yazılarımla küfrettim… Artık mübarek gazilerimizi gördüm ya bundan sonra küfretmeyi bırakabilirim sanıyorum. Arı, duru cümlelerimle gelecek yıl Türkçe Olimpiyatları’nda madalya alırsam şaşırmayın:)

Kardeşim Mustafa Ünal “Müslüman Hunlu olursak kurtulacağız” diyordu. Cümlenin manasını şimdi anlıyorum. Biz, Moğol olmayacağız… Moğol, savaştan önce karşısındakiler teslim olsa da olmasa da öldürürdü ama Hunlular, savaştan önce ve sonra teslim olanlara zulmetmezlerdi. Alparslan Hunluydu… Selçukluyu Hunlular kurdu… Osmanlıyı kuran Moğolllardı… Çünkü Moğol İstilası’yla yerle bir edilip Fetret’e girdik… Bilinçaltımızda Moğollar vardı… Bakın Türkiye Cumhuriyeti’ni Osmanlı kurdu… Halimizi görüyorsunuz? Şimdi, Allah’ın izniyle yeni bir çağ başlıyor… Mavi Marmara’nın Müslüman Moğolları yeni bir düzen kuracaklar, hepimiz kurtulacağız… İnanmış Yahudiler bile İsrail’den kurtulacak inşallah…

Mete Han, dünyaya kafa tutmak için ordusunu kurarken şöyle bir yol izledi: “Islık Çalan Oku buldum” dedi. Askerleri meydana toplayıp en değerli atına nişan aldı ve askerlerine atı vurmasını söyledi. Askerler en değerli atı öldürmekten korkup oklarını atmadılar ve Mete Han onların hepsini öldürdü. Sonra Islık Çalan Okunu başka askerlerle karısına çevirip nişan aldı. Onun karısına ok atamayan askerleri de öldürdü… Son olarak okunu babasına çevirip “Oklarınızı babama nişan alıp fırlatın” dedi. Bütün askerler oklarını babasına fırlattı… İşte o askerlerle yola çıktı Mete Han…

Gazze Gazilerimiz de o yola yüzme bilmeden, çocuklarını, eşlerini, babalarını geride bırakıp ıslık çalarak bindiler gemiye ve türkü olup, marş olup döndüler buraya… Hem nota verip hem de akort yaptılar yani… Bize tekrar Müslüman Hunlu olmayı öğretenlerden Allah razı olsun…

Sahabe, peygamber efendimize bağlılıklarını belirtmek için “Anam, babam sana kurban olsun ya Muhammet” derlerdi… Islık çalan ok atmayı biliyorlarmış demek ki… Bizler her şeye “Bu benim savaşım değil” diyerek bahane buluyoruz. Dünyanın öbür ucunda bir Müslüman’ın burnu kanarsa onların savaşı bizim savaşımız olur… Artık “Kurban” deyince yalnızca sığır geliyor aklımıza… Kurban; ondan ayrılması zor olan şey demektir… Mesela benim kurbanım sigara olmalıdır biliyorum ve bunun için dua istiyorum sizlerden…

Ümmet homojen oldu… Mezheplerin yerini uzmanlaşma, kurumsallaşma, ekonomik ve diploma ayrımcılığı aldı. Sahabe karışıktı. Cahille aydın, zenginle fakir, beyazla zenci, bir arada oturabiliyorlardı. Şimdi şu halimize bakın: Jip’i olan Müslüman Jip’i olanla, Doktor Müslüman Eczacı Müslümanla, âlim Müslüman âlim Müslümanla, cahil cahille oturabiliyor… Yazık bize… Kimse ikinci bir yaşam tarzı bilmiyor… Sınıf farkını aradan kaldıran İslam’ın ümmeti dünyanın en acımasız kast örgütünü kurdular. Aramızdan bir Müslüman üç kuruş bulamadığı için sokakta kalıyor ama ona yardım edemiyoruz, çünkü bizde de üç kuruş yok… Bir böcek gibi düştüğümüz yerden kalkamıyoruz. Zengin değiliz, zengin Müslümanlar tanımıyoruz, onlar bize telefon numaralarını vermiyor, aynı mahallede oturmuyorlar… Aynı Allah’a inanan teslim olan Müslümanlar birbirlerine cüzdanlarını, kasalarını teslim etmiyorlar… O gemide doktorla okumamış, zenginle fakir, beyazla siyah yan yanaydı. Otuz senelik köşe yazarı GAZİ HAKAN ALBAYRAK ile hayatında gazete okumamış ama inanmış Müslümanlar bir arada zulme karşı savaştılar.

Bir zengine derdimizi anlatıp gözyaşı döküyoruz ve o yavşak zengin Müslüman bize dua edeceğini söylüyor… Lan Karun, senden dua değil para istiyoruz. Senin duana değil cüzdanına muhtacız. Hem para vermiyorsun hem de duasıyla varlığını idame ettiren fukara insanın elinden silahını alıyorsun. Sizin gibi şerefsiz, göbekli zengin Müslümanlar yüzünden ortalık cömert ama fakir Müslüman doldu. Ben, pinti bir fukara Müslüman görmedim, utanmıyor musunuz, siz de insanlık yok mu, niçin bizim onurumuzla oynuyorsunuz?

Hz. Ebubekir dine girerken memleketin en zengin insanıydı. Kelime-i Şahadet getirdikten sonra malını mülkünü infak etti… Öyle ki giysisi olmadığı için bazen Cuma namazına gidemiyordu. Gemiye binen kardeşlerimin çoğunun telefonunda kontör yoktu inanır mısınız? Kontörsüz, yüzme bilmeyen erkekler, dünyanın en kuduruk devletine karşı kuru soğanla “Otoriteye danışmadan” cihada gittiler, bu erkeklerin cenk hikâyelerini dinledikten sonra halen eşlerinizle yatabilecek misiniz çok merak ediyorum?

Zengin olmak suç değildir lakin zengin olarak ölmek şerefsizliktir… Hangi biriniz mübarek çocuklar yetiştirdi ki miras bırakıyorsunuz? Bıraktığınız miraslarla küpeli oğlanlarınız bol bol günah işleyip cehennem ateşinizi körükleyecekler, kafanız çalışmıyor mu? Zibidi, münafık, fasık, günahkâr çocuklarınıza miras bırakıp cehennemde yanacağınıza hayattayken nur yüzlü, ibadetlerini eksiksiz yapan fukara insanlara, dullara, yetimlere, esirlere infak edip kendinize cennette köşkler yapın beyinsiz domuzlar, aşağılık herifler…

Kırk cümle kuruyorsunuz bir tanesinde “Allah” lafsı geçmiyor. Cümlelerinizin, nefeslerinizin bile zekâtını vermiyorsunuz… Vicdanınızı anlatmayın bize… Dünya üstünde fakirlikten bayılan Müslümanlar var. Nerede sizin cüzdanlarınız? Cennete gitmeniz bu kadar kolayken neden inat ediyorsunuz. Bakın, paranızla cennete gideceksiniz, beyinsiz inekler, bu aptallık daha ne kadar sürecek?

GAZİ HAKAN ALBAYRAK’ın o gemiyle gitmesi bizi çok zor durumda bıraktı. O ve diğer arkadaşlarımız gidince bizler burada ne yapacağımızı, nasıl bir strateji geliştireceğimizi şaşırdık. İlk işimiz stajyer bir Hakan Albayrak yetiştirmek olmalıdır. Lütfen bir dahaki sefere GAZİ HAKAN ALBAYRAK gitmesin çünkü o gidince televizyonlara Ali Bulaç çıkıyor:) Bosna, Kafkasya, Somali, Irak, Afganistan, Filistin, Gazze… Gökyüzünde yıldız bırakmayıp omuzlarına taktın artık yeter, sen bize lazımsın…

Bugün Hürriyet Gazetesi’nde şöyle bir manşet vardı: AĞLAYAN KOMANDO… Gemide dayak yiyen bir İsrail askeri zırıl zırıl ağlıyor… Yarabbim, ne güzel bir fotoğraf o… Derhal o ağlayan İsrailli komandonun resmini çocuklarımızın odasına asıp şöyle demeliyiz: “Bak yavrum, bunlar dünyanın en teknik, en zalim, en silahlı ve zalim, en güçlü ordusunun askerleri… Onları bizim ordumuz değil, yolcu gemisiyle yüzme bilmeyen Müslüman kardeşlerimiz viledanın sapıyla dövdüler. Çünkü zalimin zulmü varsa mazlumun Allah’ı var, imanı var…” Çocuklarımızın odasındaki Süpermanları, Örümcek Adamları yırtıp Allah aşkına ağlayan komandoları asalım… Bu ümmetin inanmış adamları o gemiyle giderek onlarca yıl sonra ilk kez bizleri galip baba ettiler… Galip baba olabilmenin zevkini çıkartıp tekrar diyelim ki: “Yüzme bilmiyorlar ve kavağa çıkmışlar ve mümkünmüş yavrum… Allah rahatlık versin, şimdi uyu, yarın pikniğe gideceğiz ve sana ıslıklı ok atmasını öğreteceğim…”

İsrail’e buradan seslenmek istiyorum: “Eğer aklınız varsa lütfen bu sene Türkiye’ye turist göndermeyin çünkü kadınlarınız bizim erkeklerimize âşık olabilirler.” İsrailli kadınlar askerlik yaptıkları için erkekten anlarlar, bizden söylemesi:)

Allah razı olsun, Hz. Donanma sayesinde kaç gündür haberlerde bayrağımızın İsrailliler tarafından yakıldığını izliyoruz. Rabbimize şükür olsun, büyük şeref… Çok şükür Allah’ım; söz dinleyen, üzmeyen bir devletin bayrağına saygıda kusur etmeyen küffar gününü görünce bayrağımızı görmeye dayanamayıp ateşe veriyorlar… Bilir misiniz bir milletin bayrağı yakılıyorsa artık dikkate alınıyor demektir. Allah’a hamd-ü senalar ediyoruz…

HaBertaraf.com

KİTAB’ÜL CİHAD

ABDULLAH İBN’ÜL MÜBAREK

İmam-ı Buhâri’nin hocasının hocası olan Abdullah İbn’ül Mübarek, Mezhep imamlarımız, İmam-ı Âzam ve İmam-ı Mâlik hazretlerini tanıyıp takdir eden, Ahmed İbn-i Hanbel hazretleri tarafından da takdir edilen, üzerinde ittifak edilip ihtilaf edilmeyen, savaş dönüşü şehadetle ebedileşen Horasanlı Türk Hadis Doktoru Abdullah İbn’ül Mübarek (rahmetullahi aleyh) in doğumu H.118’de “Merv”dedir.Abdullah ibn’ül Mübarek, rivayetlerden birine göre deniz, diğerine göre ise, Tarsus’tan gaza dönüşü, Hit’te vefat etmiştir..Vefatının H. 178, 180, 181, 182 senelerinde olduğuna dair rivayetler vardır. En sağlamı, Ahmed b. Hanbel’in takdir ettiği 181 senesidir.

Kitab’ül Cihad

1. Kısım

- “Ebu d-Derda hazretlerinden : ‘Salih iş gazadan öncedir. Çünkü siz, ancak, işlediğiniz (iyi) işleriniz’e (uygun olarak) savaşırsınız.”

- “Ebu d-Derda hazretlerinden : ‘Allah yolunda öldürülmek günah kirini yıkar.’ ‘Katl edilmek ikidir; biri kefarete, diğeri derecenin artmasına sebep olur.”

- “Ebu Hureyre (r.a.) Efendimiz (s.a.v.)’den şöyle rivayet eder: ‘Allah yolunda cihad edenin misali; O, oruç tutan, gece ve gündüz zamanlarında Allah’ın ayetleriyle, şu direk gibi ayakta duran kimse gibidir.”

- “Ebu Hureyre (ra) den, Resûlüllah (sav) buyurdu: ‘Allah yolundaki toz ve Cehennem ateşinin dumanı, Müslüman bir kulun burnunda asla bir araya gelmez.”

- “Mesruk (ra) den : ‘hiçbir hal, içinde kulun duasının kabul edilmesi için, Allah yolunda cihad da olması müstesna, secde ederken yüzünü toprağa sürmesi halinden daha layık değildir.”

- “Said ibnü Ebi Hilal’e şu haber ulaşmıştır: ‘Abdurrahman ibnü Avf (ra), insanların hayret ettiği bir sadaka verdi. Nihayet bu (sadaka) Nebi (sav)’in yanında anıldı. Bunun üzerine Efendimiz; ‘İbnü Avf’ın sadakasını çok mu beğendiniz?’ dedi. ‘Evet yâ Resûlallah’ dediler.
Efendimiz; ‘Muhacirlerin fakirlerinden bir fakirin bineği olmadığından kamçısını yerde sürüyerek erkence savaşa çıkması, İbnü Avf’ın sadakasından üstündür’ buyurdu.”

- “Ebu Hureyre (ra)’den. Nebi (sav) buyurdu: ‘Allah yolunda müslümanın aldığı yara, kıyamet gününde, vurulduğundaki hey’eti gibidir. Kanı fışkırır. Rengi kan, kokusu misktir.”

- “Ebu Hureyre (ra) buyurdu: ‘Cüretli, tam cüretli, düşman hazır olduğunda, arkasını dönüp kaçandır. Korkak, tam korkak ise, düşman hazır olduğunda, Allah’ın dilediği oluncaya kadar, onlara saldırandır.”
“Ey Eba Hureyre, bu nasıl olur? Denildi. O da, ‘kaçan, Allah’a karşı cürette bulunup kaçtı. Korkak ise, Allah’tan korktu’ buyurdu.”

- “Ebu Hureyre (ra)’den. Resûlüllah (sav) buyurdu: ‘Bana Cennete girenlerin ve Cehenneme girenlerin ilk üçü arz olundu.
Cennete giren ilk üç kişi; 1) Şehid. 2) Rabbına ibadeti güzel yapan, efendisine de samimi olan bir köle. 3) Ailesi çok olan, buna rağmen kötü iş ve sözden uzak duran namuslu bir adamdır.
Cehenneme giren ilk üçe gelince; 1) Zorba bir emir. 2) Malı olup hakkını vermeyen zengin. 3) Allah’ın emrinden dışarı çıkan fakir.”

- “Abdullah İbnü Amr (ra) buyurdu: ‘Dikkat edin. Size Allah yanında kıyamet günü şehidlerin derece bakımından en efdalini haber vereyim mi?’ (Onlar) ‘saf içinde düşmanla karşılaşan, düşmanlarıyla yüz yüze gelince de kılıcını omzuna koymuş olduğu halde, sağa sola dönmeyenlerdir.’ ‘Allah’ım! Boş günlerde geçirdiğime karşılık, bugün nefsimi sana icara veriyorum’ der ve bu esnada öldürülür.”
‘işte bu, Cennetin yüksek odalarında diledikleri yerde hayranlıkla dolaşan şehidlerdendir.’

- “Abdullah İbnü Übeyd İbnü Ümeyr (ra) ‘den : ‘Yâ Resûlüllah, hangi cihad en efdaldir?’ denildi. O da: ‘Kimin atı öldürülmüş, kanı dökülmüşse’ buyurdu”

- “Hâlid İbnü Mîdan (ra) den: Resûlüllah (sav) buyurdu; ‘Şehidler Allah’ın emin kıldığı kimselerdir. İster öldürülsünler, isterse yataklarında ölsünler.”

- “Salih ibnü Abdillah’a: ‘Emirden sana herhangi bir şey yok’ âyeti (Al-i İmran,128) ne hakkında nazil oldu ? diye soruldu. O da; ‘Resûlüllah (sav), Safvan ibnü Ümeyye, Süheyl ibnü Amr ve El-Haris ibnü Hişama beddua ediyordu. Bunun üzerine, şu âyet ‘Emirden sana bir şey yok’ (yani, sana herhangi bir emir yok) ister onların tevbelerini kabul eder, ister cezalandırırsın, çünkü onlar zâlimlerdir’ (Al-i İmran, 128 âyeti) nazil oldu, buyurdu.”

- “Câbir ibni Atîk (ra), kendisine ait yazılı bir nüshada haber verdi ki, Atîk ibnü Câbir ona şöyle haber verdi: Resûlüllah (sav) Abdullah ibnü Sabit’i hastalığında ziyarete geldi. Onu ölüm halinde buldu. Ona seslendi, fakat cevap vermedi. Resûlüllah (sav), ‘innâ lillah ve inna ileyhi râcîun’ dedikten sonra; ‘Ey Eba-Rabî! Artık Allah’a karşı boynumuz eğri’ dedi. Bunun üzerine, kadınlar feryad edip ağladılar. İbnü Atik onları susturmaya başladı. Resûlüllah (sav) ‘Bırak onları, vacip olunca hiçbir ağlayan ağlamayacaktır’ buyurdu.
‘Vacip olma nedir ya Resûlüllah?’ dediler.
O da; ‘Ölünce’ buyurdu.
Kızı; ‘Vallahi ben senin Şehid olmanı umardım. Çünkü sen techizatını hazırlamıştın’ dedi. Resûlüllah (sav); ‘Allah Tebareke ve teala onun ecrini niyetine göre verdi. Siz neyi Şehadet sayıyorsunuz?’ buyurdu.
Onlar da; ‘Allah yolunda öldürülmeyi’ dediler.
Resûlüllah (sav): ‘Şehidler yedi dir;
1- Allah yolunda öldürülen(den başka)
2- (Allah yolundayken) karın hastalığından ölen de şehiddir.
3- Boğulan şehiddir.
4- Salgın hastalıktan ölen de şehiddir.
5- Üzerine bir şey yıkılarak ölen de şehiddir.
6- Yanarak ölen de şehiddir.
7- Karnında çocuk olarak ölen kadın da şehiddir.’ Buyurdu.”

- “Süleyman ibnü Eban’dan: ‘Resûlüllah (sav) Bedir savaşına çıktığında Saad, babası Hayseme’yle beraber çıkmak istedi.Bunu Resûlüllah (sav)’e söylediler. Onlara ikisinden birinin çıkmasını emretti. Bunun üzerine okla Kur’a çektiler. Saad’ın oku çıktı. Babası ‘nefsine, beni tercih et oğulcuğum’ dedi. O da; ‘Babacığım, O Cennet’tir. Başka bir şey olsaydı, seni nefsime tercih ederdim’ dedi. Bunun üzerine, Saad savaşa Nebi (sav) ile çıktı ve Bedir savaşında öldürülerek Şehid oldu. Ertesi sene, Uhud günü, babası Hayseme öldürülerek Şehid oldu.”

- “Câbir ibnü Abdillah’dan. Halife Muaviye (ra), vaadinin ağzını açmak istediğinde ‘(Uhud’da) kimiz maktulü varsa, başına gelsin’ dedi. Biz onları, birbiri üzerine katlanmış terü taze çıkardık. Onlardan birinin parmağına kazma isabet etti. Kan fışkırdı. Ebu Saîd’ül Hudrî (ra): ‘Bundan sonra sizden kimse şunu asla inkar edemeyecektir’ buyurdu.
- “İbnü Abbas (ra)’dan: uhud’da şehidler şehadete erip, menzillerine indiklerinde, şehadete ermemiş fakat ermek isteyen arkadaşlarından bir kısım insanların makamlarını gördüler; ‘Arkadaşlarımızın Allah yanında hayırdan bize isabet edenleri bilmeleri nasıl olur?’ dediler. Allah Teala hazretleri de bunun üzerine; ‘Allah yolunda öldürülenleri ölüler zannetmeyin. Bilekis onlar hayat sahibidirler ve Rablari yanında rızıklanmaktadırlar’(Al-i İmran, 169) âyetini sonuna kadar inzâl eyledi.”

- “Enes ibnü Mâlik (ra)’den: Ebu Talha şu; ‘Hafif iken de ağır iken de savaşa çıkınız’ âyetini okudu. Ve; ‘Allah Tebareke ve Teâlâ, bizden ihtiyarken de genç iken de savaşa çıkmamızı istedi. Beni techiz ediniz!..’ dedi.”

“Oğulları: ‘Allah sana merhamet etsin! Nebi (sav) Ebu Bekr ve Ömer devrinde gazaya çıktın. Şimdi de biz senin yerine gazaya çıkıyoruz’ dediler. Bundan sonra, deniz gazasına çıktı ve vefat etti. Gömecekleri bir ada aradılar. Adayı ancak yedi gün sonra bulabildiler. Buna rağmen O, değişmemişti.”

- “Tavus El-Yemâni’den. Resûlüllah (sav) buyurdu: ‘Kıyametten önce, Allah beni kılıçle gönderdi. Rızkımı mızrağımın gölgesi altında kıldı. Zilleti ve küçüklüğü de bana muhalefet üzerine kıldı. Kim kendini bir kavme benzetmeye çalışırsa, onlardandır.”

- “Hâlid ibnü’l Velîd (ra) buyurdu: ‘Sevdiğim bir gelinin bana hediye edileceği veya bir oğlan çocukla müjdeleneceğim hiçbir gece, bana, bir ordu içinde ertesi sabah düşmanla karşılaşacağım, soğuğu şiddetli, buzlu bir geceden daha sevgili değildir.”

sıaradışı

AB-D emperyalizminin son çaresi: Cihada karşı pezevenklik...
Oğuz Gürses
09.12.2010

AB-D müslümanlardaki cihad şuurunu bulandırmak, şehidlik arzunu söndürmek için her yıl milyarlarca dolar harcıyor...

Bunun için...

Ferdî/kişiye özel veya içtimaî/toplu olarak zihinleri kontrol altına almaya çalışıyor...

Bu konuda hergün yeni teknik ve taktikler üretip insanlar üzerinde deniyor ve anketler ve gözlemler vasıtasıyla da bunların etkili olup olmadıklarına kontrol ediyor...

Müslümanları Allah Resûlü'nün gösterdiği doğru Yol/Ehl-i Sünnet’ten saptırmak, onun tamamladığı "güzel ahlâk"tan uzaklaştırmak için...

İçki, kumar, fuhuş, uyuşturucu, futbol taraftarlığı, uyuşturan müzikler, her türden boş lâf ve boş işler(magazin/dedikodu) gibi ne kadar şeytanî tuzak varsa hepsini birden kuruyor/kullanıyor..

Maksat Müslümanları hedonizm bataklığında boğarak İslâm'dan uzaklaştırmak...

Bu olmazsa...

Müslümanları Doğru yol/Ehl-i Sünnet anlayışından koparıp abuk sabuk anlayış/mezhep/tarikatlara yönlelendirmek için emrindeki binlerce teolog, psikolog, sosylog, şarlatan hoca, sahte şeyh, dandik müridlere oluk oluk para akıtıyor...

Ama ne yapsa olmuyor...

Emperyalizmin küresel saldırısına karşı küresel cihad İslâm’ın adalet kılıcı olarak, her gün yeni mevziler ve zaferler kazanarak büyüyor...

"Güneş yenilenmez göz yenilenir" (*) düsturuna uygun olarak...

Doğru Yol/Ehl-i Sünnet’in yer yer hasarlanmış/pörsümüş anlayışı Büyük Doğu-İbda ismiyle tecdid olunarak/yenilenerek, bir güneş gibi yeniden doğuyor....

Hedefi açık...

Küresel Adalet, küresel barış, küresel kardeşlik, küresel güvenlik, küresel refah için:

Küresel iktidar...

Şeytan'ın çöken “Yeni Dünya Düzeni”ne karşı; İslâm'ın "Yeni Dünya Düzeni"...

***

Zamanı gelmiş bir fikrin iktidarını hiçbir gücün engeleyemeyceği çok kişi tarafından bilinen bir gerçekse de...

Huylunun huyundan vazgeçmeyeceği de bir başka gerçek...

AB-D emperyalizmi gücünün en son sınırına vardığı için hızlı bir çöküş sürecine girmiş olsa da...

Umutsuzca çırpınmaya devam ediyor...

İşte bunun son örneği şu haber:

[Cihada Karşı "Umutsuz Ev Kadınları"

Wikileaks'ten sızan belgelere göre Amerikan dizileri ve şovları Suudi gençleri cihattan soğutma konusunda ABD propagandasından daha başarılı oluyor.

Guardian gazetesinde yayımlanan belgelere göre, Suudi Arabistan’daki Amerikan kaynakları, Cidde’deki Amerikan elçiliğine, "Umutsuz Ev Kadınları ve David Letterman ile Geceyarısı Şovu gibi programlar, gençlerin cihadı reddetmelerinde, yüzmilyonlarca dolarlık Amerikan propagandasından daha etkili oluyor" doğrultusunda rapor gönderdi.
Suudi Arabistan’ın MBC 4 kanalında sansürsüz ve Arapça alt yazılı yayınlanan bu tür programların, krallığın radikal unsurlara karşı "fikir savaşı"nın bir parçası olarak yayınlandığı belirtiliyor.

"David Letterman: Etki Ajanı" başlıklı gizli bir yazıda, bu programların Washington’ın ana propaganda cihazı olan, ABD tarafından finanse edilen El Hurra haber kanalından daha etkili olduğuna işaret ediliyor.

Belgelerde diplomatlar, Eva Longoria, Jennifer Aniston ve David Schwimmer gibi ünlülerin cazibesinin, bu programları yayınlayan ticari televizyonun etkisinin El Hurra’dan daha çok olacağını gösterdiğini ifade ediyorlar.

2009 tarihli bir yazıda "Suudiler artık dış dünyayla çok ilgileniyorlar ve herkes becerebilirse ABD’de eğitim görmek istiyor. ABD kültüründen daha önce hiç olmadığı kadar etkileniyorlar" deniliyor. ]
(TRT, 08.12.2010)

Bu haberin özeti şu: AB-D emperyalizmi'nin son çaresi: Cihada karşı pezevenklik...

Namusa karşı fuhuş...

Ahlâka karşı ahlâksızlık...

İnsan onuruna karşı kirli para...

İnsanca yaşamaya karşı lüks, şatafat ve sefehat/hedonizm...

Böyle bir savaşı sizce hangi taraf kazanır?..

Dipnot:

*[ - İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir.
- Anlayış mı?.. Nurun aynadaki aksi… Aynayı yenilemek…
- Güneş yenilenemez, Göz yenilenir.
- İslâm, başı ve sonu olmayan ebedî yeninin ismi… Ona her ân biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik…
- “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır” hadisindeki sonsuz hikmettir ki, yeninin ve yeniliğin sırrını getirmiştir.
(..)
- Emevî ve Abbasî devrelerini takip ederek Türk’ün eline geçen İslâmî devlet livası, 600 küsur yıllık gerçek devlet hayatının ancak 250 senesinde böyle bir nesle yataklık etmiş, ondan sonra 300 yıl korkunç bir aşk ve üstün anlayıştan yoksunluk çığrına girmiş, 100 küsur senedir de, aynı ham yobaz ve kaba softa idrakinin tersine dönük şekliyle bütün cehdini İslâm’a karşı çıkmakta bulmuştur.
- O gün bugündür ki, nesillere kahraman diye tanıtılanlar, İslâm’dan tiksinmenin fikrî ve fiilî icracıları olmuştur.
- İslâmı, zatından zerre feda etmeden olanca saffet ve asliyetiyle kucaklayabilecek ve nefslerinde yenileyecek nesillerin böylece köküne kibrit suyu dökülmeye başlanınca din ihtiyacından büsbütün kurtulamayan muvâzaacı mizaçlar her tarafta işi reformculuğa dökmüş; ve olduğu gibi bir İslâm yerine, oldurulmak istenildiği tarzda bir İslâm’a kapı açmaya bakılmıştır.
- Reformcu, İslâm’ı şu veya bu görüş ve mezhep lokomotifine bağlamak, onu zatına ve aslına göre değil, kendi şahsî nefsine ve idrakine iliştirmeye kalkmak, böylece çürük gördüğü bir binayı kendince payandalamaya yeltenmek bakımından, İslâma cepheden zıt olanlardan daha tehlikelidir; ve İslâmı kalb ve göz yenilenmesi yoluyla koruyacak olan nesil, cemiyet dairesi içinde kendisine üç düşman tanıyacaktır; aşksız ham yobaz, duygusuz kâfir, nasipsiz reformcu… Yani ruhu, kör nefsinde kabuklaştıran, büsbütün inkâr eden ve ikisi arasında arabuluculuğuna kalkışan…
- İslâm, 500 yıl kılıcını elinde tutan Türkiye’de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Bu, ancak Türkiye’de düzelirse her yerde sağlığa kuvuşabileceğine ait İlâhî bir ihtar…
- İslâmı yenileyecek olan nesil, bu ruh ve madde felâketleri Türkiye’sinde son ve som, hepçi ve bütüncü tepki hâlinde zuhur etmekle mükellef…
- Bunca zevalin ardından ancak kemâl çığırı açılabilir…] Bkz: Necip Fazıl Kısakürek, Akıncı Güç kadrosuna ithaf: İSLAMI YENİLEMEK, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul.

Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/

Mesut: Dinimi savundum

Karşılaşmanın son bölümünde çıkan kavgada David Villa'yla beraber kırmızı kart gören Türk kökenli Alman futbolcu Mesut Özil, David Villa'yla kendisini içinde bulduğu kavganın nedeni olarak İspanyol oyuncunun İslam'a küfretmesini gösterdi
19 Austos 2011
Anadolu Haber
Mesut Özil'in dünkü maçtan sonra röportaj alanında bir gazeteciye "David Villa'ya bunu yaptım çünkü kendisi İslam'a küfretti. Ben de dinimi savunmak için böyle bir tepki gösterdim" dediği iddia edildi.

Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin Şehadetinin Aynasında “Ahir Zaman Fitnesi” İle Yüzleşmek...
Ertuğrul Horasanlı
22.10.2011



[Allah Resulü, sahabelerine Deccal’ı anlatırken,
"Ben Deccalın yanında neler bulunduğunu,
kendisinden daha iyi bilirim."
diye söze başlıyor
ve şunları anlatıyor:
"Onun yanında akan iki nehir vardır. Biri dış
görünüşüyle beyaz bir sudur. Diğeri de
parlak bir ateş olarak görülür. Kim ona yetişirse,
ateş olarak görünen nehrin yanına varsın ve
başını eğip ondan içsin. Zira bu parlak ateş gibi
görünen nehir, soğuk bir sudan ibarettir."
]
(*)

Libya'nın lideri Muammer Kaddafi'nin haçlı ordusu NATO'nun bombalarıyla yaralandıktan sonra, isyancı-demokrat çapulcular tarafından yakalanıp, linç edilmesinin yeni görüntüleri ortaya çıktı.

http://webtv.hurriyet.com.tr/'de yayınlanan bu görüntülerde Libya'nın lideri Muammer Kaddafi, şehit düşmeden önce, kendini alçakça linç etmeye ve soymaya çalışan isyancı-demokrat çapulculara “Evlâtlarım, ben sizin babanızım. Bana yaptığınız haramdır, siz günah işliyorsunuz. Bu olamaz. Siz haram nedir bilmiyorsunuz" diyor.

Görüntülerde, bir grup isyancı-demokrat çapulcu ayakkabıları ve ellerindeki sert cisimlerle Kaddafi'nin kafasına dakikalarca vuruyor.

Alnında delik açılan ve kanlar içinde kalan Kaddafi'nin "Bana yaptığınız haramdır, siz günah işliyorsunuz" sözlerine rağmen isyancı-demokrat çapulcular Libya Lideri Kaddafi'nin kafasına öldüresiye vurmaya devam ediyorlar.

Kaddafi’nin altın tabancasını çalan bir isyancı-demokrat çapulcu ise silahın namlusuyla Kaddafi’nin başına vuruyor.

Diğer bir görüntüde ise bir başka isyancı-demokrat çapulcu Kaddafi'nin üstünden kanlı ceketini ve parmağından eşi “Safiye1970” yazılı evlilik yüzüğünü çalmış olarak gözüküyor. Arkadaşları "Sakın bunu kimseye verme gelecekte 1 milyon dolardan fazlaya satarsın" diyor.

İşte Haçlı ordusu NATO'nun Libya'ya silah zoruyla getirdiği "demokrasi" böyle bir şey...

Bundan sonra...

Kaddafisiz Libya halkı bu çapulcu demokratlar tarafından demokratikleştirecek...

Saddamsız Irak ne hallere düştüyse, Libya’yı da o felaket bekliyor bilesiniz...

Vah Libya vah...

Haçlılar bütün dünyaya işte böyle bir “çapul demokrasisi” getirmek için var güçleriyle çalışıyor...

Kimi ülkelerin yöneticilerini rüşvetle satın alıyor...

Kimilerininkini şantajla bağlıyor...

Şehit Saddam Hüseyin, şehit Usame Bin Ladin ve şehit Muammer Kaddafi gibi satın alamadıklarını, teslim alamadıklarını, boyun eğdiremediklerinin ise önce ülkelerini işgal edip yakıp yııkıyor... Kendine muhalefet eden yerli halkı katliamlar ve işkencelerle bertaraf ediyor...

Sonra da, o liderleri o ülkenin en aşağılık sınıfından seçtiği işbirlikçilerinin eliyle canavarca infaz ediyor..

Kendine direnecek olanlara ibret olsun diye...

Bu kanlı infaz sahnelerinden, bazıları gerçekten ibret alıyor olmalı ki; bu son haçlı seferinin gönüllü sefiri, yardımcısı, yatakçısı, tetikçisi oluveriyor...

İnsanın aklına Resulullah Efendimizin, biz "ahir zaman müslümanlarını" ondan uzak durmaya çağırdığı "büyük fitne"nin, şu adına "demokrasi denilen şey" olabileceğine dair bir şüphe düşmüyor da değil yani...

Güvenilir bir Ehl-i Sünnet alimi bulsak da sorsak...

Adına bazılarının "ileri demokrasi" de dediği ve yere göğe sığdıramadığı bu şeyin gerçekten ne olduğunu anlamak istiyorsanız...

Irak'ın şehit Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in, işbirlikçi Şiiler tarafından katlediliş sahnesini hatırlayın...

O ahlâksız güruhun onca itip kakmasına ve aşağılamasına rağmen başı dik gümbür gümbür kelime-i şehadeti haykırmasını hatırlayın...

Canlı yayında naklen şehadet...

Dönün...

Mideniz bulana bulana da olsa...

Kusarak da olsa...

Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin şehit olmak üzereyken bile kendi ülkesinin yoldan çıkmış çocuklarına, onları büyük bir günahın vebalinden korumak isteyen bir baba şefkati içinde: “Evlâtlarım, ben sizin babanızım. Bana yaptığınız haramdır, siz günah işliyorsunuz. Bu olamaz. Siz haram nedir bilmiyorsunuz" diye nasihat edişini görün...

Şehitlikten nefsin niye bu kadar korktuğuna dair de bir fikir edinme imkânı da yakalayabilirsiniz bu arada...

Hristiyanları, Yahudileri, putperestleri, dinsizleri, imansızları “hepimiz Adem’in çocuklarıyız, hepimiz İbrahimîyiz, hepimizin amentüsü bir, hepimiz aynı Allah’ın kuluyuz” diye sonsuz “bir hoşgörü ve diyalog” içinde “dost ittihaz eden” bazı gözü yaşlı sapıkların, mesele İslâm’ın bu şerefli şehit evlâtlarına geldiğinde; onlara nasıl kin kustuklarını, ne iftiralar attıklarını, onlardan nasıl nefret ettiklerini de hatırlarsanız...

Belki ısrarla unutturulmaya çalışılan, o olmasa da olurmuş gibi davranılan Kâinatın Efendisi’nin; bu zamanda, yani zamanın sonunda, yani “ahir zaman”da ümmetini bekleyen korkunç fitnelere dair 1400 küsur yıl öncesinden yaptığı ikazlara göz atmak da istersiniz...

Meselâ başlığın altındaki Hadis-i Şerif’e:

"Onun yanında akan iki nehir vardır...”

“Biri dış görünüşüyle beyaz bir sudur....”

“Diğeri de parlak bir ateş olarak görülür...”

“Kim o(zaman)na yetişirse, ateş olarak görünen nehrin yanına varsın ve başını eğip ondan içsin...”

“Zira bu parlak ateş gibi görünen nehir, soğuk bir sudan ibarettir..."

[Başka bir rivayette Deccal'lın "su ve ekmek dağları"na sahip bulunduğu da belirtilir.(52)

Müslim'de yer alan başka bir hadiste ise "onun cennet ve cehennemi bulunduğu, cehenneminin cennet, cennetinin de cehennem olduğu" bildirilir.(53) "Kendine tâbi olanları cennetine, tâbi olmayanları da cehennemine atar."(54)

Âlimler, bu hadisleri yorumlarken, "Deccal'ın kendisine boyun eğmeyen mü'minleri eziyet ve işkencelere atacağını" belirtirler. Aliyyü'l-Karî, "Onun suyu nimet ve lezzet, ateşi de meşakkat, azap ve elemdir"(55) der. Deccal’a boyun eğmeyen mü'minlerin "sıkıntı, belâ, çile ve meşakkat içerisinde kalacaklarını, buna rağmen Allah'ın lütuf ve ihsanıyla rıza, şükür ve sabır gösterecekleri anlatır."(56)] (**)

Öyle mankenlerle fingirdeşerek kakara kikiri, inşallah, maşallah, Mehdicilik oynamanın sahtekârlıktan başka bir anlamı yok yani..

Bugün dünyanın her tarafında Deccal ordularıyla boğuşan mücahid Müslümanlar, Deccal’e boyun eğerek onun arı duru, berrak görünen nehrine atlayarak serinlemeyi değil, onun “ateş nehrine” gözlerini bile kırpmadan atlamayı seçip şehadet şerbetini içerek Hem Allah’ın hem de Resulullah’ın emirlerine boyun eğiyorlar...

Bunu da “Deccal’a boyun eğmeyen mü'minlerin sıkıntı, belâ, çile ve meşakkat içerisinde kalacaklarını” bile bile yapıyorlar...

Guantanomo’ları...

Ebu Gureyb’leri...

Gizli açık toplama kamplarını...

İşkence uçak ve gemilerini...

Yargılı ve yargısız infazları...

En iğrenç işkenceleri...

En ağır hak gasplarını...

En katı mahrumiyeretleri bile bile...

Hepsini birden göze alarak...

Kendilerini “ateş nehirlerine” atıyorlar...

Deccal ve avanesi ise bunlara “diktatör, terörist, düşman” falan filan diyor...

Hadislerde Deccal’ın kendisine boyun eğmeyen müm’inleri binbir türlü işkence, eza, cefa, yokluk, yoksulluk, açlık ve susuzluk cehannenemine atacağı belirtildiği gibi, kendine tabi olan "müm’in"leri de yalancı cennetinde sayısız nimetlere garkedeceği de haber veriliyor...

Resulullah Efendimiz ne dediyse doğru olduğuna ve her şey onun haber verdiği gibi gerçekleşeceğine göre...

Demek ki; Deccal’in yalancı cennetindeki sayısız nimetlere tamah eden “mü’minler” de elbete olacaktır...

Milyar dolarlık servetlere hükmeden gözüyaşlı hocaefendilerden...

Milyon dolarlık Villalarda her türtlü lüks, şatafat içinde, vur patlasın çal oynasın oturan sahte Mehdî’lere, müteşeyyihlere, çıplak uyarıcılara, Tv şovmeni sapık ve saptırıcılara...

Her türlü yetki ve etki, makam ve mevkiler bahşolunmuş politikacılardan, bürokratlara...

Bunlardan nemalanan müteahhit, sanayici, tüccar ve esnaflara varıncaya kadar...

Bugün, milyonlarca “mü’min” dünyanın her tarafında deccal’in gözcülüğünü, sözcülüğünü, öncülüğünü, taşeronluğunu, tetikçiliğini canla başla yapmıyor mu?

Peki sizce bu iki grup “müm’min”den hangisi Resulullah Efendimizin emrini yerine getirmiş oluyor?

Hangisi O’nun emrini yerine getiriyorsa şüphesiz o ebediyyen kurtulmuştur...

***

Şimdi dönüp Libya Lideri Şehid Kaddafi’nin şehadet anını gösteren videoya yeniden bakalım...

Kaddafi, Deccal’in kendisine “Bana tabi ol, benim kulum ol, benim dediklerimi yap... Milyar dolarlarını yükle uçağına... Dünyanın istediğin ülkesine git çıtır çıtır ye!” teklifini kabul etseydi, şimdi dünyanın cenneti olarak nitelenen bir yerde, bin bir türlü nimet ve lezzete garkolmuş şekilde keyif sürecekti...

O ne yaptı?

“Ne kendimi, ne halkımı satmam, Libya’da doğdum, doğduğum topraklarda çarpışa çarpışa şehit olurum” dedi mi?

Dedi...

Dediğine son nefesine kadar sadık kaldı mı?

Kaldı...

Linç videosunda da görüldüğü gibi kendini “ateş nehrine” attı mı?

Attı...

Peki şimdi bu savaşı kim kazandı?

Şehadet şerbetini içen “diktatör” Kaddafi mi?

Yoksa o vahşî linç anında, kurban henüz son nefesini bile vermeden, onun üzerindeki kıymetli eşyayı yağmalayan ve hatta o eşyanın kıymeti hakkında fikir alışverişinde bulunan, Deccal’in işbirlikçisi çapulcu demokratlar mı?

Soru çok zor olduğu için bir ipucu verelim...

“Ferrasi'ni Satan Bilge”nin yazarı Robin Sharma şöyle diyor:

- "Bir insanın yaşayıp yaşamadığını anlamak istersen, nabzına değil onuruna bak, duruyorsa yaşıyordur..."

Dipnotlar:

* [Buharî, Fiten: 25, Enbiya: 50; Müslim, Fiten: 105 (H. 2935); Ebû Davud, Melahim: 14 (H. 4315).]

** Şaban Döğen, “Deccal'ın özellikleri nelerdir?”, 27.06. 2007, http://www.sorularlaislamiyet.com/

Kaynak: http://millibirlikruhu.blogspot.com/2011/10/ahir-zaman-fitnesi-ile-yuzlesmek.html
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder
Önceki mesajları göster:   
Bu forum kilitlendi: mesaj gönderemez, cevap yazamaz ya da başlıkları değiştiremezsiniz   Bu başlık kilitlendi: mesajları değiştiremez ya da cevap yazamazsınız    EntellektuelForum Forum Ana Sayfa -> ŞERİAT Tüm zamanlar GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © phpBB Group. Hosted by phpBB.BizHat.com


Start Your Own Video Sharing Site

Free Web Hosting | Free Forum Hosting | FlashWebHost.com | Image Hosting | Photo Gallery | FreeMarriage.com

Powered by PhpBBweb.com, setup your forum now!
For Support, visit Forums.BizHat.com